Ana Sayfa Blog Sayfa 681

Kuraklık ve koruma eksikliği, Dicle ve Fırat’ın kollarında yaşayan mandaları yok ediyor

Son 40 yılın en büyük su kıtlığını yaşayan Irak‘ta Dicle Nehri kıyısındaki manda (bufalo) çobanları, tuzlanma ve kuraklık nedeniyle hayvanlarını kaybetti. Sürüklendikleri derin yoksulluk birçoğunu evlerini terk etmeye ve iş aramak için yakın şehirlere göç etmeye zorladı.

Irak, 40 milyonluk nüfusunun tamamı için içme suyu, sulama ve sanitasyon için Dicle-Fırat nehir havzasına güveniyor.

Türkiye’den başlayıp, Suriye ve İran‘dan geçerek Irak’a ulaşan önemli havza üzerinde siyasi anlaşmazlıklar ve Bağdat‘ın kendi yönetim eksiklikleri, buradaki sulak alanlarda yaşayan hayvanları ve insanları derinden etkiliyor.

Ankara ve Bağdat, Dicle için sabit bir akış miktarı üzerinde anlaşabilmiş değil. Türkiye, Suriye’ye saniyede 500 metreküp su vermek için 1987’de imzalanan bir anlaşmayla bağlı. Suriye, bu suyu daha sonra Irak’la paylaşıyor.

AP’nin aktardığına göre Ankara, son yıllarda düşen su seviyeleri nedeniyle bu yükümlülüğünü yerine getiremedi ve şimdi, sabit bir sayıya bağlı herhangi bir paylaşım anlaşmasını reddediyor.

Irak’ın yıllık su planı, önce ülke için yeterli içme suyunun ayrılmasına, ardından tarım sektörüne sağlanmasına ve ayrıca oradaki tuzluluğu en aza indirmek için bataklıklara yeterli tatlı suyun verilmesine öncelik veriyor. Ancak bu yıl miktarlar yarı yarıya düşürüldü.

Nesiller boyu manda yetiştiriciliği yapılan bu topraklarda, ülkenin su sitemini yenbiden inşa edemeyen Irak hükümetine karşı öfke büyüyor.

Dicle Nehri’nden gelen  tatlı su akışında büyük kıtlığın yaşandığı Çibayish sulak alanlarındaki kalın tuz tabakası, sazlıkları ve hayvanları tehlikeye attı.

Burada çiftçilik yapan Abbas Hashem, AP’ye verdiği demeçte Mayıs ayından bu yana sürüsündeki 20 mandadan beşini, açlıktan ve alçak bataklıklara sızan tuzlu sudan zehirlenmekten kaybettiğini söylüyor. Bölgedeki diğer manda çobanları da hayvanlarının öldüğünü, bazıları ise satılmaya uygun olmayan süt vermeye başladıklarını belirtiyor.

Mandalarım olmadan hiçbir şeyim yok.

Burası eskiden hayat doluydu. Şimdi bir çöl, bir mezarlık.

Orta Doğu’nun bu en önemli sulak havzaları, Saddam Hüseyin’in bölgeyi Şii isyancılardan uzak tutmak için inşa ettiği barajların 2003’ten sonra kaldırılmasıyla adeta yeniden doğmuştu. Ancak iklim krizi ve şiddetli kuraklıkla baş etmeye yetecek önlemler ve bir sus sitemi inşa edilemedi.

Burada çiftçilik ve hayvancılıkla geçinen kırsal topluluklar, sürekli olarak siyasi krizlere giren Bağdat’taki yetkililerin  uzun süredir odağından çıkmış durumda. Bu yıl yapılan sert su kısıtı politikalarıyla bölgedeki insanlar daha da çaresiz hale geldi. Irak’ın son derece merkezileşmiş hükümetinde yetkisiz kılınan eyalet yetkililerinin ise duruma verecek yanıtı yok.

Dhi Qar eyaleti tarım müdürlüğü başkanı Salah Farhad, “Utanıyoruz. “Çiftçiler bizden daha fazla su istiyor ve biz hiçbir şey yapamıyoruz” diyor.

Bataklıklardaki tuzluluk, su sıkıntısı çeken İran’ın, Irak’ın bataklıklarını da besleyen Karkheh Nehri‘ndeki suyun yönünü değiştirmesiyle daha da arttı.

Irak, su kaynaklarını İran’la paylaşma konusunda, Türkiye ile ilişkisinden daha da az yol kat etti.

Irak Su Bakanlığı’nın su planından sorumlu kilit dairenin başkanı Hatem Hamid, “Türkiye ile diyalog var, ancak birçok gecikme var. İran ile ise hiçbir şey yok” yorumunu yaptı.

Öte yandan bazı Batılı ülkeler ve çeşitli yardım kuruluşları, Irak’ın eskimiş su altyapısını iyileştirmesi ve eski tarım uygulamalarını modernize etmesi için kalkınma yardımı sağlamaya çalışıyor.

Devam eden müzakereler nedeniyle isimsiz konuşan bir ABD’li diplomat, AP’ye, ABD Jeolojik Araştırma Kurumu’nun Iraklı yetkilileri “Türkiye ile müzakerelerde Irak’ın elini güçlendirmek” için uydu görüntülerini okuma konusunda eğittiğini söyledi.

Erkekler 326 günde 296 kadını öldürdü

Erkekler, Türkiye’nin birçok ilinde, 1 Ocak 2022- 23 Kasım 2022 dönemindeki 326 günde, en az 296 kadını öldürdü.

25 Kasım’a bir gün kala: Erkek devlet şiddetine karşı sokağa

bianet‘ten Evrim Kepenek’in yerel ve ulusal gazetelerden, haber sitelerinden ve ajanslardan derlediği haberlere göre; erkeklerin öldürdüğü 17 kadın, Türkiye’ye göç eden kadınlardı.

1 Ocak 2022- 23 Kasım 2022 dönemindeki 326 günde en az 169 kadının ölümü basına “şüpheli” olarak yansıdı.

‣İstanbul Sözleşmesi davası: Burada köle mi yoksa yurttaş mı olduğumuza karar vereceksiniz 
Yarının Türkiyesi’nde İstanbul Sözleşmesi ve LGBTİ+lar yok
‣Kadınlar istihdamda, mecliste ve akademide erkeklerin gerisinde bırakıldı 
218 kadını kocası, sevgilisi olan erkekler öldürdü. 23 kadını baba, abi, oğul gibi yakın erkekler, sekiz kadını damadı, beş kadını komşusu, 16 kadını akrabası, bir kadını hırsız, bir kadını hasta, bir kadını işvereni, iki kadını arkadaşı öldürdü.

bianet’in yerel ve ulusal gazetelerden, haber sitelerinden ve ajanslardan derlediği haberlere göre; erkekler, 189 kadını ev içinde, 88 kadını sokak, ormanlık alan, iş yeri gibi ev dışındaki alanlarda öldürdü. Erkeklerin 20 kadını nerede öldürdüğü basına yansımadı.

‣İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün erkek şiddeti raporu
‣Kadınlardan Anayasa değişikliği tepkisi

25 Kasım’da sokaklarda

Türkiye’de son yıllarda 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü, 25 Kasım ve Onur Ayı kapsamında gerçekleştirilen yürüyüş ve etkinliklere yasaklamalar getiriliyor.

‣’Kadın mevzularında kadınların konuşturulmayıp bıyıklı erkeklerin lafa atlaması sinir bozucu’
‣2021 Türkiye’sinde kadın bütün ekonomik kıstaslarda uzak ara geride 

Kadın ve LGBTİ+’lar yıllardır Taksim’de yürütülmüyor. Bunun aksine Cihangir ve Karaköy caddelerine kaymış olan yürüyüşlerden artık polisin sert müdahaleleri, polis bariyerleriyle kapatılmış Taksim Meydanı görüntüleri geliyor.

Cuma günü (25 Kasım) gerçekleştirilecek yürüyüşün toplanma yeri olarak da yine Taksim işaret ediliyor. Yürüyüş 19.00’da Taksim Tünel’de gerçekleştirilecek. Günler öncesinden yürüyüş için hazırlanan kadınlar, sokaktaki reklam panolarına kadına yönelik şiddete ilişkin yazılamalar yapıyorlar.

Kadınlar 25 Kasım’da sokaklarda: İl il eylemler

25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü‘nde kadınlar her yıl olduğu gibi hakları için sokağa çıkıyor.

Türkiye’nin farklı şehirlerinde çeşitli kadın örgütleri, yarın kadına karşı şiddetle mücadele için seslerini yükseltecek.

Kadınlar İstanbul‘da 25 Kasım Kadın Platformu’nun çağrısıyla saat 19.00’da Taksim Tünel Meydanı’nda buluşacak. 27 Kasım Cumartesi günü de saat 15.00’da Kadıköy’de “Türkiye’de ve dünyada kadınlar özgür yaşayacak” sloganıyla eylem yapılacak.

Diğer illerde açıklanan 25 Kasım eylem planları şöyle:

Ankara
  • 18:30
  • Sakarya Meydanı
İZMİR
  • 15.00 – Buca, Madenci Anıtı
  • 18.30 –  Alsancak, Sevinç pastanesi önü
Bursa
  • 18.30
  • Fomara Meydanı

HATAY
  • 18.00
  • Künefeciler Meydanı
  • İskenderun: 17.30 -Sağlıklı Yaşam Parkı’nda basın açıklaması
ESKİŞehir
  • 18.30
  • Espark Bağlar kapısı
Mersin
  • 18.30
  • Kushimoto Sokağı
Fotoğraf: Şehlem Kaçar / csgorselarsiv.org
ADANA
  • 17.30
  • Düş Yolcuları Parkı
ANTALYA
  • 18.30
  • Attalos Meydanı
  • 27 Kasım:  14.00 – Aydın Kanza Park
MANİSA
  • 18.00
  • Manolya Meydanı

ARTVİN
  • 17.30
  • Hopa Parkı
Denizli
  • 18.30
  • Candoğan Parkı
Trabzon
  • 17.30
  • Maraş Caddesi Koton önü
Fotoğraf: Demet ARAN / csgorselarsiv.org
Samsun
  • 18.00
  • Eski Vergi Dairesi binası önü
MUĞLA
  • 13.00
  • Datça Cumhuriyet Meydanı
AYDIN
  • 16.00
  • Kuşadası Denizbank
ADIYAMAN
  • 19.00
  • KESK Salonu

Fincancı: Bu hukuki değil siyasi bir süreç olarak değerlendirilmeli

Türkiye’nin Kuzey Irak‘taki operasyonları sırasında kimyasal gaz kullanıldığı iddialarını değerlendirdiği için 27 Ekim’den bu yana Ankara Sincan Kadın Kapalı Cezaevi’nde tutuklu bulunan Türk Tabipleri Birliği (TTB) Merkez Konseyi Başkanı Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı, ortadaki sürecin “hukuki değil siyasi olduğunu” söyledi.

Fincancı hakkındaki suçlamalara dair, şunları söyledi:

“Bana yöneltilen suçlama propaganda. Propaganda suçunda tutuklu yargılama hukuk açısından kabul edilebilir olmadığı gibi hakkında soruşturma başlatıldığını öğrenip yurt dışından dönmüş birisi için kaçma şüphesinden de söz edilemeyeceği aşikâr. Bu hukuki değil siyasi bir süreç olarak değerlendirilmeli. Ortada bir iddia var. Ön değerlendirme sonucu gerekli etkili soruşturma yapılması için bir önermenin suç olarak tanımlanıp, ev baskını ve tutuklamaya dönüşmesi bana yönelik değil topluma yönelik bir susturma girişimi olarak değerlendirilmeli.

Avukatları aracılığıyla BBC Türkçe’den Mahmut Hamsici‘nin sorularına yanıt veren Fincancı, evinde bulunan mermilere dair de açıklama getirdi:

“9mm’lik mermilerin olduğu kutu, babamın, ölümünden sonra teslim ettiğim ruhsatlı silahına ait. Silahın yanında olmadıkları için fark etmemiştim, annemin ölümünden sonra evi boşaltırken bulup, o sırada fırsat olmadığı için teslim edememiş, alıp evime getirmiştim.

7.62mm dolu iki kutu mermi ise MKE (Makine ve Kimya Endüstrisi) yapımı, TSK’de kullanılan G3 silahına ait. Nereden geldiğini hatırlamıyorum. Fakültede “yaralar” bahsini anlatırken; ateşli silahlar, mermi çekirdek ve kovanları ve tek tük değişik çapta mermiler bir kutu içinde bana hocalarımdan, sonra da o kutu dersi üstlenen öğrencime geçmişti. Arada kalmış, emeklilik sonrası kürsüdeki odamı boşaltırken eve gelmiş olabilir ama hatırlamıyorum, yalnız yandaş basının iddia ettiği gibi kalaşnikof mermisi olmadıklarını söyleyebilirim.

Hızlıca videoya bakmadım, hekimlerle daha önce vaka tartışması yapmıştık

Fincancı, “Sonradan anlayabildiğim kadarıyla canlı yayındaki konuşmam, parçalara ayrılarak, bağlamından ve bütünlüğünden kopartılarak, yapılan farklı yayınlarda kullanılmış. Kendi yorumlarıyla birlikte “TSK kimyasal silah kullandı” dediğim algısına yol açan bir kullanımı etik bulmadığımı ve sorumsuz davrandıklarını, arayan yayıncılara da illettim zaten” dedi.

Canlı yayındaki konuşmasının bir iki dakika sürdüğünüve “kimyasal silah” ifadesi kullanmadığını belirten Fincancı, sonrasında ise bu tür iddialar olduğunda etkili bir soruşturma yapılması gerektiğini, ölümle sonuçlanmış olaylarda bu tür iddiaların aydınlatılabilmesi için Minnesota Protokolü kılavuzluğunda otopsi yapılmasının önemini vurguladığını anlattı:

“Bana yöneltilen soru kimyasal silah kullanım iddiasıydı, bir toksik gaz etkilenmesine işaret eden belirtileri değerlendirip bu yönde iddia varsa yapılması gerekenleri sıraladım. Belli ki anlaşılır olmamış aktardıklarım.”

Fincancı “Bir bilim insanı olarak sadece bazı görüntülere hızlıca bakarak yukarıdaki kanıya ulaşmayı doğru buluyor musunuz?” sorusuna, şöyle yanıt verdi:

Hızlıca bir videoya bakmadım, yayında da ifade ettiğim gibi öncesinde, Almanya’da aynı konferansa katılmak üzere gelen Nükleer Savaşın Önlenmesi İçin Uluslararası Doktorlar (IPPNW) üyeleri bu konuda bir rapor hazırlamıştı. Kuzey Irak olduğunu belirtikleri videoyu onlar gösterdi, gözlemlerini ve raporlarını aktardı. Orada bulunan hekimlerle birlikte vaka tartışması yapmıştık.

Videoda ortamda bulunan iki kişi bazı belirtiler gösteriyor. Birisinde istemsiz hareketler ve ağzından gelen kanlı köpüklü sıvı solunum yoluyla alınan, akciğerlerde zarara neden olan ve sinir sistemini etkileyen bir maddeyi (gaz formunda) düşündürüyor.”

Bir adli tıp uzmanı olarak uzmanlık alanımla ilgili benzeri birçok olguya dair fotoğraf, video vb. dijital materyal, bir ön değerlendirme ve ileri inceleme gerekip gerekmediğini tanımlamamız için özellikle uluslararası bilirkişilik uygulamalarımızda bizlere iletilir.

Bu tür “sekonder – ikincil” deliller adı verilen kayıtlarda izlenmesi gereken yol, Birleşmiş Milletler Fact-Finding Mission (Gerçeği Araştırma Görevleri) için hazırlanmış kılavuzlarda da yer almaktadır. Burada da sunduğum; gözlediğim belirtiler üzerinden ileri inceleme yapılması gerekliliği ve gerekli adımların neler olduğudur.

Tüm eleştirileri önemsiyorum

Meslektaşlarının bazılarının “TTB Merkez Konseyi Başkanı sıfatı ile konuştuğu medya kurumlarıve açıklamalarının içeriği konusunda daha fazla dikkatli olması gerektiğine” yönelik eleştirileri sorulan Fincancı,Tüm eleştirileri önemsiyorum elbette. Üç yıldır kendi çalışma alanıma dair yaptıklarımı hayli sınırladım. Bunda, Türkiye’de insan hakları kavramının, yurttaş sorumluluğu ve devletin yurttaşına karşı yükümlülükleri konusunda toplumsal anlayışın yerleşmiş olmamasının önemli bir etkisi var” dedi ve şöyle devam etti:

“Çalışma alanımın devletin doğrudan pozitif ve negatif yükümlülük alanına giren ihlaller olması nedeniyle bu çalışmaları sınırlı tutsam da zaman zaman böyle değerlendirmeler yaptığımda, benzer bir tepkiyle karşılaşıp, son iki yıldır hekimlerin özlük hakları için tüm konsey üyelerimiz, kollarımız ve çalışma gruplarımızla yürüttüğümüz mücadelenin görünmez kılınması için araçsallaştırıldığı da bir gerçek.

Yayınlarda görüntümüzün altına ne yazıldığına müdahale olanağını çok nadiren buluyoruz.”

Eleştirilerini anlamakla birlikte bir insan hakları savunucusu olarak yayın organına kimlik sormanın o yayın organının ifade özgürlüğü ve toplumun haber alma hakkının ihlali olacağı düşüncemi de meslektaşlarımın anlamasını umuyorum.

Kaldı ki, muhalif kanalların bir kısmı da dahil, yayın organlarının önemli bir kısmının bana yönelik sansürünü de sorgulamalarını beklerim, toplumdan ve meslektaşlarımdan.

Ne olmuştu?

Türkiye’nin Kuzey Irak‘taki operasyonları sırasında kimyasal gaz kullanıldığı iddialarını değerlendiren Dr. Şebnem Korur Fincancı, görüntülerini incelediğini belirterek, “Belli ki sinir sistemini doğrudan tutan toksik-zehirli kimyasal gazlardan biri kullanılmış durumda. Her ne kadar kullanılması yasak olsa da çatışmalarda kullanıldığını görüyoruz” demişti.

‣ Kimyasal gaz iddiaları Meclis’te: Etkin soruşturma istendi

Bağımsız heyetlerin bölgede inceleme yapmasının uluslararası sözleşmeler gereği zorunlu olduğuna dikkat çeken Fincancı, “Uluslararası sözleşmelerin uygulanması ve kimyasal silahların kullanımını yasaklayan Cenevre Sözleşmesi kapsamında böyle bir iddia ortaya çıktığında nasıl bir araştırma yapılacağı da Minnesota Protokolü’nün ilkelerinin ele alınması gerekiyor” diye konuşmuştu.

İddialar Meclis gündemine getirilmiş; HDP‘den Meral Danış Beştaş ve CHP‘li Sezgin Tanrıkulu bağımsız soruşturma istemişti. Edirne F Tipi Cezaevi‘nde tutuklu bulunan eski HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş da sosyal medya hesabından bir açıklama yaparak, görüntülere ve  iddialara TBMM’nin sessiz kalamayacağını söylemişti.

İktidar kanadı ise iddiaları reddetmiş, MSB‘dan yapılan açıklamada, TSK’nin envanterinde kimyasal gaz bulunmadığı duyurulmuştu.

Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, Irak‘taki Federal Kürdistan Bölgesi’nde yürütülen askeri operasyonlarda kimyasal silah kullanıldığı iddialarına ilişkin açıklama yapan TTB Başkanı Dr. Şebnem Korur Fincancı hakkında soruşturma başlatmıştı. Soruşturmanın ardından Fincancı 27 Ekim’de tutuklanarak cezaevine gönderildi.

Soruşturma başlatılmasının ardından AKP’li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Fincancı’yla ilgili şunları söylemişti:

“Türk Silahlı Kuvvetlerimizin yürüttüğü sınır ötesi harekatlara iftira atan Tabipler Birliği Başkanıyla ilgili yargı harekete geçmiştir. Ayrıca bu ismin üzerinde de çalışmalarımızı yürütecek, gerekirse yasal düzenlemeyle bu ismin de değiştirilmesini sağlayacağız. Terör örgütünün diliyle konuşarak ülkesine ve ordusuna alçakça bühtan eden böyle bir şahsın, adı Türk ile başlayan bir kurumun başında olmasının milletimizin her bir ferdini rahatsız ettiğine inanıyorum.

Ankara Cumhuriyet Başsavcılığımızın yürüttüğü soruşturmanın sonuçlarına ve mahkemelerin vereceği kararlara göre hem bu kişiyle hem de bu kurumla ilgili gereken adımlar atılacaktır. Bu çerçevede kabine toplantımızda ilgili bakanlarımıza Tabipler Birliği başta olmak üzere meslek örgütlerinde yeni bir yapıya geçilmesine yönelik mevzuat çalışmalarının hızlandırılması talimatını verdik.

Meslek örgütlerini ideolojik saplantılarının borazanı haline getiren terör örgütü destekçilerini, buralardan temizleyerek bu yapıları kuruluş amaçlarına uygun faaliyetlere yoğunlaştırmakta kararlıyız.”

TTB Fincancı’nın gözaltına alınmasının ardından destek açıklamasında bulunmuş, Şebnem Korur Fincancı’nın ifadelerinin suç unsuru olmadığını belirtmişti.

Fincancı 26 Ekim’de, avukatları aracılığıyla ulaştırdığı notunda şunları yazmıştı:

“Sevgili yol arkadaşlarım,

Bu gerçek dışı durum ile karşı karşıya kaldığınız için üzgünüm. Ancak dayanışma ile bu gerçek dışı süreci aşacağımızı biliyorum.

Sizlere kaynaklarıyla bilimsel görüş sürecini aktaracaktım, fırsat olmadı. Bu süreç bitince delillendirme üzerine bir toplantı yapalım.

Sizlerin kesinlikle çok yoğunluğunuz vardır, bu yoğunluğa maalesef ben de katkı sunmuş oldum. Bu karalama kampanyasını da aşıp birlikte mücadele edeceğiz. İnsanca bir sağlık sistemini hep birlikte kuracağımız günlere dayanışmayla…

Şebnem.”

Yeşil alanlar bir bir yok edilirken deprem toplanma alanları ne durumda?

İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) tarafından yayımlanan Hızlı Tarama Yöntemleri ile Bina İncelemesi Projesi‘nin 33 ilçeye ait raporuna göre 7.5 büyüklüğündeki olası bir depremde tahmini olarak 91 bin 81 binanın ağır veya çok ağır, 167 bin 116 binanın ise orta hasarlı olması bekleniyor. Peki, deprem sonrası yaralılara müdahaleden depremzedelerin barınma ve yiyecek ihtiyacının karşılanmasına kadar pek çok süreçte hayati önem taşıyan acil toplanma alanları ne durumda? Bu alanları belirleme yetkisi Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı‘nda (AFAD) bulunuyor.

DW Türkçe‘den Eray Görgülü‘nün aktardığına göre; AFAD’ın verileriyle şu anda Türkiye genelinde 27 bin 817 acil toplanma alanı bulunuyor, bunların 5 bin 599’u ise İstanbul’da yer alıyor.

‘Sayılar gerçeği yansıtmıyor’

Ancak uzmanlara göre bu sayılar tartışmalı. Uzmanlar, AFAD’ın açıkladığı verilere, acil toplanma alanı vasfı taşımayan küçük dinlenme alanı, parklar gibi yerlerin de dahil edildiğini bu yüzden bu sayıların gerçeği yansıtmadığını öne sürüyor.

Toplanma alanlarıyla bekleme alanlarının ayrımı

Afet Uzmanı Dr. Kubilay Kaptan, deprem toplanma alanları ile bekleme alanlarının ayrımının yapılması gerektiğine dikkat çekerek, ana deprem toplanma alanını “İnsanların büyük sayılarla gelerek, geçici barınmalarının sağlanacağı, yemek verileceği ve ilk yardımın yapılabileceği bir yer” sözleriyle tanımladı.

Kaptan, stadyum, geniş araziler gibi yerlerden oluşan deprem toplanma alanlarında ilk müdahaleler yapıldıktan sonra depremzedelerin çadır kent ve prefabrik yapılar gibi yerlere nakledilmesi gerektiğini kaydetti.

Bekleme alanlarının ise küçük parklar, küçük arsalar gibi alanlar olduğunu kaydeden Kaptan, “Geçici bekleme alanı, depremden sonra bulunduğunuz yerden çıktıktan sonra, binanıza yakın etrafı açık olan bekleyebileceğiniz bir yerdir. Ufacık bir park ama orada işaret var orada toplanma alanı diye, orayı da sayıyorlar” dedi.

Kaptan, AFAD’ın bugüne kadar açıkladığı deprem toplanma alan sayısına bu tür bekleme alanlarının da dahil edildiğini belirterek, aynı durumun İstanbul’a yönelik açıklanan sayılar için de geçerli olduğunu söyledi.

‘493 alandan geriye 77’si kaldı’

Aynı zamanda İnşaat Mühendisleri Odası (İMO) delegesi olan Eyüp Belediyesi Meclis Üyesi CHP’li Filiz Gökçe de, acil toplanma alanlarına ilişkin bilimsel bir çalışma yürüttüklerini ve İstanbul’da 2010’lu yıllarda deprem toplanma alanı vasfı taşıyan 493 bölge tespit ettiklerini kaydetti.

Gökçe, bu alanların büyük bir kısmının yapılaşmaya açıldığını ve bugün İstanbul’da yalnızca 77 deprem toplanma alanı kaldığını belirtti. Gökçe, bugünlerde o alanlardan birisi olan Kemerköy’deki 200 bin metrekarelik yeşil alanın da yapılaşmaya açıldığına dikkat çekti.

Gökçe’nin bahsettiği alan 200 bin metrekarelik büyüklüğüyle Eyüp Sultan ilçesinin en büyük deprem toplanma alanı olma özelliğini taşıyor. Bu alan, Demirören Grubu‘nun kredi borçlarına karşılık Ziraat Bankası‘na geçtiği belirtilen İstanbul’un Göktürk Mahallesi‘ndeki Kemerköy Sitesi Golf Sahası. Cumhurbaşkanlığı kararıyla bu alana inşaat yapılmak isteniyor.

Göktürk Yeşil Kalsın Girişimi (GYKG) de yaklaşık dört yıldır alanla ilgili hukuki mücadele veriyor. GYKG Sözcüsü Gülseren Onanç, İstanbul’da deprem toplanma alanlarının sayılarının gittikçe azaldığına dikkat çekti.

Göktürk’teki yapılaşma ısrarı

Onanç, bölgenin İstanbul için kritik önem taşıdığını belirterek, Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı tarafından alınan kararların Yargıtay tarafından iptal edildiğini ancak şimdi de Cumhurbaşkanlığı kararı ile bölgenin yapılaşmaya açılmak istendiğini söyledi. Onanç, İstanbul’u çok daha büyük bir depremin beklediğine dikkat çekerek, “Dolayısıyla bizim buna çok hazırlıklı olmamız gerekiyor. Bu hazırlık sürecinde deprem toplanma alanları elbette ki çok önemli şu anda bir deprem toplanma alanımızın üstüne yapılan yapılaşma sadece bu bölgenin değil tüm İstanbul bölgesinin Avrupa yakasını da ilgilendiriyor” diye konuştu.

‘Deprem toplanma alanları da yapıların güvenliği kadar önemli’

İnşaat Mühendisleri Odası İstanbul Şube Başkanı Emine Füsun Sümer de depremle mücadelenin merkezi ve yerel yönetim ile vatandaşın iş birliğiyle birlikte ve bütünsellik içinde yapılması gereken bir seferberlik olduğunu belirterek, “Deprem toplanma alanları da yapıların güvenliği kadar önemli” dedi.

Deprem toplanma alanları ile acil ulaşım yollarının, depremin sonuçlarının bir parça hafifletilmesine olanak sağlayacağını kaydeden Sümer, bazı deprem toplanma alanlarının yanı sıra acil ulaşım yollarının da korunmadığına dikkat çekti. Sümer, deprem koruma alanlarına işaret ederek “Bunların bir bölümünün de başka amaçlar için kullanıldığını biliyoruz. Aynı şekilde 562 acil ulaşım yolunun da bir kısmının korunmadığını konuşuyoruz” ifadelerini kullandı.

Deprem toplanma alanlarının üzerinden konteyner ve çadır kurulabilecek bir altyapının olması gerektiğini de kaydeden Sümer, “Barınma alanlarında elektrik, su, ısınma, duş, tuvalet gibi temel ihtiyaçların karşılanması, aş dağıtımı, yemek dağıtımı, su dağıtımı gibi hizmetlerin karşılanabilir olması gerekiyor” diye konuştu. Bu şartlar göz önünde bulundurulduğunda bazı parkların ve boş arazilerin barınma alanı olarak belirlenmesinin gerçeği yansıtmadığını kaydeden Sümer, “Daha doğrusu uygulanabilirliği tartışmalıdır” dedi.

İletişim hattı da hazır değil

Öte yandan, deprem sonrası iletişim hatlarında yaşanan kesintinin önüne geçilebilmesi amacıyla üç GSM operatörünün bir araya gelerek kurmayı planladığı ortak deprem hattı da halen tamamlanamadı.

Söz konusu hat, 26 Eylül 2019 tarihinde meydana gelen 5.8 büyüklüğündeki İstanbul depreminin ardından gündeme gelmişti.

Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu, 27 saati bulan kesintiler nedeniyle Turkcell, Vodafone ve Türk Telekom‘a toplamda 19,6 milyon TL tutarında ceza kesmişti. Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay da benzer bir durumun yaşanmaması için üç ay içerisinde ortak hattın devreye alınacağını söylemişti. Ancak, aradan yaklaşık üç yıl geçmesine karşın ortak hat halen tamamlanamadı. İlgili bakanlık olan Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı da henüz bu konuda bir açıklama yapmadı.

Rusya, Kuzey Kutbu üzerinden fosil yakıt ikmali için nükleer enerjiyle çalışan yeni buzkıranları suya indirdi

Rusya, Kuzey Kutbu üzerinden Asya‘ya petrol ve gaz ihracatını kolaylaştırmak için nükleer enerjiyle çalışan iki buzkıran gemisini denize indirdi.

St. Petersburg’da düzenlenen açılış törenine video konferans yoluyla katılan Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, bu tür buzkıranların ülke için stratejik öneme sahip olduğunu söyledi:

“Kuzey deniz yollarının geliştirilmesi, Rusya’nın ihracat potansiyelini tam olarak gerçekleştirmesine ve Güneydoğu Asya da dahil olmak üzere etkin bir lojistik güzergah oluşturmasına olanak sağlayacak”

Üç metrelik buzu kırabiliyor

AFP‘nin aktardığına göre, dünyanın tek nükleer enerjili buzkıran gemisi üreticisi ve işletmecisi olan Rusya, Ural adındaki gemiyle aynı seriden Yakutia’yı da suya indirdi, ancak bu geminin 2024 sonuna kadar hizmete girmesi beklenmiyor.

Uzunluğu 200 metreyi aşan nükleer enerjiyle çalışan başka bir Rus gemisinin de 2027 yılında faaliyete geçmesi planlanıyor.

Atom enerjisi devi, Rus devlet şirketi Rosatom tarafından üretilen nükleer güçle çalışan 170 metre uzunluğundaki ‘Ural’, üç metreye kadar derinlikteki buzları kırabiliyor.

Ural, Rusya’nın başlangıçta Avrupa’ya yönelik sıvılaştırılmış doğal gaz (LNG) ürettiği bir bölge olan Kuzey Kutbu’nda aralık ayından itibaren faaliyet gösterecek. Ural ile aynı serideki diğer iki buzkıran, Arktika ve Sibir, halihazırda faaliyet gösteriyor.

Putin, Rossiya adını verdikleri ve 71,380 tonluk 209 metrelik buz kırıcının 2027 yılına kadar tamamlanacağını söyledi. Bu geminin dört metre kalınlığındaki buzu kırabileceği belirtiliyor.

Avrupa Birliği Rusya’nın Ukrayna‘ya saldırısı sonrası Rus petrol ithalatına kademeli ambargo kararı almış ve gaz ithalatını büyük ölçüde azaltmıştı. Rusya, dünyanın en büyük gaz ihracatçısı, petrol rezervleri bakımından da ikinci sırada yer alıyor.

Okyanusları Kuzey Kutbu üzerinden birbirine bağlama hedefi

İklim değişikliği nedeniyle daha büyük bir stratejik önem kazanan Kuzey Kutbu için planlarını ‘büyüten’ Moskova, bölge üzerinden Atlantik, Pasifik ve Arktik okyanuslarını birbirine bağlayarak hidrokarbonların Güneydoğu Asya‘ya taşınmasını arttırmayı hedefliyor.

Yamal Yarımadası‘ndaki sıvılaştırılmış doğal gaz tesisi de dahil olmak üzere Rusya’nın Arktik bölgelerinde geniş petrol ve doğal gaz kaynakları bulunuyor. 1999’da iktidara gelen Putin, Rusya’nın Barents Denizi‘nden Okhotsk Denizi‘ne kadar uzanan 24 bin km’den fazla kıyı şeridine sahip olduğu Kuzey Kutbu’ndaki varlığını güçlendirdi. Ayrıca 2005’ten bu yana Kuzey Kutbu’nda Sovyet döneminden kalma onlarca askeri üs yeniden açıldı ve donanmaları modernize edildi.

Uzmanlar, Batı’nın Rusya’nın bölgedeki askeri gücünü yakalamasının en az 10 yıl alacağını belirtiyor.

 

Atatürkçü Düşünce Derneği’nin mektuplarına PTT’de görünmezlik pelerini

Haber: Abidin YAĞMUR

*

Atatürkçü Düşünce Derneği (ADD) Mersin Şubesi, Mersin Limanı‘nın şehrin tek yeşil alanı olan Atatürk Parkı önlerine doğru genişletilmesi projesine karşı bir panel düzenlemiş ve panel sonunda bir bildiri yayınlamıştı. Dernek o bildiriyi, il genelindeki 805 mahalle ve köy muhtarlığına da mektup yoluyla gönderdi. 805 mektuptan hiçbirinin muhtarlıklara ulaşmadığı ortaya çıktı. Dernek, PTT hakkında suç duyurusunda bulundu.

2007 yılında özelleştirilen Mersin Limanı’nı işleten yabancı sermayeli Uluslararası Mersin Liman İşletmeciliği (MİP), liman sahasını genişletmek isteyince hem Mersin Büyükşehir Belediyesi’nden hem de kentteki birçok sivil toplum örgütünden itirazlar gelmişti.

İtirazların temel iki nedeni vardı:

  • Birincisi, halihazırda şehir içi trafiğe yoğun yük getiren limanın, genişleme, yani kapasite artırımından sonra, Mersin şehir merkezinin trafik yükünün daha da artacağı endişesi.
  • İkincisi ise şehrin tek yeşil alanı, tek deniz kıyısı parkı olan Atatürk Parkı’nın, liman genişlemesinden etkileneceği iddiası.

Tartışmalar yargıda, bilirkişiler çelişkili

MİP, liman genişlemesinin Atatürk Parkı’na zarar vermeyeceğini ileri sürüyor. Ancak meslek odaları, genişlemeyle limanın Atatürk Parkı önlerine kadar geleceğini iddia ediyor.

Taraflar arasındaki bu tartışma idari yargıya taşındı. Farklı tarihlerde farklı bilirkişi heyetleri birbirinin tersi görüşler sundu. Nihai kararı, idari yargı verecek ancak MİP liman sahasında çalışmalarına devam ediyor.

Mersin kamuoyu da bu süreçte basın açıklamalarıyla, panellerle yetkili makamlara sesini duyurmaya çalıştı.

Atatürkçü Düşünce Derneği Mersin Şubesi bu kapsamda, 4 Haziran 2022 tarihinde “Mersin Limanında Neler Oluyor” başlığı ile bir panel düzenledi ve TMMOB’a bağlı ilgili meslek odalarının temsilcileriyle yurttaşları buluşturdu.

PTT’ye altı bin lira ödendi ama mektuplar sır oldu

Ödeme belgesi

Panelin ardından, “kentin modernleşme tarihinin belleği olan Atatürk Parkı önüne yapılması planlanan ek liman iskele ve  inşaatının Mersin’e ve Mersinlilere kaybettirecekleri ve getireceği trafik ve ekolojik ilave yüklere” dikkat çeken, limanın genişletilmesi yerine, şehrin doğusunda, Ana Konteyner Limanı yapılmasını öneren bir çağrı metni hazırlandı. Bu çağrı metni basınla paylaşıldı, belediye meclisi üyelerine ve milletvekillerine gönderildi.

Atatürkçü Düşünce Derneği Mersin Şubesi ayrıca, il genelindeki 805 mahalle ve köy muhtarlığına da bu bildiriyi posta yoluyla gönderme kararı aldı. Bu karar doğrultusunda 5 Ağustos’ta PTT’ye 6 bin 37 TL ödeme yapılarak 805 adet mektup muhtarlıklara gönderildi. Ancak haftalar sonra, o mektupların hiçbirinin muhtarlıklara ulaşmadığı ortaya çıktı.

Atatürkçü Düşünce Derneği Şube Başkanı Serdar Erkan, Mersin Gazeteciler Cemiyeti’nde düzenlediği toplantıda skandalı “Bu durum normal bir durum değildir. Çünkü bu kadar çok sayıdaki mektubun postaya verildiği tarihten, bugüne kadar geçen yaklaşık 100 günde en azından Akdeniz ilçesindeki en yakın muhtara dahi ulaşmaması ve ulaşmayan mektupların tarafımıza iade dahi edilmemesi hayatın olağan akışına uygun değildir” sözleriyle değerlendirdi.

‘Mektuplarımız nerede?’

Erkan, “Mersinlilerin en yakın seçilmiş temsilcileri olan muhtarlıklara  Mersin için önemli bir konuda gönderdiğimiz mektuplarımız yaklaşık 100 gündür neden ulaşmadı ve  bedelini ödeyerek gönderdiğimiz ve adresine ulaşmayan mektuplarımız nerede? Bu anormal durum, anayasal haberleşme özgürlüğünün engellenmesi değil midir? Ulaştırma Bakanlığı’na Bağlı PTT yetkililerin ve ilgililerin bu konuda Mersinlilere açıklama yapmasını gerektiğini düşünüyor, bu durumu Mersinlilerin takdirine sunuyoruz” dedi.

Erkan, mektupların adresine ulaşmaması ve kendilerine iade edilmemesi nedeniyle PTT yetkilileri hakkında Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunduklarını da kaydetti.

İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü’nden homofobik yasaklama

İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü Sinema Kulübü’nün 21 Kasım’da 20 Kasım Nefret Suçu Mağduru Transları Anma Günü kapsamında göstermeyi planladığı So Pretty (2019) filmi için yaptığı başvuru okul yönetimi tarafından reddedildi.

Susma Platformu‘nun aktardığına göre; okul yönetimi başvuruyu reddetmesine dair herhangi bir açıklamada bulunmazken gösterilmek istenen filmin değiştirilmesini istedi. Topluluk bu sefer de Boys Don’t Cry (1999) filmi için yönetime başvurdu. Fakat okul yönetimi bu başvuruyu görmemiş gibi davranarak topluluğa herhangi bir cevap vermedi, topluluğun deyişiyle okul yönetimi kendilerini tamamen “ghostladı.”

Topluluk karşılaştıkları sansürü sosyal medya hesaplarından duyururken “Dayatmalarınızı, sansürünüzü kabul etmiyoruz!” dedi.

Boys Don’t Cry, 1999

Topluluk daha sonra sansüre rağmen Boys Don’t Cry filmini izlediklerini açıklayarak “Asla yalnız değiliz!” ifadelerini kullandı.

So Pretty filminin New York’un queer sahnesinde geçen hikayesi, siyasal aktivizmi ve aşkın farklı biçimlerini anlatıyor.

Boys Dont Cry filmi ise 90’ların başında Orta Amerika’da bir nefret cinayetine kurban verilen trans erkek Brandon Teena’nın öyküsünü anlatıyor.

Avrupa Parlamentosu Rusya’yı ‘terörizm sponsoru devlet’ ilan etti

Avrupa Parlamentosu, şubat ayında Ukrayna’yı işgal eden Rusya‘yı, “Terörizm sponsoru devlet” olarak tanımayı öngören tasarıyı kabul etti.

Bugünkü oylamada, Moskova‘nın Ukrayna’da enerji altyapısı, hastaneler, okullar ve sığınaklar gibi sivil hedeflere yönelik askeri saldırılarının uluslararası hukuku ihlal ettiğini belirten Parlamento, Rusya’yı ‘terörizmin devlet sponsoru’ olarak tanımlama kararı aldı.

58 aleyhte, 44 çekimser oy

Strazburg‘da 494 lehte (58 aleyhte ve 44 çekimser) oyla kabul edilen metinde AP üyeleri Rusya’yı “terörizmin devlet sponsoru ve terörist araçlar kullanan bir devlet” olarak tanımlıyor.

AP milletvekilleri bu adımla Rusya’yı, ‘terörizmin devlet sponsoru’ ilan ederek Devlet Başkanı Vladimir Putin ve hükümetinin Ukrayna’da işlediği belirtilen suçlardan ötürü uluslararası bir mahkeme nezdinde sorumlu tutulmasına zemin hazırlamak istiyor. Ancak birliğin söz konusu kararı destekleyecek yasal bir çerçevesi bulunmadığından karar büyük ölçüde sembolik bir nitelik taşıyor.

AB, Ukrayna’yı işgali nedeniyle Rusya’ya daha önce de ağır yaptırımlar uygulamıştı.

Eski MÜ İletişim Fakültesi Dekanı Yusuf Devran’la ilgili ‘ekşi sözlük’ yorumu haberimize erişim engeli

Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi öeğrencisi Mikail Boz’un, 2012 yılında eski fakülte dekanı Yusuf Devran’ı Ekşi Sözlük internet sitesindeki hesabında eleştirdiğini konu alan haberimize erişim engeli getirildi.

Fakültenin  Radyo, TV ve Sinema bölümünde okuyan ve okul birincisi olan Boz, kaleme aldığı “entry”de, Devran’ın “tepeden inme” bir şekilde dekan olduğunu söylemişti.

Erişim Sağlayıcıları Birliği‘nce gazetemize 2022 yılı kasım ayında ulaştırılan mahkeme kararında, haberin yayından kaldırılması, aksi takdirde “gerekli işlemlerin yapılacağı” bildirildi.