ManşetEkoloji

Çevre örgütlerinden Dünya Orman Günü’nde ‘Rantı değil ormanı koru’ çağrısı

0

21 Mart Uluslararası Ormanlar Günü’nün (International Day of Forests) bu yılki teması Birleşmiş Milletler tarafından; “Ormanlar ve Sürdürülebilir Üretim ve Tüketim” olarak seçildi ve bu temanın sloganı da “İnsanlar ve Gezegen İçin Sürdürülebilir Odunu Seç” olarak belirlendi.

Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, 2012’de orman kaynaklarının önemini vurgulamak amacıyla 21 Mart tarihini “Dünya Ormanları Günü” ilan etti. Toplumların ormanlara yönelik ilgisini arttırmak amacıyla, 21 Mart 1971 tarihinde, Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) tarafından kabul edilerek, doğada yeni bir yeşerim döneminin başlangıcı sayılan 21 Mart Dünya Orman Günü, 1975’ten bu yana da ülkemizde de kutlanıyor.

WWF Türkiye‘nin raporuna göre; bir Akdeniz ülkesi olan Türkiye’de son 20 yılın istatistiklerine göre her yıl ortalama 2-3 bin orman yangını çıkıyor ve yaklaşık 7-8 bin hektar alan yanıyor. Bu yangınların her yıl ortalama 1-2 tanesi büyük veya tek başına en az 5 bin hektar alanı etkileyen, bir başka deyişle mega yangın. 28 Temmuz 2021’le başlayan 15 gün içinde, 54 ilde, 250’nin üzerinde orman yangını meydana geldi ve bu yangınlardan yaklaşık 150 bin hektar orman alanı etkilendi. Büyük yangın sayısı ise 16 oldu. Türkiye’de tarihin en büyük örnekleri olarak kayıtlara geçen yangınların, yalnızca doğa (bitki örtüsü ve yaban hayatı) üzerinde değil, yöre insanı üzerinde de sosyal, ekonomik, psikolojik etkileri oldu. Yangınlarda 13 kişi yaşamını yitirdi; köyler ve kırsal yerleşim alanları boşaltıldı.

Dün de Türkiye Ormancılar Derneği (TOD) Marmara Şubesi , Kuzey Ormanları Savunması (KOS), KESK/Tarım Orkam-Sen İstanbul Şubesi’nin 21 Mart Dünya Ormancılık Haftası etkinlikleri kapsamında Kadıköy’deki Karaköy İskelesi’nde basın açıklaması düzenlendi.

Açıklamada Kuzey Ormanları’nın Muhafaza Ormanı ilan edilmesi talebine değinildi. Eyleme Validebağ Gönüllüleri, Don Kişot Bisiklet Kolektifi, DAYKO Vakfı, TEMA, Greenpeace, İklim Adaleti Koalisyonu, Validebağ Savunması, İklim Öncüleri, İkizdere Gönüllüleri, Saros Gönüllüleri de katıldı.

Kanal İstanbul gibi mega projelerin çözüm değil, rantı aşırı derecede yükselttiği ve nüfus artışını tetiklediği belirtilen açıklamada, “Binlerce ağacın kesilmesine tarım ve mera alanlarının yok edilmesine, doğal yaşam alanlarının bozulmasına rağmen hala ısrarla savunulan bu projelerin neden olduğu sorun, kent sınırını aşarak Marmara Bölgesinin tamamında Sakarya’dan İğneada’ya kadar tüm doğal ekosistemlerin sorunu haline gelmiştir. Marmara Bölgesi içerisinde, sadece İstanbul’da son 20 yılda yaklaşık 50.000 hektar ormanlık alan kaybı yaşanmıştır; yani orman tahribatı mega projelerle katlanarak artmıştır. Yakın gelecekte, bu projelerin çevresinde oluşacak rantı da eklediğimizde rakamlar en az 3-4 kat daha artacaktır” ifadelerine yer verildi.

Türkiye Ormancılar Derneği: Aşırı odun tüketimi ormanların geleceğini tehdit ediyor

Türkiye Ormancılar Derneği tarafından yapılan açıklamada ise aşırı odun üretimine vurgu yapıldı. “Aşırı odun üretimi ormanlarımızın geleceğini tehdit ediyor” ifadelerinin kullanıldığı açıklamada “Ülkemiz ormanları tüm kamuoyunca da bilindiği üzere ormanlardan verilen ve 750 bin hektarı bulan izinler ile orman yangınları nedeniyle hâlihazırda zaten tehdit altındadır. Ancak odun ham maddesine talebin artmasına bağlı olarak artan odun üretimi de ormanların sürdürülebilirliğini tehdit etmektedir” denildi.

Aşırı odun üretimini gündeme getiren Türkiye Ormancılar Derneği tarafından yapılan açıklamada “Ülkemizde, 23,1 milyon hektarlık bir alan kaplayan ormanlarımızdaki ağaçlar 1,7 milyar m3 kadar servete sahiptir. Bu ağaçlarımızın büyümesi sonucunda ormanlarımızda yıllık olarak 47,6 milyon m3 kadar bir artış gerçekleşmektedir. Ülkemizin odun hammaddesi ihtiyacı da artım olarak adlandırılan bu miktardan karşılanmaktadır. Fakat sadece son dört yıl içinde (2017-2021) 15,5 milyon m3’ten, 27,7 milyon m3’e çıkan endüstriyel odun üretiminde yüzde 78,7’lik bir artış yaşanmıştır” ifadeleri kullanıldı. Açıklamada şu sözlere yer verildi:

“Yakacak odun miktarı da dâhil edildiğinde yıllık odun üretimi miktarı 31,9 milyon m3’e ulaşmış ve ormanlarımızdaki yıllık artımın yüzde 67’si kesilir hale gelmiştir. Üstelik bu üretimin de yüzde 82’si, ülkemiz ormanlarının tamamından değil yaklaşık 9,7 milyon hektarlık bir kısmı olan ekonomik fonksiyona sahip ormanlardan gerçekleştirilmektedir. Ülke ormanlarımızın giderek artan ölçekte odun üretime konu edilmesi, boşluklu kapalı ormanların giderek artmasına, üretim ormanlarının da üretme gücünün düşmesine ve bunun sonucunda ormanların bozulmasına yol açmaktadır.”

‘Odun serveti azalmaya başladı’

Son yıllarda yıllık olarak gerçekleşen odun üretiminin planlanan odun üretimini (eta) oldukça aşmasının ve odun üretiminin yıllık artış oranının yıllık cari artımdaki artış oranının 30 katından fazlasına ulaşmasının, yıllık cari artımın artış oranında aşırı düşüşe neden olduğuna değinilen açıklamada “Bu gidişle yıllık cari artımdaki değişim kısa bir süre sonra negatif bir seyir izleyecektir. Diğer yandan yıllık cari artımdan (3,4 m3/hektar) daha fazla üretim (3,6 m3/hektar) yapılan ekonomik fonksiyona sahip ormanlarda aşırı odun üretimi nedeniyle, yıllık artımdan fazla üretim yapılmakta olduğu için, odun serveti azalmaya başlamıştır” denildi.

‘Ormancılık endüstrisinin ormanlardan beklentileri şiddetlenerek arttı’

Ülke ormanlarının getirildiği bu hale rağmen; ülke ormancılık endüstrisinin ülke ormanlarından beklentilerinin şiddetlenerek arttığına vurgu yapılan açıklamada, “Özellikle tomruk, ahşap ve odun esaslı levha sektörleri kapasitelerini, arz talep ilişkilerini ve ülke orman ekosistemine verilecek zararları gözetmeden hızla arttırmaktadır. Bunun nedeni; 2018’den sonra Türk lirasının döviz türleri karşısında değerini hızla yitirmeye başlaması ve odun hammaddesi ithalatına bağlı olarak plansız şekilde üretim kapasitesini arttırmakta olan, başta odun esaslı levha sektörü olmak üzere, orman ürünleri sanayisine ucuz hammadde sağlama isteğidir” ifadeleri kullanıldı.

‘Ucuz hammadde için ülke ormanları kurban edildi’

Türkiye Ormancılık Derneği’nin açıklamasında şu sözlere yer verildi:

“Bu sektörlerin ucuza hammadde sağlaması ve kazancını arttırması için, ülke ormanları kurban edilmiştir. Diğer yandan biyokütle enerji üretim tesislerinde odun yakmaya yönelik girişimler de ülke ormanları için büyük bir tehdit oluşturmaktadır. Diğer yandan; Türk lirasının döviz karşısında değer kaybetmesiyle birlikte tomruk ve kereste odununun 2015 yılında 40 bin ton olan ihracat miktarının 2021 yılına gelindiğinde artarak 354 bin tona çıkması, buna karşılık 2015 yılında 1,4 milyon ton olan ithalat miktarının da 2021 yılında 316 bin tona düşmüş olması ülkedeki odun üretimi ve tüketimindeki yanlış politikaları kanıtlar niteliktedir.”

Aşırı odun üretiminin orman ekosistemlerine ve ülke ormancılığına verdiği bu zararları, Dünya Kaynakları Enstitüsü (World Resources Institute)’nün Küresel Orman Değerlendirmesi raporlarında Türkiye ile ilgili verdiği bilgilerden test etmenin de mümkün olduğunun belirtildiği açıklamada “Enstitü linklerinde yer alan grafiklere göre; Türkiye orman örtüsündeki kayıplar, ülkedeki aşırı odun üretimine paralel olarak 2018 yılından sonra hız kazanmıştır. Ayrıca örnek vermek gerekirse bu rapora göre; 2019 yılında 36,1 bin hektar olan Türkiye ormanlarındaki orman örtüsü kaybının 33,8 bin hektarının ormancılık faaliyetleri sonucu meydana geldiği görünmektedir” denildi.

‘Şirketleri memnun etmek yerine toplum hizmet edecek politikalar getirilmeli’

“Odun kökenli ürünlerin ithalat ve ihracatıyla ilgili hedef ve politikalar, belli şirketleri memnun etmekten çok, orman kaynaklarımızın kapasiteleri de göz önünde tutularak topluma hizmet edecek hale getirilmelidir. Bunun için her şeyden önce şeffaf ve katılımcı bir yönetim anlayışı gereklidir” ifadelerinin kullanıldığı açıklamada şu sözlere yer verildi:

“Ormancılık etkinliklerinin koruma, bakım, geliştirme noktasında arttırılması gerekirken, ormanların korunması yerine, “ekonomik büyüme” için gözden çıkarılması hedefinin iktidarlar tarafından ortaya konulması kabul edilemez bir durumdur.”

Dernek tarafından yapılan açıklamada ormanların 2053 karbon net sıfır emisyon hedefi için sahip olduğu öneme şu sözlerle değinildi:

“Günümüzde ormanlarımız, hem iklim değişikliğine bağlı olarak şiddetlenen aşırı hava olaylarının önlenmesi, hem de 2053 yılı için konulan net sıfır karbon emisyonu hedefinin sağlanması için artan bir öneme sahiptir. Kamu yararı ve ekonomik gerekçelerle ormanlarımızı ormancılık dışı uygulamalara açarak ve sürdürülebilir olmayan aşırı odun üretimi yaparak, ormanlarımızı ve geleceğimizi kaybettiğimizin bir an önce farkına varılmalıdır.”

WWF Türkiye: Yeni orman yangınları çağına hazırlıklı mıyız?

WWF-Türkiye (Doğal Hayatı Koruma Vakfı), doğanın uyanışı sayılan 21 Mart Dünya Orman Günü’nde geçen yaz yaşanan büyük orman yangınlarının doğa ve insan üzerindeki etkilerini anımsatarak ‘Akdeniz Bölgesi’ndeki Büyük Orman Yangınlarının Ekolojik ve Sosyo-Ekonomik Etkileri‘ raporunu duyurdu. Rapor değişen iklimsel ve toplumsal koşullara bağlı olarak ölçeği, şiddeti ve sıklığı artan yangınlara yönelik yaklaşımlarımızı, güncel gerçekler ışığında hızla gözden geçirerek geliştirmemiz, önleyici tedbirler alınması ve hazırlıklı olunması gerektiğine dikkat çekiyor.

Gündoğmuş yangını sonrası hızla çimlenmiş sandal ağacı

WWF-Türkiye, 2021 yazında ülkede yaşanan tarihi orman yangınlarını takiben Natura Doğa ve Kültür Koruma Derneği’nden bir grup akademisyenin işbirliği ile hazırlanan raporu 21 Mart’ta kamuoyuna sundu. Rapor, yangın öncesi, sırası ve sonrasına dair önerilerde bulunuyor.

WWF-Türkiye Genel Müdürü Aslı Pasinli, tarihi orman yangınları nedeniyle Türkiye’nin derinden sarsıldığı 2021 yazının hem çaresiz hissedilen hem de toplumun birbirine kenetlendiği bir dönem olduğunu hatırlattığı açılış konuşmasında, el ele vererek, yangınla mücadelede gösterilen seferberliği yangınları önlemek için göstermenin birlikte mümkün olduğunu vurguladı.

30 bin kanatlı hayvan yok oldu

Son 20 yılda yanan alanların toplamına eşit olan bu büyük yangın dalgasından en çok etkilenen iller Antalya (82 bin ha) ve Muğla’ydı (62 bin ha). Antalya’nın Manavgat, Alanya, Akseki ve Gündoğmuş ilçelerine bağlı 56 köy ve mahalle ile Muğla’nın Bodrum, Milas, Seydikemer, Köyceğiz, Marmaris, Kavaklıdere, Menteşe, Yatağan ve Dalaman ilçelerine bağlı 107 köy/mahallede toplam 8 bin 376 çiftçiye ait, 49 bin 200 dekar ekili/dikili üretim alanı ve 565 dekar örtü altı üretim alanı yangınlardan etkilendi. Toplam 265 büyükbaş, 3 bin 994 küçükbaş, 30 bin 462 kanatlı hayvan yok oldu.  Bin 891 alet-makine, 954 ton depolanmış ürün kullanılamaz hale geldi, 9.535 tarımsal yapı etkilendi. Yörede kızılçam ormanlarına bağlı olarak yapılan arıcılık ve yerel/ulusal ekonomi için önem taşıyan coğrafi işaretli Marmaris çam balı ve Milas zeytinyağı üretimi ile kekik, defne gibi odun dışı orman ürünleri üretimi büyük zarar gördü.

Büyük yangınlardan en fazla etkilenen Kızılçam Ormanları oldu

Dr. Sedat Kalem: Ormanlarımızı korumak ancak birlikte mümkün

“Yanan ormanlarla birlikte biz canlılar da aynı zamanda bir ekosistemin onlarca yıl boyunca biriktirdiği tüm doğal maddi manevi değerlerden ve ormanların sunduğu biyoçeşitlilik, iklim düzenleme, toprak ve su koruma, ruh ve beden sağlığı gibi henüz parayla ölçülemeyen birçok ekosistem hizmetinden de yoksun kalmış olduk” diyen WWF-Türkiye Doğa Koruma Direktörü Dr. Sedat Kalem, sözlerini şu şekilde sürdürdü:

“Geçtiğimiz yaz yaşadığımız acı tecrübe gösterdi ki; gelecekte ölçeği, şiddeti ve sıklığı artması beklenen büyük orman yangınlarına karşı yeterince hazırlıklı değiliz. 2021 yangınları aynı zamanda yeterli kapasiteye sahip söndürme filosuyla, kendi ayakları üzerinde durabilen bir yapıya ihtiyacımızı da gözler önüne seren bir uyarı niteliğindeydi. Bununla birlikte, başlangıçta hakim olan endişe kısa zamanda örnek bir toplumsal dayanışma seferberliğine dönüştü.”

Manavgat yangın alanında sürgün veren bir kapari bitkisi üzerinde kelebek tırtılları

Kalem ayrıca “Türkiye’den ve dünyadan ulaşan destekler, Tarım ve Orman Bakanlığımızın izni ve Muğla Büyükşehir Belediyesi, sivil inisiyatifler, özel sektör işbirliği ile harekete geçirdiğimiz “kırmızı helikopter” yangın söndürme filosuna katılarak yedi gün içerisinde 57 saat çalıştı, yüzlerce hektar ormanın korunmasına katkı sağladı. Gönüllü veteriner hekimler için sağladığımız ilk yardım malzemeleri ile çok sayıda canlının yarası sarıldı. Toplum olarak ormanlarımızı korumanın “Birlikte Mümkün” olduğunu gösterdik. Ancak muhtemel yeni yangın dalgalarına karşı şimdiden çok daha hazırlıklı olmalıyız” dedi.

Dr. Okan Ürker: Yanan ormanların geri kazanımında esin kaynağımız doğa

Yapılan alan çalışması sırasında bölgedeki geleneksel çam balı, zeytin, kekik, defne, adaçayı üretiminin büyük zarar gördüğünü ve Manavgat’a bağlı köylerde konteynerli yaşamın devam ettiğini hatırlatan, Sosyal Çevre Bilimleri Uzmanı Ekolog Dr. Okan Ürker, 2021 yangınlarının afet yönetimi kadar toplum psikolojisinin doğru yönetilmesine ilişkin ihtiyacı da ortaya koyduğunu söyledi. Ürker, şöyle devam etti:

“Bölgedeki büyük yangınlardan en çok etkilenen bitki örtüsü 0-1000 metre arasındaki kızılçam ormanları ile maki ve frigana toplulukları oldu. Akdeniz ekosistemlerinin bu baskın bitki örtüsünün yangına uyum becerisi yüksek. Bununla birlikte daha yükseklerdeki karaçam, karaçam-ardıç ormanları ile endemizm oranının yüksek olduğu alpin çayırlar da bir miktar etkilendi.”

Yangından hemen sonra orman içi açıklığa dönmüş bir kızılbaşlı örümcek kuşu

“Ancak, iklim değişikliği ve yangın ekolojisi açısından bakıldığında bunların yangına karşı göstereceği uyum potansiyeli kızılçam ve maki kadar belirgin değil” diyen Ürker, “Yangın sonrasında hızla yeşeren bitkiler, ekosistemin doğal rejenerasyon potansiyeli hakkında önemli ipuçları veriyor. Yanan ormanların geri kazanımında esin kaynağımız doğa olmalı. Geniş alanlarda entansif mühendislik çalışmaları yerine mümkün olduğunca doğal restorasyon yöntemleri tercih edilmeli” öneridinde bulundu.

Dr. Yasin İlemin: Yaban hayatı için habitat adacıkları oluşturulmalı

Başta karakulak olmak üzere bölgenin yaban hayatı üzerine çalışmalar yürüten, Dr. Yasin İlemin de “Büyük yangınlar esnasında yavaş hareket eden türler hariç, birçok sürüngen, kuş ve memeli yangını hissettiği anda sahayı terk etti. Doğrudan yangın ve dumanla zehirlenme sonucu ölen canlı sayısı çok değil; ama en büyük kayıp, yaban hayvanlarının yer değiştirmeleri sırasında insan kaynaklı kazalar ile oldu” dedi.

İlemin, “Uzun vadede habitat kayıplarının yerine konmaması sonucu da dolaylı yollarla kayıplar artacak. Yangınların sıklığına bağlı olarak, yaban kedisi gibi Akdeniz’de belli bir habitata özelleşmiş türlerin doğal yaşam ortamları tamamen yok olabilir. Bu da türün varlığını tehlikeye sokabilir. Bu nedenle yangın sonrası alanda yapılacak uygulamalar da çok önemli. Restorasyon ya da ağaçlandırma çalışmaları yapılırken yaban hayvanlarının kısa zaman sonra bu alanlara geri döneceği dikkate alınmalı; teşvik edilmeli. Bu amaçla, kendi haline bırakılmış habitat adacıkları ayrılmalı. Çünkü kuşlar, böcekler, memeliler böyle yerleri tercih eder” ifadelerini kullandı.

Prof. Dr. Çağatay Tavşanoğlu: Akdeniz ormanlarının ve insanın yeniden ayağa kalkma potansiyeli var

“Orman yangınları genellikle felaketle yüz yüze geldiğimizde farkına vardığımız bir gerçek. Oysa bunun bir öncesi ve bir de sonrası var. Söndürme konusuna verdiğimiz önemi ve gösterdiğimiz titizliği, önleyici çalışmalarda ve yangın sonrası süreçte de göstermeliyiz. Aslında yangınlar karşısındaki başarımız, toplumsal bir bütünlük içinde, yangın öncesinde ve sonrasında yaptıklarımıza ve süreci nasıl yönettiğimize bağlı” diyen Yangın Ekolojisi Uzmanı Prof. Dr. Çağatay Tavşanoğlu da şunları söyledi:

“Yangınlarla evrimleşmiş Akdeniz ormanlarının ve insanın yeniden ayağa kalkma potansiyeli var. Bunu saha çalışmalarımızda da tespit ettik. Yanan bazı alanlarda hızla başlatılan çalışmalarda ise geniş alanda ağır makinelerle yoğun toprak işlemesine dayalı uygulamalar görüyoruz. Bunlar toprağa zarar verebilir, sürgün veren bitkiler ve topraktaki tohum bankası tahribata uğrayarak biyoçeşitlilik bundan olumsuz etkilenebilir.”

“Tek türe dayalı plantasyonlar, ekosistemi, dış etkilere karşı kırılgan hale getirebilir. Özellikle yanmış kızılçam alanlarında ve makiliklerde harekete geçmeden önce bir süre bekleyerek, yapılacak gözlemlere göre müdahalenin belirlenmesi yerinde olur” ifadelerini kullanan Tavşanoğlu, şöyle konuştu:

“Doğal yolla alanda yeterli miktarda fidenin görülmesi halinde, alan kendi seyrine bırakılabilir ya da tohum takviyesi ile alandaki çam varlığının desteklenebilir. Oluşturulacak tür ve habitat çeşitliliği, alanı biyolojik olarak zenginleştirdiği gibi ekosistemin iklim değişikliğine karşı direncini artırır. Bu nedenle her vakanın, sükûnetle kendi özelinde değerlendirilerek en uygun müdahale biçiminin buna göre belirlenmesini öneriyoruz. Raporumuzda da; kızılçam, maki, karaçam, zeytinlik, akarsu vejetasyonu gibi farklı habitatlara yönelik öneriler sunuyoruz. ”

‘Ormanlarımızda koruma hedefi önceliklendirilmeli’

Toplantının kapanışında Avustralya’da yaşanan büyük orman yangınlarından sonra tarihi bir karar alınarak, doğal ormanların kesilmesine son verildiğini hatırlatan WWF-Türkiye Doğa Koruma Direktörü Dr. Sedat Kalem, 2021 yangınlarından sonra ülkede bazı avlakların kara avcılığına kapatılmasını olumlu karşıladıklarını söyledi. Kalem, sözlerini şöyle tamamladı:

“Ormanlarımıza büyük bir darbe vuran yangın dalgasından sonra, son yıllarda ülkemizde hızla yükselen odun üretimi ve alan tahsisi gibi uygulamalar yenidien gözden geçirilmeli. Güncel iklimsel ve toplumsal gerçekler ışığında, orman yönetiminde artık odun üretimi yerine, ormanların sunduğu ekosistem hizmetlerini gözeten koruma hedefi önceliklendirilmeli. Akdeniz kuşağında karşı ormanlarımızın iklim değişikliğine direncini arttırmak için, tür ve habitat çeşitliliği korunmalı, genetik çeşitlilik desteklenmeli, kuraklığa dayanıklılığı yüksek ardıç, meşe gibi türlerle ormanlardaki su stresi azaltılarak, orman toprağı korunmalı.”

“Akdeniz Bölgesi’ndeki Büyük Orman Yangınlarının Ekolojik ve Sosyo-Ekonomik Etkileri” Raporuna Göre, Yangın Öncesi-Esnası-Sonrası için Sunulan Önerilerden Bazıları:

  • Erken uyarı ve hızlı müdahaleyi kolaylaştıracak yeni teknolojik uygulamaların (aplikasyonlar, vb.) ve yenilikçi çözümlerin geliştirilmesi,
  • Yangın riskinin yüksek olduğu ziraat-orman, iskân-orman arakesitlerinde yanıcı madde azaltma, tampon bölge oluşturma, çöp temizleme, yangına dirençli bitkilendirme çalışmaları,
  • Orman yangınlarıyla mücadele için su kaynaklarının korunmasına ve yeterli miktar ve kapasitede su rezervlerinin oluşturulmasına yönelik faaliyetler (ör. su toplama sarnıçları, çukurları, kurak bölgelerde yağmur hasadı, su rezervlerinin birbirlerine dizel pompalar ve yanmaz yangın hortumları ve su topları ile bağlanması vb.),
  • Riskli bölgelerde insansız hava araçları ile yaz aylarında düzenli hava kontrollerinin gerçekleştirilmesi,
  • Yangın risklerine karşı, yerel, sivil yangın gözetim, istihbarat ve acil müdahale sistemlerinin/ ağlarının geliştirilmesi,
  • Coğrafyamıza ve ulusal koşullarımıza uygun, yüksek kapasiteli ve etkin çalışan yangın uçağı, helikopter, hava aracı ve yangın söndürme filosunun oluşturulması,
  • Doğal gençleştirmeye konu olacak sahaların belirlenmesi; alanın doğal süreç içinde kendini yenileyebilmesi için gerekli koşulların sağlanması,
  • Yaban hayatının barınabilmesi ve habitatların sürdürülebilirliği için yeterli miktarda ağacın yanmış da olsa sahada bırakılması,
  • Yeniden ormanlaştırma hedefine yönelik uygulama planınlarının yapılması, yanan alanlarda gerçekleştirilecek toprak işleme faaliyetlerinin yeri, şiddeti ve yönteminin belirlenmesi,
  • İklim değişikliğine bağlı olarak sıklaşması beklenen büyük yangınlar sonrası restorasyon çalışmalarına hazırlıklı olmak amacıyla tohum stokları oluşturulması (tohum bahçeleri, tohum meşcereleri, tohum toplama sahaları, gen koruma ormanları)
  • Öncelikle doğal rejenerasyonun esas yöntem olarak kabul edilmesi, yeterli tohum kaynağının olmadığı sahalarda doğal gençleştirmenin tohum takviyesi ile desteklenmesi,
  • Makilik alanların yeniden makiye dönüşebilecek şekilde restore edilmesi. Dik, sarp, kayalık ve taşlık alanların doğal seyrine bırakılması,
    Erozyon riskinin yüksek olduğu alanlarda erozyon kontrol tedbirlerinin alınması,
  • Sosyal alanda, yangınlardan zarar gören vatandaşların uğradıkları zararların giderilmesi; hayvancılık ve arıcılık faaliyetlerinin desteklenmesi,
  • İklim değişikliğine uyum kapsamında yapılan çalışmaların ve doğal süreçlerin takibi için yangın sonrası daimî gözlem alanlarının oluşturulması.

TEMA: Bize hayat veren ormanları ve suyu yaşatalım

TEMA Vakfı, 21 Mart Dünya Orman Günü ve Orman Haftası ile 22 Mart Dünya Su Günü’nde, insanların karşı karşıya kaldığı en büyük iki tehdidin iklim krizi ve biyolojik çeşitlilik kaybı olduğunu belirterek, su ve orman ilişkisini değerlendirdi. Kullanılabilir suyun yüzde 50’sinden fazlasının ormanlardan geldiğini açıklayan Vakıf, ormanları korumanın iklim değişikliğiyle mücadele için vazgeçilmez olduğunu hatırlatıyor.

İklim krizi ve biyolojik çeşitlilik kaybı; su ve gıda güvenliğinden sağlık sorunlarına, aşırı hava olaylarından iklim kaynaklı göçlere kadar yol açtığı büyük sorunlar sebebiyle dünyanın en büyük tehditleri olarak değerlendiriliyor. Bu sorunların çözümü için ilk sırada suyun ve ormanların korunması ile orman varlığının artırılması yer alıyor.

Ormanların insanlar için sayılamayacak hizmetler sunduğunun altını çizen TEMA Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Deniz Ataç, bu özel günde ormanların insan sağlığı için önemine vurgu yaparak, bu doğal varlıkların titizlikle korunması gerektiğine dikkat çekti.

Ataç; “Ormanlar; okyanuslardan sonra en büyük karbon yutaklarıdır. Dünya ormanları, barındırdığı 60 bin ağaç türü, yüzbinlerce böcek, mantar, bitki türü ile dünya karasal biyolojik çeşitlililiğin yüzde 80’inden fazlasına yuvadır. İnsanların yüzde 50’sinden fazlasının suyu yine ormanlardan geliyor. 2,4 milyar insanın mutfaklarında yemekler odun enerjisi ile pişiyor, 1 milyar insanın gıda temininde ormanlardan toplanan mantar, meyve, yaban hayatı, orman içi sulardan elde edilen balıklar önemli bir yer tutuyor. Ormanlardaki biyolojik çeşitliliğin insanlığa armağanı olan odun dışı ürünler kırsalda insanlara gelir, yiyecek ve ilaç oluyor” diyerek ormanların yaşam için önemine dikkat çekti.

Ancak ne yazık ki dünyada orman varlığı hızla yok edildiğinin altın çizen Ataç, “Son 300 yılda Amerika Birleşik Devletleri’nin yaklaşık 1,5 katı kadar orman alanı yok edildi. Bu orman kayıplarına son 10 yılda ise 147 milyon hektar (Türkiye’nin yaklaşık iki katı) orman alanı daha eklendi. Son 50 yılda sadece yaşamı ormana bağlı türlerdeki kayıp yüzde 47 oldu. Bununla birlikte iklim krizinin etkisiyle yaşanan orman yangınlarındaki artış da bu çok kıymetli doğal varlıklarımızın yok olmasına sebep oluyor” dedi.

‘Her orman tahribatı iklim değişikliği sorunlarının artması demektir’

Ataç, “Her bir orman tahribatı, iklim değişikliği ve biyolojik çeşitlilik kaybının yarattığı sorunların artması demektir. Çeşitli amaçlarla tahrip edilen ormanların kaybı; yaşamın kaybıdır. Bugün büyüme odaklı, doğayı ve doğanın yarattığı hizmetleri yok sayan ekonomik anlayış da orman tahribatının ana nedenlerindendir” ifadelerini kullandı.

‘Ülkemizde yasalar yangınlardan daha fazla orman tahribatına sebep oluyor’

Deniz Ataç

Küresel olarak gerçekleştirilen orman tahribatları, iklim krizi ve biyolojik çeşitlilik kaybının ana nedenlerini oluşturuyor. Ataç, orman alanlarında madencilik, enerji, turizm, ulaşım, alt yapı yatırımları vb. gibi ormancılık dışı uygulamalar için verilen izinlerin, orman varlıkları için tehlike oluşturduğunu vurgulayarak şu ifadeleri kullandı:

“Son yıllarda ülkemizin orman varlığının artması herkesi sevindirse de, ormancılık dışı uygulamalar için verilen izinler ormanların tahribine neden olurken, biyolojik çeşitliliğin azalmasına neden olan parçalanmayı da artırıyor. Ormanlarda, 2012-2020 yılları arasında madencilik, enerji ve diğer kullanımlar için verilen izinlerin miktarı 450 bin hektarı geçti. Bu oran, aynı dönemde yanan 87 bin 342 hektar orman alanının yaklaşık beş katını oluşturuyor. Son yıllarda Turizmi Teşvik Kanunu’ndaki değişiklikler ile Orman Kanunu’na eklenen EK-16 maddesi ile yasalarda orman tahribatına neden olan uygulamaların kapsamının daha da genişletilmesi orman varlığımız için büyük risk oluşturuyor.”

‘Ormanlar, iklim krizi ile mücadele ve biyolojik çeşitlilik kaybının önlenmesinde anahtar role sahip’

İklim krizinin ve biyolojik çeşitlilik kaybının; kuraklık, sağlık sorunları ve salgınlarda artışa, verimli tarım arazilerinde kayıplara, su ve gıdaya erişimde sorunlara sebep olacağına vurgu yapan Ataç şöyle konuştu:

“Ormanlar; iklimi düzenleme, su temini, sel ve taşkınları önleme, kuraklık etkilerini azaltma işlevleri ve sahip olduğu biyolojik çeşitlilik nedeniyle, iklim kriziyle mücadele ve biyolojik çeşitliliğin korunması konularında anahtar role sahip. Ancak biyolojik çeşitliliği azaltan iklim krizi, içinde yer aldığımız ılıman kuşaktaki orman yangınlarında görülen yüzde 25 oranındaki artışın da nedeni olarak gösteriliyor. 2021’deki yüksek sıcaklık ve uzun süre normalin üzerinde devam eden kuvvetli poyrazın etkisiyle yaşanan büyük orman yangınlarında, 140 bin hektara yakın orman alanının yanmış olması bu durumu doğruluyor.”

Ataç, “Bununla birlikte, 2021 yılı yangınlarının çıkış nedeninin yüzde 84’ünün ihmal, kusur ve faili bilinmeyen olarak tanımlanması ve ormanların yüzde 99’unu tahrip etmesi, yangınlarda insan kaynaklı tahribin etkisinin de büyük olduğunu kanıtlıyor. Bu yangınlar, üç bitki coğrafyasının kesişim yerinde olan ülkemizde, 30’dan fazla ağaç türü, içerdiği bitki ve hayvan çeşitliliği ile ormanlarımızın biyolojik çeşitliliğini tehdit ediyor” dedi. Deniz Ataç, şu ifadeleri kullandı:

“Büyük bir bölümü doğal olan ormanlarımız, biyolojik çeşitliliğin en zengin olduğu doğal yaşlı orman örneklerini barındırıyor. Bu anlamda ülkemizde, iklim değişikliğiyle mücadele ve biyolojik çeşitlilik kaybının önlenmesi için ormanlarımızın korunmasının büyük önemi bulunuyor. Ormanlarımızın korunması için enerji nakil hatları kaynaklı yangınları önleyecek tedbirler alınmalı, orman yangınları konusunda farkındalık artırılmalı, yasalarda orman tahribine neden olan izinler kısıtlanmalı, biyolojik çeşitliliğin yüksek olduğu Önemli Doğa Alanlarına koruma statüsü verilmeli ve doğal yaşlı ormanların koruma altına alınması çalışmalar hızlandırılmalı.”

‘Suyu korumanın alfabesi ormanları korumakla başlıyor’

Su stresi çeken ülkeler arasında yer alan Türkiye’de, son yıllarda salgının da etkisiyle suyun değerinin bir kez daha anlaşıldığını belirten Ataç, orman ve su ilişkisini de değerlendirerek “Nüfus artışı ve iklim değişikliği nedeniyle, iyi senaryoda bile 2050’de yağışların yüzde 15-20 azalması beklenen ülkemiz, su fakiri olma tehdidiyle karşı karşıya. Su döngüsünün önemli bir bileşeni olarak ormanlar, dünya karasal alanının yüzde 30’unu oluşturmasına rağmen akarsu akışlarının yüzde 60’ını oluşturuyor” ifadelerini kullandı.

Dünya nüfusunun yüzde 50’sinin suyunun ormanlardan geldiğine dikkat çeken Deniz Ataç, “Ormanların tahrip edilmesi bölgeyi daha kurak hale getirirken, suyla taşınan organik madde ve toprak nedeniyle suyun kalitesini bozuyor” diyerek, bu durumun sadece insan için değil, doğadaki tüm canlıların su hakkının korunması için ormanların korunması ve korunan orman alanlarının artırılması gerekliliğini vurguladı.

‘Dünya Orman Günü’nde ormanın sesi, suyun rengi değişti’

Doku Derneği’nden de “2022’de 21 ve 22 Mart Dünya Ormancılık ve Dünya su gününde ormanlarımız ve sularımızın durumu ormanın sesi, suyun rengi değişti” denilerek bir açıklama yapıldı. Açıklamada “Ormanların sesinin değişmesine neden tahribatlar, adına yatırım denen projelerle her geçen gün çoğaldı, çoğalıyor. Projeler artarken Ormanlar alanları daralıyor. Ormanlar daralmaya başladı. Buralarda yaşayanlara da daral gelmeye başladı” denildi. Açıklamada şu ifadelere yer verildi:

“Daralma tüm hızıyla devam ediyor. Daralma devam ettikçe yaban hayatı da sığınacak yer arıyor. Bulamayınca yok oluş hızlanıyor. Ormanlar, bitki ve hayvan türleri için kritik yaşam barınma ve üreme alanlarıdır. Ormanlarda yaşayan türler, orman sağlığının korunmasında önemli bir rol oynar. Ormanlık habitatlarda meydana gelen değişiklikler, onlara bağlı olan türlerin yok olmasına yol açıyor.”

Ormanın temel fonksiyonları olan oksijen üretiminin, su kalitesini artırması, toprağın yüzeysel akışını durdurması, karbon yutak alanı olması, yaban hayatı için yaşam alanı olması vs gibi fonksiyonlarını yerine getiremeyecek olması durumları göz önünde bulundurulduğunda, orman bütünlüğüne zarar verecek projelerde bilim inanlarının uyarılılarının dikkate alınması gerektiğine değinilen açıklamada şu ifadeler kullanıldı:

“Ormanlar yok olurken, orman köylüsü de geçimde ve yaşamda acze düşüyor. Oysa, Anayasanın 170. maddesinin orman köylüsünün kalkındırılmasını esas alan bir düzenleme olduğu, bu düzenlemeye istinaden 6831 sayılı Kanundaki maddeler ile orman köylüsüne çeşitli imtiyazlar tanındığı, Anayasal güvence altında olan orman köylüsünün geçim ve yaşam alanlarını yok eden projelere dur denmelidir.”

‘Ormanlar odun deposu ve vahşi madencilik alanı değildir’

Açıklamada ayrıca “Ormanlar odun deposu ve vahşi madencilik alanı değildir. Kritik yaban hayatı alanlarının ormansızlaşmaya karşı korunamaması, biyolojik çeşitliliğin kaybı ve nesli tükenmekte olan türlerin neslinin tükenmesi anlamına gelir” denildi ve eklendi:

“Su varlığı çevre sağlığı ve gıda güvenliği açısından da ayrıca büyük önem taşımaktadır. Tahribata uğramış orman alanları suyu düzgün bir şekilde filtreleyemez. Buna bağlı olarak yaşamını sürdürebilecek olan topluluklar için su rejimini düzenleyemez. Erozyon, sel ve heyelan riskleri artar.”

‘Oh be dünya varmış’tan ‘bir varmış bir yokmuş’a…

Açıklamada son olarak şu ifadelere yer verildi:

“​Doğaya yapılan zulmün hesabı da bedeli de ağır oluyor. Can ve mal ile ödeniyor.Her planı, her projeyi mevzuata, genelge ve yönetmeliklere göre yapsanız da, ÇED olumlu, ÇED gerekli değil, deseniz de, Doğa bu planlardan anlamaz. Su akar yolunu bulur der.. Yoluna yaptıklarınızı yok eder, geçer gider. Biz dünyayı bir an ferahlayınca hatırlıyoruz. ‘Oh be dünya varmış’ diyoruz. Ama dünya her geçen gün daha kötüye gidiyor. Tahribat bu şekilde devam ederse ‘bir varmış, bir yokmuş’ demeye az kaldı​. Milyonlarca yıldır, yaşam kaynağı olan doğal varlıklarımızı korumak ve gelecek nesillere yaşanabilir bir dünya bırakmalıyız. .Her şeyi yok etmeden, kalanları koruyarak, geleceği kurtarmak belki mümkün olur.”

Dünya Orman Günü’ne dair ekoloji örgütlerinden, çevrecilerden ve bilim insanlarından da şu paylaşımlar yapıldı:

More in Manşet

You may also like

Comments

Comments are closed.