Rahmimizde, kalemimizde dış mihrak arayanlara… Oya Baydar

Başbakan Erdoğan son günlerde dört nala gidiyor. Gidiyor da, Arap atı gibi değil züccaciye dükkânına girmiş fil gibi, önüne ne gelirse kıra döke gidiyor. Parti kongresi adı altında gerçekleştirilen büyük AKP şovunda, on beş metre boyundaki kendi maketi altında yaptığı konuşmada, en yakın adamı ve dublörü İçişleri Bakanı Şahin’i bile solladı. En az üç çocuk, o da yetmez beş çocuk talimatıyla başlattığı nüfus mühendisliğini “Her kürtaj bir Uludere’dir”, “Kürtaj cinayettir”, “Sezaryen yasaklanmalıdır” gibisinden açılımlarla sürdürürken, işine gelmeyen konuları kurcalayan gazetecileri, muhalif yazarları, medya mensuplarını tasmalı köpeklere benzetmeye kadar vardırdı işi.

Bu sınır tanımayan öfkeyi, kendinde ağzına geleni  söyleme hakkı vehmeden büyüklenmeyi, sıklaşan dil sürçmelerini, son zamanlardaki psikolojik durumuna verip acil şifa dileklerinde bulunmakla yetinebiliriz. Ancak Başbakan’ın kürtaj, sezeryan, doğurganlık konularını Uludere tartışmalarına bağlayarak, dış mihrakların ülkemizi yok etme planlarının parçası olarak gündeme getirmesi, şifa dilekleriyle yetinemeyeceğimiz bir ruh halini yansıtıyor: Hiç yabancısı olmadığımız, şoven milliyetçi, ulusalcı, izolasyonist “dış mihraklar” ve “yabancı parmağı” paranoyasını…

 

Başbakanla Ulusalcıların İttifakı

Bugünün işi değil; Türkiye’de gelmiş geçmiş bütün iktidarlar dış mihrak paranoyasını kendi suçlarının, yetersizliklerinin, despotik-otoriter siyasetlerinin gerekçesi yaptılar. Kitlelerin vatan, millet, din hassasiyetlerini sömürmenin en şaşmaz ve etkili silahıdır “bizi bölmek, yutmak, haritadan silmek, güçsüz düşürmek isteyen dış mihraklar” edebiyatı. Dış düşman paranoyası; faşist rejimlerin, dünyaya kapanarak ayakta kalmaya çabalayan diktatörlüklerin, antidemokratik otoriter din devletlerinin, aşiret toplumlarının, bürokratik-oligarşik muktedirlerin ortak söylemi ve umacısıdır. Dış düşmana karşı silahlanmak gerekir, savaşa hazır olmak gerekir, yabancı parmağına karşı iktidarın etrafında kilitlenip millî birliği güçlendirmek gerekir. Bizi yutmaya, yok etmeye, bölmeye çalışan dış güçlerin ve onların ortağı ve maşası vatan hainlerinin komplolarına hazırlıklı olmalıyız, sesimizi kısıp iktidarı desteklemeliyiz…

Bu kalıplardan Türkiye solunun ulusalcı kesimlerinin de kurtulamadıklarını söylemeden geçmeyelim. Emperyalizm teorisi ve emperyalizmle mücadele günümüzde ulusalcı sol tarafından enternasyonalist özünden ve bağlamından soyutlanarak, içi boşaltılıp papağan slogancılığına indirgenmiş; faşizan Türk şovenizminin arabasına koşulmuştur.

Kuşkusuz ulus devletler var oldukça, süper güçler arasındaki güç ve paylaşım rekabeti / savaşı sürdükçe; din, mezhep, aidiyet çatışmalarının sonu gelmedikçe uluslararası ilişkilerde ülkeler kendi ulusal, bölgesel çıkarlarını korumak için öteki ülkeyi etkilemeye, siyaset ve ekonomi alanında zayıf düşürmeye ya da yarar görüyorlarsa güçlendirmeye, öteki ülkenin iç çelişkilerinden yararlanarak nüfuzlarını artırmaya, kendileri için yarar umuyorlarsa öteki ülkeyi destabilize etmeye (toplumsal-siyasal dengeyi sarsmaya)  yönelik gizli açık planlar, uygulamalar, operasyonlar yaparlar. Bu türden operasyonlar ve müdahaleler konusunda Türkiye’nin de sicilinin parlak olmadığı herkesin bildiği bir sırdır. Ama günümüzde demokratik, çağdaş, gelişmiş, kendine ve halkına güvenen hiçbir ülkenin başbakanı veya yetkili bir devlet adamı “Bu milleti dünya sahnesinden silmek için bir plan olduğunu biliyoruz” demez, böyle de düşünmez zaten. Ülkesine yönelmiş  (günümüzde daha çok ekonomik ve teknolojik üstünlük kurmayı amaçlayan) manipülasyonlar olduğunda bunları açığa çıkarmaya, önlemeye çalışır; kendisi de diğer ülkelere benzerlerini uygular ama dış mihrak paranoyasına kapılmaz, hele de bu paranoyayı diktatörlüğünü pekiştirmek için kullanmaz.  Kore, İran, Türkistan, Yemen ve de Türkiye gibi ülkelerde duyarsınız bu sözleri; şaşırmazsınız da, çünkü dış mihrak paranoyası ile ömür boyu haşır neşir olmuşsunuzdur. Geniş kitlelerin, sokaktaki adamın da siyasal kültür ve zihniyet dünyasının parçasıdır bu hastalıklı ruh hali. Türkün Türkten başka dostu yoktur, herkes bize düşman; bizi yok etmek, bölmek için komplo kuruluyor, her şey emperyalizmin veya komünizmin oyunu, bu işte yabancı parmağı var, misyonerler ülkemizi ele geçirmek için çalışıyor, vb, vb…

Bir süredir etki alanını ve fikriyatını AKP’ye kaptırmış olan şoven milliyetçi MHP’nin, CHP’nin ulusalcı kanadının, ulusalcı solun, şu sırada hapishanelere doldurulan darbeci-vesayetçi kadroların Başbakan Tayyip Erdoğan’la buluştukları en temel nokta bu dış mihrak ve komplo teorisidir. Erdoğan, söylemiyle olduğu kadar icraatıyla da, Kürt meselesi başta olmak üzere pek çok alanda Türkçü ulusalcı, şoven çevrelerle ittifak halindedir.

 

Kürtajdan Uludere’ye

Rahmimize, bedenimize, yatak odalarımıza, aile planlamamıza, cinsel tercihlerimize varana kadar bütün toplumun, ama özellikle biz kadınların mahremine, özeline ve özgürlüğüne kendi değerleri ve doğruları adına müdahalede beis görmeyen Sayın Tayyip Erdoğan İstanbul kongresi şovunda kürtajı cinayet ilan ederken, en az üç çocuk diye tuttururken, buyruğunun nedenini bu milleti dünya sahnesinden silmek isteyen bir planın varlığıyla açıkladı. Ona göre, dış mihraklar nüfusumuzun çoğalmasını istemiyorlardı ve kürtaj da bu menfur emellerin araçlarından biriydi.

AKP yandaşları, Tayyip Bey’in hayranları ve müritleri bile bu sözleri ne yapacaklarını, nereye uyduracaklarını şaşırmış görünüyorlar. Bu epeyce sorunlu ve sözleri tevil için, Başbakan’ın konuya nüfus politikası açısından yaklaştığını, genç ve dinamik nüfusun kalkınmanın kaldıraçlarından biri olduğunu, vizyon sahibi başbakanımızın Türkiye’nin geleceğine yatırım yaptığını söylüyorlar. Nüfus uzmanı değilim, ancak kalkınma ve nüfus ilişkisine dayalı teorilerin 19. yüzyıl dünyası ve ekonomisinde geçerli olduğunu, günümüzde ise gelişme ve kalkınmanın dinamikleri sıralanırken başka faktörlerin öne geçtiğini biliyorum. Öte yandan her ülkenin nüfus politikası vardır, uzmanlarca belirlenir. Ve asıl önemlisi, öyle başbakan buyruklarıyla, yaşlı nine dede tavsiyeleriyle değil, devletin doğumu özendirme teşvikleri ve politikalarıyla yürütülür. Başbakan’ın sıkça kullandığı deyişle: Kusura bakmasın, biraz ağır konuşacağım ama, üç çocuk, kürtaj vb. gibi konulardaki beyanları; kadını mal ve kuluçka makinesi sayan, kadın bedeni ve ruhu üzerinde erkek tahakkümünü din, töre, gelenekle gerekçelendiren, cinsellikle, bedenle, kadınla ve özgürlüklerle barışamamış dinî referanslı muhafazakârlığını yansıtıyor. Bir nokta daha var ki dillendirmeye cesaret edilmeli: Başbakan’ın  siyasal-ideolojik amacı nüfusun etnik kompozisyonunu ve doğurganlık oranlarını Türk nüfusu çoğunlukta tutacak şekilde ayarlama isteği. Fazla söze gerek yok, Kürt ve Alevi nüfusun sünni Türk nüfusa oranla çok daha hızlı arttığı istatistiklerin ortaya koyduğu bir gerçek.

Aynı refleksleri ve zihniyet iklimini paylaştığı halkı iyi tanıyan Tayyip Erdoğan kamuoyunu ikna için kitlelerin genlerine sinmiş korkuları kaşımaktan ve kullanmaktan çekinmiyor. Nüfus artışını engelleyecek düşünceleri, tercihleri, siyasetleri dış mihrakların komplolarına bağlayarak kürtaj yaptıranı, doğum kontrolünü, çocuk yapmama veya tek çocuk tercihlerini itibarsızlaştırıyor. Dahası, cinayetle suçlamakla da kalmayıp dış mihrakların Türkü dünya sahnesinden silmek için düzenledikleri komplonun parçası ve ortağı sayıyor.

Kalem erbabına, yazarlara, kendisinin tasma takamadığı medya mensuplarına, sanatçılara, nefret ettiği muhalif aydınlara (hatta bütün aydınlara), Kürt siyasal hareketine en ağır sözlerle, bugüne kadar eşine benzerine rastlamadığımız tahkir edici sıfatlarla saldırırken elindeki kalkan, yine “bizi yok etmek isteyen dış mihraklar” tehdidi. Özellikle sorumluluğunu bir türlü kabullenmek istemediği Uludere faciasını kurcalayanlara çok kızıyor. Eleştirilerde, soru ve sorgulamada da dış mihrakların, yabancı düşmanların parmağını arıyor.

Kendisine yardımcı olmak için şu kadarını söyleyim: Eğer siz rahmimizden, bedenimizden, yatak odamızdan ve de düşüncemizden,  kalemlerimizden elinizi çekerseniz, kısıtlamak yerine özgürlük alanımızı genişletmeye cesaret ederseniz, yani siz kendiniz bizlerin “dış mihrakı” yabancı parmağı olmazsanız, bu ülkeyi güçsüzleştirecek komplolar ve müdahaleler başarılı olamaz. Ama onlarca yıldır sürdürülen bu dış mihrak, yabancı parmağı,  komplo, vb. aldatmacalarıyla, bu toplum mühendisliği hevesiyle giderseniz, şoven milliyetçi, ulusalcı faşizan cephede yerinizi sağlamlaştırırsanız, bu ülkeyi kendi ellerinizle boğar, parçalar, güçsüzleştirirsiniz. İl kongrenizde stadyumu dolduran o görkemli kalabalık, gücünüzü oylarından aldığınız on binler, budala değildir. Geçici çıkarlar sona erer, alkışlar heyecanlar azalır, çoğalmasını istediğiniz genç nüfus bir anda size karşı döner. Unutmayalım, gençlik isyankârdır. Hele de yarınsız, umutsuz, işsiz, kimlikleri çiğnenmiş genç kitleler.

Unutmayalım; ne tarih ne de Tahrir sona erdi.

 

Oya Baydar – www.t24.com.tr

 

İLGİLİ HABERLER

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Balık ekmek yemekle olmaz, Marmara’nın suyunu için!-Mehveş Evin

Ne yazık ki müsilaj felaketini balık yemek, denize girmek, denizin yüzeyini temiz görmeye indirgemek, bu büyük ekolojik krizi durdurmanın önündeki en büyük engel.

Marmara Denizi’ndeki kirlilik sorununa bir çözüm: Agroekoloji – Bülent Şık

Agroekolojik yöntemler sulardaki nitrat kirliliğini azaltıcı bir sonuç doğurur ve bu da içme suyu kaynaklarının korunması anlamına gelir.

Örgütlü sessizlik – Arat Dink

Zeki Tekiner, dört ay önce başka bir silahlı saldırıdan şans eseri ölümcül bir yara almadan kurtulmuştu. Vali’yi olayın siyasi boyutu olduğuna ikna edememişlerdi. Dostları Nevşehir’den bir süre uzaklaşmasını istediler. O, “Bana Nevşehirliden zarar gelmez” dedi, kaldı. Su, tanıdık akıyor, değil mi?

Marmara Denizi’ndeki müsilaj kirliliğinde kömürlü termik santrallerin etkisi incelenmeli- Pelin Cengiz

İstediğiniz kadar yüzey temizliği yapın, bir yeri temizlerken diğer taraftan atık devam ediyorsa buna temizlik denir mi?

Marmara’nın ölümü: İstanbul kolera salgınına hazır mı – Bülent Şık

Denizdeki müsilajin kolera salgını getirmesi mümkün. Ama her şeye rağmen devam etmekten ziyade durmayı, onarmayı öne çıkarmalıyız. İnsan, bitki, hayvan ve çevre sağlığını bir bütünün birbiriyle ilişkili parçaları olarak görmeye çalışarak çözümler arayacağız.

EN ÇOK OKUNANLAR