Ana Sayfa Blog Sayfa 626

Tarımsal Afet Haritası: Üreticiye ve karar alıcılara iklim dostu tarım için değerli bir rehber

Haber: Oya AYMAN

*

Normallerimiz alt üst oldu. Zemheri’yi beklerken bahar havası yaşıyor, yazın ortasında doluya tutuluyor, filmlerde tanık olduğumuz hortumla tanışıyor, görmediğimiz şiddette kuraklıkla boğuşuyoruz.

İklim değişikliğinin sonucu olarak meydana gelen ani ve aşırı hava olayları en çok çiftçiyi ve gıda üretimini etkiliyor. Geçtiğimiz yıllarda meydana gelen aşırı yağışlar, kuvvetli fırtınalar tarla ve seralarda ciddi kayıplara neden oldu. Halen yaşadığımız kuraklık ürkütücü boyutlara ulaştı. Buna karşın biraz yağmur yağıp barajlar dolduğunda iklim değişikliklerinin neden olduğu afetlerin tarla ve bahçelere verdiği zararı unutuveriyoruz. Pazar tezgâhları, market rafları dolu olduğu sürece sorun toplumsal hafızadan siliniyor, ta ki bir sonraki afete kadar…

En fazla kuraklık Urfa, hortum bildirimi Antalya’dan

Türkiye’de aşırı hava olaylarının tarım alanlarında yol açtığı tahribatın boyutlarını ortaya koyan ülke çapında bir veri tabanı henüz yok ama Doğa Koruma Merkezi’nin bu konudaki çalışmaları umut verici. Merkezin İklime Dirençli Tarım Ağı projesi kapsamında hayata geçirdiği İklimTarım aplikasyonu, tahribatın boyutlarını öğrenme, kırılganlık analizi yaparak önlemler almak için yol gösterici olacak. Uygulamada yer alan tarımsal afet haritası, Türkiye’nin farklı bölgelerinden çiftçiler, tarım danışmanları ya da tarımsal arazilerle ilgili kişiler tarafından sürekli güncelleniyor. Vatandaş bilimi kapsamında, isteyen herkesin kullanıcı olabileceği uygulama aracılığıyla afetlere yönelik deneyimler ve görseller doğrudan paylaşabiliyor.

Antalya/Aksu.

Şimdilik haritada aşırı hava olayları nedeniyle tarımsal alanlarda yaşanmış, aşırı ve ani yağış, dolu, erken/geç don, fırtına/hortum, kuraklık, sıcak/soğuk hava dalgaları, taşkın/sel, toz taşınımı, çölleşme ve diğer afetler şeklinde sınıflandırılmış 66 afet yer alıyor. Bugüne kadar kullanıcılar tarafından en çok yapılan afet paylaşımları, kuraklık, dolu ve fırtına/hortum. En fazla kuraklık bildirimi Şanlıurfa’dan yapılmış. Dolu bildirimleri ise Konya, Osmaniye, Şanlıurfa, Amasya gibi farklı bölgelerden sisteme kaydedilmiş. Fırtına/hortum afeti ise en fazla Antalya’dan sera zararlarını gösteren fotoğraflarla paylaşılmış.

3 Mart’ta Aksu’da yaşanan hortumun ardından bir çiftçi şu paylaşımı yapmış: “Kurşunlu ve Topallı mahallelerinde 30 üreticinin aralarında zeytin bahçelerinin de bulunduğu yaklaşık 150 dekar sera alanında hasar meydana geldi.

10 Temmuz’da Tekirdağ’dan yapılan bir paylaşım ise tırtıl istilası sonucu yaşanan zararı anlatıyor: ”Süleymanpaşa, Banarlı ve Osmanlı‘da tırtıl istilası oldu, ürünler zarar gördü. Üreticiler sıcaklığın arttığını ve bölge ortalamasına göre 1 derecelik artış olduğunu söyledi. Uzmanlar tırtıl istilasının sıcaklık artışı nedeniyle olduğunu belirtti. Normal şartlarda bahar döneminde çıkabilen tırtıllara müdahale edilebilirken, ürünlerin boylanması ve hasadın yaklaşması müdahaleyi güçleştiriyor.

Harita, aynı istilanın birkaç gün sonra Çatalca, Çanakkale, Eskişehir, Bursa, Bilecik ve Kütahya’da da yaşandığını gösteriyor.

İklim dostu uygulamalar için çok önemli

Manisa’dan bir katılımcı ise 27 Ağustos’ta şu notu paylaşmış: “Salihli genelinde aşırı ve ani yağış meydana geldi, bağlarda kurutmaya bırakılan tonlarca çekirdeksiz üzüm suya kapıldı ve bağlar zarar gördü.

Konya/Çumra.

Tarımsal afet haritasıyla Türkiye’de ne tür afetlerin, hangi bölgelerde ne sıklıkta yaşandığına yönelik veriler toplanıyor. Tarımsal alanlara yönelik kırılganlık analizinin yapılmasında bu veriler yol gösterici olacak. Proje ekibinden Merve Kanak, sürekli güncellenen haritada tekrarlanan afetlerin en kırılgan alanları göstermeye başladığını söylüyor:

“Veriler eklendikçe daha belirgin bir veri setine ulaşacağız. Bu veri seti sayesinde en kırılgan bölgelerde ne gibi önlem ve uygulamaları hayata geçirebileceğimize yönelik bir yol haritası oluşturabileceğiz. Yerel yönetimler, sivil toplum kuruluşları, özel sektör, çiftçi birlikleri, ziraat odaları, kamu kurum ve kuruluşları, akademi ve araştırma merkezleriyle çalışarak bu konuda projeler geliştirebilir, çiftçi, ekosistem ve iklim dostu uygulamaları hayata geçirebiliriz.”

Karar vericiler bu bilgilerden nasıl yararlanabilir?

İklimTarım uygulamasındaki afet haritası, iklime dirençli tarıma geçişin aciliyetini gözler önüne seriyor. Bilgilere ulaşım konusunda herkese açık haritada politika yapıcılar ve karar vericilere de mesajlar var. Karar vericiler tarımsal afetler konusunda gerekli önlemlerin alınması, altyapı çalışmalarının artırılması, doğa dostu tarım tekniklerinin yaygınlaştırılması, sigorta teşviklerinin yapılması ve bilginin artırılarak yaygınlaştırılması için haritadaki verilerden ve İklimTarım Ağı’nın çözüm önerilerinden yararlanabilir.

Konya, Antalya ve Urfa’da iklim dostu tarım örnekleri

Urfa/Siverek.

Doğa Koruma Merkezi, 10 yıldır iklim değişikliğinden en çok etkilenmesi beklenen İç Anadolu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde iklim dostu tarım uygulamalarını yaygınlaştırmaya çalışıyor. Bu proje kapsamında tarımsal afetlerden en fazla etkilenen üç pilot şehir belirlendi: Konya, Antalya ve Şanlıurfa. Bu şehirlerde yer alan Konya Koruyucu Tarım Derneği, Şanlıurfa Siverek Ziraat Odası ve Antalya Doğu Akdeniz Araştırma Derneği, farklı arazilerde iklime dirençli tarım uygulamaları yapıyor, çiftçilere yönelik eğitimler veriyor ve deneyimlerin paylaşılması amacıyla görünürlük çalışmaları yürütüyor. Bu projeler çerçevesinde rüzgâr perdesinden yağmur hasadına, gıda ormanı sisteminden dijital tarım uygulamalarının yaygınlaştırılmasına kadar iklime dirençli tarım konusunda birçok örnek uygulama hayata geçiriliyor.

İklime Dirençli Tarım nedir? 

2020’de hayata geçirilen ve AB Türkiye Delegasyonu tarafından desteklenen İklime Dirençli Tarım Ağı projesi, Doğa Koruma Merkezi, Konya Önder Çiftçi Derneği ve Tarım ve Gıda Etiği Derneği ortaklığınca yürütülüyor. Proje, tarımda iklim değişikliğine uyum sağlamak amacıyla bilgiyi deneyimlemek ve yaymak için bu konuda çalışan farklı paydaşlar arasında yakın ve etkili bir iş birliği ve bilgi alışverişinin yaygınlaşmasını hedefliyor. İklime dirençli uygulamaların yaygınlaşması için uygulama kapasite ve becerisini artırmak da projenin amaçları arasında. Proje kapsamında oluşturulan İklime Dirençli Tarım Ağı’nda bu konuda çalışan sivil toplum kuruluşları, ziraat odaları, belediyeler, araştırma merkezleri, gıda toplulukları vb. kurumlardan temsilciler var. İklime dirençli tarım uygulamalarının yaygınlaşması için hazırlanan İklimTarım Platformu web sayfasında bilgilendirici dökümanlar, etkinlikler, haberler ve eğitici videolar yer alıyor.

Daha fazla bilgi için buraya tıklayın.

 

Serin kalmanın antik İran yöntemi: Rüzgar yakalayıcılar

Orta İran çölündeki Yezd şehri, antik çağlardan bu yana “yachchal” adı verilen bir soğutma yapısı, “ganats” denilen yeraltı sulama sistemi ve hatta ABD’de posta hizmetlerinin başlamasından 2 bin yıldan önceye dayanan “pirradazis” adlı kuryeler ağını içeren çok sayıda yaratıcı ustalığa ev sahipliği yaptı.

Kentin en eski teknolojileri arasındaki “rüzgar yakalayıcılar” (Farsça bâdgir) bugün içinde bulunduğumuz iklim krizine karşı kullanılabilecek yöntemlerden biri olabilir mi?

Bu olağanüstü yapılar Yezd’in çatılarının üzerinde sık görülen sıradan bir manzara. Genellikle dikdörtgen kuleler şeklinde inşa edilen rüzgar yakalayıcılar, dairesel, kare, sekizgen veya diğer geometrik şekillerde de yapılmış.

Emisyonsuz serinleme

BBC‘nin aktardığına göre, Eski Mısır‘dan kaynaklanmış olmalarına rağmen, Yezd’in dünyadaki en fazla rüzgar yakalayıcıya sahip olduğu belirtiliyor, zira sıcak ve kurak İran Platosu’nun bu bölümünün yaşanır hale getirilmesinde büyük etkiler yarattığı biliniyor.

Şehirdeki yapıların çoğu kullanım dışı kalmış olsa da modern çağın akademisyenleri, mimar ve mühendisleri, hızla ısınan dünyada bizi serin tutmada nasıl rol oynayabileceklerini görmek için sık sık bu çöl şehrini ziyaret ediyor.

Bir rüzgar yakalayıcı, onu çalıştırmak için elektriğe ihtiyaç duymadığından, hem uygun maliyetli hem de yeşil bir soğutma şekli.  Halihazırda küresel olarak toplam elektrik tüketiminin beşte birini oluşturan geleneksel mekanik klimaya göre rüzgar yakalayıcı gibi antik alternatifler giderek daha çekici hale geliyor. 

Yapılarda, havayı içeri doğru iten iki ana kuvvet bulunuyor: Gelen rüzgar ve sıcaklığa bağlı olarak havanın kaldırma kuvvetinin değişmesi – daha sıcak havanın daha soğuk, daha yoğun havanın üzerine çıkma eğilimi. İlk olarak, hava bir rüzgar yakalayıcının açıklığı tarafından yakalanıp aşağıdaki konuta yönlendiriliyor. Daha sonra hava, binanın iç kısmı boyunca, bazen daha fazla soğutma için yer altı su havuzlarının üzerinden süzülüyor. Sonunda da ısınan hava yükseliyor ve bina içindeki basıncın yardımıyla başka bir kule veya açıklıktan binayı terk ediyor.

Kulenin şekli, evin yerleşimi, baktığı yön, kaç açıklığa sahip olduğu, sabit iç kanatların konfigürasyonu, kanallar ve yükseklik gibi faktörlerin yanı sıra kulenin rüzgar çekme yeteneğini geliştirmek için Yezd’deki yapılarda ince ayarlar yapıldığı biliniyor.

Mısır buldu, İran sahiplendi

Binaları soğutmak için rüzgarı kullanmanın geçmişi, insanların sıcak çöl ortamlarında yaşadıkları , 3 bin yıldan daha eskiye dayanıyor. Utah‘taki Weber Eyalet Üniversitesi‘nden araştırmacılar Chris Soelberg ve Julie Rich‘e gör , bazıların doğum yerinin İran olduğunu iddia etse de en eski rüzgar yakalama teknolojilerinden bazıları 3.300 yıl öncesinden, Mısır’dan geliyor . Burada binaların kalın duvarları, Güneş’e bakan birkaç penceresi, hakim rüzgarların olduğu tarafta hava almak için açıklıkları ve diğer tarafında Arapça’da “malq af mimarisi” olarak bilinen bir çıkış havalandırması bulunuyor.

Rüzgar yakalayıcılar o zamandan beri Orta Doğu ve Kuzey Afrika‘da pek çok yerde kullanıldı.  Malezya Teknoloji Üniversitesi’nden Fatima Cemalzade ve meslektaşları,  yapıların varyasyonlarının Katar ve Bahreyn’en “barjeel”lerinde, Mısır’ın “malkaf’ında, Pakistan’ın “mungh”unda diğer birçok yerde görülebileceğini belirtiyor .

Pers uygarlığının, daha iyi soğutma sağlamak için yapısal varyasyonlar eklediği, örneğin havayı evin her yerine salmadan önce soğutmaya yardımcı olmak için mevcut sulama sistemiyle birleştirmek gibi yöntemler kullandığı yaygın olarak kabul ediliyor. Tarihi Yezd şehri, kısmen yeni rüzgar tutucuların çoğalması nedeniyle 2017 yılında Unesco Dünya Mirası alanı olarak kabul edildi .

Kuleler, antik dönemde evleri soğutmak gibi işlevsel bir işlevi yerine getirmenin yanı sıra, güçlü bir kültürel öneme de sahip olmuş.  Yezd’de rüzgar yakalayıcılar, Zerdüşt Ateş Tapınağı ve Sessizlik Kulesi kadar ufuk çizgisinin bir parçası halinde. Dowlatabad Abad Bahçeleri’ndeki, 33m.lik,  dünyanın en yükseği olduğu söylenen ve halen çalışır durumda olan  yapı da var. Sekizgen bir binada yer alan bina, sıra sıra çam ağaçlarının arasından uzanan bir çeşmeye bakıyor. 

İran bıraktı, Batı keşfetti

Bu tür rüzgar yakalayıcıların emisyonsuz soğutma etkinliği,  araştırmacıların yeniden canlanmaları gerektiğini söylemelerine neden oluyor.

Ancak İran’daki Ilam Üniversitesi’nde rüzgar yakalayıcıları ve çevresindeki kültürü inceleyen Parham Kheirkhah Sangdeh, oluklara giren haşereler, toz ve çöl kalıntılarının da rüzgarla birlikte yapılara, evlere girmesi gibi nedenlerle pek çok kişinin geleneksel rüzgar yakalayıcılarından uzaklaştığını, bunların yerini fosil yakıtla çalışan klimalar gibi mekanik soğutma sistemlerinin aldığını buldu.

Sürekli bakım yapılmayan İran Platosu’nun sert iklimi, rüzgar yakalayıcılardan buz evlerine kadar birçok yapıyı aşındırdı. Sangdeh, rüzgar yakalayıcılardan uzaklaşmanın kısmen halk arasında Batı’dan gelen teknolojilerle ilişki kurma eğilimine bağlı olduğunu da kaydetti: . 

“Bu teknolojileri kullanmak için kültürel bakış açılarında bazı değişikliklerin olması gerekiyor. İnsanların geçmişe bakmaları ve enerji tasarrufunun neden önemli olduğunu anlamaları gerekiyor. Bu da, kültürel tarihi ve enerji tasarrufunun önemini tanımakla başlar.”

Rüzgar yakalayıcı gibi fosil yakıtsız soğutma yöntemleri, İran’da değil, ancak ondan daha az muhteşem şekilde olsa da pek çok batı ülkesinde şaşırtıcı ölçüde zaten kullanılıyor.  

Örneğin, Birleşik Krallık‘ta, 1979 ile 1994 yılları arasında Londra kamu binalarına yaklaşık 7 bir çeşit rüzgar yakalayıcı yerleştirildi. Bu modernize edilmiş rüzgar yakalayıcılar, İran’ın yükselen yapılarıyla çok az benzerlik gösterse de sayıları giderek artıyor. 

ABD de rüzgardan ilham alan tasarımları benimsemiş durumda. Yezd gibi yüksek bir çöl platosunda bulunan Güney Utah’taki Zion Ulusal Parkı’ndaki ziyaretçi merkezinde rüzgar yakalayıcı dahil pasif soğutma teknolojilerinin kullanımının, mekanik klima ihtiyacını neredeyse ortadan kaldırdığı belirtiliyor. Bilim insanları, ziyaretçi merkezinin içi ve dışı arasında 16C  sıcaklık farkı kaydettiklerini açıkladı. 

Sicilya, Palermo‘da araştırmacılar, iklim ve hakim rüzgar koşullarının bölgeyi rüzgar yakalayıcıları için uygun bir haline getirdiğini keşfetti.

Kheirkhah Sangdeh gibi araştırmacılar, rüzgar yakalayıcının fosil yakıtlar olmadan evleri soğutmak için verebileceği çok daha fazla şey olduğunu öne sürerken, bu dahiyane teknoloji şimdiden dünyanın dört bir yanına düşünülenden daha fazla yayıldı.

Tarımda ‘meteorolojik kuraklık’ günleri: Bir damla su bile israf edilmemeli

İklim krizinin sıcaklık, yağış rejimleri ve biyoçeşitlilik üzerinde yol açtığı değişimlerin etkileri, Türkiye‘de son günlerde etkisini tarımsal üretimde gösteriyor.

Eskişehir Teknik Üniversitesi Fen Fakültesi Ekoloji Ana Bilim Dalı Başkanı ve Türkiye Sağlıklı Kentler Birliği Danışma Kurulu Üyesi Prof. Dr. Cengiz Türe, Türkiye’de bu yıl ağır bir “meteorolojik kuraklık” yaşandığını belirterek, bunun son 30 yıldaki değerlere göre meydana gelen ve bölgesel olarak ortaya çıkan yağış rejiminde sapmalar yaşandığı anlamına geldiğini kaydetti.

Meteorolojik kuraklıkların artmasının zirai kuraklık boyutuna da ulaşabildiğini aktaran Türe, kuraklığın etkili olduğu bölgelerde çiftçilere suya az ihtiyaç duyan bitkileri ekmelerini önerdi.

Zirai kuraklığı, “bitkilerin gelişim periyodu içinde kök çevrelerine yakın toprak kısımlarında gerekli suya ulaşamamasıyla bitki gelişimini olumsuz etkileyen bir süreç” olarak niteleyen Türe, zirai kuraklık nedeniyle tarım arazilerini sulamak isteyenlerin yer üstü ve yer altı su kaynaklarına yöneldiğini ancak en büyük etkinin susuz tarım yapılan alanlarda görüldüğünü ifade etti.

‣ Akşehir Gölü, gölet haline geldi: Nedeni kuraklık ve bilinçsiz tarımsal sulama
‣ Türkiye’de kuraklık krizi büyüyecek: Bu yıl tarımsal verim azalacak, 2040’a kadar su stresi artacak

Türkiye’de aşırı hava olayları beş yılda iki kat arttı

Türe, iklim modellemeleri yaparak iklim krizinin ekosistemler ve biyolojik çeşitlilik üzerindeki etkisini araştırdıklarını belirterek bulgularını paylaştı:

Ekolojik faktörler içinde iklim en büyük öneme sahiptir. Yapılan çalışmalara göre özellikle son 20 yılda iklim değişikliğinin etkileri aşırı hava olayları, ekstrem yüksek sıcak günlerin sayısında artışlar ya da düşük sıcaklık görülen gün sayılarında azalmalar, yağış rejimindeki değişimler olarak karşımıza çıkıyor. Ortalama yağış miktarı aynı kalsa bile yağış rejimi olumsuz olarak değişti.

Türkiye’de 2016 yılında yaklaşık 500 civarında aşırı hava olayı görülürken, artan sera gazlarına bağlı olarak küresel ısınmanın ve iklim değişikliğinin etkisiyle söz konusu rakamın 2021 yılında binin üzerine çıktığını söyledi.

‘Tarım, iklimsel koşullar göz önüne alınarak yapılmalı’

Toplumun kuraklıkla mücadele konusunda bilinçlendirilmesinin önemini vurgulayan Türe, yanlış tarımsal sulama, yanlış tarımsal ürün seçimleri gibi durumların kuraklık gibi durumlarda olumsuz sonuçlar verdiğine değindi.

Kuraklığa dayanıklı ve tarım yapılan bölgenin iklim koşullarına uygun ürünler seçilmesi gerektiğini aktararak şunları ekledi:

Yanlış tarımsal sulama anlayışından başlayarak kuraklığa ekolojik toleransı yüksek ve uygun tarımsal ürün desenlerinin tercih edilmesi gerekiyor. Örneğin yağışı artan bölgelerde suyu seven bitkiler, kuraklaşan bölgelerde kuraklığa dayanıklı türler seçilmelidir. Bir bölgedeki tarımsal ürün deseni, ekolojik faktörlerin başında yer alan yağış rejimi ve su bilançosu dikkate alınarak, ziraat uzmanları tarafından belirlenmelidir. Bu, su tasarrufu ve ürün kaybının azalması açısından da önem arz ediyor.

Türe, Tarım ve Orman Bakanlığı‘nca hazırlanan 2023-2027 Tarımsal Kuraklık Strateji ve Eylem Planı‘nın uygulanması gerektiğini de sözlerine ekledi.

‘Çiftçiler, sulama yöntemlerini değiştirmeli’

Eskişehir Tepebaşı Ziraat Odası Başkanı Süleyman Buluşan da kuraklığın devam etmesi durumunda çiftçinin zor duruma düşebileceğini söyledi. Yağmur ve kar yağışının istenilen düzeyde olmadığına dikkati çeken Buluşan ekim konusunda acil bir planlama yapılması gerektiğine değindi.

Buluşan, şunları kaydetti:

Yüzey suları bile yeterli değil. Böyle devam ederse hububat başta olmak üzere mısır, soğan, patates, pancar gibi ürünlerde üretim çok zor olacaktır. Suyun damlasının bile israf edilmemesi gerekiyor. Çiftçinin sulama sistemini değiştirmesi gerekiyor. Yağmurlama yönteminden ziyade damlama sulama sistemine geçilmesi lazım. Çiftçi mısır ve pancar tohumu aldı. Kuraklığın sürmesi durumunda söz konusu su isteyen ürünlerin ekimini yapmakta tereddüt yaşanıyor.

Çiftçinin kuraklık nedeniyle endişeli olduğunu belirten Buluşan, ivedilikle sulama yöntemlerinde değişikliğe gidilmesi çağrısı yaptı ve çiftçilere şu tavsiyelerde bulundu:

Ekim için acil bir planlama yapılması gerekiyor. Kurak yerlerde mısır yerine hububat, nohut gibi ürünler ekilebilir. Suya ihtiyacı olan ürünlerde de yağmurlama değil, damlama sulama yapılmalıdır. Bölgesel ekim ve üretim sistemleri uygulanmalıdır. Mesela kurak olan bölgelerde buğday, arpa, nohut gibi az su isteyen ürünler, çok su bulunan yerlerde de mısır, domates, roka gibi ürünler ekilebilir. Bunun için de havza sisteminin, planlı üretimin getirilmesi gerekiyor.

‣ Sulamada güneş enerjisi ve akıllı sistemlere hibe desteği
‣ Bakanlık güneş enerjili sulama sistemlerine hibe desteği verecek

Tarımsal sulama, Türkiye’nin en yaşamsal sorunlarından biri

Türkiye, tatlı su kaynaklarının yüzde 70’ini tarımda kullanıyor. İklim krizi ile birlikte gelen tekrarlayan kuraklık riskleri ve yağış rejimlerinde değişiklikler göz önüne alındığında, su kaynakları yönetimi Türkiye’nin en yaşamsal sorunlarından biri haline geliyor.

Tarımsal sulama teknolojilerin geliştirilmesinin ve yaygınlaştırılmasının yanı sıra, vahşi sulama yöntemlerinin ivedilikle terk edilerek damla sulama sistemlerine geçilmesi ülke için hayati önem taşıyor.

Muğla için aktivistler Meclis’te: Termik santrallerin yarattığı kırıma derhal son verilsin!

17 Ocak’ta Türkiye Büyük Millet Meclisi bahçesinde bir araya gelen İklim Adaleti Koalisyonu, Muğla Çevre Platformu, Ekoloji Birliği, Doğu Akdeniz Çevre Dernekleri üyeleri, İkizköylüler, Halkların Demokratik Partisi (HDP) Milletvekilleri Züleyha Gülüm ve Serpil Kemalbay ile Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Muğla Milletvekili Burak Erbay termik santrallerin kapatılması için ortak bir basın açıklaması düzenledi.

‣ Muğla’da termik şirket bölgeden çıkacak
‣ Özelleştirilen 13 kömürlü termik santral hala çevre mevzuatına uyumsuz
‣ Yatağan Termik Santrali 48 köyü tarihi ve kültürüyle haritadan silecek

Söz konusu santrallerin ÇED raporları bulunmadığını ve yaklaşık 40 yıldır işletmede olan bu tesislere dair çevresel performans izleme ve denetim raporlarına da ulaşılamadığını belirten açıklamada, şunlar denildi:

Ekosisteme ve iklime ağır tahribatlar veren, insan sağlığına ve sosyal yaşama büyük yıkımlar getiren, emekliye ayrılma yaşı gelmiş olmasına karşın faaliyetlerine devam eden Muğla’nın kömürlü termik santrallerini çalıştırma ısrarından ve kamu kaynaklarının sermayeye aktarımından artık vazgeçilmelidir.

‘Derhal kömürden çıkış planı yapılmalı, santraller kapatılmalı’

Türkiye‘nin, Ekim 2021’de Paris Anlaşması‘na taraf olduğu ve 2050’lerin başında bir net sıfır hedefi ilan etmesine karşın, halen kömürden çıkışa yönelik bir politika oluşturmadığını hatırlatılan açıklamada, son 20 yılda dışa bağımlılığı azaltmak amacıyla uygulanan kömüre dayalı enerji politikasının, Türkiye’yi daha çok dışa ve fosil yakıtlara bağımlı duruma getirdiği 2021 yılı sonu itibarıyla ülkenin elektrik üretiminin yüzde 31’ini kömürden elde ettiğini hatırlatıldı.

Aktivistler, her santral için tarımsal verimin düşmesi nedeniyle mahkemenin 25 yıl önce verdiği ve Danıştay’ın onadığı kapatma kararının dönemin hükümeti Bakanlar Kurulu kararı ile uygulanmayınca davanın AİHM’ye taşındığını ve AİHM’nin de kapatmayı onadığını da anımsattı.

“Türkiye, hukuk devleti olmanın gereğini yerine getirerek, Muğla’da uygulanan ekokırıma son verilmesi için bir an önce kapatma kararını uygulamalıdır ve bölgede kömür ocaklarının genişlemesi durdurulmalıdır” çağrısında bulunulan açıklamada, Muğla’da kömürden çıkışın tüm yöre halkı için adil olmasına öncelik verilmesi ve kömür madenleri ve termik santrallara kamu bütçesinden ayrılan her türlü teşvik ve destekler bölgede yaşayan halkın istihdam ve refahı için harcanması gerektiğini vurguladı.

Ayrıca, kömür dışı sektörlere geçişte, bölgenin potansiyeli ile halkın yaşam biçimi ve tercihlerinin merkeze alınacağı bir planlama yapılarak, doğayla uyum ve ekolojik sürdürülebilirliğin hedeflenmesi gerektiği kaydedildi.

18 bin hektar orman daha tahrip edilecek

Muğla’nın 1980 ve 90’larda üretime başlayan üç termik santral ve yaygın kömür madenleriyle kömür bağımlı politikaların ekolojik ve sosyal tahribatını en ağır yaşayan bölgelerden biri olduğuna dikkat çeken Muğlalılar, şunları kaydetti:

2014 yılında işletme hakları özel sektöre devredilen toplam 13 maden işletme ruhsatı çerçevesinde, Yatağan’da 21 bin hektar, Milas’ta 23 bin hektar alan linyit maden ocağı olarak tahsis edilmiş durumda ve işletme ruhsat alanlarının yüzde 47’si orman alanı. Önümüzdeki 30 yıllık süreçte, ruhsat alanlarının tamamının işletmeye alınması durumunda toplam 18.450 hektar orman alanı daha tahrip edilecek.

Muğla’nın Türkiye’nin azot dioksit salımlarına en çok maruz kalan ili olduğunun belirtildiği açıklamada, bu üç santraldan her yıl doğaya bir tondan fazla cıva salındığı ifade edildi.

Bu durum, toplam 300 hektarlık ormanlık alanın, üç santralin tehlikeli atık sınıfındaki katı ve sıvı atıklarının biriktirildiği kül barajları da işgal etmesine neden oluyor. Üstelik kömürü termik santrale taşıyan kamyonların yarattığı toz emisyonları da özellikle zeytin ağaçları ve bölge ormanları üzerinde önemli kirliliğe yol açıyor.

Termik santraller ve kömür madenlerinin bölgedeki su varlığı üzerinde aşırı baskısına da değinen aktivistler, Yatağan Santrali‘nin bir yılda 45 bin nüfuslu Yatağan ilçesinin toplam kentsel su tüketiminin 7,5 katından fazla su tükettiğinin altını çizdi. Yeniköy Santrali’nin yıllık tüketiminin ise 132 bin nüfuslu Milas ilçesinin yıllık kentsel su tüketiminin 2,5 katına yakın olduğunu kaydetti.

68 bin erken ölüme yol açan hava kirliliği, 22 bin can daha alabilir

Açıklamada üç santralda şimdiye dek bölgede çıkan yüksek kükürt ve kül içerikli 200 milyon tona yakın linyit yakıldığını belirtilerek, Muğla ilinin ve özellikle Yatağan ilçesinin, Türkiye’de hava kirliliğinin en yüksek olduğu bölgelerden biri olduğu ifade edildi. Bölge halkı buna karşın Yatağan ve Milas ilçe merkezlerinde hava kalitesi ölçümleri yapılmadığı ve üç santralin de toz filtrelerini ve kükürt arıtma tesislerinin sık sık devre dışı bırakıldığını gözlemlediklerini anlattı. 

‣ Muğla’da kömür madenleri ve termik santraller son 34 yılda en az 45 bin erken ölüme neden oldu
‣ Kömürlü termik santrallerin 55 yıllık karnesi açıklandı: 200 bin erken ölüm, 4.8 trilyon sağlık maliyeti

İklim krizini derinleştiren bu üç santralde, 1982-2017 arasında atmosfere toplam 360 milyon ton karbondioksit salındı. Kapatılmadıkları sürece de  2018-2043 yılları arasında 328 milyon ton karbondioksit daha salınacak.  Açıklamada hava kirliliğinin yol açtığı on binlerce ölüme ve yüzbinlerce kişide sağlık sorunlarına neden olduğu ortaya kondu:

İnsan sağlığına etkileri yönüyle, Sağlık ve Çevre Birliği’nin 2022 yılı raporlarına göre ilk işletmeye girdikleri tarihten 2020’ye kadar Muğla’daki üç termik santral 68 binden fazla erken ölüme, 43 binden fazla erken doğuma, 455 binden fazla çocukta bronşit vakasına ve 98 milyar euro’nun (1,9 trilyon lira) üzerinde sağlık masrafına neden oldu. Muğla’daki bu üç kömürlü termik santralın üretim lisansları bitim tarihi olan 2063’e kadar çalıştırılması, 22 bin 600 civarında ilave erken ölüme ve 37 milyar euro (755 milyar lira) civarında ilave sağlık masrafına yol açacak.

Akbelen, bölgenin can damarı

Muğla’daki madenin genişleme sahasındaki yaklaşık 740 dönümlük Akbelen Ormanı‘nın oldukça zengin bir ekosistemi barındırdığını bir kez daha vurgulayan Muğlalılar, İkizköylülerin zeytin ağaçlarının bir kısmının ormanda bulunduğunu ve ormanın köylülerin hayatının merkezinde yer aldığını anlattı.

‣ Kara çalınan bir ormanın mücadelesi: İkizköy’ün nöbeti
‣ Kömürsüz bir gelecek için yine ve yeniden: İkizköy direniyor
‣ İkizköy davası Türkiye sınırlarını aştı

Açıklamada, Akbelen Ormanı’nın sınırındaki Çamköy’ün altında oldukça büyük yeraltı su rezervleri bulunduğuna da dikkat çekildi; ancak ormanın yok edilmesi durumunda Bodrum Yarımadası’nın kullandığı suyun yaklaşık üçte birinin temin edildiği yeraltı su rezervinin yok olma tehdidi altında kalacağına işaret edildi.

Doğayı korurken katma değer ve istihdam sağlamak mümkün

Santrallerin, ekosistemin yanı sıra bölgenin temel geçim kaynaklarını da olumsuz yönde etkilediği vurgulanan basın açıklamasında; “Santrallerden çıkan kül ve tozlar zeytin ağaçlarının yapraklarını kaplayarak zeytinin niteliğini ve meyve verimliliğini düşürüyor. Türkiye’de üretilen çam balının büyükçe bir kısmını karşılayan Muğla’da üretilen balda yüksek seviyede ağır metale rastlanıyor” denildi.

Kömürün insanlara ödettiği bir diğer bedelin de yerinden etmek ve yer değiştirmeye zorlanmak olduğunu söyleyen Muğlalılar, şunları ifade etti:

Geçtiğimiz 35 yıl içinde kömür madenlerinin işletmeye alınması nedeniyle bölgede sekiz köy yer değiştirmek zorunda kaldı; bir kısmı birden fazla kez taşındı. Santralların ömürlerinin uzatılması ve maden ruhsat alanlarının tamamının işletmeye alınması durumunda 40 köy daha yaşam alanlarını terk etmek zorunda kalacak ve bundan 30 bine yakın insan etkilenecek.

Muğla’nın pek çok yüksek katma değerli sektörde hatırı sayılır potansiyeli bulunduğu vurgulanan açıklamada ise termik santrallerin kapatılması durumunda bölgeye katma değer sağlanabileceğine ve istihdam olanaklarının ortaya çıkabileceğine yer verildi:

Sadece zeytincilik sektöründen bir örnek verilirse; Milas’ta zeytine dayalı (zeytin, zeytinyağı, sabun) 70 yeni küçük ölçekli tesis inşa edilirse bunların toplam yatırım maliyetinin 240 milyon lira civarında olacağı ve 685 yeni iş yaratacağı hesaplanmaktadır. Milas’taki Yeniköy ve Kemerköy Termik Santrallerine 2021 yılında sadece kapasite mekanizması kapsamında kamu kaynaklarından verilen destek miktarı ise 260 milyon liradır. Yani bir yıllık kapasite mekanizması teşviki zeytin sektörüne aktarılırsa, yukarıda bahsedilen yatırımlar rahatlıkla gerçekleştirilebilir ve Milas’ın kömür madenciliği sektöründeki 800 kişi civarında olan istihdamın büyük bölümüne yeni iş yaratılabilir.

Doğa için adalet

Açıklamanın ardından söz alan avukat İsmail Hakkı Atal, 1997 yılında Aydın İdare Mahkemesi kararının uygulanmadığını hatırlatarak “Bu üç termik santralin hâlâ çalışıyor olması Türkiye için bir hukuk utancıdır, adalet ve hukuk katliamıdır. Doğa için adalet istiyoruz,” dedi.

Muğlalılar ve ekoloji aktivistleri, taleplerini dile getirmek için HDP‘nin grup toplantısına katılmak üzere Meclis’e girdi.

Katledilişinin üzerinden 16 yıl geçti: 19 Ocak’ta Hrant Dink için yeniden vurulduğu yerde…

Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni ve insan hakları aktivisti Hrant Dink, katledilişinin 16’ncı yılında, bir kez daha vurulduğu yerde anılacak. Dink için, Agos Gazetesi’nin eski çalışma ofisinin bulunduğu Sebat Apartmanı’nın önünde anma düzenlenecek.
Hrant Dink Vakfı , bu akşam (18 Ocak 2023) saat 19.00’da 23,5 Hafıza Merkezi‘nde buluşmanın gerçekleştirilmesinin ardından Sebat Apartmanı’nın anma etkinliği gerçekleştirileceğini duyurdu. Açıklamada, “Sebat Apartmanı’nı Hrant Dink ve ona eşlik eden güvercinlerle aydınlatıyoruz” ifadeleri kullanıldı.

Yarın (19 Ocak) ise bu yıl da anmayı düzenleyen Hrant’ın Arkadaşları,  saat 15.00’te Şişli Halaskargazi Caddesi üzerindeki Sebat Apartmanı önünde buluşma çağrısı yaptı.

Hrant Dink için ayrıca içinde bulunduğumuz hafta boyunca dünyanın çeşitli ülkelerinde anma etkinlikleri düzenleniyor.

Berlin’deki Maxim Gorki Tiyatrosu’nda yerel saatle 20.30’da başlayacak etkinlikte Ümit Kıvanç’ın “Hafıza Yetersiz-Hrant Dink İçin Bir Film” başlıklı çalışması izlenecek. Ümit Kıvanç ayrıca online bağlantı ile etkinliğe katılacak, filmin oluşum süreci hakkında konuşacak.

21 Ocak Cumartesi günü Kanada Ottawa’da da bir anma etkinliği yapılacak. Yerel saatle öğleden sonra 15.30’da başlayacak ve Ottawa Main Library’de düzenlenecek etkinlikte Cihan Erdal’ın konuşmacı olacak. Ayrıca Ömer Ongun ve Silvia Haltrop’un dans gösterisi ve Mehmet Fatih Güden’in film gösterimi de yer alacak.

Hrant Dink Köln’de de anılacak. Türkiye Almanya Kültür Forumu’nun Alman-Ermeni Cemiyeti, Köln Ermeni Cemaati, Çok Kültürlü Forum ve TÜDAY (Türkiye Almanya İnsan Hakları Derneği) ile işbirliği içinde düzenlediği, Alte Feuerwache Köln Kültür Merkezi’ndeki etkinliğe pek çok tanınmış isim katılacak.

Köln/Yeşiller Kent Konseyi üyesi Dilan Yazıcıoğlu ve Deutsche Welle editörlerinden gazeteci Aydın Üstünel’in sunacağı program boyunca ünlü caz piyanisti ve şarkıcısı Laia Genç eserleriyle yer alacak.

Ankara Düşünceye Özgürlük Girişimi ve SolFaSol dergisi tarafından düzenlenen etkinliğin başlığı ise “Son Gelişmeler Işığında Hrant Dink Cinayetini Yeniden Konuşmak”. Etkinlik 19 Ocak’ta gerçekleştirilecek.

Hrant Dink Vakfı sitesinde ise Dink’in Agos, Yeni Binyıl ve Birgün gazetelerindeki yazılarından bir seçki paylaşılıyor. Dink 19 Ocak 2007’de öldürülmeden önce, hedef gösterilme sürecini son yazılarında  ifade etmişti.

23-5-2.png

Osmanbey’deki, Halaskargazi Caddesi üzerinde bulunan Sebat Apartmanı’nda kurulan Agos  1920’lerin ortasında Mimar Rafael Alguadiş tarafından tasarlanıp inşa edildi.

1996 yılında Hrant Dink ve bir grup arkadaşı tarafından kurulan Agos gazetesi 1999’da ofisini Sebat Apartmanı’na taşımıştı. Osmanbey’deki Halaskargazi Caddesi üzerinde bulunan apartman, 23.5 Hrant Dink Hafıza Mekanı haline getirildi. Her yıl anmaların önünde yapıldığı apartmandaki müze, bu hafta da ziyarete açık.

AB’den tarihi karar: Diğer ülkelere atık sevkiyatı dönemi geride bırakılıyor

Avrupa Parlamentosu (AP), atık sevkiyatları için Avrupa Birliği (AB) prosedürlerini ve kontrol önlemlerini revize edecek yeni bir yasaya ilişkin alt komisyon raporunu kabul etti. Parlamento, bu aşamadan sonra AB ülkeleriyle müzakereler yapacak ve raporda ülkelerin taleplerine göre bazı düzenlemeler yapıldıktan sonra süreç Komisyon’a sevk edilecek.

Avrupa Parlamentosu Çevre Komitesi (ENVI), 1 Aralık 2022’de plastik atık ihracatının düzenlenmesi ve AB içi plastik atık sevkiyatının daha güçlü korunması lehinde oy kullanmıştı. Bugün AP Genel Kurulu’nda oylanan  rapor ile, AB’nin tehlikeli olmayan atıkları geri dönüştürülmek üzere yalnızca rızası bulunan ve atıkları sürdürülebilir şekilde yönetebildiğini gösteren Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü (OECD) üyesi olmayan ülkelere gönderilmesi, Türkiye gibi OECD üyesi ülkelerin ise AB’den gönderilen atıklara ilişkin yakın takibe alınması amaçlanıyor.

Düzenlenen mevzuatla, AB’nin döngüsel ve sıfır kirlilik ekonomisi hedeflerine ulaşmak için atığın sağladığı fırsatlardan tam olarak yararlanırken çevrenin ve insan sağlığının daha etkin bir şekilde korunması hedefleniyor. Parlamentoda kabul edilen alt komisyon raporunda kullanılmış mallar ve atıklar arasında net bir ayrım yapılıyor ve atıkların sınıflandırılmasında tek tip kriterler geliştirileceği belirtiliyordu. Yeni kurallara göre, AB içi pazarda bilgi ve belge alışverişinin de dijitalleşmesi öngörülüyor.

‣ Atık ithalatının ekonomik ve çevresel boyutu
‣ Avrupa’dan en çok çöp alan ülke açık ara farkla Türkiye

Parlamento üyelerinden Raportör Pernille Weiss, yaptığı açıklamada şu sözlere yer verdi:

Üye ülkelerle yapılacak önümüzdeki müzakerelerde üstleneceğimiz pozisyon, tüm üyelerin çoğunluk kararı ile onaylandı. Müşterek pazarda atıkları kaynağa dönüştürmeli, bu bağlamda çevremize ve rekabet ortamına daha iyi bakmalıyız. Yeni kurallar sayesinde AB içi ve dışında atık suçlarıyla mücadele etmemiz de kolaylaşacak. Plastik atıkların ihracatını yasaklama önerimiz ile, işin içerisinde plastik olan durumlar için daha yenilikçi ve döngüsel bir ekonomi tesis etmeye çabalıyoruz.

Yeni mevzuat neler içeriyor?

İstisnai ve gerekçeli durumlar dışında, AB içinde bertaraf edilmek üzere gönderilen tüm atıkların sevkiyatının açıkça yasaklanmasını kabul eden Avrupa Parlamentosu üyeleri, AB’nin OECD üyesi olmayan ülkelere tehlikeli atık ihracatını yasaklamayı da destekledi. 

‣ Avrupa Birliği’nin OECD ülkeleri dışındaki ülkelere plastik atık göndermesi yasaklandı

Tehlikeli olmayan atıkların geri dönüşüm için ihraç edilmesine ise yalnızca rıza gösteren ve bu atığı sürdürülebilir bir şekilde işleme kapasitesini gösteren OECD üyesi olmayan ülkelere izin verilecek. Parlamento, ayrıca plastik atıkların OECD üyesi olmayan ülkelere ihracatını yasaklamayı ve dört yıl içinde OECD ülkelerine ihracatını kademeli olarak durdurmayı hedefliyor.

Yeni düzenlemelerin, AB içinde ve dışında atıkla ilgili suçlarla mücadeleyi de kolaylaştıracağı düşünülüyor. Atık kaçakçılığı günümüzde Avrupa‘daki atık sevkiyatlarının yüzde 15 ila 30’una denk geliyor ve değeri yılda 9,5 milyar euro’ya (193,6 milyar lira) ulaşıyor.

Mevzuat, Avrupa Yolsuzlukla Mücadele Ofisi‘nin (OLAF) AB üye devletlerinin atık kaçakçılığına ilişkin ulusötesi soruşturmalarını desteklemek üzere yetkilendirileceğini ve suçlulara daha sert yaptırımlar içeren cezalar getirileceğini de öngörüyor.

Dayanağı Basel Sözleşmesi

Kabul edilen raporun temeli, 1992’de yürürlüğe giren 53 ülkenin imzaladığı, 183 ülkenin ise taraf olduğu, tehlikeli atıkların sınır ötesi taşınması ve bertaraf edilmesinin kontrolüne yönelik düzenlemeler içeren Basel Sözleşmesi’ne dayanıyor.

Sözleşmeye göre taraf ülkeler, atıkların sevkiyatı öncesi ön bildirim yapmak zorunda. Sınırı aşan bir atık sevkiyatının hukuki şekilde gerçekleşebilmesi için, ihracatçı devlet, ithalatçı devletin taşımaya ilişkin yazılı onayını almak zorunda. Son yıllarda kaçak plastik atık sevkiyatının arttığına dikkat çekilen raporda Basel Sözleşmesi’ne zarar veren istisnaların da son bulması istenmişti. 

Atıkların yarısından fazlası Türkiye’ye gönderiliyordu

Avrupa Komisyonu, 17 Kasım 2021 tarihinde kökeni, varış noktası ve taşıma rotası, taşınan atığın türü ve yerine ulaştıktan sonra uygulanacak atık arıtımı türüne bağlı prosedür ve kontrol tedbirleri ortaya koyan bir AB atık taşıma reformu teklifini masaya yatırmıştı.

2020 yılında AB’den birlik üyesi olmayan ülkelere atık ihracatı, küresel atık ticaretinin yaklaşık yüzde 16’sına tekabül eden 32.7 milyon tona ulaştı. Buna ek olarak, AB ülkeleri arasında her yıl yaklaşık 67 milyon ton atık taşınıyor.

‣ Türkiye neden Avrupa’nın güvenli çöp limanı olamaz?
‣ ‘Avrupa’nın plastik çöpü Türkiye’ye zehir oldu’
‣ HRW raporu: Türkiye’de dokuz yaşındaki çocuklar plastik atık tesislerinde, sağlıkları pahasına çalışıyor

Söz konusu yaklaşık 33 milyon tonluk atığın yarısından fazlası, AB’den daha zayıf atık yönetim kriterlerine sahip olan Türkiye‘ye gönderiliyordu. 2021’de AB plastik atığının yüzde 43’ünü OECD üyesi olmayan ülkelere, yüzde 35’ini Türkiye’ye gönderdi. Bu oran yaklaşık 14.7 milyon ton plastik atığa denk düşüyor. Böylece Türkiye, AB’den en fazla plastik atık ithal eden ülke konumuna yerleşti.

Çukurova Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesi’nde öğretim görevlisi ve Yeşil Gazete yazarı deniz biyoloğu Doç. Dr. Sedat Gündoğdu, Gezegen24‘e alt komisyonda kabul edilen ENVİ raporunun Türkiye’yi nasıl etkileyeceğini şöyle anlatmıştı:

“Türkiye Avrupa’da en fazla belediye çöpü üreten ilk 5 ülkeden biri. Dolayısıyla plastik ambalaj çöpü için de benzer bir durum var. Ancak bunun çok azını toplayabiliyor, toplasa da bununla uğraşmak isteyen geri dönüşümcü sayısı oldukça sınırlı. Bu yasak gerçekleşirse Türkiye artık kendi çöpüyle ilgilenme fırsatı bulabilir.  Sektör de ‘yerli ve milli’ çöp ile ilgilenmeye daha da istekli olur. Türkiye zaten ilk başlarda çöp ithalatına yasaklama eğilimindeydi ancak sektör manipülasyonu bunu engelledi. AB’nin ihracatı yasaklamasına en fazla Türkiye Çevre Bakanlığı’nın sevinecektir. Böylece sorumluluklarından kurtulup topu AB’ye atabilecek ve ‘Zaten AB yasaklıyor o zaman biz de yasaklayabiliriz’ düzeyine geleceklerdir.”

 

Atmosferik toz, küresel ısınmanın gerçek boyutunu gizlemiş olabilir

“Gezegenin soğumasına yardımcı olan çöl fırtınalarından ve kurak arazilerden yükselen tozun atmosferdeki varlığı, fosil yakıt emisyonlarının neden olduğu küresel ısınmanın gerçek boyutunu gizlemiş olabilir.”
Guardian‘ın aktardığına göre, ABD ve Avrupa‘daki atmosfer ve iklim bilimcileri tarafından yapılan analiz, tozun küresel iklim modellerini etkilediği çeşitli ve karmaşık yolları belirlemek için çalıştı ve genel olarak sera gazlarının ısınma etkilerini bir ölçüde etkisiz hale getirdiği sonucunu vardı. Nature Review Earth and Environment dergisinde yayınlanan çalışma, mevcut iklim modellerinin atmosferik tozun etkisini hesaba katmadığını buldu.

‘Acil durum frenini çektik’

Araştırmayı yöneten UCLA’dan atmosferik fizikçi Jasper Kok, “Sera gazına bağlı ısınma söz konusu olduğunda kötü bir yere doğru gittiğimizi uzun zamandır biliyoruz. Bu araştırmanın gösterdiği şey, şu ana kadar acil durum frenini çekmiş olmamızdır” diye konuştu. 
Bilim insanlarının tahminine göre, atmosferimizde, etkileri karmaşık olan yaklaşık 26 milyon ton toz asılı duruyor.  Bu mineral parçacıklar, sentetik partikül kirliliği yaratmasının yanı sıra gezegeni çeşitli şekillerde soğutabilir. Güneş ışığını Dünya’dan uzaya yansıtabilir ve gezegeni ısıtan atmosferin yükseklerindeki sirüs bulutlarını dağıtabilir. Okyanusa düşen toz ise karbondioksiti emen ve oksijen üreten fitoplanktonların (okyanustaki mikroskobik bitkiler) büyümesini teşvik eder.

Ancak toz, bazı durumlarda ısınma etkisini de büyütebilir, örneğin karı ve buzu karartarak daha fazla ısı emmelerini sağlar.

Ancak her şeyi hesapladıktan sonra, araştırmacılar tozun genel bir soğutma etkisine sahip olduğu sonucuna vardı.

Kolumbiya Üniversitesi Lamont-Doherty Dünya Gözlemevi‘nden iklim bilimci Gisela Winckler, “Bu, tüm bu farklı yönleri gerçekten bir araya getiren türünün ilk incelemesi” dedi.

Azalırsa ısınma artabilir

Winckler, iklim modelleri şimdiye kadar küresel ısınmayı bir miktar doğrulukla tahmin edebilmiş olsa da, yaptıkları incelemenin bu tahminlerin tozun rolünü özellikle iyi tespit edemediğini açıkça ortaya koyduğunu söyledi.

Buz çekirdeklerinden, deniz tortusu kayıtlarından ve diğer kaynaklardan elde edilen sınırlı kayıtlar, genel olarak tozun da sanayi öncesi zamanlardan bu yana – kısmen de gelişme, tarım ve manzaralar üzerindeki diğer insan etkilerinden dolayı arttığını gösteriyor. Ancak toz miktarı da 1980’lerden beri azalıyor gibi görünüyor.

Winckler, bu toz modellerini daha iyi anlamak ve bunların önümüzdeki yıllarda nasıl değişeceğini daha iyi tahmin etmek için daha fazla veri ve araştırmaya ihtiyaç olduğunu söyledi.

Ancak atmosferdeki toz azalırsa, sera gazlarının ısınma etkileri hızlanabilir. Kok, “Bu nedenle daha hızlı ısınmayı deneyimlemeye başlayabiliriz. Ve belki de bu gerçekliğe çok geç uyanıyoruz” ifadelerini kullandı.

beyond.istanbul’un 13’üncü sayısı ‘Mekanda adalet ve iklim krizi’ yayında

Mekanda Adalet Derneği’nin (MAD) basılı ve süreli yayını beyond.istanbulon üçüncü sayısında ilk bakışta birbirine uzak duran iki kavramı ele alıyor. “Mekânda Adalet ve İklim Krizi” başlığını taşıyan ve Gökçe Yeniev’in konuk editörlüğünü yaptığı sayıda iklim krizi ve adaletine dair tartışmaların zenginleştirilmesi hedefleniyor. İklim krizini, mekân dahil olmak üzere gıda, emek, siyaset, sağlık, toplumsal cinsiyet ve sanat gibi farklı temalarla ilişkilendirerek anlamaya çalışıyor.

Gökçe Yeniev sayının yaklaşımını şöyle özetledi:

“beyond.istanbul’un “Mekânda Adalet ve İklim Krizi” sayısında, iklim krizi ile mesafemizi, bu krizin toplum için ne anlama geldiğini mekânı bir mercek olarak kullanıp anlayarak kapatmaya çalıştık. İklim adaletini, krizin doğasını ve krize etkin bir şekilde cevap verebilmek için gereken adımları tasarlamada pratik ve kavramsal bir araç olarak kullandık. İklim krizinin sebeplerini, doğrudan ve dolaylı etkilerini ve iklim politikalarını bu krizden en çok etkilenmesi beklenen kesimlere odaklanarak ve onlara kulak vererek ele aldık.”

İklim krizinden iklim adaletine doğru

İklim adaleti üzerine düşünen, yazan, eylem üreten birçok ismin yazılarını içeren son sayının iklim krizinin politik ekonomisi, iklim adaletsizliğinin mekâna yansıması ile bu adaletsizliğin kesişimsel izdüşümlerine odaklanan ilk bölümünde Fikret Adaman ve Murat Arsel ortak kaleme aldıkları yazıda iklim krizinin politik ekonomisine kavramsal bir çerçeve çiziyor.

Hülya Çeşmeci ve Duygu Dağ, yangınlar başta olmak üzere son dönemde yaşadığımız afetlerin iklim kriziyle yakın ilişkisini irdelerken, Özlem Aslan iklim değişikliğinin akut etkilerini toplumsal cinsiyet ve bakım emeği penceresinden değerlendiriyor. Ekin Çuhadar krizin etkilerinin, bunlardan yoğun biçimde etkilenen gruplardan Romanlar tarafından nasıl yaşandığını aktarıyor. Mehtap Taşkın ise bu değişimin halihazırda yoksullukla boğuşan mevsimlik işçilerin geçimleri, sağlıkları ve yaşam koşulları üstündeki olumsuz etkilerine bakıyor.

Mücadele yöntemleri

İklim krizi ile mücadele yöntemlerinin eksikliklerine ve nasıl olması gerektiğine eğilen ikinci bölümde ise Baran Alp Uncu iklim değişikliğinin etkilerini gidermeye yönelik çabaların soylulaştırmayla sonuçlandığı örneklerden yola çıkarak adaletin iklim politikalarındaki önemine işaret ediyor. Duygu Avcı iklim krizi bağlamında teknolojik gelecek tahayyüllerinin dışarıda bıraktığı meselelerin iklim mücadelesi üstündeki olası olumsuz etkilerini tartışıyor. Ender Peker iklim adaletini sağlamada katılımcı kentsel planlamanın rolünün altını çiziyor. Ayşe Uyduranoğlu karbon fiyatlama ve iklim politikalarını toplumsal desteği arkasına alacak şekilde oluşturmanın yollarına dair örneklere dikkat çekiyor. Hayrettin Günç ise kamusal alanların iklim adaptasyonu açısından önemini, çeşitli kentlerden farklı modellere bakarak vurguluyor.

Adil dönüşüm

Adil dönüşümün imkân ve kısıtlarını tartışarak, iyi örnekler ve adil dönüşümün önündeki engelleri bir araya getiren üçüncü bölüm Ashley Dawson, New York eyaleti özelindeki mücadelelerden yola çıkarak demokratik karbonsuzlaşma süreçlerini masaya yatırıyor. Güldem Özatağan iklim krizi gölgesinde küçülmekte olan maden kentlerinin geleceğini Gökçe Yeniev’e değerlendirdiği söyleşide iklim politikalarının bu gelecekte oynadığı rolü ele alıyor. Yağız Eren Abanus yazısında adil dönüşümün kapsamlı bir tartışmasını dünyadaki örnekler üstünden sürdürüyor. Gökçe Yeniev ise adil dönüşümün gerçekleşmesinde müşterekleştirme pratiklerinin önemini vurguluyor

Aktivistler, sanatçılar…

Dördüncü bölüm iklim krizine karşı çıkan iklim adaletinin tanımlayıcısı aktörlere odaklanıyor. Deniz Gümüşel kömür madenleri ve kömür elektrik santrallerinin bölge halkının sağlığındaki yıkıcı etkilerini ortaya koyuyor. Chris Thao Trinh ise bir petrol boru hattının geçtiği topraklarda yaşayan yerli halkın buna karşı mücadelesini çarpıcı fotoğraflarla belgeliyor. Cemil Aksu, Ümit Şahin ve Ethemcan Turhan, Sinan Erensü’nün sorularını yanıtladıkları söyleşide Türkiye’de iklim aktivizminin geçmişini, bugününü ve geleceğini masaya yatırıyorlar. Özlem Katısöz, Efe Baysal ve Elif Cansu İlhan, Cemre Kara tarafından gerçekleştirilen söyleşide kömür karşıtı hareketlerin tarihi ve dinamiklerini tartışılırken Buğra Çelik, Duygu Dağ tarafından gerçekleştirilen söyleşisinde orman yangınları ile mücadelede gönüllülerin rolünü anlatıyor. Yağız Eren Abanus, Büşra Üner ve Gökçe Yeniev, beyond.istanbul’un umut veren girişimleri ele alan bölümü Umut Arşivi’nde iklim savunuculuğu yapan STÖ’leri derliyorlar. Foti Benlisoy, yazısında iklim krizinden doğan kaygıların bürünebildiği karanlık çehreyi, ekofaşizmi anlatıyor.

Son olarak; iklim krizinin medya, kültür-sanat ve özel olarak edebiyattaki izdüşümleri değerlendiriliyor. Hazal Acar ve Özgür Gürbüz Türkiye’de iklim haberciliğini, medyanın rolünü ve eksiklerini kaleme alıyorlar. Hande Paker iklim krizi ve politikalarının kültür-sanat aracılığıyla nasıl kitleselleşebileceğini örneklendiriyor. Deniz Gündoğan İbrişim ise iklim krizi ve bundan doğan yasın edebiyattaki yansımalarına bakıyor.

Sayıya katkıda bulunan yazarların katılımıyla 27 Aralık 2022 Salı günü saat 18.30’da Postane’de bir tanıtım etkinliği gerçekleştirildi. Birçok okurun ilgi gösterdiği etkinlik Mekanda Adalet Derneği’nin YouTube kanalından da canlı yayınlandı.

Marmara için turuncu kod: 19 ilde için kuvvetli lodos uyarısı

MGM, başta Marmara Bölgesi olmak üzere, Ege ve İç Anadolu Bölgelerinden bazı illerin dahil olduğu bölgelerde lodosun etkili olacağı değerlendirmelerini paylaşarak vatandaşları yaşanabilecek olumsuzluklara karşı uyardı.

MGM, Edirne, Kırklareli, Tekirdağ, Çanakkale ve Balıkesir illeri için turuncu kodla, İstanbul, Bursa, Kocaeli, Sakarya, Düzce, Bolu, Bilecik, Eskişehir, Kütahya, Manisa, Uşak, İzmir ve Aydın illeri için de sarı kodlu uyarıda bulundu.

Rüzgarın, Marmara, Ege, İç Anadolu’nun kuzeybatısı ile Batı Karadeniz’de güney yönlerden kuvvetli (50-70 km/saat) ve zaman zaman fırtına şeklinde (60-90 km/saat) eseceği tahmin ediliyor. Sabah ve gece saatlerinde iç ve doğu kesimlerde yer yer pus ve sis bekleniyor.

Öte yandan hava sıcaklıklarında önemli bir değişiklik olmayacağı, mevsim normallerinin üzerinde seyretmeye devam edeceği tahmin ediliyor.

MGM’nin yaptığı turuncu kodla uyarı hava durumunun tehlikeli olduğu, tahmin edilen durumun sıklıkla görülmediği, hasar ve kayıplar yaşanabileceği anlamına gelirken, vatandaşların çok tedbirli olmalarını gerektiriyor.

Sarı kodla uyarı potansiyel tehlikeye işaret ederken, olağandışı bir meteorolojik hadise beklenmediğini ancak hava durumundan etkilenebilecek faaliyetler konusunda dikkatli olunması gerektiğini gösteriyor.

‣ Meteorolojiden sağanak ve fırtına uyarısı
‣ İstanbul için fırtına ve sel uyarısı
‣ AFAD’dan İstanbul uyarısı: Sel, fırtına, hortum bekleniyor

İstanbul’da lodos fırtınası bekleniyor

İstanbul Büyükşehir Belediyesi Afet Koordinasyon Merkezi (AKOM), vatandaşları sabah saatlerinden itibaren etkili olması beklenen lodos fırtınasına karşı uyardı.

AKOM verilerine göre, İstanbul başta olmak üzere Marmara bölgesi genelinde etkili olan lodosun sabah saatlerinden itibaren kuvvetini arttırarak fırtına şeklinde etkili olacağı tahmin ediliyor.

İstanbul’da yarın akşam saatlerine kadar saatte 40-70 kilometre hızla eseceği tahmin edilen fırtınanın, Eyüpsultan, Arnavutköy, Büyükçekmece, Silivri ve Çatalca ilçelerinde 80 km/saatlik kuvvetli fırtına şiddetinde esmesi bekleniyor.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi, şiddetli rüzgâr nedeni ile yaşanabilecek olumsuz hava şartlarında ekiplerini hazırda tuttuğunu ancak hava, deniz ve kara ulaşımında aksamalar yaşanabileceği belirtildi.

AKOM, İstanbul’da, yaşanabilecek ağaç devrilmesi, çatı, tabela uçması, baca gazı zehirlenmesi ve deniz ulaşımındaki aksamalara karşı dikkatli olunması konusunda vatandaşlara çağrıda bulundu.

Fırtına, Marmara’da ulaşımı sekteye uğrattı

Lodos, dün akşam da başta İstanbul ve Bursa olmak üzere Marmara’da hayatı olumsuz etkiledi.

İstanbul’da, Bostancı-Moda-Kadıköy-Kabataş, Bostancı-Karaköy-Kabataş, Maltepe-Adalar, Beşiktaş-Adalar, Avcılar-Bostancı, Avcılar-Bakırköy-Yenikapı-Kadıköy ve Aşiyan-Anadolu Hisarı-Küçüksu güzergahlarındaki vapur seferleri lodos sebebiyle gerçekleştirilemedi. Bandırma-Yenikapı-Kadıköy güzergahındaki 07.45 saatindeki İDO seferi de olumsuz hava koşulları dolayısıyla yapılamadı.


Bursa’da kuvvetli lodos nedeniyle 3 katlı binanın uçan çatısı, metro güzergahına düştü. Uçan çatı, metro hattındaki enerji tellerine zarar verirken, çatıdan kopan parçalar nedeniyle yol bir süre trafiğe kapatıldı. Metro hattında yaşanan aksaklık nedeniyle Kestel-Arabayatağı arasındaki metro seferleri otobüslerle sağlandı.

Lodos fırtınası nedeniyle Bozcaada ve Gökçeada’ya tüm feribot seferleri de iptal edildi.

İranlı yönetmen Müjgan İlanlu’ya dokuz yıl hapis ve 74 kırbaç cezası

İranlı belgesel yönetmeni Müjgan İlanlu, dokuz yıl dokuz ay hapis ve 74 kırbaç cezasına çarptırıldı. ilanlu iki yıl boyunca da sosyal medyadan men edildi.

Devrim Mahkemesi, İlanlu’ya “ulusal güvenliğe karşı açık ve gizli faaliyette bulunmaktan” altı yıl, rejim karşıtı propaganda yapmaktan 15 ay, kamu güvenliğini bozmaktan 15 ay, “yasa dışı eylemlere teşvikten” suçundan 15 ay hapis cezası verdi.

Toplamda dokuz yıl dokuz  ay hapis cezasına çarptırılan Müjgan İlanlu ayrıca 74 kırbaç ve 80 milyon riyal (yaklaşık 3 bin 700 TL) para cezasına çarptırıldı.

İki yıl boyunca sosyal veya siyasi bir gruba üye olması, sosyal medyada faaliyet yürütmesi ve ülkeden çıkması da yasaklanan yönetmenin bilgisayarı ve telefonuna da “kamu yararınca” mahkeme tarafından el konuldu.

Videolarla protestoları desteklemişti

İlanlu, Mahsa Amini‘nin “ahlak polisi” tarafından gözaltına alındıktan sonra hayatını kaybetmesinin ardından ülkede 17 Eylül 2022’den bu yana devam eden protestoları destekleyen açıklamalar yapmıştı.

Sosyal medyada paylaştığı videolarda başını örtmeyen yönetmen, “Sessiz kalarak içimdeki vicdanın, insanlığın ve onurun son damlasına kadar yok olmasından korkuyorum. Siz korkmuyor musunuz?” diye sormuştu.

Şark Daily‘nin haberine göre, bacak kemiği 10 günden uzun süredir kırık olan ve hareket etmekte zorlanan Müjgan İlanlu’nun avukatının talebi üzerine cezaevi dışında tedavisine de izin verilmedi.

Masha Amini’nin nezarette öldürülmesine ilişkin çıkan olayların ardından İran’da dört kişi idam edilmiş, en az 500 kişi öldürülmüştü. 109 kişi ise idam cezasıyla karşı karşıya.