Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na, “kamu görevlisine alenen hakaret” suçlamasıyla dava açıldı.
Hazırlanan iddianamede, CHP lideri için 1 yıl 2 ay ile 2 yıl 4 ay arası hapis cezası ve siyasi yasak talep ediliyor.
Davanın ilk duruşması 7 Mart 2024’te İstanbul 51. Asliye Ceza Mahkemesi’nde görülecek.
Cumhuriyet gazetesi yazarı Barış Terkoğlu’nun aktardığına göre, Kılıçdaroğlu’na 11 Eylül’de tebligat gönderildi.
Son seçimde Cumhurbaşkanı adaylığı gerekçesiyle milletvekilliğine aday olmayan Kemal Kılıçdaroğlu’nun dokunulmazlığı bulunmuyor.
İlk kez bir CHP Genel başkanı sanık
Terkoğlu, tarihte ilk kez bir CHP Genel Başkanının sanık olarak tebligatla mahkemeye çağrıldığını yazdı.
Kemal Kılıçdaroğlu’nun yargılama nedeni, 9 yıl önce, 26 Kasım 2014’te, Beşiktaş Mustafa Kemal Kültür Merkezi’nde, CHP İstanbul bölge toplantısında yaptığı şu konuşma:
“17 ve 25 Aralık’ta Cumhuriyet tarihimizin en büyük yolsuzluğu oldu, gerçekleşti. Bir hükümetin bir devleti nasıl soyduğuna tanık olduk. Sonunda bir soruşturma komisyonu kuruldu. TBMM Başkanı Sayın Cemil Çiçek mahkemeye başvuruyor. Diyor ki, komisyonla ilgili olarak yayın yasağı getirin. TBMM’de kurulan komisyonla ilgili yayın yasağı getirin, diyor. Ve mahkemeden karar çıkarıyor. Ne zamandan beri TBMM hırsızların hamisi konumuna geldi Sayın Cemil Çiçek, bunu bir açıklar mısın? Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin görevi bu mudur? Senin görevin başka bir şey. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin itibarını korumaktır. Yayın yasağı getirerek kimlere arka çıkıyorsun sen?”
Konuşmada geçen “hırsız” ifadesi nedeniyle eski Bakan Erdoğan Bayraktar dilekçe vererek şikâyetçi olmuştu. 31 Ekim 2016 tarihinde iddianame hazırlanan Kılıçdaroğlu’nun dokunulmazlığı kalkınca kamu davası açıldı.
Kılıçdaroğlu mutlu: İspat olanağı ortaya çıktı
Kılıçdaroğlu’nun avukatı Celal Çelik, Terkoğlu’na yaptığı açıklamada davayı şöyle değerlendirdi:
“Dava açıldığı bilgisini genel başkana arz ettiğim sırada mutlu olduğuna tanık oldum. Davaya konu olan olguların tamamının ispatlanması talimatını verdi. İspat hakkı, Türk Ceza Kanunu’nun ve anayasanın verdiği bir hak. Yolsuzluk eleştirilerinin haklı dayanaklarını delil olarak mahkemeye sunacağız, 17-25 Aralık sürecindeki tapelerle ilgili bilirkişi incelemesi talebimiz var. Zaten eski Bakan Erdoğan Bayraktar’ın da ispat hususuna karşı çıkmayacağı dava dosyasında beyan olarak var. Dolayısıyla mahkemenin delilleri toplayacak olması, ses kayıtları hakkında bilirkişi incelemesi yapmak zorunda olması bizi mutlu etti. Bu dava yoluyla, 17-25 Aralık dönemindeki tüm yolsuzlukları ispat etme şansına sahip olacağız.”
Youth For Climate (YFC) Turkey ve Fridays For Future‘dan gençler 15 Eylül’de Kadıköy‘de fosil yakıtların kullanımı sebebiyle insanlık dahil yok olmakta olan türler için cenaze töreni ve basın açıklaması yapacak.
“Birlikte, gezegenimizi ve üzerinde yaşayan insanları onurlandıran ve sonraki nesiller için fosil yakıtsız, güvenli bir geleceği şekillendirebiliriz” diyen gençler, vatandaşlara çağrıda bulunuyor:
“Artık fosil yakıtlara son vermeliyiz. Sen de var mısın?”
Eylem, Kadıköy İskele Meydanı’nda saat 17.00’da gerçekleştirilecek.
Bilim insanlarının yıllardır fosil yakıt bağımlılığının korkunç sonuçları konusunda sürekli uyarıda bulunduklarını hatırlatan gençler bunların sonuçlarından etkilenen toplulukların ise bunun feci etkilerine tanıklık ettiğine dikkat çekti.
Fotoğraf: Cansu Acar
‘En ayrıcalıklar ultra yaşamlarında, dezavantajlılar krizin ön safında’
Fosil yakıt bağımlılığının feci sonuçlarından etkilenen toplulukların yine de kenara itildiklerini belirten gençler, şu ifadeleri kullandı:
“En zengin uluslarımızın liderleri, sera gazı emisyonlarını azaltmayı başaramadı ve en ayrıcalıklı yüzde 1, ultra yaşamlarına devam ederken, en savunmasız olanlar, kendi yaratmadıkları bir krizin ön saflarında kalmaya devam ediyor. Zaten marjinal ve dezavantajlı topluluklar, dirençleri gerilirken en kötü etkilerle karşı karşıya kalıyorlar.
Fosil yakıt endüstrisi açgözlülük ve sömürüyle çalışıyor, kendi ceplerini doldurmak için başkalarının hayatını feda ediyor. Kömür, petrol ve gaza olan bağımlılığımız, gezegenimize ve toplumumuza büyük zarar veriyor ve en yüksek zararı En Çok Etkilenen Kişiler ve Bölgeler (MAPA- Most Affected People and Places) alıyor. Fosil yakıt endüstrisi, katlanarak daha fazlasını nakite çevirirken, sübvansiyonlar, yatırımlar ve ödemeler için milyarlarca dolar talep ediyor.”
‘Ya hepimiz varız ya hiçbirimiz yok’
YFC TR iklim aktivisti Maya Özbayoğlu, yaz boyunca dünya çapında yine yeni sıcaklık rekorlarının kırıldığına dikkat çekerek şunları açıkladı:
“Bu yaz boyunca dünya çapında yine yeni sıcaklık rekorları kırıldı. Milyonlarca insan iklim felaketlerine maruz kalırken, kendi ülkemizde doğa savunucuları gözaltına alınırken, Akbelen’deki gibi 780 dönümlük ormanlık alanda ekokırım suçu işlenirken nasıl kollarımız bağlı olabilir? Topluca harekete geçmemek bir seçenek değil artık. Ya hepimiz varız ya hiçbirimiz yok. Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri’nin dediği gibi, artık global ısınma çağı bitti, global kaynama çağı başladı.”
‘Gelecek nesillerin kaos ve yıkımla yaşamasına izin mi vereceğiz?’
YFC TR iklim aktivisti Atlas Sarrafoğlu ise “Dünya, 2030 yılına kadar 1.5℃ sınırında kalmamız gerekenden yüzde 50 daha fazla fosil yakıt üretme yolunda ilerliyor. İnsanlık bir yol ayrımında. Fosil yakıtlara son verme ve yüzde 100 yenilenebilir enerjiye geçme zamanı! Şimdi bir medeniyet olarak nasıl devam etmek istediğimize karar verme zamanı!” ifadelerini kullanarak grev için çağrıda bulundu:
“Herkes için yaşanabilir, adil, eşitlikçi bir gelecek yaratabilecek miyiz? Yoksa şimdiki ve gelecek nesillerin kaos ve yıkımla yaşamasına izin mi vereceğiz? Dünyanın farklı yerleri Gezegenin yaşam destek sistemleri parçalanıyor ve çevremizin geri kazanılması gerekiyor. İklim krizi bir fosil yakıt krizidir. Peki sizler daha ne kadar etrafımızda olup bitenlere, gün gibi apaçık, herkesin görebileceği kadar açık gerçeklere olmuyormuş gibi davranmaya devam edeceksiniz? Grevimize katılın!”
‘Yeni sömürgeciliğin zincirleri’
“Fosil Yakıtlar Çağı’nı sadece gezegenimiz ve hayatta kalabilmemiz için değil, aynı zamanda ‘yeni sömürgeciliğin’ zincirlerinden kurtulmak için de sonlandırmalıyız” denilen açıklamada, gençler ayrıca fosil yakıt çıkarmanın, bir sömürü hakimiyet döngüsünü sürdürdüğünü vurguladı.
Shell, BP, ExxonMobil, Total Energies, Chevron, Pemex, Petronas, BHP, Rio Tinto, Shenhua gibi çok uluslu ve ulusal şirketlerin yozlaşmış siyasi elitlerin çıkarları için insanları ve çevreyi sömürerek kırsal, periferik ve savunmasız topluluklara saldırdığına da dikkat çeken gençler açıklamalarında şunlara yer verdi:
“Sesini yükseltenlerin, ekosistemlerin, toplulukların ve gezegenimizin yaşam hatlarının feci yıkımına tanık olanların sesini susturmak, yalnızca küçük bir azınlığın ‘ekonomik kazancı’ pahasına devam ediyor… Ortaya çıkan çevresel bozulma, bir sömürgecilik sistemini yoğunlaştırarak ve sürdürerek ve doğayı savunmak için mücadele edenleri suçlu durumuna düşürerek, iklim değişikliğine karşı savunmasızlığı şiddetlendiriyor.”
27 Eylül Küresel İklim Grevi- Torino
Gençler ne istiyor?
Halkların ayağa kalktığını, fosil yakıt endüstrisine karşı savaş verdiklerini belirten gençler, “Yeni boru hatlarının genişlemesine ve pek çok cana mal olan maden çıkarma uygulamalarının yaygınlaşmasına direniyoruz. Yeşil kapitalizmin, sonsuz ekonomik büyüme ve ‘yeşil dönüşüm’ adına insanları ve doğayı sömürerek açtığı binlerce maden gibi, desteklediği yanlış çözümlerle karşı karşıyayız. İşlerin her zamanki gibi devam etmesine meydan okuyoruz” dedi ve ekledi:
“Pandemi bize zaten ‘normalin’ güvenli olmadığını gösterdi ama sistemi yönetenler statükoyu sürdürüp o bozuk, geleceğimizi tehdit altına alan yaşama geri dönmeye karar verdiler. Durumun aciliyetini anlamak için daha ne kadar dünya rekorunun kırılması gerekecek? Daha ne kadar insanın ölmesi, evini ve yakınlarını kaybetmesi gerekecek? Bu Temmuz 120 bin yıl boyunca dünyanın şahit olduğu en sıcak Temmuz‘u yaşadık. Gençler olarak bu kadar ekokırıma yeter diyoruz. Fosil Yakıtlar Çağına son vermek için mücadelemize devam ediyoruz.”
Gençlerin 15 Eylül’de yapacağı Küresel İklim Grevi talepleri ise şöyle:
Yeni ve mevcut fosil yakıt projelerini elden çıkararak fosil finansına bir son verilmesi.
Tüm fosil yakıtlardan hızlı, adil ve eşitlikçi bir şekilde aşamalı olarak çıkılması, sorumlulukların ve kazançların farklı paydaşlar arasında özellikle tarihsel olarak ötekileştirilmiş ve kırılgan topluluklara özen göstererek, adil bir şekilde yeniden dağıtılmasını sağlanması.
Yurttaş toplulukların enerji projelerine büyük yatırımlar yapılması.
İklim krizinden ve yapısal nedenlerinden etkilenen topluluklara verilen zararların tazmini ve ayrıca fona ödeme yapan tarihsel kirleticilere özel vurgu yaparak Kayıp ve Zarar Fonu’nun uygulanması.
Avrupa Parlamentosu Genel Kurulu, Türkiye Raportörü Nacho Sanchez-Amor‘un, Türkiye ile “tam üyelik” yerine “stratejik ortaklık” benzeri bir “gerçekçi çerçeve” çizilmesini öneren yıllık raporunu kabul etti.
Fransa‘nın Strasbourg kentinde toplanan Genel Kurul’da dün (13 Eylül) yapılan oylamada rapor 18’e karşı 434 oyla onaylandı. 152 parlamenter ise çekimser kaldı. Türkiye AB üyesi olmadığı için tartışmalarda ve oylamalarda söz ve oy hakkına sahip değil.
‘Mevcut koşullarda Türkiye’nin AB’ye katılım süreci devam edemez’
Rapora ilişkin yapılan açıklamada, “AP üyeleri, Türk hükümeti yönünü değiştirmedikçe, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne (AB) katılım sürecinin mevcut koşullar altında devam edemeyeceğini belirtmektedir. Türk hükümetini, AB’yi ve üye devletleri mevcut açmazı kırmaya ve daha yakın bir ortaklığa doğru ilerlemeye çağıran AP üyeleri, AB-Türkiye ilişkileri için paralel ve gerçekçi bir çerçeve bulunmasını önermekte ve Komisyon’u olası formatlar üzerinde çalışmaya çağırmaktadır” denildi.
Rapora Dışişleri Bakanlığı, Adalet Bakanı Yılmaz Tunç ve KKTC‘den tepki geldi.
Dışişleri Bakanlığı’ndan yapılan açıklamada, “Belirli çevrelerin tek taraflı görüşlerini yansıtan, tarihi ve hukuki gerçekliklerden kopuk iddialarının, bizim için hiçbir hükmü bulunmamaktadır” denildi. “Türkiye-AB ilişkilerinin yeniden canlandırılması için bir fırsat penceresinin açıldığı, kıtamızın istikrarı ve güvenliği açısından böylesi kritik bir dönemde, AP’nin ilişkilerimizin belkemiği olan katılım müzakereleri yerine farklı arayışları gündeme getirmesini akıl dışı buluyoruz” denilen Bakanlık açıklamasında ayrıca AP’nin rapora dahil ettiği Ege, Doğu Akdeniz ve Kıbrıs konularındaki görüşlerin Türkiye için hiçbir hükmü bulunmadığı kaydedildi.
Adalet Bakanı Yılmaz Tunç ise “2022 Türkiye Raporu”na ilişkin, “Söz konusu rapor, Türkiye’deki güncel reform çalışmalarını ve insan hakları ile hukukun üstünlüğü alanlarındaki gelişmeleri görmezden gelen, objektif olmaktan uzak, verilere dayanmayan haksız, temelsiz ve hezeyanlarla dolu bir rapordur” dedi.
Raporun, Türkiye gerçeklerinden uzak, bazı marjinal çevrelerin tesiri altında ve tek yanlı hazırlandığının açık olduğunu öne süren Tunç şunları kaydetti:
“Söz konusu rapor, Türkiye’deki güncel reform çalışmalarını ve insan hakları ile hukukun üstünlüğü alanlarındaki gelişmeleri görmezden gelen, objektif olmaktan uzak, verilere dayanmayan haksız, temelsiz ve hezeyanlarla dolu bir rapordur. Bu raporun Türkiye ile Avrupa Birliği arasındaki olumlu gündeme herhangi bir katkı sağlamadığı açıktır.
Türkiye, bir yandan Sayın Cumhurbaşkanımızın liderliğinde hakkaniyetli ve adaletli dış politikası ile dünya barışı için çalışırken, diğer yandan da hukuk ve yargı alanında kendi insanımızın esenliği için ortaya koyduğu reform kararlılığından bugüne kadar taviz vermediği gibi bundan sonra da asla taviz vermeyecektir. ”
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) Dışişleri Bakanlığı da AP’nin raporuna tepki gösterdi; “AP Kıbrıs konusuna ve Kıbrıs’taki taraflara yönelik bu yanlış ve yanlı tutumunu devam ettirmekte ısrar ettiği sürece, AP’nin bu tür rapor ve kararları bizim için yok hükmündedir” dedi.
Raporda ne var?
AP Türkiye raportörü Sanchez-Amor’un raporunda Ukrayna savaşı sonrası Türkiye-Rusya ilişkileri, Türkiye’nin İsveç’in NATO üyeliğine vetosu, hukuk devleti, insan hakları ve demokrasi alanında süren kötüye gidiş, cumhurbaşkanın bütün yetkileri kendisinde toplamasından doğan antidemokratik gelişmeler, Türkiye’nin komşuları Ermenistan ve Yunanistan ile yaşadığı gerilimler ve Kıbrıs sorunu konusunda değerlendirme ve eleştiriler yer alıyor.
‘AB üyeliği jeopolitik pazarlıklarla olmaz’
İspanya‘dan Sosyalistler ve Demokratlar grubundan Raportör Nacho Sánchez-Amor sunumu sırasında “Son zamanlarda Türk hükümetinden AB üyelik sürecini canlandırmaya yönelik yenilenmiş bir ilgi gördük.” dedi. Ancak, bunun, “jeopolitik pazarlıklar nedeniyle değil, ancak Türk makamları ülkedeki temel özgürlükler ve hukukun üstünlüğü alanında süregiden gerilemeyi durdurmaya gerçek ilgi gösterdiğinde gerçekleşeceğini söyleyen Sánchez-Amor “Türk hükümeti AB yolunu gerçekten canlandırmak istiyorsa, bunu açıklamalarla değil, somut reformlar ve eylemlerle göstermelidir” diye konuştu.
Raporda, tümüyle dondurulan üyelik müzakerelerinin var olan mevcut koşullarda ilerleyemeyeceği, Türkiye “radikal bir yön değişikliğine gitmedikçe yeniden başlayamayacağına dikkat çekiliyor.
Rapor, AB ve Türkiye ilişkisinin çıkmazdan kurtarılması için “gerçekler ışığında yeniden düşünülmesi gerektiği” dile getiriliyor ve “stratejik ortaklığa” doğru giden bir yol haritasının çizilmesi tavsiye ediliyor. Avrupa Komisyonu’na, her iki tarafın da üzerinde uzlaşacağı bir çerçeve üzerinde çalışması çağrısı yapılıyor.
İsveç’in NATO üyeliğiyle Türkiye’nin AB üyelik süreçleri arasında bağlantı yok
Rapor, Türkiye’yi İsveç’in NATO üyeliğini daha fazla gecikmeden onaylamaya çağırırken bir ülkenin NATO üyelik sürecinin hiçbir şekilde başka bir ülkenin AB üyelik süreciyle ilişkilendirilemeyeceğini vurguladı.
Türkiye’nin BM Genel Kurulu’nda Rusya’nın Ukrayna’ya karşı yürüttüğü saldırı savaşının kınanması lehine oy kullanmasını ve ülkenin egemenliğine ve toprak bütünlüğüne olan bağlılığını memnuniyetle karşılandı. Ancak Türkiye’nin BM çerçevesi dışındaki yaptırımları desteklememesinden üzüntü duyduğu belirtildi. Raporda Türkiye’nin AB’nin Ortak Dış ve Güvenlik Politikası’na uyum oranının tarihteki en düşük oran olan yüzde 7’ye gerilediği de kaydedildi.
Göçmen politikasına övgü
Raporda AP üyelerinin Türkiye’nin yaklaşık 4 milyon kişiyle dünyanın en büyük mülteci nüfusuna ev sahipliği yapmaya devam etmesini takdirle karşılandığına da vurgu yapıldı.
Türkiye İşçi Partisi (TİP), Radyo ve Televizyon Üst Kurulu’nun (RTÜK) “LGBT propagandasına dur de” etkinliğiyle ilgili kamu spotuna onay vermesine karşı Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) ve yargı aracılığıyla harekete geçti. TİP Sözcüsü Sera Kadıgil, söz konusu karar hakkında Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy’un yanıtlaması istemiyle soru önergesi verirken, parti avukatları da RTÜK’ün kararı alan üyeleri hakkında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulundu.
RTÜK Üyesi Tuncay Keser, “İstanbul Aile Vakfı” isimli oluşumun düzenleyeceği “LGBT propagandasına dur de” etkinliğiyle ilgili kamu spotunun yayınlanmasına kurulun oy çokluğuyla onay verdiğini açıklamıştı.
TİP Sözcüsü Sera Kadıgil, kamuoyunda tepkiyle karşılanan karar hakkında, Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy’un yanıtlaması istemiyle Meclis soru önergesi verdi.
Sorumluların yargılanması için suç duyurusu
Söz konusu videonun yayınlamasına RTÜK tarafından onay verilmesi hakkında, TİP, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulundu. Türk Ceza Kanunu (TCK) ve Anayasa hükümleri kapsamında gerekli soruşturmanın yapılarak şüpheliler hakkında kamu davası açılması talebiyle hazırlanan suç duyurusunda, şu ifadeler yer aldı:
“Anayasada yer alan ve bağlayıcı nitelikte olan AYM ve AİHM kararlarıyla LGBTİ+ (lezbiyen, gey, biseksüel, trans, interseks ve artı) yurttaşlar için de geçerli olduğu açıkça ortaya konan ayrımcılık yasağı şikayet edilen kişiler tarafından ihlal edilmiş, kişilerin bu eylemi sonucu halkın farklı özelliklere sahip bir kesimi aşağılanmış, halk bu kesime karşı kin ve düşmanlığa tahrik edilmiş ve bunun sonucunda kamu güvenliği açısından açık ve yakın bir tehlike ortaya çıkmıştır.
Türkiye’de kamu otoritelerinin açıklama ve eylemlerin paralel olarak artan şekilde LGBTİ+ yurttaşlara yönelik nefret suçları artmaktadır. Örneğin sadece geçtiğimiz ağustos ayında Fatih’te Celal H, Ankara’da Derin S., İzmir’de C.S. cinsel yönelimleri ve cinsiyet kimlikleri dolayısıyla öldürülmüş, Bursa’da otobüs durağında oturan trans kadına saldırganlar yangın tüpüyle gaz sıkarak bunu eğlencesine yaptığını beyan etmiştir.
Geçen sene aynı şekilde İstanbul Saraçhane’de düzenlenen LGBTİ+ düşmanı nefret mitingi sonrası, SPoD’un (Sosyal Politika, Cinsiyet Kimliği ve Cinsel Yönelim Çalışmaları Derneği) LGBTİ+ Danışma Hattı’na gelen ayrımcılık ve şiddet konulu başvurular önceki yıla göre yüzde 240 artmıştır. Saraçhane’deki mitingle birlikte, LGBTİ+ Danışma Hattı’na gelen cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği temelli ayrımcılık konulu başvurular bir önceki aya göre yüzde 46, cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği temelli şiddet konulu başvurular ise yüzde 36 artmış, sosyal hizmet danışmanlığı yönlendirmeleri yüzde 220 artarken, ruh sağlığı danışmanlığı yönlendirmeleri yüzde 47 oranında yükselmiştir.”
Kadıgil’in soruları şöyle
Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayın Hizmetleri Hakkında Kanun’unun 8/1-e hükmünde ‘Irk, renk, dil, din, tabiiyet, cinsiyet, engellilik, siyasî ve felsefî düşünce, mezhep ve benzeri nedenlerle ayrımcılık yapan ve bireyleri aşağılayan yayınları içeremez ve teşvik edemez’ hükmü yer almasına rağmen LGBTİ+ bireylere yönelik nefret ve ayrımcılık suçu içeren dezenformasyona dayalı bilgiler bulunan bu videonun yayınlanmasında nasıl bir kamu yararı gözetilmiştir?
RTÜK Kanunu’nun 8’inci maddesinin s bendinde ‘Yayın hizmetleri, toplumsal cinsiyet eşitliğine ters düşen, kadınlara yönelik baskıları teşvik eden ve kadını istismar eden programlar içeremez’ hükmü yer almaktadır. Öte yandan söz konusu videonun çağrıcısı olan İstanbul Aile Vakfı’nın internet sitesinde ise ‘Toplumsal Cinsiyet Eşitliği’ adı altında yaratılış gerçeği inkâr edilerek, cinsiyetsizlik dayatılmakta; toplumların temelleriyle oynanmakta, kültür, ahlak ve mahremiyet değerleri yıpratılmaktadır. Özellikle aile yapımız çok tutarsız, ideolojik ve dağıtıcı söylemler karşısında tehdit altındadır’ ifadeleriyle toplumsal cinsiyet eşitliği hedef alınmaktadır. RTÜK Kanunu’na aykırı faaliyet gösteren bir oluşumun videosunu yayınlama kararının RTÜK üyeleri tarafından alınmasına yönelik değerlendirmeniz nedir?
LGBTİ+ bireylere nefret söylemi barındıran kaç video daha önce ‘kamu spotu’ adı altındaki kategoride paylaşılmıştır? Bu ve buna benzer söylemler içeren, bir kişinin veya grubun din, dil, etnik kimlik, engellilik, yaş, cinsiyet, cinsel yönelimini hedef alan, önyargıya dayalı, olumsuz ve saldırgan ifadelerle hazırlanan daha kaç video kamu spotu olarak değerlendirilmiştir?
Geçen sene aynı şekilde kamu spotuyla çağrı yapılan ve 18 Eylül’de Saraçhane’de gerçekleştirilen ‘Büyük Aile Buluşması’ sonrası LGBTİ+’ların cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği temelli ayrımcılık konulu başvuruları bir önceki aya göre yüzde 46, cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği temelli şiddet konulu başvuruları yüzde 36 artmış, önceki yıla kıyasla ise ayrımcılık ve şiddet konulu başvurular yüzde 240 artmıştır. Bu duruma ilişkin kamu otoriteleri tarafından hangi önlemler alınmıştır? LGBTİ+ yurttaşlar maruz kaldığı ayrımcılık ve ayrımcılık temelli şiddete karşı hangi mekanizmalara başvurabilmektedirler?
Geçen sene aynı şekilde kamu spotuyla çağrı yapılan ve 18 Eylül’de Saraçhane’de gerçekleştirilen ‘Büyük Aile Buluşması’ isimli toplanmada ‘Sapkın LGBTİ örgütünün tüm faaliyetlerinin yasaklanması ve ceza kapsamına alınması’ talep edilmiş, ‘LGBT’yi bu topraklardan söküp atana kadar durmayacağız!’ denilmiş, LGBTİ+ yurttaşlar hakkında ‘olmuyorsa ‘idam’a kadar yolu var’ denmiştir. LGBTİ+’lara yönelik nefret suçu oluşturan ve şiddete çağrı yapan bu söylemlere ilişkin herhangi bir cezai soruşturma yürütülmüş müdür? Benzer söylemlerin tekrarlanmasına karşı kamu otoritelerinin aldığı önlemler ve müdahale yöntemleri nelerdir?
Libya‘nın doğusundaki Derne kentinde yaşanan sel felaketinde ölü sayısının 18 bin ile 20 bin arasına yükselebileceği resmi olarak da ifade edildi.
Libya’da sel felaketinde ölü sayısı 5 bin 300 olarak duyurulmuş, yaklaşık 10 bin kişi de kayıp olarak açıklanmıştı.
Deutsche Welle‘nin aktardığına göre, Derne Belediye Başkanı Abdülmenam El Hayiti, El Arabiya televizyonuna yaptığı açıklamada şunları söyledi:
Çok yüksek bir ölü sayısı bekleniyor. Derne kentinde yıkıma uğramış bölgelerden yola çıkarsak 18 bin ila 20 bin ölü söz konusu olabilir.”
Önce Yunanistan‘da etkili olan Daniel Kasırgası Libya’yı pazar günü vurmuştu. Yoğun yağışlar Derne yakınlarındaki iki barajın yıkılmasına neden olmuş ve 125 bin kişinin yaşadığı liman kentini sular altında bırakmıştı.
Sel sonrasında kent sokaklarının metrelerce çamur altında kaldığı görülmüştü. Libya’nın El Beyda, El Marc, Susa ve Rahat kentlerinin de selden etkilenen bölgeler arasında.
Libya’da bir yandan arama kurtarma ekipleri enkaz altında kalanlara ulaşmak için çalışmalarını sürdürüyor ancak can kurtarma umutları azalıyor. Hayatını kaybedenlerse kitlesel olarak defnediliyor.
Sel felaketinden kurtulanlar için Libya’ya uluslararası yardım gönderilmeye devam ediyor.
Almanya‘dan bölgeye 100 aydınlatmalı çadır, 1000 portatif yatak, 1000 izomat ve 80 jeneratör gönderildiği öğrenildi.
Alman Teknik Yardım Kuruluşu sözcüsü yardımları taşıyan sekiz tırın yola çıktığını açıkladı.
Sınır Tanımayan Doktorlar örgütü de lojistikçilerden ve tıbbi personelden oluşan bir acil müdahale ekibinin Derne’ye ulaştığını duyurdu.
Uluslararası Göç Örgütü‘ne göre Derne’de evsiz kalanların sayısı 30 bin.
Suudi Arabistan merkezli medya kuruluşu Arab News Avrupa‘ya gitmek için buraya gelen sığınmacıların da sel felaketinde ölenler arasında olabileceğini yazdı.
Akdeniz’de iklim krizi ve kasırga
Islak ve nemli hava kasırgaları besliyor. Kasırgaların şiddetinin ve sıklığının artmasındaki bir diğer etken de sıcak deniz suyu. İklim bilimciler, son yıllarda Akdeniz’in 3°C ısındığı uyarısında bulunuyor. Deniz sularının ısınması da kasırgaları yoğunlaştırıp ortaya çıkan rüzgarları hızlandırıyor.
“Akdeniz’de oluşan kasırgaların en yoğun olduğu dönem, Akdeniz’in güney sularının en sıcak olduğu eylül ayının sonundan yıl sonuna kadar olan dönemdir” diyen bilim insanları, Atlantik ve Pasifik bölgelerindeki kasırgalarda en az 27°C su sıcaklığının ideal olduğunu ancak Akdeniz’deki kasırgaların daha soğuk sularda oluşabildiğini vurguluyor. Meteorologlar ise Akdeniz’deki su sıcaklığının halihazırda yaklaşık 28°C olduğunu belirtiyor.
Türkiye‘nin en büyük gölü olan ve yöre halkı tarafından deniz olarak adlandırılan Van Gölü, son yıllarda kuraklık sonucu kıyı bölgelerindeki çekilme nedeniyle küçülmeye devam ediyor.
Yağışların azalması ve aşırı buharlaşma dolayısıyla önemli miktarda su kaybının yaşandığı gölün sığ noktalarındaki çekilme yüzlerce metreyi buluyor.
Oluşumu asırlar süren mikrobiyalitler, geçmiş dönemlerde seviyenin yükselmesiyle su altında kalan tarihi yapılar ve yerleşim alanlarının, kuraklığın etkisiyle ortaya çıktığı gölün kıyılarındaki değişim uydu görüntülerine de yansıyor.
AA’dan Necmettin Karaca’nın aktardığına göre, Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesi Doktor Öğretim Üyesi Mustafa Akkuş‘un, ABD Havacılık ve Uzay Ajansı’nın (NASA) Landsat ve Avrupa Uzay Ajansı’na ait Sentinel-2 uydusunun iki yıl önceki temmuz ayına ilişkin görüntüleri ile karşılaştırdığı Temmuz 2023’ün uydu görüntülerinde, daha önce su altında olan birçok yerin kara parçasına dönüştüğü görülüyor.
Uydu görüntülerine ilişkin yaptığı değerlendirmede Akkuş, kuraklık nedeniyle yaşanan çekilmeden dolayı bazı bölgelerde Van Gölü’nün harita üzerindeki şeklinin değiştiğini söyledi.
Geçmiş yıllardaki uydu görüntüleri ile güncel uydu görüntülerinin karşılaştırılmasıyla değişimin bariz olarak görüldüğünü belirten Akkuş, “Gördüğümüz uydu görüntüsü Erciş şehir merkezi önündeki Gölağzı ve Çelebibağ mahallelerinin göl kıyı çizgisini gösteriyor. Geçmiş yıllarda göl tamamen içeride fakat temmuz ayındaki güncel görüntüyü incelediğimiz zaman maalesef göl geri çekildiği için 10-15 kilometrekarelik alan karaya çıkmış vaziyette” diye konuştu.
Söz konusu çekilmenin Van şehir kıyısında da büyük değişikliklere yol açtığına dikkati çeken Akkuş, “Gördüğümüz alan Van şehir merkezinden Van Gölü’ne karışan Karasu sulak alanını oluşturuyor. Geçmiş yıllarda göl kıyı çizgisi buradaki köylerin yanında yer alıyor fakat en güncel görüntüye baktığımız zaman devasa bir alanın gölün çekilmesi ile kara parçasına dönüştüğünü görebiliyoruz” dedi.
Akkuş, yağışların azalması ve sıcaklığın mevsim normallerinin üzerinde seyretmesinden etkilenen gölün her geçen gün biraz daha su kaybettiğini anlattı.
Fotoğraf: Necmettin Karaca / AA
‘Balıkçılık alanları tarım alanlarına dönüştü’
Bu durumun yağışların artmasıyla düzelmesini umut ettiklerini dile getiren Akkuş, şunları kaydetti:
“Erciş Körfezi‘nde 25 kilometrekarelik alan eskiden sularla kaplı iken günümüzde tamamen karaya dönmüş bir halde. Van Gölü’nün genelini düşündüğümüz zaman ise yaklaşık 100 kilometrekarelik alan geçmişte su altındayken kara parçasına dönüşmüş durumda. Erciş, Gölağzı mahallesinde bulunduğumuz noktada geçmişte iki metre derinliğinde su mevcuttu. Balıkçılar burada ağlarını atıyordu fakat şu anda göle uzaklığımız 1,5-2 kilometre. Bu çekilmenin biraz daha devam edeceğini düşünüyoruz. Kara parçasına dönüşen bölgeler insanlar için yeni tarım alanları oluşturmaya başladı.”
Yöre sakinlerinden Kılıç Koçak da bulundukları bölgenin daha önce su altında olduğunu aktararak “Sular çekilince hayvanlarımızı burada otlatıyoruz. Gölün çekildiği yerlerde ekin yapanlar var. Bu bölgede daha önce balıkçılık yapılıyordu. Sular çekilince ortaya çıkan toprak yeşerdi. Biz de hayvanlarımızı otlatmaya çalışıyoruz” ifadelerini kullandı.
Zonguldak‘ın Ereğli ilçesinde Türkiye Taşkömürü Kurumu’na bağlı Armutçuk Müessesi’nde meydana gelen göçükte bir kişi hayatını kaybederken altı kişi yaralandı. Hayatını kaybeden Ramazan Yıldırım, bugün defnedilecek. Göçük yaşanan işletmede maden faaliyetleri devam ediyor.
Zonguldak Valisi Osman Hacıbektaşoğlu, “İçeride 280 kişi var, dört kişi etkilendi. Biri canlı olarak kurtarıldı. Bir kişi ağır yaralı. İki kişiden canlı ses alınabiliyor. 75 kişilik ekiple müdahale başladı” demişti.
İçişleri Bakanlığı Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı (AFAD) konuyla ilgili yazılı açıklamasında, Ereğli’deki göçüğün dün (13 Eylül) saat 13.45’te meydana geldiğini ve AFAD, Emniyet, Jandarma, 112 sağlık, itfaiye ve TTK ekiplerinin olaya müdahale ettiğini açıklamıştı.
Mayıs 2023’te de Manisa‘nın Soma ilçesinde özel bir işletmeye ait linyit maden ocağında toprak kayması meydana gelmiş, göçük altında kalan dört işçiden biri hayatını kaybetmiş, üçü yaralı olarak hastaneye kaldırılmıştı.
Öte yandan Eskişehir’in Mihalıççık ilçesindeki Yunus Emre Termik Santrali’ni işleten Yıldızlar SSS Holding’e bağlı Doruk Madencilik işçileri kendilerini maden ocağına kapatmış, açlık grevine gitmişti.
ANKA‘nın aktardığına göre; Sayıştay‘ın 2019’da hazırladığı denetim raporuna göre, Armutçuk’ta “kesit daralması, taban kabarması olduğu, yolların bozulduğu, ocak içi nakliyatın aksadığı, etkin bir havalandırmanın yapılamadığı ve az sayıda işçi ile üretim yapıldığı” belirtiliyordu. Yine Sayıştay’ın 2021 raporuna göre iş güvenliği açısından yüzde 100 oranlı ayak boyuyla çalışılması gerekirken, ortalama yüzde 35 ayak boyu oranıyla çalışıldığı tespit edilmiş, göçük nedeniyle yaralanma ve/veya can kaybı olabileceğine dikkat çekilmişti.
Madencilik sektöründe işçilerin güvenlik ve sağlıklarıyla ilgili yaşamsal tehlikelerin yanı sıra aynı zamanda doğa üzerinde de büyük tehditler söz konusunda. Maden ocaklarının ihaleye çıkmasının ardından ihalenin verildiği şirketlerce tesisin açılacağı noktalara geri dönüşü olmayan zararlar veriliyor. Bu bölgedelerde ortaya çıkan tozuma ile biyoçeşitlilik zarar görürken aynı zamanda hava kirliliği gibi sağlığı tehdit edeb birtakım sorunların ortaya çıktığı bilim insanlarınca dile getiriliyor. Hemen hemen tüm maden tesislerinin çevresel etki değerlendirme (ÇED) raporlarında bilim insanları bu sorunları ortaya koyuyor. Ancak hala izin verilen ve pek çok kez denetlenmediği ortaya koyulan maden ocaklarında can kayıpları meydana geliyor.
14 Ekim 2022’de yine Türkiye Taşkömürü Kurumu’na (TTK) ait maden ocağında da grizu patlaması yaşanmıştı. 42 işçi bu patlamada hayatını kaybetmişti. Patlamayı araştırmak üzere Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde (TBMM) kurulan ‘Amasra Maden Kazasını Araştırma Komisyonu’ oluşturulmuştu.
Milletvekillerine ulaştırılan raporda kapsamlı bir mevzuatın olmadığı, uygulamada çok fazla sorunların olduğu, idari yaptırımların caydırıcılığının az olduğu gibi pek çok ihmale işaret edilmişti.
İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi‘nin (İSİG) raporuna göre, Haziran 2023’te en az 159 işçi hayatını kaybetti. Rapora göre altı ayda en az 889 işçi hayatını kaybetti. Raporda ‘Seçimler bitti ve AKP/Cumhur İttifakı’nın ‘güven ve istikrar’ içinde inşa edeceğini belirttiği ‘Türkiye Yüzyılı’ başladı. Ancak işçi sağlığı ve iş güvenliği alanında değişen bir şey yok’ denilmişti.
13 Mayıs 2014’te de Soma maden kazasında 301 işçi hayatını kaybetmişti. Söz konusu faciadan sonra maden işçileri eylem yapmıştı. Dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan bölgeye gittiğinde protestocu Erdal Kocabıyık koruma araçlarından birine tekme atmıştı. Erdoğan’ın eski Özel Kalem Müdür Yardımcısı Yusuf Yerkel, maden işçisini yerde tekmelemişti. Yerkel madenciyi tekmeledikten sonra “Ayağım incindi” diyerek “iş göremez” rapor almıştı. Yusuf Yerkel, daha sonra Frankfurt’a ‘Ticari Ateşe’ olarak atanmıştı.
MUĞLA-Milas‘a bağlı İkizköy‘deki Akbelen Ormanı‘nda ormanın yok olmaması ve madene kurban edilmemesi için direnişçilerin iki yıldır nöbet tuttuğu alanda artık jandarma karakolu yapılıyor. Jandarmaların özel arazi olmasına rağmen tamamen ablukaya aldığı, vatandaşları alana sokmadığı noktada konteynerlerle karakol yapımına başlamasından önce ise direnişçilerin çadır ve gıda malzemeleri gibi özel mallarına el koyulmuştu. Direnişçiler söz konusu alandan tahliye edilmelerine tepki göstererek olayı mahkemeye taşıdı ve olay yerinde tespit yapılmasını istedi.
Akbelen’deki abluka devam ederken direnişçiler Milas Sulh Hukuk Mahkemesi’nden jandarmanın el koyduğu alanla ilgili tespit çalışması istedi. Mahkeme bilirkişiler tarafından tespitin yapılması için onay verdi. İhtiyati tedbir kararı ise davada Muğla İdare Mahkemesi’nin yetkisinin bulunduğu gerekçesiyle reddedildi. Tespitin yarın (14 Eylül) yapılmasına karar verildi.
Öte yandan alandaki TOMA‘ların sayısının arttığı görüldü. Alana jandarmaların yanında polis de sevk edildi.
Ormana 24 Temmuz’da jandarma koruması altında girildi ve alandaki ağaçlar kesildi. Limak ve IC-İçtaş iştiraki olan madencilik şirketi YK Enerji‘nin termik santraline kömür arz edebilmesi için orman yok edilmeye çalışıldı. İklim krizine karşı mücadele için Paris İklim Anlaşması‘na imza atan Türkiye‘nin mevcut hükümeti, Akbelen’den kömür çıkarmak için ısrarından vazgeçmedi. Karbon salımını artıran kömür tüketimi ve kömürün çıkarılması süreçlerinde doğaya verilen geri dönüşü mümkün olmayan zararlar ise yine hükümetin şirkete kömür çıkarmasına engel olmaya yetmedi. Madencilik şirketi Akbelen Ormanı’na jandarma koruması altında girdi ve 24 Temmuz’dan bu yana ormanın nöbet alanı çevresinde ağaçları yok ederek iş makinalarıyla bir bir kesilen ağaçları taşıdı. Direnişçiler ise alanı terk etmedi.
Günaydın Nöbetimizde 7️⃣8️⃣9️⃣. güne uyandık. Akbelen, yaşıyor ve yaşayacak. Biz de buradayız, hiç bir yere gitmiyoruz ve #AkbelendenVazgeçmiyoruz. Herkesi desteğe ve dayanışmaya bekliyoruz. pic.twitter.com/rwYvxSCRFi
— Akbelen Yuvamız Vermeyeceğiz 🌱🫒🌲 (@ikizkoydireniyo) September 13, 2023
Kimi zaman sudan kimi zaman seyyar tuvaletten mahrum bırakılan direnişçilerin bu kez de özel eşyalarına el koyuldu. Jandarma, alandan topladığı barınma ekipmanlarıyla gıda malzemelerinin Orman İşletme Müdürlüğüne teslim ettiğini bildirdi. Çadırlarından olan direnişçilerin bazıları geceyi İkizköylülerin evinde geçirirken kimileri de alanın yan tarafındaki tarlada toprak üstünde geçirdi.
Direnişçilerden Bahadır Altan, telefonuyla çektiği ve jandarmaların barikatıyla çevrelenmiş nöbet alanına ilişkin şunları söyledi:
“Bu alan nöbet alanımızdı, buranın kendilerine ait olmadığını, Hasan Demir‘in, KARDOK‘a [Karadam Karacahisar Mahalleleri Doğayı Doğal Hayatı Koruma Güzelleştirme ve Dayanışma Derneği] , bizlere tahsis ettiğini biliyorlar o yüzden bariyerleri çekmemişler oraya. Onun dışında bariyerler var. Şimdi buraya konteynerlerle iç tarafa karakollar kuruyorlar. Ama buraya girilmesine, Hasan Demir’in kendi arazisine girilmesine buradaki jandarma birliği de izin vermiyor. Yani köylü kendi arazisine giremiyor. Ama hemen dibine, orman arazisine inşaat yapılıyor.”
Zeytinciliğin Islahı ve Yabanilerinin Aşılattırılması Kanunu’na göre zeytinlik alanlarının üç kilometre yakınında maden işletmelerine izin verilmemesi gerekiyor. Akbelen direnişçileri bugün yeniden maden ocağının üç kilometre yakınında zeytinlikler olduğunu hatırlattı. Direnişçiler doğa için adalet arayışlarını sürdürüyor.
Grafik: Akbelen direnişçileri
Öte yandan Akbelen’e çevre il ve ilçelerden de destek geldi. Vatandaşlar Datça‘da Akbelen için bir araya gelerek açtıkları pankartlarla direnişe destek oldu.
Datça’dan Akbelen’e destek
ÖDTÜ Çevre Topluluğu da Akbelen için destek mesajı paylaştı:
“Devlet-sermaye işbirliğinin Akbelen direnişi nöbet alanına gerçekleştirdiği saldırıya karşı ODTÜ Kavaklık direniş alanından seslendik. Akbelen’de, ODTÜ’de, Cudi’de, Dikmece’de, Kazdağları’nda doğa ve insan düşmanı saldırılarılara karşı kavgamız sürüyor, sürecek!”
Devlet-sermaye işbirliğinin Akbelen direnişi nöbet alanına gerçekleştirdiği saldırıya karşı ODTÜ Kavaklık direniş alanından seslendik. Akbelen'de, ODTÜ'de,Cudi'de,Dikmece'de,Kazdağlarında doğa ve insan düşmanı saldırılarılara karşı kavgamız sürüyor, sürecek!#akbeleniterketmiyoruzpic.twitter.com/U7J54TAGpr
Uluslararası Enerji Ajansı (IEA) Başkanı, temiz enerji teknolojileri ve elektrikli otomobillerin “muazzam” büyümesi nedeniyle dünyada petrol, gaz ve kömüre olan talebin ilk kez bu on yılda zirve yapmasının beklendiğini söyledi.
İcra Direktörü Fatih Birol, Financial Times’ta kaleme aldığı yazısında IEA’nın önümüzdeki ay yayımlanacak olan yıllık Küresel Enerji Görünümü raporunun “dünyanın tarihi bir dönüm noktasının zirvesinde olduğunu” gözler önüne sereceğini belirtti.
Birol, bu değişimin sera gazı emisyonlarında görülecek zirveyi daha erken bir zamana çekeceği için iklim değişikliğiyle mücadelede önemli etkileri olacağını söyledi.
IEA tarafından ayrıca yayımlanan yorumlarda Birol, şunları kaydetti:
Fosil yakıtlar önümüzdeki uzun yıllar boyunca bizimle olacak – ancak rakamlarımıza bakacak olursak, fosil yakıt çağının sonunun başlangıcına tanıklık ediyor olabiliriz.”
‘Hükümetlerin daha güçlü ve hızlı eyleme geçmesi gerek’
Birol, bu değişimin büyük ölçüde temiz enerji teknolojileri ve elektrikli araçlardaki “muazzam büyümenin” yanı sıra Çin ekonomisindeki yapısal değişiklikler ve enerji krizinin etkilerinden kaynaklandığını ifade etti.
Ancak Birol, petrol, gaz ve kömür talebinde öngörülen düşüşlerin “dünyayı küresel ısınmayı [Paris İklim Anlaşması kapsamında tercih edilen hedef olan 1,5°C ile] sınırlama yoluna sokacak kadar keskin olmadığı” uyarısında bulundu.
IEA Başkanı, bu hedefe ulaşmak için “hükümetlerin çok daha güçlü ve daha hızlı politika eylemleri gerçekleştirmesi gerekecektir” diye ekledi.
Fosil yakıtların kaderi, 30 Kasım-12 Aralık tarihleri arasında önemli bir petrol üreticisi olan Birleşik Arap Emirlikleri‘nin Dubai kentinde düzenlenecek olan Birleşmiş Milletler (BM) İklim Zirvesi’ndeki (COP28) tartışmaların merkezinde yer alacak.
Cuma günü yayımlanan bir ilerleme raporunda BM, dünyanın Paris Anlaşması’nın uzun vadeli hedeflerine ulaşma konusunda “doğru yolda olmadığı” uyarısında bulundu.
Rapora göre, küresel sera gazı emisyonlarının 2025 yılına kadar zirve yapması ve 1,5°C hedefinin tutturulabilmesi için bu tarihten sonra keskin bir düşüş göstermesi gerekiyor.
BM, 2050 yılına kadar net sıfır karbon emisyonu hedefine ulaşılması için emisyonları yakalanamayan veya telafi edilemeyen fosil yakıtların kullanımdan kaldırılmasının da gerekli olduğunu ekledi.
‘Gazın altın çağı’nda sona yaklaşılıyor
IEA, haziranda yayımladığı bir raporda küresel petrol talebinin on yılın sonundan önce zirve yapacağını öngörmüştü, ancak kömür ve gaz için ilk kez bu tür bir değerlendirme yapıyor.
Salı günü yaptığı açıklamada, “En son tahminlerimiz, özellikle Çin’de olmak üzere dünya genelinde elektrikli araçların büyümesinin, petrol talebinin 2030’dan önce zirve yapacağı anlamına geldiğini gösteriyor” diyen Fatih Birol, geçtiğimiz on yıl boyunca “inatçı denecek ölçüde yüksek” seyreden kömür talebinin ise önümüzdeki birkaç yıl içinde zirve yapacağını kaydetti.
Birol, ilk kez 2011 yılında IEA tarafından “Gazın Altın Çağı” olarak nitelenen dönemde “artık sona yaklaşıldığını” ve bu on yılın sonunda gelişmiş ekonomilerde talebin düşeceğini de sözlerine ekledi.
Birol, şunları söyledi:
Bu durum, yenilenebilir enerji kaynaklarının elektrik üretiminde giderek gazın önüne geçmesinin, ısı pompalarının yükselişinin ve Rusya‘nın Ukrayna‘yı işgalinin ardından Avrupa’nın gazdan uzaklaşmasının hız kazanmasının bir sonucu.”
Küresel enerji dönüşümü ‘sağlam bir şekilde ilerliyor’
Brüksel merkezli düşünce kuruşu Bruegel’da iklim uzmanı ve kıdemli araştırmacı Simone Tagliapietra, IEA’nın yeni tahminlerinin “hâlâ yavaş olmakla birlikte küresel enerji dönüşümünün sağlam bir şekilde ilerlediğini gösterdiğini” belirtti:
Rüzgar ve güneş gibi teknolojiler artık maliyet açısından rekabetçi hale geldiğinden, enerji dönüşümü politika odaklı olmaktan teknoloji odaklı olmaya doğru ilerliyor. Bu, sürecin siyasi rüzgarlardan korunması bakımından önemli.”
Royal Bank of Canada analistleri, IEA’nın yeni tahminlerinin “yenilenebilir enerji yanlısı mevzuattaki başarıyı” vurguladığını ifade etti.
Analistler, “Buna rağmen, yenilenebilir getiriler ve satın alınabilirlik gibi alanlarda büyük ekonomilerde tartışmalar devam ederken, politika yapıcılar enerji dönüşümünü ve fosil yakıtlardan çıkışı hızlandırmak için hâlâ daha fazlasını yapabilirler” diye ekledi.
Amy Westervelt ve Geoff Dembicki‘nin kaleme aldığı bu yazı, Yeşil Gazete tarafından Yapay Zeka kullanılarak çevrilmiş ve redakte edilmiştir.
*
Bu yılın başlarında, Alman iklim örgütü Letzte Generation’dan (Son Nesil) genç aktivistlerin, Alman hükümetinin iklim konusundaki eylemsizliğine dikkat çekmek amacıyla caddeleri trafiğe kapattıkları sırada saldırıya uğradıklarına dair haberler sosyal medyada dolaşmaya başladı. Elleri asfalta yapışmış genç bir kadın saçlarından tutularak yoldan koparıldı; genç bir adam bir kamyon şoförü tarafından ezildi; yoldan geçen bir kişi protestocuları yumrukladı ve alkışlandı. Birkaç ay sonra Alman polisi Son Nesil aktivistlerinin evlerine baskın düzenledi ve banka hesaplarını dondurdu.
Tüm bunlar oldukça uysal bir protesto biçimine verilen aşırı bir tepki gibi görünüyordu. Yolları kapatmak yeni bir taktik değildi: Süfrajetler, sivil haklar aktivistleri ve savaş karşıtı aktivistler geçtiğimiz on yıllarda yolları kapattı. Geçen yıl Hollandalı ve Alman çiftçiler, biyogaz için yeterli teşvik sağlamadığını söyledikleri yenilenebilir enerji politikasını protesto etmek için traktörleriyle yolları kapattı. Tek bir çiftçinin bile suratına yumruk atılmadı. Son Nesil konusunda herkesi bu kadar öfkelendiren neydi?
Önde gelen bir siyasetçi bir aktivisti şiddet yanlısı teröristlerle kıyaslarken ve büyük bir medya kuruluşu bu çerçeveyi tekrarlarken, bir aktivisti saçından tutup yoldan çıkarmak ya da yumruklamak çok daha kolaydır. Hür Demokrat Parti’den (FDP) Frank Schäffler, Almanya Parlamentosu‘nun sert sağcı tutumlarıyla tanınan bir üyesi; bir zamanlar kendisini “iklim şüphecisi” olarak tanımlamıştı. Schäffler, ülkeyi yeni binalarda gazlı ısıtmadan uzaklaştıracak ulusal bir yeşil bina politikasının önündeki başlıca engel durumunda. Schäffler, Almanya’da fosil yakıt endüstrisinin ABD’deki gaz yasaklarıyla mücadele etmek için kullandığı regülasyon karşıtı retorik taktiklerin birçoğunu kullandı; hükümeti vatandaşların seçim özgürlüğünü elinden almakla suçlamak ve tasarının bir “ısıtma yasağı” anlamına geldiği korkusunu yaymak da buna dahildi.
Schäffler, Son Nesil 2022 yılının başlarında protesto gösterileri düzenlemeye başlar başlamaz onları terörist olarak nitelendirmeye başladı, grubu “suç örgütü” olarak adlandırdı ve organize suçtan soruşturulmasını talep etti. Muhafazakar yayın organı Welt ve daha ana akım Der Spiegel de dahil olmak üzere medya kuruluşları kısa süre içinde Schäffler’in çizdiği çerçeveyi yineledi. Sadece altı ay sonra, Mayıs 2023’te Alman polisi Last Generation aktivistlerine ülke çapında baskınlar düzenledi; polis grubun “daha fazla suç işlemek amacıyla bağış toplayan bir suç örgütü” olduğunu söyledi. Bu, Schäffler’in Son Nesil’e karşı önerdiği tepkinin neredeyse aynısıydı.
Göreve geldiği kısa süre göz önüne alındığında Schäffler’in bu denli etkili olması şaşırtıcı görünebilir. Ancak son yıllarda yaşanan önemli bir gelişme, iklim protestocularına yönelik muamele söz konusu olduğunda Schäffler’e geniş bir erişim alanı sağladı: Schäffler bir “düşünce kuruluşu” kurmuş ve “serbest piyasa” politikalarını savunan 500’den fazla üye düşünce kuruluşundan oluşan küresel bir ağ olan az bilinen ancak son derece güçlü Atlas Network‘e katılmıştı.
İklim haber siteleri Drilled ve DeSmog‘un yeni araştırması, Almanya’da yaşananların – kamuoyunda iklim aktivistlerini karalayan söylem, medyanın bunu alıp büyütmesi ve nihayetinde bu aktivistlerin kriminalize edilmesine yol açması – birçok ülkede gördüğümüz bir model olduğunu ortaya koyuyor. Bu örüntü, petrol, gaz ve maden çıkarma endüstrilerinde güçlü müttefiklere sahip olan ve az bilinen bu ağın etkisi sayesinde gerçekleşiyor.
*
Atlas Network ve ‘fikir savaşı’
Atlas Network kendisini, küresel düşünce kuruluşları ağı aracılığıyla “tüm bireyler için ekonomik ve kişisel özgürlük hakkını güvence altına almayı amaçlayan kâr amacı gütmeyen bir kuruluş” olarak tanımlıyor. Ancak bir ağ olmadan önce, sadece bir düşünce kuruluşuydu: Antony Fisher adında bir adam tarafından kurulan İngiltere merkezli Ekonomik İşler Enstitüsü ya da IEA.
Fisher, zengin bir madenci ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. İkinci Dünya Savaşı sırasında Kraliyet Hava Kuvvetleri‘nde görev yaptıktan sonra – efsaneye göre, uçağı düşürülen kardeşinin düşerek ölmesini izlemişti – savaşı sona erdirmek ve daha özgür ve daha müreffeh bir dünya için mücadele etmekten ilham aldı. Savaş sonrası yapılan ilk seçimlerde İngiliz halkının İşçi Partisi‘ni seçmesi karşısında şok olan Fisher, bir dahaki sefere insanların doğru yönde oy kullanmasını sağlamaya karar verdi. Toplumdaki tüm kötülüklerden sosyalizmi sorumlu tutan Avusturyalı ekonomist Friedrich Hayek ile yaptığı sohbetlerden de ilham aldı. Fisher 1950’lerin başında aday olmayı düşündü, ancak Hayek ona siyasete girmeyi unutmasını ve bunun yerine entelektüel sınıfı hedef alarak bir “fikir savaşına” girmesini söyledi.
Atlas Network’ün kurucusu Anthony Fisher.
Fisher 1955’te IEA’yı kurduktan sonra 1960’ların başında düşünce kuruluşunun ilk büyük kurumsal bağışçısını buldu: Royal Dutch Shell. Kısa süre sonra BP de onu takip etti ve IEA birdenbire gerçek bir etki yaratmaya başladı.
Sydney Teknoloji Üniversitesi‘nde kıdemli öğretim görevlisi ve uzun süredir Atlas Network araştırmacısı olan, “More Heat Than Life: The Tangled Roots of Ecology, Energy and Economics” (Hayattan Çok Isı: Ekoloji, Enerji ve Ekonominin Karışık Kökenleri) kitabının yazarı Jeremy Walker, IEA’nın ilk yıllarında bu profesörlere, genellikle para biriminin dönüştürülmesi gibi konularda ya da ekonomist olmayanlar için oldukça teknik kalan konularda kısa, sindirilebilir makaleler yazdırdığını, ama sonra IEA’ya bağışta bulunan zengin bağışçıların kitabın kopyalarını satın alıp tüm okullara ve üniversitelere göndermeye başladıklarını söylüyor.
IEA’nın Birleşik Krallık siyasetini hızla sağa itmek yolundaki artan başarısı karşısında Fisher gösteriyi yollara taşımaya karar verdi.”
Kurumsal bağışçılarını açıklamamak da IEA’nın başarı anahtarlarından biriydi. Walker, “Düşünce kuruluşu yöntemi, şirketlerin kendi söyleyemeyecekleri şeyleri, sadece kendi kâr güdüleriyle konuşuyormuş gibi görünmeden söylemelerine olanak sağladı” diyor. Bu taktikler IEA’nın Birleşik Krallık’ta nüfuz sahibi olmasını ve 1960’lar ve 70’ler boyunca muhafazakar serbest piyasa ideolojisinin İngiliz siyasetinde yayılmasına yardımcı olmasını sağladı.
IEA’nın Birleşik Krallık siyasetini hızla sağa itmek yolundaki artan başarısı karşısında Fisher gösteriyi yollara taşımaya karar verdi. 1970 yılında, Charles ve David Koch tarafından finanse edilen bir kuruluş olan Institute for Humane Studies ile ABD‘de bir konuşma turu yaptı ve Amerikan siyasetini endüstrinin yararına büyük ölçüde yeniden şekillendirmek yolundaki on yıllarca sürecek kariyerine başladı. ABD’deki bu görüşmelerde Fisher, Amerikalı iş çevrelerini 1960’ların toplumsal hareketlerine karşı mücadele etmeye teşvik etti. 1974 yılında Fisher Kanada‘ya giderek İngiltere dışındaki ilk düşünce kuruluşu olan Fraser Enstitüsü’nü kurdu. Aynı yıl IEA, liderlerinden Nigel Vinson‘ı, İngiltere’de kardeş bir düşünce kuruluşu olan Politika Çalışmaları Merkezi‘ni kurması için, ünü giderek artan muhafazakar politikacı Margaret Thatcher’a ödünç verdi.
Fisher daha sonra Avustralya’ya gitti ve burada 1976 yılında Bağımsız Çalışmalar Merkezi’ni kurmasına Rupert Murdoch yardımcı oldu. İngiltere’ye döndüğünde Fisher 1977’de bir başka IEA taklitçisi olan Adam Smith Enstitüsü‘nü kurdu. 1978’de Amerika Birleşik Devletleri’ne döndü ve yine Koch kardeşlerin ve maden sektörünün yardımıyla 1978’de Manhattan Enstitüsü’nü ve 1979’da Pasifik Araştırma Enstitüsü’nü kurdu. Bu noktada, IEA ve Centre for Policy Studies ile yaptığı çalışmalar Margaret Thatcher’ın seçilmesini sağladı. Ünlü “serbest piyasa” ekonomisti Milton Friedman daha sonra “Margaret Thatcher tarafından yürütülen İngiliz politikasındaki U dönüşü, Fisher’a başka herkesten daha fazla şey borçludur” diyecekti.
Sağcı, darbeci ‘elitler’ kulübü
Fisher, başlattığı IEA tarzı organizasyonları birbirleriyle daha kolay çalışabilmeleri için bir ağa bağlamak istedi ve Hayek‘ten finansman sağlayabilecek “Houston’daki dostlarını”-petrol şirketi yöneticilerini- kendisiyle tanıştırmasını istedi. 1981’de faaliyete geçen Atlas Network (Atlas Ağı), başlangıçta sadece Fisher’in kendisinin kurulmasına yardımcı olduğu bir düzine kadar düşünce kuruluşunu içeriyordu, ancak kısa sürede ABD’deki Koch’a bağlı tüm düşünce kuruluşları da dahil olmak üzere benzer düşünen yüzlerce üye kuruluşu kapsayacak şekilde genişledi (Cato Enstitüsü, Heartland Enstitüsü, Heritage Vakfı ve Amerikan Yasama Değişim Konseyi – ABD muhafazakar siyasetini şekillendiren en etkili güçlerden bazıları – hepsi bu ağa üyedir).
Güçlü insanlara erişim, güçlü kaynaklardan finansman sağlamayı da beraberinde getirmiştir. Atlas’ın kamuya açık mali tabloları, Muhafazakar Şeffaflık veri tabanındaki veriler ve çeşitli vakıflar tarafından doldurulan 990 vergi formları, Atlas’ın Koch tarafından finanse edilen bir dizi vakıftan, ExxonMobil Vakfı’ndan ve kuruluşundan bu yana iklim inkarcılığını finanse etme konusunda uzun bir geçmişe sahip olan Sarah Scaife Vakfı’ndan milyonlarca dolar fon aldığını ortaya çıkarıyor. Kanada’daki Fraser Enstitüsü, ABD’deki Koch destekli çeşitli düşünce kuruluşları ve Avustralya‘daki Bağımsız Çalışmalar Merkezi gibi, Atlas Ağı’nı oluşturan bireysel üye düşünce kuruluşlarının çoğu da maden çıkarma endüstrileriyle bağlantılı vakıflar tarafından ayrı ayrı finanse ediliyorlar – ve bazı durumlarda doğrudan endüstriden gelen bağışlarla destekleniyorlar.
Fisher, Atlas Network’ün ilk yıllarında uluslararası alanda -özellikle de petrol yöneticilerinin sol hareketlerden endişe duyduğu Latin Amerika’da- genişlemeye odaklandı. Atlas’ın yaptığı ilk yatırımlardan biri Venezuella‘ya oldu ve 1984’te Ekonomik Bilgi Yayma Merkezi‘nin (CEDICE) kuruluşunu finanse etti. Yıllar sonra CEDICE, Hugo Chavez‘in devrilmesinde etkili oldu.
Atlas, ayrıca 1980’lerde Brezilya‘da bir şube açarak, İşçi Partisi’nin çevre ve yerli haklarıyla ilgili önerilerine karşı çıkmak için çeşitli tarımsal işletme gruplarıyla birlikte çalıştı. Yıllar sonra Atlas, 2014 yılında Jair Bolsonaro‘nun başkanlığa gelmesine yardımcı olan “Özgür Brezilya” hareketinin teşvik edilmesine yardımcı oldu. Atlas tarafından her yıl düzenlenen bölgesel bir etkinlikte bu yıl tarım endüstrisinden etkilenen kişiler ve düşünce kuruluşlarının başkanları, iktidara geri dönmenin bir yolunu bulmak ve mevcut başkan Luiz “Lula” Da Silva’nın “toprak istilası” olarak tanımladıkları, yerlilerin topraklarını tarım endüstrisinden korumak ve özel tarım arazilerini işçi mülkiyetine devretme kampanyasını durdurmak hakkında konuştular.
Dünya çapında 500’den fazla düşünce kuruluşunun üye olduğu ile ağ halen gücünü koruyor. Atlas üyeleri birbirleriyle düzenli temas halinde, fikirlerini, ipuçlarını ve stratejilerini paylaşıyorlar. (Ağ, interneti erken benimsemiş olmakla bile övünüyor.) Üye düşünce kuruluşlarının temsilcileri ABD’de ve başka yerlerde her yıl düzenlenen sağcı etkinliklerde bir araya geliyor. Üç ayda bir yayınlanan Freedom’s Champion dergisi, Latin Amerika podcast’i ve hem İngilizce hem de İspanyolca çeşitli kitaplar (hatta bir yemek kitabı!) da dahil olmak üzere çeşitli yayınlar aracılığıyla üye düşünce kuruluşları arasında fikirler paylaşılıyor.
Atlas Network’ün başkanlığını 1991’den 2018’e kadar sürdüren Arjantinli Amerikalı işadamı Alejandro Chafuen, ağın hedef kitlesini bir kelimeyle tanımlıyor: Elitler.
“Bir düşünce kuruluşunun gerçek müşterisi kimdir, sorusunu yanıtlamak için Ludwig von Mises’in “Bürokrasi” kitabında sık sık göz ardı edilen bir pasajına atıfta bulunacağım. Bu pasajda von Misses, Atlas’ın ve birçok düşünce kuruluşunun gerçek müşterisi olmakla kalmayıp aynı zamanda ideal müşterimiz olduğuna inandığım, bize fayda sağlayan ve bizim tarafımızdan hizmet edilen bir insan tipini -elit- tanımlıyor.”
*
Atlas Network yöneticileri ve üye düşünce kuruluşları her zaman çevrecileri ve kirletici endüstrilere karşı getirilmek istenen regülasyonları toplumdaki kanserli bir büyüme olarak resmetmişlerdir. Atlas Network’te yer alan Chafuen‘in online biyografisine göre, Pasifik Araştırma Enstitüsü 1979 yılında Kaliforniya’da özellikle çevre konularına odaklanmak üzere kurulmuştur.
Çevre karşıtlığı: ‘Yeşil Ejderhaya direnmek’
Çevre karşıtlığı, ağın söylemlerinin çoğunda yer almaktadır. Atlas üyesi Mackinac Enstitüsü‘nün 1991 tarihli bir raporu, ilk çevrecileri “insan karşıtı gericiler” olarak adlandırmaktadır. Pasifik Araştırma Enstitüsü’nün 1994 tarihli bir raporuna göre “çevrecilerin kıyamet karamsarlığının aksine, çevrenin iyileştirilmesi belki de son neslin en büyük kamu politikası başarı öyküsüdür.”
Dünyanın dört bir yanındaki endüstrilerin ve hükümetlerin çevrecileri aşırılık yanlısı olarak kategorize etmek için düşünce kuruluşu etkisinden ayrı olarak kendilerine ait pek çok nedeni olsa da, Atlas Network kuruluşları on yıllardır bu çerçevelemeden yararlandı. Son yıllarda, bunu protesto karşıtı yasalara dönüşecek şekilde paketlediler.”
Chafuen 2018 yılında Atlas Network başkanlığı görevinden ayrıldığında, Atlas Network üyesi düşünce kuruluşlarının en önde gelenlerinden biri olan ve uzun süredir Hıristiyan aromalı bir iklim inkârını savunan ABD merkezli Acton Enstitüsü’nün başına geçti. Acton ayrıca bir başka Atlas üyesi olan Heritage Foundation ile yakın bağlantıları olan Tennessee merkezli Cornwall Alliance adlı Evanjelik düşünce kuruluşunu da kurdu. Cornwall İttifakı, 2010 yılında yayınlanan “Yeşil Ejderhaya Direnmek” adlı 12 bölümlük bir DVD serisinde çevreciliği “ruhani aldatmaca” olarak tanımlamış ve “tehlikeli çevresel aşırılık” konusunda uyarıda bulunmuştur.
Bu tür söylemler bugün çevre ve iklim protestolarını kriminalize etmek için hızla harekete geçen ülkelerde gördüğümüz şeydir. Dünyanın dört bir yanındaki endüstrilerin ve hükümetlerin çevrecileri aşırılık yanlısı olarak kategorize etmek için düşünce kuruluşu etkisinden ayrı olarak kendilerine ait pek çok nedeni olsa da, Atlas Network kuruluşları on yıllardır bu çerçevelemeden yararlandı. Son yıllarda, bunu protesto karşıtı yasalara dönüşecek şekilde paketlediler.
Almanya‘daki Schäffler bunun sadece en son örneği. Guatemala‘da Atlas düşünce kuruluşu Fundación para el Desarrollo de Guatemala veya FUNDESA, çevrecilerin ve yerli hakları aktivistlerinin ülkedeki “yatırım” üzerindeki etkisini kınamak için uzun yıllar harcadı. FUNDESA’nın direktörü, 2015 ve 2016 yıllarında Yerlilerin öncülüğünde düzenlenen büyük çevre protestolarına cevaben, Latin Amerika’daki çevrecileri “terörist bir ağ” olarak tanımlayan ve protestoların lideri Bernardo Caal Xol‘u dışarıdan kışkırtıcı olarak nitelendiren aşırılık yanlısı çevreciler hakkında çeşitli yazılar yazdı. Xol, protestoları organize etmedeki rolü nedeniyle yedi yıl hapis cezasına çarptırıldı.
Atlas üyesi İngiltere merkezli düşünce kuruluşu Policy Exchange ise 2019 yılında yayınladığı bir raporda, agresif iklim eylemleri çağrısında bulunmak için Londra‘nın bazı bölgelerini kapatmasıyla ünlü Extinction Rebellion‘ı (Yokoluş İsyanı) “liberal demokrasiyi ve hukukun üstünlüğünü yıkmak isteyen aşırılık yanlısı bir örgüt” olarak tanımladı. Almanya’da olduğu gibi, Birleşik Krallık’ta da birçok siyasetçi ve muhafazakâr medya kuruluşu bu çerçeveyi tekrarladı. Çok geçmeden insanlar yolları kapatan ya da diğer şiddet içermeyen, yıkıcı protesto biçimlerini düzenleyen Extinction Rebellion aktivistlerine saldırmaya başladılar. Dört yıl sonra, Birleşik Krallık Başbakanı Rishi Sunak, Policy Exchange’in 2023’teki yıllık yaz bahçe partisinde yaptığı konuşmada, Policy Exchange üyelerine, çeşitli protesto biçimlerini önemli ölçüde suç haline getiren, polis gücünü artıran ve yolları kapatan protestoları engellemek için “otoyolun kasıtlı olarak engellenmesi” suçunu yaratan yasa taslağını hazırlamalarına yardımcı oldukları için teşekkür etti. Yasanın kabul edilmesinin ve çok sayıda tutuklama ve davanın ardından Extinction Rebellion artık yıkıcı protestolara katılmayacağını açıkladı.
Bu model, geçtiğimiz on yıl içinde Kanada ve ABD’de, katran kumu petrollerinin çıkarıldığı alanların genişletilmesini reddeden First Nations’ın (İlk Uluslar) ve Yerlilerin öncülüğündeki protestolara ve Dakota Access Boru Hattı karşıtı harekete yanıt olarak da kullanıldı. Atlas üyesi düşünce kuruluşu MacDonald-Laurier Enstitüsü tarafından 2013 ve 2014 yıllarında yayınlanan bir dizi makale, İlk Uluslar aktivistlerini potansiyel şiddet yanlısı olarak resmetmekte ve bu “savaşçı toplumların” Kanada’da yaratabileceği tahribat konusunda uyarıda bulunmaktadır. Amerikan Yasama Değişim Konseyi‘nin (ALEC) 2017’deki bir toplantısında, üst düzey bir petrol lobicisi Standing Rock‘taki protestocuları “tehlikeli ve yıkıcı” olarak tanımlamış ve eylemcilerin büyük bir kısmının sabıka kaydı olduğunu iddia etmiştir.
2017 yılı sonunda, petrol rafinerilerini, boru hattı şirketlerini ve petrokimya üreticilerini temsil eden bir ticaret grubu olan Amerikan Yakıt ve Petrokimya Üreticileri, “kritik altyapı” yakınındaki protestoları suç sayan bir yasa tasarısı hazırladı, Oklahoma eyaleti bunu kabul etti ve ALEC bunu diğer eyalet milletvekillerine iletti. Kanada da benzer bir yaklaşım benimsemiş, çeşitli eyaletler protesto karşıtı yasalar çıkarmış ve Kanada Kraliyet Atlı Polisi protesto kamplarını kapatmak ve protestocuları tutuklamak üzere yeni bir birim (Community Industry Response Group) oluşturmuştur.
Drilled’in ayrıntılı sorularını yanıtlayan bir sözcü “Macdonald-Laurier Enstitüsü bağımsız ve partizan olmayan bir düşünce kuruluşudur” dedi. (Ne Atlas Network ne de bu yazıda adı geçen diğer üye düşünce kuruluşlarından hiçbiri yorum taleplerimize yanıt vermemiştir).
*
Atlas stratejileri sadece kriminalize etmekten ibaret değil: Üyeler aynı zamanda maden sektörünü hedefledikleri yerel topluluklarla müttefik kılmak için sofistike halkla ilişkiler kampanyalarının hazırlanmasında da yer alıyor. MacDonald-Laurier, İlk Uluslar’ın protesto tehdidine ilişkin beyaz kitaplarında, güvenlik güçlerinin kritik altyapıyı korumak için yerli protestoculara karşı kontrgerilla taktikleri kullanması çağrısında bulundu. Ancak düşünce kuruluşu aynı zamanda şirketleri ve hükümetleri, İlk Uluslar’ı kendi bölgelerindeki doğal kaynak projelerinde “işletme ortağı” yapmaya çağırarak, bazıları yüksek yoksulluk oranlarına sahip toplulukların kısmi mülkiyete sahip olmalarına ve madencilik, petrol ve gaz projelerinden elde edilen gelirlerden daha fazla pay almalarına izin verilmesini istedi. Buradaki fikir, gelirlerden daha fazla pay almanın bazı İlk Uluslar gruplarını petrol ve gaz projelerinin açık destekçileri olmaya ikna edeceğiydi. Bu taktik “redwashing” olarak bilinmektedir.
Avustralya’da, Rupert Murdoch, Shell, BHP ve Rio Tinto‘nun bağışlarıyla kurulmuş bir Atlas grubu olan Bağımsız Çalışmalar Merkezi ya da CIS, son beş yıl içinde çeşitli yayın organlarında toprak savunucuları ve yerli toprak haklarıyla ilgili “Aborjin Terörizmi” korkusunu körüklemeye çalışan köşe yazıları yayınladı. Aynı zamanda CIS, tartışmalı projelerin lehine konuşabilecek Aborijin sözcüler aramış ve işe almıştır.
Perulu Atlas üyesi Instituto Libertad y Democracia ya da ILD, düşünce kuruluşunun başkanı ekonomist Hernando de Soto‘nun öncülük ettiği bir teori ile kendi serbest piyasa ve özel mülkiyet anlayışını ortaya koyuyor. Amazon‘da petrol ve gaz sondajını ve toprak haklarına yönelik diğer ihlalleri protesto eden yerli aktivistler ile polis arasında 2009 yılında yaşanan kanlı çatışmanın ardından DeSoto, 2011 yılında TED‘de yaptığı bir konuşmada çatışmanın çözümünün yerli halkı mülkiyet hakları yoluyla “hukukun üstünlüğüne” dahil etmek olduğunu savundu. DeSoto’ya göre özel mülkiyet, yerli halkın topraklarından ve kaynaklarından değer elde etmesini sağlayacak, bu da onların bu topraklardan maden çıkarılmasına karşı çıkma olasılığını azaltacaktır çünkü bundan kendileri de faydalanacaktır. ILD, web sitesinde bu stratejinin yerli halkın “geleneklerini ya da kimliklerini kaybetmeden piyasa içinde çalışmasına ve çıkarlarını savunmasına” yardımcı olacağını savunuyor.
Afrika Refah Merkezi adlı bir Atlas projesini yöneten Magatte Wade, Afrika ve iklim değişikliği konusundaki görüşlerine ilham kaynağı olarak sık sık de Soto’dan alıntı yapıyor. Senegal’de doğan ancak 7 yaşındayken Almanya’ya taşınan Wade, son birkaç yıl içinde yazdığı birçok köşe yazısında ve bu yıl Kanadalı profesör ve sağcıların önde gelen isimlerinden Jordan Peterson ile yaptığı bir röportajda iklim aktivistlerini “yeni sömürgeciler” olarak tanımlıyor ve iklim eylemlerinin Afrikalıları yoksul ve enerjiye erişimden mahrum bırakacağını savunuyor. Wade, kıtadaki mevcut fosil yakıt patlamasını reddedenleri sık sık elitistler olarak tasvir ediyor ve iklim eyleminin bir milyar Afrikalıyı öldüreceğini iddia ediyor – tüm bunları yaparken Afrikalı iklim aktivistlerinin endişe verici bir oranda tutuklandığı gerçeğiyle ilgilenmeyi reddediyor.
*
2018’de BM Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli‘nin (IPCC) bir raporu, hükümetlerin iklim değişikliğinin en kötü etkilerinden kaçınmak istiyorlarsa agresif karbonsuzlaşma politikaları uygulamak için yaklaşık 12 yılları olduğu uyarısında bulundu. Bu alarm zili, sokaklara dökülen gençlerden oluşan küresel bir hareketi harekete geçirdi ve Atlas Network düşünce kuruluşlarının iklim karşıtı protesto kampanyalarında yepyeni bir dalgayı ateşledi.
Atlas’ın harekete geçmesi şaşırtıcı değil: Ağın fon sağlayıcıları gençlik hareketi karşısında sarsıldı. 2020 yılında Drilled’e sızdırılan BP’nin dahili pazarlama belgeleri, sektörün gençlik iklim hareketine ne kadar hazırlıksız yakalandığını ortaya koyuyordu; hareketin özgünlüğünü petrol ve doğalgaz için en büyük tehdit olarak görüyorlardı. Birçoğu endüstri tarafından finanse edilen bir düşünce kuruluşları ordusu, aktivistlerle alay etmek, onları eleştirmek ya da onlar hakkında korku tellallığı yapmak için medyaya, sosyal medyaya ve erişebildikleri diğer platformlara yöneldi.
Greta Thunberg‘in iklim krizine karşı harekete geçilmesini talep etmek için her Cuma greve giden bir gençlik iklim grubu olan Fridays for Future’ı (Gelecek İçin Cumalar) kurduğu İsveç’te, Atlas düşünce kuruluşu Timbro ve araştırma kolu Ratio, iklim aktivistlerini “iklim popülistleri” olarak damgalamaya başladı. Genç iklim aktivistlerini Nazilerle kıyasladılar ve karamsarlık ve alarmizmlerinin onları aşırı taktiklere yönelteceği konusunda uyardılar.
ABD merkezli Atlas düşünce kuruluşları da hemen genç iklim protestocularına karşı harekete geçti. Okul grevleri hareketinin başlamasından bir yıl sonra Cato Enstitüsü, Heartland Enstitüsü, Heritage Vakfı, Acton Enstitüsü, Rekabetçi Girişim Enstitüsü ve Amerikan Girişim Enstitüsü, Greta karşıtı çeşitli bildiriler yayınladı. Genç iklim aktivistlerinin karalanması o zamandan beri devam ediyor – özellikle de ABD Atlas üyelerinin ekonominin nasıl işlediğini anlamamaktan bir medya komplosunun parçası olmaya kadar her şeyle suçladıkları Thunberg üzerinden. 2020 yılında, ABD merkezli bir Atlas üyesi olan ve esas olarak Koch Industries ile ilişkili çeşitli vakıflar tarafından finanse edilen Heartland Enstitüsü, iklim inkârını ve petrol ve gaz yanlısı mesajları yaymak için Alman YouTuber Naomi Seibt‘i gizlice işe aldı ve onu “anti-Greta” olarak tanıttı.
Avustralya’da Atlas üyeleri genç protestocuları protesto etmek için kitlesel olarak medyaya çıktılar. Genellikle vergilerle ilgili konularla ilgilenen Avustralya Vergi Mükellefleri İttifakı, genç bir stajyerini Sky News’e çıkarıp iklim grevcilerinin okulda kalması gerektiği konusunda alay etti. Bağımsız Çalışmalar Merkezi bir blog yazısında Avustralya okullarında okuryazarlığın aktivizmin gerisinde kaldığından endişe etti. İlerleme Enstitüsü, öğretmenlerin grev yapmayan öğrencileri “fosil yakıtlar olmadan dünyamızın çökeceği” konusunda bilgilendirme fırsatını değerlendirmelerini önerdi.
*
Atlas üyelerinin uzun yıllardır çevrecilere karşı yürüttüğü retorik savaşın en işe yarayan tarafı, bunun sadece aynı çevreye aynı şeyleri tekrarlamakla sınırlı olmaması. Tam tersine, iklim krizi konusunda aciliyet hissedenleri bile protestocuların çok “radikal” ve yıkıcı olduklarına ikna ettiler.
Medya da çoğunlukla çizilen bu çerçeveye ayak uydurdu. Media Matters tarafından yapılan yeni bir araştırmaya göre, MSNBC, 2017’deki Standing Rock protestolarının ardından başlayan bu eğilimden sonra yaptığı tek bir yayınla iklim protestolarının kriminalize edilmesinden bahseden tek büyük ABD haber kanalı oldu. Ana akım yayın organları, iklim protestolarına yer verdiklerinde, protestocuların gerçekte neyi başarmaya çalıştıklarından ziyade, ünlü bir tablonun vitrinine domates çorbası atmanın ya da kendini yola yapıştırmanın “uygun” olup olmadığını ve bu taktiklerin iklim aktivistlerini halka sevdirip sevdirmediğini tartışan haberlere yöneldi.
Bu, yıllar boyunca tekrar tekrar gördüğünüz bir yöntem. Kamusal alana bir şey atacaklar, bu biraz basında yer alacak ve sonra bir bakmışsınız ki muhtemelen yeni bir yasa yazılmış. Ve şimdi, daha önce meşru bir sivil protesto olarak görülen bir şeyi suç haline gelecek.”
Media Matters‘ın analizine göre ABD medyasında iklim protestolarıyla ilgili haberlerin yarısından azı iklim değişikliğinin bilimsel temelleri ya da protestoların artmasına neden olan siyasi çıkmaz hakkında herhangi bir şey içeriyor. Bu arada çalışma, Fox News‘in rakipleri CNN (27 bölüm) ve MSNBC’nin (9 bölüm) yayınladığı haberlerin toplam sayısını dört katı haber yayınladığını; kanalın konuyla ilgili 144 yayınının tamamının iklim protestocularını tehlikeli radikaller olarak resmettiğini ortaya koydu.
Hareketleri ve sosyal değişimi inceleyen sosyal bilimciler, iklim protestocularının taktiklerinin “medeni olup olmadığına” ilişkin soruların söylemi ne kadar domine ettiği konusunda büyük ölçüde kafa karışıklığı yaşıyor. Çevre, Toplum ve Eşitlik Merkezi’nin başında bulunan ve yıllardır genel olarak protestoları, özel olarak da iklim protestolarını araştıran Dana Fisher, “Gerçekte çok fazla mülk tahribatı olmadı – iklim hareketinin taktikleri şimdiye kadar çok uysaldı” diyor.
İklim aktivistlerinin “radikal” olup olmadıkları konusundaki saplantı, Atlas Network’ün geçmişi bağlamında çok daha anlamlı hale geliyor. Atlas araştırmacısı Walker, “Bu, yıllar boyunca tekrar tekrar gördüğünüz bir yöntem,” diyor. “Kamusal alana bir şey atacaklar, bu da biraz basında yer alacak ve sonra bir bakmışsınız ki muhtemelen içlerinden biri tarafından yeni bir yasa yazılmış. Ve şimdi, daha önce meşru bir sivil protesto olarak görülen bir şeyin suç haline getirildiğini görüyorsunuz.”
(*) Bu haber bağımsız araştırmacı haber siteleri Drilled ve DeSmog ile işbirliği içinde hazırlanmıştır. Julianna Merullo ve Lyndal Rowlands bu hikayeye ek haberlerle katkıda bulunmuştur.