Temiz enerji kirli mi?: Aydın – Yılmazköy jeotermal enerji santrali – Kenan Kahya

Yılmazköy Jeotermal Enerji Santrali (JES), memleketimizin kaynaklarıyla ürettiği enerji sayesinde dışa bağımlılığımızı azaltan, Aydın başta olmak üzere ülkemizin kalkınmasını sağlayan bir tesis olacak. Ayrıca yer altındaki sıcak su varlıklarını kullandığı için temiz ve yenilenebilir bir enerji santrali. Dolayısıyla, doğa dostu enerji ifadesiyle tanınacak. Dahası da var; hem de çok var, bu temiz ve yenilenebilir enerjini kaynağının:

  • H2S (Hidrojen Sülfür) ve Hg (Civa) başta olmak üzere zehirli gazlar salıyor ve köylülere hatta 5 km uzaktaki Aydınlılara zehirli hava saçıyor. İncirlerini kurutup, zeytinlerini bitiriyor. Canlı yaşamını yok ediyor.
  • Atık suyunun içerdiği Borik Asit toprağı zehirliyor. Menderes nehrini kirletip, zehirlediği sulama suyuyla Söke Ovasına dek toprağı kirletiyor.
  • Çıkardığı gürültü yüzünden köylüleri ve tüm canlıları ürkütüyor.
  • Ve yetmiyor: Doğa dostu enerji santrali, asırlık zeytin ağaçlarının olduğu alana kuruluyor ve zeytinlerin hunharca katline neden oluyor.

Açık Bir Çağrıdır: Aşağıdaki fotoğrafta gördüğünüz zeytin ağaçları, Yılmazköy’de JES kurulması için kesilecek. Adres çok kolay zira Aydın’ın Denizli çıkışından itibaren tüm köyler JES’e karşılar; kime sorsanız gösterirler ama sorduktan sonra bin de “ah” işiteceksinizzeytin ağaçları

Kalan zeytinler de kesilecek. İfade net! Çünkü 21 Eylül gecesi de kesildi, tıpkı bundan 7 ay önce yapıldığı gibi. 21 Eylül’de zeytinlerin hepsinin kesilmesini muhtar Şahin Can ve Ayşe Çetin başta olmak üzere köylüler engelledi. Şirket çalışanları kestikleri zeytinlere ait parçaları kamyonlarla araziden kaçırmış; ertesi gün de toprağı sürmüşler; sanki bir şeylerin üstü kapatılmak isteniyor. Şirket araziyi alıp çalışmalara başlamadan önce burada 700 civarında zeytin ağacı varmış. Zeytinlerin kimisi 100 yıldan büyük, en gençleriyse 50 yaşında. Köyün yaşlıları kendilerini bildiklerinden beri zeytinlerin orada olduğunu söylüyorlar. Şirketin, Çevre Etki Değerlendirmesi için hazırlattığı Proje Tanıtım Dosyasındaki uydu görüntüleri de bir itiraf gibi: Proje sahası zeytin ağaçlarıyla dolu. Buna rağmen ÇED onayını rahatlıkla almışlar. Zeytinleri kesim yöntemleri de hayli korkunç ve şeytana pabucunu ters giydirir cinsten. Önce ağaçların dallarını kesmişler. Dalları yok ettikten sonra, kel kalan ağaçlara kurumuş izlenimi vererek köklüyorlarmış. Sahadaki fotoğraflar köylülerin anlatımını gözler önüne seriyor. Köylüler hem zeytinler için hem de jeotermal santralin yapılmaması için mücadele veriyorlar. Yakında, tıpkı Soma – Yırca Köyündeki gibi zeytin nöbetleri başlayabilir. Çağrı, haksızlığa karşı koyan, yaşamı savunan herkese.

Köyde Değişen Hayat

Yılmazköy, Aydın Dağlarının yamacındaki bir merkez köyü. Dağlarından bal, hemen önündeki ovasından da yağ akıyor. 350 Hanelik köy, zeytinci ama şehre yakınlığı nedeniyle işçi olarak çalışan da çok. Yıllardır mutlu-mesut yaşıyorlar bereketli topraklarında. Aralarında çok efe var, toprağı için mücadele etmiş olan. Bu saf, doğayla ahenkli, mutlu hikaye, ilk olarak 17 yıl kadar önce bulanmaya başlamış. Önce Maden Tetkik köye gelmiş ve sıcak su kaynağı bulmuş. İlk jeotermal kuyusunu açarak, şirketlere lezzetli bir potansiyel yemek kokusu gitmiş. Yıllar sonra, 2013 itibariyle JES çalışmaları başlamış. Temiz enerjiciler, köye gelmeden, bir selam vermeden çalışmaları başlatmış. Bölgede potansiyel kuyular açılmış. 2500 m’ye kadar sondajlar yapılmış. İlk santral, Yılmazköy’e birkaç km mesafedeki İmamköy’de kurulmuş.

Köyün direnişçilerinden, Derviş Çubuk ilk darbeyi yiyenlerden. Şirketin açtığı kuyulardan biri, Derviş Amcanın bağ evine 100 m uzaklıkta dahi değil. 2014 Kasım ayında başlayan sondaj çalışmaları sırasında yoğun bir gaz çıkışı oluşmuş ve şirketin 16 işçisi hastanelik olmuş. Bu sırada evinde her şeyden habersiz olan Derviş Amcayı köylüler kapısını kırarak dışarı çıkarmışlar. “Beni öldü sanmış köylü” diyor Derviş Amca. 6 kazı ölmüş bu yoğun gaz çıkışında. Hastaneye kaldırılan 16 işçi ise yedikleri yemekten zehirlendiklerini beyan etmişler. Derviş Amca artık bağ evinde yaşayamıyor; köye göç etmiş yaşam dolu, yeşillikler içerisindeki yuvasından. Bir gün bir şirket gelmiş ve selam dahi vermeden onu topraklarından kaçırmış!

JES’in akışkan taşıyan boru hattının arazisinden geçirilmek istendiğini belirten Hüseyin Şafaker de mücadele ediyor. “Bizi herkes dağlarından bal, ovaların yağ akar diye tanır” diyor ama ekliyor, “O eskidendi, jeotermal kuyularından ve boru hatlarından çıkan gaz tüm yaşamı zehirledi”. Gaz çıkışı yüzünden tarlasında çalışamamaktan da şikayetçi. Maskeyle dahi gitmiş, çalışmak için. Ama nefes alışını engellediği için bunalmış, yine yapamamış. Hala çözüm arıyor kendi toprakların çalışabilmek için. Yoğun gaz çıkışı ve toprak kirliliği incir ağaçlarını da etkilmiş. “İncirlerim ateş içinde kaynamış gibi dallarında duruyor”, diyor. “Artık yağ, bal değil zehir akıyor zehir” diye noktayı koyuyor. Zehir kelimesini duyunca eski muhtar Hasan Yavuz alıyor sözü ve köydeki kanser vakalarındaki artışı anlatıyor. Bir gün bir şirket gelmiş ve selam dahi vermeden insanları topraklarında maskeyle çalışmak zorunda bırakmış!

kenan kahya yılmazköylü kadınlarla
Kenan Kahya, Yılmazköylü kadınlarla

Köyün kadınları da mücadeledeler. Sabah, akşam düzenli gaz çıkışından, kokudan ve oluşan gürültüden rahatsızlar. Üstelik kendi köylerindeki JES daha kurulmadı bile. Onlar da farkında ve gelecekten endişeliler. Kendilerini düşünmüyorlar; tek dertleri çocuklarının geleceği. İronik gerçek: Jeotermalci şirketin sahibi santrallerine çocuklarının ismini veriyor. Yılmazköy’dekinin adı da Kerem. Herkes çocuğunu düşünüyor ama kimi hayatı pahasına… Bir gün bir şirket gelmiş ve çocuklarının adını verdiği santraliyle, köylülerin çocuklarının geleceğini çalmış!

Köyün direniş sembolü Ayşel Çetin, oğullarıyla birlikte iki yıldır amansız bir mücadelede. Ayşe Teyze, zeytinleri sayesinde geçimini yıllardır sürdürmüş, çocuklarını okutmuş. Zeytinliğinin yanıbaşındaki jeotermalden sonra zeytinleri hiç verim vermemiş. Bu da yetmezmiş gibi komşu zeytinleri de gözünün önünde kesiliyor. Belki kendi zeytinleri değil ama o haksızlığa dayanamıyor ve zeytin ağaçlarını savunuyor. Jeotermal kuyudan atık suyun DSİ sulama kanalına boşaltıldığına da şahit olmuş, Ayşe Teyze. Kanal boyunca iki sıra yoncası bembeyaz kesilmiş ve kurumuş. Elbette sadece onunki değil tüm topraklarda durum aynı. Efgan Çetin, “Babasından kalan toprakları korumanın artık bir onur mücadelesine dönüştüğünü söylüyor”. Köylülerle birlikte şirkete karşı dava açmışlar. Çevre Etki Değerlendirmesine karşı açtıkları davayı da kazanmışlar. Şimdi şirket, santral için Çevre Etki Raporlamasını daha geniş çaplı yapmak zorunda. Bunu yaparken köylünün rızasını da almak durumunda kalacak yani köylüye selam verecek!

Kiptaş’ın Kerem adını verdiği Yılmazköy’deki jeotermal santralinin açıklanan kapasitesi 24 MWe. Sadece 24 MWe için yapılanlar, anlamsızlığı daha da derinleştiriyor. Temiz ve yenilenebilir enerji adı kullanılarak yapılanlar böylece başka bir gerçeği daha gösteriyor: Kirli ellerle, kirli kafalarla temiz enerji projeleri yaparak dünyayı kurtarabilir miyiz?

kenan kahya

 

 

Kenan Kahya

İLGİLİ HABERLER

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Radikalizm ve uzlaşmacılık arasında

Kent yoksullarının adaletsiz ve acı verici konumunun değişip iyileşmesi yerel yönetimlerin toplumla demokratik ve katılımcı bir ilişki kurmasıyla mümkün olabilir mi? 

Gürcistan Tiyatro Festivali’nde distopik bir geleceğe bakış – Seda Elhan

Distopyanın kapsülünde sergilenen bir gelecek sorgulaması olan 'Home, To Zero' çevre bilinci üzerine kafa yoran herkesin ilgisini çekecek bir yapım. Tiflis'e yolunuz düşerse mutlaka izleyin.

Doyranlılar, nehirlerine HES yapılmasına karşı kararlı: İzin vermeyeceğiz!

Suyu ancak bölge halkının ihtiyaçlarını giderebilen Doyran Nehri 'ne HES projesinin ÇED toplantısı, halkın güçlü itirazlarına sahne oldu.

Kardeşimi kim öldürdü?

Ne Reşit Kibar cinayeti ne Narin Güran cinayeti ne de Ayşenur Ezgi Eygi cinayeti münferit ve tesadüf cinayetler değil. Hepsinin tetikçisi aynı.

Barış

Barış sözcüğünü dünyanın pek çok bölgesindeki savaş ortamlarıyla yan yana getirildiğinizde 'nasıl, ne pahasına ve ne kadar sürdürülebilir' barış sorularıyla karşılaşıyoruz.

EN ÇOK OKUNANLAR