Daha birkaç ay önceye kadar Kemal Kılıçdaroğlu‘nun kazanamayacağını ifade eden ve “kazanacak aday” fikri üzerinden bir seçim mühendisliği çabası vardı. Sosyal olayların bu tip mühendislikleri pek takmadığı ve siyasi yorum yaparken ilk önce kalpteki/kafadaki adayı belirlemenin sonrasında ona nedenler bulmanın pek işe yaramadığını gördük. Bu tartışma unutuldu gitti.
Fakat eski moda saçmamız kazanacak adayın yerini şimdi yeni moda saçmamız olan “stratejik oy kullanma” aldı. Bir bölüm arkadaşımız “biz bu işin uzmanıyız!” diyerek sosyal bir olay üzerinde mühendislik hamleleri yapmaya çalışıyorlar. Bu çok ama çok tehlikeli.
Stratejik oy Türkiye‘de iki kere yapıldı ve tuttu. Bir tanesi Kürt Hareketi‘nin bağımsız adaylarla girdiği seçimlerde seçmenlerini çok başarılı şekilde yönlendirmeleri ile tuttu. Tuttu çünkü çok örgütlü ve hakimdiler. İkincisi de HDP‘nin yüzde 10 barajını aşması için insanlar CHP‘den HDP’ye oy akışı oldu ve tuttu. Tuttu çünkü çok geneldi.
Stratejik oy, ne zaman tutar?
Fakat siz ne genel ne de örgütlü değilseniz ve stratejik oy fikrinizi alıcısı belirsiz bir şekilde kamuoyuna sunuyorsanız çuvallarsınız. Hele hele dar seçim bölgelerinde “Şu partiden bu partiye yüzde 0,4 oy kaysa çok iyi olur!” derseniz bu sorumsuzluk olur.
Öncelikle başlangıç verileriniz nedir? Geçen seçimler mi? Kendi anketleriniz mi? Gözlemleriniz mi? Kazanacak aday fikrinde en güvenilir olarak gördüğünüz “paşa gönlünüz” mü? Her ankette hata payı vardır. Bu kadar örgütsüz bir yapıya hata payı içerisinde kalan oy kaymaları tavsiye etmek sorumluluk sahibi bir davranış mıdır? Mesela, olmaz ya hadi oldu, insanlar sizi dikkate aldı ama örgütsüz olduğu için yüzde 0,4 değil de yüzde 6,4 oy kaydı. Ne oldu kurduğunuz sistem? Çöktü değil mi?
Sözün özü eğer Türkiye gibi çok geniş bir coğrafyada yapmıyorsanız ya da seçmene çok hakim şekilde örgütlü değilseniz stratejik oy kullanma diye bir şey olmaz. Olamaz. 81 ilin 81’inde de şansınız yoksa da “Kazanacak adaya oy verin” demeyin. Kendi adaylarınızı da boşa çıkartırsınız. Sosyal olaylara mühendislik yaklaşımı ile müdahale etmeye çalışmanın işe yaramayacağını görmek için kaç kere sözünüzün boşa çıkması gerekiyor? Seçimlerle ilgili tek gerçek var: Barajı geçen her parti aynı sayıda oy ile vekil çıkartıyor. Türkiye İşçi Partisi’nin 90 bin oya bir vekil çıkardığı yerde CHP de 90 bin oya vekil çıkartıyor. 89 bin 999’u kimse “Ama bu CHP!” diyerek 90 bine tamamlamıyor.
Kime oy vermek istiyorsanız ona oy verin. Cumhurbaşkanlığı’nda Kemal Kılıçdaroğlu’na, TBMM‘de ise politikalarıyla, bugünü ve geleceği açıklamasıyla kime yakın görüyorsanız ona. Kısa bir reklamla bitireyim: Yeşiller Partisi‘nin, Yeşil Hareket‘in ve benim fikirlerimi beğeniyorsanız da aday olduğum Türkiye İşçi Partisi‘ne…
2017 yılından bu yana Açık Radyo’da iki haftada bir çarşamba günü yayınlanan Sudan Gelen’de bu haftaki konu, Kanal İstanbul projesiydi. Konuyla ilgili yazdığı tezini anlatmak üzere Ceylin Arslan ile buluştuk ve konuştuk. Açık Radyo’da 12 Mayıs 2023 tarihinde yayınlanan radyo programının metnini Yeşil Gazete okuyucularına sunarız.
*
Akgün İlhan: Merhaba, Sudan Gelen’e hoş geldiniz ben Akgün İlhan. Depremlerin yaşandığı gündemi kapladığı şu günlerde, bir başka afeti Kanal İstanbul projesini konuşacağız bugün. Bu proje, İstanbul’un henüz yoğun yapılaşmaya açılmamış kuzeyinde daha yapılmadan bile büyük değişimlere neden oldu. Tabii Kanal İstanbul projesini, İGA Havalimanı, 3’üncü Köprü ve Kuzey Marmara Otoyolu gibi büyük ölçekli projelerle birlikte düşünmek lazım. Evet, dediğim gibi bugün konumuz, Kanal İstanbul projesi. Konuğumuz ise bu projenin etkilerini araştıran Ceylin Arslan. Ceylin, bize “Ekolojik Antropoloji Üzerine Etnografik Bir İnceleme: Kanal İstanbul Örneği” başlıklı tezinden yola çıkarak gördüklerini yaşadıklarını ve vardığı sonuçları anlatacak. Ceylin, Sudan Gelen’e ve Açık Radyo’ya hoş geldin.
Ceylin Arslan: Hoş bulduk, merhaba.
A.İ.: Sevgili Ceylin, çok güzel bir konuda çok güzel bir tez yazdın. Bu konulara ilgin nereden geliyor? Neden antropoloji okudun? Neden ekolojik antropolojiye merak saldın? Biraz anlatır mısın?
C.A.: Tabi ki… Öncelikle davetiniz için size çok teşekkür ederim. Bu konulara ilgim ne mutlu ki çocukluğumdan geliyor. Aslında benim iki formasyonum var, arkeoloji ve halkbilim. Bu iki bilim dalı da adları farklı olsa da antropolojinin şemsiyesinin altında tabiri caizse. Ve bu yüzden ben evet, özellikle halkbilimde yoğun bir antropoloji eğitimi aldım. Neden okudum? İnsan ve onun yaşamının kendisi olan kültürünü araştırmak, incelemek ve başka dünyalarla buluşmanın yanında insanı bilmekle ya da daha doğru tabirle bilmeye yakın olmakla bir şeylerin değişeceğine inandığım ve deilgi duyduğum bir şey olduğu için yöneldiğim alanlar böyle şekil aldı. Ekolojik antropolojiye merakımın filizlenme aşaması ise çocukluktan feyz aldığım bir şey ama özellikle insanın çevreyle ekonomiden politikaya kadar yansımaları olan bir temelde nasıl bir iletişim kurduğu aklımda soru işareti barındıran bir şeydi. Son yıllarda ise bunu daha da tetikleyen “ekolojik tahribat”ın ciddi oranda artması… Bir parantez olarak “ekoloji mücadelesi”ni bir anlamıyla da popüler kıldı aslında bu tahribatlar. Bunu nereden biliyoruz Karadeniz’deki HES mücadelelerinden, nükleer karşıtı hareketlerden, 3. Köprü ile karayolu inşaatından ve Gezi Direnişi gibi pek çok direniş örneklerinden anlayabiliyoruz. Geri dönersek ekolojik antropoloji de tam da çok yüzeysel bahsetmek gerekirse bu sorularımı ve kaygımı cevaplayanbir disiplin. Nedir ekolojik antropoloji biraz ona bakarsak eğerinsanın iklim, hayvan ve bitki gibi kendi çevresiyle kurduğu karşılıklı etkileşimin etkilediği ekonomik, siyasal vs. gibi alanları içeren kültürel ve çoğaltılabilecek şekilde yansıdığı alanlarla çok boyutlu ve bütüncül ele alınması… Tabi bunu yaparken etkileştiği fiziki coğrafya üzerinde olan biteni herhangi bir sorunsal üzerinden örneğin yerli halkın rızaları dışında kendi yaşam alanlarıyla ilgili alınan kararları siyasal bir farkındalıkla kuramsal olarak inceleyerek sonunda da bir çözüm önerisi sunmak temel hedefi arasında olan bir yaklaşım. Ancak burada belirtmeliyim ki literatürde bu yaklaşım “yeni” ekolojik antropoloji olarak anılsa da süreç birbirine oldukça içkin olduğundan ben bunun çok doğru olduğunu düşünmeyerek doğrudan ekolojik antropoloji olarak kullanılmasını uygun görüyorum kendimce. Bunu da söyleyerek kısaca bu şekilde cevaplayabilirim bu soruyu.
A.İ.: Gelelim tezine, çok güzel bir saha çalışması. Kanal İstanbul projesini çalışma konun olarak neden seçtin? Araştırmanın amacı neydi? Nasıl bir yöntem uyguladın? Ve neden Yeniköy’ü saha olarak seçtin?
C.A.: Arkeoloji ve halkbilim açısından şahsi olarak benim merakımı karşılayan bir alan ama en güçlü yanı akademik camiada sesi duyulamayacak kadar cılız kalması ve benim buna hayret içinde bakarak insani ve de mesleki sorumluluk hissetmem. Çünkü bu 45 km’lik proje güzergâhı nereden bakarsak bakalım yaklaşık 20 milyonluk İstanbul nüfusunun neredeyse akciğeri diyebileceğimiz önemli su havzalarına ev sahipliği yapan ve bu projeyle maalesef ki “yok edilmek istenen ”ekolojik bir koridor. Şayet ki böyle bir şey olursa en başında neyi nasıl yok ettiğimize dönük florası, faunası, jeolojisi, iklimi, toprağı, suyu, hafıza mêkanları, arkeolojik bilgileri ve benzeri tüm kültürel değerleriyle etnografik bir belgelemeyi amaçladım. Sonrasında ise seçtiğim alan özelinde bunları belgeleyerek tüm bu kültürel ekolojik özelliklerin yanında bir de işin daha da detayına inerek gerek sosyal-kültürel gerek ekonomik ya da politik her yönüyle geçmişten bu yana da izini sürebileceğim haliyle çevresel dönüşüme bakmak, irdelemek. Ve son olarak da aslında bu meselenin özneleriyle beraber bir çözüm üretmek. Belki de en can alıcı noktası da bu olsa gerek. Tabi tüm bunları yaparken uyguladığım araştırma yöntemi, etnografik alan araştırması stratejisiydi. Yani gündelik hayatın herhangi bir köşesinde bir rol üstlenerek katılarak gözlem sürecini tatmak, yaşamak ve de görüşme yaptığım her insanı tavrı, tutumu gibi her yanıyla detaylı bir şekilde ele alan derinlemesine görüşme tekniğini kullanarak o anki yaşamın içine dâhil olmaktan ibaret. Ama neden Yeniköy? Yeniköy bir mübadil köyü… Niye seçtim dersem? Hem kanalın Karadeniz’e çıkan noktasında yer alması, Kuzey Marmara Otoyolu ve 3. Havaalanı gibi mega projelerin kesişiminde olması elbette. Bu yüzden de kesinlikle Yeniköy konumu itibariyle proje içerisinde stratejik bir öneme sahip kültürel peyzaj alanı. Dolayısıyla İstanbul’un kuzeyinde yaratılmak istenen “Yenişehir” kurgusunun her bileşenini yakından hissetmesi onu benim açımdan öne çıkardı diyebilirim.
‘Etnograf yolunu kendi kendine bulur, bulmalıdır’
A.İ.: Sahada çalışırken karşılaştığın zorluklar nelerdi? Kadın araştırmacı olmanın avantajları oldu mu senin için? Kısacası sahadaki deneyimin sana neler öğretti sende neler değiştirdi?
C.A.: Bu benim belki de en hoşlandığım soru olabilir, çünkü gerçekten etnografi yapmayı çok seviyorum. Her saha deneyimi başta alana girdiğiniz kişi olarak çıkmadığınız bir deneyim sürecidir. Ben de bu şekilde tez sürecimden ayrıldım ama aslında ayrılmadım. Arada özlüyorum, zaman buldukça gidiyorum. Neler öğretti, ne değiştirdi? Bu, naçizane bir etnograf için önemli bir soru… Evet, etnografi dediğimiz şey bir yanıyla düşünümsel de bir süreçtir. Kadınlık-erkeklik konusunda ise doğrudan bir avantaj ya da dezavantaj çok gözlemlemedim, yaşamadım da. O konuda belli yaklaşımları aşmış bir yerdeydim sanki. Ama zorluk olarak konaklama, barınma ve ulaşım gibi fiziki koşullar nedeniyle çalışma yöntemimi etkileyecek çok zorluklar yaşadım. Süreçte her birisini yoluna koydum yine de. Aslında bu, sürecin benim için başarılı olan yanıydı. Çünkü etnograf yolunu kendi kendine bulur, bulmalıdır. Yani bunu bir kitapta ya da hocanızdan öğrenemezsiniz. İşin tadı da orada sanırım. Bunun yanı sıra alana girmeden alanın “terörize” edilmesiyle ilgili “kopuş”larla karşılaştım. Çok sakınmama rağmen koşulları mümkün olmasa da olabildiğince eşitlemek adına politik bir safla alana girmemeye çalışsam da farkında olmadan burada duvara çarptım -belki de bu alan için aksi imkânsızdı- ama neyse ki bunlara dair sorun yaşamadım. Şansım yâver gitti. Bu açıdan stratejik bir yerde etnografi yapmak beni “politik bir yerde etnografi nasıl yapılır?” gibi metodolojik çalışma konularına itti, belki sonradan kaleme alırım. Fakat tabi kendimce kızdığım bir şey oldu. Çalışma yaptığım için jandarma tarafından gözaltına alınma ihtimalimdi bu. Bu da olmadı ama zihnimi süreçte meşgul etmedi değil. Korktuğum için değil tabii ki. Meşakkatli bir şekilde oluşturduğunuz diyalog sürecinizin ne zaman kesileceğini beklemek, bu düşünceyle görüşme yapmak çok katlanılası bir şey değil bence. Diğer deneyimlerimse daha çok insanın çevreyle sıkı bağ kurarak döngüsel olarak kurduğu yaşama yönelikti. Orada da başka zihin fırtınaları yaşıyordum. Belki hepimizin de yaşadığı son afet olarak depremlerle de birlikte… İnsan-doğa ilişkisini sorgulamakla uğraştım bir müddet. Sonuç ortada etnografinin cilvesi olarak hayatın pürüzünde “siz”den “biz” olmaya vararak çalışmamı noktaladım. Ama zihnim hala konuşuyor. Böyle söyleyebilirim bu soruya karşılık.
A.İ.: Araştırmanın sonunda neler buldun, sonuçlarını bizimle paylaşır mısın? Kanal İstanbul projesi, daha yapılmadan bile yöre halkı üzerinde ne gibi olumsuzluklar yarattı?
C.A.: Burada belki önce şunu söylemeliyim. Geçmişten gelen bir topografik tahribat var Yeniköy’de. Sayıları binlere varan maden ocağı işletmelerinin yarattığı ciddi değişiklikler var. Örneğin irili ufaklı göller gibi. Onun dışında proje gerçekleştiğinde doğrudan köy kalmayacağı için köyün tüm ekosistemi ile beraber içinde yer aldığı havza çok özel biyoçeşitliliğe sahip olan Terkos Gölü’nü de etkiliyor bir yanıyla. Bununla beraber aslında köyde sıkça söylemlerde de rastladığım gibi suyla ilişkili kuyu ve çeşme vb. kültür varlıkları bulunuyor. Ama tabi bugün çok da mümkün değil bu şekilde su temin etmek. Yine de köyün havaalanı yapım sürecinde yok edilen Kulakçayırı denilen alanı olsa da şu an Kambur Ayazması varyine kaybedilecek alanlardan. Dolayısıyla bunun etkisi doğrudan geçim kaynaklarına da yansıyor. Örneğin köyde ağırlıklı olan mandacılığa ve mandalar suyu çok seven hayvanlarolarak onlara ya da bu etki alanında kalan tarım, balıkçılık ve ormancılık benzeri başka ekonomik faaliyetlere… Burada Kuzey Marmara Otoyolu ve 3. Havaalanı yapımını da unutmamak gerekir. Kesinlikle bütünleşik bakmak lazım. Çünkü bu mega projelerle beraber büyük ölçekte tarım ve mera alanları yok olmuş ya da yapım sürecindeki hafriyat nedeniyle zarar görmüş vaziyette. Aynı şekilde uçakların emisyonlarının vermiş olduğu tarımsal verimdeki değişiklik. Meyvelerin tekrar çıkmaması gibi…Hal böyle olunca da ister istemez istihdama da yansıması kaçınılmaz bir yanıyla.
Yerel halk razı değil
Bir başka sonuç ise “imar izni umudu”nun yarattığı bunu güzergâh boyu için söylemekte fayda var; imar beklentisinin yarattığı mevcut durumun geçim sıkıntısı, ekonomik kriz gibi etkenlerle bazı yerel insanların arazisini elden çıkarmasına yol açması bunla birlikte gelen arsa spekülasyonu. Çünkü neredeyse o civarda her emlakçıda “Kanal İstanbul” manzaralı ibaresini görmemiz mümkün. Bunun neden olduğu ise demografik bir değişim. Yani özellikle evlenen genç nüfusun imar yasağından kaynaklı ev bulamayışı bu yüzden şehre ev ya da iş bulma amacıyla göç etmesiyle köyde emekli nüfusun ağır basması sonucunu doğuruyor. Burada belki söylemek lazım bu projelerin de istihdam açısından yerel halka vaadi olsa da halk açısından çok anlamlı bir doygunluğa erişmiyor.
Daha günlük sorunlar ise havaalanıyla ilişkili olarak uçakların yarattığı neredeyse yan yana dahi birbirinizi duyamayacağınız gürültülü bir sesin varlığı ve sürekli telefon, tv gibi teknik kesintilere yol açan koşullar. Ya da kültürel alana yansıyan yönüyle köyde bulunan cami minaresinin kısaltılması gibi temsil ve hafıza mekânlarının zarar görmesi bellek mekânları üzerinden hassasiyet yaratmış maalesef.
Daha da sosyal yaşama inersem belki yerel halk için en can acıtıcı olan vakti zamanında köy mezarlığının kaldırılacak olması ama neyse ki sonradan bu karar tekrar revize ediliyor ve yeşil alan olarak bırakılıyor ÇED’e göre. En az bu kadar üzücü olan başka bir şey ise insanların çocukken birlikte bilye oynadıkları kişilerle yani köylüsüyle komşuluk ilişkilerinin kolektif ilişki ağlarının kopacak kadar yara alması.
Ve tabi çözüm sürecine geçersem müşterek olarak en başta söylemem gerek ki genelleme yapmadan benim görüşme fırsatı yakaladığım kişiler bu projeye razı değil. Ama tabi bu karşı gelişin oluşturduğu bazı sıkıntılar da var. Örneğin herhangi bir toplumsal muhalefet alanı oluştuğunda karşılaşılan yasal yolların tıkalı olmasına dayalı ya da karar alma süreçlerinde dışarıda bırakılmanın yarattığı devletin koruması altında olmamak gibi veya başka örnek olarak çok sık devletin kolluk kuvvetlerini sıkça alana sokmasına benzeyen güçlükler var. Bu belki de başlı başına bir tez konusu olabilir ama medyada temsil sıkıntısı da var ayrıca. Çok sık seslerini duyuramamakla ilgili daha çok kendi imkânlarıyla oluşturmaya çabaladıkları az bir kesimin bu meselenin bu yönüne kulak kabarttığı gerçeği var. Nihayetinde de hala bir belirsizlik var, bu belirsizliğin de yarattığı şeyler aslında şu ana dek söylediklerim ve belki “kanala evet” cevabından dahi daha kötü bir durum olduğunu düşünüyorum ben bu bilinmezlik sürecinin çünkü insan bilmediği şeyden daima tarih boyunca da korkmuştur. Şimdi de böyle… Bu soruyu da böyle açıklamış olayım.
İmar rantına karşı mücadele sürmeli
A.İ.: Peki, seni bulmuşken sormazsam olmaz. Sence bu proje gerçekleştirilecek mi? Köylüler bu konuda ne düşünüyor? Ve tabii son olarak da, Yeniköy’ü ve İstanbul’un çeperinde olan daha pek çok köyü, insanıyla toprağıyla suyuyla birlikte korumak için neler yapılmalı sence?
C.A.: Bu, bence evet önemli bir soru. Bu proje gerçekleşme ihtimali teknik ya da her açıdan başından beri mümkün olmayan bir proje bence, fakat kısmen köylülerin bir kısmı açısından olasılığı vardı. Ama asıl amaç burada bulunan arsaların imara açılarak bir rant yaratma projesiydi. Yani bu durumu belki Kanal İstanbul özelinde tartışıyoruz ama bunu kesinlikle göz ardı etmeden bundan sonraki mücadelenin İstanbul’un kuzeyindeki bu alanların imara açılıp açılmamasıyla alakalı olması gerektiğine inanıyorum. Ve nitekim de imar konusunda görece başarılı oldular. Bu yüzden öncelikle bu proje vaadiyle imara açılan arsalar benzeri uygulamalar ve proje acilen rafa kaldırılmalı ve de bu bölgenin ekoloji dâhil olmak üzere kültürel değerlerini açığa çıkarabilecek çalışmalar yerel yönetimler, sivil toplum kuruluşları ve bölge ya da yerel halkıyla birlikte kolektif bir şekilde ortaya konmalı. Memleketçe de her oluşturulacak politikada her canlıyı içeren ekolojik hassasiyet gösterilmeli ki dünyamızın iyiliğine dönük kalıcı bir sonuç elde edilebilsin diyerek bitireyim.
Pan-insanlığın pan-kapitalizmi, pan-kapitalizmin pan-insanlığı biçimlendirme sürecinin sonunda varılan yer “nicelleştirilmiş benlik”tir. [1]
Ya da artık her birey bir “müşteri”, müşterilerin oluşturduğu her bir toplam da “hedef kitle”dir. –Dikkatinizi çekmek isterim: “Toplum” değil “toplam.”
…
“Hedef kitle”nin salladığı bayrak (= para), dinlediği milli marş (= para sesi), secde ettiği mabet (= banka), içerisinde olmaktan hoşnut kaldığı kurum (= şirket) diğer bütün bayraklardan, milli marşlardan, mabetlerden ve ailelerden çok daha kitlesel, çok daha güçlüdür.
“Toplam”ın önerdiği yaşama biçimi “toplum”un önerdiği yaşama biçiminden daha çekici ve daha yaşanmaya değer hale gelmiştir.
“Toplam”ı oluşturanların ortak paydası ise “ucuz”luktur.
Nitelik ve nicelik birbirlerini dönüştürmüş, belirlemiş ve kitleselleştirmiş ve ucuzlukta anlaşmıştır.
Ucuzluğun normalleşmesi ise bir yeni tufan habercisidir.
“Normallik [ise] ölümdür!” [2]
Nokta!
…
Şu da var: Ucuz ve ucuzluk paranın eşlik etmediği bir sevinci ve sevişmeyi kolay kolay hayal edemez. [3]
Bu yüzden ucuz ve ucuzluğun beslenme kaynağı olan çiftleşme ile sevişme arasındaki fark aynı zamanda bir hayal edebilme farkıdır.
Haysiyetsiz (= özsaygı yoksunu) ile haysiyetli (= özsaygılı), utanmaz ile utanan, adına konuşulan ile adına konuşan, dünya ile yeryüzü arasındaki fark gibi. [4]
*
[1] Esin kaynağı için bkz.: Andreas Bernard’dan aktaran Crary, J.,“Yeryüzü Yakıp Yıkılırken: Dijital Çağdan Kapitalizm-Sonrası Dünyaya”, s. 113.
[2] Adorno, T. W., Minima Moralia: “Sakatlanmış Yaşamdan Yansımalar”, s. 58.
[3] Esin kaynağı için bkz.: Lordon, F., “Kapitalizm, Arzu ve Kölelik: Marx ve Spinoza’nın İşbirliği”, s. 27, 50.
[4] Yeni İnsan Yayınevi tarafından yayımlanacak olan Çok Kalpli Asi adlı deneme kitabından bir bölüm.
İklim Adaleti Koalisyonu, Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD)ve Samandağ Dayanışması‘na üye isimler Maraş merkezli depremlerin ardından ortaya çıkan molozların doğaya gelişigüzel bir şekilde dökülmesine karşı suç duyurusunda bulundu. Ayrıca vatandaşlardan da suç duyurusunda bulunmaları talep edildi. Hakkında şikayetçi olunan isimler arasında Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Murat Kurum‘dan Hatay Belediye Başkanı Lütfü Savaş‘a kadar birçok yönetici bulunuyor:
Ali Fuat Atik – Hatay Koordinatör Valisi
Lütfü Savaş – Hatay Belediye Başkanı
Hüseyin Engin Sarıibrahim – Samandağ Koordinatör Valisi
Refik Eryılmaz – Samandağ Belediye Başkanı
Fatma Şahin – Gaziantep Büyükşehir Belediye Başkanı
Osman Bilgin – Nurdağı Koordinatör Valisi
Yakup Bahar – Nurdağı Belediye Başkanı
Avni Çakır – İslahiye Koordinatör Valisi
Kemal Vural – İslahiye Belediye Başkanı
Aydın Baruş – Kahramanmaraş Koordinatör Valisi
Hayrettin Güngör – Kahramanmaraş Büyükşehir Belediye Başkanı
Bülent Tekbıyıkoğlu – Pazarcık Koordinatör Valisi
İbrahim Yılmazcan – Pazarcık Belediye Başkanı
Kemal Kızılkaya – Elbistan Koordinatör Valisi
Mehmet Gürbüz – Elbistan Belediye Başkanı
Gökmen Çiçek – Adıyaman Koordinatör Valisi
Süleyman Kılınç – Adıyaman Belediye Başkanı
Türker Öksüz – Malatya Koordinatör Valisi
Selahattin Gürkan – Malatya Büyükşehir Belediye Başkanı
Mehmet Kılıç – Doğanşehir Kaymakamı
Durali Zelyurt – Doğanşehir Belediye Başkanı
Ümit Fırat Böçkün – Akçadağ Kaymakamı
Ali Kazgan – Akçadağ Belediye Başkanı
Murat Kurum – Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı
Mehmet Emin Birpınar – Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakan Yardımcısı
Fatma Varank – Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakan Yardımcısı
Mücahit Demirtaş – Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakan Yardımcısı
Hakan Suver – Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakan Yardımcısı
Vedat Bilgin – Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı,
Muhittin Bilge – Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı İş Sağlığı ve Güvenliği Genel Müdürü
6 Şubat 2023 tarihinde meydana gelen 11 ildeki büyük felaketin ardından yıkılan binaların molozlarının yasa dışı dökülmesinin durdurulmasını isteyerek bu yasal olmayan moloz dökümünü gerçekleştirilen tüm illerdeki ilgili yetkililer hakkında toplu suç duyurusunda bulunduk. pic.twitter.com/CZdNxEeXUe
— İklim Adaleti Koalisyonu (@iklimadaleti_k) May 12, 2023
‘Derhal durdurulmalı’
Vatandaşlar moloz dökümünün derhal durdurulması talebinde bulundu. Türk Ceza Kanunu’nun 181, 182, 183. maddelerine ve Zeytinciliğin Islahı ve Yabanilerinin Aşılattırılması Hakkında Kanuna muhalefetten Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulundu.
Aktivistler Çağlayan’da bulunan İstanbul Adliyesi’nde gerçekleştirdikleri suç duyurusunda şu taleplerde bulundu:
“[…] Enkaz kaldırma çalışmalarının ve moloz dökümünün hemen durdurulması, soruşturma sonucu, sayılan şüpheliler ile tespit edilecek başka sorumluların cezalandırılması taleplerimizdir. ”
Eylemlerin ardından suç duyurusu yapıldı
6 Şubat’ta gerçekleşen depremlerden Gaziantep, Adıyaman, Kahramanmaraş, Şanlıurfa, Hatay, Kilis, Osmaniye, Malatya, Adana, Mersin ve Diyarbakır derin bir şekilde etkilenmişti. Bölgede yıkılan binlerce binadan çıkan molozlar, zeytinlik sahalarına, su kaynaklarının yanına ve yerleşim yerlerine yakın mesafelere dökülmüştü.
Bölgede defalarca eylem gerçekleştirilmesine ve vatandaşlar hem can hem de çevre sağlığı açısından moloz döküm alanlarının kapsamlı incelemeler sonucunda seçilmesini ve yaşamı tehdit etmeyecek şekilde yönetilmesini istemişti. Fakat bu alanlarda değişiklik yapılmadı. Bu kapsamda gerçekleştirilen suç duyurusunda yer verilen maddelerden bazıları şöyle:
Elbette enkazlar kaldırılmalı, depremden zarar gören vatandaşlar
bir an önce sağlıklı yaşayabilecekleri konutlara yerleştirilmelidir, ancak ortaya çıkan yüzbinlerce, milyonlarca ton enkazın nereye döküleceği çok büyük bir problem olmuştur.
Bilindiği gibi inşaat atıkları sıradan çöpler değildir. Deprem sonucu oluşan inşaat ve yıkım atığı; içerisindeki asbestli malzemeler, çeşitli tehlikeli atıklar ve kontamine olmuş evsel atıklar, insan ve evcil hayvan cesetleri olduğu düşünüldüğünde deprem sonucu ortaya çıkan molozların kirletici ve zehirleyici özelliği çok fazladır.
Deprem sonrası, binaların yıkılması veya enkaz kaldırma, taşıma ve stoklama sırasında meydana gelen yoğun asbest ve kimyasal tozların yayılması ile karşı karşıya kalınmıştır. Asbest, ısıya, aşınmaya, kimyasal maddelere oldukça dayanıklı, yapısal özellikleri açısından esnek, lifsi yapıda bir mineraldir. Solunması sağlığa zararlıdır, kanserojen bir maddedir.
İnşaat enkazını da kapsayan bu tür atıkların depolanmasının 26.03.2010 tarih ve 27533 sayılı R.G.’de yayınlanan Atıkların Düzenli Depolanmasına Dair Yönetmelik hükümlerine göre yapılması gerekmektedir. Aksi takdirde yağmur suları ile birlikte deprem enkazlarının içerisindeki, kirleticiler ve zehirli atıklar, toprağı ve yeraltı sularını kirleterek kullanılmaz hale getirecektir, çevrede giderilmesi mümkün olmayan hasara yol açacaktır. Deprem molozları asbest içermektedir ve yıkım döküm işleri sırasında lifsi yapıdaki solunabilir asbest tozları yıkım sırasında çevreye yayılmakta, havaya karışmaktadır. Yapıların yıkılması, arama-kurtarma çalışmaları ve yıkıntıların kaldırılması, depremde zarar gören yapıların daha sonra yıkımı sırasında yayılan tozun içinde asbest tozu, lifler ve silis tozundan başka ağır metal ve boya tozları, küf mantarı tozları da bulunmaktadır.
25.01.2013 tarihli Asbestle Çalışmalarda Sağlık ve Güvenlik Önlemleri Hakkında Yönetmelikte; Madde 7’de, “…söküm, yıkım, tamir, bakım ve uzaklaştırma işlerine başlamadan önce, asbest içerebilecek malzeme ve yerlerini belirlemek için tesis, bina, gemi ve benzeri yapı ve sistemlerde inceleme yaparak gereken tedbirler alınır.” hükmü yer almaktadır. Asbestle çalışma yönetmeliğine uygun çalışma yapılmaması nedeniyle asbest tozlarının havaya karışması, geniş çapta kanser ve solunum yolu hastalıkları riski ortaya çıkacaktır. Enkaz depolamada çevre mevzuatı uygulanmadığı için civarda yaşayan halkın, diğer canlıların ve ekosistemin zehirlenme ve hatta yok olma tehlikesi ortaya çıkacaktır.
Deprem bölgesinde, enkaz kaldırma, hasarlı binaların yıkımı, molozların depolanması ve bertarafı işlemlerinde, yukarıda yer verdiğimiz yönetmeliklerle mülki amirlere yüklenen görev ve sorumluluklara uyulması zorunlu iken vali, kaymakam ve belediye başkanları bu görevlerinin hiçbirini yerine getirmemiştir, getirmemektedir.
Yukarıda şüpheliler kısmında görevlerinden dolayı isimlerine yer verdiğimiz şüpheliler ve tespit edilecek diğer tüm şüpheliler, yalnızca zeytinlik alanlarda moloz depolanması sebebi ile değil, tüm depolama alanlarında ve baştan sona tüm enkaz kaldırma faaliyetinde kanun ve yönetmeliklere aykırı hareket etmektedirler. Enkaz molozları, insanların yaşam alanlarının, geçici barınma alanlarının, verimli tarlaların hemen yanına ya da üzerine boşaltılmaktadır. Enkazların yönetmeliklere riayet edilmeden, hiçbir tedbir alınmaksızın kaldırılması, taşınması, ayrıştırılması ve depolanması başından itibaren usulsüz işletilen bir sürece ve başlı başına insanların yaşam hakkına ve çevre hakkına aykırılık teşkil etmektedir.
Ne olmuştu?
6 Şubat depremlerinden en çok etkilenen illerin başında gelen Hatay‘da., Samandağ ilçesinde yerleşim yerlerinin, tarım arazilerinin hemen yanına dökülen enkazlara ilişkin, vatandaşlar tarafından “yaşam nöbeti” başlatılmıştı.
Tüm enkaz kaldırma ve moloz depolama faaliyetleri derhal durdurulsun.
Konuyla ilgili uzmanların enkaz kaldırma ve kalıcı moloz depolama alanlarına yönelik yapılan çalışmaların tüm ekosisteme etkilerini dikkate alarak yapacakları çalışmalar yerel halkın onayına sunulsun. Enkazın ne zaman kaldırılacağına ve nerede depolanacağına Samandağ halkı karar versin.
Kalıcı depolama alanları halkın onayından geçtikten sonra tekrar başlatılacak olan enkaz kaldırma faaliyetlerinde aceleciliğe son verilsin, bilimsel yöntemlerin ve tüm yönetmeliklerin titizlikle uygulanılmasının sağlansın, kuralsız uygulamalar cezalandırılsın.
İmece Ev İşçileri Sendikası, ev işçileri için daha adil ve eşit koşullar sağlamak amacıyla milletvekili adayları ile işbirliği yaptı.
Taahhütname, mobbinge, şiddete, cinselşiddete karşı güvencesiz; işçi cinayetlerinin ve sakatlanmalarının hesabının yargıda sorulamadığı, patriyarkal kapitalizmin en belirginleştiği iş alanlarından biri olan ev işçileri tarafından hazırlandı.
Sendikadan yapılan açıklamada, taahhütnamenin Türkiye‘deki ev işçileri için daha adil ve eşit koşullar sağlamak üzere çalışma sözü veren milletvekili adaylarını desteklemek için hazırlandığı belirtildi.
Sendika, “Milletvekili adaylarımızın bu taahhütleri, Türkiye’deki ev işçilerinin yaşadığı sorunlara dikkat çekmek ve çözüm önerileri sunmak için önemli bir adım olacaktır. Bu taahhütleri yerine getirecek milletvekili adayları, ev işçilerinin haklarının korunması için önemli bir rol oynayacaklardır” ifadelerini kullandı.
Taahhütname, ev işçileri için yasal koruma, adil ücret, yasal sözleşme, örgütlenme hakkı, cinsiyet eşitlikçi politikalar, güvenli çalışma koşulları, güvenli çalışma koşulları, eğitim ve öğretim , iş yükü sınırının yanı sıra deprem, afet ve pandemiye karşı korumaya ilişkin maddeler içeriyor.
Milletvekili adaylarının imzaladığı taahhütname, şu maddelerden oluşuyor:
Yasal koruma
Türkiye’de ev işçileri, 4857 sayılı İş Kanunu kapsamında değillerdir. Ev işçilerinin yüzde 89’u (TUİK) kayıt dışı çalışmaktadır. Bu nedenle, TBMM’de ev işçilerinin İş Kanunu kapsamına dahil edilmesi, ev işçilerine iş güvencesini, sigorta, sağlık hizmetleri, emeklilik hakkı ve diğer sosyal hakları konusunda yasal koruma sağlanması, 10 günden az -10 günden çok çalışma ayrımcılığına son verilmesi gibi haklara ilişkin yasal düzenlemeler yapılması için çalışacağım.
Adil ücret
Ev işçileri, açlık sınırının altında ücret almakta, ILO sözleşmelerine uygun, insana yakışır ücret talep etmektedir. TBMM’nde, göçmen ve yerli tüm ev işçileri için adil bir ücret politikası oluşturulması için çalışacağım.
Yasal sözleşme
Ev işçileri için iş yükü, çalışma saatleri, ücretler, yasal haklar ve işverenin ve işçinin hak ve sorumluluklarını detaylı bir şekilde açıklayan yasal bir sözleşmeye bağlı çalışmaları için politika oluşturulması için çalışacağım.
Örgütlenme hakkı
Ev işçilerinin örgütlenme haklarına saygı gösterilmesi, sendikalaşma önündeki tüm engellerin kaldırılması ve sendikal haklarını korunması için çalışacağım.
Cinsiyet eşitlikçi politikalar
Ev emeği değer üretmektedir, Anayasada ev içi emeğin değerini tanıyacağım, ev emeğinin görünmeyen emek olmasının önüne geçecek cinsiyet eşitlikçi politikalar izleyeceğim.
Güvenli çalışma koşulları
Türkiye’de ev işçileri 6331 sayılı İş Güvenliği Yasası kapsamında değildir. Ev işçilerinin, güvenli ve sağlıklı çalışma koşullarına sahip olmaları, çalıştıkları yerde işçi sağlığı ve iş güvenliği önlemleri, iş cinayetleri, taciz ve mobinge karşı korunması için gerekli yasal düzenlemelerin yapılması için çalışacağım.
Eğitim ve öğretim
Ev işçileri saygı görmek istemektedir. TBMM’de, ev işçilerinin mesleki standartlarının tanımlanması, mesleki yeterliliklerinin geliştirilmesi, eğitim ve öğretim programları oluşturulması için çalışacağım.
İş yükü sınırı
Ev işçilerinin iş yükü, insana yakışır bir düzeyde olmalıdır. TBMM’de, iş yükü sınırının belirlenmesi ve iş yükü sınırı aşılması durumunda ev işçilerine fazla mesai ücreti ödenmesinin sağlaması için yasal düzenlemeler yapılması için çalışacağım.
Deprem, afet ve pandemiye karşı koruma
Ev işçileri deprem, afet ve pandemi gibi felaketlerde sosyal korumaya tabi olması için yasal düzenlemeler yapılacak, sosyal güvence programları oluşturulacak.
İmza veren milletvekili adayları
An itibarıyla söz konusu taahhütnameyi imzalayan milletvekilleri şu şekilde:
Cumhuriyet Halk Partisi Antalya Milletvekili Adayı Nilüfer Deveci
Türkiye İşçi Partisi (TİP) Antalya Milletvekili Adayı Yunus Başaran
TİP Antalya Milletvekili Adayı Ayfer Güneşhan
Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi (Yeşil Sol Parti) İstanbul 1’inci Bölge Milletvekili Adayı Kezban Konukçu
Yeşil Sol Parti Mardin Milletvekili Adayı Saliha Akdeniz
Yeşil Sol Parti İstanbul 2’nci Bölge Milletvekili Adayı Özgül Saki
Yeşil Sol Parti Antalya Milletvekili Adayı Hülya Hasbay
Yeşil Sol Parti İzmir Milletvekili Adayı Burcugül Çubuk
Yeşil Sol Parti İstanbul 1’inci Bölge Milletvekili Adayı Sıla Öztürk
Yeşil Sol Parti Antalya Milletvekili Adayı Kamile Yılmaz
Yeşil Sol Parti Antalya Milletvekili Adayı Zöhre Tetik
Yeşil Sol Parti İstanbul 3’üncü Bölge Milletvekili Adayı Çiçek Otlu
Yeşil Sol Parti İzmir Milletvekili Adayı Abdülmecit Yıldırım
Yeşil Sol Parti Antalya Milletvekili Adayı Canan Çalağan
Yeşil Sol Parti İstanbul 3’üncü Bölge Milletvekili Adayı Çiğdem Kılıçgün Uçar
Yeşil Sol Parti Bursa Milletvekili Adayı Ceylan Erol Erdoğan
Yeşil Sol Parti İstanbul 1’inci Bölge Milletvekili Adayı Dersim Dağ
Yeşil Sol Parti Bursa Milletvekili Adayı Kemalettin Yıldız
Yeşil Sol Parti İstanbul 2’nci Bölge Milletvekili Adayı Menekşe Kızıldere
Yeşil Sol Parti Hatay Milletvekili Adayı Kerem Nalbant
Yeşil Sol Parti Hatay Milletvekili Adayı Şirin Nur Vural
Yeşil Sol Parti İstanbul 2’nci Bölge Milletvekili Adayı Kamile Kandal
Yeşil Sol Parti İzmir Milletvekili Adayı Sebüktay Kaan
HATAY- Demokrat Parti Genel Başkan Yardımcısı İlay Aksoy, Kahramanmaraş merkezli depremin en çok etkilediği bölgelerden olan Hatay’ın Serinyol ilçesinde tiyatro sanatçısı ve dayanışma gönüllüsü Hasan Özgün ile bir araya geldi. Özgün, depremin ardından hükümetin bölgedeki çalışmalarına, yıkılan binalardaki ihmal olup olmadığına kadar Aksoy’un sorularına yanıt verdi.
Acele kamulaştırmayla bir gecede bir köye el konulduğunu aktaran Özgün, “Kaygılı bekleyiş sürerken bu acele kamulaştırılma kararı 14 Nisan’da geldi bir gece yarısı kararnamesi çektiler bize gece yarısı darbesi gibi geldi, depremin gece yarısı bizi vurması gibi geldi. Dürdenek köyüne acele kamulaştırılma kararıyla el konuldu, büyük bir kısmına orada zeytinlikler var bahçelikler var oraya el konuldu” diye konuştu.
Acele kamulaştırmanın yapıldığı bölgedeki hazine arazisine ve birkaç AKP’li ismin sahibi olduğu bölgelere ‘dokunulmadığını’ dile getiren Özgün, şu ifadeleri kullandı:
“Ne ilginç bir tesadüf ki Dürdenek’in üst tarafında 600 dönümlük bir hazine arazisi var dokunulmamış; ne ilginç tesadüf ki Dürdenek’in istimlak edilen bu kısımın hemen üstünde yoğunlukla AKP’li zenginlerin, mesela AKP milletvekili Adem Yeşildal’ın, Antakya belediye başkanının ve birçok AKP’li zenginlerin villaları var, zigzaglar çizilerek o haritada onlar teğet geçilmiş ama orada on yıllardır dişini tırnağına takarak orada çalışan çiftçilerin tarlaları, ahırları evleri zeytinlikleri alınmış durumda.”
‘Hatay’da yapılacak projenin bilgilendirme toplantısı İstanbul’da yapıldı’
Hatay’da yapılması planlanan kentsel dönüşüm hakkında, “Devlet tekelinde bir dönüşüm yapılacak” diyen Özgün, “Öğrendim hükümetin oradaki dönüşüm ve düzenlemelerle ilgili ihale verdiği firma halkı bilgilendirme toplantısı yapmış, İstanbulŞişli’de…” ifadelerini kullandı. Şehirde başlatılacak dönüşüm için de kaygılı olduğunu belirten Özgün, “Bilmediğimiz insanlar Çevre ve Şehircilik‘ten geldiklerini söylüyor, habire ölçümler yapıyor ama halka hiçbir bilgi verilmiyor” dedi.
Hatay’da başlatılan kentsel dönüşümdeki sorunları da paylaşan Özgün, “Orada bir tek daire veriliyor, isterse 20 dairesi olsun böyle bir sıkıntı var” diyerek Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Murat Kurum‘un “Antakya’yı cazibe merkezi yapacağız, kusura bakmayın belki herkese ev çıkamayacaktır” dediğini aktararak ve şu ifadeleri kullandı: “Şimdi devlet orada her şeyi yasakladı. Devlet tekelinde bir dönüşüm yapılacak bu dönüşüm nasıl neye göre yapılacak mülkiyet hakları korunacak mı?”
‘Şu anda bu şehir öldürülmeye çalışılıyor’
Demokrat Parti Genel Başkan Yardımcısı İlay Aksoy ile sanatçı Hasan Özgün’ün söyleşisinden öne çıkanlar şöyle:
Aksoy: Ben size direkt bir soruyla başlamak istiyorum, siz çok büyük bir felaket çok büyük bir acı yaşadınız ama sonradan da ihmaller dizisinde o felaketi bir parça yaşamaya devam ediyorsunuz. Sahipsiz hissediyor musunuz kendinizi?
Özgün: Bu kent sahipsiz bırakıldı, evet bu coğrafya sahipsiz bırakıldı; bu halkın kendisi sahipsiz bırakıldı. Ancak belli bir noktadan sonra, yakınmak ve birilerinin bir şey yapmasını beklemek yerine kendi sorunlarımızı çözme noktasında irade olmaya çalışıyoruz. Kendi sorunlarımızın sahibiyiz, kendi çözümlerimizin de tek sahibi biz olacağız. Her şey üst üste geldiği için acılarımızı yaşayamadık, yaşayamıyoruz. O açıdan bunları çok fazla düşünecek vaktimiz olmadı. Hasbelkader ölmedik depremin altından çıktık veya enkazın dışında kaldık ama şu anda bu şehir öldürülmeye çalışılıyor, şehir topyekûn bir saldırı altında, ayakta kalmaya çalışıyoruz. Her gün yeniden ayakta kalma çabasında olduğumuz için samimi olayım; sizin sorduğunuz soruya objektif cevap veremiyorum.
‘Hasar tespit çalışmaları yapıldı; neye göre yapıldı bilmiyoruz’
Aksoy:Bu mülkiyet sorunlarını biraz anlatabilir misiniz? Burada 4 katlı bir evi olan bahçeli olan birisi evini yaptırabilecek mi normal bir hayata nasıl dönecek, size neler anlatıyor hükümet burada?
Özgün: Hiçbir şey anlatılmıyor. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın ya da valinin ya da hükümetin; devletin hiçbir makamının halka verdiği hiçbir bilgi yok. Avukatlarla halkı bilgilendirme toplantıları yapıyoruz, bütün toplantılara avukatlar şöyle giriyor: “Arkadaşlar şu an anlatacağımız bilgiler geçici olabilir, her an değişebilir, çünkü biz de bilmiyoruz. Her an bir kararnameyle her şey değişebilir, hiçbir şey şeffaf değil.” Mesela rezerv konut alanlarından bahsediliyor; bu ne demek, nereye kurulacak, ne kadar kurulacak, nasıl kurulacak, hangi kriterlerde kurulacak bilmiyoruz. Hasar tespit çalışmaları yapıldı, neye göre yapıldı bilmiyoruz. Çoğu yerde onlarca o kadar çok başvuru geldi ki bize. Görevliler geliyor, dışarıdan bakıyor, hasar tespit yapılıyor, devlete giriyor. E-devlette orta hasarlı ve ağır hasarlı, hafif asarlı bir bina ikinci ekip gelmeksizin ağır hasarlıya dönüşmüş. Burada kriterler ne bilmiyoruz.
‘Devlet tekelinde bir dönüşüm yapılacak’
Aksoy:Ağır hasarlılar Dask sigortasından dolayı ödeme almaya başladılar mı?
Özgün: Şu an henüz ödemeler yapılmadı. Şimdi mesela soruyoruz ne olacak ağır hasarlılara bir konut verilecek mülkiyet ortaklığı var. Apartmanda bir insan bütün çocuklarına ev yapmış ama daireler tek kapı. Orada bir tek daire veriliyor, isterse 20 dairesi olsun böyle bir sıkıntı var. Çevre ve Şehircilik Bakanı “Antakya’yı cazibe merkezi yapacağız, belki herkese ev çıkamayacaktır kusura bakmayın ama cazibe merkezi yapacağız” dedi. Bunun haricinde tarihi Antakya bölgesi riskli bölge ilan edildi. Şimdi devlet orada her şeyi yasakladı. Devlet tekelinde bir dönüşüm yapılacak; bu dönüşüm nasıl, neye göre yapılacak, mülkiyet hakları korunacak mı? Her şeyden önemlisi, oradaki tarihi Antakya’nın bir kimliği var, o kimlik korunacak mı? Bize yapılan tek bir açıklama var: “Antakya cazibe merkezi olacak.” Başka bir şey daha öğrendim hükümetin oradaki dönüşüm ve düzenlemelerle ilgili ihale verdiği firma halkı bilgilendirme toplantısı yapmış, İstanbul Şişli’de…
‘Kaygılanıyoruz’
Aksoy: Hangi şirketler bunlar?
Özgün:Bünyamin Erman var, GYODER var, özellikle bu şehir merkeziyle ilgili bildiğimiz malum meşhur şirketler hızlı bir şekilde Antakya’nın toplu konut ihalelerini almışlar, hazırlık yapıyorlar. Burada şimdi yeni bir sorunla karşı karşıyayız; istimlaklar, acele kamulaştırmalar… Depremin ikinci haftasından itibaren…
Bengüllü–Orhanlı taraflarından Serinyol’a kadar olan bölgenin TOKİ rezerv alanı yapılacağına dair söylentinin yavaş yavaş gerçek olacağını görüyor, kaygılanıyor, takip ediyoruz. Neden bundan kaygılanıyoruz: Birincisi; bütün bu bölgelerde Çevre ve Şehircilik’ten geldiğini söyleyen bilmediğimiz insanlar habire ölçümler yapıyor ama halka hiçbir bilgi verilmiyor. Dronelar uçuyor, ölçümler yapılıyor, şimdi zemin çalışmaları yapılıyor, burada istimlakların başlayacağı söyleniyor; hatta el altından sızdırılan haritalar geziyor.
‘Dürdenek Köyü’ne acele kamulaştırma kararıyla el konuldu’
Ve bu kaygılı bekleyiş sürerken bu acele kamulaştırılma kararı 14 Nisan’da geldi bir gece yarısı kararnamesi çektiler, bize gece yarısı darbesi gibi geldi, depremin gece yarısı bizi vurması gibi geldi. Dürdenek köyüne acele kamulaştırılma kararıyla el konuldu. Orada zeytinlikler var, bahçelikler var, oraya el konuldu. Ama ne ilginç bir tesadüf ki Dürdenek’in üst tarafında 600 dönümlük bir hazine arazisi var; dokunulmamış. Ne ilginç tesadüf ki Dürdenek’in istimlak edilen bu kısımın hemen üstünde yoğunlukla AKP’li zenginlerin, mesela AKP milletvekili Adem Yeşildal’ın, mesela Antakya belediye başkanının ve birçok AKP’li zenginlerin villaları var, zigzaglar çizilerek o haritada onlar teğet geçilmiş ama orada on yıllardır dişini tırnağına takarak orada çalışan çiftçilerin tarlaları, ahırları evleri zeytinlikleri alınmış durumda.
‘Devlet el koyuyor sonra süreç işliyor’
Tabi şimdi köylüler buna izin vermiyor. Hem hukuksal olarak itiraz ettiler, hem de direniyorlar. Eğer ki bu gerçekleşirse, sadece Dürderen köyünde, köylülerin bize verdiği bilgilere göre 4 bine yakın zeytin ağacı kesilecek. Ardından Dikmece var, Dikmece’de bunun birkaç misli zeytinlik yok olacak. Ardından Karaali köyü var, ardından Alanzi var, ardından Üçgedik var, ardından Anayazı var, ardından Serinyol var. Ardından şimdi yeni aldığımız bir bilgi Orhanlı ve Toygarlı tarafından yine bu şekilde acele kamulaştırma ve istimlak süreci başlamış. Oralarda şimdi hızlıca kepçeler girmiş. Şantiye alanı oluşturmaya başlıyorlar. Seçimden önce henüz enkazlar kaldırılmamışken inanılmaz bir hızla kepçeler girmiş şantiye alanları oluşturuyor. Orada istimlak edilen yerlerde acele kamulaştırmayla şöyle oluyor; devlet el koyuyor sonra süreç işliyor.”
Kahramanmaraş merkezli depremlerin ardından, bölgedeki depremzedelerin çadır ihtiyacını ‘bedelsiz’ sağlaması gerekirken, deposundaki çadırları depremin ilk haftasında Ahbap Derneği ve Türk Eczacıları Birliği’ne sattığı ortaya çıktıktan sonra eleştirilerin odağı olan Kızılay Başkanı Kerem Kınık, Türk Kızılay Genel Başkanlığı görevinden istifa etti.
Kızılay Yönetim Kurulu bugün olağanüstü toplanarak oy birliği ile genel kurula gitme kararı aldı.
Kınık, Twitter hesabındaki Kızılay Genel Başkanı ifadesini ise Kızılay gönüllüsü olarak güncelledi.
İstifa haberleri sonrası sosyal medya hesabından açıklama yapan Kınık, “Rabbim! Gireceğim yere dürüstlükle girmemi; çıkacağım yerden de dürüstlükle çıkmamı sağla! Bana tarafından yardım edici bir güç ver! İsra 80” ifadelerini kullandı.
Bir süredir iktidar kanadından isimlerin de eleştirdiği Kınık için son açıklama dün akşam Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan‘dan gelmişti.
Erdoğan, “Bu konu beni de ciddi manada üzmüştür. Kızılay böyle bir çadır satma işine giremez. Süratle bu yanlışı düzeltmesi gerekir. Kızılay’ın çadır dendiği zaman en küçük bir sıkıntısı olmaması gerekirdi” demişti.
TBMMDeprem Araştırma Komisyonu’nda geçtiğimiz mart ayında savunma yapan Kınık, istifa edip etmeyeceği konusundaki sorulara “Kızılay Başkanı istifa ettiğinde tüzük gereği genel kurula gidilmesi gerekir. Kızılay’ın idari işleri durur ve kaotik bir durum oluşur” yanıtını vermişti. AHBAP derneğine yapılan çadır satışına ilişkin haberinin olmadığını iddia eden Kınık, şunları söylemişti:
“Vatandaşın bağışı ile satılan bir çadır yok. Vatandaşa yönelik bir ticari satış olmamıştır olamaz. Çadır satışından benim de AHBAP Derneği Başkanı’nın da haberi yoktu. Bana sorsalardı AHBAP’a göndermeyin derdim. Haberimiz olsaydı vermezdik çünkü dünyanın pek çok yerinde çadır bakıyorduk, kendi lojistiğimizle o çadırları bölgeye götürürdük.”
Kahramanmaraş merkezli depremlerin ardından, Kızılay’ın deposundaki çadırları depremin ilk haftasında AHBAP Derneği’ne sattığı ortaya çıkmıştı. Yoğunlaşan tepkilerin ardından “Seçilmiş bir isim olarak görev yapıyorum. Ortaya böyle bir başarı konulmuşken goygoycuların lafı ile hareket etmem” diyerek istifa etmeyeceğini açıklayan Kızılay Başkanı Kerem Kınık, sosyal medyasından kendi fotoğrafını paylaşarak “Yarışmayan bir insanı yenemezsin” demişti.
14 Mayıs’ta düzenlenecek Cumhurbaşkanlığı ve Parlamento seçimlerine giden yolda, seçim sürecine odaklandığımız video dizisinin yirmi ikinci konuğu, Antakyalı depremzede ve Hatay‘ın kültüründen etkilenerek arkeolog olan Mert Aslanyürek. Aslanyürek, seçime birkaç gün kala sorularımızı yanıtladı.
*
Sizi tanıyabilir miyiz?
Ben Mert Aslanyürek, Antakyalıyım. Burada doğdum. Burada büyüdüm. Burada okudum depreme kadar burada yüksek lisans yapıyordum, arkeoloğum. Aslında biraz Antakya‘nın tarihinden etkilenip arkeolog olmaya karar vermiştim. Depremden sonra tezimi dondurmam gerekti. Gönüllü faaliyetlere katıldım depremden sonra. Hala Antakya’dayım. Burada yaşıyorum.
Kayıplarınız var mı, nasıl etkilendiniz?
Birinci dereceden bir akrabam ölmedi, mahallem kısmen daha az etkilenmiş mahallelerden biri. Fakat yine mahallede yıkımlar var. Enkaz altında çocukluk arkadaşlarım, komşularım kaldı. Ancak Antakyalı olup da Hataylı olup da bir tanıdığını, bir yakınını, bir sevdiğini kaybetmeyen insan yok diyebiliriz: Yakın akrabalarını kaybetmediği zaman insanlar biraz daha ayakta durabildiler.
Ailemin evi az hasarlı çadırda kalıyorduk, yeni yeni evi kullanmaya başladık. Ama tabii akşamları yani gece yatarken falan filan yine tedirgin oluyorlar, özellikle annem ve babam.
‘Parası olan konteyner edinebiliyor’
Parası olan konteyner edinebiliyor, özel bağışlarla veya özel sivil toplum örgütlerinin, kimi siyasi partilerin veyahut kimi derneklerin kuruluşların desteği çok. AFAD ve Kızılay üzerinden konteyner almak daha zor. Konteyner kentler ve çadır kentlerde insanlarla bir arada, sıkışık yaşamak istemiyor, kendi mahallesini, kendi evinin bahçesini tercih ediyor.
Antakya seçim havasını nasıl yaşıyor?
Antakya için önceki seçimlere nazaran yani bütün siyasi partileri katarak söylüyorum, propagandada çoğunluk daha dikkatli, müzik kullanılmıyor, büyük fiziki buluşmalar genelde olmuyor. Çoğu bina yıkıldığı için eskiden sık sık görülen, her mahallede her partinin seçim bürosunun olduğu görüntü yok. Zaten çoğu siyasi partinin il binaları da yıkıldı, hasarlı. Siyasi partiler konteynerlerde faaliyet gösteriyor şu an ama işte kimi billboard gibi reklam tabelalarında, kimi bölgelerde bazı siyasi partiler faaliyetlerini sürdürüyor.
Buruk bir hava var, merkezinde depremin olduğu bir seçim ve propaganda süreci var. Birçok siyasi parti de burada miting yapmama kararı almıştı zaten.
Evleri yıkılan, işyerleri yıkılan, işsiz kalan, yakınlarını kaybeden insanların beklentisi bu seçimden sonra bu sorunların, bu sorunların cevaplarının nasıl olacağı…
Antakya’da seçmen sayısının ne kadar olduğu hakkında bilginiz var mı?
İnsanların şaşırdığı bir bilgi aslında ama son 2018 seçimlerinden bugüne Hatay’da seçmen sayısında bir artış var. Çok küçük bir artış bu, 10-15 bin civarında. Bu artışın sebebi şu aslında: Göç eden vatandaşların önemli bir kısmı göç ettikleri yerlere, ikametlerini taşımadılar, ölen vatandaşlar da oldu.
Fakat Türkiye’de nüfusun artış trendini hesaba katarak ilk defa oy kullanacak seçmenle birlikte, bu sayı dengelenmiş oldu aslında. Hatay’da 15 ilçe var, bu 15 ilçeden yanlış bilmiyorsam sadece Antakya ve Kırıkhan‘da seçmen sayısında düşüş var ama gözle görülür büyük bir düşüş değil. Ama buradaki beklenti şu: belli ki göç eden vatandaşlar ya seçimde geri dönmek üzere ya da göç ettikleri bölgelerde ikametgahlarını aldıkları zaman buradaki depremzede olmaktan kaynaklanan haklarını kaybedeceklerini düşündüğünden de olabilir; genel fikir bu seçmenlerin çoğunun ya da hatırı sayılır bir kısmının seçimde dönemeyeceği. Gerçi siyasi partilerin, belediyelerin, farklı sivil toplum kuruluşlarının hareketli seçmen komisyonlarının önceki seçimlere göre daha aktif çalıştığını görüyoruz.
Özellikle deprem bölgesine ekstra bir seçmen taşıma yani geri dönüşlerin organizasyonu sağlanmaya çalışılıyor ama elbette ki depremden sonra buradan giden vatandaşlar için geri dönüşler zor. Gittikleri yerlerde kurulu bir düzene girmiş olabilirler, iş bulmuş olabilirler, çalışıyor olabilirler.
Yıkılmış ve önemli bir kısmının molozunun da kaldırıldığı kentlerine tekrar geri dönmek, psikolojik olarak zor olabilir. O yüzden göç eden seçmenlerin kimse öngöremiyor henüz ama önemli bir kısmının dönemeyeceği gibi bir kanı, bir fikir var. Ayrıca seçim için gelmek isteyenler burada konaklama sorunu yaşayacaklar. Yani bir günlüğüne de olsa, iki günlüğüne de olsa konaklayacakları yer sorunu var.
Devlet tarafından bilgilendirildiniz mi? Nerelerde oy kullanacaksınız? Nasıl kullanacaksınız?
Sahada aktif bir bilgilendirme süreci olmadı. YSK Başkanı’nın [Ahmet Yener] açıklamalarını sosyal medyadan gördüm. Ama elbette kimi insanların enkaz altında telefonları kaldı. Kimi insanların internete erişimi yok. Kimi bölgelerde internet çekmiyor.
İnsanlar yavaş yavaş muhtarlardan öğrendi, seçmen kağıtları geldi çünkü. Ama elbette şöyle bir durum var: Şehirler arası göçün yanı sıra bir iç göç de var. Kent merkezinde evi hasar gören, köyü olan veya köyde herhangi bir tanıdığı olanlar farklı mahallelere, farklı ilçelere de göç etmiş oldu. Örneğin Armutlu mahallesi şu an aklıma ilk gelen. Neredeyse hiçbir binanın ayakta kalmadığı bir mahalle, okullar dahil. Orada nerede sandık kurulacağını ben şahsen bilmiyorum.
‘Oy kullanacak bir bina yok’
Armutlu gibi belki de 10 tane mahalle sayabiliriz. Oy kullanacak bir bina yok, tarif edebileceğimiz yerler bile olmuyor. Şuranın önünde oy kullanacak diyebileceğimiz bir yerin bile olmadığı mahalleler var maalesef. O yüzden katılımın önemli ölçüde etkileneceğini, düşeceğini düşünüyorum açıkçası.
Kendi aranızda konuşurken seçime dair beklentiler dile geliyor mu?
İnsanlar umutlarını seçimin sonucuna bağlamış durumda. Şu bile olabilir: Biz bu kentte kaldık, vazgeçmedik, terk etmedik ama seçim olumsuz sonuçlanırsa, mevcut hükümet tekrar kazanırsa sanki artık insanlar kentlerinden de umudu kesecekmiş gibi.
Açıkçası AKP‘yle devam edilen bir süreçte bu kenti yeniden aslına uygun, demografik yapısı değişmeden, kültürel dokusuna zarar verilmeden yeniden inşa edileceğine olan inanç çok az. Antakyalıların önemli bir kısmı şunu düşünüyor. Eğer Antakya’yı yeniden inşa etmek istiyorsak eski güzel kentimizi kurmak istiyorsak politik alanda bir şeylerin değişmesi gerekiyor. Öbür türlü işimiz gerçekten çok zor.
Endişe: Şehir dışına göç etmiş vatandaşların yerine oy kullanmalar olur mu?
Depremde hayatını kaybeden insanların yerine oy kullanılacağı kaygısı var mı?
İlk listeler açıklandıktan sonra itiraz süreçleri oldu. Listelerin son halinde hayatını kaybeden vatandaşların büyük çoğunluğu, neredeyse hepsi listelerden düşürülmüş olduğu gözlemlendi. Ama şu anki korku ondan ziyade; seçim günü, şehir dışına göç etmiş vatandaşların yerine oy kullanmalar olur mu? Bunun takibi çok zor olabilir. Bununla ilgili büyük bir çekince var. Bir de deprem bölgesi olduğu için, dışarıdan gelen birçok kamu veya STK görevlisi var. Bunların bir kısmı burada oy kullanacak. Özellikle kamu görevlileri 142 No’lu belgeyle herhangi bir sandıkta oy kullanabiliyor. Ama bu belgeyi bir kere kullanabilmeleri lazım. Belgeyi kullandığı sandığa teslim etmesi gerekiyor bu memurların. Ama bununla ilgili de bir çekince var.
Seçim güvenliğiyle ilgili ekstra bir korku var. Çünkü bu bununla ilgili kötü karnesi olan bir iktidar var. Fakat ekstra artmış durumda bu tedirginlikler. Mesela eskiden sandıklar kapalı spor salonuna taşınırdı, şu an nereye taşınacak bilmiyoruz, çünkü kapalı spor salonu yıkıldı, enkazı bile kaldırıldı.
Depremzedeler olarak muhalefet partilerinden seçim güvenliğine dair beklentiniz nedir?
Bildiğim kadarıyla [Türkiye Barolar Birliği] Baro’nun özellikle büyük bir hazırlığı var ve zaten baroya itirazlar noktasında çok büyük iş düşüyor. Her vatandaşın oyunu savunmak için önemli. Oy ve Ötesi gibi kuruluşlar varlığını sürdürüyor ama yeterli mi bilemiyorum. İYİ Parti’nin Hatay genelinde bir gücü yok açıkçası. AKP dışında her sandıkta görevlisi olabilecek tek parti CHP olabilir. Yeşil Sol Parti seçime ilk defa girdiği için sandık kurulu görevi alamıyor, müşahit çalışması var sadece. Yani bir gerilim var. O yüzden insanlar hem kendileri oylarına sahip çıkmak istiyor hem de oy verdiği partilerin irademize sahip çıkmasını da bekliyoruz bir yandan.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, sosyal medya hesabı Twitter‘dan yaptığı paylaşımda, seçimlere ilişkin yaptığı açıklamada seçim gününe yönelik 15 Temmuz darbe girişimi benzetmesinde bulundu.
Cumhur İttifakı‘nın cumhurbaşkanı adayı Erdoğan, seçim günü için “Hangi saldırılarla karşılaşırsak karşılaşalım, milletin iradesine ve demokrasimize gölge düşürmeyiz. Gerektiğinde 15 Temmuz gecesi olduğu gibi, hayatımız pahasına istiklâl ve istikbalimize sahip çıkarız” ifadelerini kullandı.
Erdoğan’ın açıklamasında ilgili bölüm şöyle:
“Bizim sevgimiz de mücadelemiz de aziz milletimiz içindir. Biz kendi adımıza kimseyle kavga etmeyiz, milletimiz söz konusu olduğunda da kimseyi tanımayız. Canımızı dişimize takarak, sevdalısı olduğumuz milletimiz için koşturmayı görev biliriz. Sadece proje geliştirir, eser üretir, gönül siyaseti, gönülleri kazanma siyaseti yaparız. Önümüze hangi tuzak kurulursa kurulsun, ülkemize hizmet etmekten vazgeçmeyiz. Yatırımlarla ülkemizi ve şehirlerimizi, yani ekmeğimizi büyütmekten geri durmayız. Hangi saldırılarla karşılaşırsak karşılaşalım, milletin iradesine ve demokrasimize gölge düşürmeyiz. Gerektiğinde 15 Temmuz gecesi olduğu gibi, hayatımız pahasına istiklâl ve istikbalimize sahip çıkarız. Çünkü biz, mensubu ve hizmetkârı olmaktan şeref duyduğumuz bu millet için varız.”
Bizim sevgimiz de mücadelemiz de aziz milletimiz içindir. Biz kendi adımıza kimseyle kavga etmeyiz, milletimiz söz konusu olduğunda da kimseyi tanımayız.
Canımızı dişimize takarak, sevdalısı olduğumuz milletimiz için koşturmayı görev biliriz.… pic.twitter.com/ZimhlkLQDy
Bakan Soylu da seçimi ‘darbe girişimi’ olarak nitelemişti
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu da seçimleri “darbe girişimi” olarak nitelemişti. Soylu, geçen ay yaptığı o konuşmasında şu ifadeleri kullanmıştı:
“15 Temmuz 2016’daki darbe girişimi, halkın sokağa dökülmesi karşısında başarısız oldu. 15 Temmuz onların fiili darbe girişimiydi. 14 Mayıs da siyasi darbe girişimleridir. Bu kadar açık ve nettir. 14 Mayıs 2023, Batı’nın siyasi darbe girişimidir. Türkiye‘yi tasfiye etmeye yönelik hazırlıkların 14 Mayıs’ta her birini bir araya getirerek oluşturulabilecek darbe girişimidir. Bunu ben söylemedim. Bunu bugün Amerika‘nın başındaki zat yıllar önce söyledi. Yıllar önce denedikleri bütün yöntemler berhava olunca (boşa çıkınca) ancak böyle bir yöntemle Türkiye’yi ele geçirebileceklerini ifade ettiler.”
Devlet medyası, Rusya‘nın Ural Dağları’ndaki orman yangınlarında en az 21 kişinin hayatını kaybettiğini açıkladı.
Ural Dağları’nın Kurgan bölgesinde ve Sibirya‘da tüm hafta boyunca devam eden orman yangınları şiddetini artırdı. Yerel basın, ölenlerin çoğunun evlerinden çıkamayan yaşlı insanlar olduğunu bildirdi. Yerel makamlara göre, ölümlerin çoğu pazar günü Urallar ve Sibirya arasındaki sınırda yer alan Kurgan vilayetinin Yuldus köyünde meydana geldi.
Batı Sibirya’nın Tyumen eyaletinde bir kişi yangına müdahale etmeye çalışırken yaşamını kaybetti.
Bölgesel acil servis yetkilileri, ölü sayısının yükselebileceğini söyledi. Beş binden fazla binanın yandığı Kurgan vilayetinde olağanüstü hal ilan edildi. Yangınlar ayrıca Sverdlovsk ilinde ve Sibirya’nın Omsk ve Tyumen eyaletlerinde binlerce hektarlık alanı küle çevirdi.
Çelyabinsk’te onlarca ev orman yangınları nedeniyle küle döndü. Fotoğraf: EPA
Rusya’nın Acil Durumlar Bakanı Aleksandr Kurenkov, pazartesi günü Kurgan eyaletine yaptığı ziyarette, yerleşim yerlerinin artık alevler nedeniyle risk altında olmadığını aktardı. Ancak yerel basın, salı günü Sverdlovsk ve Tyumen’in yanı sıra Kurgan’da da yangınların devam ettiğini açıkladı.
Grafik, Rusya ve Kanada’nın büyük bölümünü kaplayan dumanları gösteriyor. Kaynak: Copernicus Atmosfer İzleme Servisi. Grafik: The Guardian
‘İklim krizi orman yangını riskini artırıyor’
Avrupa Birliği‘nin Copernicus Atmosfer İzleme Servisi (CAMS), verilerinin “Rusya’nın Çelyabinsk bölgesinden Omsk ve Novosibirsk bölgeleriden, uzak doğudaki Primorye‘ye kadar uzanan bir bantta süren aktif yangınların Kazakistan ve Moğolistan‘ı da etkilediğini” gösterdiğini söyledi.
CAMS’ın kıdemli bir bilim insanlarından Mark Parrington şunları kaydetti:
“Mevcut yangınların ölçeği ve yoğunluğu, normalden daha kurak geçen birkaç haftanın ardından yangın riskinin arttığını yansıtıyor. Kuzey ormanlarının bahar dönemlerinde orman yangınları görülmesi sıradışı bir durum değildir ve geçmişte yılın bu zamanlarında hem Kanada‘da hem de Avrasya‘da yangınlar meydana geldiğini görmüştük. Öte yandan, kuzey yangın mevsiminin zirveye ulaşmaya başladığı yaz mevsimine yaklaşırken bu koşulları izlemeye devam edeceğiz.”
İklim krizi ve orman yangınları arasındaki bağlantı karmaşık olsa da, Swansea Üniversitesi‘nde orman yangını araştırmaları yapan Dr. Cristina Santin‘in de aralarında bulunduğu birçok bilim insanı, artan sıcaklıklar nedeniyle bitki örtüsünün kuruduğunu ve bunun da şiddetli yangın riskini artırdığına işaret ediyor.
Yangınlar, Yakutsk kenti üzerinde de yoğun dumana yol açtı. Fotoğraf: Vadim Skryabin / TASS
Ne olmuştu?
Son yıllarda Rusya, uzmanların olağandışı kurak yazlar ve yüksek sıcaklıklara atfettikler, çarpıcı ölçüde geniş ölçekli orman yangınlarına sahne olmuştu.
Greenpeace verilerine göre, 2021 yılında dünyada etkili olan orman yangınları,ilk uydu takibinin başlamasından bu yana rekor kırarak 18,16 milyon hektarın üzerinde alanı küle çevirmişti.
O yıl Sibirya’yı kasıp kavuran yangınlar, Yunanistan, Türkiye, İtalya, ABD ve Kanada‘daki yangınların toplamından daha büyüktü.
Geçen yıl, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, yetkilileri orman yangınlarını önlemek için daha güçlü adımlar atmaya ve alevlerle mücadelede resmi kurumlar arasındaki koordinasyonu artırmaya çağırmıştı.