Ana Sayfa Blog Sayfa 888

Dünya Okyanus Günü: Sağlıklı ve üretken bir okyanus ortak sorumluluğumuz

8 Haziran Dünya Okyanus Günü’nde okyanuslar iklim değişikliği, madencilik faaliyetleri, plastik kirliği ve endüstriyel balıkçılık gibi yıkıcı insan faaliyetlerine karşı direniyor.

Uluslararası ve ulusal birçok organizasyon ve kuruluş tarafından okyanuslardaki bu soruna dikkat çekmek üzere çeşitli açıklamalar yapıldı.

İlgili haber: Okyanuslar, ‘hafızasını’ kaybediyor 

‘Okyanusların sağlığı tehdit altında’

Birleşmiş Milletler’den de (BM) António Guterres 8 Haziran Dünya Okyanus Günü kapsamında okyanuslara ilişkin dünya kamuoyuna ortak bir çağrıda bulundu. 

BM Genel Sekreteri António Guterres, 8 Haziran Dünya Okyanus Günü’ne özel yapmış olduğu açıklamada Dünya Meteoroloji Örgütü‘nün açıkladığı temel iklim göstergeleri olan deniz seviyesinin yükselmesi, okyanus ısısı, okyanus asitlenmesi ve sera gazı konsantrasyonlarındaki rekorlara işaret etti. Guterres, “İklim değişikliği, biyolojik çeşitlilik kaybı ve kirlilikten oluşan üçlü krizin, hepimizin bağımlı olduğu okyanuslarımızın sağlığını tehdit ettiği açık” dedi.

Guterres’in açıklamasına göre; okyanuslar, gezegenin oksijeninin yüzde 50’sinden fazlasını üretiyor ve bir milyardan fazla insanın ana geçim kaynağını oluşturuyor. Okyanus temelli endüstriler yaklaşık 40 milyon kişiye istihdam sağlıyor. Yine de okyanus kaynakları ve biyolojik çeşitlilik, insan faaliyetleri tarafından tehdit ediliyor. Dünyadaki balık stoklarının üçte birinden fazlası biyolojik olarak sürdürülemez seviyelerde avlanıyor. Mercan resiflerinin önemli bir kısmı yok edildi. Plastik kirliliği en uzak adalara ve en derin okyanus çukurlarına ulaşmış durumda. Kara kaynaklı kirlilikten kaynaklanan kıyı ölü bölgeleri büyüyor.

İlgili haber: 2021’de tarihin en yüksek okyanus sıcaklıkları kaydedildi

‘Denizlerle ilişkimizde yeni bir denge bulmamız gerekiyor’

Sürdürülebilir kalkınma amaçlarına ve iklim değişikliğine ilişkin Paris Anlaşması’nın hedeflerine ulaşmak amacıyla okyanusları canlandırmak üzere acilen toplu eyleme geçilmesi gerektiğini anlamanın zamanının geldiğini söyleyen Guterres, “Bu denizlerle ilişkimizde yeni bir denge bulmamız gerektiği anlamına geliyor. Doğaya karşı değil, doğayla birlikte çalışmak ve okyanus çözümleri üzerinde yaratıcı bir şekilde iş birliği yapmak için bölgeler, sektörler ve topluluklar arasında kapsayıcı ve çeşitli ortaklıklar kurmak anlamına geliyor” şeklinde konuştu.

Çalışmaların ivme kazandığını belirten BM Genel Sekreteri Guterres, “Kasım’da Glasgow İklim Değişikliği Konferansı deniz ekosistemlerinin dünyanın iklim hedeflerine ulaşmadaki rolünü kabul etti. Mart’ta ülkeler, denizleri tehdit eden plastik kirliliğini sona erdirmek için yeni bir anlaşma üzerinde çalışmayı kabul etti. Bu ay içinde Lizbon’da düzenlenecek Birleşmiş Milletler Okyanus Konferansı, 14’üncü Sürdürülebilir Kalkınma Amacı’nın gerçekleştirilmesi için bilim ve yeniliğe dayalı eylemlerin kapsamını artırmaya odaklanacak. Ulusal yetki alanlarının dışında kalan deniz biyolojik çeşitliliğinin korunması ve sürdürülebilir kullanımı konusunda yeni bir anlaşma üzerinde görüşmeler devam edecek” dedi.

İlgili haber: 2021’de tarihin en yüksek okyanus sıcaklıkları kaydedildi

“Sağlıklı ve üretken bir okyanus ancak birlikte çalışarak yerine getirebileceğimiz ortak sorumluluğumuzdur” diyen Guterres, Dünya Okyanuslar Günü’nde okyanusların sağlığında payı olan herkese denizleri ve okyanusları canlandırmak için bir araya gelme çağrısında bulundu.

Greenpeace: Okyanusları korumazsak iklim değişikliği hızlanacak

Greenpeace tarafından yapılan açıklamada ise büyük çoğunluğu Küresel Güney’de yer almak üzere; üç milyardan fazla insanın geçim kaynağının okyanustan karşıladığını bildirerek endüstriyel balıkçılığa işaret edildi. İnsan faaliyetlerinin sonucunda okyanusta yaşayan canlıların ciddi tehlikelerle karşı karşıya olduğunun aktarıldığı açıklamada, 

İlgili haber: Küresel Okyanus Anlaşması talep ediyoruz 

Açıklamada endüstriyel balıkçılık gibi yıkıcı endüstrilerin okyanusları tehdit ettiği belirtildi. Ayrıca büyük balıkçılık şirketlerinin yerel toplulukların geçim kaynaklarına zarar vermekle kalmadığı aynı zamanda kendi çalışanlarını da insanlık dışı çalışma koşullarında çalıştırdığı aktarıldı. 

Sağlıklı okyanusların iklim değişikliğiyle mücadelenin anahtarı olduğunun belirtildiği Greenpeace açıklamasında “Ancak okyanus yaşamını sağlıklı tutan habitatları ve sistemleri korumazsak, karbon emisyonlarını azaltmayı bırakacaklar ve iklim değişikliği hızlanacak” denildi.

30 OGM yetkilisi hakkında suç duyurusu: Yangınların söndürülmesini imkansız hale getirdiler

Çevre alanında çalışan hukukçular, geçen yaz 178 bin hektar ormanın yanmasına neden oldukları ve yangından sonra analiz olmaksızın ağaçların kesilerek orman varlığını azalttıkları gerekçesiyle Orman Genel Müdürlüğü (OGM) bünyesindeki 30 yetkili hakkında suç duyurusunda bulundu.

Dilekçelerinde yangına dair hazırlıkların yapılmadığına değinen avukatlar şu ifadelere yer verdi:

“Görevi kötüye kullanmak ve anayasal suç işlemek suretiyle ormanların yanmasına neden olan şüpheliler, yanan ormanları rehabilite etmek yerine hiçbir planlama ve analiz raporu olmaksızın özel şirketlere kestirmektedir. Orman varlığımız bizzat Orman Genel Müdürü Bekir Karacabey ve diğer şüpheliler tarafından yok edilmektedir.”

Avukatlar, Karacabey dışında Muğla, Kayseri, Adana, Ankara, Balıkesir, İstanbul gibi çok sayıda büyükşehrin İl Orman Genel Müdürleri hakkında;

  • Anayasanın 169. maddesini ve Türk Ceza Kanunu (TCK) md. 257 ‘yi ihlal edecek şekilde “orman varlığımızın azaltılması” ve “görevi kötüye kullanma”,
  • TCK 305. maddedeki “Temel milli yararlara karşı faaliyette bulunmak üzere yarar sağlama”
  • Madencilik sahalarında denetim ve rehabilitasyon çalışmasının yapılmamasından mütevellit görevi kötüye kullanma
  • ve Anayasanın 3. Maddesi  “Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmaya teşebbüs” suçlarından soruşturma yapılması ve cezalandırılmaları için kamu davası açılması talep edildi.

OGM 2020 Yılı Sayıştay Denetim Raporu’ndaki “Yangın Eylem Planlarının hazırlanmasının Orman Genel Müdürlüğünün görevi kapsamında olduğu halde her yerleşim yeri için hazırlanmadığı ve yanan alanlar ile bu alanlarda yapılan çalışmaların tamamının coğrafi bilgi sistemi kapsamında izlenmediği tespit edilmiş, böylece yangınların yol açtığı ekonomik kayıplar ve büyük zararların azaltılması sağlanamayarak kamu zararına sebep olunduğu” ifadeleri de delil olarak sunuldu.

THK uçakları kasıtlı olarak ıskartaya çıkarıldı

Dilekçede, davalı kişilerin Yangın Eylem Planı hazırlamadıkları ve uygulamadıkları bunun yanı sıra “Türk Hava Kurumu’nun (THK) çalışabilir durumdaki aktif yangın söndürme uçaklarını da bir yönetmelik-şartname değişikliği ile ıskartaya çıkardığı ve böylece yangınların söndürülmesini imkansız hale getirdiği kaydedildi:

“2021 yangınında kasıtlı olarak kullanılmadığı ve devre dışı bırakıldığı anlaşılan THK uçaklarının  yangın söndürmede kullanılabilecek durumda olduğunun anlaşılması ve 2022 yazında kullanılmak üzere hazırlanmasıyla birlikte bilhassa eski Tarım Bakanı Bekir Pakdemirli‘nin ve Orman Genel Müdürü Bekir Karacabey’in “görevi kötüye kullanma” ve “temel milli yararlara karşı faaliyette bulunmak üzere yarar sağlama” suçu işlediği sabit olmuştur.”

Ayrıca yetkililerin, orman işçileri ve orman muhafaza memuru sayısını azaltması da yangının söndürülememesine gerekçe olarak sunuldu.

Artık köylü ormanları teşkilattan koruyor

Dilekçede “Özellik arz eden bir orman alanının koruma statüsüne kavuşturulmasına Orman Genel Müdürlüğü izin vermezken, aynı duyarlılığı maden iznini verirken göstermemektedir” denildi ve eskiden ormanların orman köylüsünden korunduğu, artık orman köylülerinin ağaç kesiminden dolayı ormanları korumak için mücadele verdiği ifade edildi.

Bu kesimlerin bir örneğinin Milas ve Bodrum ilçelerinde 2021 yılı Aralık ayı itibariyle gerçekleştiği, Orman Genel Müdürü ve Muğla Orman Bölge Müdürünün bilgisi dahilinde bizzat kamu görevlilerinin orman suçu işleyerek yangın felaketinden kurtulan ormanlarda maddi gelir sağlamak amacıyla kesim yaptığı, hatta kesimlerde profesyonel alet-edevatlar ve motorlu testereler kullanıldığı da delil olarak sunuldu.

Yine OGM tarafından ormanlık alanlardaki maden sahalarında etkin denetimin yürütülmediği; izinsiz yapılaşma ve izin amacı dışında kullanım tespitlerine yönelik herhangi bir işlem yapılmadığına dair belgeler de dilekçede yer aldı.

Ormanların korunması milli güvenlik meselesidir

Davalıların “temel milli yararlara karşı faaliyette bulunduğu” ise iklim krizi ve covid-19 pandemisiyle ilişkilendirilerek sunuldu:

Somut bilimsel deliller ışığında doğal ekosistemlerin tahrip edilmesinin madencilik ve termik santrallerinin de sebep olduğu coronavirus salgınının yıkıcılığını artırdığı ve orman suçlarının ülkemiz halkının yaşamını tehdit ettiği açıktır.

İklim krizinin neden olduğu şiddeti ve yoğunluğu giderek artacak afetler nedeniyle ormanlarımızın korunması hayati önem arz etmektedir, ormanların korunması bir milli güvenlik meselesidir.

 

 

Bonn İklim Konferansı başladı: COP27’de kabul edilecek kararların ön hazırlığı

7-18 Kasım‘da  ayında Mısır‘da yapılacak BM İklim Zirvesi (COP27) için ön hazırlıkların yapılacağı Bonn İklim Değişikliği Konferansı başladı.

İskoçya Glasgow‘da gerçekleşen COP26‘da, Paris İklim Anlaşması‘nın operasyonel detaylarının tamamlanması ve böylece anlaşmanın uygulanma aşamasına  geçmesinden sonra ilk kez Almanya’nın Bonn şehrinde bir araya gelen devletler, Mısır‘ın Şarm El-Şeyh kentinde yapılacak COP27′ye hazırlanmak için 16 Haziran’a kadar müzakerelerde bulunacak.

Amaç ne?

Toplantı kapsamında daha önceki toplantılardan ertelenen bir dizi madde ve COP 27’deki başarının belirlenmesinde kilit rol oynayacak birkaç üst düzey, tartışmalı konu yer alıyor: Hükümetler bu süre boyunca iklim krizine uyum, gelişmekte olan ülkelere – özellikle finansman konusunda- yardım edilmesi, kayıp ve zararların belirlenmesi gibi noktalara odaklanacak.

Paris İklim Anlaşması’nın 6’ıncı maddesi (işbirlikçi yaklaşımlar) de, delegelerin küresel emisyonlarda genel bir azaltma sağlama süreci de dahil olmak üzere bir dizi unsur üzerinde çalışmaya karar vermesiyle ve bu işbirliği faaliyetlerine  gelişmekte olan ülkelerin uyum eylemini desteklemeye yönelik bir verginin uygulanması için önemli bir konu olmaya devam ediyor.

197 ülkenin taraf olduğu BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (UNFCCC), 2015 Paris İklim Değişikliği Anlaşması’nın ana sözleşmesi konumunda.

Paris Anlaşması’nda temel amaç, küresel ortalama sıcaklık artışını 2 santigrat derecenin altında tutmak ve sıcaklık artışını sanayi öncesi seviyelerin 1,5 derece üzerinde sınırlamaya yönelik çabaları teşvik etmek olarak belirlenmişti.

Gündemin bir diğer önemli maddesi, sera gazı azaltma hedefinin ve uygulamasının acilen yaygınlaştırılması için çalışma programıyla ilgili konuların ortaklaşa değerlendirilmesiyle Şarm El-Şeyh’te kabul edilecek bir karar hazırlamak.

Konferans, şeffaflık,, uyum, finans, teknoloji ve kapasite geliştirme dahil olmak üzere Kyoto Protokolü ve Paris Anlaşması kapsamındaki tüm uygulama konularının merkezinde yer alıyor. Çalışmalarda sahada daha güçlü eylem konusunda ilgili rehberlik sağlamak için en iyi yolu bulunmaya çalışılacak.

Kademeli ilerlemeyi göze alamayız

Birleşmiş Milletler‘in yılın ortasında gerçekleştirdiği bu iklim değişikliği konferansı, gelişmekte olan ve gelişmiş ülkelerdeki kayıp ve zarar konusunda bir oturumla açıldı.

Konferansın açılış konuşmasında “Hükümetlerin tek başına iklim krizini çözemeyeceğini biliyoruz” diyen BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (UNFCCC) Sekretaryası İcra Direktörü Patricia Espinosa, Paris Anlaşması’nın kabulünün ardından gelen parıltı azaldıkça ve uygulama gerekliliği ortaya çıktıkça, zor soruların hızlı bir şekilde yanıtlanması gerektiğini bildiğini dile getirdi:

“İklim değişikliğinin katlanarak ilerlediğini anlamak zorundayız; artık sadece kademeli ilerlemeyi göze alamayız. Bu müzakereleri daha hızlı ilerletmeliyiz. Glasgow‘dan sonra, tam uygulama yönergeleri artık yürürlükte ve ülkeler iklim eylemini uygulamak ve hızlandırmak için ihtiyaç duydukları her şeye sahipler. Bu başarıya ulaşmaya yardımcı olmak için burada ele alınması gereken ana konulara aşinayız: azaltma, uyum & kayıp ve hasar ve finansman ve uygulama araçları.

Dengeli bir anlaşmaya ulaşmak için bu alanların her birinde acilen siyasi düzeyde müdahalelere ve kararlara ihtiyaç olduğunu söyleyen Espinosa, şöyle dedi:

“Bunu yapmak, dünyaya doğru yönde ilerlediğimize dair net bir mesaj gönderecektir. Çünkü dünyanın Şarm El-Şeyh’te tek bir sorusu olacak: Glasgow’dan bu yana ne gibi ilerleme kaydettiniz?”

The Guardian‘a konuşan Climate Analytics‘in CEO’su Bill Hare şu uyarıda bulundu:

“Dünya felakete doğru uyurgezer gibi görünüyor. Hükümetler daha fazla önlem almanın çok zor olduğunu düşünüyor gibi : Daha zor olacak olanise küresel ısımanın 3 dereceye çıktığı bir dünyayla uğraşmak olacaktır.”

NewClimate Institute‘dan Niklas Höhne, “Avrupa Birliği, yenilenebilir enerji hedeflerinde kararlı olduğu için liderliği alabilir. Böyle bir büyük üstlenicinin öne çıktığını görmek ve  diğerlerini de beraberinde getirmek iyi olur.”

Mısır’daki COP27 öncelikle uygulamaya odaklanacak ve ulusların mevzuat, politikalar ve programlar aracılığıyla ve tüm yetki alanları ve sektörlerde Paris Anlaşmasını kendi ülkelerinde uygulamaya nasıl başlayacaklarını göstermeleri bekleniyor.

 

Bingöl Valiliği’nden termik santral açıklaması: Kömürü ekonomiye kazandırma ihalesi

Haber: Fırat BULUT

*

Türkiye Kömür İşletmeleri tarafından Bingöl’ün Karlıova ilçesine bağlı Halifan Köyü’nde bulunan maden sahasının ihaleye çıkarılması kamuoyunda büyük tepkilere yol açtı. Bölge sakinleri, yöre dernekleri ve muhalefet partileri dünkü ihaleye tepki göstererek olası termik santral kurma projelerinin ekolojik yıkıma yol açacağı gerekçesi ile tepki göstermişti.

İlgili haber: Bingöl termik istemiyor: Para mı, sağlık mı?

Sosyal medya üzerinden de imza kampanyalarının başlatıldığı ihaleye ilişkin açıklama yapan Bingöl Valiliği ‘termik santral kurulacağı’ iddialarını yalanladı.

Valilik’ten ihale açıklaması: Varolan kömürü ekonomiye kazandırma ile ilgilidir

Bingöllü vatandaşların “Bingöl’de Termik Santral İstemiyoruz” diyerek tepki göstermesi ve tepkilerin basında yer alması sonrası kamuoyunu bilgilendirme amacıyla yapılan açıklamada şu ifadelere yer verildi:

“Karlıova ilçemizde bulunan 78 milyon ton kaynak linyit rezervi, termik santral kurma şartı olmaksızın rödövans yöntemiyle işletilmek üzere ihale edilecektir. Söz konusu sahada bulunan yaklaşık 78 milyon ton kaynak linyit rezervi açık işletme yöntemi ile üretilmeye uygun olup ihaleyi kazanacak işletici ile rödövans sözleşmesi ve şartnamesinde belirlenen hükümler doğrultusunda sözleşme imzalanarak yer teslimi yapılacaktır.”

Valilik açıklamasının devamında, “Yapılan ihale termik santrali kurma ihalesi değil, sadece varolan kömürü ekonomiye kazandırma ile ilgilidir” ifadelerine yer verildi .

‘Maden sahası termik santral kurmak üzere ruhsatlandırılmıştı’

Bingöl Valiliği tarafından yapılan açıklamada bugün saat 15.00’da gerçekleştirilen ihalenin sonuçlarına dair herhangi bir değerlendirme yer almazken BİNÇEV-DER Başkanı Cuma Karaaslan, 2008’de termik santral için ruhsat verildiğine dikkat çekerek açıklamanın yeterli olmadığını belirtti.

Cuma Karaaslan, “Termik santral ihalesi zaten direkt yapılmaz, bu nedenle kömür sahası işletmesi rödövans karşılığı verilir. Daha sonraki süreçte ruhsatta yer alan işler gerçekleştirilir. 2008’de termik santral kurmak üzere ruhsatlandırılmıştı bu maden sahası” dedi.

‘Daha önce de kömür işletmesine başlandı ve sonrasında termik santral kuruldu’

Silopi örneğini hatırlatan Karaaslan, “Burada da aynı yöntem izlenmişti. Önce kömür işletmesi ve asfalt malzemesi üretimi başladı daha sonra 2003’te termik santral kuruldu” şeklinde konuştu .

Halifan’daki kömür rezervlerinin kalitesinin düşük olması nedeniyle termik santral dışında kullanılamayacağını belirten Karaaslan ihale detaylarının açıklanması ile harekete geçeceklerini belirtti.

‘Valiliğin açıklaması daha önce otel yapılacak yerlerdeki ormanların yakılmasını hatırlatıyor’

Önceki gün 65 STK ile birlikte İstanbul Kadıköy’de termik santrale karşı eylem yapan KAYY-DER Eş Başkanı Ahmet Tüzün ise “Bingöl Valiliği’nin açıklaması bizlere, tıpkı Ege’de, Akdeniz’de otel yapılacak yerlerin bir yıl öncesinden ormanın yakılarak hazırlık yapılmasını hatırlatıyor. Devletin sermayeye bu konularda akıl ve yol verdiği, yasa dışı yollarla yapılan doğa katliamlarının, yapanın yanına kar kaldığı, adaletin de locadan seyirci kaldığı güzel ülkemin yöneticilerinden, daha fazla bir açıklama beklemek beyhude olur “ ifadelerini kullandı.

CHP, Saadet Partisi, DEVA Partisi ile başkanları, Eğitim-Sen ve çok sayıda yöre derneği ihale öncesi yaptıkları açıklamalarda baraj, hidroelektrik santrali (HES) ve maden arama faaliyetlerinin kentin doğasına verdiği zararlara dikkat çekerek olası termik santral projesinin yaşam alanlarına zarar verebileceği yönünde uyarılar yapmıştı. İhalenin sonuçlarına dair henüz resmi bir açıklama yapılmadı.

23 uluslararası örgütten Türkiye’ye çağrı: Dezenformasyon Yasası’nı geri çekin

Yedi basın örgütünün, TBMM‘ye sunulan ve sosyal medya yasası olarak bilinen “dezenformasyon yasası”nın geri çekilmesine ilişkin çağrısına dünyada ifade özgürlüğü ve medya alanında çalışan kurumlardan da destek geldi.

İlgili haber: Basın örgütlerinden dezenformasyon yasasına tepki: Siyasetçiler tarafından kapalı kapılar ardında hazırlandı

Aralarında Uluslararası Gazeteciler Federasyonu (IFJ) ile Avrupa Gazeteciler Federasyonu’nun (EFJ) da bulunduğu 23 örgüt AKP ve MHP’den yasayı derhal geri çekmesini istedi.

Kuruluşlar yaptıkları ortak açıklamada “Dezenformasyon önemli bir konu ve mücadele edilmesi gerekiyor” ifadesini kullandı ancak ardından “Gazetecilerin haklarını ve kamuoyunun ifade özgürlüğünü kısıtlamak pahasına değil” dedi.

‘Medya ve diğer paydaşlarla istişare içinde yapılmalı’

Bu tür yasaların medya ve diğer paydaşlarla yakın istişare içinde geliştirilmesi gerektiğini savunan kurumlar, hazırlanacak yasanın hükümetlerin keyfi sansür uygulamalarını önleyebilecek, özgür konuşma ve bağımsız gazetecilik için yeterli güvenceleri içermesi gerektiğini kaydetti:

“Bu nedenle, parlamenter sürece ve demokratik bir toplumun temeli olarak özgür fikir ve bilgi akışına inanan tüm Türkiye parlamenterlerini bu tasarıyı reddetmeye çağırıyoruz”

İmzacı kuruluşlar şöyle:

  • ARTICLE 19
  • Articolo 21
  • Avrupa Gazeteciler Derneği
  • Gazetecileri Koruma Komitesi (CPJ
  • English PEN
  • Uluslararası PEN
  • Avrupa Basın ve Medya Özgürlüğü Merkezi (ECPMF)
  • Avrupa Gazeteciler Federasyonu (EFJ)
  • IFEX
  • Uluslararası Gazeteciler Federasyonu (IFJ)
  • Uluslararası Basın Enstitüsü (IPI)
  • Medya ve Hukuk Çalışmaları Derneği (MLSA)
  • Medya Araştırmaları Derneği (MEDAR)
  • OBC Transeuropa (OBCT)
  • PEN Amerika
  • PEN Norveç
  • Bağımsız Gazetecilik Platformu (P24)
  • Sınır Tanımayan Gazeteciler (RSF)
  • Güney Doğu Avrupa Medya Organizasyonu (SEEMO)
  • PEN İsveç
  • Gazetecilikte Kadın Koalisyonu (CFWIJ)
  • Türkiye İnsan Hakları Dava Destek Projesi
  • Dünya Haber Yayıncıları Birliği (WAN-IFRA)

Sayaç işliyor: Rus fosil yakıtlarına harcanan para yenilenebilir enerjiye harcansaydı ne olurdu?

Avrupa Birliği üyesi ülkeler, Rusya’nın Ukrayna’da başlattığı savaştan bugüne kadar geçen 100 günden fazla zamanda, bu ülkeye kömür, petrol ve gaz ithalatı için 60 milyar euro ödedi. Kömürün Ötesinde Avrupa’nın (Europe Beyond Coal) hazırladığı sayaç, fosil yakıtlara harcanan bu parayla ne gibi yenilenebilir enerji çözümleri ve enerji tasarrufu programları yapılabileceğini ortaya koyuyor.

Örgütün kampanya yöneticisi Kathrin Gutmann, “Hesaplamamıza göre, Ukrayna işgali başladığından beri Avrupa Birliği üyesi ülkeler, Rusya’nın fosil yakıtlarına harcanan parayla yaklaşık 735 bin çatı tipi güneş paneline, 7300 futbol sahası büyüklüğünde güneş paneline, 1900 kara tipi rüzgar türbinine, 300 açık deniz rüzgar türbinine, 270 bin evin izolasyonuna ve bir milyona yakın ısı pompasına yatırım yapabilirdi” dedi.

Gutman, barışı güvence altına almak, enerji bağımsızlığını sağlamak ve artan iklim ve yaşam maliyetleri ile mücadele etmek isteniyorsa, devletler ve enerji endüstrisinin fosil yakıtlara ödeme yapmaktan vazgeçip yenilenebilir enerjiye yatırım yapmanın; enerji tasarrufu ve elektrifikasyon önlemleri almanın önemine dikkat çekti.

‘AB Rus gazını alarak savaşı besliyor’

“AB üyesi ülkelerin Rusya’nın fosil yakıtlarını satın alarak Ukrayna’daki vahşi savaşı ve dünyanın başka yerlerindeki şiddetli çatışmaları beslediğini” belirten Stand With Ukraine kampanya lideri Svitlana Romanko ise “Söz konusu ülkeler, Rusya’dan petrol, gaz ve kömür alımına son vererek bu maskaralığa son vermeliler. Bunun için sadece Ukraynalılar değil kendi vatandaşları da uzun vadede enerji güvenliği ve düşük faturalar için onlara teşekkür edecek” dedi.

Oluşturulan sayaç, AB üyesi ülkelerin Rusya’nın fosil yakıtlarına yaptığı harcamalara ilişkin bir tahmin oluşturmak için Marinetraffic.com ve Datalastic‘ten alınan gerçek zamanlı nakliye verilerini, ENTSO-G‘den gelen fosil gaz akışlarına ilişkin canlı verileri ve son Eurostat verilerini kullanıyor.

Sayaç için tıklayın. 

İznik Gölü’nde siyanobakteri istilası: Göle girmek yasaklandı

Bursa’daki İznik Gölü’nde yaşanan siyanobakteri artışı nedeniyle göle girmek yasaklandı. İznik Gölü’ne girişin geçici olarak yasaklandığını gösteren tabelalar yerleştirildi.

İstanbul Üniversitesi Su Bilimleri Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Meriç Albay ve İstanbul Üniversitesi Su Bilimleri Fakültesi Öğretim Üyesi Reyhan Akçaalan sosyal medya hesapları üzerinden söz konusu tabelaları ve göldeki son görüntüleri paylaştı.

Albay, İznik Gölü’nde son birkaç gündür yüksek seviyede siyanobakteri artışı olduğunu belirterek “Önlem olarak birçok ülkede olduğu gibi önlem amaçlı başta yüzme amaçlı olmak üzere gölün kullanımı kısıtlamak gerekiyor” dedi.

Akçaalan ise “Özellikle insanların göle yüzmeye girdiği bölgelerde durum bu şekilde. Bu süreçte artış toksik olabileceğinden göle girilmemesi yönünde uyarıların konulması doğru olacaktır” yönünde öneride bulundu.

İlgili haber: Burdur Gölü’nün olağanüstü kirli hikayesi

‘Kuruma ve yok oluş’

Renklerinden dolayı mavi yeşil algler olarak da adlandırılan  siyanobakterilere ilişkin 2009’da yapılan bir çalışma kapsamında Kovada, Büyükçekmece, Uluabat ve Eber ile doğal tuzlu Burdur ve Bafa göllerinde yapılan su analizlerinde tespit edilen siyanobakteri türlerinin yaklaşık dört kat artış gösterdiği görülmüştü.

Siyanobakterilerin göl ve su kaynaklarındaki balıkların oksijensiz kalarak boğulmalarına sebebiyet verdiği belirtiliyor. Ayrıca mavi yeşil algler ve su yosunu da denilen siyanobakterilere ilişkin Dr. Erol Kesici geçen sene de uyarıda bulunmuş, “Mavi-yeşil alg istilasına uğrayan göllerimiz, limnolojik ve ekolojik olarak yaşamlarının son evresi olan ‘bataklıklaşma’ evresine doğru gitmektedir. Sonuç, kuruma ve yok oluş” demişti. Geçen ay da Burdur Gölü’nde alg patlamaları yaşanmıştı.

DHA’nın aktardığına göre; İznik Gölü’nde alınan numuneler İstanbul Üniversitesi Su Bilimleri Fakültesi’ne laboratuvarına getirildi. İstanbul Üniversitesi Su Bilimleri Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Meriç Albay,  “Gördüğümüz kadarıyla Türkiye’de en fazla kirletilen alanlardan biri. Son yıllarda aşırı su çekimi, kontrolsüz şekilde gübre kullanımı ve gölü besleyen derelerin debilerinin düşmesiyle İznik Gölü’ndeki siyanobakteri artışı daha belirgin hale gelmiş bulunuyor” dedi.

 İl Halk Sağlığı Müdürlüğü uyarı tabelaları astı

Siyanobakteri nedeniyle yeşile boyanan göle İl Halk Sağlığı Müdürlüğü, İznik Gölü’nde yüzmeyi geçici olarak yasaklayan uyarı tabelaları astı. Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı tarafından İznik Gölü’nden alınan numuneler İstanbul Üniversitesi Su Bilimleri Fakültesi’ne laboratuvarına getirildi. İstanbul Üniversitesi Su Bilimleri Fakültesi Laboratuvarlarına getirilen su örneklerinde siyanotoksin analizi  ve su kalitesi analizleri yapılacak. Uzmanlar, siyanobakterilerin aşırı çoğalmaları sıklığı giderek artan ve tüm su kaynaklarını tehdit eden önemli bir sorun olduğuna da dikkat çekti. Gölü yeşil renge boyayan bakteri hakkında açıklama yapan uzmanlar, karaciğer kanserini de tetiklediğini belirtti.

‘Çok fazla gübre ve ilaç kullanımı nedeniyle oluşuyor’

Kontrolsüz tarım nedeniyle gölde oluşan kirlilikte siyanobakterilerin çoğaldığını belirten  Prof. Dr. Meriç Albay, “İstanbul Üniversitesi Su Bilimleri Fakültesi olarak 1993’ten beri İznik Gölü’nde araştırmalar yapıyoruz. Gördüğümüz kadarıyla Türkiye’de en fazla kirletilen alanlardan biri. Göl çevresindeki tarımsal alan oldukça verimli. Bazen aynı alan yılda üç defa farklı sebze üretimi için kullanılıyor. Bu çok fazla gübre ve ilaç kullanımı demek oluyor. Bunların bir kısmı da göle karışıyor. Azot ve fosfor içeriği fazla olan bu kirleticiler gölde aşırı miktarda siyanobakteri artışına neden oluyor” dedi ve ekledi:

“Siyanobakteri tek hücreli organizmalardır ve bazı türleri toksin üretme yeteneğindedir. Bunlar özellikle göller, barajlar ve içme suyu rezervuarlarında daha fazla artış gösterirler. Halkımız bu alglere yosun diyor ama aslında bunlar alg. Son yıllarda aşırı su çekimi, kontrolsüz şekilde gübre kullanımı ve gölü besleyen derelerin debilerinin düşmesiyle İznik Gölü’ndeki siyanobakteri artışı daha belirgin hale gelmiş bulunuyor. Bazı siyanobakteri türlerinin toksin üretme yetenekleri nedeniyle gelecek yıllarda sıkıntı yaratacak gibi gözüküyor. Bu yüzden göldeki alg artışı ve kompozisyonunun sürekli izlenmesi büyük önem taşıyor.”

‘Tarımsal faaliyetlerin ciddi şekilde denetlenmesi gerekiyor’

Göl çevresindeki önlemlerin artırılması gerektiğini belirten Albay, “Özellikle tarımsal faaliyetlerin ciddi şekilde denetlenmesi, yeraltı suları dahil su çekimlerinin daha kontrollü ve ekosistemi rahatsız etmeyecek şekilde planlanması büyük önem taşıyor. Çiftçilerin kullandığı gübre ve ilacın kontrol edilmesi gerekiyor. Burada özellikle Tarım ve Orman Bakanlığına büyük görev düşüyor. 75-80 metre derinliği olan bir göl. Büyük gölleri kirletmek oldukça zordur. Yıllar önce orada kuş ölümü, balık ölümü de görmüştük. Siyanobakterilerin ürettiği siyanotoksinlerin sağlık sorunları yaratması nedeniyle gölün sağlığına özen gösterilmesi gerekiyor” dedi.

‘Karaciğer kanserini tetikliyor’

Siyanobakterinin karaciğer kanserini tetiklediğini belirterek Meriç Albay, “Türkiye’nin hemen her noktasında iklimsel değişim nedeniyle, kontrolsüzce atılan atıklar nedeniyle zaman zaman siyanobakteri artışları her yerde görülebiliyor. Özellikle iklimsel nedenlerden dolayı birçok suyumuz şu an sığlaşmaya başladı. Sığlaşmış suları kirletmek oldukça kolaydır. Şu an İstanbul’da içme suyu barajlarında, göllerinde bu sıkıntı olacak gibi gözüküyor. Fakat siyanotoksinlerin arıtımı mümkün” dedi.

Analizlerin düzenli olarak yapıldığı belirten Albay, “Ülkemiz genelinde içme suyu rezervuarlarında aşırı siyanobakteri artışı olduğunda arıtma tekniklerini sonuna kadar dikkatlice uygulamak lazım. Siyanobakteri karaciğer kanserini tetikleyen organizmalardır. Deride tahriş, karın ağrısı, ishal vs gibi sağlık sorunlarına yol açabilir” şeklinde konuştu.

Suyun doğru arıtılması durumunda sıkıntı olmayacağını ifade eden Albay, “Sürekli olarak bakanlıkların belediyelerin bu göller üzerinde dikkatlice araştırma yapması lazım. Şimdilik İstanbul’da böyle bir sıkıntıyla karşılaşmadık. Özellikle Mayıs sonundan Ekim ortalarına kadar suların dikkatle izlenmesi ve siyanobakteri miktarlarının ölçülmesi gerekiyor. Dünya Sağlık Örgütü‘ne göre ham sudaki mikrosistin miktarı bir mikrogramı geçerse derhal önlem alınması gerekiyor” ifadelerini kullandı.

İklim değişikliği ve siyanobakteriler

Siyanobakteri artışlarının dünyada çok yakından takip edilen biyolojik bir sorun olduğuna dikkat çeken Albay, “İklimsel değişim nedeniyle dünyanın her tarafında büyük bir sıkıntı var. Brezilya’dan birçok ülkeye kadar insan ölümleri dair birçok şey yaşandı. O yüzden oldukça dikkat ediliyor. Dünya Halk Sağlığı Örgütü, hem içme suyu olarak hem de yüzme sularına kriter koyuyor. Dünyanın birçok ülkesinde de içme suları ve yüzme suları için kriterler belirlenmiştir. Örneğin; Hollanda, Fransa gibi ülkelerde yüzme sularındaki siyanotoksin miktarı 20 – 30 mikrogramı geçtiğinde o alanı geçici olarak yüzme faaliyetlerine kapatıyorlar. Türkiye’de de bu şekilde sıkıntı olduğu zaman hemen toksin miktarını ölçüp derhal kapatmak gerekiyor” şeklinde konuştu.

IEA: Enerji verimliliği ile Çin’in toplam enerji talebi kadar tüketimi azaltabiliriz

Uluslararası Enerji Ajansı (IEA)’nın 7-9 Haziran tarihlerinde Danimarka‘nın Sønderborg kentinde düzenlediği 7. Yıllık Küresel Enerji Verimliliği Konferansı‘nda, dünyanın dört bir yanındaki ülkeden 20’den fazla bakan bir araya geldi. 

IEA’nın konferans için hazırladığı yeni rapor, daha hızlı gerçekleştirilecek enerji verimliliği eylemlerinin Çin’in toplam enerji talebine eşdeğer enerji kullanımını azaltabileceğini gösteriyor.  

Rapor, enerji fiyatlarındaki artışın şiddetli etkilerini hemen ele alarak, enerji güvenliğini güçlendirerek ve iklim değişikliğiyle mücadele ederek günümüz krizlerinin üstesinden gelmede enerji verimliliği ve enerji tasarrufunun hayati rolünün altını çiziyor.

‘Şu anda harekete geçmezsek bedelini öderiz’

IEA Başkanı Fatih Birol konuyla ilgili şunları söyledi:

“Enerji verimliliği, dünyanın en acil sorunlarının çoğuna kritik bir çözümdür – aynı anda enerji kaynaklarımızı daha uygun fiyatlı, daha güvenli ve daha sürdürülebilir hale getirebilir. Ancak açıklanamaz bir şekilde, hükümet ve iş dünyası liderleri bu konuda yeterince hareket etmekte başarısız oluyorlar. 1970’lerin petrol şokları, verimlilikte büyük ilerlemeleri harekete geçirdi ve günümüzün küresel enerji krizine verilen yanıtın merkezinde de enerji verimliliğin yer alması son derece önemlidir. IEA Küresel Enerji Verimliliği Konferansı’nda bir araya gelen liderler, şu an enerji verimliliği konusunda hızlanmalıdır, aksi takdirde mevcut enerji krizine gerektiği gibi yanıt veremeyiz ve gelecek yıllarda bedelini ödememiz gerekecek.” 

Yeni IEA analizine göre, mevcut küresel enerji yoğunluğu iyileştirme oranını iki katına çıkararak yılda yüzde 4’e ulaştırmak, bugünün politikalarına dayalı bir yola kıyasla, bu on yılın sonuna kadar yılda 95 exajoule’luk nihai enerji tüketiminden kaçınma potansiyeline sahip. Çin’in mevcut yıllık enerji kullanımına eşdeğer olan söz konusu tasarruf düzeyi, küresel CO2 emisyonlarını 2030 yılına kadar yılda 5 milyar ton daha azaltacak. Bu, bu, IEA’nın geçen yıl yayınladığı Net Sıfır Yol Haritası’nda işaret edilen, dünyayı yüzyılın ortasına kadar net sıfır emisyon yoluna taşımak için bu on yılda ihtiyaç duyulan toplam emisyon azaltımının  yaklaşık üçte birine denk geliyor.

Rusya’dan ithal edilen miktarın dört katı

Rapora göre, bu ekstra enerji verimliliği çabaları, küresel enerji harcamalarını azaltacak. Örneğin, bugünün politikalarına dayalı bir yolda harcayacakları parayla karşılaştırıldığında, 10 yılın sonunda hanehalkları tek başına enerji faturalarında yılda 650 milyar ABD doları tasarruf sağlayabilir. Bunun sonucunda dünyanın kullanmaktan kaçınacağı doğal gaz miktarı, Avrupa Birliği‘nin geçen yıl Rusya‘dan ithal ettiği miktarın dört katına eşit olurken, azalan petrol tüketimi günde yaklaşık 30 milyon varil petrole, yani Rusya’nın 2021’deki ortalama üretiminin yaklaşık üç katına ulaşacak. Böylece de günümüze kıyasla, enerji verimliliği üzerindeki bu küresel artış, bina güçlendirmelerinden imalat ve ulaşım altyapısına kadar çeşitli alanlarda 10 milyon ek iş yaratılmasına yardımcı olacak. 

 Raporun tamamına buradan ulaşabilirsiniz.

 

Çekmeköy’de parka giren iş makinelerine vatandaşlar engel olmak istiyor, polis engelliyor

İstanbul Çekmeköy Mehmet Akif Mahallesi‘ndeki parkın inşaat şirketine devredilerek yapılaşmaya açılmasına karşı çıkan halkı bugün polis durdurmaya çalıştı.

Deprem toplanma alanı ve ilçenin ikinci en büyük parkı olan Ulus Pazarı Parkı’nın otopark yapılacağını öğrenen mahalle sakinleri, dün sabah itibariyle parkta nöbet tumaya başlamıştı.

Fotoğraf: İsmail Akyıldız

Yıkım bu sabah 05.00 sularında kepçelerin alana gelmesiyle yeniden başladı. Kepçelerin girmesini istemeyen ve yıkımı engellemeye çalışan halk ise polis engeliyle karşılaştı.

Bir kişi polise “5 bucuçkta inşaat başlar mı, neyi kaçırıyorsunuz?” diye tepki gösterirken, vatandaşlar parkın önüne desteğe gelmeye devam ediyor. 

BirGün‘ün ulaştığı AKP’li Çekmeköy Belediyesi‘nin Belediye Başkan Yardımcısı Şahmettin Yüksel ise yurttaşların itirazına rağmen parkta iş makinelerinin çalışmaya devam edeceğini belirterek, “Söz konusu alana kapalı pazar yeri yapıyoruz. Mahalle aralarındaki pazarları kaldırıyoruz. İşin ihalesini yaptık. Firmaya yer teslimini yaptık” açıklamasını yaptı.

 

 

İzmir’de müzik yasağını protesto eden sanatçılar: Neşeyi müzik ile örgütleyeceğiz!

İzmir Müzisyenler Derneği (İMD) ve Turizm, Eğlence, Hizmet İşçileri Sendikası (TEHİS) pandemi döneminde  ilan edilen ve hala kaldırılmayan müzik yasağına karşı sokakta şarkılarla protesto yaptı.

Covid-19 pandemisi sırasında gece 12.00’den sonra müzik çalmak yasaklanmış, maske dahil tüm önlemlerin kaldırılmasına rağmen yasak, gece 01.00’e uzatılarak sürdürülmüştü.

Türkan Saylan Kültür Merkezi önünde TEHİS İzmir Sözcüsü Okan Kılınç‘ın okuduğu ortak basın açıklaması sırasında “Ayrımsız yasaksız özgürce müzik üretmek güvenceli çalışmak ve insanca yaşatmak istiyoruz” pankartı açıldı,  “Biz yine gezi makamında çalmaya devam edeceğiz”, “Hesabı biz ödemeyeceğiz”,  dövizleri taşındı:

Müzisyenin emeğini böylesine değersiz saymanın yanında son dönemde bir de yasaklar ile katmerleşen bir ayrımcılık politikası sırtımıza bindirilmek isteniyor. Maske takmak bile artık mekanlarda zorunlu değilken, müzik yasağını sürdürmenin bir izahı yoktur. Fabrikalarda ve işyerlerinde saatlerce çalışan emekçi halk, hemen yatsın uyusun aman sakın eğlenmesin, aman bir araya gelmesin istiyorlar. Bu müzik emekçilerinin işine, ekmeğine yapılmış kasıtlı bir müdahaledir.”

Mezopotamya Ajansı‘nın aktardığına göre, Açıklama sırasında sık sık, “Ayrım sansür yasak değil hak istiyoruz”, “Sanata müziğe ekmeğime dokunma” ve “Müzik susmaz susturulamaz” sloganları atıldı.

Son dönemlerde bazı sanatçıların konserlerinin iptal edilmesine de değinilen açıklamada, “Yine Amed Şehir Tiyatrosu’nun Kürtçe oyununun engellenmesi çok acıdır ve kabul edilemez! İktidarın kendisi gibi düşünmeyen birçok sanatçıya yönelik yasaklamaları ve engellemeler ne ilktir ne de son olacak” denildi.

Müzik emekçilerine, emeklerinin değersiz ve görünmez kılınmasına, ayrımcılığa, yasaklara karşı insanca çalışma koşulları ve onurlu bir yaşam için dayanışmaya, seslerini birleştirmeye, örgütlenmeye çağıran açıklamanın ardından sanatçılar, getirdikler  enstrümanlarla şatrkılar söyledi.