Ana Sayfa Blog Sayfa 366

Isı pompaları fosil bazlı ısıtma sistemlerinden 2 ila 3 kat daha verimli: Her eve uygun

Yeni bir araştırma, ısı pompalarının soğuk ve sıfırın altındaki sıcaklıklarda petrol ve gaz gibi fosil yakıt bazlı ısıtma sistemlerinden iki ila üç kat daha verimli olduğunu ortaya koyuyor.

Isı pompaları halihazırda birçok net sıfır senaryosunda karbonsuzlaştırma için temel ısıtma teknolojisi olarak tanımlanıyor ve bu yeni araştırma sadece fosil bazlı sistemlere kıyasla üstün verimliliklerini değil aynı zamanda soğuk havadaki etkinliklerini de doğruluyor.

Oxford Üniversitesi ve Regulatory Assistance Project (RAP) tarafından hazırlanan ve enerji araştırma dergisi Joule‘de yayımlanan makaleye göre, Kuzey Amerika, Asya ve Avrupa‘daki yedi saha çalışmasından elde edilen verileri kullanan araştırma, ısı pompalarının 0°C‘nin çok altındaki sıcaklıklarda bile yanmalı veya dirençli elektrikli ısıtma teknolojisinden iki ila üç kat daha verimli olduğunu gösteriyor.

Hatta ısı pompaları -30°C‘ye yaklaşan sıcaklıklarda bile fosil yakıt bazlı rakiplerinden önemli ölçüde daha iyi performans sergiliyor.

Düşük karbonlu dev ısı pompaları kombileri yerinden edebilir mi?

‘Isı pompası Avrupa’daki tüm evler için uygun’

Bulgular, soğuk hava performanslarını sorgulayan bazı medya haberlerinin aksine, standart ısı pompalarının neredeyse tüm Avrupa evleri için uygun olduğunu gösteriyor.

Isı pompası kullanımı 2022 yılında yüzde 11 oranında arttı ve bazı ülkeler son 12 ayda ısı pompası pazarının iki katından fazla büyüdü.

Uzmanlar, Avrupa Birliği‘nin 2030 iklim ve enerji hedeflerine ulaşabilmesi için ısı pompaları tarafından sağlanan ısının gelecek 10 yıl içinde en az üç katına çıkması gerektiğini söylüyor.

‣ Hollanda 2026’da fosil yakıtla ısınmayı yasaklayacak: Isı pompaları zorunlu olacak

Uzmanlar ne diyor?

RAP Kıdemli Danışmanı Duncan Gibb:

“Bu araştırma, ısı pompalarının her Avrupa ülkesinde yaygın olarak kullanılmaması için hiçbir teknik neden olmadığını ortaya koymaktadır. Bu yeni bulguya, ısı pompasına geçtikten sonra her beş haneden dördünün konforunun arttığını gösteren geçmiş araştırmalar da eşlik ediyor.”

RAP Avrupa Programları Direktörü Jan Rosenow:

“Bu araştırma, ısı pompalarının mümkün olduğunca hızlı bir şekilde yaygınlaştırılması için doğru çerçevelerin sağlanması konusunda politika yapıcılara güven aşılamalıdır.”

Uluslararası Enerji Ajansı (IEA) Enerji Analisti Yannick Monschauer:

“IEA’nın Teknoloji İşbirliği Programı kapsamındaki işbirlikçiler de dahil olmak üzere araştırma ve geliştirme alanındaki sürekli çabalar sayesinde üreticiler soğuk iklimlerde çok verimli çalışan özel ısı pompaları geliştirmiştir. Dünya çapında, ısı pompalarının ısıtma ekipmanı satışlarındaki payı, daha soğuk iklimlerde dağıtım da hızlandıkça, bugünkü politikalar altında 2030 yılına kadar iki kattan fazla artacaktır.”

‣ Elektrifikasyon, Türkiye’nin enerji talebini 2053’te 127 TWh azaltabilir

Isı pompaları hakkında

Isı pompası, karbon emisyonlarında büyük ölçekli azalmalar sağlama potansiyeline sahip, düşük karbonlu bir ısıtma teknolojisi.

Bu sistem, dış ortam havasından, sudan veya topraktan alınan ısıyı bir binanın iç kısmına taşımak ve suyu ısıtmak için elektrik kullanıyor. Bu süreçte onları çalıştırmak için gereken her bir elektrik birime karşılık üç ila dört birim ısı sağlayan ısı pompaları, fosil yakıtlara kıyasla oldukça verimli.

Yakın zamanda yürütülen çalışmalar, ısı pompasının yüksek verimi sayesinde binalarda ısınma için en uygun teknoloji olduğuna dikkat çekiyor. Gaz kombi/kazanlarının verimi yüzde 85-90 düzeyindeyken ısı pompaları kullanılan elektriğin yaklaşık 3 ila 5 katı kadar ısı üretebiliyor.

Isı pompaları ve diğer elektrikli teknolojiler, sanayide 150-200°C‘ye kadar olan ısıtma taleplerini karşılamak için çok uygun bir seçenek. Ayrıca binaların tüm ısıtma ihtiyaçlarını da karşılayabilecek potansiyele sahip.

Düşük sıcaklık (<200°C) gerektiren endüstriyel proseslerde tam olarak kullanılabilen ısı pompaları ve diğer elektrikli teknolojiler, yüksek sıcaklık ihtiyaçlarında ise fosil yakıt tüketimini azaltmak için ön ısıtıcı olarak da kullanılabiliyor.

Isı pompalarının COP olarak tanımlanan ısı performans katsayısı (elde edilen ısı enerjisi ile tüketilen elektrik enerjisi arasındaki oran) değerlerinin pratikte 2,5-3,5 arasında olması sebebiyle elektriğin fosil yakıtlara göre fiyat dezavantajı da ortadan kalkıyor.

‣ Klimalar içeriyi soğuturken, dış sıcaklığı 2°C’den fazla artırabiliyor

Türkiye’nin ‘Önemli Doğa Alanları Envanteri’ güncelleniyor

Nesli tehlikede olan hayvanların yaşadığı ve uluslararası öneme sahip olan “Türkiye’nin Önemli Doğa Alanları”nın envanteri, 17 yıl sonra yeni kriterlerle güncelleniyor.

12 akademisyen ve uzmanın yer aldığı koordinasyon ekibinin çalışmaları 2024 yılı sonunda tamamlanacak. Bu sürede çalışmaya daha fazla uzman ve gönüllü eklenecek. Çalışma sonucunda, Türkiye’nin biyolojik çeşitliliğinin ve habitatlarının güncel durumu ortaya konacak, korunması gerekli doğal alanların listesi ve tehditler güncellenmiş olacak.

Önemli Doğa Alanı (ÖDA), hassas ve benzersiz doğal alanları belirlemek üzere ortaya çıkarılan bir kavram. Bunun için başta nesli tehlike altında olan ve/veya kısıtlı bir coğrafi yayılışa sahip canlı türleri olmak üzere bir dizi ekolojik gösterge kullanılıyor. ÖDA, alan korumaya ihtiyaç duyan tür ve habitatların dağılım ve nüfuslarını esas alan standart bir metod. Bu alanlar, küresel ölçekte uygulanabilir eşik değerlerine bağlı somut kriterlerle seçiliyor.

Dünya Önemli Doğa Alanı metodu kullanılacak

2006 yılında Doğa Derneği, alanında uzman çok sayıda kişiyle dünyanın ilk ulusal ÖDA envanteri olan “Türkiye’nin Önemli Doğa Alanları” adlı kitabını yayımlamıştı. Burada, bilimsel kriterlere göre Türkiye’de korunması gereken ve sınırları içindeki faaliyetlerin planlanması sırasında nesli tehlikede türler veya kritik habitatların gözetilmesi gereken 305 alan belirlendi.

Bu envantere o yıllarda büyük katkı sağlayan ve şimdi de 2023 güncelleme ekibinde de yer alan Prof. Dr. Ahmet Karataş şunları söyledi:

“Sekiz farklı canlı grubu için yapılan 2006 yılındaki bu çalışmada bitkiler, yusufçuklar (kızböcekleri), kelebekler, iç su balıkları, çift yaşamlılar, sürüngenler, kuşlar ve memeliler ile ilgili veriler sentezlendi. Böylece Türkiye’de dünya çapında önemli 305 Önemli Doğa Alanı tanımlandı. Ardından 2016 yılında Dünya Doğayı ve Doğal Kaynakları Koruma Birliği (IUCN), ÖDA yöntemini öncelikli alanların belirlenmesi için uluslararası standart olarak kabul etti. Dünyanın pek çok ülkesinde ÖDA belirleme çalışmaları başladı. Bu yöntemi kullanan ilk ülke olan Türkiye’nin Önemli Doğa Alanları güncellendiğinde yine pek çok ülke için örnek bir çalışma gerçekleşmiş olacak.”

Önemli Doğa Alanları nasıl güncellenecek?

ÖDA güncelleme koordinasyonunda görev alan Doğa Derneği Koruma Programı Koordinatörü Şafak Arslan güncellemeyle ilgili şu bilgileri verdi:

“2023 yılında başladığımız ve 2024 yılının sonunda tamamlanmasını hedeflediğimiz ÖDA Güncelleme Çalışması, Doğa Derneği koordinasyonunda uzman bir ekip tarafından yürütülüyor. 2006 yılı çalışmasına ek olarak yumuşakça canlı grubu da analiz ediliyor. Dokuz canlı grubunun uzmanları kriterleri sağlayan türleri ve bu türlerin bulunduğu yaşam alanlarını belirliyor. İlk analizler tamamlanınca yeni uzmanların eklenmesiyle, alanların özellikleri, sınırları ve tehditlerin belirlenmesi çalışmaları başlayacak. 12 akademisyen ve uzmandan oluşan ilk grubun çalışmaları tamamlandığında iki ayrı grup daha bu çalışmaya dahil olacak ve ekibi genişleteceğiz.”

Son 20 yılda Türkiye’nin doğasındaki değişim ortaya çıkacak

Türkiye’nin son 20 yılda çok sayıda dünya çapında önemli alanını ve içerisindeki biyoçeşitliliği kaybettiğine dikkat çeken Arslan, yeni çalışma sonunda Türkiye doğasındaki değişim ve bunun nedenlerinin de analiz edileceğini belirtti:

“Aynı zamanda yeni araştırmalar sonucunda keşfedilen yeni türler ve alanlar da çalışılacak. Türkiye bu konuda 20 yıl öncesine göre çok daha fazla uzmana, veriye ve doğayı savunan sivil insiyatiflere sahip. Olabildiğince geniş bir ekibin güncelleme çalışmasına dahil olmasını hedefliyoruz. Bu çalışmayı tamamladığımızda dünya çapında öneme sahip bu alanların tanıtılması, korunması ve savunulması için hep birlikte çalışacağız.“

Önemli Doğa Alanları Güncelleme çalışmasının ana koordinasyon ekibi şu uzmanlardan oluşuyor:

  • Prof.Dr. Serdar Gökhan Şenol – Bitkiler
  • Prof.Dr. Ahmet Emre Yaprak – Bitkiler
  • Prof.Dr. Ali Kandemir – Bitkiler
  • Prof.Dr. Ahmet Karataş – Memeliler
  • Uzman Cem Orkun Kıraç – Memeliler
  • Prof. Dr. Kerim Çiçek – Sürüngenler ve Amfibiler
  • Dr. Evrim Karaçetin – Kelebekler
  • Prof.Dr. Burçin Aşkım Gümüş – Yumuşakçalar
  • Doç.Dr. Ali Miroğlu – Yusufçuklar (Kızböcekleri)
  • Doç Dr. Baran Yoğurtçuoğlu  -İç Su Balıkları
  • Uzman Şafak Arslan – Kuşlar – Memeliler
  • Uzman Mehmet Kaya – GIS

Çevre aktivistleri için en ölümcül ülke Kolombiya

Londra merkezli sivil toplum kuruluşu Global Witness‘ın hazırladığı rapora göre,  geçen yıl dünya genelinde en az 177 çevre savunucusu öldürüldü. Cinayetlerin 60’ının gerçekleştiği Kolombiya ise aktivistler için “en ölümcül ülke” olarak kayıtlara geçti.

Global Witness, cinayetlerin faillerinden çok azının adalet önüne çıkarıldığını belirterek, cezasızlığın şiddeti körüklediğini vurguladı.

Raporda şu tespitler yapılıyor:

  • Geçen yıl dünya çapında en az 177 toprak ve çevre savunucusu öldürüldü ve 2012 ile 2022 arasında öldürülen toplam savunucu sayısı 1.910’a ulaştı.
  • 2022’de kaydedilen 10 cinayetten neredeyse dokuzu Latin Amerika’da gerçekleşti; tüm ölümcül saldırıların üçte birinden fazlası Kolombiya’da. Bu, diğer tüm ülkelerin toplamından daha fazla. 
  • Geçen yıl dünya çapında beş savunucu cinayetinden biri Amazon Yağmur Ormanları’nda işlendi;yerel halk, şiddet işkence ve tehditlere maruz kaldı. 
  • Ölümcül saldırıların yanı sıra savunucular, açıkça konuşanları susturmaya yönelik bir strateji olarak, kanunların onlara karşı silah olarak kullanılmasıyla giderek daha çok “suçlu” gösteriliyor. 
  • Örgüt, dünyanın dört bir yanındaki hükümetleri, savunucular ve onların iklim acil durumuyla mücadeledeki rollerinin tanınması için gelişmiş koruma önlemlerini acilen uygulamaya çağırdı. 

Son 10 yılda en az 382 savunucu öldürüldü

Raporda, çevrecilere yönelik saldırılarla ilgili verilerin tutulmaya başladığı 2012 yılından bu yana Kolombiya’da en az 382 çevre savunucusunun öldürüldüğü belirtildi. Tespitlere göre, geçen yıl aktivistlere saldırı vakaları neredeyse ikiye katlandı.

Kolombiya’daki cinayetler, dünya çapında çevre aktivistleri cinayetlerinin üçte birinden fazlasını oluşturuyor. Hükümet, Ekim 2022’de savunmacılara yönelik saldırıları önlemesini ve soruşturmasını gerektiren önemli bir hukuki bağlayıcılığı olan bölgesel anlaşmayı onaylamasına rağmen, söz konusu rakam 2021’de bildirilen cinayet sayısının neredeyse iki katı.  

Kolombiya’yı, 34 cinayetle Brezilya, 31 cinayetle Meksika, 11 cinayetle Honduras takip ediyor. Rapora göre Amazon bölgesinde işlenen cinayetlerin kurbanlarının çoğu yerli topluluklardan.

Bulgular, dünya liderlerinin kasım ayında Birleşik Arap Emirlikleri’nde  toplanacağı, BM İklim Zirvesi -COP28‘den önce yayımlandı. İklim adaletinin sağlanmasına yönelik yeni Küresel Tanıklık raporu, aktivistlerin Paris İklim Anlaşması‘nın savunulmasında oynadıkları önemli rolü vurguluyor.

Çevre savunucusu olmak için en tehlikeli yer Amazon

Global Witness analizi, Amazon‘un savunmacı olmak için dünyadaki en tehlikeli yerlerden biri olduğunu ortaya koyuyor: Geçen yıl 39 cinayet (dünya çapındaki tüm cinayetlerin beşte birinden fazlası (yüzde 22)) dünyanın en büyük yağmur ormanında gerçekleşti. Bu rakamlar arasında geçen haziran ayında Brezilya Amazonu‘ndaki Yerli topraklarında seyahat ederken silahlı kişiler tarafından öldürülen Guardian muhabiri Dom Phillips ve Yerli uzman Bruno Pereira da yer alıyor . Amazonlar’da 2014’ten bu yana en az 296 savunucu öldürüldü.

Raporda ayrıca yağmur ormanlarında altın madenciliği ve ağaç kesimi gibi faaliyetler nedeniyle çeşitli tehditlerle karşı karşıya kalan Yerli toplulukların vakaları da araştırılıyor. Raporda, Birleşik Krallık, AB ve ABD merkezli çok sayıda şirketin, İtalyan rafinerisi Chimet ve altın madenciliği şirketi Serabi’nin tedarik zincirlerinde bulunan Kayapo topraklarından yasa dışı olarak çıkarılan altınla bu topluluklara karşı işlenen insan hakları ihlalleriyle bağlantılı olduğu belirtiliyor.

‘Yerli halklar hedefte

Raporda, dünya nüfusunun yalnızca yüzde 5’ini oluşturmalarına rağmen geçen yıl küresel cinayetlerin üçte birinden fazlasının (yüzde 34) kurbanı olan yerli toplulukların da dünya çapında orantısız düzeyde ölümcül saldırılarla karşı karşıya olduğunu bir kez daha ortaya çıkarıyor.

“Araştırmalar, yerli halkların ormanların en iyi koruyucuları olduğunu ve bu nedenle iklim krizinin hafifletilmesinde temel bir rol oynadıklarını tekrar tekrar göstermiştir” diyen kıdemli danışman Laura  Furones, “Yine de Brezilya, Peru ve Venezuela gibi ülkelerde tam da bunu yaptıkları için kuşatma altındalar. Her gün yeni saldırılar duyuyoruz” diye konuştu.

Global Witness Kampanyalar Eş Direktörü Shruti Suresh de şunları söylüyor:  Çok uzun zamandır savunmacılara yönelik ölümcül saldırıların sorumluları cinayetten paçayı sıyırıyor. Dünyanın dört bir yanında savunucuları susturmak için şiddet, gözdağı ve taciz de uygulanıyor. Şirketlerin ve hükümetlerin sorumsuz eylemleri tarafından tehdit edilmelerine rağmen, kararlılıkla ve evlerini ve topluluklarını savunma kararlılığıyla birleşen bu küresel insan hareketi sağlam duruyor ve susturulamazlar ve susturulmayacaklar.

Dünyanın dört bir yanındaki hükümetler, iklim acil durumuyla mücadelede kritik bir rol oynayan en değerli ekosistemlerin korunması da dahil olmak üzere, gezegenimiz için ayağa kalkanların anlamsız cinayetlerine acilen çözüm bulmalı. Karşılaştıkları şiddet ve adaletsizliği sona erdirmek için bölgesel, ulusal ve uluslararası düzeyde ortak eyleme ihtiyaç var . Zaten çok fazla hayat kaybedildi. Daha fazla kaybetmeyi göze alamayız.”

Global Witness, Güney Amerika’nın yanı sıra Filipinler’de de 11 çevre savunucusunun öldürüldüğünün tespit edildiğini açıkladı. Örgüt, cinayetlerin tam boyutunun bilinmediğini, birçok ülkede bağımsız araştırma ve denetlemenin mümkün olmaması ve özgür basına yönelik kısıtlamalar nedeniyle vakaların eksik bildirildiğini de kaydetti.

Fahiş kiralar Didim’de bir aileyi evsiz bıraktı: Hasta bir anne, oğlu ve kedisi bir aydır sokakta

Aydın’ın Didim ilçesinde yüksek kiralar nedeniyle bir aydır evsiz yaşayan bir anne, oğul ve bir kedi, yetkililerden ev bulmaları için destek bekliyor.

13 Ağustos’ta ev sahipleri tarafından oturdukları evden çıkarılan anne Semra Gümüş ve oğlu Volkan Gümüş, kedileri ile birlikte ilçe merkezindeki Kent Meydanı’nda konaklıyor.

Yeşil Gazete‘ye ulaşarak yaşadıklarını anlatan Semra Gümüş, öğretmen olan ev sahibinin atamasının Didim’e çıkması üzerine yüksek kiralar nedeniyle kendi evinde oturmak istediğini, kendisinin ise bunu anlayışla karşıladığını aktarıyor. Herhangi bir tartışma yaşamadıklarını aktaran Gümüş, kendilerini fahiş kiraların mağdur ettiğini ve uzun süredir aradıkları halde uygun fiyatlı bir ev bulamadıklarını bildiriyor.

Gümüş, durumlarını “Böyle bir şey ilk kez geliyor başımıza; gelebilir de, insanız. Kiralar malum çok arttı. Maaşlar kurtarmıyor. Bir oda bir salon ev bulsam kâfiydi bizim için ama onu da bulamadık. Bir ayı geçti, ben hep dışarıdayım. Kahvelerde oturdum, en son buraya geldim artık” şeklinde özetliyor.

Kendilerine kalacak yer bulunması umuduyla Didim Kaymakamlığına başvurduklarını dile getiren anne Gümüş, yetkililerin cüzi bir nakdi yardım yaparak kendilerini geçiştirdiğine değiniyor:

Ben iki üç aydır değil ki, bir senedir ev arıyorum. Zaten kendi maaşımla geçinemiyordum. Dışarda kaldığımızda da haliyle etrafa borçlandım. Kaymakamlık 3,000 TL para verdi ve ‘tamam’ dedi. ‘Sana ev bakamam, bulamam’ dedi. Belki ev bulmamıza yardımcı olurlar diye düşünüyordum ama belediye başkanı, kaymakam, kimse bize bakmıyor. Sadece ev kiralamak istiyorum ben, başka bir şey değil ki…”

Fotoğraf: Makbule Pamuk

‘Hastayım, oğlum bana baktığı için çalışamıyor’

74 yaşındaki Semra Gümüş, sağlık sorunları olduğu için ev bakmasının ve yardım aramasının daha da zor bir hal aldığını belirterek “Ben KOAH hastasıyım. Kalp yetmezliğim var. Bir de düştüm, kalçam kırıldı, platin taktılar. Yürüyemiyorum, tekerlekli sandalye ile idare ediyorum. Oğlum bakıyor bana” diyor.

Oğlunun yazları çalışmaya gittiğini ve kışın döndüğünü aktaran Gümüş, “Şimdi benim için çalışamadı çocuğum, bana baktığı için… Çok zor gerçekten” diye ekliyor.

‘Son günlerimi huzurevinde değil, huzurlu evimde yaşamak istiyorum’

Anne Semra Gümüş, çevredekilerden ve yetkililerden bir bakımevine yerleşmesi önerisinin sıkça geldiğini, ancak kendisinin bunu istemediğini söylüyor:

Sonbaharı evimde yaşayım dedim ama maalesef sonbaharımı öldürdüler benim. Herkes bana huzurevine yerleş diyor ama ben evimde huzurla yaşamak istiyorum. Kedim de var benim, atamam onu…”

Gümüş, yetkililere “Bize maddi yardım etsinler, evimi bulayım” diyerek çağrıda bulunuyor ve ekliyor:

“Ben ölmeden son günlerimi iyi yaşamak istiyorum, evimde. Başka bir şey istemiyorum.”

Fotoğraf: Makbule Pamuk

‘Durumun bertaraf edilmesi doğru değil, kalıcı çözüm istiyoruz’

Semra Gümüş’ün 37 yaşındaki oğlu Volkan Gümüş işe fahiş kiralardan dolayı mağdur olan çok sayıda insan olduğunun ve bu konunun kapsamlı bir şekilde ele alınması gerektiğinin altını çiziyor:

Bu durumda olan başka insanlar da var. Bize de onlara da yardımcı olunmasını istiyoruz. Bir miktar para vererek durumun bertaraf edilmesi doğru değil. Kalıcı ve yerini bulabilecek çözümler elde edilmesi için sağlam bir platform oluşturulması lazım. İlgili yetkililerin gereken şekilde yardımcı olması lazım.”

İlgili kurumları vatandaşların en temel ihtiyaçlarından olan barınma sorununu çözmek için gerekli adım atmamaları yönüyle eleştiren Volkan Gümüş, “Türkiye’deki birçok kuruma neresinden bakarsanız bakın bir şeyler yarım. Görev, gidişat, sonuç… Siyasi görüşü ne olursa olsun halkın memnuniyeti yok. Her iki tarafta da bir bölünmüşlük, bir sıkıntı var” diyor.

Fotoğraf: Makbule Pamuk

‘Dışarıda rahatsız ediliyor, kovuluyor, tehdit ediliyoruz’

Gümüş, şu anda konakladıkları meydanın halka açık bir alan olmasının da bazı zorluk ve endişeleri beraberinde getirdiğini belirtiyor.

Zaman zaman çevredeki insanlar tarafından rahatsız edildiklerini, alandan kovulduklarını ve tehdit edildiklerini belirten Volkan Gümüş dün (12 Eylül) yaşadığı bir olayı aktarıyor:

Dün alkollü bir vatandaş geldi ve sıkıntı yarattı. ‘Burada durmayacaksanız, sizi burada görmeyeceğim, görürsem yanınıza başka türlü gelirim’ gibi şeyler söyledi. Ben buradan çıkıp gitsem bile annemin durumunu göz önünde bulundurmak gerekli. Bu beni bayağı üzdü ve endişelendirdi, şu anda sıfır uykuyla ayaktayım. Kent Meydanı’nın köşesinde her gün bir sivil polis olurdu, tesadüf, o an yoktu. Diyorum ya, her kurumun işleyişinde bir şeyler yarım…”

Yaşanan sorunun tek seferlik olmadığını kaydeden Gümüş, “Bugün bu kişi, yarın bir başkası. Hayatımız tehlikeye girebiliyor” diye ekliyor.

Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nu kapatma davası reddedildi

Haber: Ataberk ERGİN

*

Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu‘nun kapatılması talebiyle açılan davanın dördüncü duruşmasında Mahkeme’den karar çıktı. Dava reddedildi. Karara sevinen aile yakınları ağlarken, salonda kadınlar kararı kutlamak için sloganlar atıldı. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun kapatılma talebinin reddedilmesi, platformun bugüne kadar erkek şiddetine karşı yanında olduğu kadınlar, hak mücadelesi veren vatandaşlar tarafından sloganlarla kutlandı.

Derneğe açılan hukuksuz kapatma davasının 4. duruşması, Çağlayan’daki İstanbul Adliyesi’nde görüldü. Davaya yüzlerce kadın, LGBTİ+ ve hak mücadelesi veren yurttaş destek vermek için Çağlayan’da bir araya geldi.

Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun kapatma davası 10.00’da başladı. Dava öncesinde açıklamada LGBTİQ+ bayrağı taşıyan iki vatandaş gözaltına alındı.

Gökkuşağı bayrağı taşımak, LGBTİ+ olmak suç değildir

“Olması gereken bir karar çıktı. Olumsuz bir karar çıksaydı da biz mücadelemize devam edecektik. Ama yine de bu kararın çıkması ‘Hukuka güvenebilir miyiz?’ sorusunun yanıtına bir nebze de olsa bir umut ışığıdır diye düşünüyoruz” diyen Ataselim, gökkuşağı bayrağı taşıyan iki kişinin gözaltına alınması hakkında da konuştu:

“Bizimle ilgili böyle bir karar çıkarken iki arkadaşımız hukuksuzca gözaltına alındı. Gökkuşağı bayrağı taşıdıkları sebebiyle… Gökkuşağı bayrağı taşımak suç değildir. LGBTQ+ olmak suç değildir. Ama fiilen hayatımızı daraltmaya, bizi bir kıskaca almaya çalışıyorlar. Medeni Kanun’un 6284. Maddesine, karma eğitime karşı çalışmalar yaptıklarını biliyoruz ama onlar yenilecek, bugünkü gibi biz kazanacağız.”

Dava sürecini yorumlayan Ataselim, “Dava sürecinde aslında öldürülen kadınların aileleri kendilerini ifade ettiler. Elliye yakın aile müdahillik talebinde bulundular. Mahkeme başkanı hepsini dinledi. Müdahillik talebinde bulunan dost kurumlarımız vardı, kadın örgütleri, insan haklarına ilişkin örgütler, barolar… Bu taleplerin hepsi reddedildi. Ama sonuçta kapatamadılar” dedi.

‘En son ablamın katilinin ağırlaştırılmış müebbet aldığını duyduğumda bu kadar sevinmiştim’

Duruşmaya platform üyelerinin yanında yer aldığı ve erkekler tarafından öldürülen kadınların aileleri de katıldı. Elif Nur Ertürk “Yanımızda devlet yoktu” dedi ve ekledi:

“Bu platform bizim yanımızdaydı. Bir kadın ve katledilen birinin kardeşi olarak canım yanıyor. Bu tarz platformlar kapatılmasın, [diğerleri] ablam gibi olmasın.”

Ertürk, davaya ilişkin kolluk kuvvetleri tarafından alınan önlemlere ilişkin Yeşil Gazete‘ye şunları söyledi:

“Ablam katledilirken, onu bıçaklarken katil bize onun ses kaydını, çığlıklarını dinletti. O an yapabildiğim tek şey polisi aramaktı. Polis hiçbir şekilde yardımcı olmadı. Şu an ben ablam ve ablam gibi birçok kadın için buradayım. Hala nefes alabiliyorum, hala hayattayım ve bu polisler gözümüzün içine baka baka kimi kimden koruyorlar gerçekten çok merak ediyorum. O gece ablamı eşinden koruyamadılar. Bugün burada kimi kimden koruyorlar? Gerçekten çok merak ediyorum. Şaşkın gözlerle etraflarına bakıyorlar. Ne yaptıklarının da bilincinde olduklarını asla düşünmüyorum. Ama o kadar içler acısı bir durum ki ben eminim yarın, öbür gün bizim bir daha ihtiyacımız olduğunda bir daha ulaşamayacağız. Yine muhtaç olduğumuzda yine bunlara ulaşamayacağız. Hala etrafa sırıtan gözlerle bakabiliyorlar gerçekten çok içler acısı bir durum. ”

Ertürk kararı duyduğunda neler hissettiğini ise şöyle aktardı:

“En son ablamın katilinin ağırlaştırılmış müebbet aldığını duyduğumda bu kadar sevinmiştim. ‘Reddedildi’ kelimesini kullandığındaki şaşkınlığımı ifade edemiyorum. Sevineyim mi üzüleyim mi onu düşündüm ben. Baktım etraftakiler sarılıyor, dedim herhalde iyi bir şey oldu ama nasıl çığlık atıyorum… Çok mutluyum gerçekten.”

‘İkiz kardeşim katledildi’

Erkek şiddeti mağduru aile yakınlarından Tuğba Can ise platformun neden varlığını sürdürmesi gerektiğini mahkeme salonunda şöyle anlattı:

“Bu platform sayesinde yalnız hissetmedim asla yalnız yürümedim. Dava sonuçlanıncaya kadar destek gördüm. Ben de onların destek görmesini istiyorum. Devletin yapmadığını yapıyorlar. İkiz kardeşini kaybetmiş biri olarak ağır cezalar istiyorum ki kimse birini incitme cesareti bulamasın.”

‘Her an sokakta öldürülebileceğimi biliyorum’

“Her türlü mücadeleyi yaptım ama her an sokakta öldürülebileceğimi biliyorum.”

Bu sözler de Melek Yakupoğlu tarafından dile getirildi. 21 Temmuz’da kızı eski erkek arkadaşı tarafından darp edilen Yakupoğlu, şunları aktardı:

“Kamera görüntüsü olduğu halde güvenlik personelleri de müdahil olmadı ve kızım çok ağır darp edildi. Kendini ‘gece saat 22.00’da bir kadının dışarıda ne işi var’ diye savundu. Platform sürekli yanımda oldu. Sizin sayenizde tutuklandı ama 9 gün sonra çıkarıldı. Öldürülmedi kızım ben şanslıyım evladımın canı sağ kaldı ama evladım saçlarından sürüklendi yerlerde. Cezası, para cezası oldu. Maddi gücüm yoktu, platform yardımcı oldu; hem avukat hem de manevi destek olarak. Benim bile hayatım tehlikede, her türlü mücadeleyi yaptım ama her an sokakta öldürülebileceğimi biliyorum. Bu tarz platformlar beni güçlü olduğumu hissettiriyor, güvende hissediyorum. Biz aciz değiliz, biz güçsüz değiliz.”

‘Ömrüm boyunca unutmayacağım bir şeyi belirtmek istiyorum’

Platformun avukatlarından Rukiye Leyla Süren, duruşmada esas açıklaması yaparken  “Ömrüm boyunca unutmayacağım bir şeyi belirtmek istiyorum. Bir önceki celsede, bir kız evladı annesinin öldürülüşünü beğendi. Pınar Gültekin’in babası kızının nasıl öldürüldüğünü anlatırken yavrumuz ‘En azından benim annem yedi bıçak darbesiyle öldürüldü’ dedi” ifadelerini kullandı.

‘Yalnız kalmayacaksınız’

Avukat Süren kararın ardından şunları dile getirdi:

“Türkiye için iyi bir karar oldu, mahkemelerde hukuka uygun bir karar çıkabileceğine dair umudumuzun yeşerdiğini söyleyebiliriz. Ama en önemlisi, Türkiye’deki ve dünyadaki kadınlara şu mesaj gitti: Yalnız kalmayacaksınız! Mücadele ettiğinizde örgütlendiğinizde, ifade özgürlüğünüzü dile getirmek istediğinizde bu adliye salonlarında sesiniz kısılmayacak, dernekleriniz kapatılmayacak, öldürülme tehlikesiyle karşı karşıya kalmayacaksınız.”

“Biz zaten suçsuz olduğumuzu biliyorduk, mücadelemize devam edecektik” diyen Süren, kararın önemini ise şöyle açıkladı:

“Ancak platformunun mücadelesinin kanuna ve ahlaka aykırı olmadığını, adliyenin içindeki bir salonda da bir mahkeme tarafından tescillenmesi hukukçuları çok mutlu etti. En önemlisi de kadınlara bu mesajın gitmesi çok önemliydi.”

‘Böyle bir sevinci son mahkemede katil müebbet aldığında yaşamıştık’

Öldürülen kadınlardan Fatma Şengül’ün yakını olan Gökay Şengül, geçmişte kendisine destek veren platformun yanında olmak için davaya müdahil olarak katıldı. Davadan sonra mutluluk gözyaşları döken Şengül hissettiklerini şöyle açıkladı:

“Daha evvel böyle bir dava süreci geçirdik. Önce üzüldük. Annemin vefatında haksız tahrik indirimi alındı. Daha sonra böyle bir sevinci son mahkemede katil müebbet aldığında yaşamıştık; o geldi aklıma. Onun sevinciyle bir duygu patlaması yaşadım.”

Şengül, annesiyle ilgili davayla ilgili ise şunları hatırlattı:

“Şeker hastası olduğunu, yolda gördüğünü, yolda gördüğü için konuşmak istediğini söylemiş. Annem sözde hakaret etmiş. [Katil] Yanında bir sürü mermiyle gelmiş ve şeker hastası olduğu için sinirlenip beş el ateş etmiş. Ve hâlâ cinayeti planlayarak işlemediğini söylemişti. Bu durumda mahkeme haksız tahrik indirimi ile 18 sene verdi. 18 senenin 10 senesini yatacaktı ve iyi halden çıkacaktı. Bunun önüne sağ olsunlar bu platform sayesinde geçildi. Kamuoyunun sesi çıktı. Tüm Türkiye tanıdı, Fatma Şengül davasını binlerce kişi takip etti ve istediğimiz sonucu aldık.”

Fidan Ataselim: Politik sebeplerle açılmış bir davaydı

Davanın sonuçlanmasının ardından Ataselim, suçlamaların esas gerekçelerine dikkat çekti:

“Bu davanın açılması zaten başlı başına bir hukuk utancı, bir hukuk rehaveti. Yıllardır açık bırakılmış olan, derinleştirilmeye çalışılan, bizden gizli tutulan bir soruşturmaydı. Kanun ve ahlaka aykırı faaliyet yürüttüğümüz iddia ediliyordu. Bunun ne olduğunu kimse bilmiyordu. İstanbul Sözleşmesi’ndeki imzanın geri çekilmesinin ardından politik sebeplerle açılmış bir davaydı. Bu ülkedeki kadınları sindirmek istiyorlar, kadınların daha özgür olmasını istemiyorlar, eşitlenmek istemiyorlar. Bu yüzden bununla örgütlü kuvveti olan bizi yıldırmaya çalıştılar. Ancak hesap etmedikleri büyük bir örgütlü kuvvetle karşılaştılar.”

Ne olmuştu?

Nisan 2022’de Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu Derneği’ne açılan  fesih davasının nafakasını ödemediği için tutuklanan ve ardından AKP Kayseri İl Başkanlığı’nın parayı ödemesi üzerine iki gün sonra tahliye edilen Ahmet Eliaçık’ın şikayeti üzerine açıldığı ortaya çıkmıştı.

İlk duruşmanın ardından yüzlerce kadın bu kez derneğin kapatılmaması için meydanlarda bir araya gelmişti.

Davanın 1 Haziran’da görülen ilk duruşmasında 36 baronun davaya müdahillik talebi reddedilmişti. Derneğe öldürülen kadınların ailelerinden yoğun destek gelirken adliye koridorları kapatma davasına karşı bir araya gelen kadınlarla dolmuştu.

Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu Derneği’ne “Aileyi ve toplumu parçalamayı amaçladığı” ve “Cumhurbaşkanına hakaret söylemlerinde bulunduğu” gibi iddialarla İstanbul 13. Asliye Hukuk Mahkemesi‘nde fesih davası açılmıştı.

Mahkeme, ilk duruşmada davanın kamu ile dernek arasında olması, davalı derneğin zaten avukatlarının bulunması ve müdahil olma talebinde bulunanların davayla doğrudan ilişkilerinin bulunmaması gerekçesiyle dosyaya sunulan tüm müdahillik taleplerinin reddine karar vermişti.

Mahkeme, davaya konu İstanbul Valiliği İl Sivil Toplumla İlişkiler Müdürlüğü‘nün 9 Ağustos 2021 tarihli yazısında bahsi geçen soruşturma ve kovuşturma dosyalarının istenmesine karar vererek duruşmayı ertelemişti.

HDP’li Hüda Kaya’ya SADAT cezası

Eski HDP milletvekili Hüda Kaya, “AKP’nin paramiliter gücü olduğu” iddiaları medyaya yansıyan  SADAT‘a (Uluslararası Savunma Danışmanlık İnşaat Sanayi ve Ticaret A.Ş.), 35 bin TL. tazminat ödemeye mahkum edildi.

Kaya, eski Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay’ın yanıtlaması talebiyle 1 Kasım 2021’de Meclis Başkanlığı’na soru önergesi vermiş; SADAT önergedeki ifadeleri mahkemeye taşımıştı.

Kaya’nın tazminat ödemeye mahkum edildiği sorular şöyleydi:

  • SADAT A.Ş. ile işbirliği içinde olan çalışan ya da danışmanlık hizmeti alan herhangi bir kamu kurumu bulunmakta mıdır? Varsa bunlar hangileridir?
  • SADAT A.Ş. ne sıklıkta ve hangi yetkililer- kurumlar tarafından denetlenmektedir?
  • Türk Silahlı Kuvvetleri, Milli İstihbarat Teşkilatı ve Emniyet Genel Müdürlüğü, SADAT A.Ş. ile herhangi bir çalışma yürütmekte midir? Yürütmekte ise bu çalışmaların içeriği ve amaçları nelerdir?
  • SADAT A.Ş. yurt içinde şimdiye kadar nerelerde eğitim kampları veya çalışmaları olmuştur? Buralardan eğitim alan kişi sayısı belli midir? Bu kişiler daha sonra hangi kurum veya kuruluşlarda ve hangi bölgelerde çalışmaktadır?
  • SADAT A.Ş. tarafından kendi sitesinde de belirtildiği gibi eğitim, danışma ve donatım faaliyetlerini hangi ülkelerde sürdürmektedir? Bu ülkelerde eğitim verilen kişi sayısı kaçtır? Eğitim alan bu personeller nerelerde görevlendirilmektedir?
  • Ülke içinde veya dışında SADAT A.Ş.’nin askeri eğitim verdiği kamplar bulunmakta mıdır? Varsa bu kamplar nerededir ve kimlere eğitim verilmektedir? Denetimleri kimler tarafından ne sıklıkta yapılmaktadır? Eğitim alan bu kişiler nerelerde istihdam edilmektedir?
  • Sultan Murad Tugayları ve El Nusra terör örgütüne silah gönderdiğine ve militanlarını eğittiği dair iddialar hakkında soruşturma açılmış mıdır?
  • SADAT çalışmaları içinde yer alan kişiler 15 Temmuz’da İstanbul Boğaziçi Köprüsü’nde katledilen er ve askeri öğrenciler olayında yer almışlar mıdır?
  • Afganistan/Kabil havaalanında SADAT’ın rolü nedir?
  • Benim de içlerinde bulunduğum- 2015 12 Kasım günü Eş başkanımız Figen Yüksekdağ ve bir grup ile Silvan‘daki gerilimli ortamda ziyarette bulunduğumuz sırada TSK ve Emniyet güçlerinin haricinde üstlerinde “Esedullah” “Cundullah” yazılı yelekler giyinmiş, çoğu kır saçlı, sakallı ve müstakil şekilde faaliyet gösteren, tekbirler getirerek, gerçek mermilerle bizlere saldıran, TSK ve Emniyet güçlerinin haricinde hatta içlerinde Türkçe konuşmayan, yabancı elemanların da olduğu bu ekipler SADAT elemanları mıdır?
  • Yine aynı süreçte, Lice’de köylüleri benzinle yakmak isteyen jandarmanın engellediği kişilerin SADAT’la ilgisi var mıdır?
  • Hem darbe girişimi sırasında hem de benzer olaylarda, iktidar yanında yer alıp, cinayet dahil her tür suçu işleyenlere yönelik olarak 696 sayılı KHK çıkarılmış ve bu kamuoyunda uzun süre iç savaş KHK’sı olarak tartışılmıştır. Bu KHK, SADAT üyelerine yönelik olarak mı çıkarılmıştır?
  • 2017’de, “Özel Güvenlik Hizmetlerine Dair Kanunun Uygulanmasına İlişkin Yönetmeliğin 26. maddesinde değişiklik” yapılarak, özel güvenliğe uzun namlulu silah taşımasına izin verilmesi SADAT ve partnerleri olan güvenlik firmaları ile ilişkili midir?
  • Adnan Tanrıverdi‘nin, “Darbeden sonra orduda istediğimiz değişiklikleri yaptık” ifadelerinde olduğu gibi SADAT’ın orduya istediği kişileri yerleştirme ve istediği düzenlemeleri yaptırabilme gücü var mıdır?
  • SADAT Libya‘da, eğitim faaliyetlerine katılarak, Albayrak firması ile alanda bir ortaklık kurulmuş mudur ve İHA ve SİHA eğitimi vermiş midir?

Mahkeme kararını sosyal medya hesabından duyuran SADAT,  “Mahkeme, Hüda KAYA tarafından şirketimize yönelik bilinçli ve sistematik şekilde gerçekleştirilen bu saldırıların şirketimizin kişilik haklarını zedelediğine hükmetmiştir” dedi.

Açıklamada şu ifadelere yer verildi:

“Mahkeme kararında ‘Davalı tarafından verilen ve 15 maddeden oluşan önergede sorulan sorular bir bütün olarak değerlendirildiğinde davacı şirketin çeşitli terör örgütleri ile irtibatını gösterir belge olmadan ve bu konuda mahkumiyete ilişkin yargı kararı olmaksızın terör örgütleri ile irtibatlandırıldığı yönündeki içeriğin davacının kişilik hakkına saldırı teşkil ettiği’ sonucuna varılmıştır.”

Kılıçdaroğlu ve Akşener de gündeme getirmişti

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, 13 Mayıs 2022’de Beylikdüzü’nde bulunan SADAT Genel Merkezi’nin kapısına giderek açıklama yapmıştı. SADAT’ın paramiliter bir yapı olduğu söyleyen Kılıçdaroğlu, “Şunu herkesin bilmesini isterim, CHP demokratik yollarla bu ülkede seçimin yapması için her türlü çabayı gösterecektir. SADAT gibi kuruluşlar kim olursa olsun, seçimi gölgeleyecek, seçimin güvenliğini sarsacak herhangi bir şey olursa sorumlusu burası ve saraydır. Bunu bütün halkımıza ifade ediyorum”  demişti.

SADAT, bu ifadeleri nedeniyle Kılıçdaroğlu hakkında 1 milyon liralık tazminat davası açmış; mahkeme 28 Nisan 2023’te görülen karar duruşmasında Kılıçdaroğlu’nun 30 bin lira tazminat ödemesine karar vermişti.

İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener de Konya ve Tokat‘ta silahlı eğitim kampları kurulduğuna yönelik duyumlar aldığını gündeme getirerek araştırılmasını istemişti.

Gayri nizami harp, keskin nişancılık kursları veriyor

Emekli tuğgeneral Adnan Tanrıverdi tarafından 28 Şubat 2012’de kurulan Sadat, Türkiye merkezli bir askeri danışmanlık şirketi. Misyonunu “Silahlı Kuvvetlerin ve İç Güvenlik Güçlerinin organizasyonu, iç güvenlik ve savunma alanında stratejik danışmanlık, iç güvenlik ve askeri eğitim ile donatım alanlarında hizmet vererek, İslam Ülkeleri arasında savunma ve savunma sanayi işbirliği ortamı oluşturmayı ve İslam Dünyasının kendine yeterli bir askeri güç olarak da Dünya Süper Güçleri arasındaki hak ettiği yerini almasına yardımcı olmaktır” şeklinde tanımlıyor.

“Gayri Nizamı Harp (kontrgerilla)” ve “Keskin Nişancılık”, “Kara Harekatı”,  “Koruma”, “Tahrip”, “İleri Tek Er Muharebe”, “Topçu ve Havan İleri Gözetleyicilik”, “Tank / Zırhlı Araç Avcılığı” gibi alanlarda kurslar veriyor. 50 ila 200 emekli TSK görevlisi çalıştıran SADAT’ın yine Adnan Tanriverdi tarafından kurulan ve daha siyasi bir odağı olan ASSAM adında kardeş bir kuruluşu bulunuyor.  

Kurum, 2018 yılında Afrin operasyonu sürecinde Özgür Suriye Ordusu’na yardım ettiği ve 2016 yılında darbe girişimi sürecinde sokağa çıkarak askerlerle çatıştığı iddialarıyla da gündeme gelmişti.

Libya’daki sel felaketinin bilançosu uydu görüntülerine yansıdı

Libya‘nın doğusundaki Temsilciler Meclisi tarafından atanan hükümetin İçişleri Bakanlığı Sözcüsü Tarık el-Harraz, ülkenin doğusunu etkisi altına alan selde yalnızca Derne’de ölenlerin sayısının 5 bin 300 kişiye ulaştığını söyledi.

Libya’nın resmi haber ajansı LANA’nın haberine göre, Libya İçişleri Bakanlığı yetkilisi Muhammed Ebulmuşa da “Derne kentinde vefat edenlerin sayısı 5 bin 300’ü aştı. Felaket nedeniyle binlerce kişi kayıp” açıklamasını yaptı.

Reuters’e konuşan bir hastane yöneticisi, Derne’de yalnızca kendi çalıştığı hastanede bin 700 cesedin bulunduğunu, 500 kişinin ise şehrin başka bir bölgesinde defnedildiğini söyledi. Fırtına ve selin Derne’de sebep olduğu yıkım uydu görüntülerine de yansıdı.

Derne’nin sel felaketinden önce ve sonraki halini gösteren uydu görüntüleri şehrin merkezinden geçen kısmen dar su yolunun selden sonra çok daha geniş bir hâl aldığını ve sel sularının bölgede bulunan binaları yok ettiğini ortaya koyuyor. Şehrin başka bölgelerinden gelen uydu görüntüleri de sel sebebiyle kanalların taştığını ve buralardaki binaların da yıkıldığını gösteriyor.

LANA, Birleşmiş Milletler’in (BM) de acil durum ekiplerini göndereceğini de söyledi.

Orta Akdeniz’de etkili olan ve 10 Eylül’de Libya’nın doğusunu etkileyen “Daniel” fırtınası, Bingazi, Beyda, Merc, Suse ve Derne kentlerinde sele neden olmuştu.  Derne kentindeki iki barajın kuvvetli fırtınanın etkisiyle çökmesinin ardından kentin dörtte biri sular altında kaldı.

Ulusal Birlik Hükümeti Başbakanı Abdulhamid Dibeybe, sel felaketi nedeniyle önceki gün ülke genelinde üç günlük yas ilan etti.

Libya Başkanlık Konseyi de dost ülkelere ve uluslararası kurumlara sel felaketinden zarar gören bölgeler için yardım çağrısında bulundu.  Libya’nın siyasi olarak parçalanmış yapısı arama-kurtarma çalışmalarını sekteye uğratıyor. Türkiye dahil uluslararası olarak tanınan Ulusal Birlik Hükümeti (GNU) batıdaki Trablus’ta bulunuyor. Derne’nin bulunduğu doğu bölgeleri ise Halife Hafter liderliğindeki Libya Milli Ordusu’nun (LNA) kontrolünde.

Kızılhaç Libya’daki sel felaketinde kayıp kişi sayısının 10 bine ulaştığını açıkladı.

Libya’nın doğu bölgelerindeki yağış miktarı son 40 yılın en yüksek seviyesinde.

Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ/WHO) Genel Direktörü Tedros Adhanom Ghebreyesus, X sosyal medya platformundan sele ilişkin paylaşım yaptı. Adhanom paylaşımında, Libya’da acil sağlık ihtiyaçlarını karşılamak için yerel yetkililerle birlikte çalıştıklarını ve ülkeyi sağlık hizmetleri konusunda desteklemeye devam edeceklerini belirtti.

İklim değişikliği tetikliyor

Bilim insanları, oluşan bu kasırganın nedenini Akdeniz’in su sıcaklığının yükselmesine bağlıyor ve bunun sebebinin iklim değişikliği olduğunu belirtiyor. Böylesi kasırgaların Akdeniz’de pek rastlanmadığını bildiren uzmanlar, bu fırtınanın en fazla ‘Kategori 1 veya 2’ olabileceğini, okyanuslarda bu kategorilerin en yüksek olduğu Kategori 5’e kadar çıkabileceğini söylüyor.

Dünyadaki kasırgalar, oluşturdukları rüzgar hızına bağlı olarak kategorilendiriliyor ve Kategori 1-5 arasında sınıflandırılıyor.

‣ Araştırma: İklim değiştikçe sel ve kuraklıklar daha sık olacak, daha uzun sürecek
‣ İklim Bilimci Prof. Kurnaz: Şiddetli yağışlar iklim değişikliğinin beklenen, doğal sonuçları
‣ Yanlış kent politikaları iklim krizinin sonucu olan aşırı yağışları sele dönüştürdü

Islak ve nemli hava kasırgaları besliyor. Kasırgaların şiddetinin ve sıklığının artmasındaki bir diğer etken de sıcak deniz suyu. İklim bilimciler, son yıllarda Akdeniz’in 3°C ısındığı uyarısında bulunuyor. Deniz sularının ısınması da kasırgaları yoğunlaştırıp ortaya çıkan rüzgarları hızlandırıyor.

‣ Yunanistan’da sel devam ediyor: Burası deniz gibi

“Akdeniz’de oluşan kasırgaların en yoğun olduğu dönem, Akdeniz’in güney sularının en sıcak olduğu eylül ayının sonundan yıl sonuna kadar olan dönemdir” diyen bilim insanları, Atlantik ve Pasifik bölgelerindeki kasırgalarda en az 27°C su sıcaklığının ideal olduğunu ancak Akdeniz’deki kasırgaların daha soğuk sularda oluşabildiğini vurguluyor. Meteorologlar ise Akdeniz’deki su sıcaklığının halihazırda yaklaşık 28°C olduğunu belirtiyor.

Sınırda karbon düzenlemesi mekanizması 1 Ekim’de başlıyor

Sınırda Karbon Düzenlemesi Mekanizması (SKDM) pilot uygulaması emisyon raporlaması yükümlülüğüyle birlikte 1 Ekim 2023 tarihinde başlıyor.

Türkiye‘deki ihracatçıların, 2026 yılından itibaren devreye girecek olan SKDM’den etkilenmemek için ürünlerinin karbon emisyonlarını şimdiden hesaplaması ve emisyonları düşürücü önlemler alması gerekiyor.

Avrupa Yeşil Mutabakatı ve Sınırda Karbon Düzenlemesi Mekanizması gelecek yıllarda küresel ticaretin dinamiklerini değiştirecek. SKDM uygulamasıyla birlikte yüksek emisyonlarda üretim yaparak ürünlerini Avrupa’ya ihraç eden şirketleri yeni vergi yükü riski bekliyor. Bu vergi yükü nedeniyle emisyonlarını azaltmayan şirketlerin, Avrupa pazarındaki rekabet güçleri zayıflayabileceği öngörülüyor.

İhracatının yarıya yakınını Avrupa pazarına yapan Türkiye’yi yakından ilgilendiren SKDM, bu yıl pilot uygulamayla başlayarak 2026 yılından itibaren devreye girecek.

İlk etapta en yüksek karbon emisyonuna yol açan üretim sektörlerinden olan demirçelik, gübre, alüminyum ve çimentoya uygulanacak SKDM, Avrupa Birliği’ne ihraç edilen bütün ürünleri kapsayacak.

‘Önlem alınmazsa GSYH’de azalmaya yol açabilir’

Geçtiğimiz mayıs ayında Boğaziçi Üniversitesi’nden Prof. Dr. Sevil Acar’ın kaleme aldığı “Avrupa Yeşil Mutabakatı ve Türkiye Ekonomisi Üzerine Etkileri” başlıklı makalede, SKDM’nin Türk ihracatçıları üzerine etkilerine dikkat çekiliyor. Prof. Acar makalesinde, SKDM’nin Türkiye’deki ihracatçılara yıllık maliyetinin en az 1,1 ila 1,8 milyar euro arasında olacağını belirtiyor ve şöyle devam ediyor:

“Bu hesaplama, ton CO2 başına ödenecek verginin 30 veya 50 Euro olacağından hareketle yapılmış. Ancak karbon fiyatının şimdiden 80 Euro seviyelerine ulaşmış olması, esas maliyetin çok daha yüksek olacağı anlamına geliyor.”

Acar, SKDM ile ilgili önlem alınmazsa 2030 yılında Gayrisafi Yurtiçi Hasıla’da (GSYH) yüzde 2,7 ile 3,6 oranında azalma olacağını belirtirken cari açığın artacağına dikkat çekiyor.

‣ İklim Masası: Türkiye’nin Avrupa Yeşil Mutabakatı’nı avantaja çevirmesi mümkün

Üretim ve tedarik süreçlerindeki emisyonlar vergilendirmeye tabi olacak

Avrupa Yeşil Mutabakatı ile AB, 2030 yılında mevcut karbon ayak izini yüzde 50 oranında düşürmeyi ve 2050 yılında da tamamen nötr olmayı hedefliyor. AB’ye ihracat yapacak şirketlerden de bu doğrultuda emisyonlarını düşürmesi ve nötr olması bekleniyor. Bu doğrultuda 2026 yılından itibaren AB’ye ihraç edilen ürünlerden karbon vergisi alınmaya başlanacak.

Türkiye’de emisyon doğrulaması konusunda çalışmalar yapan TÜV AUSTRIA Global Sürdürülebilirlik Müdürü Burcu Çelebi “Firmaların karbon ayak izlerini 2026 yılından önce hesaplamaya başlamış olması oldukça önemli” dedi.

Mekanizmanın 1 Ekim 2023 tarihinde emisyonların raporlanması yükümlülüğü ile uygulamaya gireceğine dikkat çeken Çelebi, mali yükümlülüklerin devreye girdiği asıl uygulama döneminin 1 Ocak 2026 itibarıyla başlayacağını belirtti.

Çelebi, şu bilgileri verdi:

“İlk aşamada şirketlerin Kapsam 1 ve Kapsam 2 emisyonlarının hesaplanması isteniyor. Doğrudan emisyonların ve tüketilen enerji kaynaklı emisyonların hesaplanması önceliklendirildi. Firmaların karbon ayak izlerini 2026 yılından önce hesaplamaya başlamış olması; firmanın emisyon kaynaklarını tespit etmesi, verilerini 2026 yılına kadar eksiksiz elde edebilecek hale gelmesi ve karbon ayak izi hesaplanması sistemine adapte olması için oldukça önemli.”

Avrupa’ya ihraç edilen ürünlerde üretim ve tedarik kapsamlı karbon emisyonlarına göre vergilendirmeye tabi olacaklarını belirten Çelebi, “Vergi oranlarını doğru kurgulamak için emisyon değerleri hesaplanması ve zorunlu hale getirilmesi karara bağlandı. Burada bir emisyon sınırı ortaya çıkacak ve bu sınırın üstünde kalanlar oradaki karbonu sıfırlamak için karbon kredisi satın almak zorunda kalacaklar ya da iyileştirme yapmak için gerekli adımları atacaklar. Aynı şekilde bu sınırın altında kalanlar da bu opsiyonu dışarıya satabilecekler, yani karbon ticareti yapabilecekler. Şu anda Türkiye’de isteğe bağlı olan bu konu 2026 yılı itibariyle zorunlu hale gelecek” ifadelerini kullandı.

Küçük ada ülkeleri adalet arıyor: Sular altında kalacağız, bu denli adaletsizliğe sessiz kalamayız

Küçük ada ülkeleri, deniz yasalarını kullanarak dünyada bir ilk niteliğindeki davada iklim eylemi talep ediyor.

Yükselen deniz seviyelerinin tehdidi altındaki bir grup küçük ada ülkesi, bugün Almanya‘nın Hamburg kentinde yapılacak ilk olma özelliği taşıyan duruşmada yüksek emisyona sahip ülkelerle karşı karşıya geliyor.

Uluslararası Deniz Hukuku Mahkemesi‘nde (ITLOS) görülen okyanus odaklı ilk iklim adaleti davasında ifade verenler arasında Tuvalu ile Antigua ve Barbuda‘nın başbakanları da yer alıyor.

Uluslararası mahkeme, deniz tarafından emilen karbon emisyonlarının deniz kirliliği olarak kabul edilip edilmeyeceğini ve ulusların deniz ortamını korumak için ne gibi yükümlülüklere sahip olduğunu değerlendirecek.

euronews’ün aktardığına göre, Antigua ve Barbuda Başbakanı Gaston Browne şunları söyledi:

Hızlı ve iddialı eyleme geçilmezse, iklim değişikliği çocuklarımın ve torunlarımın atalarının adasında, yani evimiz dediğimiz adada yaşamasını engelleyebilir. Bu denli adaletsizlik karşısında sessiz kalamayız. Gözlerimizin önünde meydana gelen felaketin ele alınışında uluslararası hukukun merkezi bir rol oynaması gerektiğine inanarak bu Mahkemenin huzuruna çıktık.”

Sera gazı emisyonları deniz kanunlarını ihlal ediyor mu?

Dava, Küçük Ada Devletleri İklim Değişikliği ve Uluslararası Hukuk Komisyonu (COSIS) tarafından açıldı. 

Bahamalar, Niue, Palau, St. Kitts ve Nevis, St. Lucia, St. Vincent ve Grenadines ve Vanuatu da bu koalisyonun bir parçası.

COSIS, çoğu ülkenin BM Deniz Hukuku Sözleşmesi uyarınca deniz ortamını korumakla yükümlü olduğunu ve sera gazı emisyonlarının da bu kapsama girdiğini savunacak.

Dünyanın en büyük karbon yutaklarından biri olan okyanuslar, tüm CO2 emisyonlarının yüzde 25’ini hapsediyor ve bu emisyonların neden olduğu fazladan ısının yüzde 90’ını yakalıyor. Aynı zamanda gezegendeki oksijeninin yaklaşık yüzde 50’sini üretiyor.

Aşırı karbon kirliliği, okyanus asitlenmesi ve mercan beyazlaması gibi zararlı kimyasal reaksiyonlara neden oluyor ve okyanusun karbondioksit absorbe etme ve Dünya‘daki yaşamı koruma yetisini tehlikeye atıyor.

Tuvalu ve Vanuatu gibi alçak rakımlı ada devletleri de iklim değişikliğinin yavaş orataya çıkan etkileri nedeniyle yüzyılın sonuna kadar su altında kalma riskiyle karşı karşıya.

Tuvalu Başbakanı Kausea Natano, iklimin değişikliğinin olumsuz etkilerinden bahsederek “Her geçen yıl sayısı ve yoğunluğu artan aşırı hava olayları insanlarımızı öldürüyor ve altyapımızı yok ediyor” diyor.

Tüm bunlar, gelişmekte olan küçük ada ülkelerinin (SIDS) toplamda küresel karbon emisyonlarının yüzde 1’inden azından sorumlu olmasına rağmen yaşanıyor.

COSIS iklim davasını kazanırsa ne olacak?

İki gün sürecek duruşmanın ardından mahkeme tavsiye niteliğinde bir görüş yayınlayacak. Mahkemenin görüşü yasal olarak bağlayıcı olmasa da ülkelere iklim koruma yasasını hazırlarken yol gösterici olacak yetkili bir beyan sunacak.

Kazanılması halinde dava, ülkelerin BM sözleşmesi kapsamındaki yükümlülüklerini karbon emisyonlarının azaltımını ve halihazırda karbondioksit kirliliğinden etkilenen deniz ortamlarının korunmasını da içerecek şekilde genişletecek.

Tuvalu Başbakanı Natano şunu ekliyor: 

Uluslararası hukukun, iklim değişikliğinin bir sonucu olarak halkımızın maruz kaldığı bariz adaletsizliği düzeltmek için temel bir mekanizma olduğuna derinden inanarak buraya acil yardım istemek için geldik. Uluslararası mahkemelerin bu adaletsizliğin kontrolsüz devam etmesine izin vermeyeceğinden eminiz.”

Benzer davalar

Küçük ada ülkeleri, ulusların iklim yükümlülüklerine ilişkin yasal netlik arayışıyla diğer mahkemelere de başvurmuştu.

Vanuatu, Uluslararası Adalet Divanı‘ndan (ICJ) ülkelerin iklim değişikliğiyle mücadele yükümlülükleri konusunda tavsiye niteliğinde bir görüş yayımlamasını talep eden bir kampanya başlatmıştı.

Mart ayında BM Genel Kurulu, davanın 2024’te görüş bildirecek olan ICJ’ye havale edilmesi yönünde oy kullanmıştı.

Pina için dostluk halkası: Temiz çevre, temiz Marmara

Bandırma On Yedi Eylül Üniversitesi (BANÜ) Sosyal Sorumluluk ve Gönüllülük Koordinatörlüğü’ndeki “Pina için Dostluk Halkası: Keşfet, Bilinçlendir, Koru” projesi, kapanış etkinliğiyle sona erdi. Projenin son etkinliği, 8-10 Eylül 2023 tarihlerinde bu yıl dördüncüsü düzenlenen Türkiye‘nin en hızlı koşu yarışlarından biri olan Kyzikos Ultra Maratonu oldu.

BANÜ Denizcilik Fakültesi dekanı Prof. Dr. Mustafa Sarı, Sağlık Hizmetleri MYO öğretim üyesi Doç. Dr. Miraç Kamışoğlu yürütücülüğündeki projeyle Akdeniz’de kritik düzeyde tehlike altında olan çift kabuklu deniz canlısı pinaların deniz kullanıcıları tarafından keşfedilmesi ve anlaşılması vurgulanıyor; bilinçlendirme faaliyetleri aracılığıyla farkındalık yaratmak ve proaktif adımlarla deniz kullanıcılarının koruma çalışmalarına dahil edilmesi amaçlanıyor.

‘Temiz çevre temiz Marmara’

Projede, sürdürülebilir bir gelecek için geniş bir katılımcı bağlantısı ve toplu eylem duygusu taşınması ile “Temiz Çevre Temiz Marmara” vurgusu yapılıyor.

BANÜ Sosyal Sorumluluk Topluluğu öğrencileri ile Umut Pina elçileri bir araya gelerek Temmuz-Eylül 2023 tarihleri arasında 90 gün boyunca Kapıdağ Yarımadası kıyılarında bölge halkı, turistler, yerleşik kıyı balıkçıları ve tekne sahiplerinden oluşan 800’e yakın işletme ve 9000’den fazla deniz kullanıcısına ulaşarak pina dostluk halkasını genişletti.

8-10 Eylül 2023 tarihlerinde bu yıl dördüncüsü düzenlenen Türkiye’nin en zevkli ve hızlı koşu yarışlarından biri olan Kyzikos Ultra Maratonu ile son buldu.

Projede görev alan gönüllü öğrenciler, üç gün boyunca maraton alanında tahsis edilen Umut Pina standında yerini aldı.

Toplam beş parkurdan oluşan maratonda proje yürütücüsü Doç. Dr. Uğur Karadurmuş’un da koştuğu beş kilometrelik parkur “5K Umut Pina Koşusu” adıyla projeye atfedildi.

Pina neden önemli?

Pina yalnızca Akdeniz havzasındaki denizlerde bulunan, çift kabuklu bir canlı.

Kabuğunun bir kısmı deniz tabanına gömülerek yaşıyor. Saatte yaklaşık altı litre deniz suyunu süzerek besleniyor ve bu esnada suyu temizliyor. Kabukları bir sürü canlı tarafından tutunma, üreme, saklanma alanı olarak kullanılıyor.

Pina kıyıdan başlayarak 60 metre derinliğe kadar yayılsa da sığ kıyılarda deniz çayırlarıyla bütünleşik hayat sürüyor. Derinlerde ise kumlu, hafif çakıllı diplere tutunur. Ancak Akdeniz havzasında Marmara Denizi hariç iklim değişiminin tetiklediği düşünülen bir hastalık nedeniyle 2016’dan bu yana toplu ölümler görülüyor.

Marmara Denizi, pina için son sığınak olarak görülüyor. Öte yandan pina, ülkenin taraf olduğu uluslararası sözleşmeler ve ulusal yasalarla koruma altındadır. Akdeniz’de kritik düzeyde yok olma tehlikesinde olan 19 deniz canlısından biri olan pinanın toplum katılımı dahil her türlü koruma önlemlerine acil ihtiyacı bulunuyor.

Marmara Denizi’nde 2021’de yaşanan müsilaj, deniz ekosistemine ciddi zararlar verdi. Deniz ekosisteminin kendine gelmesi için Marmara Denizi Eylem Planı’na ek olarak kirlilikle doğal yolla mücadele eden türleri desteklemenin gerektiği belirtiliyor. Pinanın ayrıca deniz suyunu süzerek arıtılmayan suları temizleyerek müsilaj oluşma riskini azalttığına dikkat çekiliyor.

Akademisyenler tarafından yürütülen projeye ilişkin yapılan açıklamada, Marmara Denizi’nin özel yapısının şimdilik pinaları kitlesel ölümden korusa da ne yazık ki insandan koruyamadığı vurgulanıyor. Pinaların sığınağı olan deniz çayırlarıyla birlikte sahillerde turizm, tekne demirleme, dalış, kirlilik, kıyı dolgusu ve balıkçılık faaliyetleriyle pinalara ayrıca zarar verildiği belirtiliyor.

Proje yürütücüsü olan BANÜ Denizcilik MYO öğretim üyesi Doç. Dr. Uğur Karadurmuş projeye ilişkin olarak şunları aktardı:

“Marmara Denizi pinaya son sığınak olurken, bir taraftan da pina Marmara Denizi için umut ışığıdır. Biz bu proje ile paydaşlarımız ve destekçilerimizle birlikte bir taraftan bilimsel çalışmalarla Marmara Denizi’ndeki pina popülasyonlarını incelerken, bir yandan etkin bir koruma stratejisi geliştirmeye, aynı zamanda Marmara Denizi çevresinde pinanın bilinirliğini artırmaya çalışıyoruz. Pinanın bilinirliğini artırmak ve koruma çalışmalarını etkin kılmak için sizin de desteğinize ihtiyacımız var. Tüm halkımızı ve deniz kullanıcılarını www.umutpina.com.tr kurumsal web sitemizi ve sosyal medya hesaplarımızı ziyaret etmeye davet ediyoruz. Siz de pina için dostluk halkasına katılarak sivil katılımlı bilim aracılığıyla pinalara ve Marmara Denizi’nin restorasyonuna destek olabilirsiniz.”