Ana Sayfa Blog Sayfa 676

Ekoloji mücadelesinde kadın gücü: Kadınlar hep beraber ve ileriye!

Video haber: Derya KAP
*
Türkiye’nin her kentinde süregelen ekolojik yıkıma itiraz eden, direnen ve aktif mücadele eden pek çok kadın, doğayı tahrip eden maden ocaklarından nükleer santrallere, hidroelektrik santrallerden (HES) zeytinliklerin korunmasına kadar ekoloji hareketi içinde yer alıyor ya da yaşam alanlarını koruma mücadelesi veriyor. Bu kadınlar, iklim krizini hem en derinden hisseden ve hem de mağduriyetini erkeklere oranla daha ağır deneyimliyor.

Yaşam alanlarını savunan yurttaş ya da bir STK çatısı altında ekoloji mücadelesine katkı sunan her kadın, Buket Uzuner’in ifadesiyle aslında “tabiatı koruyor.”

Şüphesiz iklim krizinin etkilerinden dünyayı korumanın sorumluğu sadece kadınlara yüklenemez. Yine de ekoloji hareketinde kadının gücü iklim değişikliğiyle mücadele ve uyum politikalarının başarısında en belirleyici aktör olarak umudu yeşertiyor.

Doğa ve kadın içinde olduğumuz büyüme odaklı sistem ve ataerki tarafından tahakküm altında tutuluyor, baskılanıyor ve sömürülüyor. Bu sistemde, tüm farklılıklarına rağmen ekoloji mücadelesi veren tüm kadınlar aynı zamanda benzer korku ve kaygıları taşıyorlar.

Kadınlar, eşit şartlarda yaşamadıklarını, iklim değişikliğinin neden olduğu sorunlardan eşit şekilde etkilenmediklerini ve nihai olarak krizin herkesi etkileyeceğini biliyor.

İşte bu ortaklaşma, ekoloji hareketinde kadınları birleştiriyor. Ayşe teyze ile Buket Uzuner yada Özlem Altıparmak ile Tuba Yazıcı aynı şeyi istiyor ve bunun mücadelesini veriyor:

İklim adaletini sağlamak ve dünyayı daha güzel bir yer haline getirmek.

Ayşe Teyze için “doğa” diye bir kavram yok; o kendini doğayla bütün görüyor, yaşam alanını savunuyor. Kentte doğan ve yaşayan Dicle Tuba Kılıç ya da Özlem Altıparmak için ise doğa gidilen bir yer ya da doğa ile bütünleşmek daha güç çünkü insan merkezli düşünme biçimi hayatlarını şekillendirdi.

Bu nedenle, Ayşe teyzeden doğanın hakkını savunmak konusunda öğrenecekleri pek çok şeyin olduğunda hemfikir olan kadınlar, Selin Gören’in ifadesiyle “İklim kriziyle mücadele için bilimsel bilgi ile atalarımızdan gelen kadim bilginin birleşmesi gerektiğini” düşünüyor.

Aslında ekoloji mücadelesi veren tüm kadınlar, farkında olarak ya da olmayarak birlikte bu sistemi yıkma arzusunda da birleşiyor.

Sistemin yıkılması ise mücadele alanlarını genişletmeyi, kadınların daha fazla söz sahibi olmasını, dolayısıyla toplumsal cinsiyet eşitliği için daha çok çaba sarf edilmesini gerektiriyor. Çünkü “Köy kahvesinde, tarlasından dönen çiftçi bir kadın şalvarıyla girip ‘oğlum bana bir kahve’ demediği sürece Türkiye’de hiçbir şey değişmez.”

Bu tespitlere karşın yine Buket Uzuner’in sözleriyle umutlanabiliriz:

“Kadınlar, hak ettikleri eşit konumu alıyorlar. Bunun önüne geçemez hiç kimse. Daha güzel bir dünya olacak”

Keza, Ayşe teyzenin tespit ettiği gibi kadınlar “hep beraber ve ileriye gitmeye de devam edecek.”

Bodrum Belediyesi’nden Akbelen için Orman Genel Müdürlüğü’ne dava

Yeniköy Kemerköy Elektrik Üretim ve Ticaret AŞ’nin (YK Enerji) Muğla, Milas’taki iki termik santraline kömür sağlamak amacıyla genişletilmek istenen kömür madeninin İkizköy’deki Akbelen Ormanı’nı yok etmemesi için İkizköylülerin mücadelesi sürerken, Bodrum Belediyesi’nden Akbelen’in tahsisine ilişkin yeni bir adım atıldı.

Akbelen Ormanı’nda açılmak istenen kömür madeninin; Türkiye’nin, hatta dünyanın en önemli turizm destinasyonlarından biri olan Bodrum’un susuz kalmasına neden olacak bir sonuca yol açmasının ciddi kamusal zarar oluşturabileceği belirtilerek, Bodrum Belediyesi tarafından Akbelen Ormanı’nı YK Enerji’ye tahsis eden Orman Genel Müdürlüğü’ne dava açıldı.

‘Önemli geçim kaynakları insanların ellerinden alınıyor’

Bu konuda; Akbelen Ormanı’nda yapılması planlanan madencilik faaliyetinin Muğla’nın Bodrum ilçesinin içme suyu kaynağı su kuyularını olumsuz etkileyeceği “TKİ Geli-Akbelen Karacahisar ( Milas-Muğla) Linyit Sahaları ve Yakın Dolayındaki Hidrojeolojik Koşulların Mevcut Verilere Dayanılarak Linyit Madenciliği ve Bodrum İçme Suyu Kuyuları Açısından Değerlendirilmesi” raporunda açıkça ortaya konduğu ifade edildi ve şu noktaya dikkat çekildi:

“2013’te Türkiye Kömür İşletmeleri tarafından Hacettepe Üniversitesi’ne hazırlatılan raporda “Akbelen Ormanı’nda maden açık işletme izni uygulanması durumunda Bodrum’un içme suyu kuyularını besleyen Karacahisar -Çamköy -Aslanyaka alt su havzalarının su akış yönü değişerek maden ocağı tarafına akacağı” belirtilmiş, ayrıca “Akbelen Ormanı’nın altındaki kömür yatakları yeraltında suyun yatak değiştirmesini engelleyen bir set olarak durmaktadır” değerlendirmesine yer verilmişti.

Bodrum Belediye Başkanı Ahmet Aras, bu konuda Akbelen mücadelesini yalnızca bir su mücadelesi değil aynı zamanda bir yaşam mücadelesi olarak gördüklerini belirtti.

Ahmet Aras, bölgedeki termik santral ve kömür madenlerinin sadece su kuyularını değil; bütün ekosistemi, biyolojik çeşitliliği, yaban hayatını, köylülerin yaşam ve kültürünü, tarihini de tehdit ettiğini belirterek şunları söyledi:

“Köyler yerinden taşınıyor, asırlık çam ağaçlarımız yok ediliyor, zeytincilik ve arıcılık gibi önemli geçim kaynakları insanların ellerinden alınıyor. Bunlar arasında en önemli konulardan biri de su kaynakları.”

Ahmet Aras, İkizköy’de

‘Bu gidişle su arzında bir sıkıntı yaşayabiliriz’

“Bodrum çok önemli bir turizm merkezi ve yarımadamız su fakiri bir yarımada” diyen Aras, bu nedenle suyu daha çok Milas ilçesinden aldıklarını ifade ederek şunları aktardı:

“Barajlardan gelen sert sular Karacahisar-Çamköy havzasından gelen yer altı sularıyla paçallanarak Bodrum halkının su ihtiyacı karşılanıyor. Son zamanlarda zaten Bodrum olarak büyük bir göç alıyoruz ve bu gidişle su arzında bir sıkıntı yaşayacağımızı planlıyoruz.”

Bodrum Belediye Başkanı Aras, orman yangınları ve kuraklık gibi ciddi sonuçlarla iklim krizi etkilerinin de yaşanmaya başlandığına işaret ederek “O yüzden fosil kaynaklardan kurtulma ve suyumuza sahip çıkma konusunda çok önemli bir noktadayız. Bununla ilgili hukuki mücadelemizi de başlattık. Bu mücadele yalnızca Akbelen’de yaşayanların mücadelesi değil, topyekün bir mücadele. Yerel yönetimlerin bu konuda büyük bir önemi olduğunu düşünüyorum. Bilimsel verilere dayanarak yerel yönetimler tarafından başlatılan hukuki mücadelelerle birlikte bu tür yaşam mücadeleleri daha çok dikkate alınıyor” dedi.

Limak’ın yıllık 200 milyon TL kazancı için Bodrum’un yıllık  turizm geliri yok olabilir’

İkizköylülerin gönüllü avukatlarından biri olan İsmail Hakkı Atal konuya ilişkin şunları söyledi:

“2013 yılında TKİ’nin Hacettepe Üniversitesi Jeoloji Mühendisliği bölümüne hazırlattığı raporda Akbelen ormanı altındaki kömür yataklarının bir set olarak durduğu ve bu sayede Çamköy ve Karacahisar alt su havzalarının suyunun Bodrum su kuyularına aktığı belirlendi.Yani Akbelen giderse Bodrum susuz kalacak. YK Enerji’nin ortaklarından biri olan beşli çeteden LİMAK’ın yıllık 200 milyon TL kazancı için Bodrum’un yıllık 5 milyar dolarlık turizm geliri yok olabilir.”

‘Bu çabalar karşılığını bulacak’

500 gündür Akbelen Ormanı için çadırlı nöbet tutan İkizköylüler ise Bodrum Belediyesi’nin açtığı davaya ilişkin “Mücadelemizin başından beri Bodrum Belediyesi’nin her türlü desteğini yanımızda hissettik. Haklılığımızdan aldığımız güçle başlattığımız ve sürdürdüğümüz direnişte çok kritik bir noktadayız. Bu noktada Bodrum Belediyesi’nın attığı bu adım, mücadelemize can suyu oldu. Biliyoruz ki bu çabalar bir gün karşılığını bulacak, yaşam kazanacak” dedi.

Tahir Elçi, katledilişinin yedinci yılında anıldı: Adına verilen ödülün ilki Mahsa Amini’ye atfedildi

28 Kasım 2015’te Diyarbakır Sur ilçesinde Dört Ayaklı Minare önünde yaptığı basın açıklamasında vurularak katledilen Diyarbakır Barosu Başkanı Tahir Elçi, öldürülmesinin yedinci yılında anıldı.

Tahir Elçi’nin eşi Türkan Elçi, Türkiye Barolar Birliği yöneticileri, Diyarbakır ve bölge kentlerin barolarına üye avukatlar ve çok sayıda kişi adliye önünde bir araya gelerek “Em te ji bîr nakin, Seni Unutmayacağız” pankartıyla tarihi Dört Ayaklı Minare’ye yürüdü.

Yürüyüşte, “Hepimiz Tahir Elçi’yiz”, “Biz bu kurşun sesini nerde olsa tanırız” ve “Tahir Elçi cinayeti faili meçhul kalmayacak” dövizleri taşındı, “Şehid namirin” ve “Tahir Elçi ölümsüzdür” sloganları atıldı.

Tahir Elçi’nin vurulduğu gün yaptığı basın açıklamasının metninin okunduğu anmada, saygı duruşunda bulunuldu.

Diyarbakır Baro Başkanı Nahit Eren, anma konuşmasında, “Tahir Elçi bu kadim kentin tarihi ve kültürel mirasını korumak, savaşa, operasyona ve çatışmaya karşı barışın sesini yükseltmek istediği esnada aramızdan alındı”dedi:

“Değerli bir hukukçu ve insan hakları savunucusunun aramızdan alındığı 28 Kasım 2015 tarihi, aynı zamanda Türkiye’de yeni bir karanlık dönemin başlangıç tarihi olmuştur. Bu tarihi alanda başlayan çatışmalar o günden sonra yıkıcılığı artarak devam etmiş, insan hakları ihlallerinde dramatik bir yükseliş görülmüş, temel hak ve özgürlükler askıya alınmış, on binlerce insan yerlerinden ayrılmak zorunda bırakılmış, ülkenin en önemli ve can yakıcı meselesi olan Kürt meselesinde yeniden güvenlikçi politikalara dönülmüştür. Karanlık bir dönemin başlangıcı olan bu cinayetin üzerinden 7 yıl geçmiş olmasına rağmen failler hala tespit edilememiş veya cezalandırılmamıştır.”

Devletin aydınlatamayacağı cinayet yoktur, aydınlatmadığı cinayet vardır

Elçi ailesinin, hukuk camiasının ve toplumun adalet duygusunun hala tatmin edilemediğini söyleyen Eren, “İlk andan itibaren yargı makamlarının isteksiz tutumu, soruşturma aşamasındaki skandal gelişmeler, bizlere bu cinayetin aydınlatılmasını istemeyen bir iradenin varlığını göstermiştir” dedi ve davadaki hukuksuzluklara dikkat çekti:

“Bütün bu isteksizlikliğe rağmen Diyarbakır Barosu ve Elçi ailesinin avukatlarının ısrarı neticesinde, cinayetin üstünden 4,5 yıl geçtikten sonra vasat bir iddianame hazırlanmış ve yargılama süreci başlamıştır. Bir önceki celsede dönemin başbakanının tanık olarak dinlenmesi yönündeki karardan savcılığın talebi üzerine duruşma tarihini beklemeden vazgeçilmiş olması, dava duruşmasının 8 ay sonraya bırakılması hukuk adına büyük bir skandal ve dava dosyası açısından da dışsal bir müdahaleyi gözler önüne sermiştir.

Yaşanan bu hukuksuzluklara rağmen buradan tüm ilgililere bir kez daha hatırlatmak istiyoruz: Tahir Elçi cinayetini alelade bir cinayet olarak görmenize, davasına da sıradan bir dava olarak bakmanıza asla müsaade etmeyeceğiz.”

Türkiye’de son yüz yıldır yaşanan birçok politik cinayetin aydınlatılmadığının farkında olduğumuz gibi, bu tür cinayetlerin tüm yönleri ile aydınlatılmasının güçlü bir siyasi irade ile mümkün olacağını da çok iyi bilmekteyiz.

Zira yaşadıklarımızdan çıkardığımız bir sonuç olarak şunu açık ve net bir şekilde ifade edebiliriz: Devletin aydınlatamayacağı cinayet yoktur, aydınlatmadığı cinayet vardır. Bu davanın, siyasi ağırlığına ve Tahir Elçi’nin isminin hatırasına yaraşır bir şekilde sürdürülmesi, siyasetin de yargı kurumunun da boynunun borcudur.

Biz çoğaldıkça zulüm azalacak

Eren’den sonra Türkan Elçi eşi için kaleme aldığı yazıyı okudu:

“Yine sonbahar, yine Kasım, yine yüzlerce el karataşa karanfil ekmeye geldik. Her sonbahar minarenin ayakları altında biraz daha karanfil birikiyor. Silah, çatışma, operasyon istemiyoruz sesinin değdiği kara taşlara düşen karanfiller. Zulümden kuşların bile göğü terk ettiği bir zamanda ‘insanlık’ diyen sesimiz susturuldu. Taşa düştük, sokak kırıldı, mahalle yıkıldı, düş bitirildi. Vicdan diyen dilimiz topa tutuldu. Çocuklar karton kutulara konuldu.

Bomba duyduk, kurşun gördük. Ölüm sessizliğinde gün bitirdik, yasaklarda ay geçirdik, yıl devirdik. Bugün kısılmak istenen sese ses vermek için daha da gür haykırmak için, çok ses, çok nefesle karataşa karanfil bırakmaya geldik. Bugün karanfiller bizi anlatacak. Silah, çatışma, operasyon istemiyoruz sesinin değdiği kara taşlara düşen karanfiller. Topluma kini, nefreti, ölmeyi, öldürmeyi adres gösterenin karşısında olduğumuzu, yaşam hakkının kutsallığını, onurlu bir yaşamı talep ettiğimizi, hakkımız olan adaleti istemekten vazgeçemeyeceğimiz karanfiller anlatacak. Bizi, karanfiller anlayacak.

“Silah, çatışma, operasyon, istemiyoruz sesinin değdiği kara taşlara düşen karanfiller. Savaşı lanetlemekten, kendimiz için dilediğimiz kadar başkaları için de hakkı olan iyi bir yaşamı ve huzuru dile getirmekten geri durmayacağız. Her yıl bu sokakta bu temennilerle gelen vicdanların sesi biraz daha çoğalacak. Çoğaldıkça karanfiller de çoğalacak. Silah, çatışma, operasyon istemiyoruz sesinin değdiği kara taşlara düşen karanfiller. Bizi yalnızlaştırmak ve bu çıkmaza hapsetmek isteyenlere yalnız olmadığımızı ve çok ses çok nefes olduğumuzu bir kez daha haykırıyoruz/Kayrılan kollanan kanat gerilen cürmümeşhutların saklı yüzlerinin ifşası için feverandayız. Adalet hakkımız için, hukuk için figandayız. Sesimizi duymak istemeyenlere bizi karanfiller anlatacak. Silah, çatışma, operasyon istemiyoruz sesinin değdiği kara taşlara düşen karanfiller.”

 

Kendinden olmayan mahallelere kin eken, nefret biçenlere, insanı insana kırdırtanlara, hak yiyenlere, ölüm karşısında susanlara, bugün yine göğe sığınan minareyi işaret ediyoruz. Zalimlerin zulmüne şahit olan minareyi, minarenin ayaklarının altında karanfiller birikiyor.

Ellerimizle gözlerimizle, sesimiz ve nefesimizle biz birikiyoruz. Her yıl biraz daha karanfil çoğalacak, biz biraz daha çoğalacağız. Biz çoğaldıkça zulüm azalacak. Silah, çatışma, operasyon, istemiyoruz sesinin değdiği kara taşlara dikilen karanfiller.

Hiç kimse ona ve onun temsil ettiği barışa dokunamayacak

Türkiye Barolar Birliği Başkan Yardımcısı Gürkan Altun, Tahir Elçi’nin barış elçisi olduğunu söyledi:

“Tahir Elçi adı gibi elçiydi, barışın elçisiydi. Barış adına hayatının son nefesini burada verdi. Hiç kimse ona ve onun temsil ettiği barışa dokunamayacak. Tahir başkan, sesi çıkmayanların sesiydi, görmeyenlerin gözüydü. Kuşkonar’da, Koçağılı’da öldürülenlerin ve yakınlarının sesiydi. Burada yok edilen, o beyaz Toroslarla alınıp yok edilen on iki yurttaşımızın da sesiydi.

Türkiye’nin karış karış her yerinde bir hukuksuzluk gördüğünde sesini çıkardı, sözünü söyledi ve hep barıştan yana oldu. Temmuz ayındaki duruşmada da çok daha etkili şekilde savunmanın gücünü, yurttaşın sözünü, barışın sesini yükselterek sonucu almayı diliyoruz.”

Anmanın ardından , Elçi’nin mezarının bulunduğu Yeniköy Mezarlığı’na gidildi.

Elçi’nin öldürülmesinin yıldönümünde Ankara, İzmir, İstanbul, Adana, Hakkari, Mersin, Urfa ve daha pek çok ilin barolarından açıklamalar yapıldı. Avukatlar, cinayetin peşini asla bırakmayacaklarını vurguladı.

Bakırköy Adliyesi önünde çok sayıda hukuk örgütünün katıldığı açıklamada, Tahir Elçi’nin mücadelesini devam ettirme sözü verildi.

Cinayete ilişkin iddianamesi beş yıl sonra hazırlanan dava, Diyarbakır 10’uncu Ağır Ceza Mahkemesi’nde devam ediyor. Geçen hafta görülen duruşmada dava seçim sonrasına ertelenerek yedinci duruşma tarihi 5 Temmuz 2023 olarak belirlendi.

İlk ödül Mahsa Amini’ye

Tahir Elçi’yi anma etkinleri kapsamında hafta sonunda Diyarbakır Barosu‘nda etkinlikler düzenlendi.

Cumartesi günü düzenlenen satranç turnuvasının ardından Pazar günü İnsan Hakları ve Özgürlük Ödülü töreni düzenlendi. Tahir Elçi Konferans salonunda düzenlenen törende, Elçi anısına ve ödül törenin içeriğine dair slayt gösterimi yapıldı.

Türkan Elçi, bu yıl ilk kez düzenlenen ödülü İran’da ahlak polisleri tarafından katledilen Mahsa Jîna Amini’ye atfettiklerini açıkladı.

“İlk ödülümüzü Jîna Emînî’ye verme kararı aldık. Her türlü şiddete karşıyız. Bu yüzden de bu kararı aldık. İçimiz buruk çünkü böyle bir vahim bir olaya veriyoruz. Binlerce İran ve Afgan kadınlarının yanındayız.”

Elçi, konuşmasının ardından ödülü, Amini’nin ailesi adına bir kişiye takdim etti. Daha sonra Ma Music Orkestrası sahne aldığı etkinlik, İran ezgileriyle son buldu.

Akbelen nöbetinin 500’üncü gününde muhalefet: İkizköylülerin mücadelesi, bizim mücadelemizdir

CHP, EMEP, HDP, Sol Parti, TKP, TİP ve Yeşil Sol Parti’den Akbelen Ormanı için Bodrum‘da ortak açıklamada bulunularak Akbelen nöbetinin 500. gününde bölgedeki parti temsilcilerinin alanda olacakları duyuruldu.

İktidara yüklenilen açıklamada orman arazilerinin maden ocakları için ihale edilişine, kıyıların işgal edilmesine, tarihi doğal ve kültürel SİT alanlarının satılışına ilişkin eleştiriler yöneltildi. Muhalefetin “Böyle bir durumda o coğrafyada yağma, talan, rant, yolsuzluk, el ele kol kola gezmez mi?” diye sorduğu açıklamada şu ifadelere yer verildi:

“Coğrafyasının yüzde 65’i orman vasfındayken, bu coğrafyanın yüzde 59’u maden sahası ilan ediliyor… Kıyıları- koyları, milli parkları, ormanları, hazine arazileri, imara açılarak parsel parsel satılıyor. Tarihi, doğal ve kültürel SİT derecelerinde iktidar eliyle rahatlıkla değişiklik yapılabiliyor.”

İkizköylülerin Akbelen Ormanı‘nı nöbetleşe korumalarına işaret ederek doğa mücadelesine değinen muhalefetin ortak açıklamasında “İşte bu coğrafyanın çoban ateşlerinden biridir, İkizköy-Akbelen ormanı direnişi. Şimdiye kadar ona yakın köyü yutan kömür üretimine ‘Yeter artık!’, ‘Dur!’ diyebilmiştir. İkizköylüler, Anayasa ve yasaları dayanak edinerek, meşru mücadeleleri sayesinde kendi yaşam alanlarını korudukları gibi bölgenin ekosistemi ve su kaynaklarını da koruyorlar” denildi.

Akbelen Ormanı’nı korumak adına başlatılan ‘çadır nöbeti’ne işaret edilen açıklamada “Kolluk güçlerince bir gece yarısı darp edilerek atıldıkları oldu. Ama yılmadan, usanmadan her şart ve koşulda yaşamı savunan İkizköylülerin orman nöbeti 500. gününe ulaştı. Mevcut siyasi iktidar kanunlara aykırı yönetmelik ve genelge çıkararak enerji şirketinin önünü açmaya çalışıyor. Şirketin hukuksuzca yaptığı orman kesimlerini ve zeytin ağacı sökümlerini fiili olarak durduran köylüler ve aktivistler, haksız hukuksuz bir şekilde yargılanıyor” ifadelerine yer verildi.

Soruşturmalarla gözdağı verilmeye çalışıldığına değinilen açıklamada köylü ve aktivistlerin, şirket ve şirket çalışanları hakkında yaptığı suç duyurularının ise hemen takipsizlikle sonuçlandırıldığına işaret edildi.

Ayrıca açıklamada Akbelen Ormanı için hazırlanan üçüncü bilirkişi raporuna da değinildi:

“Bu direnişin, son bilirkişi raporuyla kritik bir sürece evrildiğinin farkında olarak; tüm bu haksızlığa, hukuksuzluğa rağmen yaşam alanlarını savunmaktan vazgeçmeyen İkizköylülerin mücadelesi, mücadelemizdir diyor, Bodrum’dan bir kere sesleniyoruz:

Şimdiye kadar beraberdik bundan sonra da birlikte olmaya, dayanışmaya devam edeceğiz.”

 

 

 

Kadınlardan 25 Kasım açıklaması: Polis bu ülkede kadınlar için gerçek bir güvenlik sorunu

25 Kasım Platformu, 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Mücadele Günü kapsamında yapılan eylemlerde yüzlerce kadının polis şiddetine maruz kalması üzerine bugün basın açıklaması yaptı.

Açıklamada “Kadına Yönelik Şiddete Karşı Mücadele Günü’nde kadınların yaşadığı polis şiddeti aleni bir Türkiye tablosudur. İktidarını korumak için her şeyi yapmayı göze alan AKP, kadınlar ve LGBTİ+’lar başta olmak üzere toplumsal muhalefetin tamamına karşı savaş açmış durumda” denildi.

Valilik, Kaymakamlık ve Emniyet’in suç işlediğini belirten Platform, kadınlara uygulanan şiddeti kabul etmediklerini söyledi:

“Prosedür denilerek işkence ve kötü muamelenin normalleştirilmesini kabul etmiyoruz. Son zamanlarda Türkiye’nin normali haline getirilmeye çalışılan bu şiddet ortamını konuşanı, yazanı, itiraz edeni ‘terörist’ diye hapseden bu iktidarın karşısında, herkesi birlikte mücadele etmeye, susmamaya, vazgeçmemeye, itaat etmemeye çağırıyoruz. “

Cuma günü her yıl olduğu gibi Taksim Tünel’de yapılmak istenen eyleme Kaymakamlık tarafından keyfi yasak konmuş, Beyoğlu’nun tüm sokaklarına polis konuşlanmıştı. Beyoğlu ve Haliç’te çeşitli şekillerde polis ablukasına alınan kadınlar, darp ve işkenceye uğramış, 200’ü aşkın kişi gözaltına alınmış, yaralananlar olmuştu. Pazar günü Kadıköy‘de gerçekleştirilen eylemde de kadınlar sert polis şiddetine maruz kalmış, 116 kişi gözaltına alınmıştı.

Polis ordusuyla terör ortamı yaratıldı

Mimarlar Odası Büyükkent Şubesi‘nde bugün yapılan açıklamayı, Platform adına Özengül Ergün okudu. Açıklamada “25 Kasım gecesi yaşananlar kamu düzenini kimin bozduğunu, toplumsal iç barışı kimin tehdit ettiğini, kimin hak ve özgürlükler sorunu yarattığını bir kez daha açıkça gösterdi” denildi ve şöyle devam edildi:

“25 Kasım öncesi bildirilerimizi dağıtmamız engellendi. Bildirimiz, ‘Semra Güzel, Mücella Yapıcı, Şebnem Korur Fincancı ve cezaevinde haksız yere tutulan kadınlarla dayanışma mesajı içeriyor’ diye Avcılar‘da sekiz arkadaşımız ‘suçu ve suçluyu övmek’ gerekçesiyle gözaltına alındı. Ertesi gün, bildiri dağıtacağımızı duyurduğumuz Kadıköy‘de polis ordusuyla terör ortamı yaratıldı.”

Hakaret, taciz, tekme, ölüme veya sakat bırakmaya sebebiyet verebilecek kadar ağır darp…

25 Kasım günü Taksim’de yaşananlar şu sözlerle yeniden hatırlatıldı:

“Öğlen saatlerinden itibaren Taksim ve çevresi abluka altına alındı. Kentin en merkezi ve büyük meydanı yine hapsedildi. Sokak başları bariyerlerle ve polisle tutuldu. Metro kapatıldı, insanların seyahat hakkı engellendi. Saat 17.00’den itibaren eyleme geldiği düşünülen ve tek tek durdurulan kadınlar, ters kelepçe takılarak gözaltına alınmaya başlandı. Bütün bu ablukaya rağmen Tünel’e çıkan sokaklarda, Şişhane‘de, Galata‘da ve Karaköy’de polis engelini aşıp toplanan ve yürüyüş başlatan kadınlar, polis tarafından çevrelenip darp edilerek gözaltına alındı.

Gözaltı işlemi sırasında hiçbir uyarı yapılmadı. Polis, en başından itibaren hakaret ve taciz içeren sözlerle, kalkanla, tekme ve yumruklarla şiddet uygulayarak ve çoğu noktada ters kelepçe yaparak bizleri gözaltına aldı.

Gözaltılar sırasında bilinçli olarak ölüme veya sakat bırakmaya sebebiyet verebilecek kadar ağır darp, trans kadınlara dönük taciz ve transfobi, tutanaksız olarak telefonlara ve dijital aletlere el konulması, gözaltında çıplak arama dayatması, doktorların şiddete maruz kalan arkadaşlarımızı muayene etmemesi, şikayetlerini kayıt altına almaması başta olmak üzere pek çok hak ihlali, daha birçok keyfi işlem ve işkence yöntemi uygulandı.

25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü’nde İstanbul’da en az 216 kadın gözaltına alındı.

Basın mensupları ve avukatlar da şiddete uğradı

27 Kasım’da Kadıköy’e yapılan çağrının da aynı gerekçe ve yöntemlerle engellendiğine dikkat çekilen açıklamada,  burada da 118 kadının gözaltına alındıığı vurgulandı:

“İki arkadaşımız sınır dışı edilme tehdidiyle hala Selimpaşa Geri Gönderme Merkezi’nde tutuluyor. Bu eylemler sırasında sadece kadınlar değil, eylemi takip eden basın mensupları ve karakol işlemlerinde yanımızda olmak isteyen avukatlar da şiddete maruz bırakıldı.”

Güvencemiz ancak ve ancak birbirimiz olabiliriz

Şiddete ve görevini kötüye kullanan doktorlara karşı 30 Kasım Çarşamba günü saat 13.00’te Çağlayan Adliyesi’nde ilk suç duyurusunu yapacağını aktaran Platform, şöyle devam etti:

“25 Kasım günü bir kez daha gördük ki gittikçe artan devlet şiddeti ve faşist baskılar kadınlara, LGBTİ+’lara, gençlere, işçilere, Kürt halkına ve toplumun bütün ezilenlerine yönelik topyekûn bir saldırı halinde devam ediyor. Her yıl yüzlerce kadın öldürülürken kadın katillerini cezasızlıkla ödüllendirenler; içerisinde istismarın, şiddetin, cinayetin, kadın ve çocukların emek ve beden sömürüsünün olduğu aileleri korumak için düzenlenen nefret mitinglerine izin verirken kadınların ve LGBTİ+’ların yürüyüşlerini engelleyenler, ‘terörle mücadele’ bahanesiyle her türlü özel savaş yöntemini kullanmaktan çekinmeyenler, İstanbul’un en kalabalık caddelerinden birinde bombalı saldırı yapılmasını engellemeyip bu saldırıyı Rojava‘ya savaş açma bahanesine dönüştürenler, bizlerin güvenliğini düşünemez, sağlayamaz. Güvencemiz ancak ve ancak birbirimiz olabiliriz.”

Herkesi sorumluluk almaya çağırıyoruz

Açıklamanın sonunda basına ve kamuoyuna çağrı yapıldı:

“25 Kasım için Taksim’e gelen, polis şiddetine maruz bırakılan herkesi şiddetin izlerini belgelemeye, suç duyurusu yapmaya davet ediyoruz. 25 Kasım Kadın Platformu’nun sosyal medya hesaplarını takip ederek, yaygınlaştırdığımız formu doldurarak dâhil olabilirsiniz. Eylemimize katılmamış olsa da şiddetin farklı biçimlerine maruz bırakılan tüm toplumsal kesimleri, meslek örgütlerini ve muhalefeti, kadınların polis şiddetine karşı mücadelesinin yanında olmaya, sorumluluk almaya çağırıyoruz. Burada özellikle İstanbul Barosu ve Türkiye Barolar Birliği, Türk Tabipleri Birliği ve milletvekilleri başta olmak üzere tüm toplumun polis şiddetinin olağanlaştırılması, kadına yönelik şiddete karşı mücadelenin şiddetle bastırılmaya kalkışılması karşısında susmamasını, güçlü bir tavır koymasını bekliyoruz.

Bugün birlikte ses çıkarmazsak yarın çok geç olabilir. Biz kadınlar haklarımızdan, hayatlarımızdan, mücadelemizden, özgürlüğümüzden, eşitlikten asla vazgeçmeyeceğiz.”

25 Kasım’da kadınlar örgütlü biçimde linçe uğradı

HDP İstanbul Milletvekili Oya Ersoy da 25 Kasım’da kadınların uğradığı polis şiddetini Meclis gündemine taşıdı.

Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Derya Yanık’ın yanıtlaması istemiyle soru önergesi veren Ersoy, 25 Kasım’da kadınların örgütlü bir biçimde linçe uğradığını söylediği önergede şu soruları sordu:

  • 25 Kasım günü İstanbul başta olmak üzere, kadınların gözaltına alınması, polis şiddetine maruz kalması “Kadına Yönelik Şiddet İle Mücadele’nin” neresinde durmaktadır?
  • Kadın hakları aktivisti Avukat Fulya Dağlı, Avukat olduğunu söylemesine rağmen polisler tarafından linç edilmiştir. Linç eden polisler hakkında bakanlığın ayrıca suç duyurusunda bulunma girişimi olacak mıdır?
  • Tüm Otomotiv Metal İşçileri Sendikası (TOMİS) yöneticisi Dilbent Türker’in bacağını kıran polisler hakkında bakanlığın ayrıca suç duyurusunda bulunma girişimi olacak mıdır?
  • İstanbul Beyoğlu Kaymakamlığı, 25 Kasım günün Beyoğlu’nda toplantı, yürüyüş, basın açıklaması yapılmasına müsaade edilmeyeceğini açıklamıştır. Kadınların bir arada 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele gününde şiddete karşı olmaları bu kararın alınmasında nasıl bir tehdit oluşturmaktadır?
  • Bakan olarak, İstanbul Kaymakamlığı tarafından, Taksim’de bir araya gelmek isteyen kadınlara yönelik getirilen yasaklara karşı herhangi bir tutum almamanız o alanda kadınlara yönelik şiddeti artıran bir duruma neden olmamış mıdır?
  • Kadınların, evde, işte, sokakta, tüm toplumsal yaşamda şiddetsiz bir yaşam sürme hakları için bakanlığın acil eylem planı var mıdır?
  • Her gün en az üç kadının katledildiği, bir o kadarın da şüpheli şekilde “öldüğü” ülkede kadınların 25 Kasım günü şiddete uğraması hakkında bakanlık olarak herhangi bir açıklama yapacak mısınız?
  • 25 Kasım’a katılma nedeni yabancı uyruklu iki kadının sınır dışı edilme gerekçesi oluşturur mu? Şu ana kadar sınır dışı edilen kadın sayısı kaçtır?

Kapitalizm, doğa ve emek…

Haber: Ahmet SOYSAL

*

Emekoloji Meclis Girişimi, 26 Kasım Cumartesi İzmir‘de Tepekule Kongre Merkezi‘ndeki Ege Salonunda toplanarak ‘Kapitalizm Doğa ve Emek’  başlıklı panel düzenledi.

Kolaylaştırıcılığını Nazlıcan Demir’in yaptığı panele konuşmacı olarak Prof. Dr. Alp Ergör, akademisyen Aslı Odman ve Limter-İş Sendikası Genel Başkanı Kamber Saygılı katıldı.

Çok sayıda katılımcının izlediği paneli, son dönemde yaşanan çevre felaketlerinde ve iş cinayetlerinde yaşamını yitirenlere dikkat çekerek açan kolaylaştırıcı Nazlıcan Demir, iş cinayetleriyle çevre sorunlarının nasıl iç içe geçtiğini anlattı.

Panelistlerden ilk sözü Prof. Dr. Alp Ergör aldı. Sunumunun ilk bölümünde sağlık sosyal belirleyicilerini anlatan Ergör, üretim alanlarındaki kirlilik ile çevre kirliliğini değerlendirirken bütüncül yaklaşılması gerektiğini vurguladı. İşyerinde yaşanan tehlikeli maddelerin işçiler üzerindeki etkisinin çalışma ve sağlık ilişkisinin birbirinden ayrılamayacağının altını çizen Ergör, ‘İşyerinde tehlikeli atıklara maruz kalan işçinin hem kendisinde hem ailesinde hem de yaşadığı çevreyi etkiliyor. Bu etki çalışma yaşamının çevresel etkisi olarak karşımıza çıkıyor. Bu etki yaşanan alanı sararak, çevrede yaşayanları, suyu, havayı ve toprağı direk etkiliyor. Çevreyi kirlettiğimizde bundan herkes etkilenecektir. Çevre kirliliği konusunda müdahale için zaman kaybediyoruz” diye konuştu.

Çevre krizinden ilk etkilenecek olanlar, işçiler

Sunumunda Wegman’ın bir yayınına da atıfta bulunan Ergör ‘işçiler iklim değişikliğinin kanaryalarıdır’ dedi ve çevre krizinden ilk etkilenecek olanların işçiler olduğunu vurguladı.

Limter-İş Sendikası Genel Başkanı Kamber Saygılı da konuşmasında emek ve ekoloji arasındaki bağı vurguladı ve iş cinayetlerinin altını çizdi. Saygılı, Aliağa’da tersanelerde çalışan işçilerin büyük bir bölümünün kanserden yaşamını yitirdiğini, işçilerin kendi iş güvenliği ekipmanlarını kendilerinin temin etmek zorunda kaldığını vurguladı ve emek ile çevre mücadelesini birbirinden ayrılmaması gerektiğini vurguladı.

Panele online bağlantı ile İstanbul’dan katılan akademisyen Aslı Odman ise konuşmasına iş ve halk sağlığının birbirinden koparılamayacağını belirterek başladı. Odman, 2019-2021 işçi cinayetlerini İş Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi  (İSİG) olarak belgelendirmeye çalıştıklarını da belirtti.

Odman, “İşçinin ekolojik yıkımı, iş cinayetlerini belgeleme mücadelesi, emekoloji mücadelelerinin ana manivelasıdır” dedi. Kentsel dönüşüm ve deprem sonrasındaki asbest sorununa da değinen Odman, “Asbestli üretim yapmış depo, tersane, fabrikalardaki çalışan işçilerin ve bu binaların yıkımı sırasında çevrede yaşayanların durumu ülkemizin dört bir yanını saran bir sorundur” ifadelerini kullandı.

Toplantının forum bölümünde katılımcıların tamamı, çevre sorunlarıyla iş cinayetlerinin iç içe geçtiğini vurgulayarak çevre ve iş sağlığı mücadelesini ortaklaştıracak Emekoloji Meclisi’nin oluşturulmasına destek verdi. 

Bugüne kadar çevre mücadelesinin eksik ayağı emekçilerin desteğiydi. Hatta patronlar işçileri çevre hareketlerine destek vermeleri halinde işten çıkartmakla tehdit ettikleri gibi Yatağan’da, Bergama’da, Aliağa’da örneklerini yaşadığımız gibi çevre hareketlerini kaba güç ile sindirmek için kullanmaya da çalışmıştı. Gelinen noktada ise artık iş ve çevre sağlığının ayrılmaz bir bütün olduğu; ekoloji ve emek mücadelesinin ortaklaşması gereği ortaya çıktı. Emekoloji Meclisi bu ortaklaşmanın sonucu doğuyor. Gelecek günlerde meclisin ilk çalışmalarını izleyeceğiz.

 

 

 

 

 

 

Altılı masa Anayasa önerisini açıkladı: Hayvan hakları ilk kez Anayasa’ya girecek

Altı muhalefet partisi, Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem Anayasa Değişikliği Önerisi’ni, bugün Ankara Bilkent Otel’de düzenlediği toplantıda kamuoyuna açıkladı.

Tasarı, dokuz başlıkta 84 maddeden oluşuyor. Teklifin önsözünde “Anayasa değişikliği önerimiz, bir toplumsal sözleşme taslağıdır. Bu niteliğine uygun olarak değişiklik önerilerimizi, demokrasinin asli gereği olan çoğulculuk ve uzlaşma ilkeleri doğrultusunda toplumun tüm kesimleri ile müzakere ettikten sonra seçimlerin hemen ardından Türkiye Büyük Millet Meclisine sunacağız” deniliyor.

Altı partinin tasarıyı hazırlayan komisyon üyeleri ilerleyen günlerde sivil toplum temsilcileriyle de görüşecek.

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan, Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu, Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu ve Demokrat Parti Genel Başkanı Gültekin Uysal metnin sunumunun yapılacağı salona birlikte geldi.

Sunumu ise CHP Genel Başkan Yardımcısı Muharrem Erkek, İYİ Parti Genel Sekreteri Uğur Poyraz, DEVA Partisi Genel Başkan Yardımcısı Mustafa Yeneroğlu, Gelecek Parti Genel Başkan Yardımcısı Serap Yazıcı, Demokrat Parti Genel Sekreteri Serhan Yücel ve Saadet Partisi Genel Başkan Yardımcısı Bülent Kaya yaptı.

Metnin genel gerekçesinde, “1982 Anayasasının 84 maddesinde ve 9 bölüm başlığı, alt başlık ve madde başlığında yaptığımız değişiklik önerilerimizle, etkin ve katılımcı bir yasama; istikrarlı, şeffaf ve hesap verebilir bir yürütme; bağımsız ve tarafsız bir yargı; kurumsal kültürün hâkim olduğu bir kamu yönetimi ile kuvvetler ayrılığının tesis edildiği güçlü, özgürlükçü, demokratik, adil bir sistem inşa etme kararlılığı içindeyiz” denildi.

Önerinin ruhunu, “Hürriyet esas, sınırlama istisnadır”şeklinde tanımlayan metinde, Anayasanın ikinci kısmının başlığını “Temel Hak ve Hürriyetler” olarak değiştirerek otoriter anayasacılık anlayışına karşı demokratik ve özgürlükçü anayasa inşasını” esas alacağı belirtildi.

Öneriden bazı başlıklar şöyle:

Yeni hükümet kurulmadan mevcut hükümet düşürülemeyecek

Teklife göre, partili başkan dönemi sona erip parlamanter sisteme geçiş yapılacak. Seçim barajı yüzde 3’e indirilecek. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminin etkisiz kıldığı yasama organının yetkilerini iade edilecek, cumhurbaşkanının veto yetkisi sona erecek. Cumhurbaşkanı’nın görev süresi yedi yıl olacak ve yalnızca bir kez seçilebilecek.

Yürütme organı Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulundan oluşacak. Yürütme alanındaki asıl yetkiler, parlamentarizmin doğasına uygun olarak Bakanlar Kuruluna ait olacak.

Gensoru mekanizması, hükümet istikrarını korumak amacıyla yapıcı güvensizlik oyuyla birleştirilecek. Böylece hükümeti gensoru yoluyla düşürmekte birleşen parlamento çoğunluğu, yeni hükümetin kurulmasını sağlamadıkça görevdeki hükümetin hukukî varlığını sona erdiremeyecek.

Parti kapatma zorlaştırılacak

Meclis soruşturması, uygulanabilir, etkili bir mekanizmaya dönüştürülecek, Bütçeyi kabul yetkisi Meclise iade edilecek.

Siyasi parti kapatma davasının açılabilmesi için Meclis’in beşte üçünün onayı gerekecek. Dokunulmazlık güvencesinin kaldırılması için Türkiye Büyük Millet Meclisi üye tam sayısının salt çoğunluğuyla karar alınacak.

Türkiye Barolar Birliği özerk bir kuruluş olacak,

Teklifte, Yüksek Seçim Kurulu, Hakim ve Savcılar Yüksek Kurulu, Anayasa Mahkemesi gibi yargının temel unsurlarının üyelerinin belirlenmesi ve çalışma usullerinde değişiklikler öngörülüyor. Savunma makamı, iddia makamı kadar güçlendirilecek.

Türkiye Barolar Birliği özerk kuruluş olacak.

Anayasa’nın 13’üncü maddesine “Hürriyet esas sınırlama istisnadır. Tereddüt halinde yorum hürriyet lehine yapılır” hükmü eklenecek.

Çevre ve hayvan hakları ilk kez Anayasaya girecek

Anayasanın 56. maddesine eklenen değişiklikle Anayasada sağlık hakkı ve çevre hakkı yeniden düzenlenecek, hayvan hakları ilk kez anayasal güvenceye alınacak.

“Sağlık hizmetleri ve çevrenin korunması” şeklinde olan 56/A maddesi, A. “Sağlık, çevre ve hayvan hakları” olarak değişitirilecek ve şu madde eklenecek:

Çevre ve hayvan hakları
Madde 56/A Herkes insanî gelişimi mümkün kılan, sağlıklı, ekosistem açısından dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir.

Çevreyi geliştirmek, çevre değerlerini korumak, çevre kirliliğini önlemek, çevre kalitesini yükseltmek ve gıdaların doğallığını sağlamak herkesin ve devletin görevidir.

Devlet doğal hayatı ve hayvanları korur. Hayvanlara yönelik eziyet ve kötü muamele yapılmaması için gerekli tedbirleri alır.”

Böylece, maddenin 2. fıkrası, bireylere ve devlete “Çevreyi geliştirmek, çevre değerlerini korumak, çevre kirliliğini önlemek, çevre kalitesini yükseltmek ve gıdaların doğallığını sağlamak” ödevleri yüklenecek. Maddenin son fıkrası, devlete, hayvan haklarını koruma ödevini ve bu kapsamda
alınması gereken tedbirleri düzenleyecek.

Kadına şiddetten hüküm giyenler milletvekili olamayacak

Milletvekillerinin seçilme yeterliğini düzenleyen 76. maddeye yapılan değişiklikle; affa uğramış olsalar bile cinsel saldırı, çocukların cinsel istismarı, kadına yönelik kasten yaralama suçlarından hüküm giyenler milletvekili seçilemeyecek.

“Milletlerarası andlaşmaları uygun bulma” başlıklı 90. maddede değişiklikle, uluslararası antlaşmalardan çıkı kararı Meclis onayına bağlanacak.

Kanun hükmünfe kararname çıkarma yetkisine ilişkin maddeye “Anayasanın ikinci kısmında yer alan temel haklar ve hürriyetler kanun hükmünde kararnamelerle düzenlenemez” hükmü eklenecek. Böylece Anayasanın ilk metnine göre kanun hükmünde kararnamelerle düzenlenmesi mümkün olan
ekonomik ve sosyal haklar da kanun hükmünde kararnamelerin düzenleyemeyeceği konular arasına dâhil edilecek.

RTÜK üyeleri, basın mensupları ile iletişim ve hukuk fakültesi öğretim üyeleri arasından seçilecek. Üye seçiminde Meclis nitelikli çoğunluğu aranacak. Kurul çoğulculuk, özerklik ve tarafsızlık esaslarına bağlı olarak çalışacak.

Üniversitelere özerklik, YÖK kaldırılacak

On fıkradan oluşan “Yükseköğretim Kurumları” başlıklı 130. maddenin tamamı yürürlükten kaldırılacak. Yerine getirilen yeni bir hükümle
yükseköğretim kurumlarının kamu tüzelkişiliğine sahip olacakları, bu kurumların öğretim üyelerinin atanmaları ve yükseltilmeleri dâhil olmak üzere bütün faaliyetlerinin bilimsel ve akademik özgürlüklerle bilimsel, idarî ve malî özerkliğe uygun olarak kanunla düzenleneceği hükme bağlanacak.

Yükseköğretim kurumları kendi öğretim üyeleri tarafından seçilen organlar eliyle yönetilip denetlenecek. Bu organlardakiler ve öğretim elemanları, yükseköğretim kurumları dışındaki makamlarca görevden uzaklaştırılamayacak.

Antalya’da kadın ve LGBTİ+’lar tek ses: Size de, politikalarınıza da itaat etmiyoruz

Antalya Kadın Platformu, 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Uluslararası Mücadele ve Dayanışma Günü’nde sokaklarda kadınların eşit yaşam hakkını savundu. Türkiye’deki ataerkil düzenden İran’daki İslam rejimine kadar fiziksel ve psikolojik baskı altında kalan, hayatları tehlike altında olan kadınlar için Antalya’da “Mücadeleden asla vazgeçmeyeceğiz” mesajı verildi:

“İranlı kadınlar başta olmak üzere Jina Mahsa Amini’nin katledilmesinin ardından dinci gerici rejime karşı canı pahasına özgürlüğü için direnen, Rojava’da Işid zulmüne karşı direnen, Polonya’da kürtaj yasaklarına karşı mücadele eden, Afganistan’da Taliban zulmüne karşı direnen kadınlarız, her yerdeyiz. Ve Mücadeleden asla vazgeçmeyeceğiz.”

25 Kasım eylemlerine katılan göçmen kadınlar sınır dışı edilmek isteniyor 
25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Uluslararası Mücadele ve Dayanışma Günü için yürüyüş, 27 Kasım 2022 Kaynak: Antalya Kadın Platformu

Şiddetin, yoksulluğun olmadığı eşit ve adil bir yaşam isteyen kadın ve LGBTİ+’lar “Bu yaşamı, Mirabel kardeşlerin özgürlük mücadelesinden ve tüm kızkardeşlerimizden aldığımız güçle hep birlikte kuracağımıza inanıyor ve bunu biliyoruz” dedi.

25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Uluslararası Mücadele ve Dayanışma Günü için yürüyüş, 27 Kasım 2022 Kaynak: Antalya Kadın Platformu

27 Kasım’da (dün) Cumhuriyet Meydanı‘nda gerçekleştirilen yürüyüşte, kadın ve LGBTİ+’lar, dünyanın dört bir yanında hüküm süren eşitsizliği, yoksulluğu, savaşları ve şiddeti üreten erkek egemen kapitalizme karşı isyan etti. Kadın ve LGBTİ+’lar İran’da kadın mücadelesinin sembolü olan Şervin Hacıpur’un Beraye şarkısını söyledi.

25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Uluslararası Mücadele ve Dayanışma Günü için yürüyüş, 27 Kasım 2022 Kaynak: Antalya Kadın Platformu

Meydanda Kürtçe, Farsça ve Türkçe yapılan açıklamada şu ifadeler kullanıldı:

“Mevcut anayasayı uygulamayan, toplumda kutuplaşmayı körükleyen, eşitlik ve laiklik ilkelerine ve kendisi gibi düşünmeyenlere savaş açan, ülkeyi siyasi ve ekonomik buhrana sürükleyen hükümet Anayasayı değiştiremez. Anayasa değişikliğine kararlılıkla karşı çıkıyor ve hayır diyoruz.”

25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Uluslararası Mücadele ve Dayanışma Günü için yürüyüş, 27 Kasım 2022 Kaynak: Antalya Kadın Platformu

Kadına yönelik şiddet, taciz, tecavüz ve kadın cinayetlerinin; İktidar, Diyanet İşleri Başkanlığı, vakıf cemaat gibi gerici odakların eril düşünceleri ile her yıl katlanarak arttığına değinilen açıklamada “İktidarın kadın düşmanı politikaları, devletin şiddeti önleyecek mekanizmaları harekete geçirmemesi, erkek egemen yargı kararları, kriz ve pandeminin kadın emeği sömürüsü açısından fırsata dönüştürülmesi ve artan yoksulluk sonucu kadınlar evde, işte, sokakta, kampüste her yerde şiddetin türlü biçimlerine maruz kalıyor” denildi ve eklendi:

25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Uluslararası Mücadele ve Dayanışma Günü için yürüyüş, 27 Kasım 2022
Kaynak: Antalya Kadın Platformu

“Şiddetin, kadın katliamının, tecavüz ve tacizlerin artarak sürdüğü, kadına karşı tüm şiddet biçimlerinin sıradanlaştırıldığı, LGBTİ+’ların sistematik olarak hedef gösterildiği, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin yaşamın her alanında yeniden üretildiği bir ortamda, İstanbul Sözleşmesi‘nin kaldırılmasına karşı iptal istemini reddetmek tüm bu suçlara zemin hazırlamak demektir. Danıştay kararı alenen erkek egemen sistemin tüm mekanizmaları ile korunacağının beyanıdır. Cezasızlık politikasıyla faillere ortaklık eden, İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararının iptali talebini reddeden eril yargı bu şiddetin, istismarın ve cinayetlerin suç ortağıdır.”

25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Uluslararası Mücadele ve Dayanışma Günü için yürüyüş, 27 Kasım 2022 Kaynak: Antalya Kadın Platformu

Çocuk yaşta zorla evlendirilen kız çocuklarına da değinilen açıklamada, istismara uğrayan kız çocuklarının eğitim haklarının, geleceklerinin, yaşamlarının ellerinden alındığı gerçeğine vurgu yapıldı ve “Bu durumu her fırsatta meşru kılmaya çalışan iktidar her yıl istismarcıları aklayan yasayı meclisten geçirmenin yolunu arıyor. Bizler istismarcıların aklanmasına ve bu yasaların meclisten geçmesine asla müsaade etmeyeceğiz” denildi.

25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Uluslararası Mücadele ve Dayanışma Günü için yürüyüş, 27 Kasım 2022 Kaynak: Antalya Kadın Platformu

İşyerlerinde mobbing ve tacizin arttığına da değinilen açıklamada işsizliğe ilişkin de şunlar aktarıldı:

“Büyüyen işsizlik, artan yoksulluk kadına yönelik şiddeti tırmandırıyor. Kadınları giderek daha fazla oranda güvencesiz ve niteliksiz işlere mahkûm eden, bakım yüklerini arttıran, şiddeti derinleştiren, kadınları çaresizleştiren bu sömürü düzenini kabul etmiyoruz. ‘ILO 190 İş Yaşamında Şiddet ve Taciz Sözleşmesi‘nin’ imzalanmasını istiyoruz. Biz kadınlar barış içinde bir yaşam istiyoruz. Göçmen kadın ve çocukların haklarının tanınmasını istiyoruz. Eşit işe eşit ücret, güvenceli iş ve güvenli ortamlarda yaşamak istiyoruz.”

25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Uluslararası Mücadele ve Dayanışma Günü için yürüyüş, 27 Kasım 2022 Kaynak: Antalya Kadın Platformu

Evde, işte; sürekli bakım beklenen, duygusal fiziksel her türlü emeği sömürülen, sırtında taşıdığı dünyanın yükünü atıp dünyayı yerinden oynatacak kadınların alanlarda olduğunun vurgulandığı açıklamada iktidara, AKP’li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan‘a yönelik şu ifadeler kullanıldı:

“’Bir adam’ın sürekli olarak kadınlara ‘çocuk yapın’ diye dayatmasını, aile dışında kadınların yok sayılmasını, LGBTİ+lara karşı sokaklarda cüppelilerin nefret suçu işlemesini kabul etmiyoruz’ diyen kadınlar, alanlarda.”

25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Uluslararası Mücadele ve Dayanışma Günü için yürüyüş, 27 Kasım 2022 Kaynak: Antalya Kadın Platformu

MHP ve AKP tarafından hedef gösterilmesinin ardından tutuklanan ve hakkında 7,5 yıla kadar hapis cezası istenen TTB Merkez Konsey Başkanı Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı’ya da değinilen açıklamada şu ifadelere yer verildi:

Gezi‘ye öfkesi bitmeyen iktidarın hukuksuz yargılamalarla Mücella Yapıcı, Çiğdem Mater, Mine Özerden‘in, özgür basın emekçilerinin, politik tutsak kadınların, sanatçıların, tutuklandığı bu ülkede kadın katillerinin sokakta elini kolunu sallayarak gezmesine isyan eden kadınlar, alanlarda.”

25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Uluslararası Mücadele ve Dayanışma Günü için yürüyüş, 27 Kasım 2022 Kaynak: Antalya Kadın Platformu

2022 8 Mart’ta Feminist Gece Yürüyüşü’nde demokratik haklarını kullanmak üzere alanları dolduran kadın ve LGBTİ+’lara yönelik orantısız kolluk kuvveti müdahalesine de işaret edilen açıklamada “Bunun sonucunda 40 arkadaşımız gözaltına alındı. Dava açıldı, barınma hakları engellendi, bursları kesildi. Dava’nın ilk duruşması 30 Kasım saat 9.00’da dayanışmamızı ve mücadelemizi büyütmek için herkesi Antalya adliyesine bekliyoruz” denildi ve eklendi:

25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Uluslararası Mücadele ve Dayanışma Günü için yürüyüş, 27 Kasım 2022 Kaynak: Antalya Kadın Platformu

“Öyle bir ülkede yaşıyoruz ki; sokakta, evde, kampüste ve maalesef hiçbir yerde güvende değiliz ama birbirimizden aldığımız güçle, dayanışmamızla, mücadelemizle hepimiz için eşit ve özgür bir hayat kurabiliriz. Katillerin, tecavüzcülerin sırtını sıvazlayanlara sözümüz var: Sokakta, evde, okulda, işyerinde her yerdeyiz. Ne size ne kadın düşmanı politikalarınıza itaat etmiyoruz.”

25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Uluslararası Mücadele ve Dayanışma Günü için yürüyüş, 27 Kasım 2022 Kaynak: Antalya Kadın Platformu

Kadın ve LGBTİ+’lar Antalya sokaklarından “Jin, Jiyan, Azadi” sloganları atarak kadın mücadelesini sürdürecekleri mesajını verdiler.

İliç’teki altın madeninde işçiler de isyan bayrağını çekti

Erzincan‘da siyanürlü solüsyonun yırtılan bir borudan sızmasıyla gündeme oturan İliç’teki Amerikalı ve Kanadalı Anagold Madencilik ile Çalık Holding‘in ortağı olduğu Çöpler Altın Madeni, bu kez de işçilerin eylemiyle gündeme geldi. Anagold Altın Madeni şirketinin alt işvereni olan ÇiftAy Madencilik’te çalışan 900 işçi, banka promosyon hakkı ödenmediği için tepki gösterdiklerini ve bunun sonucunda işten atılma tehditlerine kadar varan bir sürecin işletildiğini duyurdu. Yaklaşık 16 kişinin işten çıkarıldığı bildirildi.

Erzincan halkı siyanür soluyor
İliç’teki siyanür sızıntısıyla ilgili TTB’nin başvurusuna takipsizlik
İliç’teki siyanür sızıntısı Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde: Ekokırım ve insanlık suçu işlendi
Erzincan’daki arazilerin yarısı maden ruhsatlı: İliç’te ölü ve sakat doğumlar

Haklarının ödenmemesi nedeniyle işverenlerle görüşmeler yaptıklarını belirten işçiler, bugüne kadar net bir gelişme kaydedilmediğini aktardı:

“Ne kadar, ne miktar promosyon alacağız ve ne zaman ödenecek, hala belli değil. Başka kurum ve işletmelerle kıyaslandığında bize teklif edilen bedellerin çok düşük olduğuna ilişkin itirazlarımız sonucunda birkaç haftadan bu yana en son üç yıllığına toplam 6 bin 250 lira rakamları telaffuz edildi. Bu rakamın çok yetersiz olduğu ve kabul etmemekte kararlı oluşumuz üzerine bugünden başlayarak bazı arkadaşlarımız işten atılmaya kalkışıldı.”

Haklarını her aradıklarında işten atılma tehdidiyle karşılaştıklarını belirten işçiler haksız ve orantısız dayatmalar karşısında hep birlikte tüm yasal karşı koyma haklarını kullanacakları konusunda kararlı olduklarının mesajını verdi ve ekledi:

“Ayrıca hak ve nefaset ölçülerinde başta promosyon hakkımız olmak üzere tüm alacaklarımızın peşini bırakmamakta tüm işçiler, İliç halkı ve tüm emek dostlarıyla mücadele etmekte kararlıyız.

İşverenimiz ÇİFTAY İLİÇ Şantiyesi Müdürlüğü yönetimi ve üst işverenimiz ANAGOLD’a sorunları daha da büyütmeden hakkaniyet ölçüleri içerisinde görüşerek çözümlemeye davet ediyoruz.

 

Konya’daki cinayete İstanbul’da protesto: Hayvan haklarını savunduğumuz için ters kelepçeyle gözaltına alındık

İstanbul’da hayvanseverler, Konya Büyükşehir Belediyesi‘ne bağlı barınakta yaşanan ve görüntüleri sosyal medyada yayınlanan vahşeti Kadıköy’de protesto etti. Eylemde konuşan Hayvan Arama Kurtarma (HAKUT) Başkanı Muhsin Köhrem, “Bizler, sadece masum bir hayvanın hakkını savunduğumuz için ters kelepçeyle, bu ülkede teröristin alındığı gibi alındık. Hatta tecavüzcülerin alınmadığı gibi alındık biz, sadece bu hayvanların hakkını savunduğumuz için” dedi.

‣Cehennem… 

ANKA Haber Ajansı‘nın aktardığına göre; İstanbullu hayvanseverler, Konya Büyükşehir Belediyesi Sahipsiz Hayvan Bakımevi ve Rehabilitasyon Merkezi’nde bir görevlinin elindeki kürekle bir köpeği katletmesini bugün Kadıköy İskele Meydanı’nda düzenledikleri eylemle tepki gösterdi. “Konya Barınak vahşetine karşı meydandayız” sloganıyla bir araya gelen eylemciler, barınaklarda düzenlemeye gidilmesini ve şartların iyileştirilmesini talep etti.

Cinayet mahalli barınakta nöbet: Yollar kapatıldı, köpeklerin akıbeti bilinmiyor

‘Her gün yüzlerce hayvan işkence edilerek öldürülüyor’

Hayvanseverler adına açıklama yapan gönüllü Recep Uçar, şunları söyledi:

“Her gün yüzlerce hayvanın kapalı kapılar ardında işkence edilerek öldürüldüğünü biliyor ve görüyoruz. Konya’daki elim olay da bunu bir kez daha gözler önüne sermiştir. Sadece Konya değil; Ankara, Çubuk, Artvin, Adana, İstanbul ve diğer şehirlerde de durum aynıdır. Bu olayların sona ermesi için barınak işletme uygulamalarında revizyonlara ihtiyaç duyulduğu, iyileştirme çalışmalarının gerekliliği aşikardır. Barınakların kuruluş amacına uygun hizmet vermesini sağlamak için ilgili kuruluşlar ve gönüllüler ile iş birliği içinde denetim sistemleri kurulması ve kamera sistemleriyle izlenebilirliği sağlanması gerekmektedir.”

Popülasyon kontrolü, kısırlaştırma ve barınaklar

Barınakların, sadece bakımevi değil, kısırlaştırma merkezleri de olması gerektiğini ifade eden Uçar, “Köpeklerin barınaklarda tutulması, katledilmesi, popülasyonu düşürmek için asla bir çözüm olmamalıdır, olamayacaktır da. Kontrolsüz popülasyon artışının nedenleri ortadan kalkmalıdır. Sadece büyük şehirlerde değil, yurdun her köşesinde kısırlaştırma merkezleri olmalıdır. Büyük şehirlerdeki artan sokak hayvanı nüfusunun kaynağı, özellikle yeterli kısırlaştırma imkanlarının olmamasından kaynaklıdır. Aynı şekilde sahiplendirme çalışmaları, popülasyon kontrolü için elzemdir. Barınaklar, sahiplendirme çalışmaları yürütmeli, sahiplenmenin önemini artırmalıdır. ‘Satın alma, sahiplen’ mottosu benimsetilmelidir. Yani kısırlaştırma işlemleri ve sahiplendirmenin kavranmasında barınaklara iş düşmektedir” dedi.

Barınakların, popülasyon kontrolüyle birlikte sahipsiz hayvan refahının artması için çalışması gerektiğini ifade eden Uçar, barınaklarda iyileştirme çalışmaları yürütülmesi gerektiğini belirterek “Barınaklarda yeterli sayıda kadro açılmalı ve ilgili personel ehil olmalıdır. Hayvan refahını sağlayacak yeterli alan oluşturulmalıdır. Veterinerlik ve bakım hizmetleri için yeterli malzeme ve ekipman bulundurmalıdır. Taşıma araçları, hayvanların birbiriyle temasını engelleyecek nitelikte, sayıda ve takip sistemleriyle entegre şekilde olmalıdır. Barınak iyileştirme süreçleri de ilgili kurum ve gönüller ile birlikte irdelenmeli ve yürütülmelidir” şeklinde konuştu.

‘Caydırıcı cezalar verilmeli’

Suçlar cezasız kaldıkça bu katliamların önüne geçilemeyeceğini vurgulayan Uçar, “5199 sayılı Hayvanlar Kanunu’ndaki cezalar caydırıcı nitelikte değildir. Bu kanunun acilen yeniden düzenlenmesi gerekmektedir. Personellerini yönetemeyen kurum yöneticilerinin cezalandırması gerekmektedir. Biz, hayvanseverler olarak, yapılan zulme, vahşete, işkenceye itiraz ediyoruz. Bunun sadece hayvanseverlerin meselesi olmadığını, bunun bir insanlık meselesi olduğunu, hayvanlara yapılan bu eziyetlerin son bulana dek burada olacağımızı bildiririz” dedi.

‘Ters kelepçeyle gözaltına alındık’

HAKUT Başkanı Muhsin Köhrem ise Konya’da hayvanseverlerin ters kelepçeyle gözaltına alındıklarını şu sözlerle anlattı:

“Bizler, Konya’daki bütün arkadaşlara canı gönülden hâlâ katılıyoruz ve iki gündür oradaydım. Bizler, sadece sokak köpeğini vahşice, canice duygularla katleden barınağa gidip bu şeyin devamlılığı olduğunu söyledik. Çünkü öbür çalışanlar da tepki vermedi buna. Oradaki köpekler bile, o dayak yerken gidip destek vermek yerine ya da saldırmak yerine kenara pusmaya tercih etti. Bu ne demek biliyor musunuz? Bu barınakta bu şekilde ölümler her gün, her gün oluyor.

Bunu söylediğimiz için ben ve oradaki gönüllü arkadaşlar, o gece ters kelepçeyle karakola alındık. Bizler sadece masum bir hayvanın hakkını savunduğumuz için ters kelepçeyle, bu ülkede teröristin alındığı gibi alındık. Hatta tecavüzcülerin alınmadığı gibi alındık biz, sadece bu hayvanların hakkını savunduğumuz için.

Bizler, hepimiz iyi insanlarız. Tek yaptığımız şey, bir fidan daha dikmek, bir canlının karnını daha doyurabilmek ve herkesin çocuklarına düzgün bir doğa, yaşanabilir bir dünya bırakabilmek bizim derdimiz. Bizim başka bir derdimiz yok. Bizim, ters kelepçeyle içeri alınacak bir suçumuz da yok. Bizim barınaktan Konya çıkışına kadar, sınırlarına kadar eskort araçlarla çıkartılmamıza da gerek yok. Çünkü biz terörist değildik. Ama bizim araçlarımız, Konya’nın sınır dışına kadar eskort araçlarla çıkarıldı.”

İzmir Şoförler Odası’nın ‘Sizler gönülleri götürürseniz bizler sizin ruhsatınızı iptal ederiz’ diyerek şoförlerini tehdit ettiğini ifade eden Köhrem, “Hayvan hakkını savunurken insanları geriye atmıyorum. Ben bir baba olarak ve Pınar Gültekin‘in kuzeni olarak konuşuyorum burada. Bizler iyi insanlarız. Lütfen medyaya bizler teröristmişiz gibi aksettirilmesin. Biz, barınağın önüne gittiğimiz zaman ters kelepçeyle alınmak istemiyoruz. Son olarak, yaşasın bütün canların eşit yaşam hakkı diyoruz” ifadelerini kullandı.