ManşetYeşeriyorum

Endülüs'te Bir Köylü Demokrasisi

0

İspanya-7-8-9-10 -2010Via Campesina’nın uluslar arası düzeyde yaptığı “Toprağa Erişim Hakkı ve Gıda Egemenliği ve Tarım Reformu” konulu toplantısı 7-8-9 Mayıs tarihleri arasında İspanya’ daki Marilaneda kasabasında yapıldı.Ev sahipliğini  Marilaneda Belediyesi’nin üstlendiği, 20 civarında ülkeden  çiftçi örgütü temsilcisinin buluştuğu toplantıya Çiftçi-Sen adına katıldım.Tercümanlığımı da Cordoba’da  tarım üzerine doktora yapan ve Çiftçi-Sen’in gönüllü destekçisi Aslı Öcal yaptı.( Aslı Galatasaray Üniversitesinde Sosyoloji Bölümünü bitirmiş.Cordoba’da  tarım üzerine doktora yapıyor.)

Toplantı yaptığımız yer Tarımdaki  Mevsimlik İşçilerin Avrupa’daki tek sendikası olan SOC’un  binası. Mütevazi ama büyük bir salon, duvarında Che’nin seramik üzerine çizilmiş bir resmi var. Salonun bir tarafına İspanyol halk dansları yapmaya uygun bir sahne kurmuşlar.Sahnenin arkasındaki duvara da köylü ayaklanmasını tasvir eden resimle boydan boya kaplamışlar.Bu binanın Marilaneda’lılar için  özel önemi var; çünkü  yıllarca önce burada bir kişinin başlattığı açlık grevi 700 kişiye ulaşmış ve 13 gün sürmüş sonunda  taleplerini Endülüs hükümetine kabul ettirmişler. Yaptıkları  açlık grevi sadece Marinaleda ki tarım işçilerine destek ve toprak sağlamamış, tüm Endülüsteki tarım işçileri için destek sağlamış; hükümet Endülüs’teki 500 bin tarım işçisine yardım dağıtmak zorunda kalmış.

Marilaneda’lılar bir çok önemli kararı bu binada almışlar, bina yıllarca Marinaleda ”Köy Meclisi”nin toplantı salonu görevini görmüş. Şimdi de Avrupa’daki. Via Campesina üyesi örgütlere ve Latin Amerika’daki Via Campesina örgütü’nün temsilcilerine “Toprağa Erişim Hakkı, Gıda Egemenliği ve Tarım Reformu” tartışmaları için ev sahipliği yapıyor.

Marinaleda’nın hikayesi Franko diktatörlüğünden sonra yapılan ilk seçimlerle başlıyor. 1979 daki ilk seçimlerde Marinaleda da mevsimlik tarım işçileri ve sosyalistler ortak adayla belediye seçimlerine katılıyorlar ve  adayları Juan Manuel Sanchez Gordillo seçimleri kazanıyor.Belediye Başkanlığı’nı aldıktan sonra yaptıkları ilk iş Franko döneminden kalan sokak adlarının değiştirilmesi oluyor. 30 yıldır sokakların adı, “Özgürlük caddesi, Che Guevara caddesi,Allende Caddesi, Lorca caddesi” gibi isimlerle anılıyor.

İspanya-7-8-9-10 -2010 250Belediye Başkan’ı Türkiye’de pek rastlanmayan  tarzda bir yönetici; sağa sola emir yağdırma yerine yapılması gereken bir iş varsa ve o an oradaysa hemen o işin ucundan tutuyor; onu  masa taşırken veya resim çekilmek için sahne hazırlanırken, perdeyi indirirken görebilirsiniz. Beni Sevilla’ dan alması gerekenlerin geciktiğini duyunca Marilaneda’n araç göndermekle kalmamış bizzat kendisi de gelmiş.Belediye Başkanı ile 3 gün boyunca tercümanım Aslı aracılığıyla gerek toplantılarda gerekse toplantı dışında  sohbet ettik

Kalabalığın arasında diğer insanlardan onu ayıran tek şey boynundan hiç çıkartmadığı poşusu. 30 yıl önceki seçim çalışmasında miting alanında slogan atarken de, otuz yıl sonra Endülüs parlamentosunun sıralarında otururken de, boynunda poşusu var.Evine sabah kahvaltısına gittiğimizde de bizi boynundaki poşuyla karşıladı. O’nun için boynundaki poşu adeta toprağa bağımlılığın ve köylülerin başkaldırışının simgesi

Belediye seçimlerini kazandıktan sonra kendi deyimleriyle “Siyasi olarak demokrasinin  ekonomik güç olmadan olmadığını” görüyorlar.Meclislerinde  işsizliğe çare arıyorlar ve en sonunda topraktan çare üretebileceklerine karar veriyorlar.Ama  üretim yapabilecekleri toprakları satın alabilecek paraları da yok.Ancak gene de üretim yapabilecekleri toprak aramaya başlıyorlar.

Bu durumu başkan ve köylüler şöyle anlatıyor;

“Gördük ki Endülüs İspanya’da en büyük eşitsizliğin yaşandığı bir yer, Birkaç toprak ağası toprakların çoğuna sahip ve Marinaleda da toprakları olan bir toprak ağası ise Endülüs’ün en büyük toprak ağası Endülüs’te toplam 17.000 hektar arazisi var.Bu “Dük” kralın yakın arkadaşı;yolları kestik,hızlı treni durdurduk,tarlaları işgal ettik,onlarca insan güvenlik güçleriyle karşı karşıya geldi,gözaltına alınanlar,tutuklananlar oldu, yılmadık çünkü yoksulların özgürlük için mücadele etmesi gerekir,Toprağı işgal ettikten sonra sürekli nöbet tuttuk,bazen yemek bile yemeden nöbet tuttuk,Nöbet tutmaktan işe bile gidemiyorduk,küçük çocuklarımızı yanımızda götürüyorduk, sonunda 1255 hektar araziyi kazandık.”

Arazileri kazanıp üretim yapmaya başlamanın da tek başına yoksulluklarına çare olamayacağının farkına varıyorlar;

“Sadece toprağa erişimle sorunun çözülemeyeceğini gördük.Kendi ürettiğimiz ürünleri işleyip satmamız gerekiyordu.Bunun üzerine gıdayı işlemek için örgütlendik gıda sanayine girdik .Biber, enginar,zeytin v.b.sanayiler oluşturduk.Toprak hiç kimseye ait değil ve bizim sadece kullandığımız  bir kaynak, geleceğe bırakacağımız bir kaynak. Sendikamız ve belediye ile birlikte bütünlüğü oluşturduk ve kooperatifler kurduk. 8 Kooperatif kurduk ve tarım yapmaya başladık.Kooperatife üye olanlarla olmayanlar arasında ayrım yapmıyoruz. Böylelikle işsizliği çözdük her yerde işsizlik varken bizde işsizlik oranı sıfır.” Yıl boyunca günlük 500 kişilik istihdam kapasiteleri var

İşgal ettikleri arazide eskiden sadece ayçiçeği ve buğday ekiliyormuş, şimdi çeşidi çoğaltmışlar sulu tarıma geçmişler; Kullandıkları tarım makinelerini koymak için yaptıkları binanın giriş duvarında ise sizi “TIERRA UTOPİA “(Ütopya Toprakları) yazısı karşılıyor.350 hektar zeytin dikmişler 12-13 yaşlarında 100,000 zeytin ağaçları var .Kooperatif işledikleri tarlaların yanı başına dev bir kontinü sistem zeytinyağı üretim tesisi kurmuş, zeytinler orada işleniyor, yılda 3 milyon ton zeytin üretip işleyerek zeytin yağına çeviriyorlar Arazilerinin diğer yerlerinde enginar,biber, pancar, havuç,brokoli v.b üretip işleyip satıyorlar. Yılda 1 milyon kilo enginar toplanıyor,50 hektar alana pamuk dikili, Biber üretimi bütün yıl boyunca devam ediyor.Kooperatiflerde herkes aynı ücreti alıyor,gruplar halinde çalışıyorlar, nerede işçiye ihtiyaç varsa orada çalışıyorlar,15 günde bir ödeme yapılıyor.Kendi markalarını satıyorlar.yakın çevredeki yerleşkelerde  kendi marketleri var, Tüketiciyle üretici arasında yakınlaşma ve dayanışma talep ediyorlar.Kendi marketlerinin dışında da başka marketlere toptan satış yapıyorlar. Kooperatiflerden kar payı dağıtmıyorlar daha başka insanlara istihdam yaratabilmek için yatırımlar yapıyorlar.

Başkan anlatmaya devam ediyor ;

“Toprağımızı kazandığımız da bile tarım yapmak için suyumuz yoktu. Suya erişim en büyük sorundu. Kooperatifi kurak bir yerde kurmuştuk.Toprağı işlemek için su talep ettik.Bunun içinde bir göleti işgal ettik.Bütün bunların içersinde kadınlar çok önemli bir rol oynadılar.Köy meclisimiz var, bütün köylü bu meclis aracılığıyla yapılacak işlere karar verir.30 yıldır köy meclisi üzerinden siyasal katılım modeli uyguluyoruz. “Tarım” konusu bu meclisin en önemli konularından bir tanesi.”

Hala toprak işgallerini sürdürüyorlar.Üretim yaptıkları toprakların kendilerine yetmediğinden değil; Endülüs’teki daha fazla topraksız çiftçileri istihdam yapabilmek ve daha fazla kaliteli üretim yapabilmek için toprak işgal ediyorlar. Askeriyenin terk ettiği 60.000 hektarlık bir araziye göz dikmişler. Bu arazinin belediyeye verilmesini istiyorlar ve bu  araziyi 2003 den beri birkaç kez işgal etmişler. 8 Haziran 2010 da  75 kişinin mahkemesi var. Eylemlerinden dolayı sendikaya 400.000 Euro para cezası kesilmiş, 1000 ‘e yakın insan gözaltına alınmış, yönetim kurulunun tamamının tutuklandığı zamanlar olmuş.Ama fiili meşru mücadelelerini  sürdürmeye devam etmişler.

“Barış ve eşitlik üzerine,ve herkesin hakları paylaşması,katılımı üzerine bu hayali kurduk.Bize göre insani bir hayat ve etik önemlidir,ekonomi değil. Bizim bugün yaptığımız hayallerimizi bu günden yaşamak. Sınıfsız toplumu beklemedik,hayallerimizi bu günden kurduk” diyorlar.

Herkes 15 gün gönüllü olarak köy için çalışıyor. Çalışan kadınlar 1400 Euro maaş alıyor. Belediye Başkanı aynı zamanda tarih öğretmeni ve hala çocuklara tarih dersi veriyor.Onun maaşıda 1200 Euro. Endülüs Parlamentosu’ndan da parlamenter maaşı alıyor ama parlamenter maaşını sendikaya, sosyal ve kültürel çalışmalara bağışlıyor.

Toplanacak vergileri, yapılacak işleri,önceliklerini v.b her şeyi  “Köy  Meclisi”nde tartışıp karar verdiklerini anlatıyorlar; “Mesela halk ev yapmaya karar verirse bu evleri yapmak için örgütleniyoruz. Kaç m2 lik hangi özellikteki evler ihtiyaçlarımız için daha uygundur? Bunları tartıştık ve sonunda 90 m2 alanı,100 m2 bahçesi olan evlerin bizim için ideal olduğuna karar verdik, buna uygun örgütlendik. Ev sahibi olması gerekenleri birlikte belirledik, araçları malzemeleri, mimarı, işçiyi bedava verdik herkes kendi evini kendisi yaptı Mücadele bizim birinci ilkemizdir. Ev yapmaya karar verilirse ev yapılır ve bu evlere önce halk yerleşir, kalan olursa memurlar yerleşir.İktidar her zaman baskı kurmak için kullanılmış,hiçbir zaman Özgürlükler için olmamış, bizde ise iktidar özgürlük ve dayanışma için kullanılıyor” diyerek kapitalist sistemden  farklarını ortaya koyuyorlar

89 yılında ilk binaların teslimini yapmışlar Ev sahibi olabilmek için 2 yıl boyunca köyde  çalışmak ve yaşamak yetiyor, evlerin kullanım hakkı veriliyor ama satılamıyor, spekülasyon amaçlı kullanılamıyor. Evler 24.000 Euro’ya mal olmuş. Ev sahibi olanlar aylık 15 Euro ödüyor.

Ev sahibi olabilmeniz için hangi ülkeden, hangi şehirden, hangi ırktan olduğunuz önemli değil. Toplantıya dışardan gelen katılımcıları da köy halkı evlerinde konuk etti. Bizim evlerinde kaldığımız karı-koca  Avusturalya’lıydı. Turistik amaçlı gelmişler, gezilerini 2 aya çıkartmışlar, orada çalışmaya başlamışlar sonra bir bakmışlar ki dört yıldır oradalar. Onların evinde misafir olarak Belçika’dan gelen bir çiftçi, Cordoba ‘da okuyan biri Fransız ve diğeri Meksikalı olan gençler, ben ve tercümanım olmak üzere 5 kişi kaldık. Birbirlerini ilk defa gören 5 ayrı ulustan 7 insan aynı çatıyı paylaştık. Enternasyonalizm ve dayanışma böyle bir şey olsa gerek.

Bildiğiniz gibi bizde köy kahveleri köydeki insanların günlük yaşamdan,siyasetten, hava durumundan, mahsullerinin durumundan v.b konularda sohbet etmek için buluşma mekanlarıdır. Endülüs’de aynı işlevi cafe-barlar görüyor, tek farkla ki cafe-barlara kadınlı erkekli gidiyorlar. Gittiğimiz cafe-barda rock müzik yapılıyordu.Grup yeni bir parçaya başladığında tercümanım Aslı bana dönüp “Abi bu parçayı Çiftçi-Sen’e ithaf ediyorum, çünkü parçanın adı Sendikaya Özgürlük” dedi. Bende rock’tan ve İspanyolcadan anlamasam da coşkuyla dinledim bu parçayı

Köyün bazı duvarları çeşitli sloganlarla dolu.Ütopyalarını dillendiren sloganlar.Kapalı spor salonunun giriş kapısının yanındaki duvarda  ise CHE Guevara resmi gelenlere gülümsüyor.

Köyün spor salonları, kültür merkezleri, yüzme havuzları v.b bir çok yatırımları var. Havuza sürekli girmek ayda sadece 3 Euro. Futbol takımı kurmuşlar,futbol sahaları var.91 yılından beri TV kanalları var ve tabiî ki onun yönetimi de Köy Meclisi’nde.TV kanalı 50 km çapında yayın yapabiliyor.Bizimle röportajları görme özürlü bir kadın yaptı.Onu da yeteneğine göre T.V kanalında istihdam etmişler. Ama temizlik işçisi,yerel polis gücü ve zabıta için hiç kimseyi istihdam etmiyorlar.Hele hele özel güvenlikçi tutmak hiç kimsenin aklından geçmiyor.Herkes belli günlerde köy için birlikte veya gruplar halinde çalışıyor.Pazar sabahı toplantıya giderken yolda 80 yaşın üzerinde bir kadınla karşılaştık, elinde fırça evin önünü  süpürüyordu.

Çocuklar için kreş yapmışlar; çocuklarını bu kreşe bırakan aileler çocuklarının yiyeceği 3 öğün yemek de dahil ayda sadece 12 Euro ödüyorlar.Kreş sabah 7,30 öğleden sonra 21 arası açık çocuklar istedikleri saatte kreşe gelebiliyor. Ayrıca her çocuk için ailelere yıllık 600 Euro yardım yapılıyor.

“Bizim tecrübelerimizi başka halklara da  anlatmak lazım, anlatamazsak başarmış sayılmayız” diye düşünüyorlar.

Biz yemekteyken Belediye Başkanı’nı Türkiye’den  bir gazeteci aramış, telefonda röportaj yapmışlar,yemekten  döndüğümüzde bize bu konuşmasını aktardı,”sizi bulamadım,bulsaydım gazeteci ile sizi görüştürecektim” dedi.Türkiye’den bazı sol belediyeler davet ediyormuş, hangi belediyeler olduğunu bilmiyordu. Ama Türkiye’ye gelecek olursa mutlaka Çiftçi-Sen’e haber vereceğini söyledi. Bende Çiftçi-Sen olarak misafir etmekten mutlu olacağımızı, “Endülüs’ün göbeğinde yaşanan Köylü Demokrasisi” deneyimini aktarması için birkaç toplantı da bizim yapabileceğimizi söyledim.”Seve seve katılırım” dedi.Başkan’a Türkiye’de de onunla aynı yıl Fatsa’da devrimci bir adayın seçimleri kazandığını,devrimcilerin Fatsa’da bir model oluşturduğunu, mahalle meclisleriyle Fatsa’nın yönetildiğini, ama nokta operasyonları ve darbe ile bu gidişatın durdurulduğunu,yüzlerce insanın işkence gördüğünü,tutuklanıp yargılandığını ve Belediye Başkanı Fikri Sönmez’in cezaevinde öldüğünü anlattım.Fikri Sönmez’in ölüm yıldönümünde onun ideallerinin yaşama döküldüğü bir yerde bulunmak benim için bir başka anlam taşıyordu.Yıllarca önce ölüm yıl dönümünde mezarına ziyaret etmemizi bile izin vermemişlerdi.

Türkiye’ye döneceğim günün sabahı Fransa’dan toplantıya katılan delegeyle birlikte hem vedalaşmak hem de sabah kahvaltısı yapmak için Belediye Başkanı’nın evine  gittik. Kapıyı başkanın kendisi açtı. İçeriye girdiğimde diğer evlerde ne gördüysem onu gördüm;diğer evlerle aynı özellikte ve aynı sadelikte döşenmiş bir ev.Mütevazi bir kahvaltı sofrası ve mütevazi eşyalar.Birlikte kahvaltı yaptık.Türkiye’de buluşmak üzere vedalaştık.Sevilla havaalanına doğru yola çıktıktan 20 km kadar sonra yol üzerinde Marinaleda yazılı marketle karşılaştım, yanında da küresel sermayenin gıda tekellerinden birisi olan  Carfour’un büyük bir binası vardı.Marinaleda lı çiftçilerin ürünleri kapitalist pazarın metalarına kafa tutuyordu.Ve Belediye Başkanı’nın şu sözleri kulaklarımda çınladı;

“Marinaleda; Endülüs’ün göbeğinde 30 yıllık bir örgütlenme ve mücadelenin, Tarım işçilerinin hayalinin gerçeğe dönüştüğü ve toprak ağalarına karşı çıktığı bir hayalin ürünüdür.”

Adnan ÇOBANOĞLU

More in Manşet

You may also like

Comments

Comments are closed.