Ana Sayfa Blog Sayfa 833

Boğaziçi Üniversitesi direnişe devam ediyor: Vazgeçmiyoruz

Boğaziçi Üniversitesi akademisyenleri, bugün de atanmış rektör ve üniversite yönetimine karşı 565’inci kez bir araya geldi.

Yoğun sıcağa karşı şemsiyelerle direnişlerini sürdüren akademisyenler 380’inci kez rektörlük binasına sırt çevirdi.

Bugün, Naci İnci’nin Boğaziçi Üniversitesi’ne rektör olarak atanmasının 330’uncu, 30 Temmuz günü gerçekleştirilen destek oylamasında akademisyenlerin yüzde 95 oranında rektör adaylığına karşı olduğu açıklanan İnci’nin Matematik Bölümü tam zamanlı öğretim üyesi Mohan Ravichandran’ı hiçbir gerekçe göstermeden dönem ortasında görevden almasının ise 249’uncu gününe gelindi.

Fotoğraf: Can Candan

Boğaziçi Üniversitesi akademisyenleri haftanın her iş günü olduğu gibi bugün de 12:15’te #KabulEtmiyoruzVazgeçmiyoruz diyerek arkalarını 380. kez rektörlük binasına döndüler.

Akademisyenler nöbet boyunca ellerinde “Kabul Etmiyoruz”, “Vazgeçmiyoruz” ve “Özerk, Özgür, Demokratik Üniversite” yazan dövizler taşıdılar.

Fotoğraf: Can Candan

‘Gayrimeşru yönetime karşı hukuk mücadelemizi kazandık’

Boğaziçi Üniversitesi akademisyenleri 380. nöbetlerinin ardından haftanın her son iş gününde olduğu gibi haftalık açıklamalarını okudular:

“Bu haftaya gayrimeşru yönetime karşı yürüttüğümüz hukuk mücadelesi adına umut verici bir gelişmeyle başladık. Yargı, hocamıza yeni tebliğ edilen 31 Mayıs 2022 tarihli kararı ile yaklaşık bir yıl önce Naci İnci’nin hocamız Can Candan’ın görevine son vermesini hukuksuz bularak, iptal etti.

Fotoğraf: Can Candan

Can hocamızın yoksun bırakıldığı özlük haklarının ve maddi mağduriyetinin tazmin edilmesine karar verildi. Emsal niteliğinde olan bu karar ile yargı, bir kez daha Naci İnci ve yönetiminin gerek akademisyenlerin gerekse öğrencilerin haklarını çiğneyen bu düşmanca uygulamalarının hukuksuzluğunun altını çizdi. Bu vesileyle, hocamız Can Candan’ın hali hazırda gecikmiş atamasının derhal yapılmasını talep ediyoruz. Bu karar bizlere özgür, özerk ve demokratik üniversite idealinin gerçekleşmesi için yılmadan verdiğimiz mücadelede güç veriyor. Kararın hukuksuzlukların yaşandığı tüm üniversitelerdeki meslektaşlarımızla dayanışmayı ve ortak mücadelemizi kuvvetlendireceğini umut ediyoruz.

Hukuk Fakültesi reklamı

Lisans eğitimine 2022 yılı sonbahar döneminde başlayacak öğrenci adayları için üniversitemizde düzenlenen tanıtım günleri başladı. Boğaziçi Üniversitesi’nin resmi web sayfasında Hukuk Fakültesinin de tanıtımının yapılmasını kayyım yönetiminin sorumsuz bir tasarrufu olarak görüyoruz.

Fotoğraf: Can Candan

Hatırlanacağı üzere Hukuk Fakültesinin kurulacağı, kayyım Melih Bulu döneminde Şubat 2021 tarihinde üniversitemizin teamülleri usulsüzce çiğnenerek, bileşenlerinin onayı alınmaksızın ve bilimsel bir ön hazırlık dahi yapılmadan ilan edilmişti. Kuruluş kararının yasadışı ve hukuksuz olması nedeniyle iptal edilmesini talep eden dava henüz sürmekteyken, Hukuk Fakültesiyle ilgili yapılan bu tanıtım kampanyasının gelecekte öğrenciler açısından büyük mağduriyetlere yol açacağından kaygı duyuyoruz. Bu nedenle öğrenci adaylarının üniversitemizde eğitim alacakları bölümleri seçerken bilimselliğe, liyakata, uzmanlığa ve hukuka saygı göstermeyen bir tercihte bulunmamalarını temenni ediyoruz.

‘Görevden uzaklaştırılan akademisyenler ve Bilgi İşlem Merkezi çalışanının yanındayız’

10 Haziran tarihinde kayyım yönetiminin üniversitemiz veri tabanlarının erişime açılması konusundaki usulsüzlüklerini ifşa eden Bilgi Teknolojileri Komisyonu üyesi 4 hocamızın kurul üyeliklerinin sonlandırıldığını, bu hocalarımız hakkında disiplin soruşturması başlatıldığını ve savcılığa suç duyurusunda bulunulduğunu öğrenmiştik. 16 Haziran’da ise Bilgi İşlem Merkezi denetleme görevlerini hakkıyla yapan bu 4 hocamız, yani Tuna Tuğcu, Emre Otay, Yavuz Akpınar ve İbrahim Semiz 3 ay süreyle görevden uzaklaştırma cezası almışlardı.

Fotoğraf: Can Candan

Hocalarımızın yanı sıra bir BIM çalışanı ve aynı zamanda üniversitemiz Bilgisayar Mühendisliği doktora öğrencisi olan Levent Altay’ın da sözleşmesi usulsüzce feshedilmişti. Levent Altay’ın, sadece doğruları söylediği, yani kayyım rektörlüğün iddia ettiğinin aksine BTK üyelerinin zorla evrak gaspı yapmadığını  üniversite kamusuyla paylaştığı için idari görevinden alındığını biliyoruz.

Haksızca idare görevine son verilen Levent Altay üniversitemiz öğrencisi olmaya devam etmektedir. Buna rağmen Altay’ın kampüse girişi ve her öğrencinin eğitim hakkı dahilinde olan hizmetlere erişimi engellenmektedir. Gayrimeşru idareye hatırlatmak isteriz: eğitim hakkı anayasal bir haktır, gasp edilemez. Hocamız Tuna Tuğcu ve öğrencimiz Levent Altay’ın yanındayız. BTK üyesi diğer üç hocamız gibi Tuna Tuğcu ve Levent Altay’ın da görevlerine derhal iade edilmelerini talep ediyoruz.

Fotoğraf: Can Candan

Kayyım yönetimi hükümete yakın medya kanallarını mobilize ederek üniversitemiz hocalarını karalamaya ve hedef göstermeye devam ediyor. Zorbalıklarına, keyfî ve baskıcı yönetimine boyun eğmeyen tüm bir kurumu cezayla ve cebren idare edebileceğini düşünen Naci İnci ve kurum dışından devşirdiği yandaşlarına her hafta olduğu gibi süregiden hukuksuzluklara dair yaptığımız çağrımızı yineliyoruz:

‘Yılmadan mücadelemize devam edeceğiz’

Üniversitedeki gayrimeşru uygulamalar bir an önce sona ermelidir. Üniversitemizdeki tüm fakülte dekanları, enstitü müdürleri ve yüksek okul müdürü seçimle göreve gelmeli ve seçilmiş kurullarla denetlenebilmelidir. Şeffaf ve demokratik yollardan belirlediğimiz ve haksızca işlerine son verilen dekanlarımız bir an önce görevlerine iade edilmelidir. Atama ve yükseltme kriterleri hiçe sayılarak, bölüm ve fakültelerin onayı alınmadan, tepeden inme kararlarla yapılan tüm atamalar gayrimeşrudur, geri alınmalıdır.

Fotoğraf: Can Candan

İşlevsizleştirilen Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi ve Cinsel Tacizi Önleme Koordinatörlüğü işinin ehli çalışanlarıyla birlikte bir an önce tekrar faal hâle getirilmelidir. Gayrimeşru yönetim tarafından gerekçesiz şekilde el konulan İstanbul Matematiksel Bilimler Merkezi binası eski işlevine kavuşturulmalı, yeniden araştırmacıların kullanımına sunulmalıdır. Naci İnci ve yönetimi ile bugüne kadar hukuksuzca kadrolaşmış tüm isimlerin istifasını talep ediyoruz. Fakülte ve bölüm kararları yok sayılarak işine son verilen ve dersleri iptal edilen meslektaşlarımızın haksızca uzaklaştırıldıkları işlerine iade edilmelerini, ayrıca öğrencilerimiz, akademik ve idari personelimiz hakkında mesnetsiz gerekçelerle açılmış tüm disiplin soruşturmalarının geri alınmasını bir kez daha talep ediyoruz. Üniversitemizi yılmadan ve kararlılıkla savunmaya devam edeceğiz.

Türkiye’de özgür, özerk, demokratik ve katılımcı ilkelere dayalı bir üniversite ideali gerçekleşene kadar,

Kabul Etmiyoruz, Vazgeçmiyoruz.”

Aliağa’daki zehir: Brezilya’nın asbestli gemisinin son durağı nasıl Türkiye oldu?

Haber: Melisa GÖNEN

*

İZMİR – Brezilya donanmasına ait NAe Sao Paulo isimli nükleer uçak gemisinin söküm işleminin gerçekleştirilmesi için İzmir Aliağa’daki gemi söküm tesislerine getirilecek olmasına karşı tepkiler büyüyor.

Gemideki asbest tehlikesine dikkat çeken uyarılarda bulunan uzmanlar, gemide asbestin yanı sıra ağır metaller, ağır yağlar, zehirli gazlar, hidrokarbonlar, radyoaktif maddeler, vektörler, balast suyu, PCB, PPB, PC gibi zararlı maddelerin de barındığını ifade ediyor. Geminin 12 Nisan 2021 tarihinde açık artırmayla Türkiye’deki gemi söküm tersanesi SÖK Denizcilik ve Tic. A.Ş. tarafından devralındığı ve firmaya geminin sökümü için Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı tarafından 30 Mayıs 2022’de izin verildiği biliniyor.

Gemi sökümü pazarında en ucuz ülkelerden biri: Türkiye

Gemi sökümü pazarında Bangladeş, Pakistan ve Hindistan’la birlikte en ucuz ülkeler arasında Türkiye de yer alıyor.

Aliağa’da sökümü yapılmak istenen Sao Paulo’nun ilk kez 1960’ta denize indirildiği biliniyor. 1963’te Fransız donanmasına FS Foch adıyla hizmet vermeye başlayan gemi 2000’de amiral gemisi görev tanımıyla Brezilya’ya transfer ediliyor.

Brezilya donanması verilerine göre denizde 206 gün geçiren ve toplamda 85 bin 334 km mesafe alan gemide yaşanan teknik sorunların çözümünün maliyetli olmaya başlaması nedeniyle hurdaya çıkmasına karar veriliyor. Ancak geminin akıbetini değiştirmek için Foch uçak gemisinin gazileri tarafından bir imza kampanyası başlatıldığı da biliniyor.

NAe São Paulo gemisi

Politikacılara, Fransız halkına ve ulusal donanmaya taleplerini iletmek için Foch uçak gemisi gazileri tarafından hazırlanan ve imza kampanyalarının düzenlendiği MesOpinions isimli sitede yayımlanan dilekçede şunlar yazıyor:

“Eski gemimiz hurdaya çıkıyor. Brezilya donanmasının artık eski güzel uçak gemimiz Foch’u koruma imkanı yok. Neden onu Fransa’ya geri getirip derneklerin yardımıyla bir Fransız limanında bir müze, konferans salonu veya başka bir şey yapmıyorsunuz. Donanma gazileri ile harika şeyler yapılabilir. Uçak gemisi Foch saygımızı hak ediyor ve kurtarılmayı hak ediyor. İmza için teşekkürler!”

‘Bakan değil dokuz ton asbesti dokuz kilo asbesti bile savunmamalı’

Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Murat Kurum, 20 Mayıs 2021’de TBMM’de verilen bir soru önergesine verdiği cevapta, Aliağa’da son beş yılda 714 geminin söküldüğünü ve bunun sonucunda yaklaşık 250 tonu asbest olmak üzere, 74 bin 325 ton tehlikeli atığın bertaraf edildiğini belirtti.

Sökümü yapılmak istenen NAe Sao Paulo isimli geminin ise Aliağa’da son 5 yılda sökülen 714 gemiden yüzde 140 daha fazla asbest bulundurduğu ifade ediliyor. Bakan Kurum, gelen gemide 900 ton asbest olduğu iddiasına, “Gelen gemide söylendiği gibi 900 ton değil, dokuz ton asbest var. Gemi uzun süre beklediği için iddialar üzerine biz uluslararası uzmanlara ayrıca incelettik. Basel Sözleşmesi’ne göre riskli bir durum tespit edilmedi. Böyle bir geminin sökümünü dünyada yalnız iki ülke yapabiliyor. Hindistan ve Türkiye’de Aliağa” şeklinde yanıt verirken Türk Tabipleri Birliği sosyal medya üzerinden yaptığı bir paylaşımda “Bakan değil dokuz ton asbesti dokuz kilo asbesti bile savunmamalı” dedi.

Yasaklandı ama hala tehlikeli

Farklı alanlardaki uzmanlar tarafından asbest üzerine yapılan onlarca açıklama bu maddenin tehlikeli olduğuna işaret ediyor. Peki asbest nasıl bir madde?

Türk Toraks Derneği’nin hazırladığı bir içeriğe göre asbest (amyant), beyaz toprak olarak da bilinen, ısıya, aşınmaya, kimyasal maddelere oldukça dayanıklı, yapısal özellikleri açısından esnek, lifli yapıda bir mineral.

Asbest sanayide pek çok endüstri kolunda kullanılmış olsa da sağlığa olan olumsuz etkileri nedeniyle 29 Ağustos 2010 tarihinde, 27687 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan ve 31 Aralık 2010’da yürürlüğe giren ‘Bazı Tehlikeli Maddelerin, Müstahzarların ve Eşyaların Üretimine, Piyasaya Arzına ve Kullanımına İlişkin Kısıtlamalar Hakkında Yönetmelikte Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik‘ ile de tamamen yasaklanmış durumda. Ancak daha önceden kullanıma girmiş olan ve bünyesinde asbest barındıran maddelerin sökümü, yıkımı, tamiratı, bakımı, geri dönüşümü sırasında pek çok sektörde işçiler asbeste maruz kalmaya devam ediyor.

ILO (Uluslararası Çalışma Örgütü), her yıl en az yüz bin insanın asbest kaynaklı nedenlerle hayatını kaybettiğini açıklıyor. Asbeste maruz kalma nedeniyle oluşan hastalıklar, 20 ila 40 yıllık bir kuluçka süresinden sonra ortaya çıktıklarından bu hastalıkların meslek hastalığı olarak takibi ve tanısı zorlaşıyor.

Uluslararası Kanser Araştırmaları Ajansı, Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ/WHO) ve Uluslararası Çalışma Örgütü (UÇÖ/ILO) tarafından “kesin kanserojen” olarak tanımlanan asbest kullanımının yasaklanması ve işyeri ortamında yarattığı maruziyetlerin engellenmesi için küresel çağrılar yapılmaya devam ediliyor.

Uluslararası Asbest Yasağı Sekreterliği (IBAS) resmi internet sitesi asbest kullanımını yasaklayan ülkelerin listesine yer veriyor. Listelenen bazı ülkelerde küçük kullanımlar için muafiyetlere izin verildiği ancak, listelenen tüm ülkelerin her tür asbestin kullanımını yasaklamış olması şartını taşıdığı belirtiliyor. Ek olarak asbestin inşaat, yalıtım, tekstil vb. gibi tüm genel kullanımının açıkça yasaklanmasını sağlamaya çalıştıkları ifade ediliyor.

‘Bakanlık elindeki raporları kamuoyu ile paylaşsın’

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 56. maddesine göre ise “Herkes sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir. Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek Devletin ve vatandaşların ödevidir.”

 

Yeşil Gazete’ye konuşan Halk Sağlığı Uzmanı Ahmet Soysal, Sao Paulo gemisinin sökülmesini istememesinin nedenlerini şöyle anlatıyor:

“Bu geminin şu anda bakanlığın elinde olduğunu düşündüğümüz raporları tam olarak açıklanmıyor. Bakanlık, IHM raporu dediğimiz bu raporu kamuoyu ile paylaşmıyor. Biz şunu talep ediyoruz, bakanlık elindeki raporları kamuoyu ile açık ve net bir şekilde paylaşsın. Gemi Brezilya’daki limandan çıkmadan önce uluslararası bağımsız akredite bilim insanları tarafından gerçek anlamda bir tehlikeli atık taraması yapılsın.”

Gemide 600 ton ile 900 ton arası asbestin ötesinde birçok toksik madde bulunduğunu ifade eden Ahmet Soysal, geminin içinde kilometrelerce kablo olduğunu, o kabloların izolasyonun plastikle yapıldığını belirterek plastik kirliliği riskine de dikkat çekiyor.

Saç telinden ince olan asbest lifleri solunum yoluyla alınıyor. Asbest liflerinin akciğer hasarına neden olduğu, mezotelyoma adı verilen akciğer zarı kanserine yol açtığını Kanser Araştırmaları Enstitüsü raporlarında belirtiliyor.

Aliağa söküm tesislerinde, izolasyon sistemlerinin kullanılmadığını ve çalışanların koruyucu malzemelerle önlem alamadığını ifade eden Soysal, “Gemiden kesilen parçalar, kurşunlu boyalarla çelik haddehanesine götürülüp eritiliyor. Bunların hepsi işçi sağlığını olumsuz etkilerken atmosfere de karışıyor. Bu tesislerin yakınındaki Menemen Ovası da olumsuz etkileniyor. Burada tarım yapılıyor, ovada oluşacak kirliliğin besin zincirine ve su kaynaklarına olumsuz etkisi var” diyor.

‘Her ülke kendi gemisinin sökümünden sorumlu olmalı’

Ahmet Soysal, Aliağa’da kurulu olan gemi söküm tesislerinin kirleticiliğinin tartışmaya açılmasını umduklarını belirtiyor:

“Denizlerde dolaşan binlerce gemi var. Bunlar ekonomik ömrünü dolduracak, sökülecek. Bizim yaklaşımımıza göre her ülke, kendi gemisini kendi sökmeli. Türkiye, Hindistan, Pakistan gibi ülkelerin üzerine bu işin atılmamasından yanayız. AB, samimi olmayan politikalar güdüyor. AB’nin Türkiye’de sertifikasyon yaptığı birçok gemi söküm tesisinde yaşanan iş kazalarını İSİG Meclisi sosyal medya üzerinden açıkladı”

İSİG Meclisi’nin sosyal medya üzerinden yaptığı açıklamaya göre, “Gemi söküm işçilerinde meslek hastalıkları 1976’dan beri kayıt altına alınmıyor. AB sertifikalı tersaneler dahil meslek hastalıkları gizleniyor. Son yıllarda sökülen gemilerdeki asbest miktarlarına dair açıklamalar gerçekçi ve inandırıcı değil”.

AB’nin kendi yaşam alanlarını kirletmeden gemi sökümlerini yaptırabileceği ülke arayışını sürdürdüğünü ve Türk Tabipleri Birliği olarak Sao Paulo gemisi aracılığıyla bu durumun tartışamaya açılmasını istediklerini belirten Soysal sözlerini şöyle sonlandırıyor:

“Sorun sadece Sao Paulo değil. Gemi söküm tesisleri ve bu anlamda yüzen tehlikeli atıkların Türkiye’ye ithali bir sorun. Bu sorun tartışılarak kesin ve net bir çözüme bağlanmalı.”

‘Deniz biyoçeşitliliği zarar görecek’

Aliağa Çevre Platformu (ALÇEP ) üyeleri arasında bulunan Biyolog Özgül Çağlar ise midyelerin, denizanalarının biyolojik fonksiyonlarının bozulacağını, deniz biyoçeşitliliğin zarar göreceğini ifade ediyor.

Çağlar “Gemilerin dışını kaplayan ve gemi yüzeyine canlı tutunmasını engelleyen boyalar, söküm sürecinde çevreye yayılacak. Bu gemi kapalı havuz sistemlerinde sökülmeyecek, bu sistemler çok maliyetli. Geminin Türkiye’de sökülmek istenmesinin sebebi de söküm işlemini ucuza mal etmek” diye konuşuyor.

Geminin Aliağa’ya getirilip sökülmesine karşı birçok bileşenin imzacı olduğu basın açıklaması ALÇEP öncülüğünde geçtiğimiz günlerde gerçekleştirildi.

HDP İzmir Milletvekili Serpil Kocabay ve İzmir Büyükşehir Başkan vekili Mustafa Özuslu’nun basın açıklaması öncesi yaptığı konuşmaya orada bulunan katılımcılar da slogan atarak destek oldu. Geminin Aliağa’da sökümünün gerçekleşmeden geri gönderilmesi talebiyle imza toplandı.

Konuşmasına İzmir Belediye Başkanı Tunç Soyer’in çevre katliamlarına karşı duyarlı kuruluşlara gönderdiği selamı ileterek başlayan İzmir Büyükşehir Başkan vekili Mustafa Özuslu şunları söyledi:

“Bugün, Brezilya’dan gönderilen bir zehir gemisinin burada yapacağı çevre tahribatını engellemek üzere bir araya gelmiş durumdayız. Bir yıl önce İzmir Büyükşehir Belediyesi Meclisi’nde bizler ve sayın başkanımız tarafından bu konu dile getirilmişti. Eğer bu gemi buraya gelirse biz bu geminin buraya girmesine de sökülmesine de izin vermeyeceğiz dedik. İzmir Belediyesi’nin meclis tutanaklarına bunlar geçmişti.”

‘Herkesin sokaklara dökülmesi lazımdı’

Meselenin sadece asbest miktarıyla ilgili olmadığını dile getiren Özuslu, “O geminin içinde barındırdığı asbestin kaç kilo olduğuyla ilgilenmiyoruz. İster 900 ton olsun ister dokuz gram olsun, asbest denilen bela gramıyla ilgili bir şey değil. Onun niçin burada sökülmek istendiğiyle ilgiliyiz. Niçin dünyada sadece iki ülke bu ayıbı taşıyor, bununla ilgileniyoruz” dedi.

Basın açıklaması sonrası Yeşil Gazete’ye konuşan ve 25 yıldır Aliağa’da yaşayan Hilal Yaşar isimli vatandaş, Aliağa’daki hava kirliliği gibi çevre sorunlarının farkında olduğunu ve mecburen burada yaşadığını ifade ederken basın açıklamasına katılımın beklediğinden az olmasına sitem etti:

“Aslında buralı olmamama rağmen Aliağa güzel, sevdiğim bir yer ve buranın zehirlenmesine bu hale gelmesine çok üzülüyorum. Bu geminin gelmesi gerçekten kötü, bırakın Aliağa’yı Türkiye için kötü. Bu hiç olmaması gereken bir şey. Türkiye’ye bu geminin adım atmaması gerekir. Ama ben Aliağalılara çok kızgınım. Eyleme yine belli başlı kişiler geldi, ben buna hiç kimse diyorum. Şu anda bütün Aliağa insanlarının Aliağa girişine kadar konvoy olması lazımdı. Herkesin sokaklara dökülmesi lazımdı. Yani buraya gelen zehir sadece bize mi, biz mi bu zehirden zarar göreceğiz, herkes görecek.”

‘Gemi gelirse artık çocuklar eskisi gibi güzel oynayamaz’

Basın açıklamasının küçük katılımcılarından olan Deniz ise, “Sao Paulo gemisi gelirse artık çocuklar eskisi gibi güzel oynayamaz. Bence bu Sao Paulo gemisi gelmemeli. Bütün insanlar bunu biliyor ve bütün insanlar birlik olarak bu gemiyi durdurmalılar” dedi.

‘Taleplerimiz açık ve net’

Basın açıklamasında geminin içindeki asbest tonajı ne olursa olsun, geminin diğer tüm tehlikeli maddeleri ile birlikte senelerce nükleer denemelerde kullanılmış, tehlikeli bir yüzen atık olduğu belirtildi. Basın açıklamasında okunan taleplerin açık ve net olduğu ifade edildi.

Talepler şöyle sıralandı:

  • Öncelikli talebimiz, her geminin, üretilen ülkede, kullanan ve kar eden şirket ve devletin bedellerini ödeyerek sökülmesidir.
  • Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı başta olmak üzere vatandaşın yaşam, sağlık ve çevre hakkını korumak ile mesul Bakanlıklar, kamu faydası için tüm tehlikeli malzemelere dair tüm şüpheleri ortadan kaldıracak tüm delilleri talep etmeli ve kamuoyu ile paylaşmalıdırlar.
  • Bu Geminin Tehlikeli Madde Envanteri, uluslararası bağımsız gözlemcilerce incelenerek sonuçları kamuoyu ile paylaşılsın. Geminin yaşı ve nükleer özellikleri dikkate alındığında standart IHM denetimi dışında bağımsız uzmanlar tarafından denetimi sağlansın.
  • Geminin söküm planı kamuoyu ile paylaşılsın.
  • Adı geçen ölüm gemisi, Türk karasularına yolculuğuna başlandığı durumda bile, geri gönderilsin.
  • Her sene yüzden fazla, tonlarca tehlikeli malzeme içeren gemilerin söküldüğü gemi söküm tesisleri, kapalı kutu olmaktan çıkarılsın, sivil örgütlerin de katılımıyla denetlensin.

Asbest tehlikesi kentsel dönüşümde de var

Asbestin açığa çıktığı alanlardan biri de kentsel dönüşüm. Binaların yıkımı sırasında havaya karışan asbest lifleri hem yıkımı yapan işçiler için hem de çevrede yaşayan vatandaşlar için risk oluşturuyor.

Yakın geçmişte gerçekleşen İzmir depreminde ağır hasar alan binaların yıkımı devam ediyor. Gelişmiş ülkelerde 1986’dan itibaren kullanımı yasaklanan asbestin Türkiye’de yasaklanması 2010’a tarihleniyor. Bu tarih itibarıyla asbestin her türlü üretim ve kullanımı yasaklansa da 2010’dan önce yapılan binaların birçoğunda özellikle eternit levha, çimento ürünleri, iç-dış cephe kaplama ve benzeri inşaat malzemelerinde asbestli malzeme kullanıldığı biliniyor. Bu durum asbestli binalarda yıkım öncesinde denetim yapılmasını ve asbestli malzemenin sökümünün insan sağlığına zarar vermeyecek şekilde gerçekleştirilmesini gerektiriyor.

Asbest söküm ve tehlikeli atık envanteri uzmanı Kenan Yıldız, “01.07.2022 tarihinde binaların yıkılması hakkında yeni bir yönetmelik çıktı. Bu yönetmeliğe göre binalar yıkılmadan önce asbest gibi tehlikeli atıklardan arındırılacak. Bunun için asbest envanter raporu yapılması gerekiyor. Bu yönetmelik binaların yıkılmadan önce perdeleme sistemi yapılmasını ve özel makinalar kullanarak dışarıya toz salımının engellenmesini de istiyor” diyor. Yıldız’a göre, yönetmelik fayda sağlayacak noktalara değinse de belediyeler yeterli denetimi sağlayamıyor.

Yıkım öncesinde alınan asbest raporlarının güvenilir olmadığını ise Yıldız şu sözlerle aktarıyor:

“Asbestin nerelerde olduğunu müteahhitler, yıkımı yapacak kişiler, belediyeler biliyorlar. Binada asbest olan noktalar yok ediliyor. Yok ettikten sonra asbest laboratuvarlarını envanter çalışması için çağırıyorlar. Dolayısıyla raporun alınmış olması, o binada asbest olmadığı anlamına gelmiyor.”

ASUD asbest risk haritası çıkardı

Asbest Söküm Uzmanları Derneği (ASUD), asbest tehlikesinin yaşadığınız şehirde ne kadar riskli olduğunu görebileceğiniz haritalar hazırlıyor.

Çalışmalarını Türkiye’nin en kalabalık ili olan İstanbul’a yoğunlaştıran ASUD, ilçelere göre risk oranını gösteren bir harita yayımladı. Haritaya göre asbest denetimi iyi olan ilçeler arasında Ataşehir, Beşiktaş, Bağcılar, Kadıköy, Kağıthane, Maltepe, Şişli yer alırken; asbest denetimi zayıf olan ilçelerin çoğunlukta olduğu görülüyor. ASUD diğer iller için çalışmalarına devam ediyor.

Çalışanlar kurşunlu boyanın tehlikesini bilmiyor

Mesleki deneyimine dayanarak Sao Paulo hakkındaki görüşlerini de sorduğumuz Kenan Yıldız, “Bu gemide yüzlerce ton kurşunlu boya ve organik kalay bileşiğinin yanı sıra farklı kimyasallar da bulunuyor. Bu geminin envanteri yapılırken bunların da raporlanmış olması gerekiyor. Yani paylaşılan rapor sadece asbest içermiyor ama biz o diğer tehlikeli maddelerin neler olduğunu tam olarak bilemiyoruz” diyor.

Gemilerde bulunan kurşunlu boyaların ve organik kalaylı bileşiklerin nasıl söküleceğine ilişkin yeterli açıklamayı sunacak bir mevzuat eksikliği olduğunu ileri süren Yıldız, işçilerin bu tür maddelerin tehlikesini asbest kadar iyi tanıyamadığını bu nedenle önlem almanın da güçleştiğini söylüyor.

Gemiden sökülen parçaların üzerindeki boyanın ayrıştırılma işlemine tabi tutulmaksızın demir çelik geri dönüşüm tesisine götürüldüğünü belirten Yıldız’a göre fabrikalarda bu haliyle işlem gören maddeler, dönüşüm sürecindeki çeşitli işlemler yoluyla etrafa yayılıyor. Gemiden elde edilen demir ve çelik gibi hurdalar her zaman gemi söküm tesisinin yakınındaki işletmelerde işlem görmüyor:

“ Gemi sökümünden elde edilen parçalar nereye giderse oradaki fabrika bacalarından bitkilerin üzerine, insanların solunum yoluna, suya, havaya karışıyor.”

Asbestin miktarının onun kansere yol açtığı gerçeğini değiştirmediğini ifade eden Yıldız’a göre Aliağa’ya getirilen gemiler şimdiye kadar Türk mevzuatına uygun sökülmemiş. Sürecin mevzuata uygun olarak yönetilmesi için gereken koşullar ise şunlar:

“Asbestle çalışmalarda Çalışmalarda Sağlık ve Güvenlik Önlemleri Hakkında Yönetmelik var. Yönetmeliğe göre asbestle çalışmadan önce çalışma bakanlığına bildirim yapma zorunluluğunuz var. Kişilerin orada çalıştıkları süreyi dikkate alarak kişisel maruziyet ölçümü yaptırma zorunluluğu var. Ayrıca asbestin sökümü sonrasında ambalajlanarak bertarafa gönderilme zorunluluğu var. Bütün işlemler sonucunda ortamın güvenilirliğini kanıtlayacak ortam ölçümü yaptırma zorunluluğu var. Yapılan ölçümlerin tamamını çalışma bakanlığından gelecek yetkili bir laboratuvarın yapmış olması gerekiyor.”

Gemi sökümüne karşı olmadığını sözlerine ekleyen Yıldız, sürecin çevreye, iş güvenliğine, uluslararası normlara uygun olmaması nedeniyle şu anki sürece karşı olduğunu belirtiyor.

Gemi şu anda nerede bulunuyor?

Gemilerin mevcut coğrafi konumları hakkında bilgi veren MarineTraffic isimli website üzerinden edindiğimiz konum bilgisine göre gemi Brezilya’nın Rio de Janeiro limanına demir atmış durumda bulunuyor.

Uzmanlar bir araya gelip konuşacak

Türk Tabipleri Birliği ile İşçi Sağlığı ve İşyeri Hekimliği “Tehlikeli Atıklar Öldürüyor, Sao Paulo Uçak Gemisi Vakası” başlığı altında bir araya gelecek uzmanların yer alacağı bir panel düzenlediğini açıkladı. Panelde çevre, halk ve işçi sağlığı açısından risk oluşturan uçak gemisinin Aliağa’ya getirilmek istenmesi farklı açılardan ele alınacak. Konuşmacıları arasında, Ahmet Soysal, Arif Müezzinoğlu, Aslı Odman ve Bülent Şık yer aldığı panel, 26 Temmuz 2022 Salı günü saat 19.30’da TTB sosyal medya hesapları üzerinden canlı yayımlanacak.

Eylem çağrısında bulunuldu

Sosyal medya hesabı üzerinden asbestli geminin İzmir’de sökülmesine karşı insan zinciri oluşturma çağrısında bulunan Yeşiller Partisi eş sözcüsü, Sosyolog Koray Doğan Urbarlı’nın ise bir çağrısı var:

“Yeşiller Partisi için Aliağa çok sembolik bir yer. Belki de en kitlesel eylemlerini Yeşiller Partisi Aliağa’da yapılması planlanan termik santrallere karşı yaptı. Benim çağrımda da fotoğrafını görebileceğiniz insan zincirine 50 binden fazla insan katıldı. Bu eylem İBB ve Yeşiller Partisi’nin birlikte organize ettiği bir eylemdi. Aliağa termik santrali, rafinerisi, gemi söküm tesisleriyle bir kirlilik ilçesi. İlçeye gidip aldığınız ilk nefeste bunu fark edersiniz.”

Gidişatı tersine çevirmek yerine gemiyi Aliağa’ya getirmenin felakete kapı aralamak olduğunu belirten Urbarlı, yaptığı çağrının gerekçesini şu sözlerle açıklıyor:

“Bu kapının aralanmasını istemediğimiz için bu çağrıyı yaptık. Aliağa’yı adil dönüşümün kriterlerine uygun şekilde, kimsenin en ufak bir istihdam kaybı yaşamamasını sağlayarak yeşil ekonomiye geçirmeliyiz. Bu tabii ikinci adım.”

Mevcut koşulda atılması gereken ilk adımı, “O geminin o limana gelmemesi!” ifadesiyle açıklayan Urbalı, yaptığı çağrının muhatapları arasında İBB ve Tunç Soyer’in de olduğunu belirtiyor. Bir araya gelindiği takdirde başarıya ulaşılabileceğine yönelik inancını “Nasıl ki 90’larda birlikte ayağa kalktıysak, yine bunu yapabiliriz” diyerek dile getiriyor.

Avrupa Komisyonu, bebek bezlerindeki toksik kimyasalları kısıtlama teklifini ‘oyalıyor’

Fransa‘da güvenlik ajansı ANSES’in, Avrupa genelinde en çok satılan tek kullanımlık bebek bezi markalarını test ettiği yeni araştırmasına göre bebeklerin yüzde 90’ı ‘oldukça zehirli’ bebek bezlerine maruz kalıyor.

Araştırma, bunun daha sonraki yaşamda ciddi hastalık tehditlerine yol açabileceğini öne sürüyor.Sivil toplum kuruluşları ve Avrupa Parlamentosu‘ndaki milletvekilleri, Avrupa Komisyonu‘nu bebek bezlerindeki kimyasalların kullanımını düzenlemeye çağırıyor.

ANSES 2019’da da neredeyse tüm Avrupalı ​​çocukların sağlıkları için tehlikeli maddelere maruz kaldığını ortaya koymuştu.

Avrupa’da dakikada 1000 bebek bezi üretiliyor. Yılda 7 milyar Avro değerindeki piyasaya iki marka; Pampers – Türkiye’deki ismiyle Prima– (yüzde 36) ve Huggies (yüzde 2) hakim.

Yetkililer, Avrupalı ​​bebeklerin yüzde 90’ının son yıllarda tüm Avrupa’da satılan bebek bezlerinde “çok şiddetli” kimyasallara maruz kaldığını ve bu kimyasalların gelecekte onları “potansiyel olarak çok ciddi hastalıklar” riskine soktuğunu söylüyor.

Ajans, 14 milyondan fazla Avrupalı ​​çocuğun “yaşamları boyunca yaşam kalitelerini etkileyen potansiyel olarak çok şiddetli, değişken ve gizli hastalıklardan (kanserler, şüpheli endokrin bozulmalar, reprotoksik etkiler vb.) muzdarip olabileceğini tahmin ediyor. Dünya Sağlık Örgütü‘ne göre çocuklar kimyasallara karşı özellikle savunmasız.

2020’de ANSES, tehlikeli kimyasalların 2019’dan bu yana ortadan kaybolup kaybolmadığını bulmak için benzer bir çalışma yürüttü ve bebek bezlerinde yalnızca kanserojen olan formaldehitin hala mevcut olduğunu buldu. Bu, markaların daha dikkatli olduğu anlamına gelse de, kimyasal madde kullanmaya yeniden başlanabilir.

Şu an için bebek bezlerinde kimyasal madde kullanımını düzenleyen bir yasa yok. Ancak, ANSES, bu tehlikeli kimyasalların kullanımını sınırlamak için AB’de düzenleyici bir çerçeve oluşturmanın gereğini vurguladı.

AB kurumları, bebek bezlerindeki kimyasalları katı bir şekilde sınırlaması önerisine karşı çıkıyor. Avrupa Komisyonu bu hafta bir tüketici koruma yasasıyla Fransa’nın bu teklifini karşılayacaktı  ancak yasal süre ‘kaçırıldı’. Şimdi düzenlemenin yapılabilmesi için aylarca beklenmesi gerekiyor.

Avrupa Parlamentosu Çevre, Halk Sağlığı ve Gıda Güvenliği Komitesi (ENVI) başkan yardımcısı Anja Hazekamp, ​​ECHA’nın “küçük çocukların sağlığını koruyacak güvenlik kısıtlamalarını desteklemek yerine sektörün ekonomik çıkarlarını savunmayı” seçtiğini söyledi.

Avrupa Kimyasallar Ajansı (ECHA), kimyasalların bebek bezlerinde bulunmaması gerektiğini kabul etdiyor, ancak ANSES çalışmasının bebekler için gerçek bir risk olduğunu kanıtlamak için yeterli olmadığını öne sürüyor.

Plastic Soup Foundation, Client Earth gibi 21 sivil toplum kuruluşu Komisyon’a, çocukların sağlık üzerindeki sonuçlarının geri döndürülemez olabileceğini ve kimyasalları yasaklamaları gerektiğini bildiren bir yazı yazdı. Yazıda, menstrüel  hijyen ürünleri gibi diğer ürünlerde de aynı malzemelerin kullanıldığına dikkat çekildi.

 

Mongabay, Türkiye’yi yazdı: Erdoğan’ın otoriterliği, çevresel yönetişimi geliştirebilecek dengeleri zayıflattı

Dünyanın çevre bilimi konusunda önde gelen yayın organlarından Mongabay, Türkiye’nin çevre konusundaki sorunlarına yer veren bir haber yayımladı.

70 ülkede 800’den fazla muhabirle İngilizce, Endonezyaca, İspanyolca, Fransızca, Hintçe dahil 12 dilde haber üreten kar amacı gütmeyen haber platformu, “Türkiye’nin otoriter gelişimi gezegen sınırlarını görmezden geliyor” başlıklı haberinde “Türkiye, medeniyetin hayatta kalması için kritik olan dokuz gezegensel sınırın birçoğunun sınırlarını aşıyor olabilir” diye yazdı.

Genellikle Asya toplumlarından iklim, çevre koruma, iş dünyasına dair orijinal haberlerin yer aldığı Mongabay’da Türkiye’ye yer verilmesi dikkat çekti.

Clément Girardo imzalı haberde Recep Tayyip Erdoğan ve partisi AKP‘nin 2002’de iktidara gelmesinden bu yana gitgide otokratik bir ülke olan Türkiye’nin, giderek artan sera gazı emisyonlarının karşı şimdiye kadar anlamlı bir adım atamadığına” vurgu yapıldı: 

“Düzenlenmemiş karbon emisyonlarına ek olarak uzmanlar, ülkenin kötüleşen hava ve plastik kirliliğinden, yeni mega altyapı projeleri nedeniyle değişen arazi kullanımından ve biyolojik çeşitliliğin zararından endişe duyuyor.”

Son yirmi yıldır Türkiye’nin ekonomik büyümesi büyük ölçüde, devlet tarafından sübvansiyonlar, şüpheli kamu-özel ortaklıkları ve gevşek tutulan çevre yasalarıyla desteklenen fosil yakıt enerjisi, ulaşım, inşaat, madencilik ve ağır sanayi dahil olmak üzere karbon yoğun sektörlere dayanıyor.

Türkiye cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın otoriterliği, çevresel yönetişimi geliştirebilecek kontrol ve dengeleri zayıflattı. Aktivistler ve akademisyenler, çevresel verilerle ilgili şeffaflık eksikliğini eleştirirken, artan hükümet baskısı ile karşı karşıya kalıyor.

Mongabay’da yayımlanan haberden bazı kısımlar şöyle:

“Konu çevre olduğunda, Erdoğan, neoliberal ideolojiyi tamamen benimseyerek ve hızlı ekonomik büyümeyi ana hedef olarak belirlemiş durumda.

Türkiye 100’üncü yıldönümünü kutlamayı planlarken, bazıları ikinci yüz yılında ülkenin çevresinin nasıl görüneceğini merak ediyor. Son araştırmalara göre, nüfusun ezici çoğunluğu, iklim değişikliğinin artan etkileri ve ormanların yok edilmesi konusunda  şekilde endişe duyuyor.

Ancak giderek otoriterleşen AKP döneminde Türkiye, iklim değişikliği ve çevre koruma konusunda çelişkili bir tavır aldı.

Ülke, küresel meselelerde daha büyük bir rol oynamak amacıyla uluslararası konferanslarda daha iddialı bir duruş sergileyerek cesur sözler sarf etti. Ancak Türkiye’nin iklim eylemleri çok yetersiz kalıyor.”

En iyi tek politika örneği, ülkenin 2015 Paris anlaşmasını onaylama konusundaki isteksizliği.

Ankara, OECD kurucu üyesi ve G20 üyesi olmasına rağmen, sera gazı emisyonlarını azaltma konusunda daha az yükümlülükle karşı karşıya kalmak için gelişmiş ülkeler yerine gelişmekte olan ülkeler listesine dahil edilmek için ısrarla lobi yaptı.

Ülkenin, zorunlu sera gazı emisyon azaltım hedefleri olmayan tek Ek-I Tarafı olarak özel bir statü verildikten sonra 1997 Kyoto Protokolünü onaylaması 12 yıl sürdü.

İthal edildikten sonra Adanada yol kenarına atılan plastik çöpler. Fotoğraf: Sedat Gündoğdu

Türkiye’nin iddialı bir iklim eylemi yok.

Kişi başına düşen sera gazı emisyonları – kısmen demografik büyüme nedeniyle  de- hala çoğu G20 ülkesinin altında olsa da, toplam karbon emisyonları son otuz yılda Fransa, İtalya ve Birleşik Krallık gibi ülkeleri geride bırakarak fırladı.

Türkiye’nin karbon emisyonları 1990 ile 2020 yılları arasında 220 milyon ton CO2 eşdeğerinden, 524 milyon tona çıkarak yüzde 138 arttı.

Artan karbon emisyonları büyük ölçüde artan enerji emisyonlarından kaynaklanıyor.

Aktivistler, ülkenin kömür bağımlılığını ve yeni santrallerin açılmasını uzun süredir eleştiriyor. OECD’ye göre, Türkiye’nin on iki büyük bölgesinde yeni kömürle çalışan tesisler planlanıyor veya inşa ediliyor.

Sürdürülebilir olmayan büyüme, kaldırılan yasal düzenlemeler

“AKP döneminde, enerji, ulaştırma, inşaat, madencilik ve sanayi, yeni liderliğin yatırımcı dostu bir yasal yapı oluşturmasıyla Türkiye’nin büyüme ekonomisinin kilit sektörleri haline geldi. Tüm bu sektörler karbon yoğun, ancak hükümet emisyonları en aza indirmek için çok az şey yaptı.

Bu stratejik iş sektörleri, sübvansiyonlar, haksız hükümet ihale süreçleri ve çok sayıda şüpheli kamu-özel ortaklığı yoluyla devletten geniş destek gördü. Siyasi ve ticari seçkinlerin yakınlığı, birçok gözlemcinin Erdoğan rejimini eş dost kapitalizmi olarak tanımlamasına neden oldu.

Çoğu gözlemci, Erdoğan’ın otoriterliğe dönüşünün 2011 genel seçimlerinden sonra ve hatta 2016’daki başarısız darbe girişiminden sonra gerçekleştiğini iddia etse de, Erdoğan’ın politikaları, başından beri agresif bir şekilde ekonomik çıkarları çevre ve toplumsal taleplere tercih etti.

Erdoğan, sanayileşmeyi ve yabancı yatırımı zorlamak için şirketlerin yalnızca daha düşük vergilerden değil, aynı zamanda gevşek çevre düzenlemelerinden de yararlanabileceği düzinelerce “organize sanayi bölgesi” yarattı.

Erdoğan ayrıca, 2004 yılında Türkiye’nin madencilik yasasını değiştirerek ormanlık alanlarda kazma izinlerinin tahsisinde keskin bir artışa yol açtı. Ayrıca, Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) süreci değiştirilerek kazançlı ama yıkıcı yatırımların önü açıldı.

Otoriterleşme yıkımı körüklüyor

Erdoğan’ın yıkıcı projelerine ve yatırımlarına karşı çıkmak, çevre aktivistleri ve bilim adamlarının cumhurbaşkanının baskıcı tutumu yüzünden genellikle yüksek bir bedelle geliyor.

Aktivistlerin ve araştırmacıların çalışmaları, güvenilir kamu verilerine erişimin olmaması nedeniyle de kısıtlı.

Türkiye Cumhuriyeti’nin yüzüncü yılı olan 2023, Erdoğan’ın en büyük projesi olan İstanbul Boğazı’na paralel uzanan 45 km’lik (28 mil) bir kanal olan Kanal İstanbul‘un açılışıyla birlikte, Erdoğan’ın otoriter kalkınmacılık stratejisinin zirvesini oluşturacaktı.

ÇED’i nihayet 2020’de onaylandı, ancak görünüşe göre ülkenin derinleşen mali ve ekonomik krizi nedeniyle inşaat başlamadı. Muhalifler, Erdoğan’ın nihayet hırsının sınırlarına karşı gelebileceğini belirtiyor.

Yine de Erdoğan, birçokları için ulusal hiper enflasyona ve yoksulluğa yol açan “alışılmışın dışında” ve aşırı para politikalarını revize etmeyi sürekli olarak reddediyor. Bazı uzmanlar, 2023 genel seçimlerinde muhalefetin kazanacağı bir zaferin gidişatı tersine çevirerek hem ekonomik hem de çevresel bir çöküşü önleyeceğini umuyor.”

 

Köpekler gerçekten aklımızı mı okuyor?

Köpekler aklımızı okuyabiliyor mu? Yoksa bizimle o kadar uzun süre yaşadılar ki bir insan eli ve lezzetli ödül maması arasında bir ilişki kurmayı mı öğrendiler?

Viyana Veterinerlik Üniversitesi‘nden karşılaştırmalı psikolog Christoph Völter, “Bu spesifik nokta hakkında hâlâ çok fazla tartışma olduğunu düşünüyorum” diyor.

Yürüttükleri yeni bir çalışmada Völter ve meslektaşları, insan bebeklerinin yetişkinlerin niyetlerini okuyup okuyamadığını belirlemek için tasarlanmış bir deneydekine benzer bir yöntem kullandılar.

Araştırmacılar, bir grup köpeğe ödül maması verdi, sonra ya “yanlışlıkla” (yani kötü niyet olmadan) ödülü düşürdüler ya da köpeklerle alay ederek köpek onu yemek üzereyken önünden aldılar.

Temel el hareketleri aynı olsa da köpekler, alay etme durumunda daha fazla hüsrana uğradı. Bu bulgu da, iyi ve kötü niyetimiz arasındaki farkı anladıklarını düşündürdü.

Arizona Üniversitesi Canine Cognition Center‘ın yöneticisi Evan MacLean, köpeklerin insan işaretlerini takip etme yeteneklerinin genetik  olabileceğini söylüyor. Yine de, bunun köpeklerin zihin okuyor olmasından  başka açıklamaları da olabileceğini belirtiyor.

Deney sırasında bir kişi önünde şeffaf plastik bir panel bulunan dikdörtgen bir kutunun, bir kafesin içine oturtuldu. Panelin ortasında golf topu büyüklüğünde bir delik açıldı.

Çeşitli ırklardan 48 köpek arka arkaya odaya getirildi. Çeşitli konumlardaki sekiz kamera yapay zeka tarafından desteklenen 3D izleme yazılımı onları kuyruklarındaki en ufak harekete kadar kaydetti.

Bir dizi deneyde kişi, deliğin yanında bir parça sosis tuttu, köpek her yaklaştığında, sosis parmaklarından “yanlışlıkla kayıp” ve kafesin içine geri düştü. Sonra, ödülü tekrar deliğe tuttu, ancak köpeğin burnu yaklaşır yaklaşmaz onu kendisi geri çekti. Bir sonrakinde ise ekip deliği kapattı; ve köpeği ödüle gelmek için çekmeye çalıştı, ama başarısız oldu. Her deneme yaklaşık 30 saniye sürdü.

Deney boyunca köpekler ne zamankendileriyle ‘alay edildiğini’ yani kasıtlı olarak mamanın geri çekildiğini biliyor gibiydi. Araştırmanın ortalama yüzde 89’unda plastik bariyerin önünde takılıp kaldılar, kişi ödül mamasını ‘yanlışlıkla düşürmeye’ devam ettikçe, rapora göre, “Aptal insan elinden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyor ama beceriksiz” diye düşünüyor gibiydiler.

Bununla birlikte, onlarla dalga geçildiğinde, köpekler daha çabuk geri döndüler ve deneme ortalama yüzde 78’de kaldı.

Delik kapatıldığında isedeneme süresinin sadece yüzde 64’ünü plastik bariyerin yanında geçirerek, mamayı farklı bir açıdan alabileceklerini düşünerek kafesin yan tarafına geçtiler.

Völter burada, köpeklerin “Bana yemek vermek istiyor ama veremiyor. Başka bir yol bulmaya çalışacağım” diye düşündüğünü hayal ediyor.

Köpeklerin kuyrukları da onların zihniyetlerine dair ipuçları verdi.

3D izleme yazılımı, araştırmacı mamayı ‘yanlışlıkla’ düşürdüğünde köpeklerin kuyruklarını vücutlarının sağ tarafında daha fazla sallama eğiliminde olduklarını gösterdi.

MacLean, “Bu gerçekten ilgi çekici” diyor, önceki araştırmalar sağa doğru kuyruk hareketlerini olumlu duygularla ilişkilendirdi. “Bu, köpeklerin insanın niyetinin iyi olduğunu düşündüğü fikriyle tutarlı.”

Çalışma bir ön hazırlık olmasına rağmen MacLean, özellikle başka bir türün zihninde neler olup bittiğini anlamanın ne kadar zor olduğu göz önüne alındığında, bulguların önemli olduğunu söylüyor. Çalışmanın, köpeklerin eylemlerimize olduğu kadar niyetlerimize de tepki verdiği fikrini desteklediğini söylüyor.

MacLean, 3D izlemenin ince ipuçlarını yakalayarak ve insan faktörünü azaltarak bu tür bilişsel deneylere yeni bir titizlik düzeyi getirdiğini de ekliyor. “Büyük içgörüler edinme potansiyeline sahip olduğunu düşünüyorum.”

Yine de yeni çalışmanın köpeklerin insanların niyetini anladığına kesin olarak göstermediğini söylüyor, çünkü geçmişteki deneyimlerinden de bunu  öğrenmiş ve  “İnsan ‘yanlışlıkla’ düşürse bile yine de sonunda ödülü kaptım, bu yüzden etrafta dolaşmaya değerdi. Ama beni kızdırdığında, buna değmedi” diye düşünmüş olabilir, yani burada akıl okumaya gerek yok.

Tuhaf bir şekilde, en yakın akrabalarımız olan şempanzeler klasik ‘işaret etme’ testlerinde başarısız olsalar da diğer araştırmalar, bu yeni çalışmada yürütülen deney türünde köpeklere benzer şekilde performans gösterdiklerini ortaya koydu. Bu, şempanzelerin niyetlerimizi de okuyabildiği anlamına gelebilir.

Völter, bu yeteneğin herhangi bir sosyal hayvan için yararlı olabileceğini söylüyor, çünkü grubundaki bireylerin, örneğin ellerinde bir sopayla yaklaştıklarında onlara zarar vermek veya onlara yardım etmek üzere olup olmadığını sezmeleri gerekiyor.

MacLean’ egöre köpekler hem işaret etme hem de ‘yanlışlıkla düşürme’ testlerini gerçekten geçerlerse bu, ilkel bir ‘zihin teorisi’ne, yani başkalarının ne düşündüğünü anlama konusunda gerçek bir yeteneğe sahip olduklarını gösterebilir.

Ve bu, başkalarının motivasyonlarını anlamada şempanzelere göre “önemli ölçüde daha karmaşık” oldukları anlamına gelebilir: Çünkü sadece ne düşündüğümüzü anlamayacaklar, aynı zamanda ne düşündüğümüzü bilmelerini istediğimizi de anlıyor olacaklar.

Yine de MacLean bunu göstermek için çok daha fazla araştırmaya ihtiyaç olduğunu ekliyor.

Emine Erdoğan isterse: Erişim engeli haberlerine de erişim engeli

İstanbul Anadolu 2. Sulh Ceza Hâkimliği, Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın eşi Emine Erdoğan’ın talebiyle erişim engeli getirilen Çevre Ajansı Başkanlığı haberlerine erişimi engelledi.

Çevre Kanunu’nda yapılan değişikliklerle Türkiye kıyılarını kapsayan mapa ve şamandıra ihale verme ve işletme yetkisi Emine Erdoğan himayesinde kurulan Türkiye Çevre Ajansı‘na verilmiş, karar 15 Haziran’da Resmi Gazete’de yayımlanmıştı. 

Türkiye Çevre Ajansı’na verilen yetkilerle ilgili 66 habere Emine Erdoğan’ın istemiyle erişim engeli getirilmişti. Bu haberlere erişim engeli gelmesinin ardından, bu kez de söz konusu erişim engeli haberleştirilmişti. Ancak yeni bir gelişmeyle asıl habere gelen erişim engelinin haberlerine de erişim engeli getirildi. 

bianet‘ten Hikmet Adal‘ın aktardığına göre; Emine Erdoğan, avukatı Ahmet Özel aracılığıyla İstanbul Anadolu 2. Sulh Ceza Hâkimliğine yaptığı başvuruda söz konusu erişime engellenme haberlerinde onurunun zedelendiğini, böylelikle de kişilik haklarının ihlal edildiğini iddia etti.

Mahkeme de bu yönde karar vererek 24 haber URL’sini erişimi engelledi. Ayrıca haberlerin içerikten kaldırılmasına hükmetti. Mahkeme kararı uygulamak için Erişim Sağlayıcıları Birliği’ne gönderdi. Engellenen haber ve başlıklar şöyle:

  • T24: “Kıyılarda ihale yetkisi Emine Erdoğan’ın himayesinde kurulan Çevre Ajansı Başkanlığı’na verildi” haberlerine erişim engeli
  • T24: Emine Erdoğan’ın talebiyle CHP’li Ağbaba’nın açıklamalarının yer aldığı 66 internet sayfasına erişim engeli kararı
  • BirGün: Habere erişim engeli yetmedi BirGün’e Emine Erdoğan soruşturması
  • Haber3: Emine Erdoğan başvurdu, o haberlere erişim yasağı geldi
  • Cumhuriyet: Emine Erdoğan’ın himayesinde kurulan ajansla ilgili haberlere yayın engeli
  • soL: Erdoğan ailesi temizlik peşinde: Aynı mahkemeden soL’un 5 haberine aynı ifadelerle sansür
  • soL: Emine Erdoğan’la ilgili haberlere yayın yasağı
  • MedyaPort: Emine Erdoğan’ın talebiyle CHP’li Ağbaba’nın açıklamalarının yer aldığı 66 siteye erişim engeli kararı
  • Independent: Emine Erdoğan’ın talebiyle Veli Ağbaba’nın açıklamalarının yer aldığı 66 internet sitesinin sayfasına erişim engellendi
  • a3haber.com: Kıyılarda ihale yetkisi Emine Erdoğan’ın himayesindeki kuruma verildi haberlerine erişim engeli
  • Umke: Emine Erdoğan’ın talebiyle CHP’li Ağbaba’nın açıklamasının yer aldığı 66 internet sayfasına erişim engeli kararı
  • Medya Radar: Emine Erdoğan’ın talebiyle 66 internet sayfasına erişim engeli kararı
  • Tükenmez Haber: Emine Erdoğan’ın talebiyle Veli Ağbaba’nın açıklamalarının yer aldığı 66 internet sitesinin sayfasına erişim engellendi
  • Pencere TV: Ağbaba’nın açıklamalarının yer aldığı 66 internet sayfasına erişim engeli kararı
  • ABC Gazeteci: Emine Erdoğan’ın talebiyle Veli Ağbaba’nın açıklamalarına erişim engeli
  • Sol Medya: Emine Erdoğan’ın talebiyle 66 internet sayfasına erişim engeli kararı
  • Yeniçağ: Emine Erdoğan’ın himayesinde kurulan ajansla ilgili haberlere yayın engeli
  • bianet / Medya Gözlem Veritabanı: Çevre Ajansı Başkanlığı ile ilgili haberlerin yayından kaldırılması – (itibar zedelenmesi gerekçesiyle)
  • TELE1: Emine Erdogan’ın talebiyle Veli Ağbaba’nın açıklamalarına erişim engeli
  • SonDakika.com: Emine Erdoğan’ın talebiyle CHP’li Ağbaba’nın açıklamalına erişim engeli
  • Onedio: Emine Erdoğan’in himayesinde kurulan ajansla ilgili haberlere yayin engeli
  • ANKA: Emine Erdoğan’ın talebiyle CHP’li Ağbaba’nın açıklamalarının yer aldığı 66 internet sayfasına erişim engeli kararı
  • Malatyatime.com: CHP’li Ağbaba’nın açıklamalarına erişim engeli!..

14 yılda Türkiye’den 467 bin web sitesi 408 bin  farklı sansüre uğradı

İfade Özgürlüğü Derneği’nin geçen sene Fahrenheit 5651: Sansürün Yakıcı Etkisi başlığıyla açıkladığı rapora göre; 2020’de 236 farklı sulh ceza hakimliği tarafından verilen 819 farklı kararla erişime engellenen 5 bin 645 haber adresi (URL) var. Bu haberlerden 4 bin 620 tanesi (yüzde 81) haber siteleri tarafından yayından kaldırıldı.

Ayrıca 2020’de toplamda 58 bin 809 web sitesi erişime engellendi. Son 14 yılda ise Türkiye’den 467 bin 11 web sitesi 764 farklı kurum (mahkemeler ve idari kurumlar) tarafından verilen 408 bin 808 farklı sansüre uğratıldı.

Dernek 2021 raporunu henüz yayımlamadı.

Karbon emisyonunu azaltacak Bisiklet Kurye Ağı Projesi için fikirler bekleniyor

İzmit içerisinde doğaya ve insana dost bir ekonomi hedefiyle çalışmalar yürüten İzmit Çarşısı ekibi, yereldeki işbirliğini güçlendirmesi ve karbon emisyonlarını azaltması amacıyla Bisiklet Kurye Ağı Projesi için fikirler bekliyor.

Türetim Ekonomisi Derneği, Good4Trust.org ve İzmit Belediyesi ortaklığında hayata geçirilecek olan ‘İzmit Çarşısı Bisiklet Kurye Ağı Projesi’, Avrupa Birliği tarafından finanse edilen Sivil Toplum Aracı ve Medya – Sivil Toplum Ağlar ve Platformlar Destekleme Programı kapsamındaki “Türkiye Sürdürülebilir Kent içi Ulaşım Ağı” projesi ile kurulan Kavşak Platform’dan mikro hibe desteği almaya hak kazandı.

Bisiklet Kurye Projesi, ilk olarak üreticiler ile ‘türeticiler‘ arasında bir alışveriş ve dayanışma platformu olan İzmit Çarşısı’nda uygulanacak.

İzmit Çarşısı ekibine, Bisiklet Kurye Ağı’nı hayata geçirmek için bu alanda fikir geliştirenlerin fikirlerini iletebilmesi için bu formu doldurması gerekiyor.

Temmuz sonu gerçekleştirilecek olan ve İzmit’le gezegen için en iyisini hep birlikte bulmak amacıyla düzenlenecek çevrimiçi çalıştay ile tüm paydaşların görüşlerinin bir araya getirileceği belirtiliyor.

Nart Mitolojisi konulu dijital resim yarışması: Son tarih 15 Ekim

Binlerce üniversite öğrencisine eğitim bursları sağlayan ve üniversitelerle tarih, kültür ve sanat alanında işbirliği yaparak ücretsiz eğitimler düzenleyen Şamil Eğitim ve Kültür Vakfı, ‘NARTMitolojisi’ konulu dijital resim yarışması düzenliyor.

Kuzey Kafkasya halkları tarafından yüzyıllar öncesinden bugüne kadar taşınmış kültürel bir miras olan Nart Mitolojisi’ni günümüz teknolojisi ile buluşturarak daha görünür kılmayı amaçlayan yarışmanın birincisine 20 bin lira ödül verilecek.

1978’de İstanbul’da kurulan Vakıf, bugüne kadar çok sayıda araştırmacı, akademisyen ve öğrencinin yararlandığı geniş arşivinde, Kuzey Kafkasya ve Anadolu’nun tarih, kültür ve coğrafyasına dair 5 binden fazla kitap, harita ve belgeye ev sahipliği yapıyor.

Nart Mitolojisi, Kuzey Kafkasya’da yaşayan kardeş halkların, kimi birbirine çok benzeyen, kimi birbirinden farklı motifler taşıyan mitolojik öykülerinin ortak adı.

Yarışma ile dünya kültürünün en önemli mirası ve zenginliklerinden biri olan miyolojiyi bugünün dünyasıyla tanıştırmak ve Nart Mitolojisi’ni dünyaya
armağan etmiş Kuzey Kafkasya’nın kadim halklarını tanıtmak amaçlanıyor.

Yarışmacılardan, Nart Mitolojisinde adı geçen karakter veya karakterleri yer aldıkları hikaye anlatımı içerisinde canlandırmaları bekleniyor.

Son katılım tarihi 15 Ekim olan yarışma sonucunda aşağıdaki ödüller verilecek:

Birincilik ödülü: 20.000 TL
İkincilik ödülü: 12.000 TL
Üçüncülük ödülü: 8.000 TL
Mansiyon ödülü (3 kişiye): WACOM Intous Comfort Plus Medium CTL6100-B çizim tableti.

DSİ, Marmara Gölü tamamen kuruyana kadar bekledi: Kurtarma projesi ihaleye çıkıyor

Manisa‘da, kuraklık ve su kaynaklarının yanlış yönetimiyle tamamen kurutulan Marmara Gölü’nü kurtarmak için için hazırlanan proje, gölün tamamen kurumasının ardından tamamlandı.

Devlet Su İşleri (DSİ) 2’nci Bölge Müdürü Birol Çınar, Bozdağ‘dan akan sulardan 25 milyon metreküpün beş regülatörle Marmara Gölü’ne getirecekleri projenin 25 Ağustos’ta ise ihaleye çıkacağını duyurdu.

Manisa‘nın en önemli kuş cenneti niteliğindeki Marmara Gölü; sivil toplum kuruluşları ve çevrecilerin yıllarca süren uyarı ve çağrılarına rağmen gölü besleyen yeraltı ve yer üstü sularının aşırı kullanımıGördes Çayı ve Ahmetli Deresi‘nin sularının Gördes Barajı’nda toplanması yüzünden geçtiğimiz 10 yıllık süreç içerisinde kurumuştu.

Türkiye’nin en önemli sulak alanlarından biri olan ve yanlış su politikaları yüzünden kurutulan gölden arda kalan arazi, kaçak tarım yapmak isteyenler arasında kavgalara sahne olunca, İl Jandarma Komutanlığı’na bağlı komandolar nöbet tutmaya başlamıştı.

İhaleye çıkacak projede, Bozdağ‘dan akan suyun 25 milyon metreküpünü Ahmetli, Sart, Tabakçayı, Kurşunlu, Gümüş regülatörleri vasıtasıyla mevcut Kendirlik Besleme Kanalı üzerinden göle getirilmesi planlanıyor.

Manisa’nın kuş cenneti, Marmara Gölü göz göre göre yok oluyor

Marmara Gölü için ‘köprüden önce son çıkış’: Göle su vermezseniz kaybediyoruz

Çevre aktivistlerinden ölüme terk edilen Marmara Gölü için çağrı: Acilen su bırakın!

Çınar, “Bu tür projelerin ne zaman başlayacağına dair net bir tarih vermek doğru değil. Böyle büyük projelerde normal şartlarda çok ciddi bir planlama, arkasından proje ve sonrasında inşaat aşamasına geçmemiz gerekirken, gölün önemini bildiğimizden planlamayı çok hızlı tamamlayıp proje süresini mümkün olduğunda kısalttık. Kısa vadede zaten bol yağış yağması ve kaçak kullanımın yapılmamasını sağlayacağız” dedi.

‘Ulusal Öneme Sahip Sulak Alan’ tescilli göl, Türkiye’deki 184 Önemli Kuş Alanı’ndan ve 305 Önemli Doğa Alanı’ndan biriydi ve geçtiğimiz seneye kadar kış aylarında yaklaşık 65 bin su kuşunu ve nesli tehlike altına girmeye yakın olan tepeli pelikan türünün dünya nüfusunun yüzde 9’unu besleniyordu.

Gölün kurumasıyla kayıklar karaya oturdu, balıkçılık bitti. Öyle ki, Türkiye’nin ilk  iklim davası Marmara Gölü balıkçıları adına açıldı. 

Zemininde derin yarıkların oluştuğu göl tabanında kaçak şekilde tarıma başlandı. Arazi paylaşım konusunda anlaşamayan çiftçilerin arasında sık sık yaşanan tartışmalarda bir kişi hayatını kaybetti, 2 kişi yaralandı. Gözaltına alınan 8 şüpheliden 3’ü de tutuklandı.

 

İngiliz atlet Sir Mo Farah, çocukken İngiltere’ye kaçırıldığını açıkladı: Beni koşmak kurtardı

Olimpiyat şampiyonu atlet Sir Mo Farah, BBC‘nin çektiği bir belgeselde İngiltere‘ye çocukken yasadışı bir şekilde getirildiğini ve ev hizmetçisi olarak çalışmaya zorlandığını açıkladı.

Uzun mesafe koşucusu Farah, geçmişte ailesiyle birlikte Somali‘den mülteci olarak İngiltere’ye geldiğini söylemişti.

2008 Pekin ve 2012 Londra Oyunları‘nda Birleşik Krallık’ı temsil eden Farah, 2012’de hem 5 bin, hem de 10 bin metre koşularında iki altın madalya sahibi olmuştu.

Farah, belgeselde, dokuz yaşındayken ülkesinden hiç tanımadığı bir kadın tarafından uçakla İngiltere’ye getirildiğini, gerçek adının Hüseyin Abdi Kahin olduğunu, ailesinin hiçbir zaman Birleşik Krallık’a gitmediğini ve annesinin ve iki erkek kardeşinin ayrılıkçı Somaliland eyaletindeki  yaşadığını anlattı.

“Yıllarca gerçeğin ortaya çıkmasını engellemeye devam ettim ama bunu ancak bir yere kaddar sürdürebilirsiniz” diyen sporcu, İngiltere’ye getirilmesinin ardından başka bir ailenin çocuklarına bakılmaya zorlandığını söyledi.

İşte Sir Mo Farah’ın hikayesi:

Çarşamba günü yayınlanan BBC ve Red Bull Studios ortak yapımı belgeselde, babası Abdi’nin o dört yaşındayken Somali’deki sivil şiddet olaylarında öldürüldüğünü anlatan ünlü atlet, Cibuti‘deki evinden alındığında sekiz ya da dokuz yaşında olduğunu söylüyor.

Farah, buradan alınarak  hiç tanışmadığı ve akrabası olmayan bir kadın tarafından “oradaki akrabalarıyla birlikte yaşamak için” Avrupa’ya götürüldüğünü aktardı: “Heyecanlıydı. Daha önce hiç uçağa binmemiştim.”

Farah’a ‘Mohammed’ ismini kullanması gerektiğini söyleyen bu kadın
İngiltere’ye vardıklarında ise Farah’ı Londra’nın batısındaki Hounslow‘daki dairesine götürüyor ve akrabalarının iletişim bilgilerinin yazılı olduğu kağıt parçasını yırtıyor:

“Hemen önümde kağıdı yırttı ve çöpe attı. O anda artık başımın belada olduğunu biliyordum.”

Sir Mo Farah bundan sonra “yemek yemek istiyorsa” ev işleri ve çocuk bakımı yapmak zorunda bırakılıyor; kadın, kendisine “Aileni bir daha görmek istersen, hiçbir şey söyleme” diyor:

“Çoğu zaman kendimi banyoya kilitler ve ağlardım.”

İlk birkaç yıl yanında kaldığı aile, onun düzenli olarak okula gitmesine izin vermiyor. 11 yaşlarındayken Feltham Community College‘de 7’inci sınıfa kaydolan Sir Mo için okul personeline Somali’den gelen bir mülteci olduğu söyleniyor.

Eski hocası Sarah Rennie, Farah’ın o dönemde okula bakımsız geldiğini, çok az İngilizce konuştuğunu ve “duygusal ve kültürel olarak yabancılaşmış” bir çocuk olduğunu anlatıyor.

Sir Mo’nun beden eğitimi öğretmeni Alan Watkinson ise atletizm pistine çıktığında genç çocukta bir dönüşüm fark ediyor:

“Anladığı tek dil beden eğitimi ve sporun diliydi.”

Sir Mo, sporun kendisi için bir cankurtaran olduğunu, “bunlardan kurtulmak için yapabileceğim tek şeyin dışarı çıkıp koşmak olduğunu” söylüyor.

Mo, sonunda öğretmeni Watkinson‘a gerçek kimliğini, geçmişini ve yanlarında çalışmak zorunda kaldığı ailesi hakkındaki sırrı paylaşıyor ve Watkinson, sosyal hizmetlere başvurarak Sir Mo’nun başka bir Somalili aile tarafından desteklenmesine yardımcı oluyor.

Sir Mo Farrah, “Gerçek ailemi hâlâ özlüyorum ama o andan itibaren her şey daha iyiye gitti” diyor:

Omuzlarımdan bir yük kalktığını hissettim ve kendim gibi hissettim. İşte o zaman Mo ortaya çıktı – gerçek Mo.

Sir Mo bundan sonra bir atlet olarak adını duyurmaya başladı ve 14 yaşında Letonya’daki bir yarışta İngiliz okulları için yarışmaya davet ediliyor, ancak herhangi bir seyahat evrakı yok.

Watkinson, Temmuz 2000’de Mohamed Farah adıyla aldığı İngiliz vatandaşlığına başvurmasına yardımcı oluyor.

Belgeselde, avukat Allan Briddock, Sir Mo’ya vatandaşlığının teknik olarak “dolandırıcılık veya yanlış beyanlarla elde edildiğini” söylüyor.

Yasal olarak, vatandaşlık dolandırıcılık yoluyla elde edilmişse İngiliz hükümeti bir kişinin İngiliz vatandaşlığını kaldırabiliyor. Ancak bir İçişleri Bakanlığı yetkilisi BBC News’e, vatandaşlık aldatma yoluyla kazanıldığında çocuğun suç ortağı olmadığı varsayıldığından, Sir Mo hakkında işlem yapılmayacağını söyledi.

Avukat Briddock, Sir Mo’ya kendi durumunda bunun riskinin düşük olduğunu da açıklıyor.

“Temelde, insan ticaretinin tanımı sömürü amaçlı ulaşımdır. Senin durumunda çok küçük bir çocukken kendin küçük çocuklara bakmak ve ev hizmetçisi olmak zorundaydın. Sonra ilgili makamlara ‘bu benim adım değil’ dedin. Bunların hepsi riski azaltmak için birleşiyor.”

Hüzünlü şarkılar

Sir Mo Farah Somali topluluğu arasında popülerleşirken, Londra’da bir gün bir restoranında bir kadın ona yaklaşarak bir kaset veriyor.

Kaseti uzun zamandır haber almadığı birinden, annesi Aisha’dan kaydedilmiş bir mesaj içeriyor:

“Sadece bir kaset değildi,bir sesti – ve benim için hüzünlü şarkılar söylüyordu, şiirler, geleneksel şarkılar. Günlerce, haftalarca dinlerdim.”

Anne ve oğul daha sonra ilk telefon görüşmelerini yapıyor.

Aisha, “Onu duyduğumda, telefonu yere fırlatıp hissettiğim tüm sevinçle ona doğru uçmak istedim” diyor. “Ondan bir cevap almanın heyecanı ve sevinci bana olan biten her şeyi unutturdu.”

Somaliland 1991’de bağımsızlığını ilan etti, ancak uluslararası olarak tanınmadı.

Sir Mo belgeselde, oğlu Hüseyin‘i annesi ve iki erkek kardeşiyle tanıştırmak için Somaliland’a götürüyor.

Annesi şöyle diyor:

“Hayatımda seni veya çocuklarını canlı göreceğimi hiç düşünmemiştim,” diyor annesi:

“Hiçbir şeyin, sığırların bile olmadığı yok edilmiş topraklarda yaşıyorduk. Hepimiz öleceğimizi düşündük. Tek duyduğumuz ‘bum, bum’du. Seni savaş yüzünden gönderdim. Bir şeylere sahip olabil diye seni Cibuti’deki amcanın yanına gönderdim.”

Sir Mo, annesine Cibuti’den İngiltere’ye götürülmesine kimin karar verdiğini sorduğunda, Aisha şu cevabı veriyor: “Kimse bana söylemedi. Sizinle bağlantımı kaybettim. Telefonlarımız, hiçbir şeyimiz yoktu. Burada hiçbir şey yoktu.”

Koşmak ‘beni kurtardı’

Sir Mo Farrah, hikayesini, halkın insan ticareti ve kölelik algılarına meydan okumak için anlatmak istediğini belirtiyor:

“Benim yaşadıklarımın aynısını yaşayan bu kadar çok insan olduğunu bilmiyordum. Bu, ne kadar şanslı olduğumu gösteriyor. Beni gerçekten kurtaran, beni farklı kılan şey, koşabilmemdi.”

BBC belgesel için Sir Mo’yu Londra’ya getiren kadına da ulaştı, ancak yanıt alamadı.

Belgeselin 13 Temmuz’da yayınlanmasından sonra ise kadının akrabaları, birçok kişinin daha iyi bir yaşam için Somaliland’den kendinin olmayan çocukları Avrupa’ya getirdiğini ve kültürlerinde çocukların ev işi yapmasının yaygın olduğunu söyleyerek onu savundu.

11 yaşındayken ailesiyle birlikte Irak’tan kaçmak zorunda kalan Şansölye Nadhim Zahawi, Sir Mo’nun hikayesini duymanın “yürek parçalayıcı ve acı verici” olduğunu söylüyor:

“Mo Farah’ı selamlıyorum. Çocukluğunda bu travmayı yaşamak, atlatmak ve harika bir rol model olmak… Ne harika bir insan. Gerçekten ilham verici.”