Ana Sayfa Blog Sayfa 136

Adalılar, Diyanet’e devredilen Çamlimanı Koyu’nun boşaltılmasına tepkili

İstanbul Heybeliada‘daki Çamlimanı Koyu’nun Diyanet İşleri Başkanlığı‘na devredilmesinin ardından Adalılar, koyun boşaltılmak istenmesine tepki gösterdi. Çamlimanı Koyu’nda toplanan yüzlerce kişi, “kıyılar halkındır” ve “sahiller hepimizin” sloganlarıyla kararı protesto etti.

Adalar Kaymakamlığı‘nın aldığı bu karar, Heybeliada Sanatoryumu‘nun eski kullanım alanlarından biri olan ve şimdiye kadar halka açık olan Çamlimanı’nın statüsünü değiştiriyor. Yazar Orhan Silier‘in eylem sırasında belirttiği gibi, bu alan, Sanatoryum kapatıldıktan sonra yavaş yavaş halkın erişimine kapatılmış ve son olarak tamamen özel sektöre devredilmişti. Bu devrin mahkeme kararıyla iptal edilmesine rağmen, hukuki bir boşluktan yararlanılarak gerçekleştiriliyor olması, Adalılar tarafından “tam bir oldu-bitti” olarak nitelendiriliyor.

Çamlimanı Koyu’nun Diyanet İşleri Başkanlığı’na devredilmesi, sadece Heybeliada’nın değil, tüm İstanbul’un kaybı olarak görülüyor. Bu koy, İstanbul’un nadide doğal alanlarından biri olarak bilinirken, şimdi ise bir kurumun kullanımına özel olarak tahsis edilmiş durumda. Adalılar ve destekçileri, bu kararın geri alınması ve koyun tekrar halka açılması için mücadelesini sürdürüyor.

Heybeliada Mahalle Meclisi Girişimi, yayınladığı mesajda şu ifadelere yer verdi:

“Çamlimanı’nda Adalar Belediyesi’ne işgaliye ödeyerek plaj işleten işletmenin ortadan kaldırılıp bu alanın tümüyle ilgisiz bir makama tahsis edilmesi hukuka, anayasa ve yasaların “kıyılar halkındır, özelleştirilemez!” diyen temel hükmüne aykırı olduğu gibi akla, vicdana da aykırıdır. Bu karar ve idari işleme sessiz kalınması durumunda Heybeliada’da denizden yararlanılan son bir mekan da halka kapatılmış olacaktır.
Kaynağını anayasadan, yasalardan almayan, tersine bunları ihlal eden, yok sayan hiçbir idari karar yasal değildir, keyfidir.
Heybeliada Sanatoryumu Davası sırasında sehven -ve idari ayrıntı dikkate alınarak- dava dışı kalmış bir parselin, bu durum fırsat bilinerek tümüyle ilgisiz kuruma tahsis edilip adalılara ve İstanbullulara kapatılması kabul edilemez.”

Çamlimanı’nda ne olmuştu?

Çamlimanı mevkiinde bulunan, Türkiye’nin ilk pandemi hastanesi olarak 1924 yılında kurulan Heybeliada Sanatoryumu‘nun kıyı parselinin, İstanbul 2. İdare Mahkemesi tarafından Diyanet İşleri Başkanlığı’na devredilmesi sürecini durdurulmuştu. Bu yürütmeyi durdurma kararı, adalıların kıyılara erişim haklarını koruma amacı güdüyordu. Ancak, son gelişmelerle bu karar kaldırıldı ve arazinin Diyanet İşleri Başkanlığı’na devri yolunda hukuki engeller ortadan kalkmış oldu.

Bu süreç, Heybeliada’nın Çamlimanı mevkii için önemli bir dönüm noktası oluşturdu. Çamlimanı, Adalar’ın doğal güzelliklerini barındıran ve İstanbul’un nadir bulunan halka açık kıyı şeritlerinden biri olarak kabul ediliyor ancak bu kararla, kıyının özel bir kurum tarafından kullanılması gündeme geldi. Ayrıca, bölgedeki işletmelerden 4 Ocak 2024’e kadar tahliye edilmeleri istendi, bu durum da adalıların ve işletme sahiplerinin tepkisine yol açtı.

Araştırma: Dünyanın en büyük plastik kirleticileri Coca-Cola, PepsiCo ve diğerleri

Şirketler her yıl 400 milyon metrik tondan fazla plastik üretiyor. Bu plastiğin bir kısmı su yollarına veya sahillere dökülüyor, söz konusu atıklar akarsuları tıkıyor veya okyanustaki büyük girdaplarda yüzüyor. Bir kısmı ise havada yüzen ve akciğerlere, kana ve organlara giren küçük mikroplastiklere veya nanoplastiklere dönüşüyor.

Bazen tüm bu plastiğin arkasında hangi şirketlerin olduğunu tespit edebilmek kolay olmuyor – ancak şimdi, bilim insanları bu kirliliğe en büyük katkıda bulunanlardan bazılarını tespit etti.

Araştırma: Plastik kirliliğinin en büyük sorumlusu Coca-Cola

Science Advances dergisinde dün (24 Nisan) yayınlanan yeni bir çalışma, altı kıtada plastik kirliliğinden sorumlu bazı büyük markaları belirledi. Plastik atıkların 1,8 milyondan fazlasını kataloglamak için 100 binden fazla gönüllüden oluşan bir ekiple çalışan araştırmacılar, 56 şirketin küresel olarak markalı plastik atıkların yüzde 50’sinden fazlasından sorumlu olduğunu tespit etti.

Araştırmaya göre; en büyük pay, dünya çapındaki markalı plastik kirliliğinin yüzde 11’inden sorumlu olan Coca-Cola‘ya ait.

Washington Post’un aktardığına göre; araştırmacılar, bulguların gezegenin plastik kirliliği sorununun büyüklüğünü ortaya koyduğunu söylüyor.

Moore Plastik Kirliliği Araştırma Enstitüsü‘nde araştırma direktörü ve çalışmanın başyazarı olan Win Cowger, “Bu, yapmamız gereken çok büyük bir çaba” dedi ve ekledi:

“Kolay bir çözüm yok.”

Verileri elde etmek için dünyanın dört bir yanındaki binlerce gönüllü, plajları, parkları, nehirleri ve diğer yerleri plastik atıklar için taradıkları plastik “denetimleri” gerçekleştirdi.

Gönüllüler her bir atık parçasını inceledi ve görünür markaları ya da ticari markaları kaydetti. Break Free From Plastic grubu 2018 ve 2022 yılları arasında bin 576 denetim koleksiyonu düzenledi.

Kirlilikte en çok tespit edilenler: Coca-Cola, PepsiCo, Nestlé ve Danone

İncelenen 1,8 milyondan fazla plastik parçasının yaklaşık 910 bininde görünür markalar vardı. (Plastikler güneş ışığına ve hava koşullarına maruz kaldıklarında marka işaretlerini kaybedebiliyor). Ve bu yüz binlerce plastik parçasından en çok sorumlu olan şirketlerin Coca-Cola, PepsiCo, Nestlé ve Danone olduğu görüldü.

Coca-Cola Company sözcüsü gönderdiği bir e-postada şirketin World Without Waste stratejisine işaret ederek “2025 yılına kadar ambalajlarımızın yüzde 100’ünü küresel olarak geri dönüştürülebilir hale getirmeyi ve 2030 yılına kadar ambalajlarımızda en az yüzde 50 oranında geri dönüştürülmüş malzeme kullanmayı hedefliyoruz. Daha fazlasının yapılması gerektiğini ve hedeflerimize tek başımıza ulaşamayacağımızı biliyoruz” dedi.

Nestlé gönderdiği bir e-postada şirketin yeni plastik kullanımını üçte bir oranında azaltmayı ve ambalajlarına daha fazla geri dönüştürülmüş içerik eklemeyi hedeflediğini belirtti.

PepsiCo ise yorum yapmayı reddetti ve Danone yanıt vermedi.

Araştırmacılar ayrıca bir şirketin plastik üretimi ile çevrede bulunan markalı plastik atık miktarı arasında doğrudan bir ilişki olduğunu tespit etti.

Örneğin PepsiCo gibi bir şirket dünyadaki plastik kütlesinin yüzde 1’ini üretiyorsa, bu şirket denetimde bulunan atığın yaklaşık yüzde 1’inden sorumluydu. Eğer bir şirket dünyadaki plastik kütlesinin yüzde 0,1’ini üretiyorsa, atıkların yüzde 0,1’inden sorumluydu.

Araştırmacılara göre bu bulgu, geri dönüşüm ve atık yönetiminin plastik sorununu yönetmek için tek başına yeterli olmadığı anlamına geliyor.

Global Alliance for Incinerator Alternatives‘in bilim ve politika direktörü ve çalışmanın bir diğer yazarı Neil Tangri, “Bu şirketlerin birçoğu aslında atıklarını çevreden geri kazanmak ya da çevreye karışmasını önlemek için programlar uyguluyor” dedi ve şunları kaydetti:

“Ve gördüğümüz şey, bunların gerçekten etkili olmadığıdır.”

Cowger, “Bu benim en kötü kabusum” diyerek sonucun plastik kirliliği sorununu çözmek için toplum olarak çalışma şeklimizi büyük ölçüde değiştirmemiz gerektiği anlamına geldiğini ifade etti.

Küresel liderler ve müzakereciler küresel bir plastik anlaşması yapmak üzere bu hafta Ottawa‘da bir araya geliyor. Birçok çevre grubu ve ülke, ABD’li müzakerecilerin direndiği bir hedef olan plastik üretim miktarının azaltılmasını da içeren bir anlaşma arayışında.

Endüstri grupları ve şirketler ise “döngüsel plastikler”, gelişmiş geri dönüşüm ve atık yönetiminin sorunu üretim sınırlaması olmaksızın çözebileceğini söylüyor.

Dünya Plastik Konseyi Başkanı Benny Mermans görüşmeler öncesinde yaptığı açıklamada, “Üyelerimiz döngüsel plastik arzını arttırmak için altyapıya milyarlarca dolar yatırım yapıyor, böylece kullanılmış plastiklerin atık, çöp sahası veya yakma yoluyla çevreye yayılması önleniyor ve bunun yerine yeni plastikler haline geliyor” diyor.

Plastik endüstrisi grupları da plastiklerin küresel ekonomiyi canlandırmaya yardımcı olduğunu savunuyor. Bir endüstri grubu tarafından yaptırılan bir araştırmaya göre, üretimin sınırlandırılması düşük gelirli insanları orantısız bir şekilde etkileyecek.

Araştırmacılar, gelişmiş geri dönüşüm ve döngüsel ekonomi gibi yöntemlerin gelecekte bir yeri olabileceğini, ancak plastiğin üretim hızını yavaşlatmanın da öyle olduğunu söylüyor.

Tangri, “Neyin işe yaradığını biliyoruz: daha az plastik üretmek ve daha az plastik kullanmak” diyor.

‘Yüzyıl yarısına kadar petrol talebindeki artışın yarısını plastik oluşturacak’

Fosil yakıtlardan üretilen plastikler, iklim politikaları petrol ve gaz üretimini hedef alırken bile fosil yakıt endüstrisinin canlanmasına neden oldu. Uluslararası Enerji Ajansı‘na göre, yüzyılın ortalarına kadar petrol talebindeki artışın yarısını plastiğin oluşturacağı tahmin ediliyor.
Aynı zamanda bilim insanları, vücuda ve organlara girebilen küçük plastik parçalarının sonuçlarını anlamak için acele ediyor. Mikroplastikler vücudun birçok sisteminde bulunmuş olsa da, insan sağlığı üzerindeki etkileri hala belirsiz.
Bilim insanları, üretimin engellenmemesi halinde plastiklerin çevrede ve insan vücudunda birikmeye devam edeceğini söylüyor.
Cowger ise “Uzun zamandır statüko böyle devam ediyor. Ve belli ki işe yaramıyor” diyor.

Çorlu tren kazası davası sonuçlandı: Sorumlulara 8 ila 21 yıl hapis cezası

Tekirdağ‘ın Çorlu ilçesi yakınlarında meydana gelen ve 25 kişinin ölümüne, 300’den fazla kişinin yaralanmasına neden olan tren kazasıyla ilgili davanın Çorlu Halk Eğitim Merkezi‘nde yapılan karar duruşmasında, dönemin TCDD yöneticileri 8 ile 21 yıl arasında değişen hapis cezalarına çarptırıldı.

8 Temmuz 2018’de Çorlu’nun Sarılar köyü yakınlarındaki kaza, yoğun yağışlar sonrası menfezlerin çökmesi, rayların bozulması ve trenin devrilmesi sonucu gerçekleşti. Yargılama süreci boyunca, TCDD’nin altyapı ve bakım yöneticileri, ihmalleri ve görevlerini gerektiği gibi yerine getirmemeleri nedeniyle suçlandı. Davanın son duruşmasında, sanıkların son sözleri alındıktan sonra mahkeme, cezaları açıkladı.

Çorlu

Dönemin TCDD 1. Bölge Müdürü Nihat Aslan, 12 yıl hapis cezasına çarptırıldı, ancak mahkeme, cezayı 18 yıla çıkarıp sonrasında 15 yıla indirdi. Diğer sanıklar arasında Bakım Servis Müdürü Mümin Karasu 21 yıl hapis cezasına çarptırıldı, bu ceza daha sonra 17 yıl 6 aya indirildi.

Çorlu tren kazası davasında ek bilirkişi raporu ‘TCDD asli kusurlu’ dedi, duruşma yine ertelendi
Çorlu tren kazası davasının duruşması yine ertelendi

Bakım Servis Alanlarından Sorumlu Müdür Yardımcısı Levent Meriçli‘ye verilen 11 yıl hapis cezası adli sicil kaydına göre takdir indirimi uygulanarak 9 yıl 2 aya indirildi. TCDD Birinci Bölge Bakım Müdür Yardımcısı Nizamettin Aras‘a 8 yıl 4 ay, TCDD mühendisleri Tevfik Baran Önder‘e 10 yıl, Deniz Parlak ve Kubilay Başkaya‘ya 9 yıl 2 ay hapis cezası verildi. Yol Bakım Onarım Şefi Özkan Polat‘a 12 yıl 9 ay hapis cezası verildi.

Sanıklardan; üstyapıdan Sorumlu 1. Bölge Bakım Servis Müdür Yardımcısı Levent Kaytan, Yol Kontrolörü Burhan Ortancıl, Köprüler Şefi Çetin Yıldırım ve Yol Bakım Şefliği’nde Hat Bakım ve Onarım Memuru Celaleddin Çabuk‘un ayrı ayrı beraatlarine karar verildi.

Türkiye’nin hava kalitesi çöl tozunun etkisi altında

Türkiye, küresel ısınma ve artan kuraklık nedeniyle artan çöl tozu etkisine daha fazla maruz kalıyor. Ülke genelinde hava kalitesinde düşüşler ve görüş mesafesinde azalmalar mevcut.

Türkiye’deki hava kalitesi, son dönemlerde çöl tozlarından kaynaklanan etkilerle önemli ölçüde bozuldu. Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı tarafından yürütülen Ulusal Hava Kalitesi İzleme Ağı‘nın verileri, atmosferdeki partikül madde oranlarında belirgin bir artış olduğunu gösteriyor. Dünya Sağlık Örgütü‘nün (DSÖ) belirlediği sınırların çok sayıda kentte aşıldığı gözlemleniyor.

Dünya Sağlık Örgütünün metreküp başına 50 mikrogram olarak belirlediği partikül madde sınır değeri, çok sayıda kentte “iyi” değerlerden 50-100 mikrogram aralığındaki “orta” değerlere çıktı.

AA’ya konuşan Boğaziçi Üniversitesi İklim Değişikliği ve Politikaları Uygulama ve Araştırma Merkezi Yönetim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Murat Türkeş, Türkiye’nin özellikle Sahra Çölü, Orta Doğu ve Arabistan Yarımadası‘ndan gelen kum ve toz taşınımının etkisi altında olduğunu belirtti. Bu bölgelerde oluşan alçak basınç sistemleri ve fırtınalar, tozların Türkiye’ye taşınmasına neden oluyor.

Baharla birlikte Güney Avrupa ve Asya’yı kaplayan çöl tozları sağlık ve ekolojik riskleri de taşıyor
Türkiye ‘Afrika tozu’ etkisi altında

Prof. Dr. Türkeş, “Bu bölgeler üstünde oluşan orta enlem ve alçak basınç sistemlerinin oluşturduğu fırtınalar, güneyli sıcak havayla birlikte toz taşınımına neden oluyor. Şu anda hem alçak seviyede hem de kısmen orta seviyede bulutlarla birlikte Balkanlar ve Batı Anadolu üstüne toz taşınımı söz konusu. Bu hem kuru toz birikimi şeklinde hem de yağış olması durumunda yağışla birlikte yeryüzüne iniyor. Etkisini 24 saat içinde kısmen kaybedecek ama Ege ve Akdeniz kıyıları ile Güneydoğu Anadolu‘da Suriye sınırında etkisi 1-2 gün daha olacak gibi duruyor” diyerek açıkladı.

İklim değişikliği ve küresel ısınmanın etkileri, Türkiye’nin batı ve güney bölgelerini gelecekte daha fazla etkileyebilir. Prof. Dr. Türkeş, yapılan çalışmaların, özellikle Orta Doğu ve Güneybatı Asya‘daki kum ve toz fırtınalarının sıklığında ve şiddetinde artış olduğunu ortaya koyduğunu belirtiyor. Bu durum, Türkiye’nin hava kalitesi üzerinde uzun vadede ciddi etkiler yaratabilir.

Akbelen Ormanı’ndaki kıyım Anayasa Mahkemesi’ne taşındı

Akbelen Ormanı kesimleri hakkında, Limak‘ın sahibi Nihat Özdemir ve IC İçtaş‘ın sahibi İbrahim Çeçen başta olmak üzere ilgili yetkililer hakkında Anayasa Mahkemesi’ne başvuruda bulunuldu.

24 Temmuz’da başlayan ve çevresel hasara yol açan orman kesimlerine ilişkin şikayetler, yerel mahkemeler tarafından reddedilmişti. Bu karar üzerine, Akbelen Ormanı’ndaki kesimlerle ilgili olarak sorumluluğu bulunan yetkililere karşı davanın gönüllü avukatı İsmail Hakkı Atal, İkizköy’deki çevre derneği KARDOK adına Anayasa Mahkemesi’ne başvurdu. Başvuru, ağır çevresel zararların yanı sıra, Yeniköy ve Kemerköy termik santrallerinin faaliyetleri nedeniyle halk sağlığına olan etkilerini de gündeme getiriyor.

Anayasa Mahkemesi’ne yapılan başvuru, orman kesimlerinin hukuki, çevresel ve toplumsal etkilerini detaylı bir şekilde ele alıyor. Başvuruda, termik santrallerin işletilmesinin yıllık 44 milyar Türk Lirası sağlık maliyetine neden olduğu ve Bodrum‘un su kaynaklarına zarar verdiği belirtiliyor. Ayrıca, bölgenin turizm gelirlerine potansiyel zararlar ve ekolojik dengenin bozulması gibi konular mahkemenin dikkatine sunuluyor.

Akbelen, YK Enerji’nin madeni için patlatılan dinamitlerle toz içinde kaldı
Akbelen’de gece gündüz iş makinaları çalışıyor
Akbelen’de büyük buluşma: Köylerimizi bu topraklardan sökemeyeceksiniz

‘Devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozmak’ suçlaması yer aldı

Akbelen Ormanı kesimleriyle ilgili olarak Limak’ın sahibi Nihat Özdemir, IC İçtaş’ın sahibi İbrahim Çeçen, eski Muğla Valisi Orhan Tavlı, şirket CEO’su Serhat Dinç ve Orman Genel Müdürü Bekir Karacabey hakkında, Türk Ceza Kanunu‘nun 302. maddesi gereğince “Devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozmak” suçlamasıyla 14 Ağustos 2023 tarihinde Milas Cumhuriyet Başsavcılığı‘na şikayet dilekçesi sunulmuştu.

Şikayet dilekçesinde, Yeniköy ve Kemerköy termik santrallerinin işletilmesi sürecinde ortaya çıkan çevresel ve sağlık sorunlarına dair deliller de yer aldı. Avrupa Sağlık ve Çevre Birliği (HEAL) tarafından 2021 yılında belirlenen rapora göre, bu santrallerin faaliyetleri nedeniyle Türkiye‘nin yıllık sağlık maliyetinin 44 milyar Türk Lirası olduğu tespit edildi.

Ayrıca, 2013 yılında Hacettepe Üniversitesi Jeoloji Mühendisliği Hidrojeoloji Bölümü tarafından yapılan bir araştırma, Bodrum’un su yataklarının Akbelen Ormanı altından geçtiğini ve kömür yataklarının çıkarılması durumunda Bodrum’un susuz kalabileceğini ortaya koydu.

Bu durum, şüphelilerin termik santrallerden elde edecekleri yıllık 200 milyon TL gelir karşılığında, Türkiye’ye yıllık 50 milyar TL sağlık maliyeti ve Bodrum bölgesinin turizm gelirlerinde önemli kayıplara neden olduğunu gösteriyor. Bu nedenlerle yapılan şikayet, şüphelilerin ekonomik ve çevresel zararların yanı sıra ulusal bütünlüğe de zarar verdikleri iddiasını içeriyor.

Muğla’da şirket RES için gözünü Kuzey Ormanları’na dikti

Muğla Datça’daki “Datça-Bozburun Özel Çevre Koruma Bölgesi ve Nitelikli Doğal Koruma Alanı” içerisinde kalan bölgede kurmak istediği rüzgâr enerji santralı (RES) için adım atan Hisarüstü Enerji Yatırımları Anonim Şirketi, Kuzey Ormanları’na da gözünü dikti.

Cumhuriyet’ten Şeyda Öztürk’ün aktardığına göre; Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’na başvuruda bulunan şirket, onay alması durumunda tarım ve ormanlık alanlardan oluşan bölgeye 16 türbin dikecek.

Şirket bu projesi için 936 milyon TL harcayacak. Bakanlık, projeye ilişkin 23 Mayıs’ta halkın katılımı toplantısı yapılacağını duyurdu.

Proje kapsamında orman ve tarla alanlarını kapsayan bölümlere yerleştirilecek türbinler için yollar yapılacak.

Türbinler arası ulaşım için yaklaşık 30 bin metre uzunluğunda ve 10 metre eninde yollar açılacak. Ayrıca türbinlere en yakın konut ise 67 metre mesafede bulunuyor. Proje alanında beş kilometre mesafede ise Danamandıra Tabiat Parkı bulunuyor.

Prens Adaları’nda ‘rant’ operasyonu hız kazandı

İstanbul’un Prens Adaları’nda hukuka aykırı işlemler, ihaleler hız kesmeden devam ediyor. Deniz ve denize ulaşılacak her alan ranta açılmakla kalmıyor, sebze bahçeleri bile ihaleye çıkıyor.

Geçtiğimiz bir hafta içinde Heybeliada ve Burgazada; tamamı sit alanı olan sahillere yönelik üç hukuksuz girişime sahne oldu:

  • İstanbul Vakıflar 2. Bölge Müdürlüğü tarafından Burgaz’daki Martha Koyu ve koyun sırtında yer alan sebze bahçesi ihaleye çıkarıldı.
  • Heybeli’de Diyanet İşleri Başkanlığı’na tahsis edilen, dünyanın en güzel ve mikro klimaya sahip Çam Limanı ve orada kiracı konumundaki bir işletmenin acele tahliyesine karar verildi.
  • Yine Heybeliada’daki orduya ait iskelenin bitişiğindeki kıyıdaki hafriyat ve dolgu çalışması başlatıldı. Buraya ilişkin henüz bir bilgi olmamakla birlikte, Adalılar alanın ihaleye çıkarılacağını düşünüyor.

Birinci derece SİT alanı olan Madam Martha Koyu, Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından 8 Mayıs’ta aylık 150 bin TL ile kiralamaya açılıyor.

Uzmanlar Madam Martha Koyu’nun önemini pek çok kez dile getirmiş; deniz çayırlarının en önemli yaşam alanlarını oluşturduğunu, Marmara’ya oksijen sağlayan bir habitat, bir deniz ekosistemi için olmazsa olmaz olduğunu belirtiyor. Bilim insanları, bu koyun İstanbul çevresinde korunması gereken en önemli yaşam alanlarından biri olduğunu dile getiriyor.

Ancak Martha Koyu ne yazık ki 2019-2021 tarih aralığında da benzer bir ihale konusuyla tehdide açık hale getirilmişti. Koyun 8 Mayıs’ta ihaleye çıkması bekleniyor.

Koydaki bahçe de ihalelerden nasibi aldı

Mimi koyunun üst kısmındaki bahçe de parça parça ihale ediliyor. Geniş bir alanı kapsayan ve kiralayan için hazırlanmış ihale şartnamesinde kıyı kenar çizgisi vb hiçbir şart bulunmuyor.

İhaleye çıkan yer 10 ile işaretli alan. İkinci ihale ise parkın oradaki alan içerisindeki evlerden biri…  

Diyanet’in Adalar’da işi ne?

Ayrıca Heybeliada Sanatoryumu‘na ait 3 bin 100 metrekarelik kıyı parselinin, Kaymakamlık emri ile boşaltılmasının istendiği ve arazinin İstanbul Müftülüğü aracılığıyla Diyanet İşleri Başkanlığı’na devredileceğini Yeşil Gazete daha önce duyurmuştu.

17 Ocak’ta yayımladığımız haberde, sözü geçen parselde şu anda plaj olarak çalıştırılan işletmenin 4 Ocak 2024’e kadar araziyi boşaltmasının istendiği ancak, 11 yıldır burayı işleten işletme sahibi Yasin Mercan‘ın, Adalar Kaymakamlığı‘nın tahliye talebini mahkemeye taşıdığı paylaşılmıştı. İstanbul 2. İdare Mahkemesi, yürütmeyi durdurma kararı vererek işlemi iptal etti.

Sanatoryumun bulunduğu parsel ile plajın bulunduğu kıyı parselinin Hazine’ye ait olduğu ifade ediliyor. Konuyu yakından takip eden Dünya Mirası Adalar Girişimi‘nde gönüllü Derya Tolgay, Yeşil Gazete’ye yaptığı açıklamada bu parselde ne yapılması planladığını bilmediklerini ancak kıyı kanunu kapsamında kalan ve daha önce ruhsatlandırılmış işletmenin tahliyesine dair resmi tebligat iletilmiş olduğunu anlatmıştı.

‘Tarihe de bir ilk olarak geçmiş bulunuyoruz’

Dünya Mirası Adalar girişiminde gönüllü olan Derya Tolgay,  yakın zaman önce Adalar Koruma İmar Planları’nın askıdan indiğini hatırlatarak şunları anlattı:

“Görüldü ki planda dört tarafı deniz olan Adalarda kıyılar plana dahil edilmemiş. Olacak iş değil, değil mi? Haliyle plan bizler tarafından Adalar koruma değil koruma(ma) planı olarak okundu. İtirazlar edildi, davalar açıldı, ancak dava açanlar arasında İBB yer almadı. Oysa bu planı Adalılar’la birlikte katılımcı bir model ile yaptığını açıklamışlardı ve kıyıların korunması da plana dahildi.”

İBB’nin Marmara Bölgesi Özel Çevre Koruma Bölgesi ilan edildikten sonra Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’na yolladığını belirten Tolgay, “Sonuç itibari ile Bakanlık kıyıları kendi yetki alanına aldı, iç bölgeleri de İBB’ye bıraktı. Tam da planların askıda olduğu süreçte yapılan kamuoyu bilgilendirme toplantısında İBB, bu planlara sahip çıktığını ve Bakanlıkla anlaştığını söyledi” dedi ve şunları aktardı:

“Oysa dünyanın hiçbir yerindeki adaların imar planları bu şekilde yapılmamıştır. Böylece tarihe de bir ilk olarak geçmiş bulunuyoruz. Ayrıca bu plana artık kimse ‘katılımcı imar planları‘ diyemez. Bu plan tepeden indirilen bir plandır. Buna göz yuman her kurumda tarihte yine yapıp, ne yapmadığı ile hatırlanacaktır.”

Tolgay, Kıyı Kanunu’nun son derece net olduğunu, kıyı şeridinden yararlanmada kamu yararının önde geldiğini belirterek “Dolayısıyla kıyıları üçüncü bir  kişiye kiralayamazsınız. İdarenin buraları kiralaması hukuka aykırıdır” dedi.

Sit ilanından sonra planlama süreci nasıl yürütülüyor?

Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığının sitesinde yer alan bilgilere göre; bir yerde sit ilan edilmişse orada üç ay içinde Bölge Komisyonu tarafından Geçiş Dönemi Yapılaşma Koşulları belirlenir, 18 ay içinde Koruma Amaçlı İmar Planları hazırlanır.

Bu planlar ise “Korunan Alanlarda Yapılacak Planlara Dair Yönetmelik” ile “Korunan Alanlarda Plan İnceleme ve sonuçlandırılmasına ilişkin Genelge” ekinde bulunan “Korunan Alanlarda Yapılacak İmar Planı Teklifi Usul ve Esaslarına” göre hazırlanıyor.

Son olarak bir yerin sit ilan edilmesi veya sit statüsünün değiştirilmesi halinde bu alanda her ölçekte plan uygulaması durduruluyor.

Doğal sit alanlarında planlama yapmaya ise Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığının tam yetkisi bulunuyor.

Keban Barajı’ndaki toplu martı ölümlerinin sebebi İliç mi?

Elazığ’ın Ağın ilçesindeki Keban Barajı Gölü kıyılarında yüzlerce ölü martı bulundu. Keban Fırat Kültür Sanat Arama Kurtarma Spor Kulübü Başkanı Fethi Oruç, yaşanan bu toplu ölümlerin ardında yatan nedenin, bölgedeki altın madeni faaliyetleri sırasında kullanılan siyanürün neden olduğu kirlilik olabileceğini dile getirdi.

Ağın ilçesinde baraj gölü yakınındaki Kaşpınarı Köyü‘nde yaşayan Salih Genç, martı ölümlerini duyduklarında hemen bölgeye geldiklerini söyleyerek, “üç beş tane zannediyorduk, yüzlerce martının öldüğüne, can çekiştiğine şahit olduk. Ben bugüne kadar bir hayvanın, bir canlının böyle öldüğünü görmemiştim, izlemek bile çok kötü. Martı Adası dediğimiz şu ada, bu hayvanların burada şarkı söyledikleri yer, şimdi orada kimse yok” dedi.

Keban Barajı’nda kuraklık gölü tarlaya döndürdü, DSİ’ye göre sorun yok
Türkiye’nin ilk yüzer güneş enerji santrali Elazığ’da kuruldu
İliç’ten Sedat Cezayirlioğlu: Türkiye’nin gerçek beka sorunu burasıdır

‘Kıyıya ve baraja gelmekten korkar olduk’

Ağın ilçe sakini Oktay Kılıç ise şunları söyledi:

“Ağın İlçesi Karakaş köyü altındaki toplu martı ölümlerini gördükten sonra gelip yerinde gözlem yaptık. Gördüğümüz konu vahşet. Göldeki bütün martılar ölmüş. Hatta kıyıda zaman zaman ölmüş küçük balıklarla karşılaştık. Yıllardır bu coğrafyada yaşadığımız için, suyundan içtiğimiz, çay demlediğimiz Keban Barajı’nda siyanürle altın arama çalışması başladığı andan itibaren İliç’te, suyun rengi dahil olmak üzere canlıların bütün ekosistemi değişti. Toplu ölümler daha sık görülmeye başladı. Artık kıyıya ve baraja gelmekten korkar olduk. Bu sürecin kısa zamanda ilgili makamlara iletilmesini ve ölümlerin sebebinin araştırılıp sağlıklı bilgilendirilme yapılmasını devletimizden ve kurumlarımızdan rica ediyoruz.”

Iraklı baba, çevreyi kirleterek oğlunun ölümüne neden olduğu gerekçesiyle BP’ye dava açtı

Iraklı bir baba, 21 yaşındaki oğlunun ölümü nedeniyle İngiliz petrol devi BP‘ye dava açtı. Hüseyin Julood, Irak’ta BP tarafından işletilen bir petrol sahasındaki gazın yakılması nedeniyle oğlu Ali’nin lösemi hastası olduğunu iddia ediyor.

BBC’nin aktardığına göre; Ali’nin petrol sahası içinde yer alan köyünde, BBC’nin 2022 yılında yaptığı bir araştırma, gaz yakma (flaring) işleminden kaynaklanan ve kansere neden olan kirleticilerin yüksek düzeyde bulunduğunu ortaya koydu. BP “endişeleri anlıyoruz” dedi ve değişimi desteklediklerini belirtti.

İlk kez bir birey tarafından büyük bir petrol şirketine karşı yakma uygulamaları nedeniyle dava açıldığına inanılıyor. Dava dilekçesinde, Irak‘ın güney doğusundaki “Rumaila petrol sahasından kaynaklanan zehirli emisyonların” Ali’nin lösemisine ve ardından ölümüne neden olduğu ve BP’nin ana yüklenici olarak kısmen sorumlu olduğu iddia ediliyor.

Julood, oğlunun kemoterapi ve kemik iliği nakli de dahil olmak üzere yurtdışındaki tıbbi tedavi masrafları, kazanç kaybı, cenaze masrafları ve oğlunun “manevi kaybı” için tazminat talep ediyor:

“BP’nin sesimi duymasını ve durumumu dikkate almasını umuyorum. Ben sadece kendimi değil, burada yaşayan ve kirlilikten mustarip olan yoksul insanları da temsil ediyorum.”

‘Önemli bir çevre davası örneği’

Julood’u temsil eden Hausfeld & Co avukatlık şirketinden Wessen Jazrawi, davayı “önemli bir çevre davası örneği” olarak niteledi ve “Bu tür şirketler özellikle Küresel Güney‘de meydana gelen zararlı çevresel uygulamaları genellikle cezasız bir şekilde gerçekleştirebiliyor” dedi.

Fotoğraf: BBC- 21 yaşında hayatını kaybeden Ali.

Gaz yakma nedir?

Gaz yakma (flaring) petrol çıkarılırken açığa çıkan gazın yakılmasıdır; gaz, benzen gibi kansere neden olan zararlı kimyasalların karışımını içerebileceğinden insan sağlığı için tehlikelidir.

Dünya Bankası rakamları üzerinden yapılan analize göre, Rumaila petrol sahası dünyada belgelenmiş en yüksek gaz yakma seviyesine sahip. Hüseyin Julood, daha fazla ailenin acı çekmemesi için düzenli gaz yakmanın durdurulmasını hedeflediğini belirtiyor.

Ali’ye akut lenfoblastik lösemi teşhisi konulduğunda 15 yaşındaydı ve kemoterapi, ilik nakli ve radyoterapi de dahil olmak üzere iki yıl tedavi gördü. Bir süre sonra hastalığı nüksetti ve geçen yıl Nisan’da hayatını kaybetti.

Çalışmaya göre bölge halkı yüksek lösemi riski altındaydı

2021 yılında BBC Arapça Servisi, Rumaila petrol sahasında ilk kirlilik izleme çalışması yaptı. Sonuçlar, yüksek düzeyde benzen ve diğer kanserojen maddelere maruz kalınması nedeniyle bölge halkının yüksek lösemi riski altında olduğunu gösterdi.

Rumaila petrol sahasının sahibi Irak hükümeti; ancak BP ile Çin‘in PetroChina şirketi ROO adlı bir konsorsiyumda ortaklık halinde sahanın yönetiminde ana yüklenici konumunda. BP’nin de imzaladığı ROO’nun işletme standartlarına göre “Ulusal sınırları aşan kirlilik seviyelerinden etkilenenler yasal olarak tazminat alma hakkına sahip”.

Söz konusu faaliyet Irak’ta gerçekleşmiş olsa da, BP’nin merkezi İngiltere‘de olduğu için Julood İngiltere mahkemelerinde dava açabiliyor.

‘Çevre nefes alamayacak kadar kirlenmiş durumda’

BBC’nin yorum talebine yanıt olarak BP, Rumaila sahasının işletmecisi olmadığını, ancak ROO’nun “gaz yakma ve emisyonları azaltma konusunda yardımcı olmak için yaptığı çalışmalarda ana yüklenici olan Basra Energy Company Limited‘i (BECL) aktif olarak desteklemeye devam ettiğini” belirtti. O dönemin bir yetkilisi ROO’nun gaz yakmayı azaltmaya çalıştığını ve “toplum sağlığı girişimleri için fon desteği sağladığını” söylese de, Julood neredeyse her gün gaz yakımı ve siyah duman gördüğünü söylüyor:

“Bunlar sahte vaatler. Hiçbir gelişme yok. Çevre nefes alamayacak kadar kirlenmiş durumda.”

Julood ayrıca Ali’nin ölümünden bu yana, biri genç bir çocuk olmak üzere dört ya da beş kişinin kanserden öldüğünü söyledi. Julood’un avukatları BP’nin tazminat konusunda müzakerelere başlayabileceğini ya da iddiayı reddedebileceğini belirtiyor.

BP’nin talebi reddetmesi halinde bir sonraki adım Julood’un mahkemeye başvurması olacak ve dava İngiltere’deki yargıçlar önünde görülebilecek.

El Niño sona erdi ama kuraklık, kıtlık ve ölümcül sıcaklar devam ediyor

Avustralya hava durumu bürosunun raporlarına göre, El Niño‘nun sona erdiği belirlendi; geçtiğimiz hafta boyunca gözlemlenen sıcaklık düşüşleri, bu doğal olayın sona erdiğini gösteriyor. Bu fenomen, geçen yıl haziran ayında başladığında, Pasifik Okyanusu‘nun yüzeyindeki suları ısıtarak küresel hava koşullarında önemli değişikliklere neden olmuştu. Avrupa Birliği‘nin Copernicus İklim Değişikliği Servisi tarafından sağlanan verilere göre mart ayı, art arda on ay süren aylık sıcaklık rekorlarının son halkası oldu.

El Niño, dünya genelinde denizler üzerindeki sıcak su dalgalarını tetikleyerek küresel hava koşullarını ölümcül sonuçlarla değiştirmeye devam ediyor. İklim bilimciler, yaşanan bu sıcaklık artışlarının çoğunu insan kaynaklı iklim değişikliğine bağlıyor ancak, peş peşe gelen sıcaklık rekorlarının, güçlü El Niño koşulları düşünüldüğünde şaşırtıcı olmadığı belirtiliyor.

Euronews‘in aktardığına göre, önümüzdeki aylarda gözlemlenecek sıcaklıklar, son zamanlardaki rekorların ne kadarının küresel ısınmadan kaynaklandığını daha net bir şekilde ortaya koyacak.

El Niño Güney Afrika’ya açlık getiriyor: Malavi’de de kuraklık ilan edildi
Dünya Meteoroloji Örgütü: Zayıflayan El Niño’nun etkisi mart-mayıs arasında ‘pik yapacak’
El Niño yüzünden ‘kasırga rotası’ aşırı ısınan Atlantik’te 2024 zor geçecek

Güney Amerika‘da durum daha vahim. El Niño, genellikle bu bölgede yağışların azalmasına neden olurken, son aylarda rekor sıcaklıklar ve kuraklıklar yaşandı. Bu durum, bazı ülkelerin acil durum önlemleri almasına neden oldu.

Özellikle Ekvador‘da, El Niño’ya bağlı kuraklıklar nedeniyle elektrik tasarrufu yapılmak zorunda kalındı. Ülkenin enerjisinin büyük bir kısmını sağlayan hidroelektrik santralleri, azalan rezervuar seviyeleri nedeniyle yetersiz kaldı. Ekvador Enerji Bakanlığı‘ndan yapılan açıklamada, “Tüketilmeyen her kilovat ve her damla suyun bu zorlukla başa çıkmaya yardımcı olacağı” vurgulandı.

Kolombiya‘da da benzer bir durum yaşanıyor. Kuraklık, başkent Bogotá‘da su tasarrufu önlemlerinin alınmasına yol açtı. Rezervuarlar rekor düşük seviyelere ulaştığında, şehir yönetimi, su israfını önlemek için ek ücretler ve cezalar getirdi.

El Niño

Kolombiya’nın enerji üretiminin büyük bir bölümünü oluşturan hidroelektrik santralleri de iç tedariki korumak adına Ekvador’a enerji ihracatını durdurdu. Ülkenin başkenti çevresindeki orman yangınları, uzun süreli sıcak ve kuru dönemler boyunca devam etti.

Afrika kıtasında da durum trajik. Batı Afrika ve Sahel bölgelerinde geçtiğimiz ay ölümcül bir sıcak dalgası yaşandı; Mali‘de sıcaklıklar 48°C’yi aştı. World Weather Attribution‘ın (WWA) yeni raporuna göre, iklim değişikliği Mali ve Burkina Faso‘daki sıcaklıkları 1,5°C kadar artırdı.

Beş günlük sıcak dalgası boyunca Sahel bölgesinde sıcaklıklar, küresel ısınma nedeniyle 1,4°C artış gösterdi. Raporda, yüksek sıcaklıklara alışkın olan bölge halkının, sıcak dalgasının süresi ve şiddeti nedeniyle zorlandığı ve enerji kesintilerinin durumu daha da kötüleştirdiği belirtildi. Ayrıca düşük yağış miktarları, Güney Afrika’da tarım ürünlerinden verim alınamamasına ve Oxfam gibi yardım kuruluşlarının, 20 milyondan fazla insanın açlık ve su kıtlığı ile karşı karşıya olduğu uyarısında bulunmasına neden oldu.