Ana Sayfa Blog Sayfa 881

Yeşil papağanların yaşam hakkı için mücadele büyüyor: 20 binden fazla destek

“İstilacı tür” ilan edilerek, doğadaki popülasyonlarının azaltılması kararlaştırılan yeşil papağanların yaşam hakları için Change.org Türkiye‘de başlatılan imza kampanyasına kısa sürede 20 binden fazla kişi destek verdi.

Tarım ve Orman Bakanlığı, Doğa Koruma ve Milli Parklar Müdürlüğü ile Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, “Türkiye’deki Karasal Ortamlarda ve İç Sularda İstilacı Yabancı Türlerin Tehditlerinin Değerlendirilmesi Projesi” (TERİAS) kapsamında “istilacı tür” kapsamına sokulan ve doğaya zarar verdikleri gerekçesiyle yok edileceği iddia edilen ve yeşil papağanların için kuş veterineri Burak Uçar’ın başlattığı kampanyada şu ana dek 20 binden fazla imza toplandı.

Yeşil papağanların yumurtalarına ve yaşam alanlarına müdahale edilmesi planlanan projenin bu yıl iptal olduğu öğrenildi ancak önümüzdeki yıl yeşil papağanların geleceğinin ne olacağı konusu belirsizliğini koruyor.

Sebepsiz yere öldürülecekler

Kampanya, bilimsel hiçbir veri olmamasına rağmen yeşil papağanların doğaya zarar verdiğini söyleyerek yuvalarının bozulmasına ve doğadaki popülasyonunun azaltılmasına karşı çıkıyor.

Yeşil papağanların pet shop’lar ve hayvanat bahçeleri tarafından körüklenen hayvan ticaretiyle yıllar önce zorla Türkiye’ye getirildiğini ve günümüzde büyük şehirlerdeki parklarda, bahçelerde ya da tarihi binaların yüksek yerlerinde yaşamaya uyum sağladığını ifade eden Açar, şöyle diyor:

“İlk duyduğumda inanamadım. Veteriner hekimliğin sadece kuş ve özellikle papağanlar üzerine hizmet veren bir bireyi olarak, sebebini anlamsız ve gereksiz buldum. Bu alanda yapılmış ciddi bir bilimsel araştırma olmaması yapılacak olan eradikasyonun (ortadan kaldırmanın) sebebinin dayandığı bir nokta olmamasını gösterir. Sebepsiz yere canlılar öldürülecek. Hiçbir canlının yaşam hakkı elinden keyfi olarak alınmamalıdır. Doğa, bu canlılara aittir. Genç nesillere de onları yok etmeyi değil, onlarla yaşamayı öğretmeli ve örnek olmalıyız.”

Papağanlarla uğraşmak yerine azalan kuş türlerine tehditler ortadan kaldırılsın

Yeşil papağanlarla ilgili verilen bu karara karşı çıkan Doğa Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Dicle Tuba Kılıç da, “Papağanların veya yumurtalarının öldürülmesi hem yaşam hakkı adaleti hem de bilimsel açıdan doğru değil” diyor:

“Bu kuşların “istilacı” tür ilan edilmesi için uzun soluklu bir dizi bilimsel çalışma yapılması gerekir. Papağanlar nerede, hangi tür veya türlere, ne ölçüde zarar veriyor? Bunun bilimsel araştırmalarla ispat edilmesi gerekir. Kaldı ki Türkiye’de böyle bir çalışma yapılmadı. Ayrıca bu türlerin Avrupa Birliği’nin istilacı tür listesinde yer almadığını düşünürsek, elimizde hiçbir bilimsel veri olmadan bu türlerin yaşama hakkını elinden almayı düşünemeyiz. Türkiye’de pek çok kuş türünün sayısı azalıyor, yaşam alanları yok oluyor. Papağanlarla uğraşmak yerine Anadolu’nun dört bir yanını yok eden tehditler ortadan kaldırılmalı.”

 

 

 

 

 

 

 

 

Hollanda’da hidrojenle çalışacak uçak ticari uçuşlara 2028’de başlayacak

Hollanda’daki konsorsiyum, hidrojen yakıtlı uçakla yapılacak ilk uçuşun tarihini 2028 olarak belirlediklerini açıkladı. Rotterdam‘dan Londra’ya yapılacak uçuşta kullanılacak uçak, 40 ila 80 kişilik olacak.

Konsorsiyum, partnerleri arasında Hollanda uçak üreticisi Fokker ve Delft Teknoloji Üniversitesi bulunan Hollanda bölgesel ekonomik kalkınma ajansı InnovationQuarter ile Unified International tarafından kuruldu. Grubun yöneticilerinden Michel van Ierland, proje sayesinde Hollanda’nın 16 milyar avroluk bir pazara açılacağını söyledi.

Uçakların görünüşü değişecek

Yakıt olarak kullanılacak sıva hidrojenin ağır tanklarda depolanması gerektiğini belirten Van Ierland, bu nedenle uçakların yeniden tasarlanması gerektiğini, konvansiyonel yakıtın kanatlarda depolandığını, kendilerinin uçağın kuyruğunda hidrojen kapsülü yerleştirmeyi planladığını anlattı.

Hava taşımacılığında ‘sıfır emisyon’ hedefiyle yola çıkılan ticari uçağın tasarımında bir turboprop (sadece motorun itme gücüne dayanmak yerine pervane döndürmek üzere tasarlanmış motor) kullanılmış.  Bu motora, Hollanda’da geliştirilen yeni teknoloji yerleştirilecek.

Hidrojenle çalışan uçaklar, depolama yükü nedeniyle şimdilik kısa mesafelerde kullanılabiliyor.

Yolcular emisyonsuz yolculuğu finanse etmeye hazır

Havacılık endüstrisi yıllık küresel karbon emisyonlarının yaklaşık yüzde 4’ünden sorumlu. Anketler, 10 yolcudan dokuzunun emisyonsuz yolculuk için daha fazla ödemeye hazır olduğuna işaret ediyor.

Fosil yakıt yerine hidrojen kullanan uçaklar yalnızca su buharı yayıyor ve ilk testler, binlerce kilometre boyunca uçuş başına yüzden fazla yolcu taşıyan geleneksel uçaklar kadar hızlı olabileceklerini gösteriyor. Bu uçakların 2035’te tüm Avrupa‘da piyasaya girebileceği belirtiliyor.

Ancak bunu gerçekleştirmek için hala önemli zorluklar var. Uçak tasarımcılarının, depolamanın mevcut ticari uçaklar kadar güvenli olması ve havalimanlarında hidrojen depolama tesisleri geliştirilmesi için çalışması gerekecek. Mevcut hidrojen ekstraksiyonu oldukça enerji yoğun bir faaliyet. Bu nedenle bilim çevrelerinde su elektrolizini kullanarak “yeşil hidrojen” elde etmenin yolları aranıyor. Bütün bunların üstesinden gelinmesi halinde, havacılığın geleceğinin bugün olduğundan çok daha yeşil olabileceği ve karbondan arındırılmış bir dünyanın işleyen bir bileşeni olabileceği kaydediliyor.

ABD ve Almanya başı çekiyor

Merkezi ABD’deki havacılık firması Boeing, 2008 yılında hidrojen yakıtlı, tek kişilik uçağı İspanya’nın başkenti Madrid’deki bir hava üssünden kaldırarak dünyada bir ilke imza atmıştı.

Airbus, 1,5 yıl önce 2035’te enerjisini hidrojenden sağlayan uçaklarla ticari uçuşlara başlayacağını duyurmuştu.

Almanya‘da ise Stuttgart merkezli hidrojen havacılık girişimi H2FLY, HY4 ismini verdiği uçağıyla geçen yıl irtifa rekoru kırmıştı. Şirket, 12 Nisan’da Stuttgart’tan Friedrichshafen‘e 77 millik bir uçuş sırasında uçağın 7 bin 230  fit (2 bin 203 metre) yüksekliğe çıktığını duyurdu.

 

Doğa savunucuları 699 maden ihalesinin iptali için dava açtı

Ordu Çevre Derneği (ORÇEV) ve Fatsa Doğa ve Çevre Derneği’nin de içinde olduğu ülke genelinde 36 dernek, platform ve vatandaşlar dün Anayasa Mahkemesi’ne 699 maden sahasının ihalesinin  “Anayasa’ya aykırılık” gerekçesiyle iptal edilmesi talebiyle dava açtılar.

Maden ve Petrol İşleri Genel Müdürlüğü‘nün (MAPEG) 29 Nisan’da açtığı 227. grup ihale sahası ilanıyla 63 ilden 699 sahanın, maden aranması için bugün ihale edileceği duyurulmuştu. Bunun ardından ekoloji derneklerinden karara tepki gösterilmiş, ihalelerle ülkenin her yanının maden işletmecilerine sunulduğu yönünde eleştiriler yapılmıştı.

İlgili haber: Ordu’dan maden ihalelerine karşı çağrı: Şirketler kazansın diye gelecek yok edilemez

Ordu Çevre Derneği yönetim kurulu tarafından yapılan açıklamada, “İktidarın doğanın, yaşam alanlarının yok edilmesine ve yeraltını, yer üstünü sermayeye sunarken iklim değişikliğinin de artmasına da neden oluyor. Ekoloji dernek ve platformları olarak hukuksal süreci devam ettiriyoruz. Daha önce de ilimizde olan çeşitli maden alanlarını kapsayan ihaleler için de dava açmıştık. Davalar devam ediyor. Şimdi de ülke genelinde 699 maden alanı ihalesine dava açtık. Bu alanlar içinde Ordu da bulunuyor” denildi.

İlgili haber: TEMA: Ordu ilinin yüzde 74’ü madenlere ruhsatlı

‘Hem hukuksal hem fiili mücadele’

ORÇEV yönetim kurulu açıklamasında hukuksal süreç yanında fiili ve meşru mücadelenin de sürdürüldüğü vurgulanarak “Hukuksal mücadele olmazsa olmazımız. Ancak yeterli değil. Halkımız toprağına, suyuna, tarım arazisine fiili mücadeleyle de sahip çıkıyor. İktidarın ihalelerle toprağımızı, suyumuzu, tarım arazilerimizin yok edilmesine hizmet etmektedir. Maden ve enerji çalışmaları talana yağmaya dönüştü. İklim değişikliği hızlanıyor” dedi.

‘Zararı büyük olacak’

Son olarak davanın gerekçesi hakkında da bilgi verilen açıklamada, “Yapılan ihaleler peş peşe gelerek ülkenin her tarafın zarar görmesine neden olacak. Telafisi mümkün olmayan zararlar oluşacak. Bu nedenle de yargı süreci bitene kadar ‘Yürütmenin Durdurulması’ talepli dava açıldı. Dava sürerken yapılan çalışmalar sonucu geri dönüşü olmayan zararların verildiğini verdiğimiz mücadele alanlarında yaşadık. Bu nedenle ihalelerin iptal edilmesi gerekiyor” denildi.

Fransa ve İspanya sıcak dalgasının pençesinde, ABD’de aşırı sıcak 100 milyon kişiyi etkileyecek

İspanya ve Fransa, yılın ikinci aşırı sıcaklarını yaşıyor. Uzmanlar, normalde temmuz ve ağustos ayına kadar yaşanmayan yüksek sıcaklıkların geldiğini belirtiyor.

Önceki ay da iki ülke için kaydedilen en sıcak Mayıs ayı olmuştu. Fransa, geçen ay güneyin bazı bölgelerinde 38 dereceyi aşan (mevsim normallerinden yaklaşık 17 derece daha sıcak) sıcaklıklar görmüş; İspanya’da, 1931’den bu yana yaşadığı en sıcak Mayıs ayında, ortalama yağış miktarı normal seviyenin %13 altına inmişti. Portekiz‘in %97’sinden fazlası ise şiddetli kuraklık içinde.

Fransız devlet kuruluşu Météo France, sıcaklıkların Akdeniz‘e yakın yerlerde halihazırda 35 dereceyi aştığını ve hava kütlesi kuzeye doğru hareket ettikçe, güneybatı ve Rhone bölgesinin bazı kısımlarının 39 dereceye ulaşmasıyla hafta ortasından itibaren daha da yükseleceğini açıkladı.

Alsace ve başkent Paris bölgesinde de sıcaklıkların 30 dereceyi aşması ve Paris’in perşembe günü 35 dereceyi görmesi bekleniyor.

Bölgede bu yükseklikte sıcaklar Haziran ayında nadiren görülüyor. Eğer bu hafta tahmin edildiği gibi geçerse bir rekor olacak: 2005 ve 2017’de yaşanan sıcak dalgaları, ayın 18’inden önce gerçekleşmemişti.

Météo France, sıcak dalgasının perşembe ve cumartesi günleri arasında zirveye çıkacağını, bu üç gün boyunca gece sıcaklıklarının genellikle 20 derece eşiğine ulaşacağını kaydetti.

Aşırı sıcak olayının resmi olarak sıcak dalgası olarak sınıflandırılması için, sıcaklıkların en az üç günlük sürekli bir süre boyunca bölgenin normal gündüz ve gece değerlerini aşması gerekiyor.

İspanya da haziran ayı başında 20 yıl içinde kaydedilen en yüksek sıcaklıkları gördü. Hafta sonu Sevilla ve Córdoba’da 40 derece, Extremadura‘daki Guadiana Vadisi‘nde 42 derece ve güney İspanya’nın diğer bölgelerinde 43 derece kaydedildi.

Meteoroloji dairesi Aemet‘in bir sözcüsü, “Haziran ayı için olağandışı yüksek sıcaklıklarla karşı karşıyayız” dedi ve ve 1981’den bu yana bu kadar erken gelen ilk sıcak dalgası olduğunu sözlerine ekledi.

İspanya’da, Afrika‘dan esen bir sıcak ve kuru hava, “olağanüstü ve istisnai yoğunlukta” bir Mayıs sıcak dalgasın yaratmış, bazı yerel aylık ortalamaların 10 ila 15 derece  üzerinde “olağanüstü yüksek” günlük sıcaklıklara yol açmıştı.

ABD 45 dereceyi görecek

ABD Ulusal Hava Durumu Servisi, hava sıcaklıklarının ülkenin orta bölgesinde çarşambaya kadar 100’den fazla şehirde rekorları zorlayabileceğini ve bölgedeki  yaklaşık 100 milyon kişilik nüfusu etkileyebileceği öngörüsünde bulundu.

45 dereceyi aşabileceği belirtilen sıcaklıklara karşı halka önlem alma çağrısı yapılırken hızla yükselen sıcaklıkların, haftanın ilk günlerinde şiddetli bir fırtınaya sebep olabileceği, hatta Chicago, Detroit, Cleveland ve Pittsburg bölgelerinde kasırgaya dönüşebileceğine dikkat çekildi.

Gelecek hafta boyunca etkisini sürdürecek sıcaklıkların, sıcaklıkların insan kaynaklı iklim değişikliği nedeniyle mevsim normallerinin üzerinde olduğuna ve daha uzun süreceğine de vurgu yapıldı.

 

 

İstanbul Sözleşmesi için kadınlar yeniden Ankara’da: Vazgeçmiyoruz!

İstanbul Sözleşmesi’nin savunması öncesinde kadınlar Eşitlik İçin Kadın Platformu’nun (EŞİK) çağrısıyla Ankara’da bir araya geldiler. Adana’dan, Mersin’den, İstanbul’dan, Eskişehir’den, yurdun dört bir yanından Ankara’ya akın eden kadınlar, İstanbul Sözleşmesi’ni savunmak için yeniden Danıştay önünde buluştular. Burada 9.00’da basın açıklaması yapan kadınlar tek bir kişinin kararıyla temel insan hakları sözleşmesinden çekilinemeyeceğini tekrarladı.

Eşitlik İçin Kadın Platformu’nun çağrısıyla üçüncü kez Ankara’da bir araya gelen kadınlar, İstanbul Sözleşmesi’nden bir Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan kararı ile çekilmenin hukuka aykırı olduğunu yineledi. 

‘Meclis’in iradesi tek kişiye devredilemez’

Meclis’in iradesinin tek kişiye devredilemeyeceğinin hatırlatıldığı açıklamada “Meclis’te yasa ile kabul edilen ve Anayasa’nın 90. maddesi uyarınca yasaları bile yürürlükten kaldırma özelliği olan temel hak ve özgürlüklere ilişkin uluslararası sözleşmelerden tek kişilik kararlar ile çıkılamaz”  denildi ve aktarıldı:

“Hatırlarsanız, Cumhurbaşkanı Kararı’nı takiben İletişim Başkanlığı’nın yaptığı yazılı açıklamada, çekilme gerekçesi olarak, İstanbul Sözleşmesi’nin, ‘Türkiye’nin toplumsal ve ailevi değerleriyle bağdaşmayan eşcinselliği normalleştirmeye çalışan bir kesim tarafından manipüle edilmesi’ belirtilmişti.

Bu çekilme kararı ve böylesi bir gerekçe hukuki olarak da siyasi olarak da kabul edilemez.

Bunları kabul etmek, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, İşkenceye Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi, Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığı Önleme Sözleşmesi (CEDAW), çocuk hakları ile ilgili Lanzarote Sözleşmesi gibi uluslararası sözleşmelerle güvence altına alınan temel insan haklarının tek kişinin keyfine terk edilmesi demektir.”

Kadınlar ‘İstanbul Sözleşmesi’nden vazgeçmiyor

“İstanbul Sözleşmesi’ne saldıran marjinal kesimlerin, tam da bu sözleşmelere ve kadınları, LGBTI+ ları, ve çocukları koruyan mevcut yasalara karşı savaş açmış olduklarını görüyoruz” denilen açıklamada İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmenin hukuksuzluğuna dair Danıştay’da açılmış olan 200’den fazla davanın takipçisi olunduğu da hatırlatıldı. Bu davanın kadınlar için bir hayat memat meselesi olduğunun altının çizildiği EŞİK açıklamasında, söz konusu mücadelenin gerçek anlamda bir ölüm kalım sorunu olduğu ifade edilerek şunlar aktarıldı:

“İşte bu yüzden Türkiye’nin farklı illerinden bugün Ankara’ya gelen yüzlerce kadın ve insan hakları savunucuları olarak buradayız.

Burada olabilen her birimiz için binlerce kadının daha bizimle burada olmak istediğini ancak işleri, maddi imkansızlıklar, çocuk ve hasta bakım sorumlulukları, hareket özgürlüklerinin kısıtlanıyor olması ve benzeri sebeplerle burada olamadığını biliyoruz. Yine biliyoruz ki; fiziken burada olamasalar bile kadınlar ‘İstanbul Sözleşmesi’nden, eşitlikten, ve güven içinde eşit yurttaşlar olarak yaşamaktan vazgeçmiyor.”

‘Vahim tabloya seyirci kalmayı reddediyoruz’

EŞİK’in açıklamasında iktidarın yasaklamalarına, hakaretlerine ve yaşam tarzına yaptığı saldırılara da değinilerek şu eleştiriler yapıldı:

“Eşitlik karşıtı söylem ve politikalar; muhalif kesimlere ve özelde bu ülkedeki kadınlara bizzat Cumhurbaşkanı’nca yapılan hakaretler; konser yasakları; ve yaşam tarzlarımıza yapılan sözlü ve fiziksel saldırılar, kadına ve LGBTI+lara şiddetin cesaretlendirilmesine yol açarken; şiddet mağduru kadınlara destek veren derneklere, kadın cinayetlerini önlemek için, canla başla çalışan kadın örgütlerine açılan kapatma davaları, kazanılmış haklarımıza yapılan sistematik saldırıları ve içinde bulunduğumuz vahim tabloyu gözler önüne sermekte. Biz bu tabloya seyirci kalmayı reddediyor; hayatlarımıza ve haklarımıza sahip çıkıyoruz.”

Türkiye toplumunun yüzde 86’sının güvendiği kadın örgütlerinin temsilcileri olarak Danıştay’a geldiklerini belirten kadınlar, “Danıştay’ın bu davada vereceği karar elbette ki cinskırım boyutuna varmış olan kadına karşı şiddetin ve kadın cinayetlerinin önlenmesi için kritik önemde. Aynı zamanda, Türkiye’de kendini üstün görenlerin hukukunun mu, hukukun üstünlüğünün mü hakim olacağına dair de belirleyici olacak” denildi.

İstanbul Sözleşmesi’ne ilişkin bir sonraki davalar ise 23 Haziran’da görülecek.

Cumhurbaşkanının avukatı, usta sanatçı Genco Erkal’ın ‘hakaret’ suçundan beraat etmesine itiraz etti

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan‘ın avukatı Ahmet Özel, tiyatro sanatçısı Genco Erkal‘ın ‘cumhurbaşkanına hakaret’ suçundan yargılandığı davada verilen beraat kararına itiraz etti.

Halk Tv.com yazarı İsmail Saymaz‘ın bugünkü yazısında aktardığına göre itirazda, Erdoğan’a diploma sormanın hakarete girdiği iddia edilerek, şöyle denildi:

“Cumhurbaşkanının diploması ile ilgili örtülü sorgulama ve oluşturulmak istenen şaibeler alaycı, tahfif edici bir üslup ile yapılmakta olup eğitimsizlik ve dolaylı imaları barındırarak hakaret kapsamındadır.”

Sanatçı Erkal’ın 2016 yılında attığı, birinde Cumhurbaşkanının diplomasını tartıştığı, birinde ‘Türk usulü çobanlık’ ifadelerini kullandığı tweetlerine dava açılmış, 3 Mayıs’ta görülen duruşmada mahkeme, Erkal’ın, ‘Cumhurbaşkanının diploması’, ‘Erdoğan’ın kaç çocuk yapılacağına karışması’, ‘Ayder Yaylası’ndaki yapılaşma girişimine karşı olması’ ve ‘Türk usulü başkanlık sistemini eleştirmesine’ ilişkin açıklamaların ifade özgürlüğü kapsamında olduğunu belirterek beraatine karar vermişti.

İlgili haber: ‘Cumhurbaşkanına hakaret’ten yargılanan Genco Erkal’a beraat

Erdoğan’ın avukatı Özel ise beraat kararına itirazında Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne çobanlık nitelendirmesinde bulunmanın da hakaret olduğunu öne sürdü:

“Çobanlık meslek olsa dahi toplumda övgü nitelemesi değildir. Çoban mesleklerin ve mefhumların düşüğü olarak sınıflandırılmıştır. Tesisatçılık, mühendislik, çobanlık gibi bir sıralamada beyan edildiği takdirde hakaret ve aşağılama kapsamında sayılmayan bir ifade pekala müstakilen bir sıfat olarak birine ait kılınarak kullanıldığında hakaret kapsamındadır.”

Saymaz’ın aktardığına göre Genco Erkal’ın avukatı Turgut Kazan ise, yapılan itiraz averdiği yanıtta, çobanlığın hakaret sayılmasına da karşı çıkarak, 9’uncu Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’e “Çoban Sülü” denildiğini, O’nun da bu sözü gülerek karşıladığını, Erdoğan’ın ise “Çobanlık felsefesini anlamayan insan yönetemez, ben de çobanım” dediğini hatırlattı.

83 yaşındaki usta sanatçı Erkal’ın verdiği ilk ifadesi şöyle olmuştu:

“Benim işimin politik tiyatro yapmak olduğunu, 60 yıldır bu işi yaptığımı, dünyanın her yerinde haksızlıklara, baskılara, adaletsizliğe, bağnazlığa karşı olduğumu ve bu düşüncelerimi hem sahneden hem de sosyal medyadan açıkladığımı anlattım. ‘Başkanlık sistemine karşıyım.’ dedim. ‘İfade özgürlüğünün kısıtlanmasına, insanların düşünceleri yüzünden hapis yatmalarına, doğanın katledilmesine ve betonlaştırılmasına karşıyım’ dedim.”

 

 

 

Boğaziçi Üniversitesi akademisyenleri hakkında ‘karalama kampanyası’

Çeşitli yayın kuruluşlarında “Boğaziçi Üniversitesi‘nde akıl almaz olay” başlıklı haberler Boğaziçili akademisyenler tarafından yalanlandı. Boğaziçi Üniversitesi akademisyenlerin Bilgi İşlem Merkezi‘ni (BİM) basarak belgeleri gasp ettiği yönündeki haberlerin gerçeği yansıtmadığını duyuran akademisyenler, gerçekte yaşananları kamuoyuyla paylaştı.

İşte Bilgi İşlem Merkezi’ni bastıkları iddia edilen Boğaziçi Üniversitesi Bilgi Teknolojileri Kurulu (BTK) Başkanı Prof. Dr. Tuna Tuğcu ve BTK üyeleri Prof. Dr. Yavuz Akpınar, Prof. Dr. Emre Otay ve Prof. Dr. İbrahim Semizdört‘ün kaleminden 10 Haziran’da okulda yaşananlar:

“Boğaziçi Üniversitesi Bilgi Teknolojileri Kurulu (BTK) başkanı ve üyeleri olarak Üniversite Yönetim Kurulu’nun bize verdiği görev uyarınca 10 Haziran 2022 Cuma günü üniversitemizin yazılım ve donanım altyapısıyla ilgili uygulamaları takip etmek üzere Bilgi İşlem Merkezi’ni ziyaret ettik. Üniversitemiz sistemlerini veya hesaplarını kullanan mevcut öğrencilerimiz veya mezunlarımız ile, akademik ve idari personelimizin kişisel verilerinin bulunduğu kimi veritabanlarına bir firma için erişim hakkı verildiğine, ayrıca başka bir firma tarafından sunucuların yönetici şifrelerinin ve uzaktan yönetici seviyesinde erişim hakkının istendiği, veri trafiğinin başka bir sisteme yansısının alınmasının talep edildiğine yönelik bilgi edindik.

Rektör imzasıyla görevden alındılar

Kurul olarak bunları görüşmek üzere akşamüstü toplanacağımız sırada, yetkili kurul olarak bizlerle temasa geçilmeden ve bizden bilgi alınmadan Rektörümüzün elektronik imzasını taşıyan birer yazıyla görevden alındığımızı ve böylelikle Bilgi Teknolojileri Kurulu’nun feshedildiğini öğrendik. Ertesi sabah ise bu toplantıya katılan öğretim üyeleriyle ilgili bazı basın ve medya kuruluşlarında yalan haberler ve bir karalama kampanyası başlatıldığını gördük.

Soruşturma talebi

Tüm yasal haklarımız saklı kalmak suretiyle, Sayın Rektörümüzün, bu yanlışı düzelterek Kurulun çalışmasına izin vermesini ve BTK araştırmasıyla ilgili bilgilerin basına sızdırılmasını başta Genel Sekreterlik ve Bilgi İşlem Daire Başkanlığı olmak üzere ilgili Rektörlük kurumları nezdinde soruşturmayı başlatmasını talep ederiz. Konu, basında adı geçen Bilgi Teknolojileri Kurulu üyelerini değil, tüm Üniversite mensuplarının siber güvenliği olduğu için son derece önemli ve acildir.”

DEDEF: Dersim ormanları bombalanıyor

Dersim Dernekler Federasyonu (DEDEF), Hozat ve Ovacık ilçelerinde yürütülen askeri operasyonlarda, kırsal alanların havadan bombalandığını, iki ilçenin arasında bulunan Kakper köyüne giriş ve çıkışların yasaklandığını açıkladı.

DEDEF adına Munzur Koruma Kurulu, İnsan Hakları Derneği’nin   (İHD) İstanbul Şubesi’nde düzenlenen basın toplantısında, Genel Başkan Yardımcısı Ali Rıza Bilir” Dersim’e ve onu var eden her şeye düşman olanlar ormanımızı yakıyor. Bilcümle geleceğimizi yakıyor. Gerekçe bildiğimiz hikaye; terör, asayiş…” dedi.

Geçen hafta bölgede bir askeri operasyon başlatıldığını belirten Bilir, altı gündür devam eden operasyonun Dersim-Ovacık-Hozat ilçeleri arasındaki Kakper, Zoğar, Tanzi, Kızıl Kilise ve Çamurek köylerinin bulunduğu bölgede, köylere yakın bir alanda devam ettiğini anlattı:

“Geçen yıl askeri operasyonlardan sonra haftalarca ormanlarımız yanmış ve uzun süre müdahale edilmemişti. Bu yangınlar doğal afet değil, devlet eliyle gerçekleşen bir afettir. Geleceğimiz yakılıyor. Buna hep birlikte dur diyelim.”

‘Sorunlar orman yakmayla çözülmez’

Dersim ve bölge illerde “terörle mücadele” gerekçesiyle uzun yıllardır binlerce hektar ormanın yok olduğunu hatırlatan Ali Rıza Bilir, “Böyle de devam edecekler gibi görünüyor. Biz Dersimliler orman yakmakla hiçbir sorun çözülmeyeceğini çok iyi biliyoruz” dedi.

Bölgede her ay yasaklı bölgeler oluşturulduğu, köylülerin köylerine gitmesine izin verilmezken, maden şirketlerinin Otlubahçe köyünde kolluk kuvetlerinin kontrolünde hukuksuz ve izinsiz bir şekilde maden arama çalışmasını yaptıkları dile getirilen açıklamada Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş‘ın kentte açtığı Hz Fatma Gençlik Merkezi, Hz Ali Gençlik Merkezi, Ehlibeyt Kuran Kursu, Hafızlık İcazet Merkezi de eleştirildi, bu kurumlar “asimilasyon merkezi” olarak nitelendirildi:

“Alevilerin vergisinden maaş alıp, Alevileri yok sayan, Cem evlerimizi inanç merkezi olarak kabul etmeyen, İslamı, İslamiyeti kendi siyasi çıkarları doğrultusunda kullanan bu anlayışı reddediyoruz. Bu beyhude çabalarınızdan vazgeçin. Elinizi Harde Dewreşten çekin.”

Atlantik akıntısının yavaşlaması dünyayı La Niña atmosferine sokuyor

İklim değişikliği, tropik bölgelerden Kuzey Atlantik‘e kadar sıcak suyu taşıyan okyanus akıntılarının taşıyıcı kuşağını yavaşlatıyor .

Nature Climate Changede geçen hafta yayımlanan araştırma, bu Atlantik kuşağının tamamen çökmesi durumunda küresel iklime yapacağı etkileri inceledi. Buna göre, “Atlantik meridyen devinim sirkülasyonu” olarak adlandırılan bu sistemin çöküşü, Dünya’nın iklimini La Niña benzeri bir duruma çevirecek.

Okyanuslar, büyük miktarlarda ısı ve karbonu emerek iklim değişikliğinin yarattığı değişimin hızını yavaşlatarak, Dünya’nın iklim çarkı olarak işlev görüyor. Ancak deniz seviyesinin yükselmesi, buzların erimesi ve bu yüzyıl için öngörülen Atlantik devinim sirkülasyonunun yavaşlaması, sadece Kuzey Atlantik bölgesini değil, Avustralya ve Antarktika‘ya kadar çok geniş bir bölgeyi dramatik şekilde etkileyebilir.

Bu, doğu Avustralya‘da ve çevresindeki bölgelerde daha fazla aşırı yağmura ve sel, güneybatı ABD ve çevre ülkelerde ise daha kötü kuraklık ve orman yangını mevsimleri anlamına geliyor. 

La Niña’nın okyanusu ısıtması sonucunda geçen iki yıl boyunca  Avustralya’daki Yeni Güney Galler ve Queensland‘de rekor kıran sellerle, şimdiye kadar yaşanan en yağışlı koşullardan bazıları meydana gelmiş; Kuzey Amerika’nın güneybatısında, rekor düzeyde bir kuraklık ve şiddetli orman yangınları görülmüştü.

Atlantik meridyen dolaşımını tersine çeviren nedir?

Atlantik sirkülasyonu, Avrupa ikliminin ılıman kalmasına yardımcı olurken, Kuzey Atlantik’e büyük bir ılık tropik su akışı içeriyor. Bu durum, Güney Yarımküre‘deki Antarktika sularında da eşdeğer bir sirkülasyon şeklinde görülüyor.

120.000 yıl öncesine uzanan iklim kayıtları , Atlantik devinim sirkülasyonunun buzul çağlarında kapandığını veya önemli ölçüde yavaşladığını ortaya koysa ve insan uygarlığının yaklaşık 5.000 yıl önce başladığından beri nispeten istikrarlı devam etse de son birkaç on yılda bir yavaşlama tespit edildi ve bu durum bilim insanlarını endişelendiriyor. 

Bunun nedeni ise, küresel ısınma sonucunda Grönland ve Antarktika’daki kutup buzullarının erimesi. Bu buzullar eridiğinde okyanuslara büyük miktarda tatlı su karışıyor ve yüksek enlemlerde yoğun suyun aşağıya  batmasını azaltıyor.

Sadece Grönland çevresinde, son 20 yılda 5 trilyon ton buz eridi.  Küresel ısınma bu hızla devam ederse, söz konusu erime hızı önümüzdeki on yıllarda daha da artacak.

Okyanusların anatomisini değiştirecek

Kuzey Atlantik ve Antarktika’daki sirkülasyonların çöküşü, dünya okyanuslarının anatomisini ve deniz ekosistemlerini derinden değiştirme potansiyeli taşıyor: Okyanus derinliklerini karıştıracak, oksijeni tüketecek ve derin sular okyanus dibinden yeniden yüzeye çıktığında buradaki besin maddelerinin de yukarı doğru yükselmesine neden olacak.

Çalışmada böyle bir durumda Dünya’nın ikliminin nasıl görüneceğini incelemek için kapsamlı bir küresel model kullanıldı. Model simülasyonlarının ortaya çıkardığı ilk şey, Atlantik’teki devinim sirkülasyonu olmadan, Ekvator’un hemen güneyinde büyük bir ısı yığını oluşmasıydı.

Tropikal Atlantik sıcaklığındaki bu artış, daha sıcak nemli havayı üst troposfere (atmosfere yaklaşık 10 kilometre) iterek, kuru havanın Doğu Pasifik‘e inmesine neden oluyor.  Alçalan hava daha sonra sıcak suyu Endonezya denizlerine doğru iten rüzgarları güçlendiriyor. Bu da tropikal Pasifik’i La Niña benzeri bir duruma getirmeye yardımcı oluyor.

Çalışmanın öngörülerine göre, Atlantik’in devinim sirkülasyonundaki değişiklik Antarktika kadar güneyde hissedilecek. Batı Pasifik üzerinde yükselen sıcak hava, güneyden Antarktika’ya yayılan rüzgar değişikliklerini tetikleyecek. Bu, Antarktika’nın batısında yer alan Amundsen Denizi üzerindeki atmosferik alçak basınç sistemini derinleştirecek.

Bu düşük basınçlı sistemin, Ross Denizi kadar batıdaki buz tabakası ve buz sahanlığı erimesinin yanı sıra okyanus sirkülasyonu ve deniz buzu kapsamını etkilediği biliniyor.

La Niña hava olayı nedir?

La Nina, güçlü rüzgarların Büyük Okyanus‘ta sıcak yüzey suyunu, Güney Amerika’dan uzağa, Endonezya‘ya doğru götürmesiyle ortaya çıkıyor. Bunun yerini, daha soğuk derinlerden yüzeye çıkan su alıyor.

Bu durum da, dünyanın çeşitli bölgelerinde önemli hava durumu değişikliklerini beraberinde getiriyor.

Çok güçlü bir La Nina yaşanırsa, hat üzerindeki ülkeler çok yağışlı bir kış geçiriyor, güneydoğu Asya’da da daha hareketli bir muson mevsimi anlamına geliyor. Sıklıkla kar yağış getiren,  atmosferin yüzeyi ile daha yüksek kesimleri arasındaki rüzgar değişimini azalttığı için daha çok sayıda büyük fırtınaya yol açan bu hava olayı, aynı zamanda bazı bölgelerde de kuraklığa yol açıyor.

Normalde küresel sıcaklıklarını düşürmesi beklenen hava olayı, WMO‘dan Prof. Petteri Taalas‘a göre, bu durum sera gazları tarafından atmosferde tutulan sıcaklıkla çoktan dengelenmiş durumda.

Son güçlü La Nina 2010-2011’de gerçekleşmişti.

Çekmeköy’de iki gözaltı: Vatandaş parkını korumak için kamyonun önüne yattı

İstanbul Çekmeköy Mehmet Akif Mahallesi‘ndeki park alanındaki inşaat, mahalle sakinlerinin tüm itirazına rağmen sürdürülüyor. Parkta eylemlerinin yedinci gününe giren vatandaşlardan ikisi gözaltına alındı.

Yurttaşlar tüm şikayetlere rağmen, deprem toplanma alanı da olan parkın, halkın istememesine rağmen ‘kapalı semt pazarı’na çevrilmesine tepki gösteriyor. Parkta yedi gündür nöbet tutan vatandaşlar polis engeliyle karşılaşmış, tüm direnişlere rağmen iş makineleri parka girmiş, vatandaşlar gece de dahil olmak üzere alanda protesto yapmıştı.

İlgili haber: Çekmeköy’de halka rağmen inşaat ısrarı sürüyor: Parkımızı yok edemezsiniz!

BirGün’den İsmail Arı’nın haberine göre; bugün de inşaat malzemesi yüklü bir kamyon parka girmek istedi. Ancak park önünde nöbet tutan yurttaşlar kamyonu parka sokmadı ve kamyon park alanının önünden uzaklaşmak zorunda kaldı.

Yurttaşlar polise tepki gösterirken kamyonun parka girmesine engel olan bir mahallellinin sivil polislere “Kendimi burda asarım dediği” görüldü.

Engel olmak için kamyonun önüne yattı

Mahallelinin parka sokmadığı kamyon, daha sonra zabıta ve polis eşliğinde gelerek tekrar alana girmek istedi. Kamyonun parka girmesine izin vermeyen yurttaşlardan biri, aracın önüne yatarak engel olmaya çalıştı.

Polisin müdahale ettiği olayda, kamyonun parka girmesine engel olan yurttaşlardan iki kişi gözaltına alındı. Yurttaşlardan birinin gözaltına alındığı sırada elinden yaralandığı bildirildi.

Kamu İhale Bülteni’nde yer alan bilgilere göre, yurttaşların günlerdir korumaya çalıştığı park alanı için Çekmeköy Belediyesi 9 Mayıs’ta “Kapalı Pazar Alanı Yapım İşi” adı altında bir ihale düzenledi. İhaleyi tam 30 milyon 952 bin TL teklif veren Ekşioğlu Yapı Şirketi aldı. İhale dosyasında ise söz konusu projenin “3 bin 95 metrekare büyüklüğünde, kapalı alanlı, betonarme ve çelik konstrüksiyonla yapılacağı” belirtildi.

Mahalle sakinlerine, ValidebağKazdağları, İkizdere’de doğa mücadelesi sürdüren yurttaşlar da destek veriyor.

Daha önce mahalle sakinlerinden Hülya Nalbantoğlu yaptığı konuşmada deprem toplam alanlarını ve parklarını talandan ve ranttan korumak istediklerini anlatmış, şunları söylemişti:

“Öncelikle biz Çekmeköy Mehmet Akif Mahallesi olarak orada beş gün semt pazarı istemiyoruz!”

“İstanbul depreminin her an olabileceğini hatırlatan vatandaşlar “İstanbul’un deprem toplanma alanını yok etme lüksü yok” demişti.

Deprem toplanma alanında yapılmak istenen inşaata yerbilimci Prof. Dr. Naci Görür de tepki göstermiş, yıkımı “Depreme rağmen insanımızın can güvenliğini hiçe sayan anlayışı kınıyorum” şeklinde eleştirmişti.