Ana Sayfa Blog Sayfa 993

Yeşil ipuçları: İstenmeyen e-mailleri silmek karbon ayak izini azaltıyor

İstenmeyen, okunmayan ve spam olan e-postaların karbon emisyonlarına katkıda bulunduğunu biliyor musunuz? E-mail depolamak için kullanılan elektrik sebebiyle her e-mailin gezegene karbondioksit (CO2) yükü var.

Buna göre,

  • Bir spam e-mail 0,3 gram 
  • Standart bir e-mail 4 gram
  • PDF ve bağlantı ekleri olan e-mail ise 50 gram karbondioksit salıyor.

Dünyada 2019 itibariyle 3,9 milyar e-mail kullanıcısı var ve günde yaklaşık 300 milyar e-posta gönderiliyor. Bu e-maillerin  %45’i ise spam oluyor.

Herkes 10 e-mailini silerse, dünya 9.035 metrik ton karbondioksit yükünden kurtulabilir: Bu rakam 19 bin 356 ton kömürün yakılmasıyla ortaya çıkan karbondioksit miktarına eşit!

E-mail yoluyla oluşturduğunuz karbon emisyonunu azaltmak için,

  • Okumadığınız e-bültenlerin aboneliğini iptal edebilir,
  • İstenmeyen, okunmuş veya spam mailleri düzenli olarak silebilir,
  • Okumayacağınız e-bültenlere kaydolmayabilirsiniz.

Yeni Seçim Kanunu, AKP ve MHP’yi kaçınılmaz sondan kurtaramaz

Öncelikle lafı hiç dolandırmadan söylemek gerekli. Dün açıklanan Seçim Kanunu teklifinin iki çıkış noktası var. İlki AKP ve MHP’nin TBMM seçimlerinde alacakları oyun toplamının, Recep Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı Seçimi’nde alacağı oydan düşük olacağının tahmin edilmesi. İkincisi ise Recep Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı seçimini kaybedeceğinin farkına varılması ve bu sebeple belirli “düzenlemelerle” hiç olmaza TBMM’yi elde tutma çabası.

Çıkış noktalarını ortaya koyduktan sonra teklifin ayrıntıları biraz daha anlam kazanıyor. Çünkü hedef sandığa giren oy ile çıkan oy arasında bir etki farkı yaratmak olduğunda siz isterseniz adına demokrasi, isterseniz şeffaflık, isterseniz temsilde adalet deyin. Sonuç değişmiyor. Bu teklifte de çok güzel sıfatlar kullanılmış ama değişmiyor. AKP ve MHP Koalisyonu, iktidarın ayaklarının altından kaydığını hissediyor. Belli değişikliklerle bu kaymayı engellemeye çalışıyorlar ama seçim sistemlerinde yaptıkları hiçbir değişikliğin şimdiye kadar işe yaramaması gibi bu da işe yaramayacak. Çünkü bir yerden sonra ilçe sınırlarını değiştirerek girdiğiniz yerel yönetim seçimleri, milletvekili sayılarını değiştirerek girdiğiniz genel seçimler sizi kurtaramaz oluyor. Seçim iptal etmek ve seçimi yenilemek dâhi kurtaramamıştı hatırlarsınız.

‘Bir miktar indirim’le temsilde adalet!

Buradan hareketle teklifin ayrıntılarına biraz bakalım. Öncelikle teklifin maddelerini, genel gerekçeyi ve sonra da madde madde gerekçeleri okuduğumda hissettiğim duygu şu oldu: Utanç! Metnin özüne sinmiş olan amaçlar o kadar acemice ve fakat tam tersi güzel sıfatlarla kapatılmaya çalışılmış ki. Bu küçük oyunlar işe yaramamış. Maddelerden önce “Genel Gerekçeye” bakalım. Şöyle başlıyor:

“Siyasi partilere ilişkin kanunlar ile seçimlerle ilgili kanunlar, hem içerik ve hem de uygulama ile ülkenin demokrasi standardını gösteren önemli belgelerdir.” Evet, bu metin ülkemizin demokrasi standardını gösteren önemli bir belge. Demokrasinin ne olduğunu anlamayanlar tarafından yönetildiğimizi gösteren bir belge!

AKP Genel Başkan Yardımcısı Hayati Yazıcı ile MHP Genel Başkan Yardımcısı Feti Yıldız, yaklaşık iki yıldır üzerinde çalışılan Seçim Kanunu Değişikliği teklifini dün TBMM Başkanlığı’na sundu.

Devam edelim:

“Temsilde adalet yönetimde istikrar ilkelerinin, aynı anda gerçekleştirilmesi fevkalade zor, amaç farklılığı gösteren kavramlardır. (…) Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminin yönetimde istikrar ilkesini güçlendirdiği göz önüne alındığında, değişiklikle ülke seçim barajında bir miktar indirim yapılarak daha fazla partinin, fikrin Meclis’te temsili, dolayısıyla temsilde adalet perspektifinin güçlendirilmesi hedeflenmiştir.” Bir miktar indirim mi? Madem yeni sistem yönetimde istikrar ilkesini güçlendiriyor ve hükümet kurmak ile TBMM arasındaki bağı kopartıyor neden “bir miktar”? Kaldırın barajı olsun bitsin. Ki zaten daha fazla partinin temsil edilmesinin değil, MHP’nin geçebileceği bir barajın hedeflendiği de diğer maddelerle birlikte ortaya çıkıyor. İşte o antidemokratik maddenin o güzel sıfatlarla gizlenemeyen gerekçesi:

“Değişiklik teklifi ile ittifakı oluşturan siyasi partilerin her birinin çıkaracağı milletvekili sayısı, her seçim bölgesinde ittifak içinde elde ettiği oy sayısı esas alınarak genel D’Hondt uygulamasıyla belirlenecek. (…) ittifak oluşturmayı hedefleyen ortak amaç ve hedefler yanında, program ve ittifak dışı hedefler itibariyle ittifak içinde görünür olan her partinin, ittifak dışındaki görünürlüğü güçlendirilmiştir. (…) seçmen iradesinin kendi partisi dışında başka partilere yansımaması da gözetilmektedir.

(…) Demokrasi bir yönüyle örgütlü toplum demektir. (…) Seçime katılmak için teşkilatlanma ve kongrelerini yapmış olma şartı yeter bir şart olarak öne çıkarılmış, vekillerin bu amaçla araçsallaştırılmaları siyasi etik bakımından doğru bulunmamıştır. Değişiklikle bu husus gözetilerek, salt grup kurmuş olmak seçime katılmak için yeterli görülmemiş, siyasi partilerin örgütlülüğü önemsenmiştir.”

‘Seçmen iradesinin başka partilere yansımamasının gözetilmesi…’

Bu gerekçeler teklifin en önemli üç değişiklik önerisinden ikisinin gerekçesi. İlk paragraf ittifaklarda bulunan ve diğer partilere göre düşük oy oranına sahip olan partilerin daha az sandalye çıkarmasını hedefliyor. Hani daha fazla siyasi partinin temsil edilmesini amaçlıyorduk? Ne oldu? Bu amaç ortadan kalkıverdi. Şu cümle de oldukça önemli: “Seçmen iradesinin kendi partisi dışında başka partilere yansımamasının gözetilmesi.” İşte bu teklifin utanç yaratan cümlelerinden biri bu. Kendi iradeleriyle ittifak yapan partilerin oylarının birbirine yansımasını seçmen iradesinin dışında görecek kadar demokrasi aşığı olan bu teklif, karşı ittifaklardaki partilerin oylarının AKP’ye yansımasına sebep olan bir düzenleme peşinde. Sandığa Millet ya da Demokrasi İttifakı olarak atılan oylar bu teklif sayesinde Cumhur İttifakı olarak sandıktan çıkartılmak isteniyor. Ne diyordu gerekçe en başta? “Ülkenin demokrasi standardını gösteren önemli belge!”

D’Hont sisteminin getirdikleri

Buradaki muradı çok basit şekilde şöyle açıklayabilirim:

A ittifakında üç parti, B ittifakında altı parti C ittifakında beş parti olsun. Mevcut durumda vekil dağıtılırken önce üç ittifak, üç partiymiş gibi hesaplanıyordu ve vekiller öyle dağıtılıyordu. Sonra da her ittifak, sandalyeleri kendi içinde bölüşüyordu. Teklifse üç ittifakın barajı geçtiği bir durumda barajı üç partinin değil on dört partinin geçmiş olduğu hesaplanarak yazılmış. Bu da tabii, ittifak içindeki küçük partilerin aldığı az sayıdaki oyları boşa çıkartacak. D’Hondt’un hesabı onlara inmeyecek ve oyları büyük partilere yazılacak.

İkinci paragrafta ayrı bir sorunda bulunmakta. Bu paragraf temel olarak TBMM’de Grubu olan partilerin otomatik olarak seçime girme haklarını ellerinden alıyor. Bunu en son İYİ Parti’nin seçime girme durumunda görmüştük. Zaten teklifi kaleme alanlar da buna gönderme yapıyorlar: “Vekillerin bu amaçla araçsallaştırılmaları siyasi etik bakımından doğru bulunmamıştır.” Peki, akıllara hemen şu soru geliyor. İYİ Parti’den önce bu hak ile seçime giren, örgütlenme yeterliliği olmamasına rağmen seçime giren parti hangisi olmuştu? Yanıt verelim: Adalet ve Kalkınma Partisi! O zamanlar demokrasinin tanımı farklıydı demek ki! Ya da aradan geçen 21 senede bu tanımda tam olarak uzlaşamadılar ki değişiklik ihtiyacı hissettiler.

Üçüncü büyük değişiklik ise İl ve ilçe Seçim Kurulları’nda yapılmak istenen değişiklik. Önceden olan neydi? İl ve İlçedeki en kıdemli hâkimler, bu kurullarda başkan, asıl ve yedek üyelerini oluşturuyorlardı. Getirilmek istenen değişiklik ile liyakat yerini kuraya bırakıyor. Evet. Kura! Teklif kabul edilirse, AKP’den önce hâkim olmuş, işini gereği ile yerine getiren hâkimler yerine AKP’nin atadığı birkaç yıllık hâkimler İl ve İlçe Seçim Kurulları’na başkan ya da asil üye olacak. Sizce bu maddenin gerekçesi ne olabilir? Elbette metinde “Kıdemli hâkimleri istediğimiz gibi yönlendiremiyoruz. Sandıkta kaybettiklerimizi masada kazanmaya çalışıyoruz vb.” gerekçeler açıkça yazılamamış. Onun yerine şöyle denmek zorunda kalınmış: “Seçimlerin adil ve şeffaf biçimde yapılmasında etkin bir rol oynayan il seçim kurulunun tartışmalara mahal vermeksizin kura ile oluşturulması öngörülmektedir.” Yıllardır uygulanan sistem ancak AKP kaybetmeye başladığında tartışmalara mahal verir olmuş. Kura gibi bir sistem de nasılsa adil ve şeffaf oluvermiş.

Son bir değişikliğe değinerek bitirmek istiyorum. Madde 11!

“298 sayılı Kanunun

  1. a) 65 inci maddesinin başlığı “Bakanlara ilişkin yasaklar:” şeklinde değiştirilmiş ve maddenin birinci ve ikinci fıkralarında yer alan “Başbakan ve” ibaresi madde metninden çıkarılmıştır.
  2. b) 66 ncı maddesinde yer alan “Başbakan, ” ibaresi madde metninden çıkarılmıştır.”

Başbakan çıkartılmış. Güzel. Çünkü artık Başbakan yok ve Başbakan’a yönelik yasakların yasalarda olması gerekmiyor. Peki, Başbakan yerine kim var? Cumhurbaşkanı. Hem de AKP Genel Başkanı olan bir Cumhurbaşkanı. E hani ona yasaklar? Yirmi parti yarışacak, on dokuz partinin genel başkanı belli yasaklara tabii olacak. Fakat AKP Genel Başkanı olmayacak! Gerekçe nasıl başlamıştı? “Siyasi partilere ilişkin kanunlar ile seçimlerle ilgili kanunlar, hem içerik ve hem de uygulama ile ülkenin demokrasi standardını gösteren önemli belgelerdir.”

Özetle; hadi gerçeği çarpıtma çabalarını görmedik diyelim. Metnin her satırına yansıyan, iktidarın elden kayıp gidiyor olması karşısında duyulan korku görmezden gelinemiyor. AKP’nin, MHP’yi bile harcamayı göze alarak elindeki son kozlarıyla oynadığı bir teklif metni ortaya çıkmış. İçindeki süslü kelimeler ise antidemokratik amaçların birazını dahi gizleyememiş. Eğer bu teklif yasallaşırsa, elbette muhalefetin de belirli bir taktik değişikliğine gitmesi gerekecek. Fakat şunu unutmayalım: Cumhurbaşkanlığı seçimleri en yalın ve en azından TBMM’yi kaybetmeyelim hesaplarıyla yapılan bu oyunların karşılık bulamayacağı seçimlerdir. AKP ve MHP Koalisyonu ülkeyi bu kadar kötü yönetirken mevcut seçim sisteminde yapılacak hiçbir değişiklik veya hiçbir seçim sistemi de onları kurtaramaz. Bunu en iyi DSP-ANAP-MHP Koalisyonu’nun deneyimli bir üyesi olan Devlet Bahçeli bilecektir.

Dünya’nın yüzde 30’unu koruma alanı yapma planı, yerli halkların hayatını tehdit ediyor

14 Mart itibariyle İsviçre Cenevre‘de tartışılmaya başlanan 2030 yılına kadar gezegenin yüzde 30’unu ‘korunan alana’ dönüştürme projesi, üzerinde anlaşmaya varılırsa, bu yıl içinde onaylanabilir.

Fakat hükümetlerin ‘iklim ve biyoçeşitlilik krizlerine bir çözüm’ olarak tanıttığı 30×30 projesi, uluslararası sivil toplum kuruluşları ve uzmanlar tarafından eleştiriliyor.

Euronews‘te yer alan habere göre, yerli halklar için çalışan kuruluş Survival International‘a göre, 30×30 projesi, tarihin en büyük toprak gaspı olacak.

Survival International’dan Sophie Grig proje kapsamında 300 milyona kadar insanın doğrudan yerinden edilebileceğini ve mülksüzleştirilebileceğini, bu insanların büyük kısmının da binlerce yıldır o topraklarda yaşayıp onu koruyan yerli insanlar olacağını söylüyor. Grig, şöyle devam ediyor:

“Çevreye en az zarar verenler, en çok kaybetmeye mahkumdur. Yerli insanlar bize defalarca toprakları olmadan hayatta kalamayacaklarını söylediler. 30×30 uygulanırsa, hayatlarını hayal bile edilemez bir ölçekte mahvedecek”

Koruma alanlarının yarattığı insan hakları ihlalleri

Halihazırda dünyanın birçok ‘koruma alanı’nda, toprakları nesillerdir evleri olarak gören yerel halkın yaşamasına,doğayı ailelerini beslemek, şifalı bitkiler toplamak veya kutsal yerleri ziyaret etmek için kullanmalarına izin verilmiyor.

Ancak Dünya‘daki biyoçeşitliliğin yüzde 80’inin, dünya topraklarının yaklaşık yüzde 20’sinde bulunmasının tesadüf olmadığını gösteren araştırmalar, yerli insanların doğanın en iyi koruyucuları olduğunu gösteriyor.

150 yıl önce Kuzey Amerika‘da dünyanın ilk milli parkı olan Yosemite‘nin oluşumuyla başlayan ‘Müstahkem Alan Koruma Koruma’ projesi, yerli toplulukları dışlayan bir koruma modeli örneği olarak gösteriliyor. El değmemiş vahşi doğayı korumak için bölgede yaşayan ve binlerce yıldır bölgeye bakan yerli Amerikalılar tahliye edildi.

Bu koruma modeli bugün de pek çok gelişmekte olan ülkede devam etmekte.

Tanzanya hükümetinin Ngorongoro‘daki son planı, turizm ve ganimet avcılığına yer açmak için en az 70 bin Masai‘yi vatanlarından tahliye etmeyi içeriyor. Yerli halkların dahil olduğu çoğu vakada olduğu gibi onlara danışmadan alınan bu karar çerçevesinde herhangi bir kayıpları da telafi edilmiyor. Geçen ay projeye karşı başlatılan imza kampanyasında2,3 milyon imza toplandı.

Alanları korumak, biyolojik çeşitliliğin artmasını garanti etmiyor

2010 yılında, Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi (CBD) üye devletleri, 2020 yılına kadar dünya topraklarının yüzde 17’sini korunan alan ilan etmeyi taahhüt etti ancak bu on yıl içinde küresel biyoçeşitlilik önemli ölçüde azaldı.

Ayrıca bilinen tehdit altındaki türlerin neredeyse yüzde 80’i ile karada ve denizdeki tüm ekosistemlerin yarısından fazlası 2019 yılına kadar yeterli korumadan yoksun kaldı.

UK Rainforest Foundation (Birleşik Krallık Yağmur Ormanları Fonu), dünyanın yağmur ormanlarını korumanın beyaz olmayan yerel toplulukları destekleyerek ve güçlendirerek mümkün olduğunu savunuyor.

Kuruluşun Kongo havzasındaki 34 ‘korunan alan’la ilgili araştırması, yerli toplulukların varlığı olmadan hayvan popülasyonlarının azaldığını ve madencilik faaliyetlerinin arttığını gösterdi. Ayrıca, yerel topluluklarınUK

haklarının ihlal edildiği, geçim kaynaklarının elinden alındığı ve bölgede yaşayan orman halkları ile korumacılar arasında çatışmalar çıktığı raporlandı.

UK Rainforest Foundation İcra Direktörü Joe Eisen‘e göre, Kongo Havzasında insan hakları ihlalleri şöyle:

“Araştırmamız, bu insan hakları ihlallerinin yalnızca birtakım serseri park korucularının münferit eylemleri olmadığını, yerel toplulukları kontrol etmek için yerinden edilme, işkence, cinsiyete dayalı şiddet ve yargısız infazların kullanıldığı bir sistemin parçası olduğunu gösteriyor. Bu insanlar yüksek koruma değerine sahip alanlarda yaşıyor ve bu topraklara bağımlı.

2030 yılına kadar korunan alanların ikiye katlanması, dikkatleri biyolojik çeşitlilik kaybının altında yatan itici güçten, yani kendi aşırı tüketimimizden uzaklaştırıyor

‘Korunan alan’lar genellikle tahliye edilen yerel nüfusun geri dönmelerini önleyen silahlı muhafızlar çalıştıran büyük uluslararası koruma örgütleri tarafından yönetiliyor. Bu eylemlerle yerlilerin geçim kaynakları ve kültürleri yok ediliyor.

Uluslararası Af Örgütü’nün belirttiğine göre, bir milli park oluşturulması için topraklarından zorla tahliye edilen Uganda‘daki yerli Benet halkı, yıllar sonra bile hala acı çekiyor; temiz içme suyu, elektrik, sağlık ve eğitim gibi temel temel hizmetlerden yoksun bırakılıyor.

Toplum temelli koruma modellerine ihtiyaç var

Gezegenin yüzde 30’unun korunan alan ilan edilmesi durumunda biyoçeşitliliğin artacağına dair hiçbir bilimsel kanıt yokken, diğer yüzde 70’i de hiçbir değişiklik yapılmadan aşırı sömürülmeye ve kirlenmeye devam ediyor.

Yerli insanları atalarının topraklarından çıkarmak yerine güçlendirilmiş topluluk temelli bir koruma modelinin geliştirilmesine yönelik çağrılar var.
King’s College London‘daki King’s Brazil Enstitüsü‘nde öğretim üyesi olan Dr. Grace Iara Souza‘ya göre, ekolojik koruma politikaları ile sahada uygulama arasında büyük bir uçurum var:

“Genellikle korunan alanlar, yaratılmış alan olmalarına rağmen, ihmal  resmi yönetimden yoksun kalıyorlar. Yerli toplulukların orada bulunup bölgeyi korumaması, kaçak kereste, maden çıkarma, avlanma gibi durumlar yaratıyor. Yerel toplulukları tasarımına, uygulamasına ve yönetimine dahil etmeyen her bir koruma girişimi sorgulanmalıdır.

Boğaziçi akademisyenlerinin nöbetinde 436. gün!

AKP’li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan‘ınBoğaziçi Üniversitesi’ne önceMelih Bulu‘yu, ardındanNaci İnci‘yi atamasını protesto eden akademisyenlerin direnişinin 297.  nöbeti bugün gerçekleştirildi.  Akademisyenler haftanın her iş günü olduğu gibi bugün de #KabulEtmiyoruzVazgeçmiyoruz diyerek 297. kez rektörlük binasına sırt çevirdiler.

Boğaziçi Üniversitesi’nde atanan rektör Naci İnci‘yi protesto eden akademisyenlerin direnişi soğuk hava ve kara rağmen 63. haftasında sürüyor. Naci İnci’nin rektör olarak tanmasının 200’üncü, öğretim görevlisi Can Candan‘ı görevden almasının 239’inci gününde de bir araya gelen  akademisyenler, direnişlerini 436 gündür devam ettiriyor.

Fotoğraflar: Çiğdem Kafescioğlu

Akademisyenler girişlerine yüksek demir parmaklıkların yerleştirildiği, basının içeri alınmadığı, çevresinde polisin ağır silahlarla devriye gezdiği kampüsten seslendi:

Naci İnci’nin ilgili kurullarının hiçbiri muhatap alınmadan, kurum iradesi hiçe sayılarak şeffaf olmayan bir şekilde Boğaziçi Üniversitesi’ne rektör olarak atanmasının iki yüz birinci; Matematik Bölümü tam zamanlı öğretim üyesi Mohan Ravichandran’ın hiçbir gerekçe gösterilmeden dönem ortasında görevden alınmasının ise yüz yirminci günü!”

Fotoğraflar: Çiğdem Kafescioğlu

Kar İstanbul’a geri dönüyor

Meteoroloji Genel Müdürlüğü (MGM) tarafından yapılan son değerlendirmelere göre: ülke genelinde parçalı ve çok bulutlu, Kocaeli, Sakarya, İç anadolu, Karadeniz, Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu’nun doğusunda karla karışık yağmur ve kar bekleniyor.

Kar yağışının ve karla karışık yağmurun İç Anadolu’nun güney ve doğusu, Karadeniz, Doğu Anadolu(Malatya hariç), Güneydoğu Anadolu’nun doğusu ile Kocaeli, Sakarya, Bilecik ve Eskişehir çevrelerinde etkisini göstereceği bekleniyor.

Kar yeniden geliyor

MGM tarafından paylaşılan 15 Mart ile 19 Mart tarihleri arasında ise özellikle Perşembe günü ülke genelinde kar yağışının artacağı görülüyor. Ancak Cuma günü söz konusu kar yağışlarının ülkenin Marmara Bölgesi de dahil olmak üzere kuzey kısmına kaydığı ve Akdeniz Bölgesi’nde parçalı ve az bulutlu bir havanın hakim olacağı gözlemleniyor.

Buzlanma ve don

Yağışların Giresun’un iç kesimleri, Ordu ve Rize çevreleri ile Artvin’in kıyı kesimlerinde yerel olarak kuvvetli olması bekleniyor. Rüzgarın Akdeniz’in iç kesimleri ile Doğu Anadolu’nun batısında kuzeyli yönlerden kuvvetli ve kısa süreli fırtına (40-90 km/sa) şeklinde eseceği tahmin ediliyor. Karadeniz’in iç ve yüksek kesimleri ile Doğu Anadolu’da yüksek kar örtüsüne sahip eğimli bölgelerde çığ riski bulunmaktadır. Kuzey, iç ve doğu kesimlerde buzlanma ve don olayı bekleniyor.

Sıcaklığın ise ülke genelinde mevsim normallerinin altında seyredeceği tahmin ediliyor.

Meteoroloji uyardı

Meteoroloji tarafından yapılan son değerlendirmelere göre ülke genelinde buzlanma ve don olayları bekleniyor. MGM’den vatandaşların yaşanabilecek olumsuz şartlara karşı dikkatli olmaları yönünde uyarılar yapılıyor.

MGM yağışların; Giresun’un iç kesimleri, Ordu ve Rize çevreleri ile Artvin’in kıyı kesimlerinde yerel olarak kuvvetli ve yer yer yoğun kar şeklinde olması beklendiğinden ulaşımda aksamalar, su baskını, sel, yüksek kesimlerde buzlanma ve don gibi yaşanabilecek olumsuzluklara karşı vatandaşları tedbirli olmaları yönünde uyardı.

Tipi ve çatı uçması

Rüzgârın; Akdeniz’in iç kesimleri ile İç Anadolu’nun güney ve doğusunda kuzeyli yönlerden, kuvvetli ve kısa süreli fırtına (40-90 km/saat) şeklinde esmesi beklendiğinden ulaşımda aksamalar, kar örtüsüne sahip yüksek kesimlerde yerdeki karın savrulması sonucu tipi ve çatı uçması gibi olumsuzluklara karşı dikkatli ve tedbirli olunması gerekiyor.

Çığ riskine dikkat

Doğu Karadeniz’in iç ve yüksek kesimleri ile Doğu Anadolu’da yüksek kar örtüsü bulunan eğimli yamaçlarda çığ riski bulunduğundan dolayı MGM vatandaşları uyardı.

Shell yöneticilerine şirketi ‘net sıfır’a hazırlamadıkları için dava

Çok uluslu petrol ve doğal gaz şirketi Shell‘in yöneticilerine, şirketi “net sıfır”a uygun şekilde hazırlamadıkları için dava açıldı.

Türünün ilk örneği olduğu düşünülen ve bazı hissedarlar tarafından açılan dava, Shell’in 13 yöneticisinin, şirketin fosil yatık emisyonlarını azaltarak küresel ısınmayı 2C’nin altında sınırlandırmayı amaçlayan Paris Anlaşması‘na uygun bir strateji geliştirmemesinden kişisel olarak sorumlu olduğunu iddia ediyor.

Dava başvurusunda söz konusu yöneticilerin Birleşik Krallık‘ın Şirketler Yasası kapsamındaki görevlerini ihlal ettiğini de öne sürüyor.

Hissedarların davası başarılı bir sonuç verirse, Shell’in Yönetim Kurulu, gelecek planları ve uygulamalarını Paris anlaşmasıyla uyumlu hale getirmek için belirli somut adımlar atmak üzere, mahkemeler tarafından stratejisini değiştirmeye zorlanabilir.

ClientEarth’den diğer hissedarlara çağrı

Shell’e karşı harekete geçen çevre hukuku kuruluşu ClientEarth, diğer hissedarları da davaya katılmaya çağırdı.

Şirketin 2021 yıllık genel toplantısında hissedarların %30’dan fazlası, Paris ile uyumlu emisyon hedefleri çağrısında bulunan bir kararı desteklemek üzere yönetim kuruluna karşı oy kullanmıştı.

Ancak şubat ayında 19 milyar dolarlık şaşırtıcı bir kâr bildiren şirketin temettülerde artış ve yatırımcıların elinde kalanların değerini artırarak hisseleri geri satın alma planını duyurmasının ardından diğer hissedarların bu davaya katılmaya isteksiz olabileceği belirtiliyor.

ClientEarth ise kurulun iklim değişikliğinin şirkete getirdiği riskleri gerektiği gibi hesaba katmadığını söylüyor. Şirketler Yasası uyarınca, direktörler yasal olarak şirketin başarısını teşvik edecek şekilde hareket etmek ve makul özen, beceri ve özeni göstermekle yükümlü.

İlk kez böyle bir dava açılıyor

ClientEarth avukatı Paul Benson şunları söyledi: “Bu dava türünün ilk örneği. İlk kez birileri net sıfır geçişine gerektiği gibi hazırlanmadığı için yönetim kurulunu sorumlu tutuyor.

Son derece yeni, keşfedilmemiş bir alandayız ancak bu iddiada gerçek bir değer görüyoruz. Açıkçası, yönetim kurulu bunu ne kadar uzun süre geciktirirse, şirketin ticari rekabet gücünü korumak ve kaçınılmaz düzenleyici gelişmelerin zorluklarını karşılamak için bu tür bir el freni dönüşü yapmak zorunda kalacağını düşünüyoruz.”

Mayıs 2021’de de bir Hollanda mahkemesi, şirketin sattığı yakıttan kaynaklananlar da dahil olmak üzere emisyonlarını 2030’un sonuna kadar %45 oranında azaltması gerektiğine karar vermişti.

Ancak Shell’in yöneticileri bu karara itiraz etti ve şirketin 2050 yılına kadar net sıfıra ulaşma hedefini özetleyen bir “enerji geçiş stratejisi  yayımladı. Burada toplumla birlikte “adım adım” ifadeleri yer alıyor. ClientEarth’in avukatları ise stratejinin, bilim insanlarının yıkıcı iklim değişikliğini önlemek için kritik olduğunu söylediği hedefleri karşılamadığını söylüyor.

Benson, “Başvurumuzda, Shell yönetim kurulunun şirketin karşı karşıya olduğu maddi ve öngörülebilir iklim riskini yanlış yönettiğini söylüyoruz” diye konuştu. Shell’in kendisinin de aslında fiziksel riskler ve geçiş riskleri anlamında iklim değişikliği risklerine maruz kaldığını söyleyen Benson, ” Varlıklarının – örneğin tesislerinin, fiziksel altyapılarının – net sıfır geçişi ilerledikçe değerinin azalacağı veya bir yükümlülük haline geleceği, atıl varlık riski dediğimiz şeyle yüz yüzeler” dedi.

Bir Shell sözcüsü ise şöyle konuştu: “İklim değişikliği kadar büyük bir zorluğun üstesinden gelmek, her yönden harekete geçmeyi gerektiriyor. Gördüğümüz enerji arzı zorlukları, enerji sistemimizi karbondan arındırırken enerji güvenliği gibi kritik ihtiyaçları ele almak için etkili, hükümet tarafından yönetilen politikalara duyulan ihtiyacın altını çiziyor. Bu sorunlar dava yoluyla çözülemez.”

Beş ildeki yaban keçisi avına altı ay sonra gelen iptal kararı, hayvanları kurtarmaya yetmedi

Tarım ve Orman Bakanlığı’nın Adana, Hatay, Niğde, Kayseri ve Mersin illerindeki nesli tükenmekte olan 70 yaban keçisinin avlanması için açtığı av turizmi ihalesine karşı Türkiye Vegan Derneği (TVD) ve Hayvan Hakları ve Etiği Derneği’nin açtığı davada, altı ayın ardından nihai karar açıklandı. Mahkeme, av ihalelesinin iptaline karar verdi.

Altı aylık süre boyunca yürütmeyi durdurma kararı alınmadığını ve yaban keçilerin durumu hakkındaki bilgi taleplerine yanıt verilmediğini aktaran dernekler ise, “Davayı kazandık ama büyük ihtimalle hayvanları kaybettik” açıklamasını yaptı.

‘Geç gelen adalet, adalet değildir’

Mahkemenin, yaban keçileri için belirlenen av sezonunun bitimine 15 gün kala nihai kararını verdiğini ve bu süreçte yürütmeyi durdurma kararı verilmediği için tüm yaban keçilerinin öldürülmüş olabileceğini vurgulayan dernekler, “Mahkemenin geç gelen bu kararı, yaşam hakkını savunduğumuz tüm yaban keçilerinin katline davetiye çıkarmıştır” dedi.

Bu süre içinde dava dosyasının “görevsizlik” kararı ile Adana’dan Danıştay’a, ardından yine Adana’ya gönderildiğini hatırlatan dernekler, “Yürütmenin durdurulmadığı her gün katliamın sürdüğünü defalarca dile getirmemize rağmen dava süreci çeşitli sebepler gerekçe gösterilerek uzatılmıştır. Nihai kararı beklerken, kaç yaban keçisinin avcılar ve av şirketlerince öldürüldüğünü öğrenmek için Tarım ve Orman Bakanlığı’na yaptığımız bilgi edinme başvurusuna da hiçbir resmi yanıt verilmemiştir” açıklamasını yaptı.

Dernekler, “Adana 2. İdare Mahkemesi‘nin aylar sonra verdiği karar, adaletin kaybettiğinin kanıtıdır. Vegan Derneği Türkiye ve Hayvan Hakları ve Etiği Derneği olarak davayı kazanmış olabiliriz ama hayvanları kaybettik. Yaban keçileri yaşamlarını kaybetti. Bu kaybın telafisi yok” dedi.

Ne olmuştu?

Dernekler, 31 Mart’a kadar 18 parti halinde 70 yaban keçisinin avlanması ihalesinin yürütmesinin acilen durdurulmasını ve iptalini talep ederek Tarım ve Orman Bakanlığı’na dava açmış, dilekçelerinde yaban keçilerinin avlanması üzerinden maddi gelir elde edilmesinin ulusal ve uluslararası mevzuata aykırı olduğunu vurgulamıştı.

Ancak Adana 2. İdare Mahkemesi, ihalenin Adana’ya ek olarak dört ili daha kapsadığını gerekçe göstererek “görevsizlik” kararıyla dava dosyasını aylar sonra Danıştay’a sevk etmiş, Danıştay da dosyayı yeniden Adana’ya göndermişti. Bu süre içinde ise yürütmeyi durdurma kararı verilmedi, bu yüzden hayvanların öldürülmesine devam edildi.

Adana 2. İdari Mahkemesi altı ay sonra bugün ihalelerin iptaline verdiği kararda, Mersin Barosu’nun Danıştay’da elde ettiği emsal sonuca da atıfta bulunarak bilimsel, somut ve kapsamlı araştırma ve tespitler yapılmadan gerçekleştirilen ihalenin ihalede hukuka uygun olmadığına hükmetti.

Zeytinlikleri madene açan yönetmeliğe bir dava da TMMOB’den

Mart başında Resmi Gazete‘de yayınlanan maden yönetmeliğindeki değişiklikle zeytinliklerin madencilik faaliyetine açılması kararına karşı tepkiler sürerken yönetmeliğin iptali için üst üste davalar açılmaya devam ediyor. Çevre aktivistleri, dernekler, platformlar, odalar ve sivil toplum kuruluşları (STK) yönetmelik değişikliğinin yasalara aykırı olduğuna vurgu yaparak davalar açıyorlar. Yönetmeliğin iptali için dava açtığını duyuranlardan biri de Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) oldu.

Resmi Gazete’de 31765 sayısıyla T.C. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı tarafından yayımlanan Maden Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik’te madencilik faaliyetleri için zeytinlik alanların kullanılabileceği duyurulmuş, TMMOB de yönetmeliğin geri çekilmesi için çağrıda bulunmuştu. TMMOB tarafından yapılan açıklamada şu ifadelere yer verildi:

“Tarihi 39 bin yıl öncesine dayanan, insanlık tarafından her devirde önemli kabul edilen; ağacı aklı ve zaferi, dalı ve yaprağı barışı, yağı ise saflığı simgeleyen zeytinliklerimiz yok edilme tehdidiyle karşı karşıya…”

TMMOB davayı “Maden Yönetmeliğinde zeytinliklerle ilgili düzenleme yapılması başta Anayasa olmak üzere, ilgili kanun ve yönetmeliklere aykırı olduğunu belirtir, kararın kamu yararına verileceğini temenni ederiz” ifadeleriyle duyurdu. TMMOB söz konusu tehdidin zeytinliklerin üzerinden çekilmesi için Maden Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmeliğin 1. maddesi ile eklenen Maden Yönetmeliğinin 115. maddesinin 4. fıkrasının yürütmesinin durdurulması ve devamında iptaline karar verilmesi talebiyle aşağıdaki odalarla birlikte 8 Mart’da dava açtı:

TMMOB Peyzaj Mimarları Odası,
TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası,
TMMOB Mimarlar Odası,
TMMOB Kimya Mühendisleri Odası,
TMMOB Gıda Mühendisleri Odası,
TMMOB Şehir Plancıları Odası,
TMMOB Jeoloji Mühendisleri Odası,
MMOB Metalurji ve Malzeme Mühendisleri Odası,
TMMOB Çevre Mühendisleri Odası,
TMMOB Elektrik Mühendisleri Odası,
TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası,
TMMOB Jeofizik Mühendisleri Odası,
TMMOB Fizik Mühendisleri Odası,
TMMOB Makina Mühendisleri Odası,
TMMOB İçmimarlar Odası,
TMMOB Harita ve Kadastro Mühendisleri Odası,
TMMOB Bilgisayar Mühendisleri Odası,
TMMOB Tekstil Mühendisleri Odası,
TMMOB Meteoroloji Mühendisleri Odası

350.org Türkiye’den bankalara çağrı: Fosil yakıta finansman sağlamayın

350.org Türkiye, Dumansız Para Sahası kampanyası ile Türkiye’de 9 bankaya, başta kömür olmak üzere fosil yakıtlı yatırımlara finansman sağlamamaları için çağrı yaptı. Bu konuda henüz açıklama yapmamış olan bankalardan Aktifbank, Burgan Bank, DenizBank, Fibabanka, ICBC, Odeabank, Şekerbank, Türk Ekonomi Bankası ve QNB Finansbank’ın genel müdürlerine açık çağrı mektubunu içeren birer paket gönderildi ve change.org/kirlihesaplar ismiyle imza kampanyası başlatıldı.

Türkiye’de bankacılık sektörünü iklim krizi ile ilgili adım atmaya çağıran kampanyanın hedefinde Türkiye’de fosil yakıta dayalı yatırımları finanse etmemek konusunda henüz açıklama yapmamış bankalar var. Bu bankaların üst düzey yöneticilerine gönderilen kampanya paketindeki çağrı mektubu ile Sürdürülebilir Ekonomi ve Finans Araştırmaları Derneği (SEFiA) tarafından hazırlanan bilgi notu aciliyeti ortaya koyarken; Yırcalı üretici kadınların Yırca Köyü Derneği çatısı altında hazırladıkları zeytinyağlı sabunlar, banka hesaplarının kirli yatırımlardan temizlenmesini simgeliyor.

Bireylerden Bankalara: Birikimlerimizle iklim krizini fonlamayın!

Kampanya ayrıca, bireysel mevduatların bir başka finansman kaynağı olabileceğinden hareketle, söz konusu kuruluşlarda bireysel mevduat hesabı olan kişilere ve finansman kararlarının değişmesini isteyenlere ulaşmayı hedefliyor. Hazırlanan sosyal medya videosu ile bankalardan birikimlerin gelecek nesillere daha temiz bir dünya bırakmak için kullanılmasını talep etme hakkı olduğu hatırlatılan kampanyaya imza verilerek destek olunabiliyor.

Türkiye’de sadece 4 banka açıkladı

Türkiye’nin 2053’te net sıfır hedefine ulaşması için emisyonlarda en büyük paya sahip olan enerji sektörünü dönüştürmesi amacıyla finans sistemlerinde köklü değişiklikler yapması gerekiyor.

Dumansız Para Sahası kampanyası ile fosile dayalı yatırımların nasıl fonlandığını anlatmak istediklerini belirten 350.org Türkiye Kampanyalar Sorumlusu Efe Baysal, toplumda gelişen iklim değişikliği farkındalığına bağlı olarak söz konusu banka müşterilerinin bireysel mevduat hesapları olan kişilerin bankalarından talepte bulunmasının müşteri gücü anlamında önemli olduğunu belirtiyor.

Amaçlarının  henüz kömürden çıkışla ilgili bir adım atmamış bankaların net taahhüt vermesini sağlamak olduğunu paylaşan Baysal şöyle devam ediyor:

“Özellikle kömüre dayalı yatırımlar, kârlılığa getirdiği soru işaretlerinin yanı sıra sürdürülebilirlik açısından kurumsal hesap verilebilirliğe gölge düşürüyor. Bu kampanyada yapılan çağrıların sadece bankalarla sınırlı kalmamasını umut ediyoruz ve Türkiye’deki tüm finans sektörü aktörlerinin başta kömür olmak üzere fosil yakıtlara kaynak aktarmayacaklarını en kısa zamanda açıklamasını bekliyoruz.”

350.org Küresel Kampanyalar Sorumlusu Cansın Leylim ise SEFiA ile hazırlanan bilgi notuna referans vererek “Dünyada 2015’ten bu yana 151 tane anlamlı büyüklüğe sahip finans kuruluşu kömür yatırımlarından çıkacağını/sınırlandıracağını açıkladı. Bu dalga Türkiye’ye de geliyor; halihazırda dört banka taahhütte bulundu. Finans kuruluşları ve Türkiye tüm kaynaklarını yenilenebilir projeler için kullanmalı. Önümüzdeki günleri sürdürülebilirliğe gerçekten önem veren ve samimi olanlarla olmayanların ayrışacağı günler olarak görüyoruz.” dedi.

Fatsa’daki doğa mücadelecilerine yedi yıl sonra gelen adalet

Fatsa’da siyanürle altın işletmeciliğine karşı mücadele sürecinde yapılan bir yürüyüş nedeniyle oluşturulan Düzenleme Kurulu üyeleri hakkında 2911 sayılı toplantı ve yürüyüş yasasına aykırılıktan dolayı verilen ceza, Anayasa Mahkemesi tarafından bozulması sonrası Fatsa 3. Asliye Ceza Mahkemesi’nde görülen davada beraat kararı verildi.

2013’te Ordu’nun Fatsa ilçesinde Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) süreciyle başlayan siyanürle altın işletmeciliğine yönelik halk tepki göstermeye başlamış; panel, basın açıklamaları, miting, çadır nöbeti gibi eylem ve etkinliklerle yaşam alanlarına sahip çıkmışlardı. İşletmenin ÇED kapsamında çalışma süreci 27 Ocak 2021 tarihinde bittiği için üretim süreci de bitmişti.

Fatsa’da yapılan yürüyüşlerden biri de 25 Ocak 2015 tarihinde yapılmıştı. Fatsa Ünye Doğa Koruma Platformu adına Düzenleme Kurulu oluşturan Ali Demirci, Güven Atabay, İsmet Atar, Şenel Yorulmaz, Kadir Özyurt, Yunus Ertopçu hakkında 2911 sayılı toplantı ve yürüyüş yasasına aykırılıktan soruşturma açılmıştı. Düzenleme Kurulu üyeleri verdikleri ifadede izinli yürüyüş yaptıklarını, kitlenin miting bittikten sonra yürüyüş yaptıklarını belirtseler de beş ay hapis ve HAGB kararı verildi. Yapılan itiraz sonrası Anayasa Mahkemesi kararı bozdu. Fatsa 3. Asliye Ceza Mahkemesi’ndeki duruşmada beraat kararı verildi.

Emsal karar olacak

Avukat Emrah Duman

Dava hakkında Düzenleme Kurulu üyelerinin avukatı Emrah Duman şu ifadeleri kullandı:

“Fatsa’da siyanürle altın işletmeciliğine karşı Düzenleme Kurulu oluşturan müvekkillerim bir yürüyüş gerçekleştirdiler. Cumhuriyet Savcılığı tarafından kamu davası açıldı. 2911 sayılı gösteri ve toplantı yasası gereği açılan davada müvekkillerime ceza verildi. Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru hakkı kullanıldı. Anayasa Mahkemesi herhangi bir zarar olmaması nedeniyle itirazı kabul etti. Yeniden görülen davada beraat kararı verildi. Bu karar başka zamanlarda kullanılabilecek emsal bir karar özelliği de taşıyor.”

Toprağımızı korumaya devam edeceğiz

Maden bölgesinde yaşayan ve madene karşı mücadele eden Fatsa ve Ünye Doğa Koruma Platformu ve Ordu Çevre Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Eren Atasoy da şunları söyledi:

Eren Atasoy

“Mücadeleye başladığımızda insanlara anlatmaya çalıştığımız; madenin bölge için felaket olacağıydı. Bugün geldiğimiz süreçte ne kadar haklı olduğumuzu anladık. Bölge ağır metallerle boğuşuyor. Bölgede yaptığımız fiili direnişlerde haklılığımız Anayasa Mahkemesi’nin verdiği kararla bir kez daha kanıtlandı. Pandemiyle birlikte toprağa, üretmeye ve ne kadar ihtiyaç olduğu ortaya çıktı. Ne yazık ki Türkiye’de topraklar maden ve betona teslim edildi. Bundan sonra da üretmeye ve bölgemizde topraklarımızı korumaya devam edeceğiz.”

“Yukarı Bahçeler Köyü’ndeki maden mücadelesi devam ederken bir de baktık ki etrafımız sondaj alanına çevrilmiş” diyen Atasoy sözlerine şöyle devam etti:

“Çötelli, Kaledibi, Şenyurt, Sarıhalil mahallelerini kapsayan sondajları için Ordu Çevre Derneği olarak bilgilendirmeler yaptık. Gökçe Kodali bölgesi için açılan dava üzerine sondaj yapılamadı. Bölge maden konusunda ablukaya alındı. Mücadelemiz devam edecek.”

‘Yaşamımız tehdit altında’

İsmet Atar

Fatsa Ünye Doğa Koruma Platformu ve Düzenleme Kurulu Üyesi İsmet Atar da, “2015’te madene karşı yürüyüş yaptık. İzin almamıza rağmen bize ceza verdiler. İtiraz ettik. Anayasa Mahkemesi bizi haklı buldu. Toprağımıza, vatanımıza sahip çıktık. Hainlik yapmadık, kimseye zarar vermedik. Toprağımızda yaşayamıyoruz. Doğamızı, toprağımızı öldürdüler, sıra bize geldi” dedi.