Ana Sayfa Blog Sayfa 37

İzmir Körfezi’nde balık ölümlerine yol açan kirlilik için belediyeye 1,8 milyon tl ceza

İzmir Körfezi’ndeki kirlilik ve balık ölümleri nedeniyle sorumlular hakkında suç duyurusunda bulunan Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı, İzmir Büyükşehir Belediyesi İZSU Genel Müdürlüğü’ne de 1 milyon 865 milyon lira ceza kesti.

Körfezde meydana gelen kirlilik ve balık ölümlerinin ardından inceleme başlatılmıştı.

Bölgeye bakanlığa bağlı uzman ekiplerle Mobil Su ve Atıksu Laboratuvarı gönderildi.

22 ve 23 Ağustos’taki kirliliğin karasal kaynaklı olup olmadığını tespit etmek için ekiplerce Körfez’e dökülen derelerden ve atık su arıtma tesislerinin çıkışlarından numuneler alındı.

Analizler sonucunda İzmir Büyükşehir Belediyesi İZSU Genel Müdürlüğü’ne bağlı Çiğli Kentsel Atıksu Arıtma Tesisi ve Güneybatı Atıksu Arıtma Tesisleri’nin ‘çevre mevzuatında belirtilen standartların üzerinde’ kirli suları İzmir Körfezi’ne deşarj ettiği öne sürüldü.

İzmir Büyükşehir Belediyesi İZSU Genel Müdürlüğü’ne Çevre Kanunu kapsamında 1 milyon 858 bin 610 TL idari ceza uygulandı.

Sorumlular hakkında da başsavcılığa suç duyurusunda bulunuldu.

Amonyak miktarının 50 kat fazla olduğu belirlenmişti

20 Ağustos’ta Bayraklı ilçesi Turan Sahili’ne yüzlerce ölü balığın vurması ve kötü koku sorununun ortaya çıkması sonrası kirlilik kaynağının tespiti ve önüne geçilmesi için çalışma başlatılmıştı.

İzmir Körfezi’nde 9 Eylül’de de deniz suyu renginin yeşil ve kahverengiye döndüğü Karşıyaka’ya bağlı Aksoy Mahallesi civarında çok sayıda ölü balığın deniz yüzeyine çıktığı görüldü.

Balık ölümleri sonrası bakanlık ekiplerinin ön incelemesinde İzmir Körfezi’nde atık su kaynaklı amonyak miktarının olması gerekenden 50 kat daha fazla olduğu belirlenmişti.

Körfez’de altı miligram/litreye olması gereken oksijen seviyesininse 1,8, yer yer sıfıra düştüğü tespit edilmişti. Balıkların oksijensizlik yüzünden öldüğü tespit edilmişti.

 

Dünya Risk Endeksi’ne göre, Türkiye’de afet riski ‘çok yüksek’

Yeşil Nokta‘Süper tayfun’ Yagi Çin’e ulaştı: 1 milyondan fazla insan tahliye edildi
Yeşil NoktaYagi Tayfunu Vietnam’a ulaştı: 21 kişi öldü, altyapıda büyük hasar var

Dünya Risk Raporu’nu hazırlayan Kalkınma Yardım Birliği’nin Bilimsel Direktörü Katrin Radtke, bu tür aşırı doğa olaylarına maruz kalan toplumlardaki kırılganlığın ve zaafiyetlerin de afet riskini arttırdığına dikkat çekiyor.

DW‘ye konuşan Radtke, kırılganlık ve zaafiyet oluşturan etkenleri, yoksulluk, yaygın yolsuzluk, sağlık hizmetleri ve afeti önleme tedbirlerinin yetersizliği olarak sıralıyor.

Türkiye ‘çok riskli ülkeler’ kategorisinde

193 ülkenin mercek altına alındığı endekse göre listenin ilk 41 ülkesi “çok yüksek riskin” bulunduğu ülkeler.

Birinci sırada yer alan Filipinler’i Endonezya, Hindistan, Kolombiya ve Meksika izliyor. 35’inci sırada yer alan Türkiye de, “çok yüksek riskli” ülkeler kategorisinde bulunuyor. Bunda en etkili faktörün felaketlerle baş etme kapasitesindeki yetersizlik olduğu belirtiliyor.

Bu arada endekse göre “en kırılgan” on ülkenin sekizi Afrika’da yer alıyor. On yıllardır savaşlarla boğuşan Afganistan ve Yemen’in de “en kırılgan” toplumlar arasında yer aldığına dikkat çekiliyor.

İklim krizinin etkisi

Her doğa olayı büyük bir doğal felakete dönüşmek zorunda değil. Ancak içinde bulunduğumuz iklim krizinin etkisiyle bu tür doğa olaylarının sıklığı ve şiddeti artıyor, sayılarında da artış görülüyor.

Radtke, “Şiddetli doğa olayları, kısmen iklim değişikliğinin de etkisiyle, giderek daha sık meydana geliyor. Ve bu doğa olayları çatışma bölgelerini vurduğunda felaketin boyutları daha da kötüleşiyor” diyor. Dünya Risk Raporu bu durumu “çoklu krizler” olarak adlandırıyor.

Yolsuzluğu engelleyen bir ülkenin, afetlerin sonuçlarıyla başa çıkmak için daha donanımlı hale geldiğinin de altını çizen uzman, “Eğer insanlık küresel ısınmayı en aza indirmeyi başarırsa, o zaman daha az doğal afet yaşanacaktır” diyor.

Felaket sonrasında silahlı gruplar artıyor

Bazı araştırmalar, doğal felaketler sonrasında silahlı grupların sayısında artış olduğunu ortaya koyuyor. Çünkü bu gruplar aniden yoksullaşan, yerinden edilen insanları kendi saflarına çekebiliyor. Su, gıda ya da enerji gibi kıt kaynaklar ve genellikle yardım malzemeleri için mücadele kızışıyor, çatışmalar yaşanıyor.

Ama tam tersi de olabiliyor. Katrin Radtke, doğal felaketlerin bazen tarafların acil yardım ve yeniden yapılanma için birlikte hareket etmeleri gerektiğini anlamalarına yol açtığını söylüyor ve buna örnek olarak Endonezya’nın Açe eyaletinde on yıllardır süren çatışmanın 2004 yılındaki yıkıcı tsunaminin ardından sona erdiğini hatırlatıyor.

Önleyici tedbirlerin önemi

Önleyici tedbirlere yatırım, ölümlerin önlenmesini, zararın azalmasını sağlayabilir. Örneğin ABD ya da Avustralya gibi daha gelişmiş ve zengin ülkelerde de fırtına, kuraklık ve depremler yaşanması olasılığı çok yüksek ama kırılganlık daha az; doğa olayları ile baş etme kapasitesi de daha yüksek.

Radtke’nin dikkati çektiği başka bir ülke olan Çin, bu yılki endekste de “çok yüksek riskli” ülkeler kategorisinde yer almakla birlikte geçen seneye kıyasla 12 sıralık bir gelişme kaydederek 22. sıraya yerleşti.

“Bunda büyük ölçüde Çin’in koronavirüs pandemisi sonrasında kırılganlığını önemli ölçüde azaltmış olması etkili oldu” diyen Radtke, Pekin Yönetimi’nin yeni hastaneler inşa ettiğine, büyük aşılama kampanyaları yürüttüğüne, sağlık sistemine de büyük yatırımlar yaptığına işaret ediyor. Ancak endekse bunun aynı zamanda halkın sivil özgürlükleri pahasına yapılmış olmasını yansıtmadıklarına vurgu yapıyor.

Tek başına geleneksel afet önleme tedbirleri yeterli değil. Ülkelerin İklim krizine de uyum politikalarını içerecek büyük bir dönüşüm politikası hayata geçirmeleri gerekiyor.

Radtke, eğitim ve sağlığa yatırım yapmanın ya da sosyal eşitsizlikleri azaltmanın da büyük önem taşıdığını aktarıyor.

 

Karadeniz’de altın kabusu: Şimdi de Trabzon Araklı’da ÇED süreci başladı

‘Sondaj için yaylayı delik deşik ettiler’

Altın madeni açılması halinde toprak ve sularının kirleneceğini, yaşam alanlarının yok olacağını söyleyen Araklı Karadere Vadisi ve Yayları Doğa ve Yaban Hayatı Koruma Derneği Başkanı Şener Şengül, şunları söyledi:

“2019’a kadar makineler, sondaj yapmak için her tarafı delik deşik etti. Yaklaşık 250 – 300 metre derinliğindeki delikler açarak sondaj yapıldı ve doğanın nasıl tahrip olduğunu hep beraber görüyoruz. Bundan sonra belki de bulunduğumuz bu yer 300 metre 500 metre aşağıda Pazarcık alanı dediğimiz kota kadar inecek, en azından 1 kilometre çapında burada büyük bir alan boyunca, damarın ulaştığı yere kadar kazılar devam edecek. yaylamız bir çukur, moloz yığınından ibaret kalacak ve ne bir ağaç ne bir bu güzellik hiçbir şey kalmayacak.

‘Bu topraklar, üzerinde yaşayan insanların’

Yeşil NoktaFatsa’da ‘kapatıldığı’ duyurulan altın madeni faaliyete devam ediyor!
Yeşil NoktaIstrancalar’da altın madeni için ÇED gerekli görülmedi: Orman yok edilecek
Yeşil NoktaTek seferde 256 yeni maden ruhsatı: İliç’te de yeni altın madeni kurulacak
Yeşil NoktaYine Kazdağları, yine ‘kapasite artışı’: Altın madenine ‘ÇED olumlu’ kararı yargı önünde
Yeşil NoktaTokat’ta Alevi köyünde altın madeni tehdidi: Sinir uçlarına dokunuluyor
Yeşil NoktaTürkmen Dağı’nda altın madenine karşı valiliğe binlerce imzayla dilekçe verildi
Yeşil NoktaBurhaniyelilerin altınla sınavı: Koza Altın iptal edilen ÇED sürecini yeniden başlattı
Yeşil NoktaSu krizi yaşayan Kırşehir’de altına hücum: Yerel yöneticiler ve halk isyanda

Adalılar bir kez daha İBB önünde: ‘Azmanbüsler’ için imzalar teslim edildi

Ziyaretçilerin toplu ulaşımı için İstanbul Büyükşehir Belediye’sinin Prens Adaları’na getirdiği minibüslere karşı Adalıların tepkisi dinmiyor.

Adalıların “azmanbüs” adını verdiği ve Adalar’ın dokusuna uygun olmayan minibüslere karşı topladığı imzalar sekiz bini geçti.

İmzaları bugün (9Eylül) Saraçhane‘deki İBB binasında, yetkililere teslim eden Ada halkı, şunları söyledi:

“Adalar’daki siviller olarak bugün ikinci kez Saraçhane’deyiz. Sayın Ekrem İmamoğlu’nu tekrar; Adalar’ımızın doğasını, dokusunu, kültürünü, buradaki canlıların güvenliğini tehdit eden ve halktan gizli planlanarak dayatmacı bir yaklaşımla getirilen azmanbüsleri bir an önce geri çekmeye davet etmek üzere geldik.

Tüm itirazlarımıza ve 21-22 Mayıs tarihinde ilettiğimiz ancak dikkate alınmayan, henüz tarafımıza yazılı cevabı iletilmeyen imzalı dilekçelerimize karşın 23 Mayıs’ta Adalarımıza getirilen bu araçların önünde durduk. Servise konmayacakları yolunda resmi ağızlarca verilen sözler nedeniyle 15 Haziran’a kadar eylem yapmadık.

Verilen sözler tutulmadı ve 15 Haziran’da azman minibüsler servise kondu. Aynı gün bu dayatmaya tepki gösteren 10 arkadaşımız İBB’nin şikayeti üzerine Çevik Kuvvet tarafından derdest edilerek gözaltına alındı. Bu arkadaşlarımız yargılanacaklar. İBB’nin daha sonra şikayetini geri çekmiş olması bu gerçeği değiştirmiyor. Adalılara yönelik bu utanç verici müdahaleyi bir kez daha kınıyoruz.

Özür dilenmesini bekliyoruz.”

Yeşil NoktaAdalıların ‘azmanbüs’lerle mücadelesi sürüyor: İstemiyoruz çünkü…
Yeşil NoktaAdalıların direnişi sürüyor: Adalar’da Azmanbüs İstemiyoruz
Yeşil NoktaKatılımcı demokrasi ve örnek olay: Azmanbüs
Yeşil NoktaKatılımcı demokrasi ve Azmanbüs – II
Yeşil NoktaAdalılar Saraçhane’de İmamoğlu’na seslendi: Adalar’da azmanbüs istemiyoruz

Trafik kazaları, yol çökmeleri, yangın müdahalesine engel…

87 gündür azmanbüslerin Adalar’dan gitmesi ve Ada halkının etkin katılımıyla bir ulaşım ve ziyaretçi planı hazırlanması için direndiklerini anlatan vatandaşlar, minibüslerin Adalara verdiği zararları şöyle anlattı:

“Bu yasadışı araçlar büyük hacimleriyle yaya yolu olan dar ada yollarında yürümemizi ve bisiklete binmemizi engelliyor. 15 Haziran’dan bu yana, dört tanesi ciddi olmak üzere, insanların yaralandığı çok sayıda kazaya neden oldular. Ayrıca; kedilerimiz, kuşlarımız, kirpilerimiz, köpeklerimiz, büyük hacimlerinin yanı sıra aşırı hız da yapan bu araçlar tarafından sürekli olarak tehdit altındalar ve ezilmekteler.

Azmanbüsler ağır kütleleri nedeniyle yollarımızda çökmelere neden oluyorlar. Zeminde yarattıkları titreşim sivil mimari eserlerimize zarar veriyor.

17 Ağustos akşamı Büyükada‘da yaşanan ciddi bir yangın sırasında büyük hacimleri ile yolu tıkadıkları için azmanbüsler itfaiye araçlarının geçişini engelledi.

2020 yılında özel izinle Adalar’da servise konan ‘golf tipi’ adabüslerin izin süreleri UKOME’nin Temmuz ayı toplantısında alınan kararlarla bir yıl daha uzatıldı. Böylece azmanbüslerin getirilme gerekçesi de ortadan kalkmış oldu. Buna rağmen çok az sayıda ‘golf tipi’ adabüs sefere konularak halk azmanbüslere binmeye mahkum ediliyor. Bu azman araçlar bir kaç dakika arayla çoğu kez boş ya da bir kaç yolcuyla Ada yollarında konvoylar halinde servise çıkarılıyorlar.”

‘İBB hukuksuz ısrarından vazgeçmeli’

Açıklamada, Avrupa Hareketlilik Haftası ve Sürdürülebilir Kentsel Ulaşım Planlama (SKUP) çalışmaları kapsamında yayalaştırma ve biinçlendirme çalışmaları düzenleyen, aktif bireysel hareketliliği çok önemsediğini her fırsatta dile getiren ve teşvik etmesi gereken İBB’nin , SİT alanı ve yaya yolu olan Adalar’ı ‘toplu ulaşım’ adı altında üstelik de ‘azman ebatlı’ motorlu araçların trafiğine açtığına vurgu yapıldı: “Bu büyük bir çelişki, tutarsızlık ve hukuksuzluktur, bu ısrardan acilen vazgeçilmesi gerekmektedir denildi.

Denetlenmeyen aşırı ziyaretçi akınının Adalar halkının yaşam kültürünü tahrip ettiğini, günlük yaşantısın zorlaştırdığına dikkat çeken Adalılar, “verilen bütün sözlere ve İBB’nin katılımcı demokrasi ile hizmet verme iddiasına karşın Adalılar hala ve ısrarla ulaşım konusunda alınan kararların ve yapılan çalışmaların dışında tutulduğunu” da vurguladı.

Talepler

Adalar halkı, imzalarını teslim ettiği sekiz bini aşkın kişi adına taleplerini de şu şekilde sıraladı:

  • Azmanbüsler derhal anakaraya gönderilmeli ve bir daha benzeri ölçüt ve özellikte hiçbir ulaşım aracı asla Adalar ilçesine sokulmamalıdır.
  • Dayatmacı yöntem bir kenara bırakılarak; Ada içi ulaşım planlaması Adalılar’la birlikte yapılmalıdır. Adaların doğal ve kültürel değerlerinin korunabilmesi için, günübirlikçilerin ve turistlerin hakları da gözetilerek, Adalar Ulaşım Master Planı ve ziyaretçi yönetim planı Adalılar’la birlikte yapılmalı, uygulamaya konulmalıdır.
  • Canlıların hayatını tehdit etmeyen, yaşamlarına değer katan, Adalar’ın değerlerinin farkında olan ve keşfetmeyi amaçlayan katılımcı bir yaklaşım derhal benimsenmeli ve bundan hiçbir şekilde ödün verilmemelidir.

 

108 milyon vatandaşın tüm kimlik bilgileri çalındı, BTK Google’dan yardım istedi

Resmi kurumlarda kaydı olan 108 milyon yurttaşın kimlik numaralarından ev adreslerine kadar tüm kişisel verileri çalındı.

Verileri korumakla yükümlü olan Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu (BTK) verileri koruyamadığını kabul ederek Google’dan yardım istedi.

Free Web Turkey’den Ali Safa Korkut‘un aktardığına göre, 108 milyon yurttaşın çalınan verileri arasında ad soyad, tc kimlik numarası, aile sıra numarası, birey sıra numarası, doğum tarihi, doğum yeri; nüfusa kayıtlı oldukları il, ilçe ve köy, medeni durum, ölüm tarihi, ikamet adresi ve cep telefonu numarasından oluşan kişisel verileri bulunuyor.

BTK: Yükümlülük bizim, acil yardım rica ederiz

Verileri çalan bilgisayar korsanları, bunları “Yenilenmiş TC”, “Adres”, “GSM”, “101m” ve “GSM” (ikinci bir dosya) isimli beş farklı Google Drive dosyasında topladı.

Verilerin çalındığını fark eden BTK bünyesinde faaliyet gösteren Ulusal Siber Olaylara Müdahale Merkezi (USOM), Google ile iletişime geçti ve “Kanunen yurttaşları kimlik avı saldırıları, kullanıcı hesaplarının ele geçirilmesi ve veri sızıntıları gibi her türlü siber saldırıya karşı korumakla yükümlüyüz” diyerek yardım talep etti.

“Bu doğrultuda, kritik öneme sahip olduğu iddia edilen bazı verilerin sisteminize başarıyla yüklendiğini önemle dikkatinize sunarız” diyen USOM, Google’dan ilgili Drive dosyalarının bağlantılarını iletti ve “acil” koduyla “derhal” kaldırılmalarını istedi.

108 milyon kimlik numarası, 82 milyon ikamet adresi, 134 milyon GSM numarası

Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olup olmadığı fark etmeksizin, Türkiye’deki herhangi bir resmi makamda kaydı bulunan tüm yurttaşların verilerinin yer aldığı beş dosyanın toplam boyutu 42,18 GB.

Çalınan veriler arasında 108 milyon 571 bin 832 kişiye ait TC kimlik numarası, 82 milyon 322 bin 190 kişinin ikamet adresi ve 134 milyon 817 bin 279 cep telefonu numarası yer alıyor.

İçinde milyonlarca kişiye ait kişisel verilerin bulunduğu dosyaların formatıysa veri kaydı için tercih edilen ilk format olan XLS (Microsoft Excel) veya CSV değil. Verileri çalan bilgisayar korsanları, dosyaların boyutunun büyük olması sebebiyle onları bir veritabanı yönetim sistemi olan MySQL’in MYD ve MYI formatlarında kaydetmiş.

MySQL, bu tür büyük boyutlu veri setlerini kaldırabilecek veritabanı yönetim programlarından biri. Bu ve benzeri programlar, veritabanına aynı anda yüzbinlerce istek gönderebilme kapasitesine sahip olduğu için bu verileri işlemek isteyenler bu tür programları kullanıyor.

Korsanların bilgileri de istendi

Google’dan işbirliği yapmasını “rica eden” USOM, aynı zamanda ilgili dosyaları Drive’a yükleyen kişi veya kişilerin kullanıcı hesap kimlikleri, IP adresleri ve port numaralarını da istedi.

Şirkete gönderilen 29 Temmuz ve 3 Eylül tarihli iki ayrı yazıda USOM, “Bu konudaki hızlı yanıtınız, etkilenen kullanıcıların bütünlüğünü ve güvenliğini korumak açısından büyük önem taşımaktadır” dedi.

MLSA suç duyurusunda bulunmuştu

Free Web Turkey, kişisel verilerin çalındığını 2023 yılında da ortaya çıkarmış ve bunun üzerine İçişleri Bakanlığına dava açmıştı.

Yeşil NoktaTürkiye’deki herkesin kişisel verileri sızdı

Açılan davanın reddedilmesi üzerine konuyu Anayasa Mahkemesi’ne taşıyan MLSA Hukuk Birimi, verileri korumakta ihmal gösteren idarenin özel hayatın gizliliğini, ifade özgürlüğünü ve adil yargılanma hakkını ihlal ettiğini savunmuştu.

Yeşil NoktaSGK’nın tüm kişisel verileri sattığı iddiası mahkeme tarafından tescillendi
Yeşil NoktaAYM, İletişim Başkanlığı’nın 83 milyonun kişisel verilerine ulaşım yetkisine onay verdi

Yagi Tayfunu Vietnam’a ulaştı: 21 kişi öldü, altyapıda büyük hasar var

Asya kıtasında bu yıl meydana gelen en güçlü tayfun olan Yagi, Çin‘den sonra Vietnam‘ı da vurdu.

Kuzey Vietnam’daki sanayi merkezlerinde bulunan  fabrikalara ve altyapıya büyük zarar veren tayfun, başkent Hanoi’de elektrik ve telekomünikasyon hizmetlerini aksattı; büyük çaplı su baskınlarına, binlerce ağacın devrilmesine ve evlerin hasar görmesine neden oldu.

Vietnam Meteoroloji Kurumu ülkeyi onlarca yıldır vuran en şiddetli fırtına olan Yagi’nin  batıya doğru hareket etttiğini ancak sel ve toprak kayması risklerinin devam ettiği konusunda uyardı.

21 kişi yaşamını yitirdi

Hükümetin ön tahminlerine göre, tayfun ve ardından gelen toprak kaymaları ve seller Vietnam’da 21 kişinin ölümüne, 229 kişinin yaralanmasına yol açtı.

2024’ün en güçlü fırtınalarından Yagi, Vietnam’a ulaşmadan önce Çin’in güneyindeki Hainan adasını ve Hong Kong’un Guangdong eyaletini vurmuştu. Tayfun nedeniyle 1 milyondan fazla insan yerinden tahliye edildi. Hainan adasında dört, bir hafta önce vurduğu ilk ülke Filipinler’de ise 20 kişinin hayatını kaybetmesine neden oldu.

Yeşil Nokta‘Süper tayfun’ Yagi Çin’e ulaştı: 1 milyondan fazla insan tahliye edildi

Reuters‘a konuşan işçiler, 2 milyonluk nüfusa sahip, çok sayıda uluslararası şirketin fabrikasına ev sahipliği yapan Vietnam’ın kıyı kenti Haiphong‘da sanayi parklarının kapatıldığını söyledi.

Bir fabrikanın sular altında kaldığını belirten işçiler, telekomünikasyon ağlarının geri gelmemesi nedeniyle fabrikalarındaki koşulların farkında olmadan işe gitmeye çalıştıktan sonra evlerine gönderildiklerini anlattı. Haiphong ve komşu eyalet Quang Ninh‘de 150’den fazla tesise ev sahipliği yapan DEEP C endüstri bölgesinin başkanı Bruno Jaspaert, “Fabrikalardaki hasar gerçekten önemli. Bazılarının çatıları veya tüm ön cepheleri kayboldu” dedi.

Yetkililer, bölgedeki fabrikaların en az yüzde 80’inin hasar gördüğünü, ülkenin kuzeyindeki bazı otoyolların sular altında kaldığını ve büyük oranda zarar oluştuğunu açıkladı.

Cumartesi günü öğleden sonra Vietnam’a ulaşan Yagi tayfunu, kıyı illerinde 4 metre yüksekliğinde dalgalara neden oldu.

Ülkenin meteoroloji kurumu, Hanoi de dahil olmak üzere nehir kıyısı bölgelerinde “ani sel riski”nin devam ettiği konusunda uyardı.

Tayfunun kenti harap ettiğini söyleyen Hanoi sakini Hogan Ngoc Nhien, ağaçların insanların evlerin, araçların ve sokaktaki insanların üzerine düştüğünü söyledi.

Kuzey Vietnam’ın en yoğun havalimanı olan Hanoi’deki Noi Bai Uluslararası Havalimanı, cumartesi sabahı kapatıldıktan sonra pazar günü yeniden açıldı.

Bilim insanları tayfunların ve kasırgaların iklim değişikliğiyle birlikte daha güçlü ve sık hale geldiğini belirtiyor. Daha sıcak okyanus suları, fırtınaların daha fazla enerji toplaması anlamına geliyor ve bu da daha yüksek rüzgar hızlarına yol açıyor. Isananr atmosfer de daha fazla nem tutuyor, bu da daha yoğun yağışlara yol açıyor.

Yagi tayfunundan bir hafta önce de Japonya‘yı Shansan Tayfunu vurmuş ve en az altı kişinin ölümüne, yüzlerce kişinin yaralanmasına neden olmuştu.

Yeşil NoktaShanshan tayfunu Japonya’yı vurdu: Milyonlarca kişiye tahliye çağrısı

Su krizi yaşayan Kırşehir’de altına hücum: Yerel yöneticiler ve halk isyanda

Kırşehir’in merkeze bağlı köyleri maden arama kıskacı altında.

Koç Holding’e bağlı Demir Export A.Ş. ile AKP Batman Milletvekili Ferhat Nasıroğlu’nun sahibi olduğu Fernas İnşaat A.Ş‘nin ortaklığındaki Defaş Madencilik ve Sanayi Anonim Şirketi (DEFAŞ A.Ş.),. ortaklığında yürütülen altın madeni projesi, hızla hayata geçirilmeye çalışırken, TÜMAD ve Koza Altın da bölgede altın arıyor.

Başta Belediye Başkanı Selahattin Ekincioğlu olmak üzere Kırşehirliler ise hali hazırda büyük su sıkıntısı yaşayan ilde, tarım ve mera alanlarında açılmak istenen madenler nedeniyle yaşam alanlarının yok olacağını ve göçe zorlanacaklarını söylüyor.

Fernas Madencilik‘te sendikaya üye oldukları için işten atılan işçilerin eylemi ise sürüyor. Madendeki iş güvenliği ve işçi sağlığıyla ilgili videolarda insanlık dışı koşullarda çalıştıkları görülen işçiler ve aileleri bu nedenle gözaltına alınmıştı.

2013 yılında kentin merkeze bağlı Boztepe ilçesi ve köyleri için hazırlanan ve maliyeti 175 milyon doları bulan projenin hayata geçmesi durumunda bölgede 14 yıl boyunca altın arama faaliyeti yürütülecek.

Şirketler, proje kapsamında sondaj çalışmaları başlatıp, numune ve inceleme faaliyetleri yürütmeye başladı. Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) raporu da yayımlanan proje için kent merkezi, Boztepe ilçesi ve köyleri arasındaki bölgede üç maden ruhsatı alındı.

Yılda 1,8 milyon ton atık çıkaracak

Projede yer alan bilgilere göre, maden için ruhsat verilen alanlar bin 988, bin 963 ve bin 904 olmak üzere toplam 5 bin 855 hektarlık alanı kapsıyor. ÇED kapsamına giren alan miktarı ise, toplam 2 bin 864 hektar. Yılda 3 milyon ton cevher (altın) çıkarılarak, 200 bin ton zenginleştirilmiş cevherin elde edilmesi hedefleniyor. Şirketler, bu zenginleştirilmiş cevheri yurt dışına çıkararak, külçe altın haline getirmeyi planlıyor.

Bölgede yürütülecek faaliyetler kapsamında en az 10 bin kamyonun çalışması beklenirken, bu yoğunluğun kent trafiğine etkileri şimdiden endişelere neden oldu. Bölgede yılda oluşacak 1,8 milyon ton zehirli atığın nerede toplanacağı ve nereye akıtılacağı da bilinmiyor, çünkü projeye göre atık barajı yapılmayacak.

 

Köylere birkaç yüz metre uzaklıkta

Cevherin çıkarılması sırasında potasyum amil ksantat, sodyum silikat ve metil izobitül karbinol kimyasalları kullanılacak ancak kimyasalların miktarı da belirtilmedi. Bölgede kurulacak iki adet zenginleştirme ve iki adet de maden atığı depolama tesisinin bir yılda bitirilmesi planlanıyor. Maden sahası ve kurulacak tesisler, Çimeli köyüne 393, Boztepe ilçesine 640, Körpınar köyüne 883 metre uzaklıkta bulunurken, hayvan yetiştirme çiftliklerine ise sınır durumunda.

Dolayısıyla proje, hayvancılık başta olmak üzere bölgedeki çiftçilik ve tarım faaliyetlerinin tamamını doğrudan etkileyecek.

Koruma altındaki Seyfe Gölü’nün bitişiğinde

Projenin yapılacağı alanın 900 metre batısında Kızılırmak’a bağlanan Kılıçözü Çayı, 10 km güneydoğusunda Doğal Koruma Alanı ilan edilen ve birçok endemik kuş türünün göç durağı olan Seyfe Gölü yer alıyor.

Ankara’nın 2040’a kadar içme ve kullanma suyunın yüzde 60’ının Kızılarmak’tan karşılanması planlanıyor.

Seyfe Gölü.

Sondaj çalışmaları için Devlet Su İşleri (DSİ) tarafından bölgede su kuyuları açma izni verildi ancak proje başvurusunda kullanılacak su miktarına dair de herhangi bir bilgi bulunmuyor.

İklim krizinin de etkisiyle bölgedeki su kaynakları iyiden iyiye azalmışken, devasa ölçüde su kullanan siyanürlü altın madenciliğine izin verilmesi, bölgenin “çöle çevrilmesi” anlamına geliyor. Seyfe Gölü’nün hemen yakınında siyanür havuzları ve zehir barajlarının kurulmasına izin vermek ise göçmen kuşlara ve flamingolara kurulmuş bir tuzak olarak görülüyor.

Tonlarca dinamit kullanılacak

Madenler için binlerce hektarlık ormanlık, tarım, mera ve devlet hazinesi alanlarını kapsayan proje kapsamında ayda 45 patlama geçekleştirilecek ve her patlamada 12 bin 866 kilogram ANFO (toz halinde paylayıcı madde) ile bin 504 kilogram dinamit kullanılacak.

Her patlamada da 68 bin 750 kütlenin patlatılması hedefleniyor.

Hazırlanan proje tanıtım dosyalarında şirketler, bölgedeki madenlerin ömrünün 20 yıl olacağını, madencilik faaliyeti bittikten sonra “ağaçlandırma yapmayacaklarını” da kayda geçirmiş.

Canlı yaşamı bitecek

Geçen ay, Kırşehir CHP Milletvekili Metin İlhan, İl Başkanı Baran Genç, köy muhtarları ile birlikte bölgeye giden Belediye Başkanı Ekicioğlu, “Bu bölgede sadece tarım ve hayvancılık yok, bu köylerin hemen kuş uçumu 4 km ilerde Kırşehir var. Kırşehir’in su havzası bu bölgeden gidiyor. Şu anda başında bulunduğumuz çeşmede bile maden ararken yaptıkları sondajdan dolayı sular kesilmiş, hayvanların içecek suyu yok. Bu maden Kırşehir’i yok etmenin altyapısıdır” demişti.

Ekicioğlu, düzenledikleri kampanyalara destek istemiş; “Biz Kırşehir halkı, yerel yönetimler, Kent Konseyi, muhtarlar, bölge halkı olarak kesinlikle bu duruma müsaade etmeyeceğiz. Burada tarım var, hayvancılık var. Yarın tarımı yok edersek, suyu yok edersek, hayvancılığı yok edersek bu toplumu nasıl besleyeceğiz?” diye sormuştu.

MA‘ya konuşan ve bölgede tarım ve hayvancılık yapan Sol Parti Kırşehir İl Başkanı Niyazi Şekertürk, “Maden açıldığında daha fazla susuz kalacağız. Hele ki bu bölgede hayvancılık yapan insanlar ve doğa bu koşullara, yıkıma ve dezenformasyona ayak uyduramayacak ve yaşam bir bütünüyle bitecek. Zarar gören insanlar, bölgeyi terk etmek zorunda kalacaklar” dedi.

Söz konusu köylerde becilik ve büyükbaş hayvancılık en önemli geçim kaynağı. Yaklaşık 35-40 bin arasında hayvan varlığı bulunuyor. Bu da Türkiye’deki hayvancılık sektörünün yüzde 30’una denk geliyor. Ankara’nın ve İstanbul’un kırmızı et ihtiyacının yüzde 30’u bu bölgeden karşılanıyor.

Yöre halkından Semine Şekertürk de, proje için başlatılan çalışmalarda yoğun bir su israfı olduğunu söyledi:

“Sularımız akmıyor. Bu maden şirketleri 200 metrede bir su çıkarıyorlarmış. Buradan İç Anadolu’ya su gidiyor fakat bu maden nedeniyle susuz kaldığımızda ne olacak? Göçeceğiz. Peki nereye göçeceğiz? Gidecek yer yok, zaten bir yerlerden gelmişiz. Hayvancılık yapanlar nereye gidecekler? Gidecek yerleri yok. Su yoksa hayat da yoktur” ifadelerini kullandı.

Yerel yönetim süreçle ilgili dava açma hazırlığı içerisinde.

İzmir’de gebe bir köpeği asarak katlettiler

Haber: Efsun YILDIZ

*

İzmir‘in Menderes Kasımpaşa Mahallesi‘ndeki Kasımpaşa Mezarlığı ve köprü civarında 5 Eylül’de gebe bir köpek boynundan asılarak katledildi.

Görgü tanıklarının beyanına göre daha önce de üç gebe köpek aynı mahallede cinayete kurban gitti.

İzmir Yaşam Hakkı Savunucuları tarafından hafta sonu Menderes Belediyesi önünde toplanarak cinayetin işlendiği yere gitti.

Canilere ve katillere cesaret verildiğini söyleyen yaşam hakkı savunucuları, bazı köpek ırklarının yasaklı hale getirildiğini hatırlatarak, bu cinayetlerin kedi köpekler başta olmak üzere sokakta yaşayan hayvanların keyfi bir şekilde katledileceği algısına yol açan yasa değişikliğinin yansıması olduğunu ifade etti.

Cinayetin üzerinden üç gün geçtiğini ancak yetkililerden hiç bir sorularına yanıt alamadıklarını, herhangi bir soruşturma da açılmadığını belirten hak aktivistleri, “Yasadan ve yasadaki değişikliklerden bihaber olan caniler sanmasın ki kanunlar onlara hayvanları öldürme izni ve yetkisi veriyor. Hayvanları öldürmek, hayvanlara işkence ve eziyet etmek, hayvanları kötü koşullarda tutmak, ihmal ve istismar etmek 5199 Sayılı Hayvanları Koruma Kanunu ve Türk Ceza Kanunu kapsamında hala suçtur” dedi.

‘Yasayı yeniden düzenleyin’

Benzer katliamların ülkenin çeşitli yerlerinde belediye eliyle veya sapkın katiller eliyle yapıldığını ifade eden hayvanseverler, faillerin bir an önce tespit edilip yargı önüne çıkarılmasını istedi. Basın açıklamasında belediye ve muhtarlıkların yerel güvenliği sağlamak için gerekli bölgelere ışıklandırma, kamera kurma ve bunların düzenli bakım ve onarımını yapmak gibi acil tedbirleri almaları gerektiği belirtildi.

Hak savucuları, 5199 Sayılı Hayvanları Koruma Kanunu’nda yapılan değişikliğin geri çekilmesi ve kanunun hayvanların yaşam hakkını koruyacak şekilde yeniden düzenlenmesi gerektiğini ifade etti, kanunun hazırlanma sürecine barolar, STK’lar, veteriner hekimler ve hayvan hakları savunucularının da dahil edilmeleri gerektiğine vurgu yaptı.

Eylemde, hayvan nüfus artışına sebep olan üretim ve satış faaliyetlerinin durdurulması, etkin cezai yaptırım ve denetimlerin uygulanması da telep edildi; tüm hayvanseverler ve hak aktivistleri kendileriyle iletişim kurmaya ve cinayetin takipçisi olmaya davet edildi.

Borçka’da doğa savunucusu Dursun Ali Koyuncu tutuklandı

Artvin’in Borçka ilçesine bağlı Cankurtaran bölgesinde inşa edilmek istenen mesire alanında nöbet tuttuğu sırada katledilen Reşit Kibar için yapılan protesto eylemlerinde konuşma yapan Artvin Halkevi Yöneticisi Dursun Ali Koyuncu tutuklandı.

Köylüler, dün Borçka Orman İşletme Müdürlüğü‘ne giderek ağaç kesiminin durdurulması için dilekçe vermişti. Burada cinayetin tanıklarından Koyuncu, bir konuşma yaparak artık sabırlarının kalmadığını söylemişti.

Halkevleri’nin sosyal medya hesabından yaptığı paylaşıma göre Koyuncu’nun evi bu sabah jandarma ve polis tarafından basılarak gözaltına alındı. Akşam saatlerinde ise “Kamu görevlisine hakaret” ve “Kamu görevlisine mukavemet” suçlamasıyla tutuklandı.

İlçede yapılan ev baskınlarında köylülerden Yıllar Kibar ve Mutlu Akyüz de gözaltına alındı. Gözaltına alınanlar emniyet işlemlerinin ardından adliyeye sevk edildi.

Kamu görevlileri ve şirket sahibini neden suçladın diye sorulmuş

Koyuncu’ya savcılıkta, Reşit Kibar’ın öldürüldüğü saldırıda yaptığı konuşma sırasında adı geçen AKP Milletvekili Faruk Çelik’i, Cankurtarna’a mesire alanı yapmak isteyen Yapısoy Beton’un sahibi Yunus Mertürk’ü, Artvin Valiliği ve Borçka Kaymakamlığı’nı suçlamasıyla ilgili sorular sorulduğu öğrenildi.

Yıllar Kibar ve Mutlu Akyüz ise ifade işlemi sırasında Reşit Kibar’ın katil zanlısı Muhammet Ustabaş‘ın ağabeyine ait kereste atölyesinin yakılmasıyla ilgili sorular yöneltildi.

Savcılık ifadeleri tamamlanan üç kişiyi tutuklama talebiyle mahkemeye sevk etti. Mahkemede, Akyüz ve Kibar adli kontrol şartıyla serbest bırakılırken, Dursun Ali Koyuncu “Kamu görevlisine hakaret” ve “Kamu görevlisine mukavemet” suçlamalarıyla tutuklandı.

Halkevleri: Fail yalnızca tetiği çekenler değil

Halkevleri, tutuklamanın ardından sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımda şunları yazdı:
“Dün gece saatlerinde Muhammet Ustabaş’a ait atölyenin yakılması ile ilgili Mutlu Akyüz ve Yıllar Kibar gözaltına alınmışlardır. Gözaltına alınan arkadaşlarımız savcılık tarafından tutuklama talebiyle mahkemeye sevk edilmiştir. Gençleri bu tür gözdağı operasyonlarıyla durdurmazsınız. Dursun Ali’nin gerekçe sunulmadan, hukuksuzca, apar topar tutuklanmasının tek sebebi var, hakikati haykıran sesini susturmak. Memleketin dört bir yanında Dursun Ali’nin sesinin yankısı olacağız! Fail sadece tetiği çekenler değil, Fikret Merttürk, Faruk Çelik başta olmak üzere bu katliama, yağmaya yol verenler, yargısıyla, jandarmasıyla, valisiyle halka düşman sermayeye dost AKP iktidarıdır. Hesap vereceksiniz!”

Bangladeş’te iklim krizi ve hak arayışları giyim endüstrisini endişelendiriyor

İklim krizine karşı en savunmasız ülkelerden birinin dünyanın en kârlı endüstrilerinden moda endüstrisinin en çok sömürdüğü ülkelerden biri olması tesadüf değil. Bangladeş gibi ülkelerin hem yoksulluk ve sömürü hem de iklim krizinin aşırı sonuçlarıyla mücadele ediyor olması ikisinin de sebebinin aynı olmasından kaynaklanıyor. İklim krizine yol açan aşırı tüketim, üretim, kapitalizm, aynı zamanda yoksulluğun ve eşitsizliğin de altında yatan en önemli sebep.

Bangladeş’te geçtiğimiz hafta yaşanan selde ölen insanlarla Rana Plaza enkazında ölenlerin, birkaç ay önce eşitsizlik ve adaletsizliğe karşı ayaklandıkları için öldürülen öğrencilerin arasındaki bağ; ucu üzerimizdeki giysilere kadar uzanan bir bütünün parçalarından oluşuyor.

Sektör büyük, işçilerin kazancı küçük

Küresel giyim endüstrisinin büyüklüğü 2021 yılı verilerine göre 1,7 trilyon dolar ve 60 milyon insan çalışıyor. Bangladeş’te 4 milyondan fazla doğrudan ve 15 milyon kadar dolaylı olarak çalışan tekstil işçisinin büyük çoğunluğu kadın ve asgari ücretin altında güvencesiz çalışmak bir sektör ve ülke normali. Bangladeş’teki yoksulluktan beslenen bu çalışma koşullarının sağladığı ucuz üretim dünyanın en büyük şirketlerinin üretimlerini burada yaptırmasını sağlıyor ve ülkeyi Çin’den sonra dünyanın 2. büyük hazır giyim ihracatçısı konumuna getiriyor. Sektör ülkenin ihracatının %80’ini karşılıyor ve Gayri Safi Yurt içi Hasılasına katkısı %11.

Küresel şirketler Bangladeş’teki ucuz üretim sayesinde büyük kârlar elde ederken işçiler ağır şartlar altında yoksulluk, şiddet, taciz, sömürü ve hayati tehlike altında çalışmak zorunda kalıyorlar. Bu koşulların normalleştiği bir ülkede baskıcı bir yönetimin bulunması da şaşırtıcı değil elbette. Şirketlerin bu koşulları dayatabilmesinin önünü devletin uygulamaları açıyor. Geçtiğimiz aylarda eşitsiz uygulamalara karşı başlayan öğrenci ayaklanması şiddetle bastırılmaya çalışıldı ve 300’den fazla kişi polis tarafından öldürüldü. Bu kez şiddet ülkeyi 15 yıldır yöneten başbakanın istifa ederek ülkeden kaçmasıyla sonuçlandı ve öğrencilerin de adayı olan Muhammed Yusuf yeni başbakan oldu, geleceğin ise ne getireceği belli değil.

İklim değişikliğine karşı en savunmasız ülke

Öte yandan Bangladeş’te geçtiğimiz hafta yaşanan selde 71 kişi hayatını kaybetti, binlerce kişi yerlerinden oldu ve hastalık riskiyle karşı karşıya. Küresel İklim Risk Endeksi‘ne göre “felaketlere ve iklim değişikliğine karşı en savunmasız” ülkeler arasında yer alan ülkede sellerin devam etme riski de yüksek. Su seviyelerinin çok yavaş bir şekilde düşmesi, yağışlar devam ederse sellerin devam etme olasılığını artırıyor.

Tüm bu yaşananlar birer tesadüf ya da kötü talih değil eşitsiz ve sömürüye dayalı bir sistemin sonucu. Hâl böyle olunca elbette kârı ucuz iş gücüne dayanan küresel tekstil endüstrisinin gözü ülkede. Adalet arayışı, can kayıpları endüstrinin gözünde fabrikaların kapanması, seller ve başka sebeplerle lojistik süreçlerin sekteye uğraması, üretimin yavaşlaması ve neticede kâr azalması olarak hesaplanıyor. Protestoların verdiği “zararın” “back to school” ve arkasından gelen “holiday season” ürünlerinin üretim ve nakliye zamanına denk gelmesine dair negatif yorumlar ekonomi sayfalarında yer alıyor.

Zarar da üreticiye yıkılıyor

Uluslararası müşterilerin bir kısmının siparişlerini iptal ettiği ya da telafi edilmesini istediği raporlanıyor. Teslimat için her zamanki gibi gemiyle değil de acil ve pahalı bir şekilde uçakla yollanması konusunda ısrar ettikleri bildirilmiş. Bu müşteriler zararın tamamını Bangladeş’teki üreticilerin karşılamasını talep ediyor.

Bangladeş Giysi Üreticileri ve İhracatçıları Birliği (BGMEA) son zamanlarda kapanmalar ve iletişim kesintileri nedeniyle önemli miktarda mali kayıp yaşandığını bildirdi. Birlik başkanı Khandoker Rafiqul Islam, bu yıl hedeflenen 45 milyar dolar ihracat hedefinin muhtemelen gerçekleşmeyeceğini açıkladı.  5 gün içinde toplamda 4 milyar dolarlık siparişin kaybedildiği ve 800 milyon dolarlık zarar oluştuğu tahmin ediliyor.

Tüm bu krizlerin faturasının zincirin en altına kesildiğini tahmin etmek güç değil. Her türlü zararı karşılayabilecek kaynağa ve imkânlara sahip uluslararası firmalar tüm faturayı Bangladeşli üreticiye, onlar da işçilere kesiyor. Böylece moda endüstrisi yaşanan herhangi bir olumsuzluktan etkilenmeden kârını koruyabiliyor.

Yapılacak çok şey var

Bangladeş’teki hükümet baskısı yıllarca endüstrinin de faydasına işledi, geçen ay yaşanan şiddetli polis müdahaleleri tekstil işçileri adil ücret talebiyle eyleme geçtiğinde de devreye sokulmuştu. Yeni yönetimin ise atacağı adımlar, izleyeceği politika çok önemli sorulara cevap verebilecek mi bilinmiyor.

Mikro kredi uygulamasıyla Nobel ödülü alan yeni başbakanın uygulayacağı politikalar tekstil işçilerinin ve halkın yaşam ve çalışma koşullarını daha da zora sokacak mı? Accord devam edebilecek mi? Endüstri devlerine kâr ve bağlılık karşılığında işçi hakları yok sayılacak mı? Çocuk işçilerin sömürüsüne, tacize dur denilecek uygulamalar hayata geçirilebilecek mi?

Bu ve benzer soruların gerçekliği karşısında batılı ülkelerdeki “yeni sezon giysilerin fiyatı artacak mı” sorusu eşitsizliği net bir şekilde ortaya koyuyor.

Markalar son moda giysileri ve en yeni grafik tasarım trendlerini uyguladıkları sürdürülebilirlik raporlarıyla vitrinlerde boy gösterirken endüstrinin arka planında ucu herkese dokunan bir sistem yatıyor. Bu noktada da tüketicinin talep oluştururken yapacağı seçimler büyük önem kazanıyor.