Hafta SonuKöşe YazılarıManşetYazarlar

Akbelen’den Cerattepe’ye, enerjiden madene Türkiye’de orman tahsisi gerçeği-1

0

Siyasetin ve ormancılık bürokrasisinin yetkili isimleri tersini söylemeye devam etse de Türkiye’nin ormanları büyük bir baskı altında. Ormancılık politikaları ormanları korumaktan çok onlardan ekonomik yararlar üretmeye odaklı. Şeffaf ve demokratik olmayan karar alma mekanizmaları yatıp kalkıp buna kafa yoruyor. Üstelik ormanlardan üretilen ekonomik yararlar toplumun geneline dönük olmaktan çok belirli kesimlerin çıkarlarına hizmet ediyor.

Ormansızlaşma ve orman bozulması, aşırı odun üretimi, orman yangınları, endüstriyel ve özel ağaçlandırmalar, korunamayan ‘korunan alanlar’ ve ormancılık örgütünün yetersizliği ile birlikte ilk akla gelen sorun başlıklarından biri de ormanların ormancılık dışı kullanımlara tahsisi. Bu köşede yıllardır bu konuların tamamıyla ilgili çeşitli yazılar yayımladım. Öyle görünüyor ki yayımlamaya devam edeceğim. Herkes elinden geleni yapmalı. Benim de yapabildiğim bu.

Ormanların ormancılık dışı kullanımlara tahsisi

Akbelen Ormanı’nda yaşananlar ormanların ormancılık dışı kullanımlara tahsisi konusunu yeniden ön plana taşıdı. Bu yazı dizisinde konuyu kapsamlı bir şekilde ele almaya çalışıp, sonunda Akbelen örneği için bir değerlendirme yapacağım.

Öncelikle şunu vurgulayayım; orman alanları bazı durumlarda ormancılık dışı kullanımlara tahsis edilebilir. Bu tahsisin hangi koşullarda ve hangi şartlarla yapılabileceği akıl ve bilim öncülüğünde tartışılıp yasal düzenlemelere yansır. Sanırım, halkın yoksul-zengin demeden tamamına ücretsiz olarak hizmet edecek olan bir göğüs hastalıkları hastanesinin, bu hastane için başka hiçbir alternatif alan yoksa, ekolojik ve kültürel açıdan vasat nitelikler taşıyan bir parça orman alanında yapılmasına kimse karşı çıkmaz. Çünkü hastanenin yapılabileceği alternatif bir alan yoktur ve böyle bir hastanenin ormandan daha yüksek bir kamu yararı üreteceği varsayılabilir.[1] Ancak parasının hesabını bile yapmakta zorlanan holdinglerin vakıfları tarafından yine paralı azınlığa hizmet etmek amacıyla kurulan bir özel üniversitenin[2] ormanda yapılması akıl ve bilimle açıklanamaz; ne zorunluluk koşulu yerine gelmiştir ne de üstün kamu yararı. Böyle bir tahsis kamu vicdanını zedeler, zedelemiştir de.

Kısaca, ‘orman ne olursa olsun orman olarak kalmalıdır, ormanlarda başka hiçbir faaliyete izin verilemez’ demek, mevcut koşullar dikkate alındığında maalesef olanaklı değil. Bunu diyen de yok zaten.

Günümüzde yaşanan sorun, ormanın bazı ormancılık dışı faaliyetler için tahsis edilememesi değil, tersine, ormanın hemen hemen akla gelen her türlü ormancılık dışı faaliyete kolaylıkla tahsis edilmesi ve bu tahsis işlemleri yapılırken aklın ve bilimin öngördüğü ve Anayasa’yla güvence altına alınan koşulların gözetilmemesi.

Dilerseniz meselenin yasal boyutunu biraz daha açalım. Anayasa’nın 169’uncu maddesinin 2’nci fıkrası aynen şöyle:

“Devlet ormanlarının mülkiyeti devrolunamaz. Devlet ormanları kanuna göre, Devletçe yönetilir ve işletilir. Bu ormanlar zamanaşımı ile mülk edinilemez ve kamu yararı dışında irtifak hakkına[3] konu olamaz.”

Ben hukukçu değilim ama fıkranın sonundaki ‘kamu yararı dışında irtifak hakkına konu olamaz’ ifadesi benim yukarıda kısaca açıklamaya çalıştığım zorunluluk ve üstün kamu yararı koşulunun hukuki izdüşümü olsa gerek. Yani ormancılık dışı bir faaliyet;

  • Orman alanı dışında bir yerde yapılma olanağına sahip değilse ve
  • O faaliyet, tahsis edilecek orman alanının ürettiği kamu yararından daha yüksek bir kamu yararı üretiyorsa, söz konusu faaliyet için bir orman alanı tahsisi yapılabilir.

Anayasa’nın yukarıda belirttiğim hükmü doğrultusunda bazı yasal düzenlemeler aracılığıyla orman alanları ormancılık dışı kullanımlara tahsis edilmektedir. Bu yasal düzenlemeler;

  • 6831 Sayılı Orman Yasası’nın 16, 17, 18 ve Ek 9’uncu maddeleri ve
  • 2634 Sayılı Turizmi Teşvik Yasası’nın 8’inci maddesi ile
  • Bu yasa maddelerinin uygulanmasına ilişkin yönetmeliklerdir.

Örneğin, son günlerde yoğun olarak tartışılan Akbelen Ormanı’nın kömür madeni işletmeciliği için tahsisi işleminin yasal dayanağı Orman Yasası’nın 16’ıncı maddesidir.

Zemini sağlam oluşturmak için şunu da eklemekte yarar var. Bu yasal düzenlemelerin öncü versiyonları henüz Anayasa’da konuyla ilgili bir madde yokken, hatta henüz 1924 Anayasası[4] yürürlükteyken de vardı. Örneğin, Türkiye’nin ilk modern orman yasası olan ve derslerimizde öğrencilerimize, Türkiye’de bilimsel ve teknik ormancılık evresini başlattığını söylediğimiz, 1937 tarih ve 3116 Sayılı Orman Yasası’nın[5] 16’ıncı maddesi ormanlar üzerinde herhangi bir irtifak hakkı tesisi konusunda bakanlar kurulunu[6] yetkili kılmıştır. Benzer şekilde 3116 Sayılı Orman Yasası’nın yerini alan ve halen yürürlükte olan 1956 tarih ve 6831 Sayılı Orman Yasası’nın[7] ilk yayımlanan halinde de 16, 17 ve 18’inci maddeler ormanlarda kurulacak irtifak haklarına, yani ormanların ormancılık dışı kullanımlara tahsisine ilişkindir. Demek istediğim şu: Ormanların ormancılık dışı kullanımlara tahsisinin bazı rasyonel nedenleri var ve bu nedenler doğrultusunda söz konusu tahsis işlemleri geçmişten beri yapılıyor. Ancak…

İşte bu ‘ancak’tan sonrası çok önemli. Dilerseniz serinin bu bölümü yeterince uzadığı için devamını bir sonraki bölüme bırakalım.

*

[1] Bütünüyle insan merkezli bir bakış açısı olduğunun ve bu bakış açısının çok zehirli etkilerinin bulunduğunun farkındayım. Fakat konuyu basit bir yolda ilerletmek istediğim için şimdilik kaydıyla bu detayları dışarıda bırakmayı tercih ediyorum.
[2] Türkiye’de özel üniversite yok. Bu anayasal olarak mümkün değil. Devlet üniversiteleri dışındaki üniversiteler vakıf üniversitesi. Ancak kamuoyunda yaygın olarak özel üniversite terimi kullanıldığı için burada da özel üniversite demeyi tercih ettim.
[3] İrtifak hakkı oldukça karmaşık bir hukuki terim olmakla birlikte ben basitçe şu şekilde anlatabilirim: Bir taşınmaz üzerinde irtifak hakkı tesis edilen kişi ya da kuruma belirli sürelerle bazı yararlanma yetkileri veren ancak alım, satım ya da miras gibi mülkiyet haklarını taşınmazın asıl sahibinde bırakan bir yararlanma hakkıdır. Umarım benim bu tanımım hukukçuları çok fazla kızdırmaz.
[4] İrtifak hakkıyla ilgili hüküm ilk kez 1961 Anayasası’nda yer aldı. 1982 Anayasası da aynı hükmü benimsedi.
[5] 18 Şubat 1937 tarih ve 3537 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmıştır.
[6] Yasadaki tabir ile Vekiller Heyeti
[7] 8 Eylül 1956 tarih ve 9402 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmıştır.

More in Hafta Sonu

You may also like

Comments

Comments are closed.