Hafta SonuKöşe YazılarıManşetYazarlar

Dünyada tekstil sektörünün kirli ‘normalleri’

0

24 Nisan 2013’te Bangladeş’te sekiz katlı bir bina çöktü ve içeride çalışan üç binin üzerinde tekstil işçisinin 1.133’ü hayatını kaybetti. Rana Plaza Faciası olarak anılan bu olaya katliam demek için elimizde çok sebep var.

Tekstil sektörünün tüm dünyada geçerli olan normallerini konuşmak için Rana Plaza’dan çokça bahsetmek gerekli. Çünkü bu örnek hem bütün hak ihlallerini ortaya koyuyor hem de bu kadar büyük bir faciaya kayıtsız kalamayan dünya kamuoyu sayesinde yaşanan iyi yöndeki gelişmelerin sürdürülebilirliği tehlikede.

Bangladeş dünya hazır giyim üretimi haritasındaki en büyük üretici hacme sahip ülkelerden biri. Bunun sebebi ise işçilerin güvencesiz, haklarından mahrum bir şekilde çok zor koşullar altında çok ucuza çalıştırılıyor olması, yani markalara çok ucuza üretim yapılabiliyor olması.

Göz göre göre gelen katliam

Rana Plaza katliamı gerçekleştiği sıralarda tekstil işçileri haftada 80 saate kadar çıkabilen mecburi mesailerle ayda ortalama 38 dolar ücret alıyorlardı.

Bir gün önceden binada oluşan çatlaklar nedeniyle belediyenin tehlikeli raporu vermesi üzerine binadaki bazı banka ve dükkanlar boşaltılmıştı. Bu koşullarda binaya girmeyi reddeden tekstil işçileri patronlarının işten çıkarmakla tehdit etmesi sonucunda girmek zorunda kaldılar. Bu ücretlerle ve koşullarla çalışmak, insanları bir gün bile çalışmamanın getireceği açlıkla karşı karşıya bırakıyor ve patronların tüm isteklerine boyun eğmek zorunda kalıyorlar. Bir gün işe gitmemek karşılığında üç gün ücretsiz çalışmak veya işsiz kalmak, belediye tarafından tehlikeli olarak işaretlenen kaçak bir yapıya girmek zorunda kalmak bunlardan yalnızca birkaçı. Yoksullukla mücadele eden ülkelerdeki küçük üreticiler bu hak ihlallerini bizzat hükümetlerin görünmez desteğiyle yapabiliyorlar. Türkiye’deki durumun da gittikçe kötüye gittiğinden bahsetmiştik.

Şunu belirtmek gerek Rana Plaza ne ilkti ne de bir istisna; tekstil fabrikalarındaki bu koşullar sektörün normaliydi ama batının ilgisi bu kadar büyük bir katliam olmadan oraya çekilmedi. Bu faciadan kısa bir süre önce Tazreen hazır giyim fabrikasında çıkan yangında 117 kişi yaşamını yitirmişti ve tekstil işçilerinin bu koşullara karşı mücadelesi sürüyordu. Ama o sırada tekstil işçilerinin koşullarını iyileştirmeyi hedefleyen Clean Clothes Campaign (CCC)’nin kampanyasına yalnızca 2 şirket imza atmıştı.

Bangladeş Yangın ve Bina Güvenliği Anlaşması’nın getirdikleri 

Rana Plaza faciasına kadar kafasını diğer tarafa çevirmeyi sektör normali haline getiren dünya bu görüntülerden sonra adımlar atmak zorunda kaldı ve Mayıs 2013’te Bangladeş Yangın ve Bina Güvenliği Anlaşması (Bangladeş Accord) imzalandı.

70 uluslararası marka ve uluslararası ve Bangladeşli sendika ve sivil toplum kuruluşları arasında imzalanan anlaşma yasal olarak bağlayıcı olmasıyla bir ilk. Markalara işyeri güvenliği ile ilgili konularda Bangladeş yasalarının şart koşmadığı yükümlülükler getiriyor ve temelde Bangladeş hazır giyim sektöründeki çalışma koşullarını iyileştirmeyi amaçlıyor. Markaların tedarik zincirindeki şirketlerle ve bu şirketlerde çalışan işçilerle ilişkilerinde yeni sorumluluklar yükleyen ve iyileştirmelerin finansmanını yüklenmesini sağlayan anlaşmanın uygulanmasından Uluslararası İşçi Örgütü (ILO) sorumlu. ILO’nun yönetim kurulu başkanını atama yetkisi var ve Bangladeş Devleti de anlaşmada rol ve sorumluluk sahibi. Kısacası anlaşma o güne kadar sorumluluk almayan/almaktan kaçan herkesin mecburen oturduğu bir masa.

Rana plaza öncesinde yalnızca iki şirket CCC’nin işçi haklarını iyileştiren kampanyasına katılmayı kabul etmişken Bangladeş’te üretim yaptıran birçok uluslararası marka yalnızca 1.133 kişinin ölümüyle dünyanın dikkatinin çekildiği enkazda etiketleri görüldüğü veya iş anlaşmaları ortaya çıktığı için bu anlaşmayı imzalamak zorunda kaldılar. Bu enkazda gördüğümüz etiketlerin arasında Bangladeş’te üretim yaptıran LC Waikiki, Defacto, Seven Hill, Rodi Jeans, Batik, Colin’s ve Collezione gibi Türkiyeli şirketler de vardı. Bu şirketlerin en öne çıkanlarından, Türkiye’de hazır giyimin en geniş tedarik zincirine sahip LCWaikiki marka adı tüm haberlerde öne çıkana kadar bu anlaşmayı imzalamamak için direndi. Sonunda imzaladığında bunu marka imajını düzeltmek için yaptı, hayatta olan ve çalışan işçilerin yaşam koşullarını iyileştirmek veya ölenlerin ailelerine tazminat ödemek için değil.

Bangladeş Accord tehlikede

O güne kadar işçilerin yaşam koşullarında iyileştirmeye yanaşmayan markaları ve devleti masaya oturttuğu için çok önemli olan Bangladeş Accord, beş yıllık imzalandığı için devamlı tehlikede. Çünkü markalar her yıl 2013’teki kadar yoğun bir şekilde imaj düzeltmek gereği duymuyorlar. İşçilerin haklarını gözetmek fazla maliyetli olduğu için bunu düşürmek istiyorlar veya imzalamaktan vazgeçiyorlar ya da anlaşma şartlarında pazarlık yapıyorlar.

Bangladeş Devleti de uluslararası büyük şirketleri üzmektense işçilerin haklarını gasp etmeyi tercih ettiği için anlaşmanın neresinde durduğunu tahmin etmek zor değil.

Yangın ve Bina Güvenliği Anlaşması’nın kalıcı hale getirilememiş olması tekstil sektöründeki büyük tehlikelerden biri ama tek sorun değil. Bu anlaşmadaki bir diğer durumsa uluslararası sendikalar ve Bangladeş’teki işçilerin ortaklaşamadığı noktalar. Özellikle işçilerin talepleri odağından markaların makul bulduğu çizgiye getirilmiş olması eleştirileri mevcut.

Tekstil sektöründe devletlere, markalara, büyük ve küçük üreticilere, hatta sendikalara sorumluluk yüklerken bu ürünleri kullanan tüketiciler olarak sorumluluğumuzu yok sayamayız.

Tedarik zincirinin çok katmanlı olması üretimin en ucundaki insanların koşullarına tanıklık etmemizi zorlaştırıyor olabilir ama imkânsız değil. Bu teknoloji ve iletişim çağında bunu görmüyor olmamız, bakmıyor oluşumuzla ilgili. Daha ucuza daha çok giysi alabilmek için dünyanın her yerindeki tekstil işçilerine arkamızı döndüğümüz sürece işçiler bu zor koşullarda yaşamaya ve ölmeye devam edecekler.

 

More in Hafta Sonu

You may also like

Comments

Comments are closed.