Ana Sayfa Blog Sayfa 410

Seküler Tanrı olarak para

Para, pan-insanlığın pan-kapitalizmi, pan-kapitalizmin pan-insanlığı biçimlendirme ve belirlemesinin sonunda ulaşılan son nokta olan pasif piyasa toplamının ortak temsilidir. Para, uzun yolculuğuna insan olarak başlayan bir canlı türünün kendisini kendisinin müşterileştirmesinin, ucuzlaştırmasının ve fiyatlandırmasının inkâr edilemez ifadesidir.

Müşterileşmeye, müşterileşmeyi bir hayat tarzı olarak benimsemeye, müşterileşme üzerinden bir araya gelmeye yönelik bütün sorunların çözümü iki sözcüğe indirgenmiştir artık: Kaç para? Hiyerarşik toplamları karakterize eden emir cümlesi ise bu soruya eşlik etmek için hemen yanı başında beklemektedir: Paran kadar konuş!

Öncesi ve sonrası olmayan…

Para, karaktersiz, tarafsız ve kalpsizdir. Cellat, katil, fahişe, rüşvet veren ve alan, yankesici, yargıç, gardiyan, politikacı, banker ve şairin eli hep aynı paraya değer. Para bütün değerleri ve değersizlikleri kendisinde eşitler. Para, değerini kendisi üreten tek nesnedir. Para, kredi kartı biçimini alarak hem tüm devletli toplumsallıkları kendi oluşturduğu toplama dahil eder hem de devasa bir örgütlenmeyle hayatın hemen her alanına hemen her yerde hemen her an nüfuz eder.

Paranın öncesi ve sonrası da yoktur. Para, kendisinde başlar ve biter. “Para, Dünya’nın seküler Tanrı’sıdır.” Para, niceliksel benliklerin ortak paydasıdır. Para, toplamı oluşturan, toplama hükmeden, toplama boyun eğdiren ve toplamın bu durumdan haz duymasını sağlayandır. Para, alan, satan ve kiralayandır. Para, tapma ve tapınılma ilişkisini inşa eden insanın kendi kazdığı lağım çukuruna bilerek, isteyerek düşmesi ve bu durumu kutlayarak kabul etmesinin aracıdır. Para, kendi ürettiği nesneye kendisi taptığı için insanın kendisine ihanet etmesinin en etkin sembolik ifadesidir:

“Ne var ki, her türlü nitelikten ve aslında niteliksel olarak belirlenmiş bir kişilikten yoksun olan para, bir kişilikten diğerine herhangi bir içsel direniş olmaksızın geçer, öyle ki ona uygun olan ilişkiler ve durumlar kolayca ve yeterli biçimde her türlü değişime uyarlanabilir.” [1] [2]

*

[1] Simmel, G., Paranın Felsefesi, s. 82, 218, 253, 325.
[2] Yeni İnsan Yayınevi tarafından yayımlanacak olan Çok Kalpli Asi adlı deneme kitabından bir bölüm.

 

 

Havadaki DNA, türlerin durumunu ortaya koyuyor

Yazan: Phoebe Weston

Yeşil Gazete için çeviren: Pınar Güzel

*

Yeni bir bilimsel makaleye göre, baykuşlardan kirpilere ve mantarlara kadar, bitkilerden ve hayvanlardan çıkan genetik materyal, dünyanın dört bir yanındaki hava kalitesi izleme istasyonları tarafından farkında olmadan çekiliyor ve el değmemiş bir “biyolojik çeşitlilik verileri kasası” yaratıyor.

Dünya çapında binlerce hava filtresi, atmosferdeki ağır metaller ve diğer kirleticiler için sürekli olarak test yapıyor. Bilim insanları artık bu izleme ağının saç, tüy, tükürük ve polen parçalarından havadaki çevresel DNA (eDNA) olarak bilinen genetik materyalin görünmez izlerini de topladığını anlamış durumda.

Birleşik Krallık‘taki iki hava kalitesi istasyonundan (biri Londra‘daki bir parkta ve bir diğeri Edinburgh dışındaki kırsal bir bölgede) yapılan eDNA testleri, porsuklar, yediuyurlar, küçük baykuşlar, kirpiler ve pürüzsüz semenderler de dahil olmak üzere, 180’den fazla mantar, böcek, memeli, kuş ve amfibi varlığını ortaya çıkardı. Civanperçemi, papatya, ısırgan otu, buğday, soya fasulyesi ve lahana dahil olmak üzere, bitki eDNA’sı da toplandı.

Veriler, bilim insanlarına, yakınlarda hangi hayvanların yaşadığını söyleyebilir ve uzun zaman dilimleri boyunca büyük miktarda yerel veri toplayarak biyolojik çeşitlilikteki düşüşleri izlemede önemli bir araç haline gelebilir.

Oyunun kurallarını değiştiren bir keşif

Araştırmacılar, Current Biology‘de yayınlanan makalede, “Bu altyapı, ulusal ölçekte yüksek çözünürlüklü biyoçeşitlilik verileri toplamak için muazzam bir fırsat teşkil edebilir” diye yazdı: “Bu, karada biyoçeşitliliği izlemeye yönelik yaklaşımımız için oyunun kurallarını değiştiren bir durum.”

Küresel olarak artan tür yok olma oranı, bilim insanları için büyük bir endişe kaynağı. Londra Queen Mary Üniversitesi‘nden, araştırmanın birinci yazarı Joanne Littlefair şunları söyledi: “Bunun olasılığı ne kadar vurgulansa az.  Hemen hemen her ülkenin, devlete ait veya özel ve çoğu durumda her ikisi birden olmak üzere, bir tür hava kirliliği izleme sistemi veya ağı var. Bu, biyoçeşitliliğin büyük ölçekte nasıl ölçüleceğine dair küresel bir sorunu çözebilir.”

Bazıları onlarca yıldır çalışan hava izleme ağları, Avrupa, Asya ile orta ve kuzey Amerika‘da yoğunlaşmış durumda, ancak küresel güneyde de bunların bazıları bulunuyor.

eDNA verilerinin toplanması, bunların hava kalitesini izleme yeteneklerini etkilemiyor. Araştırmacılar, ortam sıcaklığında saklanan sekiz aylık bir filtreden hâlâ eDNA toplayabildiklerini ve bunun dondurulursa onlarca yıl dayanabileceğini keşfetti. Şimdi izleme istasyonlarını, içerdikleri eDNA bilgilerini korumak için filtreleri saklamaya teşvik ediyorlar.

Edinburgh yakınlarındaki Auchencorth Moss hava kalitesi izleme istasyonu, 180’den fazla türün varlığını ortaya çıkaran iki Birleşik Krallık sahasından biri. Fotoğraf: Ulusal Fizik Laboratuvarı

Birleşik Krallık Ulusal Fizik Laboratuvarı‘ndan ve makalenin yazarlarından biri olan Andrew Brown ise kariyerimin son 20 yılında, nüfusun potansiyel olarak zararlı kirleticilere maruz kalmasını değerlendirmek için hava kalitesi kirliliği üzerinde çalıştığını belirterek, “Bu son derece köklü ağın tamamen farklı bir bilim alanı tarafından kullanılabileceğini ve hiç düşünmediğimiz tüm bu gizli potansiyele sahip olduğunu keşfetmek son derece heyecan verici” dedi.

Araştırma, Kanada‘daki York Üniversitesi‘nden bir ekiple işbirliği içinde gerçekleştirildi.

eDNA’nın örneklenmesi, ekolojik danışmanların genellikle büyük tepeli semenderlerin varlığını araştırmak için bunu kullandığı su ekosistemlerinde daha gelişmiş bir yöntem. Lund Üniversitesi‘nden bilim insanları,  hava kaynaklı sistemleri kullanarak 85 böcek türünden DNA toplayabildi ve çevredeki havadan örnekler alınarak hayvanat bahçesi türleri de belirlendi.

Tüm bunlar, kamera tuzakları veya akustik izlemenin aksine, hayvanın yakınlarda olmasına gerek kalmadan, vahşi yaşamı takip etmenin girişimsel olmayan bir yolunu açıyor. Bu son çalışmada yer almayan, Lund Üniversitesi’nden Dr. Fabian Roger, “Heyecan verici olan, bu filtrelerin biyoçeşitlilik izleme için benimsenebilecek, çalışır durumda bir ağ sunan mevcut bir izleme ağından toplanması” değerlendirmesini yaptı.

Roger, verilerin biyoçeşitlilik izlemede yararlılığının ise hâlâ sorgulandığını söyledi: “Bazı türleri bazen tespit etmek, daha geniş bir alanı temsil eden biyolojik çeşitlilik değişikliği sinyalini tespit etmekle aynı şey değildir.”

Araştırmacıların hala uzun bir zaman dilimi boyunca birden fazla istasyondan gelen verileri analiz etmesi gerekiyor. Ancak Roger, “Potansiyelin harika olabileceğine tamamen katılıyorum” dedi.

Makalenin İngilizce orijinali

[İklim Masası] İstanbul’da sıcak dalgaları: En riskli ilçeler belirlendi

Sıcak dalgaları, iklim değişikliğiyle birlikte daha şiddetli, uzun ve sık hale geldi. 3 Temmuz’dan 6 Temmuz’a kadar üst üste sıcaklık rekorları kırıldı, her yeni gün ‘en sıcak gün’ olarak kayıtlara geçti.

İklim değişikliğinin hava olaylarını ne şekilde etkilediğini inceleyen bilim insanlarının oluşturduğu World Weather Attribution’ın 25 Temmuz’da yayınladığı bir analiz, temmuz ayında Kuzey Amerika, Avrupa ve Çin’de gözlenen aşırı sıcakların, iklim değişikliği nedeniyle olağandışı olaylar olmaktan çıkıp ‘çok daha olası’ hale geldiğini gösteriyor.

Haziran ayında, İstanbul’da yaşanan sıcak hava dalgalarının sağlık etkilerini inceleyen ve sıcak hava dalgalarının 2004-2017 yılları arasında 4,281 fazladan ölüme sebep olduğunu tespit eden bir çalışma yayınlamıştık. Bugünkü basın bültenimize konu olan ‘Detection and regional analysis of heatwave characteristics in Istanbul’ başlıklı araştırma ise, sıcak hava dalgalarının İstanbul’un farklı ilçelerinde ne şekilde deneyimlendiğini ortaya koyuyor. (Makaleye buradan ulaşabilirsiniz.)

Araştırmanın birinci yazarı, İstanbul Teknik Üniversitesi Meteoroloji Mühendisliği doktora öğrencisi Merve Yılmaz, partnerimiz İklim Masası için şunları söyledi: 

İstanbulun ilçeleri için sıcaklık uyarı eşikleri belirlendi

Sıcak dalgalarının olumsuz etkilerine hazırlıklı olmak ve artan sıcaklıklara uyum sağlamaya yönelik eylem planları geliştirebilmek için bazı bilgilere ihtiyacımız var. Örneğin bölgesel sıcak hava dalgası uyarı eşiklerini tanımlamamız gerekiyor.

Bu, şu anlama geliyor: Bir yerde sıcak hava dalgası yaşandığını söylemek için küresel olarak kabul edilen bir sıcaklık seviyesi yok. Bu değer, her bölgenin uzun dönemli sıcaklık seviyelerini inceleyerek tespit edilebiliyor. Benzer şekilde, sıcak hava dalgalarının şiddeti, sıklığı veya sürekliliği gibi karakteristik özelliklerini de belirlemek gerekiyor.

Biz de bu çalışmada, her bölge için uzun dönemli sıcaklık dağılım istatistiklerini inceleyerek ‘şu anda sıcak hava dalgası yaşanıyor’ demeyi mümkün kılacak sıcaklık uyarı eşiklerini belirledik. Bunu yaparken, artan sıcaklıkların ölüm sayıları üzerindeki etkilerini de dikkate alarak, İstanbula özgü sıcak hava dalgalarını tanımlayan bölgesel bir değerlendirmede bulunduk.’

En düşük eşik sıcaklıklar Çatalca, Silivri ve Arnavutköyde

‘Araştırmamıza göre, ‘sıcak hava dalgası yaşanıyor’ diyebilmek için gerekli sıcaklık seviyelerinin, yani sıcak hava dalgası uyarı eşiklerinin en düşük olduğu ilçeler Çatalca, Silivri ve Arnavutköy.

Benzer şekilde, İstanbul Boğazı’nın kuzey kıyılarında yer alan Sarıyer ve Beykoz ilçelerinde de eşik sıcaklıkların diğer bölgelere kıyasla düşük olduğunu gözlemledik.

Bunun nedeni, kentleşmenin şehrin kalanına göre daha az yoğun olduğu bu kentlerde, uzun dönem ortalama sıcaklıkların da daha düşük seyretmesi. Nitekim nüfus ve kentleşmenin yoğun, ölçülen ortalama sıcaklıkların ise yüksek olduğu, İstanbul’un güneyinde yer alan Kartal, Kadıköy ve Fatih ilçelerinde eşik sıcaklıkların en yüksek değerlerine ulaştığını görüyoruz.’

Sıcak dalgaları, Çatalcada neredeyse iki kat daha şiddetli

‘Sıcak hava dalgalarının şiddeti ise, ölçülen sıcaklık ile eşik sıcaklık arasındaki farka bakarak belirleniyor. Eşik sıcaklığın düşük olduğu bölgelerde, ortalama şiddetin yükseldiği görülüyor. Örneğin eşik sıcaklıkların düşük olduğu Çatalca’da yaşanan sıcak hava dalgalarının ortalama şiddeti (2,4°C), İstanbul geneli için tespit edilen şiddetin (1,4°C) neredeyse iki katı.

Sıcak hava dalgalarının sıklığı söz konusu olduğunda ise bölgesel bir değerlendirme yapmak zorlaşıyor. Ortalama sıklığın, hem eşik sıcaklıkların düşük olduğu Çatalca’da hem de yüksek olduğu Kartal, Fatih, Şişli ve Büyükçekmece ilçelerinde en yüksek değerine (1,4 kez) ulaştığını gözlemledik.’

Kentleşme yoğunluğu azaldıkça, aşırı sıcaklara uyum hızlanıyor

Şile’de gözlenen sıcak hava dalgaları, en düşük ortalama şiddet (0,6°C) ve sıklık değerlerine (0,6 kez) sahip olsa da, aynı zamanda en uzun süren sıcak hava dalgaları (6,3 gün) olarak dikkat çekiyor. Şile’nin yanı sıra Tuzla‘da (6,3 gün) ve Sarıyer’de (5,7 gün) de sıcak hava dalgaları İstanbul’un genelinden daha uzun süre devam ediyor.

Sıcak hava dalgalarının süresi, kentleşmeyle de yakından ilgili. Örneğin Çatalca’da sıcak hava dalgalarının ortalama şiddetini, ilginç bir şekilde, yoğun kentsel bölgelerden daha yüksek tespit ettik. Ancak kentleşme ve yapay yüzey alanlarının seyrek olduğu bölge, hızla yükselen sıcaklıklara çabuk uyum sağlayabiliyor ve yükselen sıcaklıklar kısa bir süre sonra düşüyor. Çatalca’da sıcak hava dalgaları ortalama 3,6 gün devam ediyor – bu, İstanbulda gözlenen en kısa süre.

Sıcak hava dalgalarının hem şiddetini hem de süresini dikkate aldığımızda, en tehlikeli değerler Ümraniye, Tuzla, Çekmeköy ve Çatalca’da gözleniyor. Bu ilçelerde sıcak hava dalgalarına karşı kırılganlığın daha yüksek olduğu söylenebilir.’

Sıcak dalgası uyarı sistemleri geliştirilmeli

‘Küresel iklim değişikliği nedeniyle sıcak hava dalgalarının sıklığı, sürekliliği ve şiddeti giderek artıyor. Bu haliyle sıcak hava dalgaları, özellikle büyük şehirlerde yaşayan insanlar için önemli bir tehdit unsuru haline geldi.

Buna karşı önlem almak, etkili sıcak hava dalgası uyarı sistemleri geliştirebilmek ve iklim eylem planları hazırlamak için her bölgeye özgü sıcak hava dalgası özelliklerini ve bölgenin sıcak hava dalgalarına karşı kırılganlığını ortaya çıkarmak gerekiyor.

Böylelikle belirlenen eşik değerler, meteorolojik verileri izleyen bir sisteme entegre edilebilir. Gözlenen değerler eşik değerleri aştığında sıcaklık uyarıları yapılabilir. Kırılgan bölgeler tespit edilerek sağlık altyapısının iyileştirilmesi, acil durum müdahale sistemlerinin güçlendirilmesi ve kentsel ısı yönetimi önlemlerinin uygulanması gibi, dayanıklılığı artırmaya yönelik stratejiler geliştirilebilir.

Plastiklerde gizli toksinler, endüstrinin kirli sırrı: Çözüm geri dönüşüm değil

Yazan: Charlotte Lloyd

Yeşil Gazete için çeviren: Hanife Aliefendioğlu

*

Kimi zaman sadece plastik içinde boğuluyormuşuz gibi geliyor. Son 50 yılda plastik ürünler günlük hayatımızın neredeyse her alanına girdi. Küresel plastik üretimi toplam 8 milyar tona ulaştı: Bu  şu anda gezegendeki her insan için 1 ton plastic anlamına geliyor. Plastik kirliliğinin 2060 yılına kadar üç katına çıkması bekleniyor.

Şu andaki en iyi tahminler, bugüne kadar üretilen plastiğin yalnızca yaklaşık %10‘unun geri dönüştürüldüğünü gösteriyor. Buna rağmen, plastik endüstrisinde döngüsel ekonomi fikrine genellikle sihirli değnek gibi görülüyor: Halihazırda ürettiğimiz plastiği yeniden kullanacağız ve plastik kirliliğinin etkisini azaltacağız. Ancak yeni kanıtlar bu plandaki eksikliklere işaret ediyor. Greenpeace tarafından hazırlanan bir rapor, geri dönüştürülmüş plastiğin daha da zehirli olabileceğini ve kirlilik için bir çözüm olmadığını ortaya koydu.

Toksik kimyasallar

Mariana Çukuru‘ndan Everest Dağı‘nın zirvesine kadar okyanusun en derin kısımlarında plastik parçacıkların bulunduğuna dair kanıtlarla, plastik kirliliğinin gezegenin her yerinde olduğu artık iyi biliniyor. Bu kirliliğin hem ekosistemler hem de insan sağlığı üzerindeki etkisi konusunda haklı endişeler var. Bununla birlikte, çevrede plastik üzerine çalışan bir çevre kimyageri olarak, plastiğin oluşturduğu daha gizli “görünmez” bir tehditle giderek daha fazla ilgileniyorum: Toksik kimyasallar.

Plastik üretiminde 13.000‘den fazla farklı kimyasalın yer aldığı tahmin edilmektedir ve bunların birçoğunun toksisitesi hiçbir zaman değerlendirilmedi.  Farklı uygulamalar için istenen fiziksel özellikleri oluşturmak için plastik polimerin yanında kimyasallar kullanılır: Plastiğinizin ne kadar esnek veya sert olmasını istediğinizi, ateşe mi yoksa güneş ışığına karşı mı dayanıklı olması gerektiğini, ürüne istenilen rengi vermek için kullanılan boyaları ve pigmentleri unutmamak kaydıyla.

Küçük çocuklar için tasarlanmış gıda ambalaj veya ürünlerinde, toksinlere maruz kalma potansiyel riskini azaltmak veya hafifletmek için hangi kimyasalların dahil edilebileceğine dair katı düzenlemeler bulunur. Ancak, geri dönüştürülmüş plastikleri düşündüğümüzde bu, sorunlu hale gelir.

Kimyasal kokteyli

Geri dönüşüm için toplanan plastikler, çeşitli farklı kullanımlar için üretilmiş olacaktır (ev plastik geri dönüşüm kutunuzun içinde olabileceğini bir düşünün) ve bunların üretiminde kullanılan çok çeşitli kimyasallar içerecektir. Denkleme plastiklerin temas ettikleri maddeleri (böcek ilacı kapları, ev temizlik ürünleri vb.) eklersek elinizde geri dönüşüm sürecinin hiç ortadan kaldırmayacağı bir kimyasal kokteyli potansiyeliniz olur.

Bunun da ötesinde, araştırmalar malzemenin fiziksel geri dönüşüm süreci sırasında başka zehirli kimyasalların da üretilebileceğini göstermiştir. Sonuç olarak, bu toksik kimyasallar geri dönüştürülmüş malzemeden yapılan ürünlere aktarılabilir ve kanıtlar bu durumun gıda ambalajları ve çocuk oyuncaklarını da içerdiğini göstermektedir.

Plastiklerde rutin olarak bulunan kimyasalların çoğunun endokrin bozucu etkileri vardır: Vücudumuzun hormonlarının çalışma biçimine müdahale edebilirler. Bu, kanser riski ve doğurganlık sorunları da dahil olmak üzere bir dizi sağlık sorununa neden olabilir. Bu kimyasallar aynı zamanda doğal çevremizi de, örneğin nehir balık stoklarının üreme sağlığını etkiler.

Plastik üretimini tamamen yasaklamalıyız (en azından kısa ve orta vadede) demek gerçekçi olmaz. Hafif ve dayanıklı bir malzemenin gerekli olduğu durumlarda bazı ürünleri plastikten yapmak muhtemelen mantıklıdır. Bununla birlikte, tek kullanımlık plastiklere olan günlük bağımlılığımızı önemli ölçüde azaltmak elbette çözümün bir parçası olmalıdır.

En önemlisi, plastiği üretmek için gerekli olan zehirli kimyasalların kullanımını kontrol edilmesidir ve bunu yapmanın ilk adımı, öncelikle malzemelerin içinde gerçekte ne olduğunu bilmektir. Ticari olarak hassas olduğu için bu bilgiyi elde etmek zordur, ancak ben endüstride daha fazla şeffaflığın gerekli olduğunu savunuyorum.

Geri dönüşümün plastik krizinin çözümünde de önemli bir rol oynayabileceğine inanıyorum, ancak kimyasal riskinin etkisinin azaltıldığı geri dönüştürülmüş plastikten yapılabilecek ürünlerin örneğin inşaat malzemelerine veya yeni yolların temellerinde kullanılması gibi kontrolü için yeni düzenlemeler yeni düzenlemeler gerekiyor.

Sorun gerçek ve ciddi

Bu sorunun diğer önemli yönü yeniliktir – bu malzemeleri yapmak için hem polimerlerin hem de kullanılan kimyasalların daha sürdürülebilir ve en önemlisi toksik olmaması için yeni yollar tasarlamamız gerekir. Toksik kimyasalların kullanımının kaçınılmaz olduğu durumlarda, kullanım ömrü üzerinde daha sıkı kontroller yapılmalı ve bunlar yalnızca kesinlikle gerekli olduğunda kullanılmalıdır.

Plastik sorunu gerçek ve ciddi ama bilim insanları, endüstri, hükümetler ve tüketiciler hep birlikte çalışırsa bu krizin üstesinden gelebiliriz. Hepimizin oynayacağı çok önemli bir rol var.

Makalenin İngilizce orijinali

Pestisitlerde alarm: Tarımda yasaklı maddelerin kullanımı devam ediyor

Gıda ve Yemler için Hızlı Alarm Sistemi (RASFF), 2023 yılının ilk yarısında Türkiye menşeili meyve ve sebzede pestisitlere yönelik 103 uyarı yapıldığı bildirildi.

Buğday Derneği Zehirsiz Sofralar Platformu tarafından yapılan açıklamada, bildirimlerden 80 parti ürünün sınırda reddedilerek Türkiye’ye iade edildiği ve neredeyse yarısının yasaklı pestisit aktif maddelerini içerdiği kaydedildi.

Ayrıca sistemin 2022 raporunda 430 bildirim yapılmıştı.

PESTİSİT AKTİF MADDESİ TÜRKİYE’DE KULLANIMI ADET
PROCHLORAZ RUHSATLI 6
FENBUTATİN OXİDE YASAK 5
KLORPRİFOS METİL YASAK 27
PİRİMİPHOS METHYL RUHSATLI 1
ACETAMİPRİD RUHSATLI 16
KLORPRİFOS YASAK 9
METHİCARB YASAK 2
SULFOXAFLOR RUHSATLI 3
ETHILEN OXIDE YASAK 2
FOSTHİAZATE RUHSATLI 2
TEBUFENPYRAD RUHSATLI 3
BUPROFEZİN RUHSATLI 6
FORMETANATE RUHSATLI 4
IMAZALİL RUHSATLI 2
ALDİCARB YASAK 1
PROPİCONAZOLE YASAK 1
TEBUCONAZOLE RUHSATLI 1
FOSTHİAZATE RUHSATLI 2
CHLOROTHALONİL YASAK 2
CYFLUMETOFEN RUHSATLI 1
BUTACHLOR YASAK 1
DINICONAZOLE YASAK 1
FLONİCAMİD RUHSATLI 3
ACRİNATHRİN RUHSATLI 1
DİMETHOATE RUHSATLI 1

Tablo 1: Bildirimi yapılan aktif maddeler

Açıklamada, aktif maddelerin Tarım ve Orman Bakanlığı tarafından Resmi Gazete’de yasaklı ilan edildiği hatırlatıldı. Bu maddelerin Türkiye’de kullanımının devam etmesinin ise onuya ilişkin gerekli önlemlerin alınmadığını, denetimlerin yeterli ve uygun şekilde yapılmadığını, bu maddelerin piyasadan uygun şekilde toplatılmadığını ve sonuç olarak bir şekilde hâlâ kullanılabildiğini gösterdiği bildirildi.

pestisit

Zehirsiz Sofralar Platformu, PAN Uluslararası Yüksek Tehlikeli Pestisitler Listesi’ndeki şu ifadelere dikkati çekti.

  • Fenbutatin Oxide, Aldicarb, Chlorothalonil pestisit aktif maddeleri solunduğunda ölümcül;
  • Butachlor, Chlorothalonil, Ethylen Oxide sırasıyla insan kanserojeni, yüksek olasılıkla kanserojen, bilinen/varsayılan kanserojen;
  • Klorprifos, Klorprifos metil, Methiocarb, Aldicarb bal arılarına karşı yüksek düzeyde toksik;
  • Propikanazol insan üreme sistemine karşı şüpheli toksik; Ethylen Oxide insan üreme hücrelerinde kalıtsal mutasyona yol açtığı bilinen maddelerdir.
‣ Zehirsiz Sofralar Platformu uyarıyor: Tarım zehirleri soframızda
‣ Zehirsiz Sofralar Sivil Toplum Ağı: Pestisitler ölümcül tehlike barındırıyor

Türkiye’ye en çok iade edilen ürün biber

2023 yılının ocak-haziran ayları arasında biber başta olmak üzere limon, mandalina, domates, greyfurt, nar, portakal, kabak, ayva gibi meyve sebzelerde; ayrıca kimyon, kuru nane, sumak gibi baharatlarda ve asma yaprağı, rezene gibi ürünlerde limit üzeri pestisit kalıntısı tespit edildi.

Ürün adı Bildirim sayısı
Biber 41
Limon 27
Domates 7
Mandalina 10
Greyfurt 3
Nar 3
Portakal 2
Ayva 1
Kabak 1
Kimyon 2
Sumak 1
Kuru Nane 1
Asma Yaprağı 3
Rezene 1

Tablo 2: Ürünlerin bildirim sayısı

‣ 75 kurumdan ‘Zehirsiz Kentler’ için kampanya
‣ Kadıköy Belediyesi ‘zehirsiz kentler’ için taahhüt veren ilk ilçe belediyesi oldu

Bildirimlerde pestisit kokteylleri dikkat çekiyor

Platform, geçtiğimiz yıllarda nardaki tarım zehrinin bir çocuğun ölümüne neden olduğunu hatırlattı. Bildirimlere bakıldığında narda Acetamiprid, Imazalil, Sulfozaflor ve yasaklı olan Propiconazole’un aynı anda kullanıldığı görülüyor. Bu, acı sonuçlardan bile ders çıkarılmadığını ortaya koyuyor.

Açıklamada şu ifadelere yer verildi:

“Bildirilen diğer meyve ve sebzede de birden fazla pestisit kullanıldığı dikkat çekiyor. Birden fazla pestisit aktif maddesi birbiriyle etkileşime girerek kokteyl etkisi yaratıyor ve böylece daha zararlı hale gelebiliyor. Yasal düzenlemeler için yapılan toksikolojik çalışmalar yalnızca tek bir toksik kimyasal maddenin yol açtığı sağlık sorunlarına odaklanıyor. Aynı gün içerisinde farklı gıdalardan alınan pestisitleri, aynı gıdadan alınan farklı pestisitleri veya çevresel yolla maruz kalınan diğer kimyasalları hesaba katmıyor.”

‣ ‘Zehirsiz Kentler Hareketi’ Türkiye’de: Belediyeler öncülüğünde zehirsiz kentler mümkün

Dış pazarda itibar kaybı, iç pazarda endişe hakim

Rekor seviyelerle tarım zehiri bildirimleri giderek artan Türkiye’nin tarımsal üretim potansiyeli yüksek olmasına rağmen ticari itibarı zarar görüyor.

Buğday Derneği Zehirsiz Sofralar Platformu, bildirimlerin artması ve yasaklı pestisitlere dair bildirimlerin devam etmesinin ise denetimler konusunda tüketicide endişe yarattığını bildirdi:

Tarım ve Orman Bakanlığı pestisit kalıntıları konusunda iç pazarda denetimler yapsa da denetim sonuçlarının şeffaflıkla paylaşılmaması, ihraç edilen ürünlerde pestisit kaynaklı bildirimlerin artması ve kullanımı sonlandırılan pestisitlerle ilgili bildirimlerin bulunması iç pazara sunulan ürünlerde daha fazla pestisit bulunabileceğine dair endişeleri artırıyor.”

Bakanlık yetkilileri tarafından Gıda Güvenliği Bilgi Sistemi’ne (GGBS) ülke genelindeki tüm gıda ve yem işletmeleri, bu işletmelere yönelik denetimler, alınan numuneler, numunelerin analiz sonuçları, işletmelere uygulanan idari cezalar, yaptırımlar, ithalat ve ihracat kayıtları gibi bilgiler giriliyor.

Platformun aktardığına göre ise, bu bilgiler halkın erişimine açık değil. Avrupa’da olduğu gibi Türkiye’de de GGBS verilerinin halkın erişimine açılmasını talep eden Zehirsiz Sofralar Platformu son dönemde rekor seviyeye ulaşan kalıntılı ürünlere ve yasaklı aktif madde kullanımına ilişkin halkın endişelerinin giderilmesi gerektiğini vurguluyor.

‣ İzmir, zehirsiz kent olma yolundaki ilk adımını attı

Tarım zehirlerine mahkûm değiliz

Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği ve Zehirsiz Sofralar Platformu çatısı altında faaliyet gösteren Pestisit Eylem Ağı’nın tüm canlılara zarar veren pestisitlerin yasaklanması ve doğa dostu yöntemler ile bunları kullanan üreticilerin desteklenmesi için başlattığı Zehirsiz Kampanya’ya (Change.org/ZehirsizSofralar) bugüne kadar 180 bini aşkın kişi imza desteği verdi. Kampanya sayesinde pestisitlerin zararları konusunda kamuoyunda farkındalık yaratıldı.

Tarım ve Orman Bakanlığı, Avrupa Birliği geçiş sürecinde 200’ün üzerinde, kampanya döneminde ise 27 pestisit aktif maddesinin kullanımını yasakladı. Ancak kampanya talepleri arasında yer alan Dünya Sağlık Örgütü’nün “son derece tehlikeli”, “yüksek seviyede tehlikeli” ve “muhtemel kanserojen” olarak belirlediği 13 aktif maddeden 9’u hâlâ yasaklanmadı. Zehirsiz Sofralar Platformu, Türkiye tarımında hâlâ kullanılan dokuz pestisit aktif madde ile birlikte başta bebeklerin ve çocukların hormon sistemine zarar veren; havayı, suyu ve toprağı kirleten pestisitlerin ivedilikle yasaklanması için tüm vatandaşları gıdasının sorumluluğunu alarak kampanyaya destek olmaya çağırıyor.

Zehirsiz Sofralar Platformu Tarım ve Orman Bakanlığı’ndan, Pestisit Eylem Ağı tarafından hazırlanan “Zehirsiz Sofralar İçin Yol Haritası”nın dikkate alınmasını talep ediyor. Dünyada ve Türkiye’de pek çok çiftçi zehirsiz gıda üretiyor.

Platform “Sağlıklı bir gelecek için daha fazla ekolojik, ekonomik kayba ve hastalığa sebep olmadan bir stratejik eylem planı geliştirmeli; doğru politikalar izlenmeli ve böylece pestisitlere dayanan konvansiyonel tarım sisteminin, yerini agroekolojik, organik ve onarıcı tarıma bırakması sağlanmalı” çağrısında bulunuyor.

Rize’deki Zilkale Vadisi’nde millet bahçesi: SİT alanında orman kesiyorlar

Rize’nin AKP’li Çamlıhemşin Belediye başkanı Osman Haşimoğlu, sit alanı içerisinde olan ormanlık Zilkale Vadisi’nde Millet Bahçesi yapmak için harekete geçti. Bölgede ağaçlar kesilmeye başlandı.

Avukat İbrahim Demirci, sit alanında yapılan çalışma için birçok kurumdan izin almak gerektiğine dikkat çekti.  Çamlıhemşin Tarım ve Orman İşletmesi Müdürü Okray Uçar ise, “Bizim sorumluluk alanımız değil. Pazar ilçesi Milli Parklar Müdürlüğü ve Orman İşletme Şefliği sorumlu” dedi.

ANKA‘nın bölgenin durumunu sorduğu Çamlıhemşin Kaymakamlığı “Biz size döneriz” derken, Belediye’nin Fen ve İmar İşleri Müdürlüğü’nden de yanıt alınamadı.

Çamlıhemşin ve yaylalarındaki ormanlık alanın bu şekilde ranta açılmasına tepki gösteren CHP Çamlıhemşin İlçe Başkanı Cihan Kalay ise şunları söyledi:  “Çamlıhemşin vadileri sadece Türkiye değil birçok dünya ülkesince de bilinen yerlerdir. Vadilerimiz ve yaylalarımız her geçen gün kaçak yapılarla ranta açılıyor. Bütün bunlar yetmezmiş gibi şimdi de ormanlarımız rant kapısı oldu bu şekilde Çamlıhemşin yok ediyorlar. ”

Fırtına Vadisi‘nin bittiği ve Zilkale Vadisi başlangıcında bulunan ormanlık alanın çok önemli, son yeşil alanlardan birisi olduğunu belirten Kalay, “Belediye Meclisi’nde karşı çıktık ama bir yolunu bulup istedikleri usulsüz işleri uygulamaya koyuyorlar. Sadece Millet Bahçesi’ne değil, Çamlıhemşin ilçesi imar planına da karşı çıktık. Bakanlık tarafından onaylanan planı başvurumuz üzerine mahkeme de iptal etti” diye konuştu.

Onlarca ağaç kesildi

Ormanlık alan içinde bir kere yapılanma başladı mı, bunun sonunun gelmeyeceğini belirten Cihan Kalay, şu bilgileri verdi:

“Millet Bahçesi yapılırken zemin, toprak, bitki örtüsü yapısı değiştiriliyor. Şu anda burada bir şantiye ortamı oluşmuş durumda. Yapılacak köprünün ayağı tamamlandı, yeşillik alandaki ağaçlar kesildi, doğal alan şimdiden bir şantiye alanına dönüşmüş durumda az sayıda kalan vadilerimiz bir bir bu gereksiz ranta dönüşen projelerle tüm karşı çıkışlarımıza rağmen devam ediyor olması bizleri üzüyor.”

Kalay kesilen ağaçları da Belediye Başkanı Osman Haşimoğlu’nun fırıncılık yapan teyzesinin oğlu Avni Durmuş‘un alıp sattığını söyledi.

 

Marmaraereğlisi’ne bir akaryakıt ve kimyasal depolama tesisi daha

Haber: Serap CÖMERTOĞLU İŞCAN

*

Birinci derece deprem bölgesi olan Marmaraereğlisi’nde yapılması planlanan “Akaryakıt ve Kimyasal Ürün Depolama Tesisi” projesi için Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) toplantısı yapıldı.

Toplantıda bölge halkı, yaşanabilecek bir olumsuzlukta ilçenin tamamı başta olmak üzere, Çorlu, Silivri’ye bağlı Gümüşyaka’nın tehdit altında olduğu gerekçesiyle tesise itiraz ettiklerini söyledi.

Likit Depolama A.Ş. tarafından Marmaraereğlisi Sultanköy mahallesine “Akaryakıt ve Kimyasal Ürün Depolama Tesisi” kurulması planlanıyor. Konuyla ilgili Marmaraereğlisi Belediye Düğün Salonu’nda düzenlenen ÇED toplantısına, sivil toplum kuruluşları, çevre örgütleri ve bölge halkı yoğun katılım gösterdi.

Tesise karşı olduklarını belirterek, itirazda bulunan bölge halkı, akaryakıt ve kimyasal depolama yapılan birçok tesisin bulunduğu Sultanköy Mahallesi’nde yeni bir akaryakıt ve kimyasal ürün depolama tesisi yapılmasının, deprem riski olan Marmaraereğlisi ilçesinde büyük bir tehlike oluşturabileceğine dikkat çekiyor.
Sızıntı veya herhangi bir olayın ilçenin tamamı başta olmak üzere Çorlu, Silivri’ye bağlı Gümüşyaka için büyük bir tehdit olduğu vurgulanıyor.

Marmara Özel Çevre Koruma Bölgesi kararına da aykırı

Öte yandan, söz konusu projenin 1/100.000 ve 1/25.000 ölçekli Ergene Çevre Düzeni Planlarına ve Marmara Denizi kıyılarını korumaya alan Marmara Özel Çevre Koruma Bölgesi kararına aykırı olduğu belirtildi.

Toplantıya katılan ve planlanan projeye itiraz eden Marmaraereğlisi Çevre Gönüllüleri Deneği Başkanı Mine Olgaç, endişeli olduklarını belirterek şunları paylaştı:

“Tarih ve turizm kenti Marmaraereğlisi ilçemizde yapılmak istenen yeni bir kimyasal depolama tesisi için burada toplandık. Yaşam alanlarımızın kısıtlanması, çevrenin ve doğanın yeni bir kimyasal tesisle nasıl zararlarla karşılaşabileceği konusunda endişelerimizi belirttik. Burada yeterince kimyasal depolama tesisi bulunuyor. Yeni bir tesis yapılması yaşanabilecek olumsuz bir durumda binlerce insanın yaşamını tehlikeye sokabilir. İtirazlarımızı yaptık. İlçemizin kimyasal tesislerle doldurulmasına karşıyız. Ayrıca ilçemizin deprem riski bulunan bir bölgede olduğunun unutulup bu tesislerin binlerce insanların yaşam alanlarına yakın yapılması kabul edilemez bir durumdur. “

Çevre aktivisti Özgür Aksun ise Marmaraereğlisi’nin kaderiyle oynandığını dile getirdi:

“Marmaraereğlisi’ni görmeden, buradaki denizi, plajları, tarihi değerlerini bilmeden yaşam alanlarımıza kimyasal depolama tesisi yapılmak isteniyor. Turizmin, çevrenin ve doğanın yok edilmeye çalışılmasına her zaman karşıyız. Biz Marmaraereğlisi’nde tarihi dokunun ve turizm cennetinin yok olmaması için mücadele etmeye devam edeceğiz.”

308 kurumdan ortak açıklama: Akbelen’deki ablukayı kaldırın, kesimi durdurun!

Aralarında DİSK, KESK, TMMOB’ye bağlı odalar ve TTB, siyasi partiler, kadın hakları ve toplumsal cinsiyet, ekoloji, kent, emek ve demokrasi mücadelesi veren kurumların da olduğu 308 örgüt, ortak bir açıklamayla Akbelen Ormanları‘nda yaşanan kıyımın durdurulmasını istedi.

Akbelen Ormanı’ndaki Abluka Kaldırılsın, Kesim Kararı Durdurulsun” başlıklı açıklamada, İkizköylüler, Muğla, Milas’ta kömür madenciliğine karşı Akbelen Ormanı’nı ve yaşam alanlarını korumak için yıllardır direndiğine dikkat çekildi.

Milas ve Yatağan’daki üç kömür yakıtlı termik santralin ve onlara yakıt sağlamak için açılan kömür ocaklarının Muğla’nın tarım alanlarını, ormanlarını yok ettiğine; havasını, suyunu kirlettiğine; erken ölümlere hastalıklara yol açtığına vurgu yapılan açıklamada şunlar dile getirildi:

“Konuya ilişkin yapılan çalışmalarda madenciliğinin bölgeye geri dönüşü mümkün olmayan zararlar vereceği bilim insanları tarafından da tespit edilmesine rağmen bu “kirli enerji” yönetim modeli için üstün kamu yararından vazgeçiliyor. Yörede yaşayan halkın talepleri hiçe sayılıyor.

Milas’taki kömür ocakları işletme ruhsat sahası içerisinde 60 köy bulunuyor. Şu ana kadar ruhsat sahası içinde kalan köylerden 8’i tamamen 15’i ise kısmen yok edildi. Bölge halkı yıllardır kömür sebebiyle yaşam alanlarını, geçim kaynaklarını kaybediyor, büyük bir hak gaspına uğruyor. Bunlar yetmezmiş gibi 24 Temmuz’da bölgeye kolluk kuvvetleri eşliğinde girilerek Akbelen Ormanı’nda ağaç kesimine başlandı. Hafta başından beri devam eden kesimleri durdurmak isteyen köylüler ve yaşam savunucuları ise kolluk kuvvetlerinin şiddetine maruz kaldı ve ve ablukayla karşılaştı. Biber gazı ve tazyikli sularla, coplarla yapılan müdahaleler devam ediyor.

İktidara sesleniyoruz:

“● Himaye ettiğiniz Limak Holding ve IC Holding ortak iştiraki olan YK Enerji bilimsel gerçeklere rağmen planlı olarak kamuoyunu yanıltıyor ve Akbelen Ormanı’nı kömür için feda ediyor. Biliniz ki halkın çıkarı şirketlerin kârından üstündür. Bu sorumlulukla hareket etmek, sesimizi duymak, Akbelen’i korumak zorundasınız!
● Tüm Akdeniz havzası kontrol edilemeyen orman yangınlarıyla mücadele ederken, sıcak hava dalgaları gün geçtikce daha dayanılmaz hale gelirken, Türkiye’nin birçok bölgesi aşırı hava olaylarının yarattığı kuraklık, sel gibi afetlerle boğuşurken, doğal bir yutak alanını fosil yakıtlar için gözden çıkarmak tarihi, trajik bir hatadır! İklim kriziyle gerçek anlamda mücadele bakanlık ismine “iklim değişikliği” ekleyerek olmaz, ormanların korunmasıyla, kömüre veda edilmesiyle olur.”

Örgütler, ülke olarak bilimsel olmayan ve ekosistem yararını öncelemeyen çevre politikaları nedeniyle kirlilik ve sağlık problemleriyle boğuştuğumuzu, doğa tahribatının artması ile gıda güvencesizliği ve ekonomik problemlerle karşı karşıya kaldığımızı, afetlere açık hale gelen yaşam alanlarında büyük bir tedirginlikle yaşadığımızı kaydetti:

“Biz yıllardır Türkiye’de ekoloji, emek ve demokrasi mücadelesi veren örgütler olarak, İkizköylülerin yanında olduğumuzu bildiriyor, tüm yetkilileri sorunun çözümü için ivedilikle harekete geçmeye çağırıyoruz:

Akbelen Ormanı’ndaki abluka kaldırılsın, kesim kararı durdurulsun! Protesto hakkını kullanarak ormanı ve yaşam alanlarını korumaya çalışanlara yönelik uygulanan şiddete ve göz altı kararlarına son verilsin!

Akbelen Ormanı’ndan vazgeçmiyoruz, yaşamı ve doğayı savunuyoruz!

İMZACI KURUMLAR İÇİN TIKLAYIN (ALFABETİK SIRAYA GÖRE)

 

CHP heyetine izin; halka biber gazı, cop, tazyikli su

Akbelen Ormanı’ndaki ağaçların kesiminin beşinci gününde CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdardoğlu, Grup Başkanvekili Özgür Özel ve milletvekilleriyle gittiği Akbelen’de heyetin kesim alanına girmesine izin verilirken, İkizköylüler yine jandarma ve polis saldırısıyla karşılaştı.

CHP lideri basın açıklaması yaptıktan sonra ormana gitmek yerine aracına binmiş; bu nedenle de protesto edilince kesim alanına gitmeye karar vermişti.

Kılıçdaroğlu, direnişin beşinci gününde Akbelen’de: Kömür yeraltında kalmalı

Jandarmanın etten duvar ördüğü kesim alanına CHP heyeti alınırken,  Kılıçdaroğlu’yla birlikte ormana doğru yürüyen halka bir kez daha biber gazı, tayzikli su ve copla müdahale edildi.

Ormanın dışında bırakılan vatandaşlardan üç kişinin gözaltına alındığı belirtiliyor. Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi (Yeşil Sol Parti) İzmir Milletvekili Burcugül Çubuk da   müdahale sırasında yaralandı ve gözaltına almaya çalışıldı.

Temmuz 2023, dünyanın kaydedilen en sıcak temmuz ayı olarak tarihe geçiyor

Leipzig Üniversitesi‘nde iklim bilimci olan Dr. Karsten Haustein tarafından yayımlanan bilimsel analize göre, temmuz ayı şimdiye kadar kaydedilen en sıcak ay olacak ve belki de son 120 bin yılın en sıcak ayı olacak; ortalama sıcaklık, dünyamızı kömür, petrol, gaz ve diğer insan faaliyetleri nedeniyle meydana gelen küresel ısınmadan önceki halinden yaklaşık 1,5°C daha sıcak olacak. Dünya fosil yakıt kullanımını büyük ölçüde azaltana ve net-sıfır emisyona ulaşana kadar sıcaklıklar artmaya devam edecek ve aşırı hava koşulları daha da şiddetlenecek.

Bu ayın ortalama küresel sıcaklığının, insanlar fosil yakıtları yakarak gezegeni ısıtmaya başlamadan önceki ortalama temmuz sıcaklığının 1,31,7°C üzerinde olacağı tahmin ediliyor – bir önceki rekor olan Temmuz 2019’dan 0,2°C daha sıcak. Diğer bir deyişle temmuzun yeni bir küresel sıcaklık rekoru kıracağı kesin.

Bu ay sıcaklık artışının 1,5°C‘ye ulaşmış olması, ortalama ısınma daha uzun vadeli bir zaman ölçeğinde ölçüldüğünden, hükümetlerin ısınmayı Paris Anlaşması’nda belirlenen 1,5°C sınırıyla sınırlandırmakta henüz kalıcı olarak başarısız oldukları anlamına gelmiyor. Ancak bu ayki sıcaklık artışının üzerinde mutabık kalınan maksimum uzun vadeli seviyede olması, sınır henüz aşılmamış olsa da emisyonları azaltmaya yönelik eylemlerin hâlâ yetersiz olduğu ve dünyanın anlaşmaya uymama yolunda ilerlediği gerçeğini yansıtıyor.

Diğer iklim bilimciler temmuz ayının kayıtlara geçen en sıcak ay olacağı konusunda uyarıda bulunmuşlardı. Dr. Haustein bunu doğrulayan ve ayın ortalama sıcaklığını tahmin eden ilk analizi yayımladı.

‣ Bilim insanları açıkladı: İklim krizi yaşanmasaydı, aşırı sıcaklar neredeyse imkansızdı

‘Eşi benzeri görülmemiş deniz ve kıta sıcak dalgaları tetiklenebilir’

Dr. Haustein, analize dair şu açıklamalarda bulundu:

“Ay sonuna kadar tahmin edilen sıcaklıklar da dahil olmak üzere ön verilere dayanarak, Temmuz 2023’ün bir önceki rekorun ~0,2°C (+/- 0,1°C) üzerinde bir farkla en sıcak temmuz ayı olacağı neredeyse kesindir. Sadece en sıcak temmuz ayı değil, aynı zamanda mutlak küresel ortalama sıcaklık açısından şimdiye kadarki en sıcak ay olacak. Gezegenimizde benzer sıcak koşulları bulmak için on binlerce yıl olmasa da binlerce yıl geriye gitmemiz gerekebilir.

Rekor, tropikal Pasifik‘te El Niño‘nun henüz ilan edildiği sırada geldi. Sıcaklığa katkıda bulunmakla birlikte, bu tür rekorları görmemizin temel nedeni, insanlar tarafından büyük miktarlarda sera gazı emisyonlarının devam etmesidir. El Niño’nun etkileri ancak yılın ikinci yarısında tam olarak ortaya çıktığından, haziran ve şimdi de temmuz aylarını, en azından 2024’ün başlarına kadar daha fazla rekor sıcak ayın izlemesi muhtemeldir.

Bu tür dramatik iklim değişiklikleri aynı zamanda eşi benzeri görülmemiş deniz ve kıta sıcak dalgalarını tetikleyerek dünya genelinde rekor kıran aşırı sıcaklık riskini arttırıyor. Çin, Güney Avrupa ve Kuzey Amerika‘da geçtiğimiz haftalarda rekor ya da rekora yakın sıcaklıklar görüldü. Kuzey Atlantik Okyanusu da öyle. İronik bir şekilde, bu durum bazı bölgelerde oldukça tedirgin edici koşulları dışlamıyor. Aslında, Kuzey ve Batı Avrupa‘nın bazı bölgeleri ayın büyük bir bölümünde bulutların altında kalacak kadar şanslıyken, nüfusun yoğun olduğu diğer bölgelerin çoğunda, hızla ısınan bir gezegende beklenebileceği gibi, ortalamanın üzerinde sıcaklıklar görüldü.”

‣ Araştırma: Hayal dahi edemeyeceğimiz sıcak dalgalarına karşı hazırlık yapmalıyız

Copernicus ve WMO: Temmuz 2023 kayıtlara geçen en sıcak ay olacak

Avrupa Birliği (AB) tarafından finanse edilen Copernicus İklim Değişikliği Servisi’nin (C3S) ERA5 verilerine göre, temmuz ayının ilk üç haftası kayıtlara geçen en sıcak üç haftalık dönem oldu ve ay, kayıtlara geçen en sıcak temmuz ve en sıcak ay olma yolunda ilerliyor. Bu sıcaklıklar Kuzey Amerika, Asya ve Avrupa’nın büyük bölümündeki sıcak dalgalarıyla bağlantılı olup, Kanada ve Yunanistan gibi ülkelerdeki orman yangınlarıyla birlikte insanların sağlığı, çevre ve ekonomiler üzerinde büyük etkiler yarattı.

6 Temmuz’da günlük ortalama küresel yüzey hava sıcaklığı Ağustos 2016’da kırılan rekoru aşarak kayıtlara geçen en sıcak gün olurken, 5 Temmuz ve 7 Temmuz da hemen arkasından geldi. Temmuz ayının ilk üç haftası, kayıtlara geçen en sıcak üç haftalık dönem oldu. Küresel ortalama sıcaklık ayın ilk ve üçüncü haftasında geçici olarak sanayi öncesi seviyenin 1,5°C eşiğini aştı (gözlemsel hata dahilinde). Mayıs ayından bu yana, küresel ortalama deniz yüzeyi sıcaklığı yılın bu dönemi için daha önce gözlemlenen değerlerin oldukça üzerinde seyrederek temmuz ayının olağanüstü sıcak geçmesine katkıda bulundu.

Temmuz 2023’ün, en sıcak haziran ayının ardından en sıcak temmuz ve aynı zamanda en sıcak ay olması son derece muhtemel. ERA5 verilerine göre bir önceki en sıcak temmuz ve ay Temmuz 2019’du. Temmuz ayına ilişkin ERA5 verilerinin tamamı C3S tarafından 8 Ağustos’ta yayınlanacak olan aylık bültende yer alacak.

‣ El Niño zamanı geliyor: Benzeri görülmemiş sıcak dalgaları görülebilir

Veriler ve rakamlar: Kayıtlara geçen en yüksek hava sıcaklıkları

ERA5 veri setine göre, küresel ortalama yüzey hava sıcaklığı 6 Temmuz 2023 tarihinde en yüksek günlük değerine (17,08°C) ulaşmıştı. Bu değer, 5 ve 7 Temmuz tarihlerinde kaydedilen değerlerin 0,01°C içinde kalmıştı. Yukarıdaki grafikte gösterildiği gibi, 3 Temmuz’dan bu yana tüm günler, 13 Ağustos 2016’da kaydedilen bir önceki rekor olan 16,80°C’den daha sıcak olmuştu.

‣ Aşırı sıcak dalgaları, hava kirliliğiyle birleştiğinde ölüm riski önemli ölçüde artıyor

Kayıtlara geçen en yüksek aylık küresel ortalama yüzey hava sıcaklığı

ERA5 veri setine göre, Temmuz 2023’ün ilk 23 günü için ortalama küresel ortalama yüzey hava sıcaklığı 16,95°C’dir. Bu, şu anda kayıtlardaki en sıcak Temmuz ayı ve en sıcak ay olan Temmuz 2019’un tamamı için kaydedilen 16,63°C’nin oldukça üzerindedir. Bu aşamada, Temmuz 2023 için aylık ortalama sıcaklığın Temmuz 2019’u önemli bir farkla aşacağı ve Temmuz 2023’ü kayıtlardaki en sıcak temmuz ve en sıcak ay haline getireceği neredeyse kesindir.

NOAA’nın NOAAGlobalTemp veri setine dayalı en sıcak temmuz ayına ilişkin mevcut sıralamasının ERA5’e dayalı sıralamadan farklı olduğunu unutmayın. NOAA Temmuz 2021’i en sıcak temmuz ayı olarak belirtirken, ERA5’te Temmuz 2019’dur (ERA5 Temmuz 2021’i en sıcak 4. ay olarak sıralamaktadır). Sıralamalardaki bu farklılık, iki veri seti arasındaki mekânsal kapsam farklılıkları ile açıklanabilir. ERA5 tüm dünya üzerinde sıcaklık tahminleri sağlarken, bu şekilde de görülebileceği gibi kutup bölgelerinin büyük bir kısmı NOAA’nın veri seti tarafından kapsanmamaktadır.

ECMWF Kopernik İklim Değişikliği Servisi (C3S) Direktörü Carlo Buontempo şu yorumda bulundu: “Rekor kıran sıcaklıklar, küresel sıcaklıklardaki ciddi artış eğiliminin bir parçasıdır. Antropojenik emisyonlar sonuçta bu yükselen sıcaklıkların ana itici gücüdür”. C3S’nin mevsimsel tahminleri, kara alanlarında sıcaklıkların ortalamanın oldukça üzerinde seyredeceğini ve yılın bu dönemi için klimatolojinin 80. yüzdelik dilimini aşacağını gösteriyor.”

Dünya Meteoroloji Örgütü Genel Sekreteri Prof. Petteri Taalas, “Temmuz ayında milyonlarca insanı etkileyen aşırı hava koşulları ne yazık ki iklim değişikliğinin acı bir gerçeği ve geleceğin bir habercisi” dedi. “Sera gazı emisyonlarını azaltma ihtiyacı her zamankinden daha acil. İklim eylemi bir lüks değil, bir zorunluluktur.”

WMO, önümüzdeki beş yıldan en az birinin kayıtlardaki en sıcak yıl olma olasılığının yüzde 98 ve beş yıldan en az birinde 1850-1900 ortalamasının geçici olarak 1,5°C üzerine çıkma olasılığının yüzde 66 olduğunu öngörüyor.

Bu, Paris Anlaşmasında belirtilen ve uzun yıllar boyunca uzun vadeli ısınmaya atıfta bulunan 1,5°C seviyesini kalıcı olarak aşacağımız anlamına gelmiyor.

Küresel kutup dışı okyanuslarda (60°S-60°N) ortalaması alınan günlük deniz yüzeyi sıcaklıkları (SST’ler), Nisan 2023’ten bu yana yılın zamanına göre rekor değerlerde kaldı. En önemlisi, mayıs ayının ortalarından bu yana, küresel SST’ler yılın zamanı için benzeri görülmemiş seviyelere yükseldi. ERA5 verilerine göre, 19 Temmuz’da günlük SST değeri 20,94°C’ye ulaşarak 29th Mart 2016’da kaydedilen en yüksek değerin (20,95°C) sadece 0,01°C gerisinde kaldı.

‣ İklim krizi: Avrupa’da erken sıcak dalgası, orman yangınları; Asya’da sel

Uzmanlar ne diyor?

2010-2016 BM İklim Şefi Christiana Figueres:

“Çok kullanılan “eşi benzeri görülmemiş” terimi artık yaşadığımız korkunç sıcaklıkları tanımlamıyor. G20 ülkeleri, yenilenebilir enerji kaynaklarının yaygınlaştırılmasını hızlandıracak ve fosil yakıtların ihtiyatlı bir şekilde kullanımdan kaldırılmasını sağlayacak politikalarla kararlı bir şekilde ele almaları gereken tehlikeli bir gerçekle karşı karşıyadır. Küresel elektriğin üçte biri sadece güneş ve rüzgârdan üretilebilir, ancak hedeflenen ulusal politikalar bu dönüşümü mümkün kılmalıdır. Yoksa hepimiz kavrulup yanacağız.”

Danimarka Kalkınma İşbirliği ve Küresel İklim Politikası Bakanı Dan Jørgensen:

“Bu temmuz ayında yükselen sıcaklıklar zaten bildiğimiz bir şeyi açıkça ortaya koyuyor. Küresel ısınmanın yıkıcı etkileri bir gerçektir. Ve her bir derecelik artışla daha da kötüleşecek. Bu gezegendeki tüm yaşam için bir tehdittir. Küresel bir toplum olarak hayatları ve geçim kaynaklarını kurtarmak için şimdi kararlı bir şekilde harekete geçmeliyiz. Doğru yolda değiliz ancak G20 ülkeleri gidişatı değiştirme gücüne sahip. Onları bu gücü kullanmaya çağırıyorum”.

Priestley Centre for Climate Futures Direktörü, Leeds Üniversitesi ve Birleşik Krallık İklim Değişikliği Komitesi Geçici Başkanı Profesör Piers Forster:

“Sera gazı emisyonlarımız nedeniyle, kara üzerindeki aşırı sıcakların sıcaklığı küresel ortalama sıcaklıktan iki kat daha hızlı artıyor. Bir zamanlar 10 yılda bir görülen sıcak hava dalgaları artık 2-3 yılda bir görülüyor ve görüldükleri zaman ortalama iki santigrat derece daha sıcak oluyorlar.

Yıkıcı sıcak hava dalgalarını ve buna bağlı orman yangınlarını yeni normal olarak düşünmek yanlış bir yaklaşımdır, bunun yerine proaktif olmamız gerekir. Şehirlerimizi, toplumlarımızı ve tarım uygulamalarımızı sıcak hava dalgalarını yaşanabilir kılmak için acilen adapte etmeliyiz. İkinci olarak, CO2 ve metan emisyonlarını güçlü bir şekilde azaltarak sıcak hava dalgalarındaki artış oranını yarıya indirebiliriz. Bunlar önümüzdeki on yıl içinde sıcak hava dalgalarına karşı dayanıklılık açısından önemli bir fark yaratabilir, ancak şimdi harekete geçmemiz gerekiyor.”

350.org Avrupa Bölge Direktörü Nicolò Wojewoda:

“İnsanlık tarihinin en sıcak ayının yaşanmasından en çok sorumlu olanların hesap vereceğini düşünürsünüz. Bir kez daha düşünün – fosil yakıt şirketleri sonuçlarla yüzleşmek yerine, sadece 2022 yılında 200 milyar dolardan fazla para kazanarak rekor kıran yıllık karlarla ödüllendirilmeye devam ediyor. Fosil yakıt endüstrisinin kârları, sorumlu oldukları küresel sıcaklıklardaki artışla birlikte yükseliyor.

Bu artık sona ermelidir. Verdikleri zarardan dolayı onları sorumlu tutmaktan, bunun bedelini ödetmekten ve tehlikeli etkilerini aşamalı olarak ortadan kaldırmaktan başka sorumlu bir eylem yolu yoktur. Toplumlarımızın yenilenebilir enerji kaynaklarıyla çalışan ve şirket karları yerine insanları merkeze alan alternatif bir enerji sistemine geçmesi için ihtiyaç duyduğumuz para , bu sömürücü şirketlerin kasasında bulunmaktadır. Bu parayı ele geçirmek ve kullanmak, gerekli olduğunu ve ulaşabileceğimizi bildiğimiz çözümleri güçlendirmek bizim elimizde.”

İklim Değişikliği ve Sağlık üzerine Lancet Countdown İcra Direktörü Dr. Marina Romanello:

“Lancet Countdown’ın 8 yıl önceki başlangıcından bu yana, sıcaklıkla ilgili göstergelerimiz aracılığıyla iklim değişikliğinin sağlık üzerindeki etkilerinin sürekli olarak arttığını gördük: yaşlılar arasında sıcaklığa bağlı ölümler artıyor, sıcaklık nedeniyle verimlilik küresel olarak azalıyor, insanların geçim kaynaklarını ve refahını etkiliyor. Verilerimiz, bunun büyük ölçüde insan kaynaklı iklim değişikliğinden kaynaklandığını kesin olarak göstermektedir. Bu, iklim kriziyle mücadele konusundaki derin kararlılık eksikliğinin insani maliyetidir ve gidişatı değiştirmek için acilen harekete geçmezsek çok daha felaketli bir geleceğin erken bir işaretidir.

Bu eylemsizlik affedilemez bir ihmalkârlıktır ve dünya çapında milyonlarca insan bunun bedelini şimdiden hayatlarıyla ödemektedir. Acıların artacağı bir gelecekten kaçınmak ve kendimiz ve çocuklarımız için sağlıklı, yaşanabilir bir dünyayı güvence altına almak için bugün elimizde muazzam bir fırsat var.”

Leiden Üniversitesi Çevresel Değişim Doçenti Dr. Paul Behrens:

Metan emisyonları kısa vadede sıcaklıkları çok hızlı bir şekilde arttırıyor. 1,5C’ye ulaşma şansımızın olabilmesi için, mümkün olduğunca hızlı bir şekilde bu emisyonları büyük ölçüde azaltmamız gerekiyor. En büyük fırsatlar gaz kullanımını azaltmak ve endüstriyel hayvan tarımını küçültmek. Gazın kendisi metandır ve kısa vadede kömürden daha kötü hale gelmesi için sadece yüzde 2 ila 3’ünün sızması gerekir, bu nedenle ısınmanın elektriklendirilmesi ve yenilenebilir enerjilere geçilmesi şart. Hayvan tarımı ve özellikle sığır eti ve süt ürünleri tüketiminin azaltılması da aynı derecede önemlidir. Bunun biyoçeşitlilik, daha temiz su ve hava, salgın hastalık riskinin azaltılması ve çok daha fazlası için de faydaları olacaktır.”

Brown Üniversitesi’nde Ittleson Çevre Çalışmaları ve Sosyoloji Profesörü, İklim Sosyal Bilim Ağı İcra Direktörü Prof. Timmons Roberts:
“Fosil yakıt şirketleri kendilerini köşeye sıkıştırdılar. Ürünlerinin gezegenimizi devrilme noktasına getireceğini onlarca yıldır biliyorlardı ve insanlar, özellikle de bu rekor kıran yaz aylarında bunu doğrudan deneyimliyor. Belediye binalarından kampüslere, yönetim kurulu odalarından mahkeme salonlarına kadar dünyanın dört bir yanında insanlar yenilenebilir enerjinin tek yol olduğunu biliyor ve bu şirketlerin hilelerinden ve siyasi müdahalelerinden bıkmış durumda.”

Sıcaklık rekorunun iklim değişikliği ile ilişkisinin kanıtları

Birleşmiş Milletler‘nin iklim bilimi paneli Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin (IPCC) en son raporunda bir kez daha teyit edildiği üzere, 19’uncu Yüzyılın ortalarından bu yana yaşanan ısınmanın tamamından insan faaliyetleri sorumludur:

“1850-1900 dönemine kıyasla 2010-2019 döneminde küresel yüzey sıcaklığındaki insan kaynaklı değişimin muhtemel aralığı 0,8°C ila 1,3°C olup, merkezi tahmin 1,07°C‘dir ve bu dönem için gözlemlenen ısınmanın en iyi tahmini olan 1,06°C‘yi de kapsıyor. 0,6°C ile [0,88°C ila 1,21°C] arasında olması muhtemel bir aralıktayken, doğal zorlamaya atfedilebilecek değişimin muhtemel aralığı sadece -0,1°C ila +0,1°C.” (Çalışma Grubu 1 Teknik Özet,”Kesit Kutusu TS.1: Küresel Yüzey Sıcaklığı Değişimi”)

IPCC ayrıca fosil yakıt kullanımının küresel ısınmaya neden olan ana faktör olduğunu açıkça ortaya koyuyor: “2019 yılında küresel sera gazı emisyonlarının yaklaşık yüzde 79’u enerji, sanayi, ulaşım ve binalardan, yüzde 22’si ise tarım, ormancılık ve diğer arazi kullanımından kaynaklandı. Verimlilik önlemlerinden kaynaklanan CO2 emisyonlarındaki azalmalar, birçok sektörde artan emisyonlar karşısında çok küçük kalıyor” [A.1.4]

Son 10 yıldaki küresel sıcaklıklar, yaklaşık 6 bin 500 yıl önceki bir önceki sıcak dönemden daha sıcaktı. Bir sonraki en son sıcak dönem, sıcaklık aralığının insanların gezegeni ısıtmaya başlamasından önceki sıcaklıklardan 0,5°C1,5°C daha sıcak olduğu yaklaşık 125.000 yıl önceydi (Çalışma Grubu 1 Teknik Özeti, “TS.1: Küresel Yüzey Sıcaklığı Değişimi”).

Bu da gezegenin bu ay görülen sıcaklıklara en son yaklaşık 125 bin yıl önce, modern insanın atası homoerectus‘un hâlâ yeryüzünde dolaştığı Eemian döneminde ulaştığı anlamına geliyor. O dönemde deniz seviyesi muhtemelen bugünkünden yaklaşık 8 metre daha yüksekti ve su aygırları Britanya Adaları‘na kadar kuzeyde yaşıyordu.

World Weather Attribution bilim insanlarının bu hafta salı günü yayımladıkları ilişkilendirme çalışmasına göre, temmuz ayında Kuzey Amerika ve Güney Avrupa‘da yaşanan sıcak hava dalgaları iklim değişikliği olmasaydı imkansız olurdu.