Köşe YazılarıKültür-SanatManşetYazarlar

Baksı Müzesi: Antroposen Türkiye’sinde yaşamsallık – Fuat Keyman

0
Bayburt’tan Bayraktar Köyü’ne doğru arabamız yaklaşıyor.

Baksı Müzesi‘ne gidiyorum.

Hüsamettin Koçan hocanın köyüne dönüş projesini göreceğim.

Bayraktar’ın eski adı Baksı.

Araba muhteşem bir doğanın içinden gidiyor, ileride hala yükseklerde kar olan heybetli dağlar, güzelim yaylalar, delice akan Çoruh Nehrinin bileşiminde Baksı’ya yaklaşıyoruz.

Acaba nasıl bir yere geliyorum, nasıl bir mimariyle karşılaşacağım, nasıl bir proje, nasıl bir kavram yaşama geçmiş, v.b sorular var kafamda.

Birden, sanki zaman duruyor.

Karşımda, Hüsamettin hocanın, “Kokunun Sihirli Kanatları”olarak tanımladığı coğrafyayı simgeleyen, “Umut”, “Devinim”, “Denk”, “Burgu”, ve her şeyden önce “Nefes” ile tanımlanabilecek bir yapı, bir proje, bir duygu, her şeyden önce bir nefes beliriyor.

Baksı’nın hatırlattıkları: Gelecek için her zaman bir umut var

Hadi siyasi referans vereyim; seçim sonrası Türkiye’de, değişim ve demokrasi isteyen ama umutsuzluğa terkedilmek üzere kendi hallerine bırakılmış insanlar için- ki 25 milyon ediyorlar- benim gibi her zaman “ihtiyatlı iyimserlik” ile düşünenler, analiz yapanlar için, gelecek için bir “umut” her zaman vardır diyor Baksı, beni karşılarken.

Odama yerleşirken, iyi ki gelmişim diyorum; benim gibi, Türkiye için umudunu kaybetmeyenler, özlediğimiz Türkiye için düşünenler, çalışanlar için iyi bir yere geldim.

Odamdan muhteşem doğaya ve doğaya yerleştirilmiş sanat eserlerine bakarken ilk intibam; burada, “insan odaklı” olunmaz,  ancak “doğa-odaklı”, dolayısıyla “yaşam odaklı” olunabilir.

Yaşamın sadece bir parçasısın, bir öznesisin, diyor heybetli dağlar ve delice akan nehir bana bakarken.

Hüsamettin hocayı dinlemek için de sabırsızlanıyorum.

Onu dinleyeceğim, sonra Baksı kokusunun ben de bıraktığı izlenimi yazacağım.

Karşımda, güleç yüzüyle bakan, çalışmakta yorgun değil zindeleşmiş biri var. Hemen anlatmaya başlıyor, bir proje olarak başlayan köyüne dönüş ve Baksı’yı kurma sürecini:

Baksı Kültür Sanat Vakfı 2005’de kuruluyor, 2010’da ana bina devletten yardım alınmadan tamamlanıyor. 2012 yılında da müzenin ana sergi salonu bitiyor. Başka bir değişle, bir inşa sürecinden, bir olmak (becoming) sürecinden, “devam eden bir iş”ten (work in progress) bahsediyoruz.

11 yıldır da faliyetlerini sürdürüyor Baksı; sergi salonuyla, kütüphanesiyle, akşamları düğün salonu da olabilen kongre salonuyla, dersleriyle, atölyeleriyle, sergileriyle, çalışan gençleriyle, çocuklarıyla.

Baksı Köyü’ne dönen Hüsamettin hoca, “Baksı Müzesi Bayburt’ta doğanın ortasında bir yerdedir; o nedenle çevrede gerçek anlamda doğanın sözü geçer. Olağanüstü manzaralar, ışığın ve gölgenin etkileyici görüntüleri; toprağın, dağların, bin bir çeşit çiçeğin kokusu ve konukları ağırlar. Bu bir şölendir, konuklar bu buluşmayı paylaşmak isterler…” diyor.

Köyündeki çocukluğundan bugüne gelişini anlatırken gözleri parlıyor, her hikaye de bir ip ucu var, toplamı Baksı ediyor.

Ama, o son kararı sana bırakıyor: Baksı’yı deneyimledikten, kokusunu aldıktan sonra sen tanımlayacaksın sende bıraktığını.

Bu bağlamda da, Hüsamettin hoca, gerçekten, “Bir Boşluğa İşaret Bırakmış”.

İşareti anlamlandırma çabamda Rumi’ye gidiyorum: O, Hüsametin hocanın yaptığını çok iyi tanımlamış. Ayrılırken, hocayla sarılıp diyorum ki:

“Aynalar türlü türlüdür.
Yüzünü görmek isteyen cama bakar.
Özünü görmek isteyen cana bakar.”

“Hocam, sen burada cama değil, cana bakmışsın, özünü görmeyi tercih ederek”.

Hüsamettin hoca doğaya, canlıya, cana, yani “yaşama” bakmış; yaşamsallığı Baksı’da yaşama geçirmiş.

Bağlantısallık, döngüsellik, hak-temelli kapsayıcılık ile Hakikat arasındaki bağlantıda bir nokta olmuş Baksı.

Kendi kızları için “eğitim önce gelir” derken, diğer kız çocuklarının 14 yaşında evlenmesini normal bulan vicdan yoksunu kişilerin iktidar ortağı olduğu ülkemizde kapılarını kız çocuklarına, genç kadınlara açmış.

“Onlar, ülkemizin geleceğidir” diyor; tümüyle katılıyorum.

Farabi’nin Aristo ile, Rumi’nin Spinoza ile birletiği yerde, ilim ile sanatı birleştirerek, bunu yaparken de cana bakarak, adalet ve sevgiyi tam da bu birleşimin merkezine oturtarak.

Zor ama imkansız değil.

“İnsan azimle her şey başarabilir” diyerek, müzesini Bayraktar Köyü‘nün hemen yanında yapmış.

Baksı, ayrılırken “Kentlerin Türkiye”sinde kent yönetimlerinin ana kavramı olarak gördüğüm, İzmir, Eskişehir, Tepebaşı gibi kent yönetimlerine önerdiğim “yaşamsallık” ve “yaşamdaşlık” kokusunu üzerimde bırakıyor.

Bu kokuyu Antroposen Türkiye’sinde “Yaşamsallık” kokusu olarak tanımlayabilirm.

Hüsamettin Koçan hocanın hikayeleri, düşünceleri, yorumları, tanımları, Baksı Müzesi’ni, Baksı kokusunu yaşamsallık noktası ya da deneyimi olarak tanımlıyor.  Onlar, sadece insan odaklı değil, “yaşam odaklı hikaye”ler.

Ki, onu dinlerken, yaşamsallık, bir kavram olmaktan çıkıyor: İkinci yüzyılına giren Cumhuriyet modernleşmesinin, ülkemizin geleceği için umutlu olabileceğimizi sağlayan bir koku olarak etrafa yayılıyor.

Teşekkürler Hüsamettin Koçan, cama değil cana baktığın için, azimle yapılamaz denileni yaptığın için.

İyi ki varsın…

Baksı Müzesi’nde, Vuslat Aydın Doğan’ın “Emanet” sergisi var.  Çok başarılı bulduğumu söylemeliyim. “Küçük Serçe” hikayesinden neler çıkabildiğini görebilirsiniz. Tavsiye ederim.

*

Bu yazı ilk kez Politikyol‘da yayımlanmıştır. 

 

 

You may also like

Comments

Comments are closed.