Ana Sayfa Blog Sayfa 795

Ay’daki mağaralar insan yaşamına uygun mu?

Stacy Kish‘in Eos.org‘da yayımlanan bu makalesi, Yeşil Gazete‘nin de parçası olduğu küresel gazetecilik ağı Covering Climate Now (CCNOW) işbirliğinin bir parçasıdır.

*

Ay’a yerleşmenin şiirsel bir çekiciliği olduğu açık, ancak bilim insanları uzun zamandır bu hedefe engel olan komplikasyonları biliyor: Oksijen eksikliği, kozmik radyasyon ve aşırı sıcaklıklar, engellerden sadece birkaçı.

Yeni bir çalışma ise, bu engellerden birinin  üstesinden gelmenin sanıldığı kadar zor olmayabileceğini ortaya koyuyor.

Ay’daki mağaralar daha önce araştırılıp tanımlanmış, ancak bunların sıcaklığı Dünya’daki mağaraların yaptığı gibi düzenleyip düzenleyemediği sorusu cevapsız kalmıştı.

Ay yüzeyindeki sıcaklık anomalileri için on yıldan fazla bir süredir tarama yapan California Üniversitesi, Los Angeles (UCLA) ve Colorado Üniversitesi‘nden araştırma ekibi, Jeofizik Araştırma Dergisi‘nde yayımlanan sonuçta mağaralarının rahatlıkla 17 santigrat dereceyi (63°F) koruyabildiğini yazdı.

Makalenin yazarlarından UCLA Dünya, Gezegen ve Uzay Bilimleri Bölümü’nde yüksek lisans öğrencisi Tyler Horvath, şöyle diyor

“Ay’ın yüzeyinde herhangi bir yerdeyseniz, önemli miktarda çaba olmadan üstesinden gelinmesiçok zor olan aşırı sıcaklıklara, kozmik ışınlara, güneş rüzgarına ve güneş radyasyonuna maruz kalırsınız. Mağaralar bulunduğunda hemen ‘Ah, eğer Ay’da yaşamak istesek, burası bir şeyler kurmak için en kolay yer olurdu‘ diye düşündük.”

Araştırmacılar,ın üstünde çalıştığı Mare Tranquillitatis’teki çukur krater. NASA/Goddard/Arizona Eyalet Üniversitesi

Çalışma için araştırma ekibi, Ay’ın ekvatoruna yakın Mare Tranquillitatis‘te  bir futbol sahası büyüklüğünde ve 100 metre derinliğinde silindirik bir çukura odaklandı. Bu çukur, bir yeraltı mağarasına doğru görünür bir çıkıntıya sahip iki çukurdan biri.

Sıcaklığı belirlemek için ekip, NASA’nın robotik Lunar Reconnaissance Orbiter‘ındaki alet paketini oluşturan bir termal kamera olan Diviner Lunar Radiometer Experiment’in görüntülerini işledi. Horvath, bu işlemin basit görünse de ancak aslında oldukça zor olduğunu söylüyor.

Ay’da bir Ay günü boyunca sıcaklıklar 121°C ve −184°C arasında değişir.

Çukur, Diviner görüntülerinde bir pikselin yalnızca küçük bir bölümünü yaklaşık yüzde 20 oluşturuyor. Mağaradaki koşulları anlamak için ekibin, uzay aracı hareketini hesaba kattıktan sonra pikseldeki gerçek sıcaklığı yeniden yapılandırması gerekiyordu.

Bunun için; görüntü yakalama sırasında hareket eden uzay aracının etkisini simüle etmek için bilgisayar modelleri çalıştırıldı ve benzersiz sıcaklık değişimini yaratmak için gereken çoklu sıcaklık okumalarını çözüldü.

Horvath, “Diviner’in farklı sıcaklıklara ve görüş alanına nasıl tepki verdiğini biliyoruz.Bu bilgiyi kullanarak çukurun sıcaklığını belirleyebildik” dedi.

Diviner verilerini kullanan modeller, mağaranın düzenlenmiş bir sıcaklığı koruduğunu doğruladı.

Ekip, iletim veya ısının molekülden moleküle geçişi çok verimli olmadığı için geceleri çukurdan ısının kaybolmadığına inanıyor. Buna ek olarak, giriş yolundaki belirgin çıkıntı, gündüz gelen güneş ışınımını engelleyen ve ısının geceye kaçmasını önleyen bir gölge sağlıyor.

Horvath’a göre, çukurun boyutu ve derinliği aynı zamanda kozmik ışınlardan, güneş radyasyonundan ve mikro meteoritlerden koruma sağlayabilir.

Ekip, bu çukurların yüzeyin altındaki kanallar boyunca lav akarken oluşan lav tünellerinin parçaları olduğuna inanıyor. Lav soğudukça içi boş tünel bölümleri çökerek açık bir çukur oluşturdu.

Gezegen Bilimleri Enstitüsü‘nden kıdemlibilim insanı Matthew Siegler, şu yorumu yapıyor: “Bunun gibi araştırmalar, Ay keşiflerimizin buzdağının sadece görünen kısmı olduğunu gösteriyor. Ağustos 2022 sonunda yeni NASA SLS roketinin fırlatılmasıyla, yeni bir ‘Ay yarışı’nın başladığı açık ve belki de kaşifleri bu saf yerlerden bazılarına götürecek.”

Mezeköylülere jandarma saldırısı gece boyunca devam etti: Köye giriş çıkışlar bir hafta kapatıldı

AYDIN- Köşk ilçesine bağlı Mezeköy ve Uzundere mahallelerinde jeotermal kaynak araması yapan şirkete karşı nöbet tutan köylülere jandarma saldırısı gece boyunca sürdü.

Dava süreci devam etmesine rağmen hukuksuzca jeotermal kaynak sondajı yapmak için araziye girmeye çalışan şirkete direnen köy halkı, dün öğlen  karşısında jandarmayı bulmuş, aralarında köy halkından yaşlı kadınlar ve çocukların da bulunduğu grup darp edilmiş ve bazıları gözaltına alınmıştı.

Yaralanma ve gözaltılara rağmen alanda kalmaya direnen ve jandarmanın karşısında durmaya devam eden köylülere pek çok kişi akşam saatlerinde destek olmaya gitmiş, yolun giriş ve çıkışları kapatılmıştı.

Gece boyunca direnişini sürdüren köylülere jandarma yeniden saldırdı.

Darp edilerek gözaltına alınan Aydın Çevre Platformu (AYÇEP) başkanı Mehmet Vergili ve SES‘ten Öznur Karaağaç ve Zeki Oymak’ın sabah saatlerinde serbest bırakıldığı bildirildi.

Köye giriş bir haftalığına yasaklandı: ‘Genel ahlak ve güvenliğin korunması’

Köşk Kaymakamığı bugün yayımladığı karar ile “Acele kamulaştıran arazilerin Efendi Jeotermal Tarım Oto Kiralama AŞ.‘ye devredilmiş olduğunu, kişi ve gruplar tarafından sosyal medya platformları ve basın yayın organlarında kbu kamulaştırmaya tepki gösterildiği ve farklı toplum gruplarının biraraya gelerek çıkması muhtemel olaylar yüzündenkamu huzur ve güvenliğinin korunmasının zafiyette olduğu” belirtildi.

Mahalle sakinleri dışında Mezeköy Mahallesi’ne giriş ve çıkışlar 23 Ağustos’tan (bugün) 29 Ağustos saat 17.00’a kadar 7 gün süreyle yasaklandı.

Köylülere destek için bölgeye gidenler, kararın ‘bir direniş olmaması için’ alındığı görüşünde.

Şirketin jeotermal santral ve 18 kuyu için hukuksuzca sondaj çalışmalarına başlamasının ardından köylüler arazilerini korumak için çadır kurarak nöbet tutmaya başlamıştı.

Köylülerin tarım yaptığı verimli zeytinlikler ve tarım arazilerinden 19 parsel Nisan ayında acele kamulaştırılmıştı.

Hem şirketin projesine verilen ‘ÇED Gerekli değil’ kararının iptali için açılan dava , hem de acele kamulaştırma kararının yürütmesinin durdurulmasına yönelik dava halen sürüyor.

 

İsviçre Alpleri’ndeki buzullar yarı yarıya eridi

İsviçre Alpleri üzerine yapılan son araştırma, dağdaki buzulların 1931’den 2016’ya kadar yarısının eridiğini ortaya koydu. 

İnsan faaliyetleri kaynaklı iklim değişikliği dağdaki buzulların yarı yarıya erimesine sebep oldu. Araştırma Zürih Federal Teknoloji Enstitüsünün internet sitesinde yayımlandı.

Araştırmacılar İsviçre Alpleri’ndeki değişimi, dünya savaşları sırasında dağın zirvelerinden çekilen 22 bin fotoğraf üzerinden gözlemledi.

Veriler, orman değişikliklerinin, toprak kaymalarının ve arazi üzerindeki insan etkilerinin haritalandırılması açısından da bilgi sağladı.

Buzullar hızla erirken 2000’li yıllardan beri bilim insanları, İsviçre Alpleri’ndeki değişiklikleri giderek daha kusursuz bir şekilde kaydediyor ve araştırıyorlar.

Geçen sene yapılan bir araştırmada da İsviçre Alpleri’nde eriyen buzullar nedeniyle, dağlarda binden fazla yeni göl oluşumunun tespit edildiği ortaya koyulmuştu. 

 Araştırmaya göre; 20. yüzyılda Alpler’de 1400 civarında buzul toplam hacminin yarısını kaybetti. 

İklim değişikliğinin boyutuna ışık tutan bir diğer veri ise son dönemde buzullardaki erime oranlarının artışına ilişkin:

1931 ile 2016 arasında yüzde 50 eriyen buzulların, 2010 ile 2016 arasında yüzde 12 eridiği ortaya koyuldu. Öte yandan bilim insanları son dönemde etkili olan sıcak dalgaları nedeniyle erimelerin artacağı yönünde de uyarılarda bulunuyor.

 2021’de yapılan ve Nature dergisinde yayımlanan bir çalışmada, araştırmacılar NASA‘nın Terra isimli uydusundan alınan 20 yıllık verileri kullanarak dünyadaki 220 bin buzulun 2015’ten beri yılda 328 milyar tondan fazla buz ve kar kaybettiğini ortaya koymuştu.

Yapılan araştırmada, 2015-2019 dönemlerindeki yıllık erime oranının, 2000-2004 yıllarındaki döneme göre yılda 78 milyar ton daha fazla olduğu kaydedilmişti. 

Araştırma: Kar ve buz erimesi 15 yılda 31 kat arttı

Öte yandan küresel ısınma nedeniyle Himalayalar‘daki buzullar da olağanüstü bir hızla eriyor. Geçen sene yapılan araştırmalar geniş buz tabakalarının son 40 yılda önceki yedi yüzyıla göre 10 kat daha hızlı küçüldüğünü gösteriyor.

Eriyen buzullardan gelen su ise küresel  deniz seviyesinin yükselmesine katkıda bulunuyor.

Şubat 2022’de yayımlanan bir araştırmaya göre ise dünyanın en yüksek dağı olan Everest’te erime yaklaşık 80 kat hızlanmış; son 2 bin yıldır biriken buz tabakası, 25 yıl içinde eriyip yok olmuştu.

Ancak iklim krizine karşı önlem almak için henüz geç değil. Fosil yakıtların kullanılmaması, iklim eylem planları ve sürdürülebilir bir yaşamın sağlanması ile iklim krizine karşı mücadele etmek mümkün. 

Resmi ilan yayınlama hakkı iptal edilen Evrensel Gazetesi: Metin Göktepe’nin yoldaşları susmaz!

Evrensel Gazetesi‘ne üç yıldır hukuksuz şekilde ilan vermeyen Basın İlan Kurumu (BİK), gazetenin resmi ilan ve reklam yayımlama hakkını tümüyle iptal etti.

Gönderilen kararda, bayi denetim sonuçlarına göre Emek Partisi’nin (EMEP) 13 farklı il ve ilçe örgütünün aldığı abone gazeteleri ile İstanbul, Ankara, İzmir ve Kocaeli’de farklı bayilere gönderilen gazetelerin birkaç kişi tarafından toplu şekilde alınması, iptale gerekçe sayıldı.

Gazete bugün “Evrensel susmaz!” manşetiyle bayilerde.

Genel Yayın Yönetmeni Fatih Polat, kaleme aldığüı yazıda “Bu ülkenin işçi ve emekçilerinin, tüm ezilen halklarının taleplerini dile getiren bu gazete, onu susturmak için maaş alanlara boyun eğmez. Asla! Bunu kuşkusuz Evrensel’e bugüne kadar sahip çıkan okurlarımızdan aldığımız güçle de söylüyoruz” dedi.

Sonrasında abone sayılarında bir artış olduğunu da kaydeden Polat, kararla ilgili şu değerlendirmeyi yaptı:

“Bu son karar bize şunu söylüyor: “Siz, Anayasa Mahkemesinin ilan cezaları konusunda verdiği karara da güvenmeyin. Bakın biz o karara rağmen sizi ekonomik olarak boğmakta kararlıyız.” Yani, AKP iktidarı ve BİK’e hakim olan iktidar iradesi devam ettikçe bu tutumda ısrar edilecek.”

Öte yandan hak savunucularınınn, siyasilerin ve gazetecilerin karara tepkileri sürüyor.

Jandarma, tarlalarını JES şirketinden korumak için direnen Mezeköy halkına saldırdı

AYDIN –Köşk ilçesine bağlı Mezeköy ve Uzundere mahallelerinde jeotermal kaynak araması yapan şirkete karşı nöbet tutan köylüler, jandarma tarafından darp edilerek gözaltına alındı. 

Şirketin jeotermal santral ve 18 kuyu için hukuksuzca sondaj çalışmalarına başlamasının ardından köylüler arazilerini korumak için çadır kurarak nöbet tutmaya başlamıştı.

Köylülerin tarım yaptığı verimli zeytinlikler ve tarım arazilerinden 19 parsel Nisan ayında acele kamulaştırılmıştı. Hem şirketin projesine verilen ‘ÇED Gerekli değil’ kararının iptali için açılan dava , hem de acele kamulaştırma kararının yürütmesinin durdurulmasına yönelik dava halen sürüyor.

Dava süreci devam etmesine rağmen projeye devam etmeye çalışan şirkete direnen köy halkı, bugün karşısında jandarmayı buldu.

Jandarma, iş makinelerinin araziye girmemesi için direnen köy halkını darp ederek gözaltına aldı. Jandarmanın saldırdığı grubun arasında köy halkından yaşlı kadınlar ve çocuklar da vardı.

ÇHD İzmir Şubesi, köylülere işkence ile gözaltı yapıldığını ve biri kanser hastası beş kişinin gözaltına alındığını açıkladı.

Nöbetteki köy halkının arasında bazı kişiler yaralandı ve fenalaştı.

İlk gözaltının sonrasında bölgeye toma geldi ve köylüler “Dağılmazsanız hepinizi alırız” denerek tehdit edildi.

Köy halkı ve gönüllülerin jandarma ve şirkete karşı direnişi sürüyor. Siyasi partiler, avukatlar ve aktivistler alana desteğe giderken jandarma da karşılarında durmaya devam ediyor.

Alana giden yolun giriş ve çıkışları kapatıldı.

Havrita’ya erişim engellendi: Sorumlular yargılansın

Sokakta yaşayan köpekleri ve onları besleyen insanları hedef gösteren Havrita uygulaması Ankara 1’inci Sulh Ceza Hakimliği‘nin kararıyla erişime engellendi.

Hak savunucularını ayağa kaldıran uygulamada Türkiye’nin her yerinden köpekler, yaşadıkları yerde fotoğraflarıyla birlikte ‘başıboş köpek’ olarak fişlenerek hedef gösterilmiş, onlara bakım veren insanların adresleri paylaşılarak hakaretler yazılmıştı.

Aylardır “Başıboş Köpek Sorunu”, “Güvenli Sokaklar” gibi sosyal medya hesapları ve birtakım kişiler ve sahte hesaplar aracılığıyla sokak hayvanlarına yönelik nefret propogandası yapıldığının altını çizen Barolari bugün uygulamanın erişime engellenmesi için başvuru yapılacağını açıklamıştı.

Hayvan hakkı örgütleri ve vatandaşlar, uygulamayı kamu düzenini bozma ve 5199 sayılı Hayvanları Koruma Kanunu’na muhalefetten şikayet etmiş,  uygulamada yerleri işaretlenen hayvanların katledildiğine dair ihbarlar sonrasında vatandaşlar, belediye ve dernekler yaşadıkları bölgede işaretlenen hayvana sahip çıkma konusunda harekete geçmişti.

Hayvan düşmanlığının empoze edildiğini söyleyen belirten İstanbul Barosu Hayvan Hakları Komisyonu Başkanı Avukat Gülsaniye Ekmekçi “Toplum bir anda ‘hayvansever’ ve ‘hayvan düşmanı’ diye ikiye bölündü” diyerek şöyle devam etmişti:

“Havrita sokakta köpek istemeyen, hayvanların toplatılıp öldürülmesini isteyen kişilerin oluşturduğu bir uygulamadır. Sokakta görülen köpeklerin işaretlenmesini istiyorlar. Her yerden işaretlemeler yapılıyor. Bu işaretlemeler iyi niyetli değil çünkü işaretlenen yerde aynı gün ya da ertesi gün köpek öldürme vakaları duyuyoruz. Bize bu yönde ihbarlar geliyor. Bakıyoruz uygulamada işaretlenmiş yer mi diye evet öyle olduğunu görüyoruz.”

Sosyal medyada uygulamaya tepki gösteren kamuoyu, sitenin ve uygulamanın tamamen kapatılmasını ve nefret propogandası yaparak hayvanların ve insanların yaşamını tehdit edenlerin yargı önüne çıkmasını istiyor.

Çiftçiler: Açıklanan üzüm alım fiyatı, üreticilerin iflasıdır

Çiftçiler Sendikası (Çiftçi-SEN), maliyeti 24 lira olan çekirdeksiz kuru üzüm alım fiyatını 27 lira olarak açıklanmasına tepkili.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, geçen yıl 13 lira olan fiyatın 27 liraya çıkardıldığını dün Manisa‘da bizzat açıklamıştı. 

Geçen yıla göre yüzde yüzlük bir artış söz konusu olsa da  şirketlerin kontrolündeki elektrik, mazot, kimyasal gübre, tarım zehirleri, tarımsal alet ve traktörüne kadar bütün tarımsal girdilerdeki artışın yüzde 200’ün çok üzerinde olduğunun altını çizen çiftçiler, “Açıklanan fiyat alım gücü zayıflayan üzüm üreticilerinin sıkıntısını çözemeyeceği gibi, borç sarmalını daha da büyütecektir” dedi.

Ayrıntılı bir maliyet hesabı ile kuru üzümün kilogram maliyetinin 24 lira civarında olduğunu ve üreticilerin aç kalmadan üretimlerini devam ettirebilmeleri için asgari 39,5 liradan satması gerektiğini belirten çiftçiler, maliyetlerindeki bazı artışları şöyle hatırlattı:

“2021 yılı Ağustos ayında mazotun litresi 8 lira civarıyken, Cumhurbaşkanı’nın kuru üzüm fiyatı açıklamasının ardından mazot üç katına çıkmıştır. 2021 yılında üzüm kurutmada kullanılan bir torba potasa fiyatı 280 TL iken, 2022 yılında beş katına, bandırma yağı tenekesi 2021 yılında 250 TL civarında iken 2 buçuk katına çıkmıştır. Bunlar sadece birkaç kalem girdideki artış oranlarıdır.”

Şirketlere yaradı

Maliyeti bile zor karşılayacak olan kuru üzüm alım fiyatının aynı zamanda sofralık yaş üzüm ticareti ve ihracatı yapan şirketlerin de işine yaradığını ve  yaş üzüm alım fiyatlarını düşük tutmalarının önünün açıldığını belirten çiftçiler şöyle dedi:

İktidarın küçük üreticileri üretim dışına iterek, şirketlerin kontrolündeki bir gıda sistemini oturtmakta kararlı olduğu bir kez daha görülmüştür.

Küçük çiftçiler olarak bizi yok etmeye yönelik politikalara karşı durmak zorundayız.

Kuru ve yaş üzüm alım fiyatları belirlenirken şirketler ve hükümetin, çiftçilerin sendikalarıyla, meslek odası ve kooperatif örgütleriyle görüşme si ve toplu pazarlıkla birlikte karar verilmesi gerektiğini belirten çiftçiler, BM Genel Kurulu‘nda kabul edilen Köylü Hakları Deklarasyonu’na işaret etti:

“Çiftçilerin tatmin edici bir fiyat ve adil piyasaya erişim hakkı vardır. Devletler de bunu sağlamak zorundadır. ”

Sağlıklı ürün sağlıklı ortamda yetişir

Çiftçiler, temiz havaya, temiz suya, sağlıklı toprağa  erişim haklarından ve devletlerin yükümlülüğüne de değindi:

“Sağlıklı ürün sağlıklı ortamda yetişir. Deklarasyona göre devlet, yükümlülüğünü yerine getirerek havayı, suyu, toprağı kirleten, tarımsal üretimi olumsuz etkileyen, iklim değişikliğine neden olan JES ve madencilik faaliyetlerine acilen son vermeli, bu faaliyetlerin olumsuz etkisini yaşayan bölgelerdeki üreticilere telafi edici ödemeler yapmalıdır.”

Zehirli gemi Sao Paulo’yu durdurmak için son 20 gün: Yine başarabiliriz

Brezilya donanmasına ait uçak gemisi Nae Sao Paulo‘nun,4 Ağustos’ta  Hollanda‘nın çekici gemisi Alp Center tarafındansökülmek için İzmir Aliağa’ya doğru başladığı yolculuk sürüyor.

Geminin anlık konumunu sitesinden paylaşan Greenpeace Akdeniz, söküm işlemini kabul edilemez bir zehirli tehdit olarak gören Türkiye insanının iradesi ve Aliağa’daki yerel grupların protestolarının ilk günden beri görmezden gelindiğini söyledi:

Brezilya Federal Bölge Mahkemesinin kararına karşı yola çıka NAe São Paulo, eski adıyla Fransız donanma gemisi Foch ve ünlü uçak gemisi Clemenceau’nun kardeş gemisi,  sivil toplum kuruluşlarına göre, Basel Sınır Ötesi Tehlikeli Atıkların Kontrolü Konvansiyonu ve bunların bertaraf edilmesi ile Barcelona Deniz Çevresi ve Akdeniz Kıyı Bölgesinin Korunması Sözleşmesi’ne aykırı olarak ihraç edildi.”

Örgüt, 2003 yılında Fransa’dan sökülmek üzere Hindistan’a gönderilen Clemenceau gemisi için verilen mücadeleyi hatırlatarak şunları söyledi:

” 1957’de denize inen Clemenceau, 40 yıllık hizmetin ardından 1997’de kızağa çekildi ve 2003 yılında İspanya’ya satılarak sonunda sökümüne karar verildi.

Yunanistan ve Türkiye’nin geri çevirdiği ve Mısır hükümetinin Süveyş Kanalından geçişine izin vermediği gemi, Hindistan’a gitmek için Afrika kıtasının ucunda Ümit Burnu‘ndan dolaşarak Alang’a doğru giderken Hindistan mahkemeleri, bu tehlikeli atık yüklü geminin sökümünü engelledi ve Clemenceau dünya denizlerinde binlerce millik yolculuğun sonunda Fransa’ya geri gönderildi.”

Keşke tarih tekerrür etse

Clemenceau için Fransa’nın asbestin ‘yüzde 98’ini’ temizleyeceği yönünde iddia sonrası kalan asbest miktarının 45 ton olarak beyan edildiğini, ancak
Clemenceau için İngiltere’de söküm öncesi çıkarılan tehlikeli madde envanterine dayanan Greenpeace raporuna göre tespit edilen asbest miktarının 760 ton olduğunu hatırlatan Greenpeace, şu değerlendirmeyi yaptı:

“Clemenceau’nun söküm işlemlerinin uluslararası sözleşmeleri ihlal ettiği gerekçesiyle kamuoyunda oluşan baskı,  sivil toplum kuruluşlarının güçlü müdahalesi ve söküm endüstrisinde çalışan uzmanların büyük risk alarak yaptıkları asbest ve tehlikeli maddenin gerçek miktarına ilişkin itiraflar sayesinde bugün Clemenceau’daki tehlikeli zararlı madde miktarını kısmen biliyoruz.

Üzerinden 14 yıl geçmiş olmasına rağmen bugün neredeyse aynı adımların Clemenceau’nun ikiz kardeşi Sao Paulo’nın söküm operasyonu için tekrarlandığını görüyoruz.

Tarih tekerrür ediyor. Ancak 14 yıl önce oluşan kamuoyu baskısını oluşturamazsak maalesef bu sefer sonuç, Türkiye çevre ve insan haklarını ihlal eden büyük bir hata olarak tarihe geçecek.

Fransa’ya geri gönderilen Clemenceau.

Yangından mal kaçırır gibi Brezilya’dan yola çıkarıldı

Greenpeace Akdeniz Proje Lideri Gökhan Ersoy, zehirli geminin birkaç yıl önce ihale süreci ile başlayan serüveninin pek çok soru işaretini beraberinde getirdiğini söyledi:

“Çevresel adaleti tesis edecek, çevre güvenliği ile halk sağlığını koruyacak uluslararası konvansiyonlar resmi makamlar tarafından kendi objektiflerine hizmet edecek şekilde yorumlandı ve özellikle halkın katılımı, bilgiye erişim yükümlülükleri görmezden gelindi. Sao Paulo ile ilgili bilgi ve belgelere Brezilya makamları aracılığı ile ulaşabilmemiz ise Türkiye’deki şeffaflık, halkın katılımı ve bilgiye erişim haklarının kağıt üstünde kaldığını görmemiz açısından üzüntü verici bir tecrübe oldu. Günün sonunda ise Brezilya’daki yetkililer, kendi mahkemelerinin verdiği kararı bile görmezden geldi ve Sök Denizcilik tarafından uçak gemisinin gövdesi yangından mal kaçırır gibi Brezilya karasularından çıkarılmasına izin verdi.

Bugün tanıklık ettiğimiz potansiyel bir yasadışı atık ithalatının gerçekleştiği tehlikeli bir vakadır. Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın bu suça ortak olmaması için kısmi izni kaldırıp Sao Paulo’ya “tam yol geri” demesi yönündeki çağrımızı yineliyoruz.

İnsan hakları mahkemesine taşınacak

Sao Paulo için pek çok sivil toplum kuruluşu aynı çağrıları yaparken, üç  İzmirli avukat,  konuyu Amerika İnsan Hakları Mahkemesi’ne taşıyacaklarını açıkladı.

Bu girişim, Amerika’daki mahkemeye Türkiye’den ilk başvuru olacak.

Dokuz Eylül Gazetesi‘nden Gökçe Adar‘ın konuştuğu avukatlar Senih Özay, Murat Fatih Ülkü ve Hilal Erbüken, dilekçelerini ve hukuk hamlelerini hazırladıklarını söyledi:

“Biz üç avukat da çok iyi bildiğimiz Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine dayalı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) ikizi olan Amerika Kıtası SAN Jose Paktı’na dayalı Kosta Rika Amerika Kıtası İnsan Hakları Mahkemesi’ne Brezilya’yı şikayet etme kararı aldık.”

Sökücü firma: Nükleer Denetleme Kurulu da onayladı

Yine 9 Eylül Gazetesi’ne açıklama yapan SÖK Denizcilik Yönetim Kurulu Üyesi Ramazan Yiğit ise, “çevreye duyarlı vatandaşların kendilerini dinlemediklerini” dile getirmiş, her işlemin Avrupa onaylı olduğunu söylemişti.

Yiğit, Bakanlığın Nükleer Düzenleme Kurumu‘ndan gemi hakkında görüş almalarını istediğini, bunun üzerine NDK’nın onayladığı ve yetkilendirdiği uzman firma ile geminin tüm kompartmanlarından ve güvertelerinden numunelerin analiz edildiğini ve radyasyon ölçümleri yapıldığını söyledi:

“Tüm numuneler analiz edilip, tüm ölçümler NDK’ya raporlandı. Bu raporların uzmanlar tarafından incelenmesi sonucu; ‘Bu geminin Türkiye Karasuları’na girmesinde ve sökümünün yapılmasında radyoaktivite olarak hiçbir sakınca yoktur’ raporu verildi. Bu rapor, bakanlığa gönderildi.”

Greenpeace’in aktardığına göre ise Sao Paulo için bir danışmanlık firması tarafından “Tehlikeli Madde Envanteri” hazırlandı. Ancak, Sao Paulo’da odaların sadece yüzde 12’si örneklendi.

Halbuki ikiz gemisi Clemenceau’da odaların yüzde 82′ si ölçülmüştü. 2006’da Greenpeace’in hazırladığı rapora göre ise Clemenceau’da tahmin edilen asbest miktarı 760 tondu.

İzmirliler sokakta

Geminin İzmir’de sökülmesine tepki gösteren vatandaşlar, bu hafta boyunca “Ölüm Gemisini Durduracağız” sloganıyla eylemler düzenliyor.

Kıbrısşehitleri Caddesi, Konak gibi merkezi yerlerde protesto düzenleyecek olan gönüllüler, Cuma akşamı Aliağa Çevre Platformu‘nun gemiye karşı başlattığı nöbete destek vermek için Aliağa Demokrasi Meydanı‘na gidecek.

Üniversite toplulukları: Bakanlığın üniversiteleri hapishaneye çevirecek genelgesini tanımıyoruz

Marmara Üniversitesi, İTÜ, ODTÜ, Hacettepe Üniversitesi gibi üniversitelerin öğrenci kulüpleri tarafından İçişleri Bakanlığı ile Gençlik ve Spor Bakanlığı’nın 81 il valiliğine gönderilen “Üniversitelerde Güvenlik ve Barınma Tedbirleri” başlıklı genelgesine karşılık ortak bir açıklama yaptı.

Genelgeyle duyurulan kararların özerk, demokratik olması gereken üniversiteleri tüm alanlarıyla İçişleri Bakanlığının kontrolüne bırakarak hapishaneye çevireceğini belirten öğrenciler şu açıklamada bulundu:

“Üniversitelilerin barınma hakkı için gerçekçi hiçbir çözüm üretmeyen, öğrencileri tarikat yurtlarına mahkûm eden, KYK yurtlarının odalarında ranza sistemine geçen, verilen 850 liralık bursların/kredilerin 810 lirasını yurt ücreti adı altında gasp eden hükümetin yalnızca ‘denetimle’ ücretsiz, erişilebilir, nitelikli olması gereken barınma hakkını sağlayacağını iddia etmesi akıl karı değildir.

Biz üniversiteliler bu denetimlerin tarikatlara, çetelere yönelik olmadığını; tam aksine fahiş kira ve yurt ücretleriyle boğuşan, kalacak yer bulamadığı için eğitimine devam edemeyen bizlerin nitelikli barınma hakkı için yaptığımız eylemleri ‘provakatif’ olarak nitelendirip meşru taleplerimizin ‘güvenlik problemleri’ bahanesiyle silikleştirilmeye çalışıldığını genelgedeki yasakçı politikalarla mücadele eden öğrenciler üzerinde baskı kurarak, yıldırmak için getirildiğini biliyoruz ve bunlara karşı çıkıyoruz.

Genelgeyle öğrencileri hiperenflasyonun olduğu ekonomik kriz döneminde 850 lira ile geçinmek zorunda bırakan ve üniversitelilere hiçbir bütçe ayırmayan AKP hükümeti, üniversite yerleşkelerini hapishaneye çevirecek ‘X-Ray cihazı, kapı dedektörleri, güvenlik kamera sistemleri’ gibi israf kalemlerine bütçe yağdırıyor.

Bu genelgeyi üniversitelilere yönelik arama faaliyetlerini arttırarak, üniversiteleri karargâhmışçasına istihbarat çalışması ile kendi siyasal islamcı ideolojilerine göre dizayn etmek için baskı aracı olarak kurguladıklarının farkındayız ve bunu reddediyoruz.

‘Hapishane genelgesini tanımıyoruz’

Kadınlar ve LGBTİQA+’lar; her gün şiddete maruz kalırken, öldürülürken, hakları ellerinden alınırken, toplumdan izole edilirken, sömürülürken korumayan hatta koruyan hukuki mekanizmaları işlevsizleştirmeye çalışarak, İstanbul Sözleşmesi’nden çekilen ve faillerle iş birliği yapan gerici AKP hükümeti şimdi de bu genelgeyle yaşamları, hakları için mücadele eden kadınları ve LGBTİQA+’ları ‘terörle iltisaklı’, ‘yasa dışı’ kılıflarıyla kriminalize ederek engellemeye çalışıyor. Kadın ve LGBTİQA+ mücadelesi gerici, kuirfobik, kadın düşmanı, faşist iktidarın sonunu getirecek meşru bir mücadeledir ve bir genelgeyle engellenemez.

Biz özerk, demokratik, özgür, eşit ve kuir feminist bir üniversite için mücadele eden üniversiteliler ve üniversite toplulukları olarak sarayın bizler ve akademi üzerindeki baskı politikalarını kabul etmiyoruz, hapishane genelgesini tanımıyoruz.

Biz öğrencilerin sorunları güvenlik olmadığı gibi bu derece küçümsenecek, bağlamından koparılacak bir boyutta da değildir. Bizlerin sorunları asgari yaşam olarak nitelendirilen barınma hakkına, hayatlarımızı idame ettirecek geçim kaynaklarına erişememektir.

Bizlerin sorunları ‘güvenlik, terör’ gibi safsatalarla politik özgürlüklerimizin ve temel haklarımızın elimizden alınması, kamusal eylem ve taleplerimizin radikalleştirilmesi, sansür yasalarıyla sözde denetim adıyla yaşamın her alanında sesimizin kısılmaya çalışılması, insan haysiyetine yaraşır bir yaşam için yaptığımız meşru pratiklerin siyasi hamlelerle yok edilmek istemesidir. Kısacası bu bir güvenlik sorunu değil onurlu bir yaşam ve özgürlük sorunudur.

Bizlerle birlikte tüm toplumsal muhalefeti ve üniversite bileşenlerini bu özgürlük sorununda ses çıkarmaya çağırıyoruz!”

Ortak açıklamanın imzacı toplulukları ise şöyle:

  • Bilkent Kadın Çalışmaları,
  • Ege Vegan,
  • Hacettepe Kuir Araştırmaları,
  • Hacettepe Münazara Topluluğu,
  • Hacettepe Evrimsel Biyoloji & Tip Topluluğu,
  • Hacettepe Toplumsal Araştırmalar Topluluğu,
  • İTÜ Dayanışması,
  • İTÜ Cins Arı LGBTİ+ Kulübü,
  • İTÜ Kadın+ Dayanışması,
  • İTÜ Vegan Topluluğu,
  • İÜ Eşitlik,
  • Kuir ADU,
  • Kuir Marmara.
  • Lavender LGBTİQ+,
  • Lion Queer,
  • Marmara Üniversitesi Kadın Hakları Kulübü,
  • Marmara Üniversitesi Vegan Ağı,
  • ODTÜ LGBTIQAA+ Dayanışması,
  • ODTÜ Çevre Topluluğu,
  • ODTÜ Kadın Dayanışması,
  • Taşkışla Kadın Çalışmaları ve Toplumsal Eşitlik Kulübü,
  • Uludağ Üniversitesi Kadın Çalışmaları Topluluğu,
  • YTÜ ODA LGBTİ+ Topluluğu

Antalya’da bir katliam daha: ‘Ellerine ne geçiyor bu kadar hayvanı öldürdükleri zaman?’

ANTALYA – Antalya’da köpek katliamı bitmiyor.

Muratpaşa ilçesi Meydankavağı Mahallesi‘nde iki hafta içinde 30 köpeğin ölü bulunmasının ardından köpek katliamı sürüyor bu kez Konyaaltı ilçesi Uncalı Mahallesi’ndeki ormanda 9 köpek ölü bulundu. Ormandaki 20’si yavru 25 köpek ise ortadan kayboldu.

Alanda çok sayıda kemik ve cerrahi eldiven olduğunu gören mahalleli, ormanın içine girdiğinde köpek ölüleri ile karşılaştı.

İhbar üzerine bölgeye polis ve zabıta ekipleri, Antalya Cumhuriyet Savcılığı‘nın talimatı ile ölü bulunan köpeklerden örnekler aldı, kemik ve cerrahi eldivenleri inceleme için topladı. Ekipler, ayrıca civarda bulunan kamera kayıtlarını da inceliyor.

Antalya Barosu Hayvan Hakları Kurulu‘ndan Avukat Çağla İlknur,  hukuki süreci sıkı bir şekilde takip ettiklerini belirtti:

“Bu Havrita uygulaması aracılığıyla yapılan eylemler gerek Türk Ceza Kanunu (TCK) gerek Hayvanları Koruma Kanunu bakımından suç teşkil ediyor. Bu eylemleri yapan kişilerin hukuki boyutta en ağır şekilde ceza alması için elimizden geleni yapacağız. Bu aşamada tüm vatandaşlarımızın da yaşadıkları bölgelerde işaretleme olması halinde şikayetçi olmasını talep ediyoruz. Hem meslektaşlarımız hem kolluk çalışanlarımız hem de hayvansever tüm vatandaşlarımız ile birlikte sokakta yaşayan canları koruyacağız” ifadelerini kullandı.

DHA’ya konuşan mahalleli ise çok üzgün ve öfkeli.

Toplum olarak vicdanımızı bu kadar mı kaybettik?

Mahalleden Berrin Özkan, “Bugün köpeklerimiz yine can vererek, çok acı şekilde, iç organları parçalanarak öldü. Artık buna dayanamıyoruz. Bizim hayvanseverler olarak sabrımız mı deneniyor, vicdanımız mı sorgulanıyor? Bilmiyorum ama yetkililerin bu işi çözmesi gerekiyor” dedi.

Yetkililere “bu işi lütfen artık çözün” diye  seslenen Özkan, şöyle konuştu:

“Öldüren kişiler Havrita’yı  kuranlar mı? Kimlerin eli var? Ellerine ne geçiyor bu kadar hayvanı öldürdükleri zaman? Toplum olarak vicdanımızı bu kadar mı kaybettik? Herkesten duyarlılık bekliyoruz. ‘Antalya’daki katliama dur’ diyecek yetkililer istiyoruz.”

‣ Barolardan Havrita’ya karşı dava hazırlığı: Hayvanların ve besleyenlerin yaşam hakkı tehlike altında

Artık yalvaracak duruma geldik

Mahalle sakini Erkan Er, üç köpeğin ölüsünü gördüğünü ve alanda et ile kemik parçaları ve cerrahi eldivenler bulunduğunu belirtti. Olayın peşini bırakmayacaklarını söyleyen Er şunları söyledi:

“Her bölgede hayvanları besleyen arkadaşlarımız var. Arkadaşımız beslemesini yaptıktan sonra yavru hayvanları seviyor. Sonra evine giden arkadaşımız kendisinden sonra bir arabanın geldiğini görüyor. Kontrol etmeye indiğinde hayvanların hiçbirini bulamıyor. İlk başta hayvanların sıcaklardan dolayı gölgelik alanlara gidip, uyuyacağını düşünüyorduk. Fakat kötü kokular gelmeye başlayınca arkadaşımız bu işin peşini bırakmıyor ve bu durum yaşanıyor. Sadece hayvan olarak bakmamalıyız. Çocuklarımız buralarda oynuyor. Yetkililer artık bu işe bir çözüm bulsun. Kim yaptıysa, bulsunlar. Buradan yalvarıyoruz, yalvaracak duruma geldik” diye konuştu.

13 yaşındaki D.Ü ise ağlayarak köpeklerin kimseye zararı olmadığını anlattı ve”Onların kimseye zararı yok, hiçbir suçu yok. Kendi hallerinde yaşıyorlardı. Niye böyle yapıyorlar?” diye sordu.

Köpekleri ve yavrularını komşularıyla beraber düzenli beslediklerini belirten mahalleli Emine Yüzmüş ise “Buradaki hayvanlara düzenli olarak bakıyorduk. Kışın yuvalarını bile yapıyorduk. Bunların hiç kimseye zararı yoktu. Buradaki köpeklerin bugüne kadar kimseye zarar verdiğini görmedim. Birkaç gündür sayılarını az görüyorduk ama aklımıza zehirlenme durumu gelmedi. Büyüdükleri için etrafta gezdiklerini düşündük. Burada 20’ye yakın yavru vardı” dedi.