Ana Sayfa Blog Sayfa 834

Birleşik Krallık’taki rekor sıcaklıklar, Avrupa’daki sıcak dalgasının olağanüstülüğünün altını çiziyor

Birleşik Krallık‘ta Salı günü kaydedilen rekor sıcaklıkların büyüklüğü ve kapsamı, Avrupa‘daki sıcak dalgasına dair önemli şeyler söylüyor.

Londra‘nın yaklaşık 200 kilometre kuzeyindeki Coningsby‘de Salı günü görülen maksimum sıcaklık, önceki maksimum sıcaklığın yaklaşık 5 derece üzerine çıktı.

40.3 derecelik bu yüksek sıcaklık, İngiltere‘nin ulusal sıcaklık rekorunu 1,6 derece farkla kırdı.

Normalde, sıcaklık rekorları birkaç yerde ve kesirli derecelerde kırılır. Ancak Salı günü Birleşik Krallık’taki rekorlar geniş bir alanda ve çok büyük marjlarla yenilendi.

Sıcaklıkların büyüklüğü ve kapsamı, bilim insanlarının ‘insan kaynaklı iklim değişikliğinden kaynaklanan bir artış olmadan imkansız olduğunu’ belirttiği bu koşulların aşırılığına işaret ediyor.

Coningsby’de İngiltere için ulusal sıcaklık rekorunu kırarken, İskoçya ve Galler‘de de tüm zamanların en yüksek sıcaklıkları belirlendi: Galler’de Hawarden 37.1 dereceyi,  İskoçya’da Floors Castle 35,1 dereceyi gördü.

Ayrıca şimdiye kadar kaydedilen en yüksek minimum gece sıcaklıkları da belirlendi. Londra Kenley Havalimanı‘nda en düşük sıcaklık rekor kırarak 25.8 derece oldu.

Ulusal hava durumu servisi Met Office, Birleşik Krallık’taki en az 34 lokasyonda tüm zamanların rekorlarının kırıldığını ve bunlardan beşinin 40 dereceyi aştığını bildirdi.

Washington Post, rekor gün boyunca uzmanlar ve iklim bilimcileri tarafından paylaşılan kavurucu sıcakları rakam ve grafikleri derledi.

Bu grafik, Salı gününün geçmişe kıyasla ne kadar sıcak olduğunu gösteriyor. Grafik ayrıca, özellikle son birkaç on yılda bu sıcak günlerin daha fazla yaşanmasına doğru bir eğilime işaret ediyor

Birleşik Krallık, dünyanın herhangi bir ülkesinden daha uzun bir süre boyunca sıcaklık kayıtlarını tutuyor. Reading Üniversitesi‘nde iklim bilimcisi olan Ed Hawkins, 1772’den günümüze Orta İngiltere’deki ortalama sıcaklıkları çizdi. Salı gününün yüksekliği dikkat çekiyor:

Berkeley Earth‘ten iklim bilimcisi Robert Rohde, 40.2  derecenin normal dağılımdan ne kadar uzakta olduğunu gösteren aşağıdaki tabloyu hazırladı:

Öte yandan hava, sadece insanların yaşadığı yer seviyesinde değil, aynı zamanda yüksek irtifalarda da aşırı sıcaktı.

Atmosfer bilimcisi Philippe Papin, 1.6 kilometre yükseklikteki sıcaklıkların, Birleşik Krallık’ın geniş bir bölgesinde normdan yaklaşık dört standart sapma, yani yaklaşık yüzde 0.1 ihtimalde olduğunu gösterdi:

Birleşik Krallık, bu Avrupa sıcak dalgasının ortasında en yaygın kayıtlara ev sahipliği yaparken, Çarşamba günü kıtanın diğer noktalarında da dikkat çekici sıcaklıklara sebep oldu.

Almanya‘da tüm zamanların sıcaklık rekorları kırıldı, Hamburg ilk kez 40 derece eşiğini geçti.

53,5 Kuzey enleminde bulunan Hamburg,  51,5 derece Kuzey enleminde bulunan Londra’dan bile daha kuzeyde ve Kanada‘daki Edmonton ile yaklaşık olarak aynı enlemde.

 

Sıcak dalgası, ısı kubbesi olarak bilinen yayılan yüksek basınç bölgesinden kaynaklanıyor. Geçen hafta sonlarında İber Yarımadası‘nda yüksek sıcaklıklar yaşatan bu etki, Çarşamba günü Almanya ve Danimarka’ya kaydı.

Yüksek basınç, Kuzey Afrika‘dan gelen sıcak havayla oluşan Portekiz’in batısındaki alçak basınç sistemi nedeniyle sirkülasyonu olağandışı bir şekilde kuzeye, Avrupa’ya doğru yönlendirdi.

Yaz sonuna kadar Schengen vizesi randevusu alınamayacak

Avrupa Birliği (AB) üyesi olmayan ülkelerden Schengen Bölgesi‘ne girmek için Schengen vizesine ihtiyaç duyan yolcular, Eylül ayına kadar müsait randevu olmadığı için henüz vize almamışlarsa yaz tatili planlarını iptal etmek zorunda.

SchengenVisaInfo.com’dan yapılan açıklamaya göre, Schengen bölgesindeki ülkelere yoğun talep sebebiyle, henüz vize başvurusu yapmamış kişilerin eylül ortasına kadar randevu bulamayacağını duyurdu.

Yoğunluğun AB Schengen Bölgesi ülkelerinin yaz için Covid-19 giriş kısıtlamalarını hafifletmeye karar verdikten sonra yaşandığı aktarıldı.

İsveç, Norveç, Yunanistan, Çek Cumhuriyeti gibi pek çok ülke yakın zamanda test gerekliliklerini kaldırmış ve Covid-19 kurallarını gevşetmişti.

Açıklamaya göre seyahat endüstrisi yöneticileri, şu anda 26 Schengen ülkesi için Temmuz ve Ağustos için hiç boş yer olmadığını açıkladı. Birkaç ülkenin Ağustos ayı için müsait slotları olabileceği ama bununla birlikte, çoğunun Eylül ayına kadar herhangi bir randevusu olmadığı belirtildi.

Büyükelçilikler, düzenlenebilecek sabit vize sayısını artıramadığı için yüksek talebi karşılayamıyor.

Seyahat şirketleri, birçok üçüncü ülke yolcusunun Malezya, Tayland, Endonezya, Mısır ve Türkiye gibi diğer destinasyonları düşündüğünü belirtti.

Vize engellerinden kaçınmak için başka destinasyonları tercih edenler sebebiyle Avrupa, bu yıl vizeye ihtiyacı olan daha az sayıda turist ağırlayacak.

Önceki aylarda büyükelçiliklerin vize başvurularını işleme koyması çok uzun sürüyordu. Ancak, ek personel istihdamıyle bu sorun büyük ölçüde çözülmüştü.

Genel olarak, vize başvuruları 15 iş günü içerisinde işleniyor  ve yanıtlanıyor.

Schengen vizesi nedir?

Schengen vizesi, bir kişinin herhangi bir Schengen Bölgesi ülkesine turizm veya ticari amaçlarla 90 güne kadar girmesine izin veren kısa süreli bir vizedir.

Schengen Bölgesi ülkeleriyle vize serbestisi veya benzer bir anlaşmaya varmamış bir ülkenin vatandaşı olan herkes, AB’ye seyahat etmeden önce vize almalıdır. Seyahat nedenine bağlı olarak, bir kişi farklı vize türleri için başvurabilir.

AB’ye turizm amaçlı seyahat etmeyi planlayanların turist vizesine başvurmaları gerekmektedir. Turist vizesi, üçüncü ülke vatandaşlarının altı aylık bir süre içinde en fazla 90 gün boyunca Schengen Bölgesi’ne girmelerine izin verir.

Schengen Bölgesi, İrlanda,Romanya, Bulgaristan, Hırvatistan ve Kıbrıs hariç, çoğu AB üyesi 26 ülkeyi kapsar. AB üyesi olmasalar da Norveç, İzlanda, İsviçre ve Lihtenştayn gibi ülkeler de Schengen bölgesinin bir parçasıdır.

Akkuyu NGS’nin dördüncü ünitesinin temeli atıldı: Tahribata bir adım daha yaklaşıldı

Mersin‘de inşaatı devam eden Akkuyu Nükleer Güç Santrali’nin (NGS) dördüncü ve son reaktörünün temeli, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Fatih Dönmez’in de katıldığı törenle atıldı.

Bakan Dönmez, konuşmasında “Yarım asrı aşan nükleer enerji yolculuğunda artık tünelin ucundaki ışık görünmeye başlandı. Akkuyu bugünkü haliyle dünyanın en büyük projesidir” ifadelerini kullandı.

Yeşil Gazete Nükleer Editörü ve nükleersiz.org koordinatörü Pınar Demircan ise, “Akkuyu NGS nin dördüncü ünitesinin temelinin atılması ekosistemin geri dönüşü olmayan şekilde tahribatına doğru bir adım daha yaklaşıldığını gösteriyor” değerlendirmesini yapıyor.

‣ Akkuyu’da 1. reaktörün temeli tamamlandı, peki güvenli mi?

Bakan Dönmez‘in törende özellikle “Tamamlandığında 4 reaktör elektrik talebimizin yaklaşık yüzde 10’unu tek başına karşılayacak” gibi cümlelerle enerjide bağımsızlık sağlanacağına vurgu yaptığına dikkat çeken Demircan, bunun “Akkuyu NGS’nin tüm hisseleri Rusya’ya ait bir tesis değilmiş gibi lanse edilmesinin bir parçası” olduğunu söylüyor:

“Diğer bir açıdan söylersek, bu santralin Türkiye’ye ait olacak yegane iki şeyi söz konusu: Biri meydana gelecek sorunların, felaketlerin, kazaların sonuçları; diğeri de yüksek fiyattan satışı yapılacak olan elektrik.”

Demircan‘a göre iklim krizi şartlarında bu iki alanda da ‘daha sert’ karşılaşmaların olacağı söylenebilir:

“Nitekim Avrupa‘da son iki gün içinde yaşanan olaylar bizim her zaman söylediğimiz gibi iklim krizinde nükleer santrallerle verimliliğin birlikte düşünülemeyeceğini ve nükleer santrallerin risklerinin, iklim krizi
karşısında daha da arttığını teyit ediyor.

‣ Avrupa’nın nükleer reaktörlerinin başı sıcak dalgasıyla dertte

Genellikle 58 nükleer reaktörüyle örnek gösterilen, elektrik ihtiyacının yüzde 75’ini sağladığından bahsedilen Fransa‘ya değinen Demircan, bu yıl içinde  bakım, onarım, soğutma suyu sistemine bağlı problemler nedeniyle ülkede 29
reaktörün devre dışı kaldığına ve bugün itibariyle de 40 derece sıcaklık şartlarında iki reaktörün çalışma kapasitesinin yüzde 46’ya düşürüldüğüne dikkat çekiyor:

“Bununla birlikte orman yangınlarıyla da başı dertte olan Fransa’da yangın, La Hague nükleer tesisinin 5 kilometre yakınına kadar ulaştı, tesis tahliye edilerek itfaiye teyakkuza geçirildi. Belçika‘da soğutma kulelerindeki milyonlarca mikro çatlak yüzünden artan risk nedeniyle bölge sakinlerine iyot hapları dağıtılmasını gerektiren Doel 1 ve 2 reaktörlerinin
kapasitesi de soğutma suyunun yeterince soğuk olmaması nedeniyle yarıdan fazla düşürüldü.

Akdeniz için endişelenmemiz gerekiyor

İsviçre‘de de Beznau Nükleer Santrali‘nin Aare Nehri’nden aldığı soğutma suyu sıcaklığının 25 dereceye çıkması nedeniyle devirdaim prosesinde suyu geri verirken nehirdeki biyoçeşitliliğin bozulacağı gerekçesiyle reaktörlerinin kapasitesini düşürdüğünü hatırlatan Demircan, “Yani aynı zamanda soğutma suyunun daha da ısınmış olarak kaynağına geri verilirken biyoçeşitliliğin bozulacağına dair bir itiraf da görmüş bulunuyoruz” diyor.

Demircan, Türkiye’de de Akkuyu NGS’nin Akdeniz‘e verebileceği zarara işaret ediyor:

“Bu noktada deniz suyu sıcaklığı içinde bulunduğumuz Temmuz ayında 26-29 derece olan Akdeniz’den alınacak soğutma suyu ile ilgili olarak reaktörün nasıl çalıştırılacağı ve deniz ekosistemine, biyoçeşitliliğine verilecek zararla ilgili ciddi endişe duymamız gerekiyor.

Sadece bu saydıklarımız bile genel olarak nükleer santraller açısından enerji bağımsızlığının mümkün olmadığını, hiçbir şeye olunmasa bile, artık kriz içindeki iklime bağlımlı olunduğunun ispatıdır.”

Kararlar Rusya’ya ait ama felaketin sonuçları yerli ve milli olacak

Nükleer reaktörlerin normal şartlarda dahi aksam ve donanım malzemelerinin nükleer yakıt nedeniyle aşırı ısıya maruz kaldığını hatırlatan Demircan, “Sürekli bakım onarım gerektiren tesisler oldukları göz önüne alınırsa iklim krizi şartlarında bu kırılganlıklarının daha da derinleşeceği daha iyi anlaşılır” diyor ve ekliyor:

Akkuyu NGS açısından ise bu bakım onarım prosesleri dahil her tür önlem kararının tesisin sahibi Rusya’ya ait olması bu coğrafyadaki herkesi yakından ilgilendirmelidir, zira yalnızca felaketlerin sonuçları gayet yerli ve milli olarak yaşanacaktır.

Munzur Kültür ve Doğa Festivali iptal edildi: Valilik kenti OHAL uygulamaları sahasına çevirdi

Munzur Kültür ve Doğa Festivali Tertip Komitesi, Tunceli Valiliği tarafından getirilen yasaklamalar nedeniyle festivalin yapılamayacağını, bu nedenle festivali iptal ettiğini açıkladı.

Mezopotamya Ajansı’nın aktardığına göre; “Madencilik yağmasına karşı doğayı, talana karşı yaşamı, yasaklara karşı sanatı savunuyoruz” şiarı ile 21- 24 Temmuz tarihleri arasında Dersim ve ilçelerinde yapılacak olan 20’nci Munzur Kültür ve Doğa Festivali için kente gelenler, Tunceli Valisi’nin festivale ilişkin aldığı kimi yasaklamalara tepki göstermek için yürüyüşe geçti.

‘Valilik kenti OHAL uygulamaları sahasına çevirdi’

Komite adına açıklama yapan, görevden alınan Peri Belde Belediye Eşbaşkanı Orhan Çelebi, Festival tertip komitesince valiliğe bildirdikleri programın bütünlüklü olarak Dersim halkının dilini, kültürünü, inancını ve doğasını savunan, sanatın özgürce yaşam bulduğu bir perspektifle hazırlandığını belirtti. Çelebi, “Temmuz ayı başından emek ve mesai ye karşı valilik makamının festivalimize dönük yaklaşımının; müzik gruplarını yasaklama, stadyumu tahsis etmeme, barınma için dışarıdan gelenlere pansiyonları kapatma ve yürüyüşü engelleme kararı alarak; festivalimizin tamamına yasak getirmiştir” dedi.

Valiliğin yasaklara paralel olarak kenti, OHAL uygulamaları sahasına çevirdiğini belirten Çelebi, “Türkiye’nin hiçbir ilinde görülmeyen uygulama Dersim il-ilçe giriş çıkışlarında onlarca arama kontrol noktaları oluşturulmuş, bu durum insanların seyahat özgürlüğünü kısıtladığı gibi 90’lı yılları aratmayan baskı ve sindirme politikalarını tekrar hayata geçirildiğini göstermiştir” şeklinde ifadeler kullandı.

Maçoğlu: İptal değil, yasaklandı

Festivali “iptal” olarak değil de “yasaklandı” olarak gördüklerini belirten Dersim Belediye Başkanı Fatih Mehmet Maçoğlu, valiliğin festivale yaklaşımına dikkat çekerek, “22 yıldır tüm pansiyonlar, yürüyüşler, stadyum halka açıkken, bugün kapalı olmasını yasaklama olarak görmek gerekiyor. Bu festival için esnafımızdan, demokrasi güçlerine kadar herkes çaba harcadı. Bizler ilin mülk idareleri, kaymakamlar, valiler, belediye başkanları o şehre hizmet eder, tanıtımını yapar. Bu festival ve şenliklerle olur. Bunların yasaklanmasıyla hizmetin engellendiğini Dersim halkı biliyor. Hiçbir zaman festival bu kadar baskılanmamıştır” dedi.

‘Bu terörize etme uygulamasıdır’

HDP Kadın Meclisi Sözcüsü Ayşe Acar Başaran da, “Bu güvenlik gerekçesi ya da en kolay uyguladıkları ‘Terörize’ etme uygulamasıdır. Uzun bir süredir halka, kadınlara, kimliklere karşı net bir düşman politikası uygulanıyor” dedi.

Dersim Dernekleri Federasyonu (DEDEF) Başkanı Özkan Tacar ise, festivalin 90’lı yıllarda köy boşaltmalarına karşı düzenlendiğini belirterek, “Bizim festival şenlik festivali değil 294 köyden 85 köyün boşaltıldığı, gıda ambargolarının yaşandığı, insanların kendi ata topraklarına giremediği, operasyonlar adı altında insanların yan yana gelmesinin engellendiği bir zamanda çıktı” dedi.

‘Hukukta olmayan yasakları ilimizde uygulamaya başladılar’

Dersim Baro Başkanı Kenan Çetin ise, kentte tüm hazırlıkların tamamlandığını hatırlatarak İçişleri Bakanlığı kararıyla yasaklamalarla maruz kaldıklarını söyledi. Çetin, “Yasaklar bizim ana temamızdı. Türkiye genelinde yasaklanan, hükümetin hizaya getiremediği sanatçılar Dersim’e çağrıldı. Hukukta, anayasada olmayan yasakları ilimizde de uygulamaya başladılar” diye konuştu.

 

OpenCampus: Türkiye’nin yanan zeytin ağacı gölgesi

Yangın sezonunun açılmasıyla Akdeniz havzasındaki ülkemiz, neredeyse her gün ufak ya da büyük çapta yangınlarla yüz yüze geliyor.

Yanan her hektarla yok olan yalnızca ormanlar, içinde yaşayan canlar, topraklarımız olmuyor: Kültürel değerlerimizi de parça parça kaybediyoruz.

Bunun son örneği, OpenCampus oldu.

Özgür bir açık akademi hayalini kolektif emek ve çabayla Urla‘daki 25 bin metrekarelik arazide hayata geçiren OpenCampus, 17 Temmuz’da çıkan yangında arazisinin yarısını kaybetti.

Sokrates‘in bir zeytin ağacının gölgesinde öğrencileriyle istişare ettiği bir fotoğrafı sunan OpenCampus, “Akademidiyor, “bazen bir zeytin ağacının gölgesidir.”

Türkiye’de ise ne yazık ki zeytin ağaçlarının gölgeleri dahi yanıyor.

OpenCampus’un dört yıllık bir geçmişi var.

Her yaz onlarca akademisyen, bilim insanı ve uzmanın atölyeler verdiği Hacknbreak kampına ev sahipliği yapmak için 2017 yılında Açık İnovasyon Derneği, ardından Bilim Kooperatifi ve gönüllü çabalarla kurulan bu ‘açık hava kampüsü’nün proje ve faaliyetlerinde son 6 yılda dünyanın her yerinden 700’den fazla bilim insanı, akademisyen ve profesyonel gönüllü oldu. 

2018 ve 2020 yılları arasında her yaz 1000 ila 1500 kişinin aynı anda kamp yapabileceği bir akademik aktivite merkezi olarak hizmet veren bu kampüs sayesinde tanışan, arkadaş olan, çeşitli ortaklıklar kuran etkinlik katılımcıları artık binlerce kişilik bir topluluk.

Türkiye’deki katılımcı, ücretsiz, nitelikli öğretim boşluğunu doldurmak için ortaya çıkan bu sivil oluşum, şimdi ise Türkiye’nin denetimsizlik ve yanlış politikalarla perçinlenen orman yangını gerçeğiyle karşı karşıya.

Oysa OpenCampus, kendi inisiyatifiyle yangını söndürebilirdi; eğer alanın şartlarını önceden gözeterek altyapısına yangın önlemlerini dahil eden plana bir kamu kurumu ‘gerek yok’ cevabını vermeyip destekleseydi…

OpenCampus’un yaşadıklarını Zehra Doruk ve Murat Küçükgirgin‘den dinledik:

“25 dönüm kadar yer etkilendi. Bizim kampüsümüzün yaklaşık yarısı.”

Öngörülebilir bir yangındı: Geri dönüşüm katliamı

Yangın, kampüsün yakınlarındaki hurda depolama amaçlı izinsiz işgal edilen alanda başladı. Rüzgarın yönü ve şiddeti sebebiyle alevler kısa sürede kampüsün arazisine ilerledi:

“Bulunduğumuz yerin çevresi iki yıl öncesine kadar orman diyebileceğimiz kadar sık ağaçlı bir alandı. Kentsel rant baskısı nedeniyle ağaçların yaklaşık yüzde 70’i kesildi ve hızla bir yapılaşma başladı. Çam ormanları, zeytinlikler ve makilikler kesilerek konut yapılıyor, yani doğal alanlar zaten orantısız bir baskı altında.”

Hızlı müdahale edilmesine rağmen yangın, şiddetli rüzgar sebebiyle üç saatte kontrol altına alınabildi. İtfaiye ekiplerinin hem karadan hem havadan hızlı müdahelesi olmasa sonuçları çok daha kötü olabilecek yangın, BilimKoop ana binasına 20 metre mesafede söndürüldü:

“Soğutma çalışmaları da bir buçuk saat sürdü. Fakat biz iki gün boyunca yanmaya devam ettik. Çünkü yangın denilen şey bir saat süren bir şey değilmiş, onu gördük. Tüm alanları iki gün boyunca taradık; ağaç kökleri, gövdelerinin iç kısımları sürekli için için yanmaya devam ediyor. Rüzgar şiddetlenince o ateş büyüyor.

Arazi, bu yaz iklim değişikliği ve çevredeki ağaç yoğunluğunun azalmasının etkilerini direkt yaşamaya başladı. Normalde Ağustos ayında olan otların tamamen kuruması, Mayıs sonunda etkisini hissettirdi.”

OpenCampus arazisinde her yaz yaklaşık on gün süren kamplar düzenleniyor.

Katılan gençler, mühendislik, tasarım, mimari gibi konularda yüz kadar gönüllü uzmandan eğitim alıp aynı zamanda AR-GE ve ÜR-GE çalışmaları yapma fırsatı buluyor.

2020’ye kadar kamplara ev sahipliği yapan kampüs, pandemi arasının  ardından yeniden gençlerle buluşmaya hazırlanıyordu.

Eğitimlerin düzenlendiği yapılar, masalar, cihazlar ve tesisat sisteminin yanı sıra, kampüsün arazisindeki zeytin, çitlembik, çam ağaçları, makilikler de yangında yok oldu.

Kampüs son günlerde, Eurovelo 8 bisiklet rotasına dahil edilen İzmir üzerinde dinlenmek ve birkaç gece geçirmek için yabancı gezginlerin de uğrak noktasıydı.

https://twitter.com/kiwiibunnyy/status/1548818988620255238?s=20&t=Ta_gmobz3JfijonBIzAj4w

Şimdi, projeyi küllerinden yaşama döndürmek için kollar sıvanıyor, destek olmak isteyenler için nasıl bir mekanizma işletileceği planlanıyor.

Zehra Doruk, “Yangınla ilk defa bu kadar yüz yüze geliyoruz, daha önce yaşadığımız şeyler haricinde yangına müdahale gibi problemleri de görebilir hale geldik” diyor. Küçükgirgin de, “Fakat bu bir yandan da bu bizleri yangının sürekli yaşanacağı gerçeğiyle yüzleştirdi” diyerek ekliyor:

“Bunun için stratejileri yeniden masaya yatıracağız, ağaçlandırma, sulama, soğutma… Kentlerde artık zaten ağaç varlığı büyük ölçüde yok edildi, bizimki gibi kent çeperlerindeki arazilerin ise sürekli iklim krizi riski altında olduğu görülüyor. Öte yandan da ormanlar daha çok insan faaliyeti sonucu çıkan yangınlar yüzünden yanıyor.”

Fakat OpenCampus, yangın riskine karşı hazırlıklı bir proje planıyla ortaya çıkmıştı. Kampüs için hazırlanan ilk projeye yangın riskleri dahil de edilmişti. 

Zehra Doruk bu süreci şöyle anlatıyor:

“2017 yılında ilk planlamayı yaparken ihtiyacımız olan altyapı sistemlerini sıraladığımızda bunlardan biri de yangındı. Ağaçlık alanda olduğumuz için önemli görerek bir yangın tesisatı kurmamız gerektiğine karar vermiştik. Bunu, kamu kurumuna sunacağımız destek projesine de dahil ettik,  kurumlara sunduğumuzda ise ‘Bu kamu ölçeğinde bir iş, bu kadar detayı neden planlıyorsunuz’ gibi cevaplarla karşılaştık.”

Eğer bu tesisata sahip olsaydık, biz bu yangını söndürebilmiştik. Çünkü ona göre bir tesisattı. Bu onaylanmış olsaydı, yan arazilerdeki yangını da söndürebilecek bir tasarım yapmıştık.

Sivil topluma söyledikleri, ‘Bu kadar büyük projelerle uğraşmayın, bu kamunun işi’. Ama burada bir boşluk var ve bizce bunu doldurmak şu an sivil toplumun işi.

OpenCampus projesi, 2010’larda eğitime sivil destek vermek isteyen akademisyen ve beyaz yakalı çalışanların önce Açık İnovasyon Derneği ve ardından Bilim Kooperatifi destekleriyle adım adım hayata geçirildi.

Kampüs, Doruk’un değindiğine benzer şekilde manifestosunda şu ifadelere yer veriyor:

Akademiler, dayatmalar ve kısa vadeli fayda beklentileri nedeniyle, her geçen gün tarihsel ve evrensel anlamını kaybediyor. Bugün, özgür, bağımsız, demokratik, holakratik işbirliğine ve üretime dönük; toplumsal ve akademik çürümenin ürettiği kültürü dışarıda tutacak “akademik sosyalizasyon alanlarına” daha çok ihtiyaç var.

Akademinin gerçekte nasıl bir yer olduğunu ve evrensel kültürünü hatırlatmak artık bir zorunluluk. Birlikte, meraklı ve çalışkan her yaştan insanın önündeki bariyerleri kaldırarak, akademiyi işbirliği ile yaşatabiliriz. İnsanlık tarihi gösteriyor ki; küçük ve başarılı modeller yaygınlaşırsa normlar oluşur, başka kişileri ve kurumları da etkiler. Etki çoğalır.

Murat Küçükgirgin de, OpenCampus’e dair şunları söylüyor:

“Bugün gençlerin nefes alabilecekleri yerler için ya bazı doktrinlere dahil olmaları ya da çok büyük paralar vermeleri gerekiyor. OpenCampus kamu desteğiyle, AB fonlarıyla değil; tamamen gönüllü çalışmayla, özellikle yaz dönemlerinde çok sıkı çalışarak oluştu. Pek çok insan yazın yıllık izinlerini burada kereste taşıyarak, duvar örerek, gönüllü marangozluk yaparak geçirdi. Aslında yapmaya çalıştığımız şeyin toplum ve kamu tarafından daha iyi anlaşılmasını bekliyoruz. Biz yine de her şeye rağmen umutluyuz.”

Birleşik Krallık’tan Sizewell C nükleer santrali inşasına onay

Birleşik Krallık‘ta hükümet daha önce planlanan Sizewell C Nükleer Enerji Santrali‘nin inşasına onay verdi. Ülkenin güneydoğusunda inşa edilecek tesisin ülkenin ‘sıfır karbon’ hedefine ulaşmasına yardımcı olacağı iddia ediliyor.

Çoğunluğu Fransız enerji şirketi EDF’e ait olan santral, Suffolk‘a bağlı bir balıkçı kasabası olan Sizewell‘de inşa edilecek.

İngiltere, denizde ‘nükleer çöplüğü’ yapmak için yer arıyor

Euronews‘in aktardığına göre, 20 milyar sterline mal olacak tesisin elektrik üretme kapasitesinin 3,2 gigavat olacağı belirtiliyor. Bu rakam, ülkenin enerji ihtiyacının yüzde 7’si anlamına geliyor ve yaklaşık 6 milyon evin enerji ihtiyacını karşılamasını hedefliyor. Tesisin 60 yıl süre hizmet vermesi amaçlanıyor.

İki reaktörlü Sizewell C, aynı bölgedeki iki nükleer santralin yanına inşa edilecek. Sizewell B 1995’ten beri işletiliyor.

İtiraz için altı hafta süre

Birleşik Krallık’ta  nükleer işletmelerin güvenlik ve emniyetinden sorumlu kurum ONR, Sizewell C’nin inşası için Mayıs 2020’de sunulan başvuruya 11 Temmuz’da yanıt vererek yalnızca iki koşul dışında bütün gereksinimleri yerine getirdiğini belirtmiş, bu iki konunun da resmi lisans verilmeden önce çözülmesini talep etmişti.

Projeye çevresel etkiler maliyetini gerekçe göstererek karşı çıkan yerel gruplar ve aktivistlerin sert muhalefeti ise sürüyor. Stop Sizewell C (Sizewell C’yi Durdur) kampanyası onay kararını dikkatlice inceleyeceklerini belirtti. Muhalif gruplar onay kararına altı hafta içinde itiraz edebilecek.

Birleşik Krallık’ın yeni enerji stratejisi açıklandı: Daha fazla nükleer, petrol ve gaz

Santralin Rusya‘nın Ukrayna’yı işgali sonrasında petrol fiyatlarının yükselmesinin ardından dünya genelinde ülkelerin dış kaynaklara olan bağımlılığı azaltma politikaları çerçevesinde açıldığı belirtiliyor. Hükümet, enerjide dışa bağımlılığı azaltmak ve artan enerji fiyatlarıyla mücadele etmek amacıyla nisan ayında sekiz yeni nükleer santral inşa edileceğini duyurmuştu. Sizewell C bu santrallerden biri.

Ülkede halen faaliyette olan 15 nükleer santral, toplam elektrik ihtiyacının yaklaşık yüzde 20’sini karşılıyor.

Kirişçi’den Venezuela Bakanı’na: Siz bu merayla dünyada bir numara olmalısınız

Türkiye’nin Venezuela’da buğday üretimine başlayacağının duyurulmasının ardından tepkiler devam ederken Tarım ve Orman Bakanı Vahit Kirişci, bugün Venezuela ziyaretinde “Sanki pizzacıdan pizza, burgerciden burger ısmarlar gibi dışarıdan yem alıp, öyle yediriyoruz. Burada her şey hazır. Bunu inşallah başaracağız” ifadelerini kullandı.

ANKA Haber Ajansı’nın haberine göre; Kirişçi, tarımsal toprak ve iklim koşullarını değerlendirmek için gittiği Venezuela’daki incelemeleri sırasında Venezuela Halkın Gücü Üretken Tarım ve Araziler Bakanı Wilmar Castro Soteldo‘ya “Siz bu merayla hayvancılıkta dünyada bir numara olmalısınız” dedi.

‘Kendi üreticini tarladan çekiyorsun, Venezuela çiftçisine para ödüyorsun’

Türkiye’nin Venezuela’da 400 bin hektar tarımsal alanda yatırım yapacağının açıklanması tartışmalara yol açmıştı. İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener de bugün Ordu’da Vahit Kirişci’nin Venezuela açıklamalarını eleştirdi.

Akşener, “Sen buğday yetiştiricisini, üreticisini tarladan çektin aldın Venezuela çiftçisine para ödüyorsun. Tarım Bakanı övünerek ne ilan etmiş biliyor musunuz? Venezuela’da yer kiralamışlar. Buğday yetiştirmek için toprak kiralamışlar. Günahtır kardeşim günahtır” dedi.

‘Oylarınızı bedava vermeyeceksiniz’

Meral Akşener, vatandaşa “Siz önce velinimet olduğunuzu bileceksiniz. Benim gibi herkesi buraya getireceksiniz karşınızda resmi tazim durduracaksınız. Oylarınızı bedava vermeyeceksiniz. Oylarınızı bizleri imtihana çekerek, en zor şartlarda, en zor imtihanlardan geçirerek vereceksiniz” tavsiyesinde bulundu ve ekledi:

“Biz uzun bir zamandır Kanada’dan, Ukrayna’dan, Rusya’dan pek çok yerden nohut, mercimek, buğday aldık, saman ithal ettik. Sırbistan’dan Venezuela’dan hayvan ithal ettik. Harcadığı paranın karşılığını alamayan ister besici, ister süt üreticisi, ister çiftçi; sonuç itibariyle çiftçilikten, besicilikten çıkar oldu.”

‘Kendi çiftçini açlığa mahkum ediyorsan ne yerlisin ne milli’

Akşener fındık üretimine ilişkin ise şu ifadelerle iktidara yüklendi:

“24 milyar lirayı Hariri’nin cebine koydunuz. Bir etapta koydunuz. Buradaki insanların vergisiydi, buradaki insanların cebinden çıkmıştı. Niye, aile dostunuzdu. 24 milyar lira! Nisan ayında gübre atamadı çiftçimiz. O gübreyi bedava verebilirdiniz. Günahtır, günah. Siz buğday üreticisini tarladan çektin aldın, Venezuela çiftçisine para ödüyorsun. Venezüella çiftçisini zengin eden o kirayla biz fındık üreticisine 74 lira verebiliriz. 74 lira vermek zorundayız. El alemin çiftçisini zengin ederken, kendi çiftçini açlığa mahkum ediyorsan ne yerlisin ne milli.”

‘Gençlerin cebinden bugüne kadar en fazla 25 lira çıktı’

Akşener ayrıca ülkedeki ekonomi yönetimini, gençlerin cebindeki paraya işaret ederek şu sözlerle eleştirdi:

“Gençlere ‘Kaç lira var oğlum cebinde’ diye soruyorum. Bugüne kadar en fazla 25 lira çıktı. Böyle bir sistem harami bir sistemdir. Böyle bir düzen harami bir düzendir. Senin çocuğun işsizken, umutsuzken, bu ülkede nefes alamıyorken; başka ailelerin çocukları ayıları-dayıları varsa emeksiz ballı maaşlara geçiniyorsa bunun adı kul hakkıdır, adaletsizliktir, hukuksuzluktur.”

Rusya Avrupa’ya gaz sevkiyatını yeniden başlattı

Rusya, 10 günlük bir aradan sonra Kuzey Akım 1 boru hattı üzerinden yeniden Avrupa’ya gaz göndermeye başladı. Baltık Denizi’nden geçen boru hattı, 11 Temmuz’da “bakım çalışmaları” gerekçesiyle kapatılmıştı.

Bugün yeniden çalışmaya başlayan hat, haziran ayından bu yana olduğu gibi toplam kapasitesinin yalnızca yüzde 40’ı oranında işliyor, yani yüzde 60’lık bir kesinti yapılıyor. Rus devletine bağlı doğal gaz şirketi Gazprom‘a göre kesintinin sebebi, Almanya merkezli Siemens şirketinin boru için gerekli türbinleri göndermekte gecikmesi.

Avrupa Birliği (AB) ülkeleri, gazın yüzde 40’ını Rusya’dan tedarik ediyor.

AB’nin yürütme organı Avrupa Komisyonu, dün üye ülkelerinin gaz kullanımlarını 7 ay boyunca yüzde 15 oranında azaltmasını önermiş;  Başkan Ursula von der Leyen, “Rusya bize şantaj yapıyor, enerjiyi silah olarak kullanıyor” demişti. Von der leyen, kıtanın Rusya’nın gazı tamamen kesmesi ihtimaline hazırlıklı olması gerektiği uyarısı da yapmıştı.

AB, üye ülkelerden gaz tüketimlerini yüzde 15 azaltmalarını istedi

2020 yılında Rusya’dan en çok gaz tedarik eden ülke olan Almanya, Rus gazına bağımlılığını yüzde 55 oranından yüzde 35’e düşürdü. Yetkililer, Almanya’nın uzun vadede Rus enerjisinden tamamen uzaklaşmayı hedeflediğini söylüyor.

Kış ayları için yeterli arzın henüz depolanmadığını açıklayan Avrupalı yetkililer farklı farklı ülkelerle anlaşma yaparak sıvılaştırılmış gaz tedarik etmeye çalışıyor.

Alman kamu yayın kuruluşu ZDF’ye göre Almanya’nın doğal gaz depolama tesisleri şu anda sadece yüzde 64 oranında dolu.

Aydın Kızılcaköy’de planlanan JES’e ikinci iptal

Aydın‘ın Kızılcaköy ilçesinde açılmak istenen ve toplam 120 kuyuyu kapsayan Sarı Zeybek Jeotermal Santrali (JES) için ikinci kez iptal kararı çıktı.

Kızılcaköy Çevre ve Dayanışma Derneği‘nin Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı‘nın proje için verdiği ‘ÇED Olumlu’ kararına karşı açılan davanın 5 Temmuz’daki duruşmasında Aydın 1. İdare Mahkemesi, uzman bilirkişi raporlarına da yer verdi.

Bilirkişi: Aydın’da planlanan yeni JES için ÇED raporu yeterli değil

Beş köyün arazisinde yapılmak istenen ve 54MWe olarak planlanan JES için açılacak kuyuların bir kısmı köydeki evlere 100-140 metre yakında bulunuyor. Aydın’ın içme suyunu karşılayan İkizdere Barajı’na da çok yakın planlanan kuyuların tamamı birinci sınıfı tarım arazileri ve incir bahçelerinin içinde yer alacaktı.

İdare Mahkemesi’nin gerekçesinde şu ifadeler yer aldı:

“…. İmar planı konusunda 3 adet kurum görüşünün olumsuz olduğu, santralin ve ruhsat sahasının yerleşim yerlerine yakınlığı sebebiyle yer seçiminin uygun olmadığı, santralin mevcut imarlı bir yola cepheli olmadığı, 5-6 metre genişliğindeki kadastral yoldan cephe aldığı, Dağ tarafının tamamen zeytin ağaçları ile kaplı olduğu, Santral yapılması planlanan alanın, gelişme konut alanı olduğu, 18 adet (10 üretim, 8 reenjeksiyon) sondaj kuyusu planlandığı için nihai ÇED dosyasında bahsedilen miktarın yaklaşık 18 katı daha fazla Çamur Havuzuna ihtiyaç olduğu, projenin gerçekleştirileceği alanın içerisindeki sondaj noktaları 18 adet olup her sondaj alanının 10.000 m² alanı kapladığı, 18 adet x 10.000 m² = 180.000 m²’lik alandan bitkisel toprak sıyrılacağı, dava konusu alanda vatandaşlar tarafından açılan sulama amaçlı yeraltısuyu kuyuları genel olarak ovadaki alüvyon birim üzerinde açıldığı, bu birimde yeraltısuyu derinliklerinin 50 m civarında olduğunun keşif esnasında vatandaşlar tarafından beyan edildiği, dava konusu “Sondaj Yöntemi ile Jeotermal Kaynak kapasite artış faaliyeti projesinin” Coğrafi Konum, Jeolojik ve Hidrojeolojik Özellikler dikkate alındığında yeraltı suyunu ve su kaynaklarını olumsuz etkileyeceği, proje sahasının; Efeler İlçe merkezine 8 km, İncirliova İlçe merkezine 1,5 km, Dereağzı, Kızılcaköy ve Gerenkova Mahalleri ile iç içe olduğu ve 3 km mesafede İkizdere barajının bulunduğu, aynı zamanda planlanan proje sahasında 2000 yılından bu yana büyüklüğü M > 5.0’de olan 12 deprem olduğu ve bu ölçekte son 100 yıllık periyotta 62 deprem yaratan tektonik hareketliliğin oldukça fazla olduğu bir alan olduğu, bu sebeple, dava konusu JES projesinin; olası deprem durumunda yeraltı suyunu ve su kaynaklarına zarar verebileceği, makine mühendisliği açısından nihai ÇED Raporu kapsamında değerlendirme yapıldığında, olumsuz bir durumun söz konusu olmadığı ancak, yer seçimi yönünde diğer bilirkişilerle birlikte yapılan değerlendirme sonucu çevreye olumsuz yönde etkilerinin fazla olacağı, kurum görüşlerinde de belirtildiği gibi proje sahasının çok yakınlarında kamu tarafından yoğun bir şekilde kullanılan konut, eğitim ve park, rekreasyon alanlarının bulunduğu, söz konusu alandaki parsellere yaklaşık 250 m mesafede bölge halkanın içme ve kullanma sularının sağlandığı derin kuyuların bulunduğu, santral alanı ve kuyu alanlarının I. ve II. sınıf tarım arazilerine kurulmasının planlandığı, bu alanlarda tarımsal üretimin gerçekleşmesini engelleyeceği ve özellikle zeytin ağaçlarının çiçeklenme dönemi olan Nisan ayı sonu ve Mayıs ayı başlarında işletmenin kuruluş aşamasında çıkacak tozun, bitkilerde tozlaşmayı engelleyerek, zeytin ağaçlarının generatif özelliklerini olumsuz etkileyeceği, projenin uygulanacağı saha ve coğrafya bir bütün olarak değerlendirildiğinde, gerek canlı ve bitki çeşitliliği ve gerekse de Aydın İlinin ve projenin uygulanacağı sahanın tarımsal potansiyeli ile projenin olası etkileri dikkate alındığında anılan risk ve etkiler sebebiyle dava konusu ÇED olumlu kararı işleminde hukuka uyarlık bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır.”

JES, hava ve su kirliliği, maden kıskacında can çekişen bir tarım kenti: Aydın

Mahkeme, kararın ikinci kez iptaline karar verdi.

Cengiz İnşaat’tan Bodrum hikayesi: Önce bir firma aldı, sonra biz firmayı aldık, Danıştay kararı bizi etkilemiyor

Bodrum’un en değerli bölgesinde yer alan 678 bin metrekarelik araziyi Özelleştirme İdaresi’nden satın alan Cengiz İnşaat, villa ve otel inşaatına başlıyor. Projeyle ilgili yaşanan tartışmalar üzerine Cengiz İnşaat’tan konuya ilişkin açıklama yapıldı. Cengiz İnşaat tarafından yapılan açıklamaya göre; Cennet Koyu’ndaki projeye ilişkin süreç Osmanlı tapusundan özelleştirmeye, plan değişikliğinden firma satın almaya kadar birçok aşamayı içeriyor. 

Sözcü’nün haberine göre; projenin yükseleceği araziyi Özelleştirme İdaresi’nden 2012’de satın alan Cengiz İnşaat, yaptığı açıklamada Danıştay’ın aldığı özelleştirme ihalesinin iptaline yönelik kararının kendilerini etkilemediğini savundu. Ancak bunun hukuken nasıl mümkün olduğu açıklamada yer almadı.

Önce Osmanlı tapusu, sonra Hazine arazisi

Cengiz Holding’in Cennet Koyu’nda sahip olduğu arazinin Muğla İli, Bodrum İlçesi, Gölköy, Göl Mahallesi 107 Ada 1 parselde (eski 423 parsel) kayıtlı bulunan taşınmaz olduğunun belirtilmesiyle başlayan açıklamada Osmanlı tapusuna dair şunlar söyleniyor:

“Bu taşınmaz, Maliye Hazinesi‘ne aitken, 01.06.2010 tarih ve 2010/31 sayılı Özelleştirme Yüksek Kurulu kararı ile özelleştirme kapsam ve programına alınmıştır. Özelleştirme kapsamına alınma kararına karşı açılan dava, Danıştay tarafından reddedilmiştir ve bu karar kesinleşmiştir. Bodrumlu bazı vatandaşların özelleştirme ihalesi öncesinde Osmanlı tapusundan kaynaklı olarak arazide hak iddiaları olmuş ise de Kadastro Mahkemesinde görülen bu dava, Hazine lehine kesinleşmiş ve arazi, bu dava sonucunda Hazine adına tescil edilmiştir.”

Sit statüleri de bulunan arazi 277 milyon TL’ye Bodrumbir A. Ş.’ye satılıyor

Parselin bulunduğu alanın, 1990’lı yıllardan beri imar planlarında turizm alanı olarak belirlendiğinin ifade edildiği Cengiz Holding’in açıklamasında “Özelleştirme İdaresi Başkanlığı da 2012 yılında buna göre yeni bir imar planı hazırlamıştır ve bu imar planı halen yürürlüktedir. Bu imar planı hazırlandıktan sonra tescilli sit statüleri ile birlikte taşınmazın özelleştirme ihalesi yapılmış ve taşınmaza 277.000.000-TL (o dönemki kur ile 152 milyon ABD Doları) teklif veren Alıcı, ihaleyi kazanmıştır. İhale sonrasında Alıcı’nın sahip olduğu bir şirket olan Bodrumbir Turizm Yatırım A.Ş. ile Özelleştirme İdaresi Başkanlığı arasında Satış Sözleşmesi imzalanmıştır” deniliyor.

Araziyi alan Bodrumbir firmasını da Cengiz İnşaat alıyor

“İhale işleminin iptali için Danıştay’da idari davalar açılmış ise de o dönemde taşınmazın tapudan devrini önleyecek bir yürütmenin durdurulması veya iptal kararı verilmemiş ve Bodrumbir A.Ş., ihale bedelini ödeyerek taşınmazın tapusunu devralmıştır” denilen açıklamada Bodrumbir’in de Cengiz İnşaat tarafından satın alındığı şu sözlerle anlatılıyor:

“Bodrumbir A.Ş. daha sonra Şirketimiz Cengiz İnşaat San. ve Tic. A.Ş. tarafından devralınmış ve taşınmazın mülkiyeti bu şekilde Şirketimize intikal etmiştir.”

‘Danıştay’ın kararı şirketimizin mülkiyetini etkilememektedir’

Cennet Koyu’nda yapılması istenen projeye gösterilen tepkilere ilişkin ise Cengiz İnşaat’ın açıklaması şöyle:

“Kamuoyunda son dönemde yer alan paylaşımların aksine şu anda bu konu hakkında Danıştay’da devam eden herhangi bir dava bulunmamaktadır. Özelleştirme ihalesinin iptaline ilişkin olarak taşınmazın Alıcı’ya devrinden çok sonra verilmiş olan Danıştay kararı, hukuken Şirketimizin parseldeki mülkiyet hakkını etkilememektedir.”

Bodrum Kaymakamlığı Sualtı Arkeoloji Müzesi Müdürlüğü rapor hazırladı, arkeolojik buluntu yok’

Bölgede ayrıca arkeolojik eserler olduğu yönünde yapılan tepkilere ise Cengiz İnşaat tarafından şu yanıt veriliyor:

“Arazinin tapusunun Şirketimize devrinden sonra 2013 yılında, arsa üzerindeki olası yapılaşma alanında 157 ayrı noktada sondaj yapılmış ve sondaj sonucunda; Bodrum Kaymakamlığı Sualtı Arkeoloji Müzesi Müdürlüğü tarafından araziyle ilgili 24.01.2014 tarihli bir rapor hazırlanmıştır. Rapora göre, sondaj yapılan bu 157 noktanın hiçbirinde herhangi bir arkeolojik buluntuya rastlanmamıştır. Bu raporda ayrıca sosyal medyada paylaşılan ve Şirketimizin parselinden çıktığı iddia edilen buluntuların parselde gerçekleştirilen bir sondaj ya da kazıda ortaya çıkmadığı kesin olarak tespit edilmiştir.”

Sit alanı Cengiz İnşaat’a emanet edildi…

Cengiz İnşaat tarafından arazinin imar durumuna ve sit alanı içerisinde bulunmasına ilişkin de şunlar söylendi:

“Ayrıca parselin yapılaşmaya şu anda açıldığı ve imar planının Mahkemece iptal edildiğine ilişkin iddialar gerçek dışıdır. Nitekim yukarıda bahsedildiği üzere arazinin geçerli imar planı, özelleştirme ihalesinden önce 2012’de yapılmış olup kesinleşmiştir ve halen yürürlüktedir. Özelleştirme ihalesinden sonra arazinin imar durumunda herhangi bir değişiklik yapılmamıştır.

Arazideki 1. derece arkeolojik sit alanı olarak tescilli olan kısım ayrı bir parsel olarak tapuya tescil edilmiştir. Kanun gereği bu 1. Derece arkeolojik sit alanında herhangi bir yapılaşma zaten mümkün değildir. Bu sit alanı Şirketimizce aynı şekilde korunacaktır.”

‘Orada ağaç yok, parsele biz ağaç dikeceğiz’

Cengiz Holding açıklamasında Cennet Koyu’nun fotoğraflarındaki ağaçların parsele ait olmadığı söylenip parsele ağaç dikeceklerini belirtildi:

“Sosyal medyada yer alan ve ormanlık olarak görünen Cennet Koyu fotoğrafı, Şirketimizin parseline ait değildir. Şirketimizin parseli ormanlık alan olmayıp ekteki fotoğrafta da görüldüğü üzere taşlık arazidir ve bu nedenle, parselde gerçekleşecek projede herhangi bir ağaç kesimi söz konusu değildir. Sit statülerine ve imar planına uygun olarak gerçekleştirilecek bu proje kapsamında parsele 50.000 adet ağaç dikilecektir. Parselde gerçekleştirilecek projede, yürürlükte bulunan imar planı hükümlerine, ilgili resmi kurum kararlarına, sit mevzuatı ile ilgili diğer mevzuata uygun davranılacak olup Şirketimiz, kamuoyunu her aşamada bilgilendirecektir.”

Ne olmuştu?

Cengiz İnşaat’ın, daha önce de girişimlerde bulunduğu Bodrum Cennet Koyu’nda otel ve villa inşa etmek için dünyaca ünlü lüks marka Bulgari ile anlaştığı iddia ediliyor. Cengiz Holding bünyesindeki şirket, kamu arazisini 2012’de satın almış; Danıştay, arazinin özelleştirme kararını iki kez iptal etmişti.

‣ Cengiz Holding, Cennet Koyu’ndan vazgeçmiyor: Otel ve villa projesi için anlaştı

Araziyi satın almak için Ziraat Bankası’ndan çekilen 277 milyon TL krediye usulsüz krediye dair suç duyurusu başlatılmış, fakat takipsizlikle sonuçlanmıştı.

Geçen yıl Haziran ayında, projenin diğer ortağı Fettah Tamince’nin şirketi Bodrum bir Turizm Yatırım A.Ş, ayrılmış, şirket Eylül 2021’de Cengiz İnşaat ile birleşti.

Cennet Koyu, Üçüncü Derece Arkeolojik Sit Alanı ve koruma alanı içerisinde bulunuyor. Bölge ayrıca Akdeniz foku, çizgili yunus ve deniz kaplumbağalarının da yaşam alanı.

Şirket Ocak 2021 yılında Cennet Koyu’nda dört adet mendirek yapısıyla iki adet plaj yapmak için ÇED başvurusunda bulunmuş, çevre aktivistleri inşaatın yapılmaması için imza kampanyası başlatmıştı.

‣ Cennet Koyu’nda yapılacak projeye karşı imza kampanyası başlatıldı