Editörün SeçtikleriEkolojiManşetVideoYerel

Uranyum’un gölgesinde Kasar: 40 yıldan sonra Geiger cihazı hala alarm veriyor

0

Video haber: Melisa GÖNEN

*

Türkiye’nin en önemli uranyum yataklarından birine sahip olan Manisa’nın Köprübaşı ilçesi, uranyumun gölgesinde yaşamın sürdüğü bir köyün hikayesini saklıyor sarıya çalan topraklarında. Kentin bağlarındaki üzümü, bahçelerindeki meyve ağaçlarını, dağlarındaki kokulu otları büyüten verimli topraklar bu köyde bambaşka bir şey tutuyor içinde. Kasar’ın topraklarında yıllar önce bir sır gibi ortaya çıkarılan uranyum, toprağın üzerinde biten  bir yara olmuş iyileşmeyi bekliyor. Toprak, bağrından çıkarılan bu yarayı örtmek istermişçesine çelimsiz yaban otlarına bürünmeye çalışıyor. Kuzular uranyumdan habersiz, toprağın sunduğu türlü otla avunuyor. Kasar’da esen rüzgar, yağan yağmur bu sırrı civardaki Demirköprü Barajı’na, Gediz Nehri’ne taşıyor. Kimi zaman bir bitkinin yaprağına konuyor kimi zaman da bir evin damında konaklıyor. Kasar, bağrındaki yarayla yaşamaya (ç)alışıyor…

*

1970 ile 1980 yılları arasında, Türkiye’nin en önemli uranyum yataklarından birine sahip olan Manisa’nın Köprübaşı ilçesine Etibank tarafından bir uranyum tesisi kuruldu. Prof. Dr. Ahmet Şaşmaz’ın “Köprübaşı (Manisa) uranyum yatağı çevresinde toprak, su ve bitki örneklerinde, uranyum düzeyleri ve olası çevresel etkilerinin belirlenmesi” başlıklı araştırma raporuna göre, bölgede uranyum yatakları üzerindeki ilk çalışmalar, aslında MTA tarafından 1961 yılında başlamış ve 1974 yılına kadar devam etmişti. Uranyumdan “sarı pasta” elde edebilmek için ilçede pilot bir tesis de kuruldu. Bölgedeki cevherlerden ilk “sarı pasta” üretimi 17 Ocak 1975 tarihinde gerçekleştirildi. Nükleer enerjinin hammaddesi olarak bilinen “sarı pasta”nın üretiminin  durdurulmasının ardından tesis 80’li yıllarda kapatıldı.

Henüz o yıllarda bölgenin rehabilite edilmeden terk edildiği öne sürüldü. Uzmanlar,  sondaj kuyularının kapatılmaması nedeniyle toprak yüzeyine çıkan uranyumun rüzgar ve yağmur suyu gibi doğal taşıyıcı unsurlarla taşınabileceğini belirtti. Uranyum tehlikesinin köyü terk etmediği hatta yer altı sularına karışarak taşınabileceği endişesiyle köyden toplanan bitki, su ve toprak örnekleri incelendi.

Manisa’daki nükleer uranyum madeni
Greenpeace: Manisa Köprübaşı’nda ölçümler yüksek, sorumluluk alan yok
Köprübaşı’ndaki uranyum skandalında ne oldu?

Köprübaşı uranyum yatağı çevresindeki kirlenmenin boyutlarını saptamak amacıyla yapılan bilimsel çalışmalar sonucunda uranyum yatağı çevresindeki kirlenmenin boyutları sahada su ve toprak üzerinde yapılan çeşitli ölçümlerden elde edilen verilerle belgelendi.

Yapılan incelemeler ve sahadan toplanan veriler köyde yaşayan vatandaşlara düzenli olarak sağlık taraması yapılması gerektiğine işaret ediyordu. Köyde araştırma yapan gazetecilerin ve  uzmanların çabalarıyla sır bozulmuştu. Köyün rehabilite edilmesi gerekiyordu.

Yeşiller/Sol Manisa’da radyasyonu sordu, TAEK itiraf etti

Nihayetinde, gündeme taşınan uranyum kaynaklı radyasyon kirliliği, soru önergeleri ile Meclis gündemine taşındı.  Ne var ki, devlet kurumları iddialara dayanak olarak sunulan bilimsel araştırmaların ve uzmanların yorumlarının aksine köyde yaşamın sürmesi için hiçbir tehdidin olmadığını kendi kurumları tarafından hazırlanan raporlarla açıklamayı uygun buldu. Kasar Köyü uranyumun gölgesinde sürecek bir yaşamla barıştırılmıştı.

Tesis işletme sahası, ocaklar, açılan kuyular  işletme sahası, ocaklar, açılan kuyular etrafına tel örgü bile çekilmeden, radyasyon uyarısı asılmadan o haliyle bırakıldı.

Geçen nisan ayında Avrupa Komisyonu’nun Ortak Araştırma Merkezi’ne bağlı (JRC) Radyoaktivite Çevresel İzleme Komisyonu (REM) bir grafik yayımladı. Buna göre, 26 ve 27 Nisan’da Avrupa’da en yüksek radyasyon oranı Manisa’da tespit edilmişti. Bir ay sonra Nükleer Denetleme Kurumu (NDK) ölçümlerin “elektriksel dalgalanmaya’  bağlı olduğunu açıkladı. Uzmanlar hayatlarında ilk kez böyle bir şey duyduklarını söyledilerse de başka bir açıklama gelmedi.

Peki,  bunca yıl sonra köyün bağrında açılan yara iyileşmiş miydi? Uzmanların uyarıları ne kadar dikkate alınmıştı? Bu iki soru, Yeşil Gazete olarak, yıllar sonra uranyum cevherinin çıkarıldığı yer olan Köprübaşı ilçesine bağlı Kasar köyüne doğru yola çıkmaya karar vermemize neden oldu.

İlk ölçüm: 1 mikrosievert’in altında

Kasar’a doğru yola çıkan araçta üç kişiyiz: Jeofizik Mühendisi Erhan İçöz, Halk Sağlığı Uzmanı Ali Osman Karababa bize eşlik ediyor. Manisa’da Salihli Çevre Derneği Başkanı Avukat Seçil Ege Değerli’yle buluşacağız.

İzmir-Manisa yolu kıvrıla kıvrıla ilerliyor, gözlerimiz taş ocaklarıyla delik deşik dağların kaybolan yeşil rengini arıyor. Sıra sıra dizilmiş  asma bahçeleri göründükçe, Manisa’ya yaklaşmış olduğumuz anlaşılıyor. Sarı üzümler toprağın üzerine boylu boyunca serilmiş kahverengiye çalan bir renge dönüyor, güneşin altında kurumayı bekliyor. Yol aldıkça karşımıza çıkan ve yoğunlaşan taş ocaklarıyla çimento fabrikalarının hakimiyetinde manzara değiştikçe aracın içindeki sohbet de değişiyor. Erhan İçöz, bir yandan yol boyunca karşımıza çıkan kayaçlar ve toprak yapısını anlatırken, bir yandan da yeniden ölçüm yapmak istediğimiz bölgedeki Demirköprü Barajı’nın su seviyesine dikkat çekiyor: “Barajın su seviyesi ciddi oranda azalmış” derken eliyle daha önceki su seviyesinin yüksekliğini gösteren izleri işaret ediyor.

Artık hedefe vardık. Volkanik kayaçların olduğu alan koyu rengiyle kolayca fark ediliyor.  Ayaklarımızın altında kayan toprağa yönettiğimiz Geiger ölçüm cihazına yansıyan değer henüz çoğunlukla 1 mikrosievertin (μSv) altında. Amacımız buradaki ölçümlerin köye yaklaştıkça ne kadar farklılaşacağını görmeye çalışmak. Veri toplayarak ilerlemeye devam ediyoruz.

Kasar köyüne vardığımızda, bizi hemen girişte karşılayan  ve beyaz boyası döküldüğü için kerpiç duvarları gözüken evi arkamızda bırakıp aracı köyün içinde durduruyoruz.  Bir yandan da İçöz’ün köydeki deneyimleri nedeniyle yaptığı uyarıları düşünüyor, köyde yaşayanların tepkisini çekmemeyi umuyoruz. Zira burada geçimini tarımla sürdüren vatandaşlar, uranyumun tekrar gündeme gelmesini istemiyor, burada yetiştirdikleri ürünlerin satışının olumsuz etkilenmesinden çekiniyor. Evlerin camlarından dışarı doğru bakan birkaç kişi, köyde bulunma nedenimizi anlamaya çalışıyor, köydeki varlığımızın neden olduğu tedirginlik insanların davranışlarında kolayca hissediliyor.

Tarlaların arasında ikinci ölçüm 40 yıl sonra aynı: 16 mikrosievert

İçöz, geçmiş yıllarda yaptıkları ziyaretten anımsadığı rotamızı belirliyor, ölçüm yapmak istediğimiz Göktepe Mevkii’ne doğru ilerliyoruz. Köyle aramızda artık yaklaşık iki kilometre kadar mesafe var. Küçük sarı tepecikler bir yükselip bir alçalırken, toprak yolda traktör izleri kolayca seçiliyor. Hemen çalışmaya başlıyoruz. Ali Osman Karababa, elindeki Geiger cihazıyla tepecikleri inip çıkıyor, İçöz yıllar sonra geldiği sahayı dikkatle dolaşıyor. Bu sırada biz de küçük bir zeytin bahçesinin ardında uzanan ve bölgede tarım yapıldığını işareti olan tütün tarlasını ve tepenin hemen yanında otlayan koyun sürüsünü izliyoruz.

Buraya ilk kez gelen birinin bölgenin geçmişi hakkında bilgisi olmadan radyasyon tehlikesinden haberi olması mümkün değil. Alana girmek serbest, ne bir çit, ne herhangi bir engel, hatta bir uyarı levhası bile yok. İçöz, sahadaki sondaj kuyularının insan faaliyetleri ve doğal şekillendirici faktörler nedeniyle toprak altında kaldığını tahmin ediyor.

Bölgeye girdikten sonra kaydettiğimiz ölçümler, köye girmeden önce yaptıklarımızla karşılaştırılabilir gibi değil. Yakın geçmişe perde aralayan tek şey kayda aldığımız ölçümler de değil. Henüz alana girerken dikkatimizi çeken; üzerinde sondaj deliği olan gri beton, üzerinde bulunduğumuz noktada uranyum cevheri arandığının göz önündeki kanıtlarından biri. Geiger cihazının ekranına yansıyan ve 1 mikrosievertin üzerinde seyreden radyasyon miktarlarıyla tekrar tekrar karşılaşma riskini göze alarak ilerlerken, uranyum cevherini tespit ettiğimiz bir kaya üzerinde yaptığımız ölçümde Geiger cihazının ekranında 14, 15 ve 16 mikrosievert gibi büyük değerlerin yansıdığını tespit ediyoruz.

Evrensel muhabiri Özer Akdemir, 2014 yılında sahada kaydettikleri değerleri söyle aktarmıştı: “Gamma-Scout marka ölçüm cihazı, radyasyon değerini 0,200 mikrosiveret-saat gama radyasyon olarak ölçtü. Yürüyerek gittiğimiz uranyum ocakları boyunca uzmanlar tarafından yapılan radyasyon ölçümlerinde, alana yaklaştıkça cihazın gösterdiği değerler yükseldi. Uranyum çıkarılan bölgeye yaklaştıkça 3, 4, 5 olarak yükselen değerler, uranyum arama çalışması yapılan bölgede ise 16 mikrosiveret-saat seviyesine kadar çıktı.”

Bu, Akdemir’in, 2014 yılında Enver Yaser Küçükgül ve Erhan İçöz ile Kasar Köyü’nde yaptığı ölçümlerden elde edilen değerlere, aradan geçen sekiz yıl sonra hiç eksilmeden yeniden ulaştığımız anlamına geliyor.

Güvenli sınırın 140, Gaziemir’in 20 katı

Küçükgül, kaydettikleri ölçümlere dair çarpıcı bir değerlendirme yaparak, Geiger ölçüm cihazına yansıyan bu radyasyon değerlerinin Birleşmiş Milletler Atom Enerji Komisyonu’nun güvenli sınır olarak tanımladığı  yıllık değerin 140 katı olduğunu, nükleer çöplük skandalı olarak bilinen İzmir Gaziemir’de eski kurşun fabrikasının atıklarının bulunduğu bölgede yapılan ölçümlerin ise tam 20 katı olduğunu anlatıyor.  Yıllar sonra Geiger cihazına yansıyan değerler, bölgenin rehabilitasyona gereksinim duyduğuna işaret ediyor, uzmanların uyarılarını bir kez daha haklı çıkıyor.

‘Sağlık taraması yapılmalı, su kaynakları ölçülmeli’

Köye dönerken Ali Osman Karababa, sahada yaptığımız ölçümleri yorumluyor, yüksek değerlere ulaştığımız alanları ve cevherin besin döngüsüne katılma olasılığını da dikkate alarak, “Bölgede yaşayan insanların uranyum kaynaklı radyasyondan etkilenip etkilenmediğini tespit etmek için sağlık taraması yapılması gerekiyor. Bakanlığın elindeki sağlık istatistiklerine ulaşamadığımız için bu konuda yorum yapma şansımız yok ancak uranyum kaynaklı radyasyondan etkilenme riski hala çok büyük” diyor.

Köprübaşı, Demirköprü Barajı ve Gediz Nehri Havzası gibi iki önemli su kaynağına çok yakın. Bölge için yapılan akademik çalışmalar, çeşitli noktalardan  alınan su örnekleriyle düzenli ölçüm yapılması gerektiği uyarısını yıllardır sık sık yapıyor. Prof. Dr. Ahmet Şaşmaz’ın 2008 yılında yaptığı araştırmasının sonuç kısmında olduğu gibi: “Yörede özellikle su kaynakları üzerinde örnek alım işlemlerinin daha kısa aralıklarla (2 ayda) ve uzun dönemli (üç yıl gibi) uranyuma yönelik kimyasal analiz çalışmalarının devam ettirilmesi, bölgedeki bu önemli çevresel problemin sınırlarının ortaya konmasına yardımcı olacaktır.”

Ancak bu yapılmıyor.

Prof Şaşmaz yine aynı raporda, “Çalışma alanından 30 adet noktadan alınan su örneklerinin ortalamasının 37.64 ppb olduğunu ve  bu kaynak ve kuyularda yer alan suların bazılarında yüksek oranda uranyuma rastlandığını” belirtiyor: “Uranyum yüzeysel ve yeraltı suyunun hareketli olduğu ortamlarda oldukça hareketli bir element. Yüzeysel yıkanmasından dolayı, var olan uranyumun yüzey ve yer altı suları aracılığıyla bölgeden uzaklaşacak ve bu yıkama işlemleri jeolojik süreç içerisinde devam edecektir.”

WHO, EU ve EPA gibi örgütler ise 1990 yıllar ait standartlarda, içme sularındaki uranyum değerlerinin 20-30  ppb  arasında  olmasını  isterken,   günümüzde bu değerlerin kesinlikle sıfır olması gerektiğini kaydediyor.

‘Uranyum dedikleri, toprakta bir toz’

Peki köyde yaşayan vatandaşlar toksik ve istenmeyen elementler sınıfına dahil edilen uranyum hakkında ne düşünüyor?

Köylülerle görüşmek için köye döndüğümüzde, meydandaki evlerden birinin önünde çalışan Kasarlı bir vatandaş bizi fark edince elindeki işi bırakıyor. Üzerimizde alanda ölçüm yaptığımıza dair izlenim uyandıracak herhangi bir şey olmamasına rağmen, ölçüm yaptığımızdan emin bir şekilde Geiger cihazını kast ederek , “Yine sarı cihazla mı ölçüm yaptınız?” diye soruyor. Sohbet esnasında köye zaman zaman paletli araçların geldiğini ve ölçüm yapmak için sahada dolaştığını, köyü maden için ziyaret eden görevlilerle de sık sık karşılaştığını anlatıyor.

Madenden etkilenip etkilenmediğini, herhangi bir sağlık problemi yaşayıp yaşamadığını sorduğumuzda şaşırtıcı şekilde, kendinden emin bir halde tebessüm ederek köyde kanser olan kimsenin olmadığını söylüyor: “Uranyum dedikleri şey topraktaki bir toz, zararlı falan değil.” Maden sayesinde köye yol yapıldığını, yabancı şirketlerdense yerli firmaların köye gelmesinden memnun kalacaklarını da ekliyor: “Tesis varken buraya yabancılar geliyordu. Bize bir sürü yiyecek getiriyorlardı. Ama yine de yerli bir firmanın madeni tekrar açmasında bir sakınca görmüyorum. Hatta araştırmacılar geliyor, tepeye çıkıyor. Yeniden açacaklar galiba bu tesisi.”

Dışarıdan getirilen farklı yiyecekler, köye yapılacak yatırım, madende kendisinin ya da çocuklarının bulabileceği işi düşünen sadece o değil. Uranyumla yaşamaya alışmışlar; uzaktaki kanser yerine yakındaki maddi kazanımı tercih ediyorlar.

Halbuki, halk sağlığı uzmanı Prof. Dr. Ali Osman Karababa’ya göre bölgede radyoaktivitenin yüksekliği nedeniyle insan sağlığı açısından risk büyük. Radyoaktif uranyumun yaşam döngüsüne girerek, toprağa, suya, bitkilerin yapısına, bu suyu içen hayvanlara girdiğini anlatan Karaaba, bu kadar yüksek radyoaktivitenin yaratacağı kanser riskinin çok yüksek olduğu uyarısı yapıyor. Sağlık Bakanlığı ise konuyla ilgili herhangi bir veri paylaşmıyor.  

Köyden, derin bir sessizlik içinde ayrılıyoruz. Sorularsa hala ortada: Köprübaşı’nda 10 yıl boyunca nükleer reaktörlerde kullanılan yakıt çubukları için üretilen hammadde kaç bin ton ve nereye gitti? Başka bir ülkeye satıldıysa oradan gelen parayla ne yapıldı? Bölgede rehabitasyon yapılması için bu para neden kullanılmadı? Ocaklar, radyoaktif içeren kuyular hala açık, dere yataklarıyla Gediz’e ulaşan radyasyon kontrol ediliyor mu, denetleniyor mu? Bu kuyulardan alınan suyla sulanan tarım arazilerinden elde edilen ürünler nerelere gidiyor?

Sıra Kazdağlarında mı?

Benzer bir durum şu sıralarda Kazdağları’nda da yaşanıyor. Ama tepkiler ve süreç aynı değil. Zengin biyoçeşitliliğe sahip Kazdağları’nda bir süredir süren uranyum madenciliği için sondaj çalışmalarını Kazdağı Koruma Derneği Başkanı Süheyla Doğan’la konuştuk.

Sahada verdikleri mücadeleye rağmen bölgede sondaj çalışmalarının devam ettiğini aktaran Doğan, hem arama ruhsatının hem de ÇED kapsam dışı kararının iptali için hukuki süreci başlattıklarını belirtti.

Kazdağları’nın çilesi bitmiyor: Arıklı’da uranyum madenciliği için sondajlar başladı

Pazar yerlerinde stantlar açıp imza topladıklarını, broşür ve bildirilerle uranyum madenciliğinin zararlarını vatandaşlara anlattıklarını belirten Doğan, “Halk uranyum madenciliğinin ve arama aşamasında açılan sondajların çevreye vereceği zarar konusunda oldukça bilgilendi. Bütün köylerde tek tek dolaşıp bilgilendirme toplantıları yaptık. Türkiye’nin diğer bölgelerindeki uranyum madenciliği çalışmalarını da örnek göstererek bölgenin ne kadar zarar göreceğini anlattık” dedi.

Köylüler MTA hakkında suç duyurusunda bulundu: Kazdağları’nda uranyum istemiyoruz

Süheyla Doğan, MTA’nın Kazdağları’ndaki sondaj çalışmaları sırasında çevreye zarar verdiği zararları ise şöyle açıkladı:

“Açılan atık havuzlarına membran döşemedikleri için kimyasal suların doğrudan toprağa karışması söz konusu. Bunun dışında bütün malzeme ve ambalaj atıkları da etrafa saçılmış durumda. Zaman zaman bu  atıkları gömdüklerini tespit ettik. Atık havuzlarından çıkardıkları kimyasalları nereye boşalttıklarını henüz bulamadık. Bazı belediyelerin atıkları kabul etmediklerini biliyoruz. Ezine Belediyesi’nin bu atıkları  kabul etmiş olabileceğine dair bir duyum aldık. Ancak atıkların usulüne uygun bertaraf edilip edilmediğinden emin değiliz. Hiç ağaç kesimi olmadığı iddialarına karşın az miktarda ağaç kesimi olduğunu biliyoruz. Şu anda açtıkları sondajlardan bazılarının ağızları açık. O noktalarda sondajlar kapatılmadığı için yüksek radyoaktivite tehlikesi var. 70-80’li yıllarda bölgede açılan sondajlarda, hendeklerde, yarmalarda bizzat yerinde ölçümler yaptık. Manisa’daki gibi yüksek radyoaktivite ölçümleri oldu. Şu anda eski sondajlar nedeniyle bölgede zaten bir tehdit var. Yeni sondajlar nedeniyle de yeni tehlikenin oluşmasını bekliyoruz.”

*

Bu haberin hazırlanması aşamasında, geçmiş yıllarda tesisin sondaj çukurlarının olduğu sahada Gaiger cihazıyla kaydedilen ölçümlere tanıklık eden Jeofizik Mühendisi Erhan İçöz’e, Halk Sağlığı Uzmanı Ali Osman Karababa’ya ve Salihli Çevre Derneği Başkanı Avukat Seçil Ege Değerli’ye uzmanlık bilgileriyle destek oldukları için teşekkür ederiz.

You may also like

Comments

Comments are closed.