WWF (Dünya Doğayı Koruma Vakfı) ve Londra Zooloji Derneği’nin (ZSL) hazırladığı Yaşayan Gezegen Raporu’na göre; 1970’den bu yana izlenen omurgalı yaban hayatı popülasyonlarında ortalama yüzde 69’luk bir düşüş gerçekleşti.
İki yılda bir yayımlanan rapor insan faaliyetleri nedeniyle doğaya verilen yıkıcı tahribatları ortaya koyuyor.
Küresel biyoçeşitlilik ve gezegenin sağlığı konusundaki eğilimlerin araştırıldığı raporda, doğadaki kaybın tersine çevrilmesi için acilen eyleme geçilmesi gerektiği ortaya koyuldu.
Rapora göre; izlenen tatlı su popülasyonları, 1970’ten bu yana, yüzde 83 düştü.
Avrupa’da vahşi yaşam popülasyonunda yüzde 18’lik bir düşüş görüldü.
Rapor, geçim kaynaklarının yüzde 70’inin doğaya bağlı olduğu Afrika’da, 1970’den bu yana vahşi yaşam popülasyonlarında üçte iki düşüş olduğunu gösterdi.
Bu popülasyonlara yönelik tehditlerin yarısını habitat kaybı ve göç yollarının önündeki engeller oluşturuyor.
Memelilerin, kuşların, balıkların, sürüngenlerin ve amfibiyenlerin popülasyonlarını izleyen Yaşayan Gezegen Endeksi (LPI) 1970’den bu yana izlenen yaban hayatı popülasyonlarında ortalama yüzde 69’luk bir düşüş olduğunu ortaya koyuyor.
2020’den bu yana veri setine 838 yeni tür ve 11 bin 11 yeni popülasyon eklenmesi ile Yaşayan Gezegen Endeksi 2022 bugüne kadarki en büyük veri setini kullandı.
Rapor kapsamında yaklaşık 32 bin tür popülasyonu analiz edildi.
Raporda iklim değişikliği ve biyoçeşitlilik kaybı sadece çevresel sorunlar olarak değil, aynı zamanda ekonomik, kalkınma, güvenlik, sosyal, ahlaki ve etik sorunlar olarak da tanımlandı.
“Çevresel bozulmanın çoğundan sanayileşmiş ülkeler sorumludur, ancak biyolojik çeşitlilik kaybından orantısız şekilde etkilenen gelişmekte olan ülkelerdir. Herkesin sağlığı için gezegeni koruyan, doğaya pozitif bir toplum inşa etmede hepimizin oynayacağı bir rol var” ifadelerine yer verilen raporda ayrıca şunlara değinildi:
“Kanıtlar açık – gezegenimizin kaynaklarının sürdürülemez kullanımından kaynaklanan biyolojik çeşitlilik kaybı ve iklim değişikliğinin ikili krizini yaşıyoruz.
Bilim insanları, bu acil durumları iki ayrı konu olarak ele almayı sürdürdükçe hiçbir sorunun etkin bir şekilde ele alınmayacağı konusunda net.”
Yıkıcı bir düşüş var: WWF son derece endişeli
Latin Amerika ve Karayipler gibi biyolojik çeşitlilik açısından zengin bölgelerde, hayvan popülasyonu kaybı oranı yüzde 94’e kadar çıkıyor.
WWF International’ın Genel Müdürü Marco Lambertini, WWF’nin yeni verilerden “son derece endişeli” olduğunu söyledi. Lambertini raporun özellikle de dünyadaki en fazla biyolojik çeşitliliğe sahip manzaralardan bazılarına ev sahipliği yapan tropik bölgelerde olmak üzere, vahşi yaşam popülasyonlarında yıkıcı bir düşüş olduğunu gösterdiğini belirtti.
WWF Bilim Direktörü Mark Wright, rakamların özellikle Latin Amerika için “gerçekten korkutucu” olduğunu söyledi.
WWF-Türkiye (Doğal Hayatı Koruma Vakfı) Genel Müdürü Aslı Pasinli de doğal kaynakları herhangi bir bedel ödemeden, savurgan ve sürdürülemez bir şekilde kullanabileceğimiz yönündeki varsayımların geçersizliğinin artık apaçık ortada olduğunun altını çizdi. Pasinli şu ifadeleri kullandı:
“Bedeller, aşırı hava koşullarından kaynaklanan can ve mal kayıpları, kuraklık ve sellerle ağırlaşan yoksulluk ve gıda güvenliği sorunu, toplumsal karışıklıklar, artan göç dalgaları ve zoonotik (hayvan kaynaklı) hastalıklar olarak karşımıza çıkmaya başladı. Doğanın kaybı, etik veya ekolojik bir mesele olarak algılanmaktan çıktı; ekonomimiz, sosyal istikrarımız, bireysel refahımız ve sağlığımız için hayati önemi dikkate alınarak daha geniş anlamda yorumlanıyor ve bir adalet meselesi olarak görülüyor. Çevresel kayıplardan en çok dünyanın en savunmasız toplulukları etkileniyor. Küresel ekonomi ve milyarlarca insanın geçimi doğaya bağlı. İklim, çevre ve toplum sağlığı krizlerini önlemek için biyolojik çeşitlilik kayıplarını önlemek ve hayati öneme sahip ekosistemleri geri getirmek, küresel gündemin en önemli maddeleri haline gelmeli.”
Latin Amerika’nın biyoçeşitliliğiyle ünlü olduğuna ve bu anlamda çok önemli olduğuna değinen Wright, iklim değişikliğini tersine çevirme çabasında da önemli bir bölge olduğunu söyledi. Ancak Amazon ormanlarında 550 ila 740 milyar ton CO2 tespit edildi. Bu da yıllık sera gazı emisyonlarından 10 ila 15 kat daha fazlasına eşdeğer.
Rapor, yaban hayatı kaybının ana sebeplerinin kalkınma ve çiftçilik, sömürü, istilacı türlerin girişi, kirlilik, iklim değişikliği ve hastalık nedeniyle habitat bozulması olduğunu ortaya koydu.
Gıda sistemleri, ormansızlaşma ve popülasyon kaybı
Lambertini, küresel gıda zinciri çökmeden önce dünyanın zararlı ve savurgan tarım uygulamalarını yeniden düşünmesi gerektiğini vurguladı ve şunları ekledi:
“Günümüzde gıda sistemleri, karadaki ormansızlaşmanın yüzde 80’inden fazlasından sorumlu ve okyanusla temiz suya bakarsanız, [bu sistemler] bu habitatlardaki balıkçılık stoklarının ve popülasyonlarının çökmesine de neden oluyor.”
Aralık ayında COP15 biyoçeşitlilik zirvesi için Montreal‘de toplanacak dünya liderleriyle birlikte, rapor yazarları, iklim değişikliğine ilişkin 2015 Paris Anlaşması‘na benzer şekilde, doğayı korumak için uluslararası, bağlayıcı bir taahhüt çağrısında bulundular.
Rapor, artan koruma ve restorasyon çabalarının, daha sürdürülebilir gıda üretimi ve tüketiminin ve tüm sektörlerin hızlı ve derinden karbondan arındırılmasının iklim değişikliği ve biyolojik çeşitlilik kaybı gibi ikiz krizleri hafifletebileceğini savunuyor.
Ayrıca hükümetlerin gıda, ilaç ve su temini gibi doğa kaynaklı hizmetlerin değerini politika oluşturma sürecine uygun şekilde dahil etmeleri için çağrıda bulunuyor.