‘Süper tayfun’ Yagi Çin’e ulaştı: 1 milyondan fazla insan tahliye edildi
Yagi Tayfunu Vietnam’a ulaştı: 21 kişi öldü, altyapıda büyük hasar var
Dünya Risk Raporu’nu hazırlayan Kalkınma Yardım Birliği’nin Bilimsel Direktörü Katrin Radtke, bu tür aşırı doğa olaylarına maruz kalan toplumlardaki kırılganlığın ve zaafiyetlerin de afet riskini arttırdığına dikkat çekiyor.
DW‘ye konuşan Radtke, kırılganlık ve zaafiyet oluşturan etkenleri, yoksulluk, yaygın yolsuzluk, sağlık hizmetleri ve afeti önleme tedbirlerinin yetersizliği olarak sıralıyor.
Türkiye ‘çok riskli ülkeler’ kategorisinde
193 ülkenin mercek altına alındığı endekse göre listenin ilk 41 ülkesi “çok yüksek riskin” bulunduğu ülkeler.
Birinci sırada yer alan Filipinler’i Endonezya, Hindistan, Kolombiya ve Meksika izliyor. 35’inci sırada yer alan Türkiye de, “çok yüksek riskli” ülkeler kategorisinde bulunuyor. Bunda en etkili faktörün felaketlerle baş etme kapasitesindeki yetersizlik olduğu belirtiliyor.
Bu arada endekse göre “en kırılgan” on ülkenin sekizi Afrika’da yer alıyor. On yıllardır savaşlarla boğuşan Afganistan ve Yemen’in de “en kırılgan” toplumlar arasında yer aldığına dikkat çekiliyor.
İklim krizinin etkisi
Her doğa olayı büyük bir doğal felakete dönüşmek zorunda değil. Ancak içinde bulunduğumuz iklim krizinin etkisiyle bu tür doğa olaylarının sıklığı ve şiddeti artıyor, sayılarında da artış görülüyor.
Radtke, “Şiddetli doğa olayları, kısmen iklim değişikliğinin de etkisiyle, giderek daha sık meydana geliyor. Ve bu doğa olayları çatışma bölgelerini vurduğunda felaketin boyutları daha da kötüleşiyor” diyor. Dünya Risk Raporu bu durumu “çoklu krizler” olarak adlandırıyor.
Yolsuzluğu engelleyen bir ülkenin, afetlerin sonuçlarıyla başa çıkmak için daha donanımlı hale geldiğinin de altını çizen uzman, “Eğer insanlık küresel ısınmayı en aza indirmeyi başarırsa, o zaman daha az doğal afet yaşanacaktır” diyor.
Felaket sonrasında silahlı gruplar artıyor
Bazı araştırmalar, doğal felaketler sonrasında silahlı grupların sayısında artış olduğunu ortaya koyuyor. Çünkü bu gruplar aniden yoksullaşan, yerinden edilen insanları kendi saflarına çekebiliyor. Su, gıda ya da enerji gibi kıt kaynaklar ve genellikle yardım malzemeleri için mücadele kızışıyor, çatışmalar yaşanıyor.
Ama tam tersi de olabiliyor. Katrin Radtke, doğal felaketlerin bazen tarafların acil yardım ve yeniden yapılanma için birlikte hareket etmeleri gerektiğini anlamalarına yol açtığını söylüyor ve buna örnek olarak Endonezya’nın Açe eyaletinde on yıllardır süren çatışmanın 2004 yılındaki yıkıcı tsunaminin ardından sona erdiğini hatırlatıyor.
Önleyici tedbirlerin önemi
Önleyici tedbirlere yatırım, ölümlerin önlenmesini, zararın azalmasını sağlayabilir. Örneğin ABD ya da Avustralya gibi daha gelişmiş ve zengin ülkelerde de fırtına, kuraklık ve depremler yaşanması olasılığı çok yüksek ama kırılganlık daha az; doğa olayları ile baş etme kapasitesi de daha yüksek.
Radtke’nin dikkati çektiği başka bir ülke olan Çin, bu yılki endekste de “çok yüksek riskli” ülkeler kategorisinde yer almakla birlikte geçen seneye kıyasla 12 sıralık bir gelişme kaydederek 22. sıraya yerleşti.
“Bunda büyük ölçüde Çin’in koronavirüs pandemisi sonrasında kırılganlığını önemli ölçüde azaltmış olması etkili oldu” diyen Radtke, Pekin Yönetimi’nin yeni hastaneler inşa ettiğine, büyük aşılama kampanyaları yürüttüğüne, sağlık sistemine de büyük yatırımlar yaptığına işaret ediyor. Ancak endekse bunun aynı zamanda halkın sivil özgürlükleri pahasına yapılmış olmasını yansıtmadıklarına vurgu yapıyor.
Tek başına geleneksel afet önleme tedbirleri yeterli değil. Ülkelerin İklim krizine de uyum politikalarını içerecek büyük bir dönüşüm politikası hayata geçirmeleri gerekiyor.
Radtke, eğitim ve sağlığa yatırım yapmanın ya da sosyal eşitsizlikleri azaltmanın da büyük önem taşıdığını aktarıyor.