Ana Sayfa Blog Sayfa 383

Dünya Kupası Modası, nerede sınıfı geçti nerede kaldı?

2023 FIFA Kadınlar Dünya Kupası geçtiğimiz pazar günü yapılan final maçı ile sona erdi. İspanya’nın finalde Olga Carmona’nın golüyle İngiltere’yi 1-0 yenerek şampiyon olduğu turnuva, Avustralya ve Yeni Zelanda’nın ortak ev sahipliğinde gerçekleşti.

Bu yıl dokuzuncusu gerçekleşen turnuvanın geneline, maçlara olan ilgiye, sponsorlara, yatırımlara baktığımızda diğer spor dallarında olduğu gibi kadınlar turnuvalarına ilginin gittikçe daha da arttığını gözlemleyebiliyoruz. Bu yıl turnuvanın ödülü bir önceki turnuvadan %300 artarak 110 milyon dolar olsa da hâlâ erkekler turnuvasının ödülünün 4’te 1’i kadar.  İlgi artıp sahalar doldukça yatırımlar da artıyor ve bu beraberinde birçok dönüşümü getiriyor.

Futbol modası dönüşümün gösterişli bir şekilde yaşandığı alanlardan biri. Kadın futbolcuların erkeklere göre, erkekler için hazırlanmış büyük beden, vücutlarına uymayan formaları giydikleri günler geride kalmışken, kadın futbolu para getirmeye başladıkça sponsorlar tarafından daha fazla yatırım yapılıyor. Kadın sporcuların bedenlerine uygun tasarımların yanı sıra kapsayıcı ve kadın sporcuların ihtiyaçlarına göre tasarlanan formalar dönüşümün iyi adımlarından.

Beyaz şortlar out, regl kapsayıcılık in

Bu konuda İngiltere kadın futbol takımının şort kazanımı iyi örneklerden biri olsa da kadın sporcuların bunun için mücadele yürütmek, lobi faaliyeti yapmak zorunda kalmış olmaları hâlâ gidilecek çok yol olduğunu gösteriyor. Geçtiğimiz yıl İngiltere’de düzenlenen Avrupa Şampiyonası’nın kazananı İngiliz takımı futbolcuları regl kanamasının görüneceğinden rahatsız oldukları için beyaz şort giymek istemediklerini federasyona söyledikten sonra bu yıl İngiliz takımının formaları mavi şortlu olarak tasarlandı. Beyaz şort dönüşümü yalnızca İngiliz takımıyla veya futbolla da sınırlı değil, bu turnuvada başka takımlar da beyaz şortlardan kurtulurken geçtiğimiz yıllarda İrlanda rugby takımı bu değişimi ilk başlatanlardan olmuştu. Manchester gibi lig takımlarında da futbolcuların talepleriyle bu dönüşümler yaşanıyor.

Birçok kadın sporcu turnuva ve yarışma zamanlarında regl geciktirici ilaçlar kullanıyor veya kimi kadınların kanaması az oluyor, fakat ilaçla vücudu manipüle etmeyi tercih etmeyen, bunun bir sektör normali haline gelmesini istemeyen veya regl kanamaları düzenli olmadığından maç sırasında kanaması başlayabilen sporcular beyaz giymeye zorlanmamaları üzerinden lobi faaliyeti ve kampanya yürütmek zorunda bırakılıyor. “Sadece beyaz” kuralı olan Wimbledon da “Address the dress code” protestoları sonucunda 2022 kasım ayında kadın sporcuların tercih ederlerse sadece beyaz formalarının altına koyu renk şort giyebilecekleri şekilde giyim kurallarını esnetti.

Bunun yanında Fas takımının sporcusu Nouhaila Benzina, dünya kupası tarihinde başörtüsü ile turnuvaya katılan ilk sporcu olarak tarihe geçti. FIFA tarafından 2014 yılında başörtüsü ile maça katılmanın önü açılmıştı, fakat Dünya Kupasında ilk defa başörtülü bir sporcu sahaya çıktı. Benzina, Müslüman ülkelerdeki genç kadınların spora katılımı için önemli ve öncü bir karakter olarak tarihe geçti.

Futbol modası yükselişte

Dünya kupası gibi büyük turnuvalarda sahaya sadece futbolcular değil, tasarımlar da çıkıyor. Sponsor firmaların turnuvaya özel tasarladığı formaların yanı sıra ek birçok ürün de tasarlanıyor, turnuvalar ekonomiyi canlandırıyor, satışları artırıyor. Moda endüstrisi de bu yıl her zamankinden daha iddialı bir şekilde dahil olduğunu ve olacağını ilan etti. Adidas ve Nike takımların çoğunun forma kitlerinin tasarımını üstlenmiş durumda, bunların yanı sıra turnuvaya özel birçok işbirliği yapılıyor ve ürünler tasarlanıyor.

Mejuri’nin ABD takımı ile işbirliğinde hazırladığı altın kolye, yine ABD işbirliğiyle Stoney Cover Lane çanta veya Çin takımı oyuncu ve yetkililerinin etkinlik katılımı giyimleri için Prada ile yaptığı işbirliği bunlara örnek. Kim Kardashian’ın forma paylaşımıyla TikTok’ta “blokecore” akımını canlandırması ya da Louis Vuitton gibi moda devlerinin erkekler turnuvası sponsorluğuna soyunmasından futbol modasının endüstriye büyük kâr getireceği yeni bir döneme girdiğini görebiliyoruz.

Dönüşümün yaşanması cinsiyetçiliğin ortadan kalktığını elbette göstermiyor, ataerkinin bu kadar çekirdeğinde olan bir endüstride gerçek dönüşümleri forma tasarımları kadar hızlı göremiyoruz maalesef. Kadın sporcuların giyimleri, kanamaları, oyunları ve daha birçok bahaneyle nefret suçuna maruz kalmaları, erkeklerden daha az kazanmaları ya da İspanya Futbol Federasyonu Başkanının bir kadın futbolcuyu kameralar ve milyonlar önünde cinsel saldırıya maruz bırakması gibi cinsiyetçilik hâlâ endüstrinin içine işlemiş durumda.

Türkiye’de de 2002 sezonunda kadın futbolunun “lezbiyenlik” iddiasıyla bitirilmesi, 250 kadın futbolcunun profesyonel hayatının erkek federasyonun “temizlik” iddiasıyla sona erdirilmesini de bu vesileyle hatırlayalım.

Nike, Just pay it!

Flaşlar önündeki altın kupalar ve lüks takım elbiselerin arka planında ise endüstrinin gerçekleri hiç değişmemiş ama ışıkların gölgesinde kalmış bir şekilde bizi bekliyor. Nike, 3 yıldır ürünlerini üreten kadın işçilerin parasını ödemiyor ve Nike sloganına atıfta bulunan “#JustPayit” kampanyasıyla işçiler haklarını arıyorlar. Nike kadın sporuna yatırımlar yapıp milyon dolarlık bütçelerle pembe yıkama kampanyaları yapadursun, 50 milyar dolar kârını elde etmesini sağlayan işçilere ucuz emeklerinin karşılığı olan 2,2 milyon doları hâlâ ödemedi. Nike’ın ücretlerini ödemeyi reddettiği kadınlar zaten adil ücret şartlarında çalışmıyorlar ve birçoğu 18 yaşın altında. Nike aynı zamanda adil ücret ve çalışma koşulları için imzalanması istenen anlaşmalara karşı da lobi faaliyetleri yürütüyor.

Yine turnuvanın bir diğer büyük forma sponsoru Adidas’ın Kamboçya’daki 8 tedarikçi fabrikasında işçilere toplamda 11,7 milyon dolar tutan ücretlerinin ödenmediği raporlarda görünüyor. İşçiler hakları için eylem yaptığında tutuklanıyorlar. Buna işten çıkarıldığında ödenmesi gereken tazminatın ödenmediği toplam 1,1 milyon dolar dahil değil üstelik.

Kadınlar fabrikada veya sahada ataerkiye, sömürüye, cinsiyetçiliğe, cinsel şiddete karşı birçok mücadeleyi aynı anda yürütüyorlar. Dönüşüm iyi olsa da yalnızca kameralar önünde, reklamlarda, iyi para kazandıran kişilere veya sektörlere değil tüm kadınları kapsadığı zaman gerçekten dönüşüm olacak.

ABD’de gençler küresel iklim değişikliğine karşı hukuk mücadelesini kazandı

İklim değişikliği konusunda yaşam savunucuları geçtiğimiz haftalarda Amerika Birleşik Devletleri’nin Montana eyaletinde büyük hukuk zaferi kazandı. 14 Ağustos’ta bir Montana eyalet mahkemesi, anayasaya aykırı olduğunu iddia ettikleri iklim karşıtı politikalar nedeniyle eyalete karşı dava açan 16 gencin lehine karar verdi.  Bölge mahkemesi yargıcı, devletin önerilen enerji projelerinin iklim üzerindeki etkisini göz önünde bulundurmasını yasaklayan Montana’nın Çevre Politikası Yasası’nın, eyalet anayasası tarafından vaat edilen “temiz ve sağlıklı bir çevre hakkını” ihlal ettiğine karar verdi. Mahkemenin Held v. Montana davasındaki dönüm noktası niteliğindeki kararı, ABD’deki ilk büyük iklim davası zaferi olarak nitelendiriliyor.

Montana’nın başsavcısı beklendiği gibi temyize gideceğini belirtti. Dava, 2020 yılında şu anda 16 ila 5 yaşları arasında olan 22 gençten oluşan bir grup adına açılmıştı ve kar amacı gütmeyen hukuk firması Our Children’s Trust‘tan Julia Olson tarafından yürütüldü. Olson, 2010’ten beri düzinelerce iklim davası ile de ilgileniyor.

’10 yıl içinde fosil yakıta veda edilmezse, krizi önleme şansı kalmayacak’

Geçen hafta Hükümetler Arası İklim Değişikliği Panelinin (IPCC) yeni başkanı Jim Skea, yaptığı açıklamada herkesin bildiği ama bilmezlikten geldiği bir gerçeği tüm açıklığı ile bir kez daha gözler önüne sermişti. Skea’ göre önümüzdeki on yıl içinde fosil yakıtlara veda edilmezse küresel iklim krizini önleme şansı kalmayacak: “İçinde bulunduğumuz 10 yıl, 2030’a kadar, aksiyon dönemi. Eğer daha fazla petrol ve gaz rezervine yönelik planlar onaylanırsa, bu durum gelecekte hükümetleri fosil yakıtları yerin altında bırakmak ve iklim hedeflerine ulaşmayı seçmek arasında keskin bir seçim yapmakla karşı karşıya bırakacak.”

Birkaç hafta önce de Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri Antonio Guterres küresel iklim krizi çağının sona erip ‟küresel kaynama” çağının başladığını söylemiş ve eklemişti: ‟Sıcaklık artışını sınırlamak ve iklim değişikliğinin zararlı sonuçlarından kaçınmak için dünyaya acil önlem almalı…” Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) Genel Direktörü Dr Tedros da 20 Ağustos’ta yaptığı açıklamada ‘iklim değişikliğinin uzak bir tehdit olmadığını, yaşamları ve ekosistemleri etkilediğini’ belirtti.

Aslında IPCC yeni başkanı Skea’nın dramatik bir dille ortaya döktüğü gerçek durumu örgüt, 2022’de yayınladığı Altıncı Değerlendirme Raporunda da belirtmişti. Rapor, iklim değişikliğinin ekosistemler ve toplumlar üzerindeki etkilerini, bunların kırılganlıklarını, mevcut ve gelecekteki değişikliklere uyum sağlama kapasitelerini göz önünde bulundurarak inceliyor ve giderek artan sera gazı emisyonların insanlar ve çevre için oluşturduğu riskleri vurguluyordu. ‘İklim Değişikliği 2022: Etkiler, Uyum ve Kırılganlık’  raporu, insan kaynaklı sera gazı emisyonlarının neden olduğu iklim değişikliğinin katlanılmaz ve geri döndürülemez risklere maruz bırakarak, doğaya ve insanlara yönelik yaygın kayıplara ve zararlara neden olduğunu ortaya koymuştu.

Raporun gerçekleri yansıttığını görmek için çok fazla da beklemedik.  2023 yazı tüm sıcaklık rekorlarının alt üst edildiği bir dönem oluyor. Nature‘da yayınlanan bir makaleye göre 2023 Temmuz gelmiş geçmiş en sıcak temmuz ayı oldu. Ortalama küresel sıcaklık, küresel ısınmayı izleyen birkaç bağımsız örgütten biri olan Kaliforniya‘daki Berkeley Earth‘e göre, temmuz ayı ortalaması, sanayi öncesi ortalamanın 1.54 ° C üzerindeydi. Bu görünüşte küçük bir artış, dünyadaki tüm ekosistemlerin çökmesi anlamına gelebilir.

Tek bir örnek olarak orman yangınlarına bakarsak, geçtiğimiz yılların çok üstünde; Rodos, İtalya, Kanada’daki dev yangınlara son günlerde Hawaii, Kanarya adaları, Kuzey Yunanistan ve ülkemizdeki Çanakkale’deki korkunç yangınlar eklendi. Yangınlardaki can kayıpları çok büyük…

Grafik: Dünyanın ortalama sıcaklığı bir asırdan fazla bir süredir istikrarlı bir şekilde artıyor ve bu yıl şimdiden rekorlar kırılıyor. Temmuz 2023, şimdiye kadarki en sıcak ay olarak ilan edildi. Kaliforniya’da kar amacı gütmeyen bir çevre kuruluşu olan Berkeley Earth, geçen ayın ortalama sıcaklığının, sanayi öncesi 1850-1900 ortalamasından 1,5 derece daha sıcak olduğunu tahmin ediyor

IPCCnin son raporunda iklim değişikliğine karşı atılacak küresel adımlarda herhangi bir gecikmenin, yaşanabilir ve sürdürülebilir bir geleceği güvence altına almak için son fırsatın da kaçırılması anlamına geleceği belirtiliyor. Atılması gereken adım ise yıllardan bu yana herkes tarafından biliniyor; fosil yakıtların kullanımına son verilmesi… Oysa bilimsel ve politik üç önemli örgütün en üst düzey yöneticilerinden gelen bu ciddi uyarılara rağmen fosil yakıtları terk etmek bir tarafa, bir petrol şirketinin 2022 yılında açıkladığı ve 2021 yılının verilerinin yer aldığı bir rapora göre pandemi sonrası fosil yakıt tüketimi daha da arttı ve pandemi öncesi tüketimi de geçti.

Zaman kalmadı, gençler geleceklerine sahip çıkmalı

Rapora göre, 2021 yılında enerjiden kaynaklanan sera gazı emisyonları da 2019 seviyesine geri döndü. 2021 yılında %6’nın üzerinde artış gösteren kömür tüketimi, 2014 yılından bu yana; azalmak bir tarafa en yüksek seviyesine ulaştı. Bu artışta Çin ve Hindistan’ın payı büyük… Artışın %70’den fazlası bu iki ülkeden kaynaklanıyor. Hatırlanacağı gibi Hindistan, Glasgow’daki 26. COP toplantısında, ‘kömür kullanımının aşamalı olarak bırakılması’ kararı da engellemişti. Kömür tüketiminde ürkütücü başka bir gerçek de var; uzun bir dönemdir kömür tüketimini azaltmaya çalışan Avrupa ve Kuzey Amerika’da yaklaşık on yıl süren tüketimdeki düşüş eğiliminden sonra 2021’de artış yaşanmış. Üstelik Dünyada elektrik üretiminde de kömürün payı 2021 yılında %35.1’den %36’ya çıkarak baskın yakıt olmaya devam etmiş. Ülkemiz açısından da kömür elektrik üretiminde baskın yakıt… 2022 yılında Türkiye’nin elektrik üretiminin %34,6’sı kömürden karşılandı. Üstelik Türkiye elektrik üretimi içindeki kömürün payını artırmak için kömürlü termik santrallerini iki katına çıkartmak için çaba harcıyor.

Montana’daki gençlerin kazandığı büyük hukuk zaferine dönecek olursak, davanın avukatı Olson’un da belirttiği gibi, ‘temiz ve sağlıklı bir çevre hakkı Montana anayasasında’, bizim anayasamıza da olduğu gibi;  açıkça yazılı ve mahkemenin bu davada söylediği şey, bu gençler için var olan bir iklim hakkı olduğunun kabulüdür. Olson, Nature’a yaptığı açıklamada şunları söylüyor:

Bilim, davalarımızın temelidir ve uzman tanıklığı yoluyla elimizden gelen en iyi bilimsel verileri mahkemeye sunduk. Birlikte çalıştığımız insanlar – Montana’da davacılar adına ifade veren uzmanlar gibi – çoğu daha önce mahkemede hiç ifade vermemişti. Şaşırtıcı olan şey, bu dünyaca ünlü bilim adamlarının ayağa kalkması, kariyerlerinin büyük bir bölümünde yaptıkları işin hikâyesini anlatmaları ve kendilerini çok onaylanmış hissetmeleriydi. Bir bilim insanı kürsüde şöyle bir şey söyledi: ‘Ben sadece bir bilim insanıyım; kimse beni dinlemiyor.’ Birçok uzmanımızdan, bilimi mahkemede yemin altında, çapraz sorgu altında sunabilmenin ve bunu da bu gençler için yapabilmenin çok güçlendirici bir deneyim olduğunu duyduk.”

Avukat Olson’a göre gençler için mevcut 1.5°C hedefi de gerçekçi değil. 1.5°C’ın altında kalınsa da, ısınma gençlere zarar verecek ve dünya çapında daha fazla insanın hakkını ihlal edecek…

Artık hiç zamanımız kalmadı. Gençler ve çocuklar küresel iklim krizinin olumsuz sağlık sonuçlarından yetişkinlere oranla daha çok etkileniyor. Fakat en önemlisi IPCC’nın raporunda da açıkça yazdığı gibi yakın bir gelecekte yaşayabilecekleri bir dünya da kalmayabilir. O nedenle Montana davasında olduğu gibi tüm dünyada gençler bilimin ışığında, hukukun yol göstericilince geleceklerine sahip çıkmalı.  Belki de gelecek için son umut gençlerin yaşayabilecekleri dünya mücadelesine katılmaları olacak…

Ülkemizde benzer bir girişim için çevre davalarında son derece tecrübeli hukukçularımız ne düşünür acaba?

 

Yeşil Kamp’ta gazetecilik ve kadın atölyeleriyle deneyim paylaşımları devam ediyor

Yeşil Düşünce Derneği’nin Çanakkale’de Assos yakınlarında düzenlediği geleneksel Yeşil Kamp, gazetecilikten kadın hakları mücadelesine kadar çeşitli konularda yapılan oturumlarla bir günü daha geride bıraktı.

Yeşil Gazete, iklim krizi ve ekokırımla mücadelede yerel haberciliğin önemine vurgu yaptığı bir yurttaş gazeteciliği atölyesi gerçekleştirdi.

Yeşil Gazete Atölyesi: Aktivist-Medya İlişkileri” başlıklı oturumda Yeşil Gazete editörlerinden Dilan Ela Pamuk, özellikle ekokırıma karşı yerelde verilen mücadelenin önemine vurgu yaparak, ekoloji mücadelesinde yurttaş gazeteciliğinin yaygınlaştırılmasına yönelik bilgi ve öneri paylaşımlarında bulundu.

Katılımcılara basın bülteni ve haber yazımını kolaylaştırabilecek önerilerde bulunan Yeşil Gazete editörü, haber yazımında kullanılabilecek ters piramit tekniğini detaylandırarak katılımcılara aktardı.

Bu metinlere eşlik edecek fotoğraf ve video çekimlerine yönelik önerilerin de dile getirildiği oturumda, katılımcılar aralarında iklim değişikliği, orman yangınları, ekolojik yıkım, kentsel sorunlar, diplomasi ve magazin gibi çeşitli konularda basın bülteni ve haber metinleri yazarak kaleme aldıkları metinleri birbirleriyle paylaştı.

Kentten kırsala göç eden kadınlardan kırsaldaki kadınların güçlendirilmesi çağrısı

Yeşil Kamp
Fotoğraf: Dilan Ela Pamuk

Kırsalda Kadın Olmak” başlıklı oturumda kentsel alanlardan kırsal alanlara göç eden kadınlar, yeni yaşam alanlarında yaşadıkları deneyimleri paylaşarak kırsal alanda yaşayan kadınların karşılaştığı zorluklara ve verdiği mücadelelere dikkati çekti.

Yeşil Düşünce Derneği‘nden Güneş Akçay kentten kırsal bölgelere göç eden kadınlar arasında zaman zaman çatışmalar olabildiğini aktardı. Akçay, bunun bazın kentten kırsala taşınan kadınların kendilerini daha bilgili veya daha medeni görmelerinden kaynaklanabildiğini bildirdi. Bu yaklaşımın çok yanlış olduğunu ifade eden Akçay, medeniyetin farklı coğrafyalarda farklı şekillerde gelişim gösterdiğini ve bunun birinin diğerinden daha üstün olduğu anlamına gelmediğini vurguladı.

Bu çatışmaların uzun zamandır aynı köyde yaşasalar bile köyün yerli kadınlarının kentten gelen kadınları dışarıdan gelen bir yabancı olarak görmeye devam ederek benimsememesine ve bu kişilere şüpheyle yaklaşmalarına bağlı olabildiğini aktardı.

Ayfer Göl, Çanakkale’nin çeşitli kırsal alanlarında erkeklerin genellikle daha baskın rol oynadığı ancak kadınların baskılanmış bir hayat sürdüğüne dair gözlemlerini paylaştı. Kadınların ekonomik özgürlüğünün olmadığını vurgulayan ve kadın emeğiyle üretilen ekmek, salça gibi ürünlerin ederlerinin dahi ederlerinin eşleri tarafından belirlendiğine değinen Göl, “Kadınlar emeklerinin değerinin farkında dahi olmayabiliyor. Öte yandan emeklerinin bedeli kocaları tarafından belirleniyor” diye belirtti.

Kazdağı Doğal ve Kültürel Varlıkları Koruma Derneği Başkanı Süheyla Doğan da göç ettiği köydeki kadınların köy dışındaki dünyayla çok kısıtlı etkileşimleri olduğunu belirtti. Köyde bir dernek kurulmasının ardından kadınları güçlendirici faaliyetlerin başlatıldığını, ekonomik kazanım sağlayacak üretim faaliyetlerinin de başlamasıyla kadınların daha özgür bir bakış açısı benimsediğini ifade etti.

Ayfer Göl, kentten kırsal alana göç eden kadınların kırsaldaki süregelen yaşamı tam olarak anlayamadan önce köyde iyi yönde değişim faaliyetlerine giriştiğini aktararak, bu durumun doğru bir yaklaşım olmadığını ve her ne kadar iyi niyetli olsa da yaygın bir kabullenmeyle karşılanmayacağını belirtti. Öncelikle o köydeki yaşama alışarak köyün sakinleriyle aynı sayfada olunduğundan emin olduktan sonra bu çalışmalara başlamalarını tavsiye etti.

Erkek şiddetinin de kırsal alanda yaygın olabildiğine ve evlilik içi dayak ve tecavüz vakalarının olağan karşılanabildiğini belirten Göl, kadınları güçlendiren ekonomik faaliyetler gerçekleştirildikten sonra bu vakaların daha az yaşanmaya başladığının altını çizdi.

‘Yunanistan ve Türkiye halkları Evros ve Çanakkale’de aynı acıyı çekiyor’

Türkiye‘de Çanakkale ve Yunanistan‘da da Evros‘ta meydana gelen orman yangınlarına ilişkin Kazma Bırak Kampanyası‘nın Türkiye, Yunanistan ve Kıbrıs‘taki üyelerinden ortak bir açıklama yapıldı. Kampanyanın imzacısı olan onlarca ekoloji örgütünce yapılan açıklamada “Yunanistan ve Türkiye halkları Evros ve Çanakkale’de aynı acıyı çekiyor” denildi.

Yunanistan ve Türkiye‘nin karşı karşıya kaldığı devasa orman yangınlarına dikkat çekilen açıklamada yangında yok olan bölgelerin boyutlarının inanılmaz bir büyüklüğe ulaştığına vurgu yapıldı. Ayrıca Yunanistan’da Evros nehri yakınındaki Dadia ormanında devam eden yangının dumanının İyonya Denizi‘ne kadar ulaştığı da hatırlatıldı.

Temmuz ve Ağustos aylarında toplamda 1 milyon 100 bin dönümden fazla orman ve tarım arazisinin yandığına dikkat çekilen metinde, 35 kişinin yangınlar nedeniyle hayatını kaybettiğine işaret edildi. Ayrıca yangınlarda can kaybı yaşayan hayvanlar da hatırlatıldı.

‘Yangına yanıt yetersiz kalıyor’

26 mülteci ise Yunanistan’a geçmeye çalışırken Dadia ormanında canlı canlı yanarak ölmüştü. On binlerce insan evlerini terk etmek zorunda kaldı, alevler Alexandroupoli hastanesinin çevresine ulaştı ve personeli tüm hastaları tahliye etmek zorunda kaldı. Bu yıkıcı olayların Yunanistan’ı önceki yıllarda da vuran benzer yangınlarla birleştiği belirtildi. Ayrıca açıklamada şu ifadelere yer verildi.

“Sınırın hemen ötesinde, Türkiye’nin Çanakkale bölgesinde, devasa orman yangınları binlerce dönüm orman alanını da yakıyor. Yangınlar Türkiye’nin birçok yerinde başladı. 20’den fazla köy tahliye edildi. Yangından etkilenen insanlar olduğu bilinmekle birlikte, kesin sayılar resmi olarak açıklanmadı. Ölen hayvanların ve diğer canlıların sayısı hala bilinmiyor. Devlet, yangın söndürme uçakları ve helikopterleriyle havadan ve kurtarma ekipleriyle yerden müdahale etmeye çalışıyor, ancak yanıt yetersiz kalıyor.”

Fotoğraf: Alexandros Avramidis/Reuters

Sorumlu kim?

“Sorumlu kim” diye soran Kazma Bırak Kampanyası üyeleri, bu tür tahribatların “normal” olarak kabul edilemeyeceğinin altını çizdi ve şunları aktardı:

“Yunanistan’da hükümet sözcüsü bunun ‘yeni gerçeğimiz‘ olduğunu söyledi. İnsanların, hayvanların ve doğanın her yaz böyle acı çekmesini normal gören anlayışı kabul etmiyoruz.”

Yunanistan
İfaiyeci, Yunanistan’ın Rodos adasındaki yangından kurtardığı bir kedi ve iki tavşanı kucağında tutuyor. – Fotoğraf: AFP

Söz konusu suçların başlıca üç faili bulunduğunun belirtildiği açıklamda bu sorumlular şöyle aktarıldı:

“Birincisi iklim krizi. İklim değişikliği ormanlarda daha sıcak, daha kuru koşullar yaratıyor ve bu da yangınların daha kolay başlamasına ve hızla yayılmasına neden oluyor. Birleşmiş Milletler‘e göre, orman yangınları daha yoğun ve daha sık hale geliyor. Son yıllar dünya genelinde rekor yangın sezonlarına sahne oldu. İklim krizini durdurmak için mücadele etmemiz gerekiyor. Ancak hükümetlerimiz Ege ve Akdeniz denizlerinde fosil yakıt çıkarma çalışmalarını yoğunlaştırmayı ve hatta deniz aşırı gaz sahalarını güvence altına almak için ordularını birbirine karşı kullanmaya hazır. Dahası, emisyonları azaltmak veya üretimi çevre dostu bir şekilde düzenlemek için herhangi anlamlı önlem almıyorlar. Aksine, çevreyi sermaye çıkarlarına hizmet etmek için feda ediyorlar.

Ancak bu kadarla da kalmıyor. Hükümetlerimiz, yangınları ele almakta başarısızlıklarını haklı çıkarmak için iklim değişikliğini kullanıyorlar. Bu durumu dışsal bir faktör olarak sunarak, bununla ilgili bir şey yapamayacağımızı iddia ediyorlar. Bu da onların yangın önleme ve mücadele hizmetlerini parçalamak için sorumluluklarını gizlemelerine yardımcı oluyor. İşte üçüncü fail burada devreye giriyor. İtfaiyecilerin dediği gibi, ‘Bir yangın ilk saniyede bir bardak suyla, ilk dakikada bir kova suyla, ilk on dakikada bir ton suyla söndürülür. Sonrasında artık elimizden ne gelirse…’

Yunanistan ve Türkiye hükümetleri bizi bu önemli hizmetlere ayıracak yeterli miktarda para olmadığına inandırmaya çalışıyor. Ancak gerçek şu ki, devlet parasını silah yarışına, polise, sermaye dostlarını desteklemeye harcamayı tercih ediyorlar. Yangın önleme ve mücadele hizmetlerine daha fazla devlet fonu talep etmeli, gerekli personelin kitleler halinde alımını yapmalıyız.

Üçüncü olarak, kentlerin sınırlarındaki bu orman yangınları, denetimsiz kapitalizmin ciddi sonuçlarını yansıtarak, doğayı ve sosyal refahı önceliklendiren sürdürülebilir kentsel planlamanın acil gerekliliğini gösteriyor.”

Türkiye, Çanakkale
Fotoğraf: DHA

Sınırların ötesinde dayanışma

Ege Denizi’nin her iki tarafında da bu politikaların mağdurlarına dayanışma mesajı gönderen grup, “Her iki tarafın yalanlarına ve milliyetçi propagandasına cevap vermeye çalışıyoruz. Yunanistan’da içişleri bakanı Voridis, Rodos yangınının ‘Türk ajanları’ tarafından çıkarılmış olabileceğini söyledi. Aynı propaganda Trakya‘da da yaygın, buradaki aşırı sağ haber kaynakları Evros nehri yakınlarında ‘Türk casuslarının’ yangınları çıkardığından bahsediyor. Mülteciler aynı şekilde Yunanistan’da hedef alındı ve aşırı sağ çetelerin düzenlediği pogromların kurbanı oldu. Bu tür hamleler, hükümetlerin sorumluluklarını örtmek ve dikkati genellikle suçlananlara, en savunmasız olanlara yönlendirmek için kullanılıyor” ifadelerini dile getirdi.

Türkiye, Kıbrıs ve Yunanistan’da devam eden Kazma Bırak ekibi iklim değişikliği ve fosil yakıt çıkarmaya karşı ortak bir mücadeleye devam edeceklerini de duyurdu.

Soma Termik Santrali / Fotoğraf: Cansu Acar

Türkiye, Kıbrıs ve Yunanistan halkları arasında koordineli bir eylem çağrısında bulunan grup, açıklamasında şunlara yer verdi:

“Her ülkede çevresel tahribata karşı, fosil yakıt çıkartılmasına karşı, altın madenciliğine karşı, enerji konusunda ve daha birçok konuda ayrı ayrı pek çok hareket ve direniş bulunmaktadır. Bu hareketler ortak eylemler düzenlerse genişleyecek, derinleşecek ve güçlenecektir. Bize göre, ileriye doğru yürümenin tek yolu budur.”

Fotoğraf: İklim Adaleti Koalisyonu

 Kazma Bırak Kampanyası nedir?

Kazma Bırak kampanyası Karadeniz ve Doğu Akdeniz’de fosil yakıt arama çalışmalarına karşı, Eylül 2020’de başlatıldı. Barış ve iklim adaleti vurgusuyla yapılan çağrı metnine kısa sürede yanıt gelmiş, kampanya başta Yunanistan, Kıbrıs ve Türkiye olmak üzere 70 imzacı ekoloji örgütü tarafından sahiplenildi. Kampanya halen bireysel ve kurumsal imzacılara açık olduğu gibi, var olan imzacılara da buradan göz atabilirsiniz.

İklim krizi: Endonezya’daki ‘Sonsuzluk Buzulları’ yok olabilir

Endonezya Jeofizik Ajansı (BMKG), El Nino iklim fenomeninin 2019’dan bu yana Endonezya‘da en ciddi kuraklık tehlikesini oluşturduğunu bildirdi. Ajans, Pasifik Okyanusu‘nun orta ve doğu kısımlarında deniz suyu sıcaklığının olağandışı seviyede arttığı bir iklim fenomeni olan El Nino’nun, orman yangınlarını artıracağını ve temiz su kaynakları üzerinde tehdit oluşturabilecek düzeyde bir dönemi tetikleyebileceğini belirtti. El Nino’nun ayrıca ‘Sonsuzluk Buzulları’ için de bir tehdit oluşturduğu kaydedildi.

Ajanstan iklim araştırmacısı Donaldi Permana, “Buzullar, 2026’dan önce veya hatta daha hızlı bir şekilde yok olabilir ve El Nino bu erime sürecini hızlandırabilir” dedi. Permana, küçülmenin önlenmesinin neredeyse mümkün olmadığını ve bu olayın bölgesel ekosistemi bozabileceğini, on yıl içinde küresel deniz seviyesinde yükselmeye neden olabileceğini aktardı.

El Niño geliyor: Dünyayı ve Türkiye’yi ne bekliyor?
WMO’dan uyarı: El Niño etkisiyle sıcaklık rekorları daha sık ve yoğun görülecek

Sonsuzluk Buzulları, Papua‘nın en doğusundaki Jayawijaya dağlarında yaklaşık 4 bin 800 metre yükseklikte yer alıyor.

Fotoğraf: George Steinmetz/Corbis

Tropikal buzullar tarihe karışıyor

Tropik bölgelerde az sayıda buzul kaldı ve kalanlar da risk altında. 2021’de Global and Planetary Change dergisinde yayınlanan bir araştırma kapsamında bilim insanları, Papua’daki buzulların yanı sıra Tanzanya, Peru ve Bolivya‘daki And Dağları ve Himalayalar’da bulunan buzullardaki değişiklikleri izledi ve bunların hepsinin hızla eridiğini belirtti.

Guardian’ın aktardığına göre, tropik bölgelerdeki buzullar iklim değişikliğine karşı özellikle hassas bir yapıya sahip ve yalnızca yüksek rakımları sayesinde varlığını korur. Araştırmacılar ise eskiden kar olarak düşen yağışın artık daha fazla yağmur olarak düştüğünü, bunun da buzulların erimesinin hızlandırdığını belirtiyor.

‘Gelecek nesillere eskiden buzullarımızın olduğunu söyleyebiliriz’

Permana, Sonsuzluk Buzulları’nın son birkaç yılda önemli ölçüde inceldiğini, 2010’da 32 metre olan derinliğinin 2021’de sekiz metreye düştüğünü, toplam genişliğinin ise 2000 yılında 2.4 km iken 2022’de 230 metreye kadar daraldığını aktardı ve şunları ekledi:

“Artık buzulların yok oluşunu belgeleyebilecek durumdayız. En azından gelecek nesillere eskiden buzullarımız olduğunu anlatabiliriz.”

Donaldi ve ABD’deki akademisyenler tarafından daha önce yapılan bir araştırmada, 2015-2016 yıllarındaki El Nino iklim fenomeni sırasında Papua’daki Carstensz Piramidi yakınlarında buz kaybının yoğunlaştığı keşfedilmişti.

Bilim insanları açıkladı: İklim krizi yaşanmasaydı, aşırı sıcaklar neredeyse imkansızdı

Rize’de şiddetli yağış sel ve heyelana neden oldu

Rize’nin Çayeli ilçesinde etkili olan sağanak, sel ve heyelana neden oldu. Boş bir ev yıkıldı, park halindeki bir araç sürüklendi, 8 ev tedbir amacıyla boşaltılıp, 24 kişi de tahliye edildi.

Çayeli’de dün akşam saatlerinde başlayan sağanak sırasında bölgede taşkın ve heyelanlar meydana geldi.

Dereler taştı, yolları su bastı

DHA‘nın aktardığına göre; sabah saatlerinde etkisini artıran yağış nedeniyle ilçedeki debisi yükselen bazı dereler taştı, bazı cadde ve sokaklarda su birikintileri oluştu.

Heyelanda Kömürcüler mahallesinde boş haldeki tek katlı bir ev yıkılırken, AFAD ekiplerinin incelemesinin ardından çevre köylerde risk teşkil eden sekiz ev tedbir amacıyla boşaltıldı.

Evlerden tahliye edilen 24 kişi, güvenli bölgeleye alındı. Sel nedeniyle beş köy yolu ulaşıma kapanırken, park halindeki boş bir cip de sel ve heyelanda sürüklendi.

Rize, sel
Fotoğraf: DHA

Çevre ilçelerden gelen belediye ve İl Özel İdaresi ekipleri, iş makineleriyle yol açma ve temizlik çalışmalarına başladı.

Rize’de sel ve heyelana neden olan sağanak nedeniyle Güneysu Deresi‘nde su seviyesinin yükselmesi sonucu Rize-Güneysu yolunun dördüncü kilometresinde çökme meydana geldi.

Yolda üç metre derinliğinde çukur oluşurken, olay anında şans eseri kaza yaşanmadı. Kara yolları ekipleri yolun ulaşıma açılması için çalışma başlattı. Ulaşım karşı şeritten kontrollü olarak sağlanıyor.

Rize’nin Çayeli ilçesinde etkili olan sağanak nedeniyle meydana gelen sel ve heyelanda sürüklenen cipi hasar gören Hızır Kömürcü, o anları anlattı.

Kömürcü, “Sabah iki kez daha heyelan oldu. Dışarıyı seyrederken bir çığ daha koptu ve aracı aşağı indirdi. Yapacak bir şey yok. Can kaybımız yok, zarar ziyan var. Allah beterinden korusun. Çok yağdı. Buranın kopacağını tahmin ediyordum. Aşağı inip, aracı almaya yöneldim; eşim bırakmadı” dedi.

Rize, sel
Fotoğraf: Rize Valiliği

Kardeşinin evi heyelanda yıkılan Zikrullah Kömürcü de “Sabah 5,5 heyelan oldu, eşimle evdeydik. Büyük bir gürültü koptu, baktım heyelan vurmuş. Kardeşimin buradaki evi yıkıldı. Yeğenim dün akşam bana gelecekti, yarın gelirsin demiştim. Gelip orada kalsaydı; belki de bulunmayacaktı. Çok korktuk. Gürültüyle yataktan atladık” diye konuştu.

Aynı yol iki yıl önce de çökmüştü

Rize’de etkili olan sağanak sonrası göçük yaşanan Güneysu-Rize kara yolunda iki yıl önce de çökme yaşandığı ortaya çıktı.

İlçede 14 Temmuz 2021’de, saatte metrekareye düşen 220 kilogram yağışın ardından meydana gelen, iki kişinin öldüğü sel ve heyelanda, bugün göçük yaşanan yolun dört kilometre ilerisinde, Rize-Güneysu kara yolunda yaklaşık dört metre derinlik ve beş metre genişliğinde çukur oluşmuştu.

Rize ,sel
Fotoğraf: DHA

’24 saatte düşen yağış, yer yer 200 kilogramın üzerinde’

Rize Valisi İhsan Selim Baydaş, sağanak sonrası sel ve heyelanların meydana geldiği bölgede incelemede bulundu. Son duruma ilişkin bilgi veren Vali Boydaş, “Dün geceden itibaren Çayeli ve Güneysu’da etkili olan bir yağış yaşıyoruz. 24 saatte düşen yağış, yer yer 200 kilogramın üzerinde. Birtakım çökmeler ve bazı yerlerde heyelanlar meydana geldi. Olayın ilk saatlerinden beri AFAD, jandarma, DSİ, kara yolları il özel idare ekipleri belediyenin olduğu bölgelerde belediye ekiplerimiz sahadalar. Çayeli tarafında tedbirden boşalttığımız evler var. Metruk bir evde çökme meydana geldi. Can kaybımız ve yaralımız yok. Hasar tespitleri yapmaya başladık” dedi.

Rize, sel
Fotoğraf: Rize Valiliği

Yağışın akşam saatlerine kadar süreceğini aktaran Vali Baydaş, “Can kaybı olmamasına seviniyoruz. Geriye kalan bütün tespit ve yapım onarım işleri de süratle tamamlanacak. Buradaki yolda bir çökme var. Tek taraflı olarak yolu çöktüğü andan itibaren veriyoruz. Gerekli incelemeyi yaptılar, su seviyesini tamamlandıktan sonra buradaki çalışmayı yapıp yolu açacağız. Geçmiş olsun; olağanüstü bir uyarı yok ama deniz suyu sıcaklığı yüksek, deniz suyu sıcaklığından da kaynaklı yoğunlaşma fazla. Akşam zaman zaman sürecek, ancak bu şiddette bir uyarı yok. Dere kenarlarında olan vatandaş ve iş makinelerinin dikkatli olmasını sağlayacağız” diye konuştu.

İklim krizi sel riskini nasıl artırıyor?

Zeytin bahçesinde Türkiye siyaseti değerlendirmesi: Yeşil hareket neden ana akım olamıyor?

Çanakkale’de Assos yakınlarında Yeşil Düşünce Derneği’nin geleneksel olarak düzenlediği Yeşil Kamp siyasetten beslenmeye kadar birçok konunun ele alındığı atölye ve oturumlarla devam ediyor.

Kamp, kamuoyu araştırmacısı ve ekonomist Can Selçuki’nin mayıs ayında yapılan seçimlere ve Türkiye siyasetine dair değerlendirmelerde bulunduğu “Genelden Yerele Seçim Yansımaları” oturumu ile devam etti.

Genel seçime sonuçlarını değerlendiren Selçuki, kamuoyundaki beklenti ile seçim sonuçları arasındaki farka değinerek bunun birkaç temel sonucu olduğunu kaydetti:

Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin sonuçlarının anket verileri ile çelişkili olduğuna değinen Can Selçuki, “53 bin tane anket yapmışız, hiçbirinde bu sonucu bulamamışız. Kimse mi beceremedi? Konut satışı yoluyla verilen vatandaşlığı dahil edememişiz. Kaç kişi vatandaşlık kazanmış ve kaçı oy kullanmış bunu bilmiyoruz, örneklemimizde yoktu” diye konuştu.

‘Seçmen siyasete güvenmiyor, küçük partilere yöneliyor’

yeşil
Fotoğraf: Dilan Ela Pamuk

Meclis seçimlerinin Türkiye’de siyasetin atomizasyonuna işaret ettiğini kaydeden Selçuki, “Grubu olmayan partilerin 4-5 vekili vardı. Bugün 57 tane milletvekili var grubu olmayan. Seçmen çok küçük partilere yönelmiş; atomizasyon. Peki atomizasyon neye işaret ediyor? Seçmen büyük partilerden sıkılmış ve siyasete güvensizliği var. Küçük partilere yöneliyor ve bence bu devam edecek, 50+1 ve ittifak yapıları devam ettikçe. Bu, yeşil hareket için önemli” dedi.

Türkiye’de son yıllarda yürütülen ekonomi politikalarının ve enflasyonun halkı fakirleştirerek ortak bir paydada birleştirdiğini belirten Can Selçuk, “3-4 yıllık süreç fakirlikte hepimizi eşitleşti. Kültürel olarak kutuplaşma kalksın diyecektik, fakirlik yaptı bunu. Aynı sınıfta birleşiyorsunuz. Kültürel yerden birleşiriz diye düşünmüştük, öyle olmadı” diye konuştu.

yeşil
Fotoğraf: Dilan Ela Pamuk

‘Yeşil hareketin ana akımlaşamamasında muhalefetin de payı var’

Ekoloji mücadelesini ve yeşil politikaları kapsayan “yeşil hareket”e değinen Selçuki, bu hareketin farklı perspektiflerden değerlendirildiğini kaydetti. Selçuki, bunlardan birinin ekonomi ve Yeşil Mutabakat süreci perspektifi olduğunu, önemli bir başka boyutun ise sosyal adalet olduğunu ifade etti. 

Yeşil harekette ‘ana akımlaşamama’ sorunu olduğunu söyleyen Can Selçuki, “Yeşil hareket temsilcileri toplumun geniş kesimiyle örtüşen kişiler değil, sol hareketle özdeşleşen profiller. Nasıl ana akımlaştrabiliriz? Toplumun kalan tarafı ile nasıl ortaklaşılabilir? Görüyorum, parti kurdurtmuyorlar” ifadelerini kullandı.

‘Diyarbakır’ın nefes borusu: Hevsel Bahçeleri’

yeşil
Fotoğraf: Dilan Ela Pamuk

Yeşil Kamp’taki etkinlikler, Seyhan Alu’nun Diyarbakır’daki “Hevsel Bahçeleri” odaklı oturumuyla devam etti.

Alu, Hevsel Bahçeleri’nin 7 hektar 10 bin dönümlük bir alanı kapladığını açıklayarak burada meyve ağaçlarının yanı sıra diğer birçok ağaç türünün de olduğunu belirtti.

Bölgedeki biyolojik çeşitliliğin oldukça zengin olduğunu hatırlatan Seyhan Alu, Hevsel Bahçeleri’nde yaşayan 180 kuş türü bulunduğunu, ayrıca su samuru, kirpi, sincap gibi memeli hayvanların da burada yaşadığını ifade etti.

Alu, Hevsel bahçelerini “Diyarbakır’ın nefes borusu, can simidi” diye niteledi.

yeşil
Fotoğraf: Dilan Ela Pamuk

‘Nüfus patlamasıyla kent kendi kendine yetemez hale geldi’

Hevsel Bahçeleri’nin 1999 yılına dek Diyarbakır’ın tüm gıda ihtiyacını karşılayabildiğini ve Diyarbakır’ın Türkiye’nin en büyük üçüncü ekonomisi konumunda olduğunu bildiren Alu, 1999’da kente yapılan göçler sonucu nüfusun 2 milyona ulaştığını ve bu nedenle kentin gıda açısından kendi kendine yetebilme statüsünü kaybettiğini anlattı. Seyhan Alu, bu durumun bir nedeninin de eskisi kadar tarım yapılmaması olduğunu ekledi.

2010’da bölgenin imara açılması için ağaç kesimi gerçekleştirilmesinin amaçlandığını kaydeden Seyhan Alu, Diyarbakır’daki 85 sivil toplum kuruluşunun bu kesime karşı çıktığını ifade etti. Alu, ağaç kesiminin engellenmesi için geceleri Hevsel Bahçeleri’nde nöbet tutulduğunu aktardı.

‘Yapılaşmaya açıldı, UNESCO’dan uyarı yapılarak durduruldu’

Hevsel Bahçeleri’nin 2010 yılında UNESCO Dünya Mirası Listesi için aday gösterildiğini ve 2011’de bu listeye dahil edilerek koruma altına alındığını, ancak yine de bir kısmında ağaçlar kesilerek alanın yapılaşmaya açıldığını, UNESCO’dan uyarı yapılması sonucu yapılaşmanın durdurulduğunu belirtti.

Alu, Hevsen Bahçeleri’nin 25 endemik bitki türüne ve koruma altına alınan 52 balık türüne de ev sahipliği yaptığını açıklayarak alanın korunmasının kritik önemini vurguladı.

HSK, İmamoğlu davasına bakacak istinaf heyetini de değiştirdi

Hâkimler ve Savcılar Kurulu (HSK), yeniden adaylığa hazırlanan İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB)  Başkanı Ekrem İmamoğlu’na ‘hakaret’ suçlamasıyla verilen 2 yıl 7 ay 15 günlük hapis cezası ve “siyasi yasak” kararının istinaf aşamasına bakacak olan İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi (BAM) 24. Ceza Dairesi‘nin başkanı ve bir üyesini görevden aldı.

İstinaf ve ardından Yargıtay‘ın vereceği karar, İmamoğlu’nun siyasi geleceğini etkileyecek

DW Türkçe‘den Alican Uludağ‘ın haberine göre, HSK Birinci Daire, temmuz ayındaki iller arası atama kararnamesinin ardından bu kez “müstemir yetki” kararnamesini tamamladı. Kurul, Ekrem İmamoğlu davasının istinaf aşamasına bakacak olan İstanbul BAM 24. Ceza Dairesi Başkanı Sezai Öztürk’ün yetkisini kaldırdı, Öztürk’ü 2. Ceza Dairesi Başkanlığı‘na gönderdi.

Aynı dairenin üyesi Rüştü Yamak da 1. Ceza Dairesi Üyeliği’ne atandı. Daire Başkanlığı’na Yaşar Kılınç, üyeliğe ise Muharrem Ballı getirildi. Dairede salt çoğunlukla karar alınıyor.

İmamoğlu davası öne çekilebilir

Görev değişikliğinin ardından, henüz istinaf incelemesini tamamlamayan 24. Ceza Dairesi’nin davayı öne çekmesi bekleniyor. İstinafın vereceği karardan sonra dosya, son hüküm için Yargıtay 4. Ceza Dairesi’ne gidecek.

Olası bir onama kararında İmamoğlu, Mart 2024’teki İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’na yeniden aday olamayacak ve olası bir CHP Genel Başkanlığı adaylığı iddiası da tümden ortadan kalkmış olacak.

Yerel mahkemenin hâkimi de değiştirilmişti

Yüksek Seçim Kurulu üyelerine “Ahmak” demekle suçlanan ancak bu sözü dönemin İçişleri Bakanı Süleyman Soylu‘ya yanıt olarak söylediğini belirten İmamoğlu, “Kurul halinde çalışan kamu görevlilerine karşı görevlerinden dolayı alenen zincirleme hakaret” suçundan yargılanıyordu. Davanın son duruşması öncesi hâkimi Hüseyin Zengin, isteği dışında İstanbul‘dan Samsun‘a atanmış, yerine ise Mehdi Komşul getirilmişti. Yeni gelen Yargıç Komşul, 14 Aralık 2022 tarihinde İmamoğlu’nun 2 yıl 7 ay 15 gün hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar vermiş ve aynı zamanda siyasi yasak kararı da almıştı.

İkinci davaya da ikinci hâkim

HSK, İmamoğlu’nun, Beylikdüzü Belediye Başkanlığı dönemine ilişkin “ihaleye fesat karıştırmak” iddiasıyla Büyükçekmece 10. Asliye Ceza Mahkemesi’ndeki yargılanmasında da yetki kararnamesiyle değişiklik yaptı.  10. Asliye Ceza Mahkemesi’nin yetkisi ikiye bölünerek, buraya yeni bir hâkim daha atadı. Mevcut hâkim Mesut Kesayak‘la birlikte çalışacak yeni yargıç Tuğçe Tavus oldu. İmamoğlu dosyasına hangi hâkimin bakacağı şimdilik bilinmiyor.

İklim krizi: Antarktika’da buz kırıldı, binlerce yavru penguen öldü

Antarktika Yarımadası‘nın batısında yer alan Bellingshausen Denizi‘nde incelenen beş imparator pengueni kolonisinden dördünde, geçen kış devasa bir deniz buz kaybı yaşandığı için yavru imparator penguenlerin hiçbiri hayatta kalamadı.

Yavruların altındaki deniz buzu, okyanusta yüzmek için gereken su geçirmez tüyleri geliştiremeden eridi ve parçalandı. Yaklaşık 10 bin hayvanın büyük olasılıkla boğulduğu ve donarak öldüğü tahmin ediliyor.

Nature Communications Earth & Environment dergisinde yayımlanan bir çalışma, felaket sayılabilecek bu durumun kaydedilen ilk olay olduğunu aktarıyor. Araştırmada, dünya ısındıkça imparator pengueni kolonilerinin %90’dan fazlasının 2100 yılına kadar “neredeyse yok olmuş” olabileceği ihtimali üzerinde duruluyor.

Araştırmacılar, Bellingshausen Denizi’nde beş imparator pengueni kolonisini, 2018 ile 2022 yılları arasındaki uydu görüntüleri kullanarak izliyordu. Bu koloniler, yaklaşık 630 çiftten 3,500 çifte kadar değişen büyüklükteydi. Kolonilerde üreme mevsimi boyunca kaç kuşun bulunduğu sayıldı.

‣ Doğu Antarktika’daki penguenlerin nüfusu son on yılda yüzde 43 azaldı

‘Penguenler deniz buzuna bağımlı’

İngiliz Antarktika Araştırmaları (BAS) ekibinden Peter Fretwell , “İmparator penguenleri üremeleri ve yavrularını yetiştirmek için deniz buzuna bağımlıdır. Ancak bu buz, gerektiği kadar yaygın değilse veya daha hızlı kırılırsa, bu kuşlar sorun yaşar” dedi.

BBC’nin aktardığına göre, bilim insanları; Rothschild Adası, Verdi Koyu, Smyley Adası, Bryan Yarımadası ve Pfrogner Noktası‘ndaki beş koloniyi izledi. AB‘nin Sentinel-2 uydularını kullanılarak penguenlerin etkinliği, deniz buzunda bıraktıkları dışkılar sayesinde gözlemlendi.

Yetişkin kuşlar, aralık/ocak ayları arasında deniz buzuna çıkar. Çiftleşirler, yumurtlarlar, bu yumurtaları kuluçkaya yatarlar ve ardından dünyaya gelen yavru yavrular yüzebilmeleri için kaygan tüyler edinir. Ancak araştırma ekibi, deniz buzunun geçen kasım ayında penguen yuvalarının altında parçalandığını, binlerce yavrunun yüzme için gerekli olan kaygan tüylere sahip olacak kadar büyüyemediğini gözlemledi.

Önümüzdeki yıl yeni yavru olmayacak

Antarktika’daki deniz buzunda 2016’dan bu yana keskin bir düşüş yaşandı, kıtanın etrafındaki donmuş suyun toplam alanı rekor seviyelere indi. Geçtiğimiz iki yılda Bellingshausen neredeyse tamamen buz örtüsünden yoksun kaldı.

‣ Antarktika’nın kritik eşiği: Isınmayı 2℃’nin altında tutamazsak geri dönüşü olmayan değişimler yaşanacak

Eylül ayında ulaşılan deniz buz genişliğinin normalden çok daha düşük bir seviyeye ineceği değerlendirilmesi yapılırken Fretwell, son aylarda buz oluşumunun yavaşlamasından dolayı kolonilerin muhtemelen en az bir yıl daha yavrulayamayacağını ifade ediyor.

İmparator penguenleri, varlığı tehlikedeki hayvanlarının listelerini tutan kuruluş olan Uluslararası Doğa Koruma Birliği (IUCN) tarafından “yakın zamanda tehlikeye uğrayabilir” olarak sınıflandırılıyor. Küresel ısınmanın geldiği nokta nedeniyle imparator penguenlerinin üst seviyedeki “yüksek riskli tehlikede” kategorisine taşınması için çalışılıyor.

‘Şu anda gördüğümüz şey, öncekilerden çok farklı’

Fratwell ile aynı ekipte olan Caroline Holmes, Antarktika deniz buzunun neden bu kadar eridiğini ve ani kırılmaları inceliyor. Bu durumu, kıtanın etrafındaki sıcak okyanus suyu ve Bellingshausen’deki özel bir rüzgar deseni ile ilişkilendiriyor. Holmes’ün araştırmalarına göre, sıcaklık ve rüzgarlar, buzun kıyıya geri itilmesine ve yayılmasının zorlaşmasına neden oldu.

Holmes, “Şu anda gördüğümüz şey, daha önce gözlemlediğimizden çok daha farklı. Değişim bekliyorduk ama bu kadar hızlı ve büyük bir değişim beklemiyorduk,” vurgusunda bulundu ve ekledi:

Arktik‘teki çalışmalar, küresel ısınmayı bir şekilde tersine çevirebilirsek kuzey kutbundaki deniz buzunun yeniden oluşabileceğini gösteriyor. Bunun Antarktika için de geçerli olup olmadığı hakkında kesin bir şey söyleyemeyiz ancak deniz buzunun yeterince soğumayla tekrar oluşması imkansız değil.”

Buzullardaki tüm canlılık tehlikede

Biyolog Norman Ratcliffe de deniz buzunun kaybolmasının yalnızca penguenleri etkilemeyeceğinin altını çizdi. “Foklar da beslenmek ve dinlenmek için deniz buzuna bağımlıdır” diyen Ratcliffe, bu durumun buzullardaki mikroorganizmaları ve algleri de etkileyeceğini ve nihayetinde bölgedeki balinalarının beslenmelerini de güçleştireceğini kaydetti.

‣ Araştırma: Antarktika’da görülen iklim aşırılıklarının sonuçları küresel olacak

Antarktika deniz buzları dünyanın geneli için önem arz ediyor. Gezegenin sıcaklığını düzenlemeye yardımcı olan buzullar güneşin gelen enerjisini uzaya yansıtıyor. Ratcliffe buzulların eridikçe, okyanus suyunun güneş ışınlarını emerek küresel ısınmayı arttıracağını ifade ediyor.

Antarktika’daki ısınma gezegeni nasıl etkiliyor?

AB’de kaydedilen en büyük orman yangını, Yunanistan’daki göçmen karşıtlığını nasıl etkiledi

Yunanistan’da Avrupa topraklarındaki tek seferdeki en geniş çaplı yangın olarak kayıtlara geçen Meriç Bölgesi yangınlarının ardından kundakçılık suçlamasıyla 79 kişi tutuklandı. Göçmenlerin kundakçılıkla suçlandığı ülkede ana muhalefet partisi SYRIZA göçmenlerin günah keçisi haline getirildiğini söyledi.

AFP‘nin haberine göre polis ve Yunan istihbarat servisi EYP olayları araştırıyor. Hükümet sözcüsü Pavlos Marinakis, Yunan kamu yayıncısı ERT‘ye, orman yangınıyla ilgili 140 tutuklamadan 79’unun kundakçılıkla bağlantılı olduğunu söyledi.

BBC Türkçe‘nin aktardığına göre; Sivil Savunma Bakanı Vassilis Kikilias, kundakçıların Atina‘nın kuzeybatısındaki Parnitha Dağı‘nda yeni yangınlar başlatmaya yönelik çok sayıda girişimde bulunduğunu söyledi.

AFP haber ajansına göre Kikilias, Perşembe günü televizyonda yayımlanan konuşmasında, “Kundakçı pislikler ormanları, mülkleri ve hepsinden önemlisi insan hayatını tehdit eden yangınlar çıkarıyor… Vatana karşı suç işliyorsunuz. Bu yanınıza kalmayacak, sizi bulacağız, hesabını vereceksiniz” dedi.

Dedeağaç çevresindeki köylerde yaşayan pek çok kişi, yangınları sınırı geçip iç bölgelere gitmeden önce ormanda saklanan göçmenlerin çıkardığına inandıkları için öfkeli.

Fotoğraf: Nicolas Economou/Reuters

Yangını göçmenlerin çıkardığını gösteren hiçbir kanıt yok

Ancak Dadia ormanındaki bu yangını göçmenlerin çıkardığına dair hiçbir kanıt yok. Bu hafta başında Dedeağaç Belediye Başkanı yangınların fırtına sırasında meydana gelen yıldırım düşmesiyle başladığını söylemişti.

Facebook‘ta canlı yayımlanan ve Dedeağaç bölgesinde çekilen bir video, bir adamın mültecileri ve göçmenleri “tutukladığını” ve onları arabasına bağlı bir römorka kilitlediğini göstermesinin ardından Yunanistan’da kargaşaya neden oldu.

Videoda adam araçta dolaşarak göçmen ve mültecileri “Yunanları yakmaya çalışmakla” suçluyor. Daha sonra birkaç korkmuş genç adamı göstererek kapıyı açıyor.

Polis, videodaki bu Yunan adamı, kendisine yardım ettiğinden şüphelenilen iki kişiyle birlikte göz altına aldı. Gözaltı gerekçesi olarak “Suriye ve Pakistan kökenli 13 yasadışı göçmenin” yasadışı olarak tutulması gösterildi.

Dedeağaç’ta bulunan 18 göçmen cesedi

Yanan ormanlık alanda ülkeye kaçak yollarla giren göçmenlere ait olduğu düşünülen 18 ceset bulunmuştu. Cesetlerin 500 metrelik bir yarıçap içinde, bazılarının bir koyun ağılının yakınında bulunduğunu söyleyen Adli Tıp Uzmanı Pavlos Pavlidis, ölenlerin tamamının erkek ve ikisinin reşit olmadığını söyledi.

18 ceset yangından etkilenen Avantas köyünde bulundu. – Fotoğraf: Reuters

Yüksek Mahkeme Savcısı Georgia Adeilini, Meriç Bölgesindeki yangınların nedenleri ve Dadia ormanındaki 18 cesedin bulunmasının ardından göçmenlere yönelik ırkçı şiddet iddiaları hakkında ikili soruşturma yapılması çağrısında bulundu.

Cesetler otopsi yapılmak üzere Dedeağaç’a götürüldü. Ancak kimliklerin tespiti oldukça zor ve yakınlarının ortaya çıkması gerekecek.

BBC’ye konuşan Suriyeli bir adam, 27 yaşındaki kuzeninden dört gün boyunca haber alamaması nedeniyle yangında ölmüş olduğundan korktuğunu söyledi.

Kuzeni, ormanı eski bir yolu takip ederek geçmeyi uman Suriyeli, Afgan ve Iraklılar’ın olduğu bir gruptaydı.

Yunan polisi, Ağustos ayı boyunca günde 900 kadar kişinin sınırı geçmeye çalıştığını ve yüzlerce kaçakçının tutuklandığını açıklamıştı.

Avrupa Birliği ülkelerine ulaşmaya çalışan göçmenler, dövülmek, soyulmak, tutuklanmak, sınırı geçmeye zorlanmak veya Akdeniz’de boğulmak gibi pek çok tehlikeyle karşı karşıyaydı. Bu tehlikeler arasına son olarak Yunanistan’ın kuzeyindeki olayla birlikte, orman yangınları da katıldı. Avrupa Birliği’ne ulaşmak isteyen birçok grup ormanlık alanları gizlenme amaçlı olarak kullanıyor.

Fotoğraf: Achilleas Chiras/Associated Press

Ana muhalefet partisi: Göçmenler günah keçisi haline getiriliyor

Anadolu Ajansı‘na göre Yunanistan’ın ana muhalefet partisi SYRIZA, orman yangınlarının bazı göçmenler tarafından çıkarıldığı yönündeki iddialar üzerine göçmen karşıtlığında artışa karşı Perşembe günü uyarıda bulundu.

Bölgedeki orman yangınlarında düzensiz göçmen olduğu sanılan 18 kişinin hayatını kaybettiğini kaydeden SYRIZA, yaptığı açıklamada, Yunanistan yanarken göçmenlerin hükümetin yangınlarla etkili bir şekilde mücadele edememesinin günah keçisi haline getirildiğini, tüm bu olayların sorumlusunun da göçmenlermiş gibi gösterildiğini söyledi.

Açıklamada ayrıca hükümet, dış düşman hissini körükleyen nefret mesajları göndermekle de suçlandı. Hükümetin yangınlarla mücadelede yetersiz kaldığını savunanlar Atina’da protestolar düzenliyor.

Protesto çağrısı: Hükümet insanı, yaşamı çevreyi korumada yetersiz kaldı

Tüm Mücadeleci İşçiler Cephesi adlı sendika da Cuma akşamı hükümetin insanı, yaşamı ve çevreyi korumadaki yetersizliklerini protesto etmek için Atina‘da insanları sokaklara çıkmaya çağırdı. Çağrıya turizm, inşaat, metal ve gemi inşaat ve eczacılar gibi farklı iş kollarının sendikalarından olumlu yanıt geldi.

Avrupa Komisyonu Avrupa Kriz Yönetimi Komiseri Janez Lenarcic‘e göre Cumartesi günü liman kenti Dedeağaç yakınlarında patlak veren büyük yangın, Avrupa’da bir yerde bugüne kadar görülen en büyük yangındı.

Fotoğraf: Alexandros Avramidis/Reuters

AB’de bugüne kadar kaydedilen en büyük orman yangını

Avrupa Birliği’nin Copernicus uydusu verilerine göre 72 bin hektardan büyük bir alanın kaybedildiği orman yangını Avrupa topraklarında bugüne kadar gerçekleşen en büyük yangın olarak kayıtlara geçti.

Türkiye’de 2021 yılındaki yangın sezonunda Marmaris, Manavgat ve Bodrum‘da toplam 160 bin hektar alan kül olmuştu.

Yunanistan’ın kuzeydoğusundaki Dadia ormanında yangınlar hala sürüyor ancak Meriç Bölgesi‘ndeki en büyük yangın artık Dedeağaç’ın batısında. Atina‘nın dışındaki mahallelerinde durum itfaiyeciler için giderek zorlaşıyor. Menidi kasabasındaki üç huzurevi boşaltıldı. Parnitha Dağı‘nın eteklerindeki Hasia ve Fili‘de evler çoktan yandı.

Yunan yetkililer, başkentin kuzeybatısındaki büyük Ano Liosia bölgesinden binlerce insanın tahliye edilmesi çağrısında bulundu, ancak çoğu kişi buradan ayrılmayı reddetti. Ülkede Temmuz ayından bu yana yangınlar nedeniyle on binlerce kişi yerinden edildi.