Hafta SonuHaftasonuKöşe YazılarıManşetYazarlar

Şiddet dikkate alınmadan politika yapılabilir mi?

0

‘Kimlikler, yalnızca yok olanın değil, kendi varlıklarının da travmatik tezahürleridir. Onların yoklukları hayaletsi varlıklar olarak kalanların bağrında yaşar. Kimlik yokluğun varlığıdır. Varlığın yokluğudur.’

Günümüzün kentleri, insan yerleşimleri bir taraftan göçlerle yeni vatandaşlar kazanırken, diğer bir taraftan da nüfuslarının büyük bir bölümünü savaşlarla, kırımlarla kaybettiler. Günümüzde toplulukların yerle olan ilişkilerinin, bağlarının hala şiddetle, zorla koparıldığı ya da kimlik aidiyetlerinin değiştirilerek korunmaya çalışıldığı görülüyor.

Yaşanan şiddetin karşımızdaki örneği İstanbul. İstanbul’un kadim bir topluluğu olan Rum nüfusun 1955 ile 1975 yılları arasında 20’de bire (yüzde beşe) düştüğü biliniyor. Rumların (yüzde doksan beşinin yok olmasında) devlet eliyle yönlendirilen saldırıların, tecavüzlerin, gaspların olduğu biliniyor. Lozan Anlaşması’na aykırı olarak gerçekleştirilen ‘64 tehcirinde de örneğin hiç birinin hakkında bir soruşturma, mahkumiyet olmadan gönderildikleri… Günümüzde İstanbul’da kalabilen Rum topluluğunun ölüm/doğum oranı 7’ye 1. Bu bir kırımdır, bir yok oluştur. Binlerce yıllık Rum topluluğunun izleri şehrin entelektüel ve kamusal hayatından silindi.

Buna karşılık şehirlerinin, var oldukları bölgelerin dışına zorla itilen bu topluluklar kendilerini  hala atalarının yaşadıkları yerlerle adlandırıyorlar. Dağılmış oldukları yerlerde anılarını, ilişkilerini korumaya çalışıyorlar. Tıpkı yeni gelenler gibi.

Şiddet, mevcut olanı da temsil edileni de yok eder

Benim bu yazıda tartışmak istediğim soru şu: İçinde yaşadığımız şehirlerdeki bu fiili ve travmatik durum dikkate alınmadan, yalnızca görünür olan ya da şiddet, kırım yoluyla şekillendirilmiş koşullar üzerinden hakları konuşmak, tartışmak mümkün mü? Şiddet, kırım dikkate alınmadan, mevcutlar üzerinden politika yapılabilir mi?

Şiddet içinde ve yoluyla gerçekleşen temsil biçimleri, hak mücadeleleri her zaman aldatıcıdır.

Demokrasinin ve hakların geliştirilmesine izin vermez. Kırıma uğramış, şiddet görmüş şehirlilerin unutulması, ya da gözden uzak tutulması, yalnızca koşulların sürmekte olduğunu ya da başkalarının da şiddet görmekte, izlerinin silinmekte olduğunu gösterir.

Yaşanan kırımların ardında yalnızca anlaşmazlıkların, karşıtlıkların olduğunu düşünmek hatalı olabilir.  Çünkü şiddet, kurumlar, aygıtlar, maddi pratikler içinde tekrarlanan, süreklilik taşıyan bir özelliktir. Karşıtlıklar arkasında hakları sürekli askıya alan ve eşitsizlik, şiddet yaratan bir iktidar aygıtını gizler.  Bu nedenle yok edilenlerin, kırıma uğrayanların, izleri silinenlerin haklarının temsilinin demokrasinin temel konularından biri olduğu söylenebilir. Bu arayışın en az günümüz politikasına anlam kazandıran mevcutların temsili problematiği kadar önemli olduğunu da. Şiddet dikkate alınmadan politika yapılamaz, çünkü şiddet mevcut olanı da temsil edileni de yok eder, kırıma uğratır.

Yok olandan geriye kalanlar

Şiddetin sonuçlarını idrak etmek için şehirlere bakmak yeter. Yok olanlardan geriye ne kalır? Kalıntılar, anılar, binalar, izler… Bunlar yokluğun izleridir. Ama bunların aynı zamanda mevcut olanların kimliğinin travmatik dönüşümüne işaret ettikleri de söylenebilir. Bir de var olanların temsilinin var olmayanların temsiline bağlı olduğunu.  Şehirlerin kaybolan vatandaşlarından geriye kalanlar, yaşayanların zihninde benzer bir eksiklik, kışkırtıcı bir yarık açarlar. Koşullar imgenin kaybına yol açmıştır, her iki tarafında da. Hem varlığın, hem yokluğun tarafında. Bunlar kimliğin temsilinin imkansızlığını gösterirler: Varlığı yokluğa, yokluğu varlığa dönüştürdüğünü.

Kimlikler, yalnızca yok olanın değil, kendi varlıklarının da travmatik tezahürleridir. Onların yoklukları hayaletsi varlıklar olarak kalanların bağrında yaşar. Kimlik yokluğun varlığıdır. Varlığın yokluğudur. İmleyenin başka bir imleyenle imlenmesi, imleyene dair bir eksiklik yaratır, tıpkı bir imleyenin imlediğini sürekli doldurulması mümkün olmayan boşluk haline getirmesi gibi.

Bu eksikliği kavramaya çalışmaktan vazgeçildiğinde kimlik bir enkaza dönüşür.

Geriye ne kalır? Arendt’e göre yalnızca “anadil”. Peki “anadil” nedir?

“Anadil” hem konuşulan, hem de konuşmadan önce var olan bir dildir. Ama “anadil” karmaşık bir şekilde gerçekleşir: Eğitim aygıtları ve kurumlar tarafından askıya alınmıştır. Sözün içinde gerçekleştiğini varsaydığımız dil, birey ötesi oluşumun üzerinde kurgulanan bir şiddet pratiğidir. Bu bir “grammatica”,  yani ölü bir dil haline gelmiş bir dildir. Bireyler tarafından deneyimlenen ve resmi kurumlarca öğretilen. Bunlar birbirine karışır ve iç içe girer. Bu yüzden kullanıcısı olan anadiller de tıpkı kullanıcısı kalmamış dillere benzerler. Yok olan kimlikler var olan kimliklere bağlanır. Var olan kimlikler de bu nedenle yok olanların, kendisini var ederken yok ettiklerinin de izlerini taşır. Böylece yok olan, silinen varlığını kanıtlarcasına yok edenin iradesinin içine gizlenir. Yok etme eylemi, yok edilenin varlığını kanıtlamak gibi bir tezat yaratır. Şiddetin paradoksu da buradadır: Dilden başlayarak kimliğe hakim olmak, kimin vatandaş sayılacağını, kimin sayılmayacağını tanımlamak güçlü bir politik irade sergilemek gibi algılanır. Oysa bu askıya alma işlemi politik bir boşluk yaratır: Şiddetin merkezindekiler sahip çıktıklarını zannettikleri imgelerin yok oluşuna hizmet ederler. Kimlikler inşa edildikçe enkaza dönüşür.

Bu eksiklikten, imge kaybından hareketle, var olmayanın varlığının araştırılmasının, deneyimlenmesinin şiddeti ve iktidarı dönüştüren bir özellik kazanabileceğini düşünüyorum. Bu enkazın parçaları ancak şiddetsiz, iktidar dışı yollarla birleştirebilir, çoklu bir yapım haline getirilebilir. Bu travmatik enkaz ancak şiddetsizlik politikaları ile canlanabilir. Şiddet merkezli olmayan, seküler bir politika, temsilin imgelerle etkileşimini, ilişkisini değiştirerek, onlara hayat katarak, ölmüş olanı canlandırarak bu kırığı onarabilir.

Sekülerleşme meselesi bir sonuç değil, sürekli ve sınırsız bir şekilde kırılanı onarma, eksikliği aşma çabasıdır.

More in Hafta Sonu

You may also like

Comments

Comments are closed.