Saldırılar hem Kürt halkına, hem doğaya – Pelin Cengiz

Stockholm’de 1972’de gerçekleştirilen ve uluslararası alanda, çevre hakkının dile getirildiği ilk toplantı olan BM Çevre ve İnsan Konferansı, çevre sorunlarına yönelik politik arayışlar açısından bir milat olarak kabul edilir.

Stockholm Bildirgesi, ilk maddesi de ayrı bir öneme sahiptir, şöyle der: “İnsanın, özgürlük, eşitlik ve yeterli yaşam koşulları sağlayan onurlu ve refah içinde bir çevrede yaşamak temel hakkıdır. İnsanın, bugünkü ve gelecek nesiller için çevreyi korumak ve geliştirmek için ciddi sorumluluğu vardır. Bu bakımdan, kayıtsızlık, ırk ayrımı, ayrımcılık, sömürgecilik ve diğer biçimlerde ortaya çıkan baskı politikaları mahkum edilmiştir ve terk edilmelidir.”

Oysa, Türkiye’nin Kürt coğrafyasında bırakalım özgür, eşit ve yeterli yaşam koşullarını resmen insanlık onurunu ayaklar altına alan gelişmelere tanıklık ediyoruz. 90’lı yılların belleklere yer etmiş karanlık, kirli ve kanlı siyasetini, 21. yüzyılda her gün farklı biçimlerde tezahür eden insanlık trajedileriyle tekrar yaşıyoruz. Son altı ayda AKP’nin içeride izlediği milliyetçi, kutuplaştırıcı gerilim siyasetinin müzakere masasını devirmesiyle yaşanan çatışma ortamı, başta kadın ve çocuklar olmak üzere sivil insanların ölümüne neden oluyor.

Elbette, Türkiye’nin gerek içinde bulunduğu coğrafyada yaşanan savaşlar, gerekse Kürt kentlerindeki çatışmalar, diğer tüm gündemleri geri plana itiyor. Yaşanan bunca kıyım, barışın sesini her zamankinden daha fazla yükseltme mücadelesini artırıyor. Ancak, savaş sadece gidenlerin ardından kalanları ağlatıp çaresiz bırakmıyor. Çatışma ortamında yaşam alanları korunamıyor, tarihi ve doğal varlıklar, tarım alanları, ormanlar büyük tahribata uğruyor, sağlıklı yaşam hakkı tüm canlıların elinden alınıyor. Bunları gündem yapmak çok zor ancak demokrasi, hak ve barış mücadelesi de ekoloji mücadelesinden ayrı düşünülemez.

Çünkü, insanın insanla, insanın doğayla barışını sağlamadan, gerçek bir barış sağlamış olmayacağız.

Geçtiğimiz günlerde Mezopotamya Ekoloji Hareketi, sokağa çıkma yasağı ilan edilen, ailelerin ölülerini bile sokaklardan alamadığı, cenazelerini gerçekleştiremediği Kürt illerindeki yıkıma ilişkin, “Çatışmalı Ortamda Ekolojik Tahribatlar” başlıklı bir rapor yayımladı. Rapor, Diyarbakır’da Sur, Bismil, Mardin’de Nusaybin, Dargeçit, Hakkari’de Yüksekova, Şemdinli, Şırnak, Cizre, Silopi, Beytüşşebap ve Van’ın Süphan, Yeni Mahalle, Karşıyaka, Hacıbekir mahalleri ile Edremit ilçesinde 800 aile ile görüşerek yapılan incelemeler sonucunda hazırlanmış.

Yapılan açıklamada, “Bu kentlerde çeyrek milyon (270 bin) sivil insanın en temel hakları olan barınma, beslenme, eğitim, sağlık ve en temel hak olan yaşam hakkı devlet tarafından sokağa çıkma yasağı getirilerek elinden alınmıştır. Çocuklar da bu kentlerin nüfusunun yarısını (135 bin) oluşturmaktadır. Her gün kadınlar, gençler, çocuklar ve yaşlılar, masum siviller demeden insanlar öldürülmektedir. Çatışmalı süreç boyunca tanklar, toplar ve ağır silahların kullanıldığı kentlerde insanlık tarihinin ortak mirası olan Sur içindeki tarihi ve kültürel yapılar yakılıp, yıkılıp tahrip edilmektedir. Bu şiddet ortamının tanığı ve sanığı 100’e yakın çocuk katledilmiştir. Bu çocukların yaşam boyu unutamayacakları psikolojik travmalar vicdani olarak bardağı taşımaya yeterli sebeptir. Ablukaya alma, sokağa çıkma yasakları ve toplum üzerinde oluşturulan şiddet öncelikli baskılar, can, mal, tarihsel ve kültürel yapı tahribatlarını beraberinde getirmiştir” ifadelerine yer veriliyor.

Rapor, bu bölgelerde, yaşanan çatışma ortamından çocukların, hayvanların ve doğanın da dahil olmak üzere tüm ekolojinin nasıl zarar gördüğünü ortaya koyuyor.

Raporda yapılan bazı tespitlere göre, hayvanlar ve tarım alanları büyük zarar görmüş, tarımla uğraşanlar sokağa çıkma yasakları nedeniyle dışarı çıkamadıkları için tarlalarına gidememiş, hasat yapamadıkları için ürünlerini alamamış. Sokağa çıkma yasakları nedeniyle evinin bahçesine bile inemeyen insanların hayvanları, bakımsızlık nedeniyle zarar görmüş. Bombaların yarattığı orman yangınlarıyla ormanda yaşayan pek çok canlı da ölmüş.

Yine, sokağa çıkma yasağı olan yerlerde temiz su şebeke boruları ile pis su boruları patlamış, temiz su ile pis su birbirine karışmış, halk içme suyu konusunda çok büyük sıkıntı yaşamış. Çatışma bölgelerinde yoğun olarak kullanılan gaz ve askeri mühimmatların besin ve içme suyunda tat değişikliğine neden olduğu, sağlık sorunları yarattığı tespit edilmiş.

Doğa bir savaş aracı olarak kullanıldı

Yaz aylarında da Kürt kentlerinde, doğanın silah olarak kullanıldığı saldırılarla insansızlaştırma ve ormansızlaştırma gerçekleştirilmişti. DTK’nın “Orman Yangınları Araştırma, İnceleme ve Gözlem Raporu”na göre, Diyarbakır’da Lice, Fis Ovası, Kulp, Bitlis’te Norşin, Şeyh Cuma, Dersim, Bingöl, Botan Bölgesi, Cudi, Nusaybin, Siirt, Eruh, Şırnak ve Silopi’deki orman yangınları tek tek incelenerek, kayıplar listelenmiş. Köylülerin doğal yaşam alanlarının, ormanlık ve mera alanlarının, bağ ve bahçelerin yok edilerek, halkın hemen hemen tek geçim kaynağı olan ekonomik faaliyetlerinin nasıl ellerinden alındığı kayıtlara geçirilmiş.

Sonuç olarak, Kürt coğrafyasının bir çok bölgesinde binlerce dönümlük doğal yaşam alanları yok edildi. Raporlar ortada, Türkiye, doğada ciddi tahribatlara yol açtığı gibi altında imzası olan “İnsanın, özgürlük, eşitlik ve yeterli yaşam koşulları sağlayan onurlu ve refah içinde bir çevrede yaşamak temel hakkıdır” ilkesini ayaklar altına aldı. Eğitim, sağlık, beslenme, barınma gibi en temel yaşam haklarını gasp etti.

Bu utanç hepimize yeter.

Utancın en büyüğü elbette bu şiddete sessiz kalanlar için gelecek.

 

Pelin Cengiz – haberdar.com15.pelin cengiz

İLGİLİ HABERLER

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Balık ekmek yemekle olmaz, Marmara’nın suyunu için!-Mehveş Evin

Ne yazık ki müsilaj felaketini balık yemek, denize girmek, denizin yüzeyini temiz görmeye indirgemek, bu büyük ekolojik krizi durdurmanın önündeki en büyük engel.

Marmara Denizi’ndeki kirlilik sorununa bir çözüm: Agroekoloji – Bülent Şık

Agroekolojik yöntemler sulardaki nitrat kirliliğini azaltıcı bir sonuç doğurur ve bu da içme suyu kaynaklarının korunması anlamına gelir.

Örgütlü sessizlik – Arat Dink

Zeki Tekiner, dört ay önce başka bir silahlı saldırıdan şans eseri ölümcül bir yara almadan kurtulmuştu. Vali’yi olayın siyasi boyutu olduğuna ikna edememişlerdi. Dostları Nevşehir’den bir süre uzaklaşmasını istediler. O, “Bana Nevşehirliden zarar gelmez” dedi, kaldı. Su, tanıdık akıyor, değil mi?

Marmara Denizi’ndeki müsilaj kirliliğinde kömürlü termik santrallerin etkisi incelenmeli- Pelin Cengiz

İstediğiniz kadar yüzey temizliği yapın, bir yeri temizlerken diğer taraftan atık devam ediyorsa buna temizlik denir mi?

Marmara’nın ölümü: İstanbul kolera salgınına hazır mı – Bülent Şık

Denizdeki müsilajin kolera salgını getirmesi mümkün. Ama her şeye rağmen devam etmekten ziyade durmayı, onarmayı öne çıkarmalıyız. İnsan, bitki, hayvan ve çevre sağlığını bir bütünün birbiriyle ilişkili parçaları olarak görmeye çalışarak çözümler arayacağız.

EN ÇOK OKUNANLAR