Ana Sayfa Blog Sayfa 655

Malatya’da vahşi madenciliğe karşı Danıştay, köylülerin lehine karar verdi

Video haber: Fırat BULUT

*

Esan Eczacıbaşı şirketinin madencilik faaliyetlerine karşı köylülerin yürüttüğü doğa mücadelesi sonrasında Danıştay, Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığınca verilen ‘ÇED Gerekli Değildir’ kararını iptal etti.

Maden projeleri, HES , mermer ve taş ocakları ile doğası talan edilen Malatya’da köylülerin ‘vahşi madenciliğe’ karşı verdiği mücadelede Danıştay 6. Dairesi, Hudut Mahallesi ( Köyü) mevkisinde 4. grup maden arama ruhsatı için verilen ‘ÇED Yönetmeliği Hükümlerinin Uygulanmasına Gerek Bulunmadığına’ ilişkin kararı oy birliği ile hukuka aykırı bularak iptal etti.

İdarenin kararına karşı köylüler şirketin sondaj çalışmalarının bölgedeki içme sularına zarar vereceği, bölgedeki madencilik faaliyetlerinin maden arama sınırlarını aştığı, yaban hayatının ve endemik türlerin zarar göreceği dolayısıyla çevresel etki değerlendirmeye tabi olması gerektiği gerekçesi ile yürütmeyi durdurma istemiyle Malatya 2. İdare Mahkemesi‘ne dava açtı.Malatya Çevre Platformu avukatlarından Gül Erdoğan en büyük mücadeleyi köylülerin verdiğini belirterek hukuki sürece ilişkin bilgileri paylaştı.

Av. Gül Erdoğan, iptal gerekçelerine değinerek “46 farklı noktada sondaj yapılmasının planlanmasını gerekçe gösterdik. Kanunda sayılan sathi hazırlık işlemleri arasında sondajın bulunmadığını, maden araması yapılacak bölgenin tamamıyla bir deprem bölgesi olduğunu, Sürgü barajına, yerleşim yerlerine çok yakın olduğunu , alanın tamamen palamut, meşe ağacından oluştuğunu ve ormanlık alan olduğunu, endemik bitki türlerinin varılabileceğini ve insanların ziyaret yerlerine çok yakın bir mesafede olduğunu gerekçe göstererek iptal talebinde bulunduk ve yürütmenin durdurulmasını talep ettik” dedi.

Yerel mahkemenin üç kişilik bilirkişi heyeti görevlendirdiğini ve bilirkişi heyetinin yetersizliğine rağmen bu durumun mahkemece değerlendirilmediğini söyleyen Av. Gül Erdoğan bilirkişi raporuna da itiraz ettiklerini ancak Malatya 2. İdare Mahkemesi’nin iptal istemlerini reddetmesi ile Danıştay’a başvurduklarını belirtti.

Danıştay ÇED istedi

Danıştay 11 Ekim 2022 tarihli iptal kararında ÇED Yönetmeliği ve Maden Kanunu ilgili maddelerine atıfta bulunarak “maden arama projesi kapsamında yapılan karotlu sondaj (46 adet) yöntemiyle maden arama faaliyeti için seçme eleme kriterleri çerçevesinde değerlendirme yapılmasının gerektiği” ifadelerine yer verdi ve Malatya Valiliği’nin ÇED gerekli değildir kararını ve bu kararı hukuka uygun bulan ilk derece mahkemesi kararını iptal etti.

Gül Erdoğan

Danıştay’ın geçen günlerde kendilerine gönderdiği kararla savlarının, iddialarının doğrulandığını söyleyen Erdoğan şöyle devam etti:

“Sondaj işleminin kanunda sayılan sathi hazırlık işlemlerinden olmadığı ve bilirkişi raporunun eksik hazırlandığı, sondajın kaç metre derine kadar inildiğinden bahsedilmediğini gerekçe göstererek kesin biçimde Malatya 2. İdare Mahkemesinin verdiği kararı bozdu ve ‘ÇED Gerekli Değildir’ işleminin iptaline karar verdi.”

Kararın kesin olduğunu ve itiraz yolu olmadığını ekleyen Erdoğan son olarak, “Burada en büyük direnişi , mücadeleyi köylü verdi. Köylü örgütlendi destek sundu, duruma tepki gösterdi. Gerek mahkeme heyetine gerekse de bilirkişi heyetine gerekli tepkiyi verdi, idari süreci de biz devam ettirdik. Sonrasında bu önemli kazanımı elde ettik” sözleri ile madenciliğe karşı mücadele eden köylülere teşekkür etti.

Malatya ilinde 354’ü endemik tür olmak üzere 1890 bitki türü bulunuyor. Dünya kuru kayısı ihtiyacının yüzde 85’inin karşılandığı Malatya’da üzüm, ceviz ve kiraz başta olmak üzere meyve tarımı yaygın. Mevcut madencilik faaliyetleri nedeniyle başta ormanlar olmak üzere, tarım arazileri, meralar, doğada yaşayan tüm canlılar tehdit altında.

‘Doğamızı yok etmek istiyorlar’

Hudut, Kalecik ve Dedeler köylerinin kesiştiği bölgede planlanan madencilik faaliyetlerine karşı köylüler Malatya Çevre Platformu’nun da desteği ile hem hukuk mücadelesi yürüttü hem de yürüyüş ve açıklamaları ile seslerini, isyanlarını duyurmaya çalıştı.

Doğanşehir’e bağlı Hudut Köyü’nde 40’a yakın hane, Dedeler köyünde 10, Kalecik köyünde de 22 hane bulunuyor.

Köylülerin direnişine öncülük eden ailelerden Topal Ailesi tüm fertleri ile madene karşı mücadelede yer aldı.

Mehmet Topal

Kalecik köyünden Mehmet Topal, kar hırsına doğalarının yok edilmek istendiğini belirterek maden şirketlerinin yabancı sermayenin işbirlikçileri olduğunu söylüyor:

 “En bariz örneği ile vahşi kapitalizmin böyle en ücra köşelere kadar memleket topraklarını kevgire çevirircesine, birkaç tane işbirlikçinin, birkaç tane tekelcinin, konsorsiyumun maşası halinde topraklarımızı , yerüstü zenginliklerimizi, doğamızı, hayvancılığımızı bir kökten değişimle yok etmeye çalışıyorlar.”

Köylülerin birlik içinde madenciliğe karşı olmasının önemine değinen Mehmet Topal yaptıkları protesto eylemleri hatırlatarak şöyle devam etti:

“İlk etapta insanların böyle bir arada yaşamasıyla birlikte hareket etmeleriyle karşılaşmasaydılar buradaki insanları üçer beşer hane şeklinde mecburi iskana tabi tutup söker atarlardı. Dertleri buydu. Özellikle yerüstü zenginliklerimiz yeraltı zenginliklerinden elde edeceğimiz meblağdan kat be kat üstündür. Malatya kayısısının dünyada benzeri yok. Şeker pazarı hakeza, elması, tütünü hakeza… Ama bunların hepsini böyle bir bütün olarak ortadan kaldırıp bizleri dilenmekten daha kötü etmeye yönlendirme için çaba vardı. Bütün bunları göz önünde bulundurarak dedik ki ‘Biz burada aç da yaşıyorsak da onurumuzla yaşıyoruz gidip metropol köşelerinde dilenmeye gözlümüz razı değil’. Bunun için burada maden istemiyoruz. Suyumuzun kirlenmesini , havamızın , toprağımızın kirlenmesini istemiyoruz. Bu yüzden madenciliğe karşıyız.”

‘Ormanlık alan tahrip edildi’

Kalecik köyünün 500-600 yıllık bir tarihi olduğunu söyleyen Mehmet Topal “Atadan dededen bedi burada oturuyoruz. Bu köyün 500 yıllık geçmişi madenciliğe kurban edilmek isteniyor, o yüzden dedim ‘ birkaç kişinin kar hırsı için Malatya toprakları kevgire çevrilmiş.’ Bizim köyümüz orman statüsüne sahip bir alanda olan bir köy. Biz bu ormanları var gücümüzle koruruz. Kapımızdaki bir tane tohumluk hayvana bir dal kesip verdiğimizde hakkımızda işlem yapılır. Çünkü ben orda o orman sahasının içinde yaşayan bir vatandaşım ve yoksulum. Öte taraftan uluslar arası şirketlerin taşeronluğunu yapanlar dozerlerle ormanlarımızı kökünden keserler onlara bir şey yok” diye konuştu.

Hudut Köyü’nden Zeynep Budak

Kanadalı şirketlerin ülkenin yeraltı kaynaklarına göz dikmesine ilişkin değerlendirmeler yapan Mehmet Topal, Malatya’daki madencilik projelerine ilişkin ise “ Sadece Hudut’da değil. Malatya’nın bütün çevresinde, Pötürge’de, Arapgir’de, Akçadağ’da her tarafta madencilik var . Şirketler üzerinden Malatya işgal edilmek isteniyor. Yeryüzünde dini, ırkı, dili, mezhebi olmayan iki şey vardır; biri sermayedir ve biri emektir. Başta gelen emektir bir de o emeğin sırtından palazlanarak tekelleşen sermaye. Sermaye kendisinden olmayan herkese düşmandır” diyerek Malatya’da artan madencilik faaliyetlerine değindi.

Mehmet Topal son olarak yetkililere seslenerek “Tarım ürünlerini dışardan ithal ediyoruz. Bizim topraklarımıza ne olmuş? Neden kendi topraklarımızda üretim yapamıyoruz. Yetkililere söylüyorum, bizim önümüzü açsınlar. Biz kendi topraklarımızda hayvancılığımızı yapalım, üretim yapalım, bağ bahçemizden verim alalım, arıcılık olsun. Biz bunları söylerken kendilerinden cafcaflı şeyler istemiyoruz. Bizi kendi halimize bırakın, kendimiz yapıp üretelim. Bizim ürettiklerimiz ile siz de yaşayın. Üretkenlik önündeki set kalkmazsa yarın açlıktan ölecekler. Madeni istemiyoruz. Son söyleyeceğim de budur bundan sonra gelip bu topraklara bir şey yapmak isterlerse anca cesetlerimizi çiğneyerek girerler” ifadelerini kullandı.

Doğanşehirli kadınlar doğa talanına karşı isyanda

Hudut Kalecik Dedeler Çevre Platformu Sözcüsü Teslim Topal, bölgedeki maden arama çalışmalarının 90’lı yıllarda başladığını ve geçmişten günümüze farklı şirketlerin bölgede maden çıkarmak için girişimlerde bulunduğunu belirterek maden ruhsatı verilen alanın konumuna dikkat çekerek şunları söyledi:

“Üç köyün merkezinde olan orman sahası Sürgü Barajı‘ndan başlayıp, Kapıdere’ye kadar uzanır. Meşe, palamut ağaçlarını içinde barındıran bir alan. Bu 3 köyün kesiştiği alanda ormanlık bir alan var. Eskiden de bu bölgede çeşitli maden firmaları çalışmalar yaptı. Dediğim gibi 90’larda kepçe ile iş makinaları ile orman sahası içinde sağ sol eşilerek çalışma yapılıyordu. O zamanlar Köylülerin çevre bilinci olmadığı için kimse gidip ruhsatları var mıydı vs sormadı. O çalışmalar devam etmedi.”

Esan Eczacıbaşı Şirketi Malatya Valiliği’nin verdiği izin ile ormanlık alanda sondaj çalışması yaptı.

Esan Eczacıbaşı şirketinin bölgede 2020 yılında elektromanyetik yöntemiyle tekrardan arama yapmaya başladığını belirten Topal, alanda yaşanan tahribata değindi.

Topal, “Eczacıbaşı’nın elinde arama izni olduğu için hukuki yollara başvuramıyorduk, arama izinleri vardı. Bu yüzden hukuki olarak karşı çıkamıyorduk. Çünkü ÇED yönetmeliğinde taş örneği, kırma, delme ve manyetik numune alınabilir maddesi vardı. Yapılan sondajlar ya da yol açmak için yaklaşık 50 dönümlük orman iş makinasıyla tahrip edildi. Orman Müdürlüğü müdahale etmedi ya da edemedi. O çalışmanın olduğu alanda tamamen yaban hayatının dengesi bozuldu. Börtüsü, böceğiydi, yaban hayvanıydı, kuşuydu sağa sola kaçtı” dedi.

Hudut Köyü’ndeki maden sahasında yaklaşık 50 dönüm orman tahrip edildi.

İliç’te yaşanan siyanür sızıntısını hatırlatan Teslim Topal , kendi köylerinde planlanan maden çalışmalarının bölgeden geçen fay hattını tetikleyeceği kaygısını dile getirerek ‘Asit havuzunun fay hattı üzerinde olması nedeniyle, buradaki olası bir sızıntı Sürgü çayına karışacak zehrin Atatürk Barajına ve oradan Basra Körfezi’ne kadar ulaşması söz konusu. Dolayısıyla bu su kaynakları için bütün bu bölge için büyük bir tehlikedir” dedi.

Mahkeme kararına ilişkin değerlendirmelerde bulunan Topal köylülerin zaman zaman karamsarlığa kapıldığını ve geri adım atmak zorunda kaldığını ifade etti ve şunları aktardı:

“Biraz çetrefilli geçmeye başlayınca. Kaymakamın madencilerden yana taraf alması, askerin polisin madencileri korurcasına hareket etmeleri ile gibi şeyleri görünce köylüler sessiz kaldı, herkes kendi kabuğuna çekildi. Ama genel olarak köylülerimiz bu işe karşıydı. Madenciler geldiğinde birkaç aile gidip tartışıyorduk yine de. Doğrusu böyle bir karar beklemiyorduk. Çünkü Türkiye genelinde mahkemeler genelde maden şirketlerinin lehine karar veriyordu. Bu anlamıyla bizim için sevindirici bir karar. Malatya’nın farklı bölgelerinde devam eden projeler var buradaki kaygılarımız diğer bölgeler için de geçerli” diyor ve madene karşı mücadeleye devam edeceklerini söylüyor.

Madencilik faaliyetleri nedeniyle köylülerin tarım alanları ve orman sahaları tahrip ediliyor

Ne olmuştu?

Esan Eczacıbaşı şirketinin Malatya’nın Doğanşehir ilçesine bağlı Hudut, Kalecik, Dedeler köylerinde 26 bin metrekarelik alanda demir, kurşun, altın ve gümüş aramak için yaptığı başvuruda Malatya Valiliği Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü 29 Haziran 2020 tarihli ‘ÇED Yönetmeliği Hükümlerinin Uygulanmasına Gerek Bulunmadığı’ yönünde karar vererek şirkete maden arama izni vermişti.

Valiliğin verdiği izin ile bölgede sondaj çalışmaları başlatan maden şirketine karşı köylüler örgütlenerek protesto düzenlemiş ve ardından projeyi yargıya taşımıştı.

Köylüler bilirkişi keşfi öncesi yürüyüş gerçekleştirdi.

İdarenin kararına karşı köylüler şirketin sondaj çalışmalarının bölgedeki içme sularına zarar vereceği, bölgedeki madencilik faaliyetlerinin maden arama sınırlarını aştığı, yaban hayatının ve endemik türlerin zarar göreceği dolayısıyla çevresel etki değerlendirmeye tabi olması gerektiği gerekçesi ile yürütmeyi durdurma istemiyle Malatya 2. İdare Mahkemesine dava açtı.

Mahkeme’nin bölgedeki keşfi sırasında Hudut, Kalecik, Dedeler köylüleri başta olmak üzere köylüler ve çok sayıda çevreci maden sahasında toplanıp doğa talanına tepki göstermişti.

Mahkeme’nin bölgedeki keşfi sırasında Hudut,Kalecik, Dedeler köylüleri başta olmak üzere köylüler ve çok sayıda çevreci maden sahasında toplanıp yürüyüş gerçekleştirerek bölgede madencilik faaliyetleri istemediklerini açıklamışlardı.

 

Önemli buluş: Deniz tuzu pili, lityumun 4 katı kapasiteye sahip

Elektronik cihazlarınız yakında ultra ucuz deniz tuzu piliyle çalıştırılabilir.

Araştırmacılar, lityumun dört katı enerji depolama kapasitesine sahip yeni ve ucuz bir pil ürettiler.

‣‘Enflasyonun ilacı yenilebilir enerjide’
‣Analiz: Güneş panelinden 19 yıl ücretsiz elektrik elde edilebiliyor
Dr. Shenlong Zhao

Düşük maliyetli ve ekolojik

Deniz suyundan işlenebilen bir tür erimiş tuz olan sodyum kükürtten üretilen pil, düşük maliyetli ve mevcut seçeneklerden daha ekolojik.

Sidney Üniversitesi‘nden Araştırmacı Dr Shenlong Zhao‘ya göre, yenilenebilir enerji için ‘büyük bir atılım’ olduğu yönünde.

“Sodyum pilimiz lityuma göre dört kat daha fazla depolama kapasitesi sağlarken maliyetleri önemli ölçüde azaltma potansiyeline sahip” dedi.

‣[COP15] Bilim insanlarından çağrı: Enerji için ağaçları yakmayı bırakın

Tuz pili nedir?

Erimiş tuz pilleri yeni bir kavram değil. Yaklaşık 50 yıldır varlar ancak enerji döngüleri kısa.

Ancak bu yeni pil farklı. Bilim adamları, depolama kapasitesini belirleyen sülfürün reaktivitesini geliştirmek için elektrotları değiştirdiler.

Sidney Üniversitesi araştırmacılarının tavsiye ettiği ürün, ‘Oda sıcaklığında süper yüksek kapasite ve ultra uzun ömürlü.’

Dr. Zhao, “Dünya’ya maliyeti olmayan bölgesel düzeyde kolayca erişilebilen yüksek kaliteli depolama çözümlerine ihtiyacımız var.” dedi.

Karbonsuzlaştırmaya geçiş

Dr. Zhao ayrıca, “Deniz suyundan işlenebilen sodyum gibi bol kaynaklar ile  üretilen depolama çözümleri,  enerji güvenliğini garanti etme ve daha fazla ülkenin karbonsuzlaşmaya geçişini sağlayacaktır.”

Araştırmacılar şimdi yeni hücreleri iyileştirmeyi ve ticarileştirmeyi planlıyorlar.

Evcil hayvanlar için ‘çip zorunluluğu’nda kurallar belirlendi

Tarım ve Orman Bakanlığı‘nın 26 Şubat 2018’de Resmi Gazete‘de yayımlanarak yürürlüğe giren yönetmeliğiyle evde yaşayan kedi, köpek ve gelinciklerin mikroçip takılıp kimliklendirilmesi için verilen süre 31 Aralık’ta sona eriyor.

Sürenin dolmasına 10 gün kala ülke genelinde şimdiye kadar yaklaşık 800 bin ev hayvanı çip takılarak kimliklendirildi.  Yıl sonuna kadar hayvanlarına çip taktırmayanlara ise 5199 sayılı kanun kapsamında 1634 TL ceza uygulanacak.

İl, ilçe müdürlüklerine ya da bakanlıkça yetki verilen kurum, kuruluş, gerçek veya tüzel kişilere ilgili beyannameyle başvuru yapılarak hayvanlar kayıt altına aldırılabiliyor.

Çok sorulan sorular

Çip yoluyla kimliklendirmeye ilişkin çok sorulan sorulara yanıtlar ise şöyle:

Maliyeti nedir?

Türkiye’de bazı belediyeler bu uygulamayı ücretsiz yapıyor, bazıları ise cüz-i miktarlar karşılığında yapıyor. Özel kliniklerde yaptırılmak istenirse; bedeli veteriner kliniğe göre değişmekle birlikte pet mikroçip fiyatları 150 – 250 TL aralığında iken, il ve ilçe tarım müdürlüklerinde mikroçip implantasyonu 75 TL’ye gerçekleştiriliyor.

YAŞ SINIRI

Tarım ve Orman Bakanlığı Gıda ve Kontrol Genel Müdürlüğü’nden alınan bilgiye göre, yılbaşından itibaren sahipli kedi ve köpekler, altı aylık yaşa kadar ceza uygulanmadan kayıt altına alınmaya devam edilecek.

Altı aylıktan büyük kedi ve köpekler ise il, ilçe tarım ve orman müdürlükleri tarafından idari para cezası uygulandıktan sonra mikroçip uygulanarak kayıt altına alınacak.

SOKAKTAN SAHİPLENİLEN HAYVANLAR

Yılbaşından itibaren sokaktan sahiplenilen kimliksiz hayvana mikroçip taktırılmak istendiğinde cezai müeyyide uygulanıp uygulanmayacağı da netleşti. Yılbaşından sonra sokaktan sahiplenilen kimliksiz hayvanlar, belediye barınaklarına başvuru yapılarak, Hayvan Bilgi Sistemi (HAYBİS) üzerinden oluşturulan ‘sahiplendirme belgesi’ ile ceza uygulanmadan Ev Hayvanı Kayıt Sistemi‘ne (PETVET) kaydedilebilecek.

Buna göre, sokaktan sahiplenilen kimliksiz hayvanlar ceza uygulanmadan kimliklendirilecek. Hayvan barınaklarına başvuru yapılarak HAYBİS üzerinden oluşturulan ‘sahiplendirme belgesi’ ile ceza uygulanmadan mikroçip takılıp, kimliklendirilen hayvanlar, PETVET’e kaydedilecek.

VETERİNERDE KISITLAMA OLACAK MI?

Kimliklendirilmeyen hayvanların veterinerler tarafından tedavilerinde de kısıtlama olmayacak. Bu hayvanlar, veteriner kliniklerinde kısıtlamaya tabi olmadan tedavi edilecek. Mikroçip takılmayan hayvanların tespiti, el terminalleri (mikroçip okuyucular) ile yapılacak. Herhangi bir aşı ya da tedavi uygulaması sırasında mikroçip bulunmadığı tespit edilen ev hayvanları, il, ilçe tarım ve orman müdürlüklerine bildirilecek ve sahibine para cezası uygulandıktan sonra mikroçip uygulanarak kayıt altına alınacak.

 

HDP’nin Kadıköy’deki ‘polis tokatı’ eylemine yine polis şiddeti

Halkların Demokratik Partisi (HDP) ve Emek ve Özgürlük İttifakı‘nın HDP İstanbul İl Eşbaşkanı Ferhat Encü ve tutuklu yakınlarına yönelik polis şiddetini protesto etmek amacıyla düzenlemek istediği açıklamaya da şiddet uygulanarak engel olundu.

İstanbul’da hasta ve infazı yakılan tutukluların özgürlüğü için aileler tarafından bir yıldır sürdürülen Adalet Nöbeti eylemi, dün Kadıköy’de yapılan kitlesel yürüyüşle sonlandırılmak istenmiş; polisin müdahale ettiği eylemde polislerden biri  Ferhat Encü’ye tokat atmıştı. Söz konusu görüntüleri kayda alan Artı TV kameramanı Mehmet Zeki Kaya da gözaltına alınmıştı.

Kadıköy’de olayı kınamak amacıyla HDP İlçe binası önünde yapılmak istenen açıklamaya Kadıköy Kaymakamlığı‘nın eylem yasağı gerekçe gösterilerek izin verilmedi. HDP Eş Genel Başkanları Pervin Buldan ve Mithat Sancar‘ın alana girmesinin ardından müdahale eden polis, Sancar ve HDP’li milletvekillerinin de bulunduğu grubu abluka altına aldı.

Pervin Buldan ise ilçe binasında bekletiliyor.

Ferhat Encü’ye tokat atan polisin de müdahale eden polisler arasında olduğu belirlendi.

35 gözaltı

HDP Kadıköy ilçe binasına çıkan tüm sokakları kapatan ve sokakların her iki giriş kısmına bariyerler yerleştiren polis, vatandaşların da geçişine izin vermedi. Müdahale sonucunda Ferhat Encü ile birlikte yaklaşık 35 kişi gözaltına alındı.

Demirtaş: Tokatı sandıkta göreceksiniz

Edirne Cezaevi’nde tutuklu bulunan eski HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, hasta ve infazı yakılan tutuklu yakınlarının İstanbul’un Kadıköy ilçesinde yaptığı yürüyüşte polisin Ferhat Encü’ye tokat atmasına tepki göstermiş; “Atılan o tokatı Kürtler kesinlikle unutmayacak. Siz daha tokat görmemişsiniz; sandığı bekleyin görecekseniz” demişti.

‘Ona o seçimi kazandırmayacağız’

Demirtaş Kobane davasının bugünkü 20’inci duruşmasında da şunları söyledi:

“Bunun hesabını soracağız, biz halkımızın iradesini temsil ediyoruz, buradaki herkes milyonların iradesidir, milyonların iradesine İstanbul’da tokat atanlardan da, bizleri yargılayanlardan da hesap soracağız. Sözümüz var, bunlar yargı önünde hesabı görülecek davalardır. Bizler dünkü çocuk değiliz, Türkiye’nin en önemli seçim sonucunun kaderi ile oynadınız, şimdi de öyle yapacaksınız. Ben Selahattin Demirtaş, bu hücrede canımı ortaya koyacağım ama ona o seçimi kazandırtmayacağız. O iktidar sandığa gömülecek. Ömrümüzün altı yılını burada direnerek geçirdik, bu hakareti içimizde sindirmeyeceğiz, bu kumpasları kuranları sandığa gömeceğiz.”

Kılıçdaroğlu: Parti genel başkanına polis ablukası yapılamaz

Kadıköy’deki eylemde Mithat Sancar ve HDP milletvekillerinin de polis ablukası altına alınmasına CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu da tepki gösterdi.

Sosyal medya hesabından paylaşımda bulunan Kılıçdaroğlu, “Hiçbir siyasi partinin genel başkanı, hiçbir şart altında, talimat üzerine polis ablukasıyla muhatap edilemez! HDP Eş Genel Başkanı Mithat Sancar’a yönelik bu ayıbı kınıyorum.” dedi.

Valilik: Encü başlattı

Öte yandan İstanbul Valiliği, Ferhat Encü’ye yönelik polis tokadı hakkında inceleme başlattı; ancak yapılan açıklamada Ferhat Encü’yü “F.E.” olarak anılırken, Encü’nün polise hakaret ettiğini ileri sürüldü.  Ayrıca eylemin Kadıköy Kaymakamlığınca yasaklandığını hatırlattı.

Açıklama şöyle:

“Kadıköy Kaymakamlığınca; kamu güvenliği, huzur, asayiş ve esenliğinin olumsuz yönde etkilenebileceği, terör örgütü propagandası ve provokatif eylemler ile suç işlenmesine neden olunabileceği yönündeki bilgiler doğrultusunda 2911 Sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’nun 17. Maddesi ve 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu’nun 32/ç maddesi uyarınca Kadıköy Meydanında bugün yapılmak istenen izinsiz gösteriyi yasaklama kararı alınmıştır.

Kaymakamlıkça alınan karar, Kadıköy Meydanında toplanan gruba tebliğ edilerek gösterinin sona erdirilmesi istenilmiş, karara riayet etmeyerek izinsiz yürüyüş ve gösteri yapmak isteyen şahıslara güvenlik güçlerimizce müdahalede bulunulmuştur.

Güvenlik görevlilerinin görev yapmasını engellemeye çalışan, görevlileri tahrik ederek, ‘…Partinin  itleri, şerefsizler…’ şeklinde hakarette bulunan (F.E) isimli şahsa yapılan gözaltı işlemi sırasında ortaya çıkan görüntülerle ilgili inceleme başlatılmıştır.

İzinsiz gösteri yapan 70 kişi hakkında yakalama işlemi yapılmıştır.”

 

‘Uluslararası iklim finansmanında büyük bir bütçe açığı var’

İklim kriziyle mücadele politikalarının başarıya ulaşması ve bu krize karşı en kırılgan durumda bulunan ülkelerin iklim fonu ihtiyacının karşılanabilmesi için küresel finans sistemindeki reform ihtiyacı giderek artıyor.

Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi 27. Taraflar Konferansı‘nda (COP27) Barbados Başbakanı Mia Mottley tarafından önerilen ve “modası geçmiş uluslararası finansal mimaride” gelişmekte olan ülkeler lehine reform yapılmasına yönelik tartışmalar, iklim çevrelerinden giderek daha fazla destek buluyor.

Mottley’in daha adil bir mali sistem için oluşturduğu Bridgetown Gündemi kapsamında Şubat 2023’te bir plan sunulması beklenirken, ekonomistlere göre, küresel finans sisteminde iklim krizi odaklı reform, mümkün olduğu kadar bütünsel bir yaklaşım da gerektiriyor.

‘5 trilyon dolarlık ihtiyaç için 700 milyon dolar toplandı’

Dünya Bankası kıdemli ekonomisti Sibel Kulaksız, uluslararası iklim yatırımlarında büyük bir bütçe açığı olduğunu söyledi. Küresel iklim finansmanı ihtiyacının yıllık 5 trilyon dolar olarak tahmin edildiği ancak şu ana kadar ulaşılan finansman miktarının yıllık 700 milyar doların altında kaldığını belirten Kulaksız, “Bu da uluslararası kuruluşlarla birlikte kamu ve özel sektörün koordineli çalışarak yatırım potansiyellerinin belirlenmesinin kritik öneme sahip olduğunu gösteriyor. İklim ve çevre konusundaki problemler tüm ülkeleri ilgilendirdiği için güçlendirilmiş uluslararası iş birliği, hedeflerimize ulaşmada belirleyici olacaktır” dedi.

Kulaksız, bu kapsamda küresel finans sisteminin dönüşüm sağlayabileceğini ancak net sıfır emisyon hedeflerine ulaşmak için doğru yatırımların belirlenmesi gerektiğini kaydetti.

‘Önlem alınmazsa zarar 8 trilyona yükselecek’

Sibel Kulaksız, geleceğe yönelik aksiyon planları belirlerken büyük yatırımların yanı sıra ekonomik ve yasal regülasyonların birlikte düşünülmesi gerektiğini vurgulayarak şunları anlattı:

“Çevreye faydalı yatırımlar yapılmaz ve tedbirler gereken hızda alınmazsa 2050’ye kadar iklim değişikliğinin küresel ekonomiye zararı  8 trilyon dolara ulaşacak. Ayrıca, iklim değişikliğinin 2030’a kadar 100 milyon insanı daha yoksulluk sınırına düşüreceği ve 2050’ye kadar 216 milyon kişiyi iç göçe zorlayabileceği öngörülüyor. Yani, doğru politikalar uygulanmazsa sosyal ve ekonomik maliyetler çok yüksek olacak.”

Dünya Bankası’nın “iklim yatırımlarının en büyük finansörü” olarak 2021’de 26 milyar dolar ve bu yıl 31,7 milyar dolar destek sağladığını aktaran Kulaksız, “Önümüzdeki beş yıl boyunca Dünya Bankası’nın toplam finansmanının yüzde 35’ini iklim için ayıracağız. Bu da iklim ve çevreye faydalı yatırım yapmak isteyenler için önümüzdeki dönemde büyük finansman kaynağı demek” dedi.

Çoklu küresel şoklara dikkat

Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası (EBRD) Yeşil Finansal Sistemler Direktörü Maya Hennerkes ise net sıfır emisyona dönüşüm ve Paris Anlaşması ile uyumlu dirençli ekonomiler oluşturmanın yatırımları artırmaktan geçtiğini söyledi.

“Çoklu küresel şoklar” nedeniyle sıkışan kamu kaynaklarının ihtiyaç duyulan yatırımlar için oldukça düşük kaldığını aktaran Hennerkes, “İnovasyon ve iklimle uyumlu dönüşümü hızlandırmak için özel sektör finansmanı elzem durumda. Çok Taraflı Kalkınma Bankaları (MDBs); gelişmekte olan ülkelerle piyasaları etkinleştirme, destekleyici politika çerçevesini hızlandırma ve özel sektör finansmanını harekete geçirmek için çalışıyor. Bunu başarmanın şartı da finansal sistemlerin yeşil hale gelmesi” diye konuştu.

Küresel finans sisteminde yeşil dönüşümün mümkün olduğunu belirten Hennerkes, bunun için de tüm kesimlerin aktif rol alması gerektiğini söyledi:

“Bazı kesimler bu dönüşüm için hazır, bazıları ise dönüşüm ihtiyacını görerek hazır hale gelmeye çalışıyor. Dönüşüm için itici güçler de var. Düzenleyiciler, finansal kurumların iklim ve sosyal risklerini açıklamalarını artan bir şekilde şart koşuyor ki bankalar kendi iklim ve çevresel, sosyal ve kurumsal (ESG) yönetim planlarını yeniden yapılandırıyor. Yine yatırımcılar; giderek artan bir şekilde banka ve fonların güçlü ESG stratejileri ve yönetim sistemlerini hayata geçirmesini şart koşuyor, iklim taahhütleri ve dönüşüm planlarını görmek istiyor. Finansa erişimlerini devam ettirmek veya artırmak isteyen finansal kuruluşların bu beklentileri gerçekleştirmesi gerekiyor. Sürdürülebilir finansal araçlar için tüketici talebi de artışta ve rekabetçi kalmak isteyen finansal kuruluşların tüketicilerine bu kapsamda önerilerin sunabilmesi gerekiyor.”

‘Çok güçlü finansman kaynağına ihtiyaç var’

İş Dünyası ve Sürdürülebilir Kalkınma Derneği (SKD Türkiye) Yönetim Başkanı Ebru Dildar Edin ise sürdürülebilir finansmanda istenilen seviyelerin yakalanamadığını ve iklim krizinin günlük hayatta hissedilen sarsıcı etkileriyle bu konunun dünyanın en önemli kaynak meselesi haline geldiğini vurguladı.

Ülkelerin, karbon emisyonlarını azaltmasına ve ekonomilerini küresel ısınmanın yol açtığı değişikliklere uyumlu hale getirmesine yardımcı olacak yeterli finansmanın sağlanamadığını belirten Edin şunlara dikkat çekti:

“Bu finansmanın nasıl sağlanacağı konusu hala bir soru işareti. Ülkelerin net sıfır emisyon hedeflerine ulaşmasının ciddi anlamda zorlaştığını, aynı zamanda maliyetlerin arttığını fakat yeterli finansman kaynağının hala yaratılamadığını görüyoruz. Yatırımcılar; şirketlerden ayakları yere basan sürdürülebilir iş stratejileri, ölçülebilir hedefler ve somut çıktılar görmek istiyor. Bunun için çok güçlü finansman kaynağına ihtiyaç var.”

Tüm dünyayı etkisi altına alan ekonomik kriz ve geleceğe yönelik belirsizliklerin her alanda olduğu gibi sürdürülebilir finansa geçişte de riskleri artırdığını, bu nedenle finansman kaynağının politikalarla desteklenmesinin kilit rol oynadığını vurgulayan Edin, “Bankaların sağlayacağı finansmanın yanında, borçlanma piyasası ile ürün ve hizmet gruplarının da sürdürülebilir yapılara dönüşmesi çok önemli. Finans sektörünün, gelecekteki nakit akışında ortaya çıkabilecek belirsizlikleri fiyatlandırmada bugüne kadar oynadığı etkili role artık yeni roller eklemesi gerekiyor. Artan emisyon oranlarının yatırımları tam olarak nasıl etkileyeceği, iklim krizinin fiziksel etkileri, emisyon azaltma politikalarının zamanlaması ve uygulama şekli gibi konulardaki finans sektörünün risk yönetimi yaklaşımı, bu belirsizliklerin ortadan kaldırılmasında etkili bir rol oynayacak” ifadelerini kullandı.

Edin, Dünya Bankası gibi kurumların daha fazla risk alabilmeleri ve borç verebilmeleri için reform yapma planlarına bağlı olarak gelecek dönemde daha fazla nakdin serbest bırakılmasının mümkün olabileceğini söyledi.

[COP15] Biyolojik çeşitlilik için tarihi bir anlaşmaya imza atıldı

Kanada, Montreal’de gerçekleşen BM Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi 15. Taraflar Toplantısı (COP15), biyolojik çeşitlilik kaybını durdurmak ve tersine çevirmek için tarihi bir anlaşmaya imza attı.

Anlaşma, 2030’a kadar doğanın kritik eşikten dönmesini ve 1,5 derece hedefinin hayatta kalmasını sağlayacak bir rota çiziyor:

  • 2030’a kadar kara ve denizlerin yüzde 30’unun korunacak.
  • 2030’a kadar her yıl 30 milyar ABD Doları finansman sağlanacak.

Artık eylemsizliğe bir mazeret yok

Küresel Biyolojik Çeşitlilik Çerçeve Anlaşması‘nda ön plana çıkan konular arasında doğa pozitif ve net sıfır ekonomiler bulunuyor. COP15, doğanın düşüşünün nasıl durdurulacağı ve tersine çevrileceği konusunda net bir hedef, finansman ve yol haritasına işaret ediyor.

Net sıfır ve doğa pozitif ekonomilere ulaşma arzusu artık uluslararası hukukta kabul gördü; eylemsizlik için hiçbir mazeret yok. Bunun sonucunda hükümetlerin planlama ve yasama yapması bekleniyor.

İklim, gıda ve ekonomik güvenlik konusunda ise doğa kaybının iklim sorununun üçte birini oluşturduğuna dikkat çekiliyor.

Doğayı korumak ve restore etmek için harekete geçmeden Paris Anlaşması’na ulaşılması mümkün görünmüyor; bu anlaşma iklim, ekonomi ve gıda güvenliği için hayati önem taşıyor.

Biyoçeşitlilikte hesap verebilirlik

Öte yandan COP15’in öncelikli konularından biri de hesap verebilirlik. Hükümetlerin ve şirketlerin hesap verebilir olması gerekiyor.

Doğa için yeni küresel anlaşma, büyük ölçüde göz ardı edilen önceki Aichi hedeflerinden tamamen farklı. COP15, güçlü hükümet planlarını ve iş dünyasının hesap verebilirliğini merkeze koyuyor; ekonomilerin her sektörü işin içinde ve hiç kimse muaf değil.

Masada büyük bir finansman bulunuyor

Gelişmiş ülkelerden gelişmekte olan ülkelere yılda 30 milyar ABD doları tutarında uluslararası kamu finansmanı, gelişmekte olan ülkeleri destekleyecek ve doğayı korumak ve restore etmek için harekete geçilmesini sağlayacak.

‘Büyük ölçekli adımlar atmaları gerekecek’

Unilever İcra Kurulu Başkanı Alan Jope, COP15’le sektöre verilen mesaja işaret etti:

“COP15 sona ererken, özel sektöre verilen mesaj açıktır: 2030’a kadar doğa kaybını durdurmak ve tersine çevirmek için dünyanın her yerinden ve tüm sektörlerden işletmelerin şimdi büyük ölçekli adımlar atması gerekecektir.”

Küresel Biyolojik Çeşitlilik Çerçeve Anlaşması’nın, tüm büyük işletmelerin ve finans kuruluşlarının doğa üzerindeki risk ve etkilerini değerlendirmeleri ve açıklamaları için gerekli siyasi kesinliği sağlayacağını belirten Jope, “Bunun sonucunda daha güçlü bir hesap verebilirlik ve yatırımcılar, hükümetler, tüketiciler ve işletmelerin kendileri tarafından daha iyi bilgilendirilmiş kararlar alınacaktır” dedi.

‘Finans camiasının görmezden gelemeyeceği bir sinyal’

Schroders Sürdürülebilir Yatırım Küresel Başkanı Andy Howard ise “CBD COP15’in sonuçları finansal düzenleyicilerin oturup dinlemesini sağlamalıdır. Doğa riski, yatırım riski ve getirileri için ayrılmaz bir faktördür ve finansal akışları doğaya olumlu hedefler doğrultusunda hizalamak için açık bir fırsat vardır. Yapılacak daha çok iş var, ancak doğa için COP15 küresel anlaşması finans camiasının görmezden gelemeyeceği bir sinyaldir” dedi.

‘Ekonomimiz doğanın içinde işlemek zorunda’

Fletcher Hukuk ve Diplomasi Okulu Dekanı, Dünya Bankası eski Başkan Yardımcısı ve İklim Değişikliği Özel Elçisi Rachel Kyte da “Ekonomimiz doğanın içinde işlemek zorundadır” ifadelerini kullanarak şunları aktardı:

“Doğa, toplumların bilançosunda yer alan bir kalem değildir. Uluslararası Finans Kuruluşları (UFK’lar) onlarca yıldır doğal sermayeyi ve doğanın kalkınma üzerindeki kısıtlamalarını analiz etmektedir. UFK’ların artık biyoçeşitlilik kaybı, iklim, kirlilik ve atık krizleriyle mücadelenin temel bir bileşeni olarak refah ve zenginliği yönetme şeklimizin dönüşümüne öncülük etmesi gerekiyor.”

Dünya Kupası‘nın aksine, COP15’in tek bir kazananı yok’

Kraliyet Kuşları Koruma Derneği (RSPB) Kıdemli Uluslararası Politika Danışmanı Georgina Chandler, “Dünya Kupası‘nın aksine, COP15’in tek bir kazananı yok. Montreal’de varılan anlaşma sayesinde hem insanlar hem de doğa daha iyi durumda olacak. Artık her şey bittiğine göre, hükümetlerin, şirketlerin ve toplumların bu taahhütlerin hayata geçirilmesine nasıl yardımcı olacaklarını bulmaları gerekiyor. Nihai hedefe ulaşmanın tek yolu budur: hepimiz için sağlıklı bir gezegen” dedi.

 

Kış geldi, sobalarda zehir yanıyor

Malumunuz, enflasyon almış başını gitmiş ve hemen hemen her şeyin fiyatı artmış vaziyette. Plastik poşet hariç! Poşet üreticisi lobi gruplarının baskısı nedeniyle ne yazık ki parayla poşet uygulaması da artık anlamını yitirdi. Çünkü paralı poşetin herhangi bir caydırıcılığı kalmadı. Plastiğin bu kadar ucuz ve erişilebilir kalması da bir çevre kırımının nedeni. Plastiğin yarattığı tek problem görsel kirlilik ya da çevrede bulunurluğunun yarattığı etki ile sınırlı değil.

Geçen hafta sonu Adana Büyükşehir Belediyesi ev sahipliğinde Doğu Akdeniz Çevre Platformu öncülüğünde bir çevre çalıştayı düzenledik. Oldukça yüksek katılımlı ve son derece verimli geçen çalıştayda çok kıymetli konuşmacılar çok önemli bilgiler verdiler. Bunlardan biri de Kayıhan Pala hocaydı. Hoca sunumunu yaparken Adana’ya varışıyla ilgili bir detay anlattı. Hocanın sunumunun konusu Çukurova’da hava kirliliği meselesiydi. Kayıhan hoca Adana’ya vardığında ilk dikkatini çeken şey, havanın aşırı kirli olmasıymış. Bu Adana’da yaşayanların sürekli dem vurduğu bir gerçek ancak bu sene biraz daha farklı bir şey söz konusu. Kayıhan hocanın da gözlerini ve genzini yakan havanın kaynağı bu sene biraz farklı.

Kömür bile yakılamıyor

Adana, şehir merkezi hariç çeperlerinde ısınma için çoğunlukla sobaların yakıldığı bir şehir. Elektrik ile ısınmanın oldukça pahalı olması ve ilgili bölgelerde yenilenebilir enerjiye dayalı herhangi bir girişimin ya da doğalgaz alt yapısının olmaması, kömürle ısınmayı temel yöntem yapıyor. Ayrıca çarpık kentleşme de önemli bir neden. Ancak gelin görün ki son bir yıl içerisinde kömür fiyatlarındaki aşırı artış yoksul vatandaşın başka seçeneklere yönelmesine neden oluyor.

İşte bu yönelimin sonucunda da Kayıhan hocanın bahsettiği durum ortaya çıkıyor. Aslında bu son beş ayın meselesi değil. Geçtiğimiz yaz ayında bir hafriyat döküm sahasında karşılaştığım bir manzara beni oldukça etkilemişti. Bir grup insan gelen hafriyat kamyonunun döktüğü hafriyatın üzerine hücum ediyordu. Öncelikle bunu inşaat demiri toplamak için yaptıklarını düşünüyordum ama yaklaşıp sorduğumda çoğunun önümüzdeki kış için ahşap ürünleri topladığı cevabını almıştım. Şok olmuştum, çünkü işlenmiş ahşap ürünlerinin yakılmasının yaratabileceği riskleri düşününce şok olmamak elde değildi.

Evlerde plastik ve lastik yakılıyor

İşte bu durum yakın zamanda fahiş artan fiyatlar nedeniyle biraz daha şekil değiştirmiş vaziyette. Vatandaş bu alternatifleri, plastik, tekstil malzemeleri ve araba lastiklerine kadar genişletmiş. Önceleri çiftçilerin ısı kalkanı oluşturmak için sera içlerinde ya da meyve bahçelerinde tarımsal plastikleri ya da lastikleri yaktığını ve böylelikle üretilen tarımsal ürünleri zehirlediklerini biliyordum ama evlerinde plastik ya da araba lastiği yakan vatandaşların olması, durumu biraz daha farklı bir şekle sokuyor. Çünkü açık havada plastik ya da benzeri ürünler ve işlenmiş ahşapların yakılmasından yayılan zehirli gazın yarattığı etki ile ev içinde aynı malzemelerin yakılması sonucu ortaya çıkan etki aynı değil. Yani insan üzerindeki etkisinden bahsediyorum. Sonuçta baca ile atmosfere saldığınızda ekosistem için benzer etki yaratılmış oluyoruz.

Gelin bazı malzemelerin içeriklerinde ne türden kimyasalların olduğunu ve evdeki sobada yakıldığında nasıl bir tehlike yarattığına bakalım.

PVC Kapı Pencere Malzemeleri

PVC aleve dayanıklı olmasına rağmen, PVC ürünleri ısıtıldığında zehirli hidrojen klorür gazı salar. Bu aşındırıcı gaz da çok hızlı yayılabilir ve solunduğunda öldürücü olabilir. Aslında PVC kendi başına neredeyse işe yaramaz bir plastik olduğundan, nihai üründe istenen özellikleri vermek için bir dizi katkı maddesi ile birleştirilmelidir. Bu katkı maddeleri arasında toksik plastikleştiriciler (ftalatlar gibi), tehlikeli ağır metaller (kurşun gibi) içeren dengeleyiciler, “fungisitler” ve diğer toksik maddeler bulunur. Bunlar kullanım esnasında bile sızma yapabilirken yandıklarında çok daha tehlikeli formlarla birlikte etrafa yayılabilirler. Ayrıca PVC’nin düşük sıcaklıklarda yanması sonucu “dioksin” ve “furan” gibi son derece tehlikeli zehirli kimyasallar yayılabilmektedir. Dolayısıyla sobada PVC yakmak çok ciddi sağlık ve çevre riskleri yaratmaktadır.

MDF Malzemeler

MDF (Orta Yoğunlukta Fiber Levha)hemen hemen her evde bulunan bir mobilya malzemesi. Dolayısıyla herhangi bir tadilat esnasında da mutlaka bu malzemeler çöp haline gelebilmektedir. MDF esasen üre-formaldehit tutkalı ve parafin mumu gibi tutucular ile bir arada tutulan küçük ağaç liflerinden oluşur. Bu kimyasallar yandığında, solunması halinde çok zararlı olabilecek zehirli dumanlar çıkarır. Ayrıca bu ürünün üretilmesinde eğer ki herhangi bir standardınız yoksa ya da yeteri denetim yapamıyorsanız,  başka türlü petrol türevli kimyasallar da olabilmektedir. Ayrıca bu malzemelerin ev mobilyası olarak kullanılan formlarının dış yüzeyi de çoğunlukla ya PET plastikle ya da PVC plastikle kaplanmaktadır. Dolayısıyla bunları yakmak da beraberinde tıpkı PVC ya da PET plastik yakmak gibi oldukça zehirli gazların yayılmasına neden olmaktadır.

Sunta

Odun talaşı gibi atık malzemelerin çeşitli kimyasallarla bir araya getirilerek üzerinin yine farklı malzemelerle kaplanmasıyla oluşturulan levhalardır. Üzeri kaplanmadan da kullanılabilir ancak çok çeşitli doldurucuların karıştırılabildiği bu malzemeler de yandıklarında çok çeşitli zehirli kimyasal gaz yayılabilmektedir. Üstelik bu malzemeler de boyanabilmekte ve bu boyalar da çoğunlukla petrol türevli oldukları için yandıklarında PCB, PAH veya başka türlü organik kirleticileri yayabilmektedirler.

Araba Lastiği

Lastikler, doğal kauçuk, sentetik kauçuk, çelik, naylon, silika (kumdan elde edilen), polyester, karbon siyahı, petrol vb. içerebilir. Dolayısıyla lastik yakmak hem çevre hem de insan için risklidir. Lastik yakılınca ortaya çıkan duman “karbon monoksit, kükürt dioksit, stiren, bütadien, siyanür” gibi içerikleri yayabilmektedir. Tüm bu bileşikler oldukça zehirli ve ağır kirleticilerdir. Bu nedenle, bu dumana uzun süre maruz kalırsanız, muhtemelen solunum problemleri yaşarsınız. Lastik yapımında kullanılan katkı maddeleri de yangın sırasında parçalandığında akciğer iltihabı, kanser, genetik bozukluklar, cilt ülserleri, böbrek yetmezliği, Alzheimer ve nörolojik problemler gibi sağlık sorunlarına da neden olabiliyor.

Plastik poşet, naylon kasa, bidon, şişe vb.

Plastikler oldukça farklı bileşiklerden oluşan ve yapılarına binlerce farklı kimyasallar eklenen malzemelerdir. Dolayısıyla plastiği yakmak bu kimyasalların da farklı formlarda açığa çıkmasına neden olabilmektedir. Burada önemli olan plastiğin farklı sıcaklıklarda yanmasıyla ortaya çıkan içeriklerin de farklılaştığı gerçeğidir. Dolayısıyla ev ortamında soba içerisinde plastiğin yanması, yakma işleminin başlangıcından itibaren tüm plastiğin yanmasının bittiği ana kadar çok çeşitli kimyasalın ortama ve atmosfere karışmasına neden olur. Ayrıca ortaya çıkan kül de son derece toksiktir.

Plastikler çok çeşitli olduğu için yandıklarında da hidroklorik asit, kükürt dioksit, dioksinler, furanlar, kalıcı organik kirleticiler, aromatik hidrokarbonlar ve ağır metaller gibi tehlikeli ve çeşitli kimyasalların yanı sıra çeşitli partiküller de açığa çıkar. Bu emisyonların solunum yolu rahatsızlıklarına neden olduğu ve insan bağışıklık sistemlerini strese soktuğu biliniyor ve potansiyel olarak da kanserojen olduğu artık açık ve net.

Tekstil ürünleri

Tekstil ürünleri farklı tiplerdeki plastiklerden ya da bazı doğal malzemelerden yapılabilir. Ancak hepsinin ortak noktası, doğal olsun ya da sentetik olsun fark etmez, bir materyalin tekstil ürününe dönüşebilmesi için çok farklı sayıda kimyasala maruz bırakılması gerekmesidir. İşte bu nedenler giysilerin büyük bir kısmı, yandığında genellikle toksik kimyasallar salabilen plastik gibi sentetik malzemelerden ve çeşitli eklenti kimyasallardan yapıldığından, giysilerin yakılması sadece hava kirliliğine neden olmaz aynı zamanda ciddi solunum yolu hastalıklarına, deri rahatsızlıklarına ve en nihayetinde de kansere neden olur.

Peki ne yakmalı?

Herhangi bir şeyin yakılması zaten teknik olarak atmosfere çeşitli sera gazları salmak demektir. Ancak buna rağmen artan fiyatlar yoksul halk kesimlerini daha ucuz alternatiflere yönlendirmekte bu durum da beraberinde ciddi halk ve çevre sağlığı problemleri doğurmaktadır. Dolayısıyla karar alıcıların ve yerel yönetimlerin özellikle kent yoksullarının kooperatifler aracılığıyla ısınma problemlerini ucuz yollu çözebilecekleri girişimlere öncülük etmeleri gerekmektedir.

Bunlardan ilk akla geleni her ne kadar da güneş enerjisi olsa da, kış mevsiminin doğası gereği havanın bulutlu olması bu yöntemin kullanımını sınırlandırmaktadır. Ancak bunun yanında daha az toksik biyo malzemelerin en azından biyokütle enerji santrali gibi sahibinden başka kimseye faydası olmayan merdiven altı statüdeki işletmelere değil de pelet haline getirilip kent yoksullarına dağıtılması hem sosyal adalet hem de çevresel adalet açısından isabetli olacaktır. Belediyeler artık hobi faaliyetine dönüşen çevre dostu temalı işlerini kent yoksullarına yönelik olacak şekile dönüştürmelidirler. Böylelikle ucuz ve nispeten güvenilir ısı kaynaklarıyla kent yoksulları üzerindeki baskı da, buralardan kaynaklanan toksik içeriklerin de azalmasına katkı sağlanacaktır.

Bunun yanında elektrik ücretlerinde de kent yoksullarına destekler ve sübvansiyonların sağlanması yerinde olacaktır. Milyar liralık bütçeleri olan sermayeye tanınan imtiyazların kent yoksullarına da tanınması sosyal devlet olmanın gerekliklerinden biridir. Bu yapılmadığı takdirde sadece bu zehirli içerikleri yakıt olarak kullananlar değil aynı zamanda diğer toplum kesimleri de bu kirlikten nasibini alacaktır. Atmosfere sınır konulamayacağına göre, kaynak transferinde yeni düzenlemelere gitmek daha gerçekçi bir önlem olacaktır.

AB karbon piyasasında uzlaşı sağlandı

Avrupa Birliği ülkeleri, uzun görüşmelerin ardından karbon emisyon piyasasını düzenleme konusunda uzlaşmaya vardı. Buna göre AB, bedava karbon salımı hakkını kaldıracak. Değişikliklerden olumsuz etkilenecek kesimler için de ayrıca fon kurulacak.

AB dönem başkanlığı görevini yürüten Çekya Çevre Bakanı Marian Jurecka konuya ilişkin yaptığı açıklamada, “Anlaşma ekonominin ana sektörlerindeki iklim hedeflerine ulaşmamızı ve küresel ısınmayla ilgili alınacak tedbirlerden zarar görecek vatandaşlar ile mikro işletmelerin iklim geçişinde etkin bir şekilde desteklenmesini sağlayacak” dedi.

Santraller emisyon izni satın almak zorunda

AB üyesi ülkeler, birliğin iklim değişikliğiyle mücadeleye yönelik küresel çabalara katkıda bulunmak amacıyla, 2030‘a kadar net sera gazı emisyonlarını 1990 seviyelerine kıyasla yüzde 55 oranında azaltmayı hedefliyor.

Yapılacak değişikliklerle, birlik içinde bulunan 10 bin enerji santrali çevreyi kirlettiklerinde karbondioksit emisyon izni satın almak zorunda olacak.

‣AB, 2030 yenilenebilir enerji hedefini yüzde 45’e yükseltiyor

2030 yılına kadar %62 oranında azaltma hedefi

Avrupa Konseyi, müzakerecilerin Avrupa ‘Emisyon Ticaret Sisteminin’ kapsadığı sektörlerdeki karbondioksit emisyon oranlarını 2030 yılına kadar %62 oranında azaltmaya yönelik genel hedefi yükseltme konusunda anlaştığını duyurdu.

Müzakereler sonucunda yapılan ortak açıklamada, “İki yıllık toplam emisyon tavanının sırasıyla 90 ve 27 milyon metreküp olarak yeniden belirlenmesine ve üst sınırın yıllık olarak azaltılma oranının 2024’ten 2027’ye yılda yüzde 4.3 ve 2028’den 2030’a yüzde 4.4 oranında artırmaya karar verildiği” belirtildi.

‣Karbon vergisinin abecesi: AB kapısında nelerle karşılaşacağız, topluma nasıl anlatmalı?

Sosyal iklim fonu gündemde

Ayrıca hane halklarını, mikro işletmeleri ve değişiklikten olumsuz etkilenecek diğer kesimleri, emisyon ticaret sisteminin yürürlüğe girmesinin ardından oluşacak fiyat hareketlerinden korumak için Sosyal İklim Fonu’nun kurulacağı da belirtildi.

Paketin yürürlüğe girmesi için AB ülkeleri ve Avrupa Parlamentosu (AP) tarafından resmen onaylanması ve AB Resmi Gazetesi‘nde yayımlanması gerekiyor.

 

Marmaris’te yunus parkında beşinci yunus ölümü

Muğla’nın Marmaris ilçesinde faaliyet gösteren Marmaris Onmega Dolphin Park adlı yunus gösteri merkezinde Jonas adlı tutsak bir yunusun daha hayatını kaybettiği bildirildi.

Edinilen bilgilere göre bu ölümün, birkaç yıllık süre zarfında tesiste gerçekleşen beşinci yunus ölümü vakası olduğu, kalan iki yunusun ise Antalya’daki bir gösteri merkezine transfer edildiği aktarıldı.

Yunuslara Özgürlük Platformu’nun (YÖP) sosyal medya hesaplarından paylaştığı ölüm haberinde, hem tesise hem de Tarım ve Orman Bakanlığı’na karşı Hayvan Hakları İzleme Komitesi (HAKİM) ile birlikte yeniden yasal yollara başvurulacağı bildirildi.

Aynı zamanda işletmede ölen diğer yunuslar için yaptıkları suç duyurusundaki delilleri, fotoğraf ve video olarak paylaşacaklarını duyurdu.

‘Ukrayna’daki savaş bahane ediliyor’

Platform açıklamasında, Marmaris yunus parkı tarafından basın yoluyla “dezenformasyon ve manipülasyon yapıldığını” söyledi ve tesisin “Ukrayna’daki yunusları kurtarma maskesi altında ölen yunusların yerine yenilerini getirmek için” mevcut yasayı ve yasağı delmeye çalıştığını vurguladı.

Ukrayna’dan ithal edilmeye çalışılan yunusların, Yunanistan başta olmak üzere dünyanın farklı bölgelerinde yer alan yunus rehabilitasyon merkezlerine gönderilerek doğaya yeniden dönebileceğini, adapte olamayacak durumda olanların ise insan sömürüsünden uzak bir şekilde ömürlerini ticari olmayan bu tesislerde tamamlayabileceğini belirtti. Ancak tesisin “yunusların özgürlüğü yerine ticari çıkarları uğruna kamuoyu yaratmaya, bakanlık aracılığıyla hayvanların esaretini sürdürmeye çalıştığını” belirtti. Açıklamada şu ifadelere yer verildi:

Media On Taiji ekibi aracılığıyla, Jonas olduğu tahmin edilen hasta bir yunusun daha tesiste öldüğü ve Daisy ile Eva adlı kalan iki yunusun Antalya’daki bir yunus gösteri merkezine transfer edildiği bilgisine ulaştık.

Yaklaşık 1,5 – 2 yıl içinde tutsak edilen 5 yunusun hayatını kaybettiği Marmaris’teki hayvan hapishanesi, şu anda Antalya’da Dolphinland adlı yunus parkı ile birlikte Ukrayna’daki savaşı bahane ederek kamuoyu yaratmaya ve 5199 sayılı kanunda yasak olmasına rağmen yurtdışından yunus ithal ederek hayvanların esareti üzerinden ticaretlerini sürdürmeye çalışıyor.

Dahası, hayvan hapishanelerini denetlemekle yükümlü olan ve ‘yeni hayvan alımları yoluyla kapasite artırımını’ engellemesi gereken Tarım ve Orman Bakanlığı’ndan bunun için izin almak üzere olduklarını öğrendik.

Yunus parkında çalışan bir kişiden aldığımız isimsiz ihbar ve basında çıkan güncel haberlerle desteklenen bu gelişmelere karşı yasal haklarımızı kullanacağız.

Daha önce ölümünü duyurduğumuz yunus Splash dahil olmak üzere, tesisteki diğer yunus ölümleri ve hak ihlalleri hakkında birlikte suç duyurusunda ve şikayette bulunduğumuz HAKİM ile usulsüzlüklere ve cezasızlığa karşı mücadelemizi sürdüreceğiz.”

Yeni yunus getirmek yasak

Hayvanları Koruma Kanunu’nda 2021’de yapılan son değişiklikler, Türkiye’deki mevcut dokuz yunus parkının hayvan sömürüsünü ve ticaretini 10 yıl daha sürdürmesine izin verdi. Ancak yasaya, mevcut tesislerin “herhangi bir nedenle eksilen hayvan sayısını tamamlama, artırma, şube açma gibi yollarla kapasite artırımına gidemez, üretim yapamaz” maddesi eklendi.

Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmeleri ve ulusal mevzuatı uygulamakla yükümlü olan Tarım ve Orman Bakanlığı’nın bu maddeye rağmen Marmaris Dolphin Park ve Dolphinland yunus parkı sahipleriyle görüşmesi tepkilere neden oldu.

Ölümlere ve ihlallere rağmen tesis kapatılmıyor

2020’nin Temmuz ayında Marmaris Belediyesi, ruhsatla ilgili bir sorun sebebiyle yunus parkının satış ofisine ve gösteri merkezine kilit vurmuş, tesisi mühürlemişti. Ancak tesis daha sonra bilinmeyen bir nedenle tekrar açılmıştı.

Geçtiğimiz yıllarda bölgede faaliyet gösteren Mahakder ve Muğla Doğa ve Hayvan Hakları Platformu üyeleri, iki kez ilçede “yunuslara özgürlük” eylemi yapmış, tesisin kapatılması için Muğla Barosu Doğal Yaşamı Koruma ve Hayvan Hakları Komisyonu’nun desteğiyle Marmarislilerden imza toplamıştı.

Marmaris Çevrecileri Derneği de, yunus parkı çevresindeki deniz kirliliğini kayda almış ve deniz içinde hapsedilen yunusların gösteri ve terapiye zorlandığı tesisin kapatılması için dönemin Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na başvurmuştu.

Ağustos 2022’de YÖP ve HAKİM, tesisteki yunus ölümlerine ilişkin Muğla Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda ve Tarım Orman Bakanlığı Marmaris İlçe Müdürlüğü’ne ihbarda bulunmuş, ancak defalarca talep edilmesine ve hukuksuzluklara rağmen tesisin kapatılmadığını, hayvanların koruma altına alınmadığını açıklamıştı.

Çevre örgütleri ve uzmanlar Çukurova’da buluştu: Kirlilikte gezegen sınırlarını aştık, acil müdahale edilmeli

Haber: Burcu ÖZKAYA GÜNAYDIN

*

ADANA- Adana Büyükşehir Belediyesi ve Doğu Akdeniz Çevre Platformu’nca düzenlenen “Çukurova Çevre Çalıştayı, çok sayıda uzman ve çevre örgütü temsilcisinin katılımıyla hafta sonu gerçekleştirildi.

Mersin, İskenderun ve Antakya’dan çevre koruma örgütleri, aktivistler, Doğu Akdeniz Çevre Platformu ve Adana Büyükşehir Belediyesi çalışanları ile  Türkiye’nin dört bir yanından toprak, ilkim krizi, insan ve doğa sağlığı konularında uzmanların katıldığı toplantıda, Çukurova Bölgesi’nin hava, toprak, su ve deniz kirliliği ile kimyasal kirlilik ve atık yönetimi, iklim krizi gibi sorunlar ve bunlara ilişkin çözümler masaya yatırıldı.

Çalıştay’a ellerinde taşıdıkları nükleer karşıtı pankartlarla giren ve sloganlar atan Çevre ve Tüketiciyi Koruma Derneği (ÇETKO) üyeleri, salonda bulunanlar tarafından alkışlandı.

Uzmanların sunumları öncesi bir konuşma yapan Doğu Akdeniz Çevre Platformu Sekreteri Sabahat Aktaran ,“Plastikler başta olmak üzere doğal kültürel ve tarihi varlıklara yönelik sistematik saldırılar hızla devam etmektedir” dedi. Adana Büyükşehir Belediye Başkanvekili Güngör Geçer ise “Kirli geleceğimize karşı sorumluluk bilinciyle farkındalık oluşturup sahip çıkmalıyız. Bu konuda Adana’da bilim insanlarının yaptığı çalışmaları için teşekkür ediyorum” diye konuştu.

Prof. Dr. Ali Kocabaş ise, iklimin değil sistemin değiştirilmesi gerektiğine dikkat çekti.  Kocabaş, “İklim Krizinden Çıkışta Sistem İçi Çözümlerin Yeri” başlıklı konuşmasında şunları ifade etti: “Ekonomi, ekosistemin bir alt sistemidir ve ekosistem sınırlıdır. Bu nedenle ekonomik büyümenin limitleri mutlaka belirlenmelidir. Ekonominin gidişatı, karları özelleştirmek ve içselleştirmek, masrafları ise sosyalleştirmek ve dışsallaştırmak yönündedir. Sürdürülebilirlik kavramı, ilerleme yerine gelişmeyi temsil etmelidir. Çevresel sürdürülebilirlik: üretim, doğanın varlıklarını yenileyebilme kapasitesini, tüketim ise, doğal yutakların, atıkları özümseme kapasitesini aşmamalıdır”

Kayıhan Pala: Adana’da nefes almakta zorlandım

Bölgenin geçmişten bugüne havası, suyu ve atık yönetiminin ele alındığı çalıştayda konuşan halk sağlığı uzmanı, Uludağ Üniversitesi, Tıp Fakültesi Öğretim Görevlisi Prof. Dr. Kayıhan Pala, uçaktan iner inmez hava kirliliğinin dikkatini çektiğini ve soğuk bir gün olmamasına yani az kömür yakılmasına rağmen nefes almakta zorlandığını anlattı.

Dünyada 188 hava kirleticisi tanımlı. Bunlardan 30’u temel kirletici olarak adlandırılıyor. Bu tehlikeli kirleticilerde partiküler maddeler, ağır metaller mevcut ve sağlığı en fazla etkileyen kirleticiler arasında yer alıyor.”

Dünya genelinde kabul edilen bazı sınır değerler olduğunu söyleyen Prof. Pala, Türkiye’nin kabul ettiği sınır değerlerin sağlığa bağlı değerler olmadığını, politik gerekçelerle belirlendiğini söyledi:

“Türkiye’de sınır değerler, sağlıktan ziyade endüstri olumsuz etkilenmesin çabasıyla belirleniyor. Oysa Dünya Sağlık Örgütü bu değerleri sağlık gözeterek belirliyor. PM 2.5 (organik bileşikler gibi 2,5 mikron ve daha küçük parçacıklar) bir yılda metreküpte 5 mikrogramı aşmaması isteniyor. Türkiye’de sınır değeri kaç; sınır değeri yok. Halk sağlığı açısından en büyük kirletici PM 2,5 olarak adlandırılıyor. Erken ölümlerin de sebebi.”

Termik santraller Çukurova’yı zehirliyor

Hava kirliliğinin en büyük nedenleri, fosil yakıt kullanımına bağlı olarak endüstri, elektrik üretimi, kentsel gelişim, atık yakma. Türkiye partiküler kirlilikte ön sıralarda yer alıyor. Hava kirliliğiyle mücadelede ise Avrupa‘da en başarısız ülke. Sanayi, endüstri, termik santrallerin kirliliğin başlıca sebeplerini oluşturduğu Çukurova’da ise hava kirliliği tehlikeli boyutlara ulaşmış durumda.”

Adana, Mersin ve Hatay’da partiküler madde ve azot oksitlerin, Dünya Sağlık Örgütü tarafından belirlenen sınır değerlerin çok üzerinde olduğunu belirten Kayıhan Pala, bu yüksekliğin erken yaşta ölümlere neden olduğunu söyledi.

Kömürlü termik santralin cinayet anlamına geldiğini belirten Pala, bölgede ise dört tane santral bulunduğunu hatırlattı:

“Bugün burada toplanmamızın temel nedeni şu: Eğer bu topluluk karar vericileri hareket geçirebilirse erken ölümleri engelleyebiliriz. Sadece bir hava kirleticisi nedeniyle Türkiye’de yılda 44 bin 617 kişi hayatını kaybediyor. Mersin ve Adana kirlilik nedeniyle en fazla ölümlerin olduğu illerden. Bu kirlilikten de en çok yoksullar etkileniyor.

İbrahim Ortaş: Toprak kirliliği, kirliliğin anası

Çalıştayda bölgedeki toprak kirliliğiyle ilgili konuşan Çukurova Üniversitesi Ziraat Fakültesi’nden Prof. Dr İbrahim Ortaş, tüm kirliliklerin etki alanının toprak olduğunu vurguladı:

“Toprak nedir? Hepimizin karnını doyuran yer. Toprak suyun filtre olmasını sağlar, havadaki kirliliği absorbe eder. Ne zamanki traktörlerle toprak işlemeye başladık işte o zaman dünyanın karnını yardık. Dünyanın 3 milyar yılda biriktirdiği organik madde dediğimiz kısmı havaya gönderdik.”

Pestisitler, kimyasal gübreler, toksik içerikli atıklar, olgunlaşmamış hayvan gübreleri, kalitesi düşük sulama sistemleri, erozyon gibi nedenler toprakin toprak kirliliğine nedene olduğunu, böylelikle toprağın yapısının bozulup verimliğinin düştüğünü anlatan Ortaş,  şunları söyledi: “Sonuçta da gıda güvencesi zora düşüyor. Bölgenin en önemli sorunlarından biri de anız yakılmasıdır. Bu bölgede insanlar buğday ve mısır hasadından sonra yılda 2 defa ovayı yakıp, atmosferi bütünlüklü olarak kirletiyorlar. Orman yangınları da bu bölgede oldukça yaygın. Ayrıca pestisit kullanımı son derece yüksek. Çukurova’da kullanılan gübre miktarı ise dünya ve Birleşmiş Milletler standartlarının üzerinde görülüyor.”

‘Toprak karbonu tutar, bitkileri absorbe eder’

İklim değişikliği, hava, su, artıklar , endüstri, sanayi hepsi toprakta değişime neden oluyor. Bu değişim verimliliği azaltıyor, toprağı çölleşmesine neden oluyor. 1950’lilerdeki Çukurova’nın  toprak verimliliği ile şimdiki toprak verimliliği aynı değil.”

Ortaş, toprak kirliliğinin iklim değişikliği ile ilgisine de dikkat çekti: “Toprak yoksa karbon dengelenmez, atmosferdeki karbonun kaynağı yüzde 70 endüstriyel enerji, geri kalan kısım ise topraktan kaynaklanıyor. Toprak karbonu tutar, bitkiler absorbe eder, yoksa karbon tekrar uçuşur.”

Pestitler, kimyasallar, gübreler, toksik içerikli atıklar, olgunlaşmamış hayvan gübreleri, kalitesi düşük sulama sistemleri, erozyon toprak kirliliği sebeplerinden bazıları.”

Toprak kirliliğinin; gıda krizine, sağlıklı beslenmemeye, hastalıklara ve göçlere neden olduğuna dikkat çeken Prof. Dr. Ortaş, “Şu an toprak ne kadar kirlendi bilmiyoruz. Bir ölçüm verisi yok ama biliyoruz ki Çukurova başta olmak üzere  Türkiye’de birçok toprak aşırı kirlenmiş durumda” dedi.

Berkant Ödemiş: Küresel ısınma su sorunun  başat nedeni

Mustafa Kemal Üniversitesi Ziraat Fakültesi’nden Prof. Dr. Berkant Ödemiş, bölgedeki su sorununa ilişkin yaptığı sunumda, en önemli nedenlerden biri küresel ısınma ile yağışın azalması olduğuna dikkat çekti. Nüfus artışının su tüketiminin arttığını kaydeden Ödemiş, “Türkiye gibi kurak, yarı kurak bir ülkeyi düşünecek olursanız yağış miktarları bundan yaklaşık 40 yıl önce 670 milimetre civarındayken bugün 580 milimetre civarlarına kadar geriledi. Bu, 1 dekar alanda yaklaşık 77 ton suyu kaybettik. Bu da ayda  ayda 10 ton su kullanan bir hanenin 7 aylık su ihtiyacını son 30 yılda kaybettik demektir.”

Su kaynaklarının azalmasının yanı sıra bölgedeki su kirliliği de çözülmesi gereken başlıca sorunlardan. Pestisit kullanımı, asit yağmurları, termik santralin su kaynaklarını kirletmesi, kanalizasyon sularının akarsulara bırakılması, suyu kirleten bazı sebeplerden.

Ödemiş, Adana, Mersin, Hatay illeri içerisinde su kaynakları potansiyeli açısından en şanslı bölgenin Mersin, yağış miktarı en çok azalan havza olmasından dolayı gelecekte çok büyük problemlerle karşılaşacak olan ilin ise Hatay olduğunu kaydetti.

Sedat Gündoğdu: Türkiye, kirlilikte gezegen sınırlarını aştı

Çalıştayda kimyasal/plastik atıklar ve atık yönetimiyle ilgili konuşan Çukurova Üniversitesi öğretim üyesi Doç. Dr. Sedat Gündoğdu, Türkiye’nin kimyasal kirlilikte gezegensel sınırını aştığını vurguladı. Daha önce olmayan yeni varlıklar denen kimyasalların ortaya çıktığını anlatan Gündoğdu, şöyle konuştu: “Bu yeni varlıklar içerisinde mikro plastikler ve pestisitleri artık biliyoruz ama bir de farmasötikler ve antibiyotikler gibi bilinmeyenler var. Ayrıca sentetik uyuşturucular, sentetik kimyasal katkı maddeleri, petrol türevi içerikler, kalıcı organik kirleticiler, PFAS gibi sonsuza kadar kalan kimyasallar, uçucu organik bileşikler yeni varlıklar arasındadır. Bu kimyasal kirliliğin kaynağı ise bizim tüketimimiz değil, aşırı üretimdir. Sorunun çözümü toplam üretim miktarının azaltılmasıdır. Çünkü bunların hepsinin üretim miktarı 2000-2015 yılları arasında ciddi miktarda artmıştır.”

‘Kömür pahalı insanlar plastik yakıyor’

Türkiye’de  üretilen çöpün yüzde 90’ının düzenli olarak depolanmadığının altını çizen Gündoğdu, Adana’daki Sofulu Çöplüğü’nü örnek gösterdi:  “Sofular’da kokudan durulamıyor. Aslında orada bir yapılaşma olmaması lazım. 2000’li yıllarda 50 yıllık bir sözleşme ile yapılmış burası sonrasında yapılaşmaya izin verilmiş. Türkiye’de tüm illerde bu tip depolama sahaları var. 1 yılda 32,5 milyon ton belediye çöpü üretiyoruz. Bu rakamın 2050 yılında 2 katına çıkacağı tahmin ediliyor” dedi.

Kimyasal kirlilikle  yoksulluk ve ekonomik krizin bağlantılı olduğuna dikkat çeken Doç. Dr. Gündoğdu, “Fırınlarda ekmek yapılırken plastik yakıldığına dair duyumlar geliyor. Kömür pahalı, insanlar plastik yakıyor. Artan fiyatlar, denetimsizlik hepsi etken

İsmail Hakkı Atal: Yargı hükümetin kontrolünde

Konferansa çevre mücadelesinde hukukun rolüyle ilgili sunumu için Akbelen Ormanları’ndaki direniş alanında telefonla bağlanan Avukat İsmail Hakkı Atal,  Türkiye’de yargı sisteminin ne durumda olduğunu anlamak için Akbelen davasına bakmak gerektiğini belirtti:

“Geçen sene yürütmeyi durdurma kararı almıştık ve yürütmeyi durdurulması kararı üçüncü bilirkişi raporunda bilirkişi heyeti tayin ettikten sonra, bilirkişiye dayanarak yürütmeyi durdurmayı kaldırdılar. Geçen cuma yeniden karara itiraz ettikten sonra beşli çete işbirlikçilerine hükümetin yeni bir yasa teklifi sunduğunu öğrendik. Pazartesi günü Ankara’ya gitmeye karar verdik. 30 kişi köylülerle giderken Ankara’nın dışında durdurulduk içeriye sokulmak istenmedik. CHP ve HDP’li vekillerin yardımıyla bir şekilde meclis önüne geldik, açıklamayı yaptık. Tepkilere nedeniyle zeytinlikleri yok edecek olan yasa tasarı geri çekildi. Bu davalar sonucunda şunu anladık halk havasına, suyuna sahip çıkmazsa yargı karar vermiyor. Yargı hükümetin kontrolünde”

Konferans sunumların ardından grup çalışmaları ile devam etti. Bu çalışmalardan çıkan sonuçlar da şöyle:

Hava kirliliği
  • Mevzuat düzenlemesi yapılmalı.
  • Fosil yakıt bağımlılığı azaltılmalı,
  • Ders müfredatına hava kirliliği girmeli
  • Anız yakımı bırakılmalı
  • Sınıfsal analiz çalışması yapılmalı
 Toprak kirliliği
  • Toprak kirliliğine neden olan faktörler kaldırılmalı
  • Toprak gıdanın güvenlik kaynağıdır, amacı dışında kullanılmamalı
  • Petrol boru hatları tarım topraklarının içinden geçmemeli
  • Örtü altı tarımdan sonra plastik atıklar temizlenmeli
  • Kimyasal ilaç kullanımı uzman denetiminde olmalı
 Deniz ve su kirliliği
  • Evlerde-işyerlerinde yağmur suyu depolaması imar planında yer almalı
  • Su tüm canlıların hakkıdır. Suyun metalaşmasına karşı kent çeşmeleri yapılmalı
  • Tüm belediyeler suyunun temizliğine halkı ikna edip, musluktan su içme yaygınlaşmalı
 Kimyasal kirlilik ve atık yönetimi
  • Tüketme yerine üretme, dönüştürme yaygınlaşmalı. Tekstil atığı çok fazla. Tamir etme, üretmeye dönük kampanyalar olmalı
  • Antibiyotik kirliliği çok fazla. Antibiyotik kullanımı azaltılmalı
  • Deterjan kullanımı azaltılmalı
 Hukuki boyut:
  • Çevre Mahkemeleri kurulmalı
  • Basının çevre davalarına ilgisini artıracak görsel çalışmaları yapılmalı
  • ÇED raporları özel şirketlere değil de devlete bağlı kurum ve kişilerce hazırlanmalı.