Ana Sayfa Blog Sayfa 961

Zeytin üreten illerin CHP’li vekilleri Danıştay’a yürütmeyi durdurma çağrısı yaptı

CHP Muğla Milletvekili Av. Burak Erbay, Aydın Milletvekili Süleyman Bülbül, İzmir Milletvekili Sevda Erden Kılıç, Manisa Milletvekili Vehbi Bakırlıoğlu, Balıkesir Milletvekili Fikret Şahin, Bursa Milletvekili Nurhayat Altaca Kayışoğlu ve Muğla Milletvekili Suat Özcan Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde (TBMM) zeytin ağaçlarına ilişkin bir basın açıklaması yaptılar. Vekiller zeytinlik alanların maden çıkarılması için yok edilmesine neden olacak yönetmeliğin yürütmesinin durdurulması için Danıştay’a çağrıda bulundular.

Milletvekilleri adına ortak basın açıklamasını okuyan Aydın Milletvekili Bülbül, “Hukuka aykırı olan yönetmeliğin yürütmesinin durdurulması ve iptali için yaptığımız başvuru bir an önce işleme alınmalı ve yönetmeliğin yürütmesinin durdurulması kararı verilmelidir” dedi.

Basın toplantısına katılan milletvekilleri söz alarak bölgelerinde yaşanan sorunlar hakkında açıklamalarda bulundular.

CHP Muğla Milletvekili Av. Burak Erbay da elektrik ihtiyacının karşılanması için zeytinlik alanlarda madencilik faaliyetlerine izin veren Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı tarafından yayınlanan yönetmeliğe tepki gösterdi.

Erbay, “Birkaç yıllık enerji üretmek için, maden sahaları uğruna yüzlerce yıllık zeytin ağaçları yok edilmek isteniyor” dedi.

Bakanlık tarafından yayınlanan yönetmeliğin hukuksuz olduğunu ifade eden Erbay, yönetmeliğin iptal edilmesi için Cumhuriyet Halk Partisi ve sivil toplum kuruluşları tarafından Danıştay’a açılan davaları hatırlatarak “Danıştay üyelerine buradan çağrı yapıyoruz. Onların vicdanına sesleniyoruz. Bir an önce bu dosyaları ele alın, gerekli yürütmeyi durdurma kararını verin. Çünkü siz geç kaldıkça gözü doymayan bu şirketler yüzyıllardan beri atalarımızdan kalan bu zeytinliklerimize geri dönüşü olmayan zararalar verecekler” diyerek şunlar kaydetti:

‘Tarımsal üretime büyük zarar veriliyor’

Muğla, Aydın, Manisa, İzmir, Bursa ve Balıkesir’in hem tarım hem de turizm açısından ülke ekonomisine önemli katma değer sağlayan iller olduğunu ifade eden Erbay, “Ancak AKP iktidarı son yıllardaki uygulamaları ve yanlış politikaları nedeniyle tarım alanlarına fazlasıyla zarar vermiştir. Tarımsam üretimin öneminin her geçen gün arttığı bir dünyada, iktidar eliyle tarım alanlarımızın yok edilmesi kabul edilemez” dedi.

‘Enerji üretimine karşı değiliz’

CHP olarak enerji üretimine karşı olan bir parti olmadıklarını da dile getiren Erbay, sözlerine şöyle devam etti:

“Tabi ki enerji üretilecektir. Ancak biz birkaç yıllık enerji üretimi için yüz yıllardır atalarımızdan bize miras kalan, binlerce yurttaşımızın geçimini sağladığı zeytinliklerin yok edilmesine karşıyız. Burada öneli olan nokta tercihlerdeki önceliklerdir. Özellikle seçim bölgem Muğla açısından bakıldığında güneş ve rüzgar enerjisi üretilebilecek bir potansiyele sahibiz. Tüm dünya fosil yakıtlardan enerji üretiminden vazgeçmek için ve yenilenebilir enerji kaynaklarını kullanmak için projeler üretirken bizim zeytinlikleri yok etmemiz anlaşılır gibi değil.”

‘Yasaya aykırı yönetmelikle kıyım yapılıyor’

Son olarak Erbay, “Bakanlık tarafından çıkarılan yönetmelik yasaya aykırıdır. Bir hukukçu olarak hukuk normlarına göre böyle bir durumun olması söz konusu değildir. Bu yasaya aykırı yönetmeliğe dayanarak şirketler yasaya aykırı olarak zeytin ağaçlarını kesiyorlar” ifadelerini kullandı.

Türkiye’de toz fırtınası: Bitki örtüsü kaybı en önemli neden!

İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa, Orman Fakültesi Toprak İlmi ve Ekoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Doğanay Tolunay, toz fırtınasını, kurak ve yarı kurak iklim şartlarında üzerinde bitki örtüsü bulunmayan topraklardaki toz boyutundaki toprak parçacıklarının rüzgarla taşınması olarak tanımlıyor.

Rüzgarın şiddetine bağlı olarak ince kum taneciklerinin de taşınmasının mümkün olduğunu belirten Tolunay, Türkiye’de de yarı kurak ve kurak iklim şartlarına sahip İç Anadolu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde uzun yıllardır toz fırtınalarının görüldüğünü söyledi.

AA’dan Ayşe Erkeç’in aktardığına göre; oldukça kurak bir iklime sahip olan Iğdır‘da da toz fırtınalarının yaşandığına işaret eden Tolunay, “Bu toz fırtınaları havadaki 10 mikron ve 2,5 mikron çapından büyük partikül maddelerin miktarını artırarak sağlık üzerinde olumsuz etkiler yapmaktadır. Tozlu havalarda görüş mesafesi kısaldığı için çok sayıda trafik kazası gerçekleşmekte, uçuşlar aksayabilmektedir” dedi.

İlgili haber: 2021 Dünya Hava Kirliliği Raporu: Avrupa’da havası en kirli kent Iğdır

‘Rüzgar erozyonu nedeniyle tarım alanları zarar görüyor’

Tolunay, kurak bölgelerde üzerinde bitki örtüsü bulunmayan tarım ve mera alanlarından tozların kalkması hadisesinin “rüzgar erozyonu” olarak adlandırıldığına dikkati çekerek, konuşmasını şöyle sürdürdü:

“Rüzgar erozyonuyla taşınan toz ve toprak nedeniyle tarım alanları zarar görmektedir. Havaya kalkan tozlar da sonrasında çökelerek bitkilerin üzerini kaplamakta ve bitkilerin fotosentez yapmasını engellemektedir. Özetle toz fırtınalarının insanlar ve doğa üzerinde olumsuz etkileri bulunmaktadır. Diğer yandan ülkemiz başka ülkeler kaynaklı toz fırtınalarının etkisinde kalabilmektedir. Özellikle Güneydoğu Anadolu Bölgesi’ndeki iller Suriye kaynaklı toz fırtınalarına sıkça maruz kalmaktadır. Ek olarak Kuzey Afrika gibi daha uzak mesafelerden de ülkemize toz taşınabilmektedir. Ancak bu uzun mesafeli toz taşınımı ülkemizde fırtına şeklinde etki göstermemekte, daha çok hava kalitesinin bozulması ve görüş mesafesinin kısalması gibi etkileri olmaktadır.”

‘Toz fırtınaların en fazla olduğu bölgelerde sıcaklıklar da artacak’

Toz fırtınalarının en fazla olduğu ve rüzgarla toprakların taşındığı başlıca illerin Konya, Karaman, Niğde, Ankara, Iğdır ve Şanlıurfa olduğu bilgisini veren Tolunay, “Buralarda gelecekte de sıcaklıkların artacağı ve yağışların azalacağı, dolayısıyla kuraklık yaşanacağı öngörülmektedir. Toz fırtınalarının kurak bölgelerde daha yoğun olduğu dikkate alındığında 12 Eylül 2020’de Ankara Polatlı‘da gerçekleşen toz fırtınası gibi olayların gelecekte de yaşanacağı söylenebilir. İklim değişikliğinin uzun yıllardır zaten gerçekleşen toz fırtınaları üzerindeki en büyük etkisi bunların sayısının, sıklığının, şiddetinin ve etki alanının artması şeklinde olacaktır” ifadelerini kullandı.

‘İnsanlar tarafından bitki örtüsü tahribatı daha yaygın’​​​​​​​

Toz fırtınası gibi doğal afetlerin yaşanmasının pek çok sebebi olduğuna vurgu yapan Tolunay, şöyle devam etti:

“Toz fırtınalarının en önemli nedeni kurak ve yarı kurak alanlarda bitki örtüsünün tahrip olması diyebiliriz. Bitki örtüsü, kökleriyle toprağı tutarak ve ayrıca bitki artıklarından oluşan humus ile tozları birbirine yapıştırarak toprağın ve tozun havalanmasını engellemektedir. Ancak bitki örtüsü ortadan kalktıktan sonra kuruyan toprağın rüzgarla havalanması daha kolay olmaktadır. Bitki örtüsünün doğal olarak kaybı kuraklık nedeniyle bitkilerin kuruması ya da yetişmemesi şeklinde gerçekleşir. Ancak insanlar tarafından bitki örtüsü tahribatı daha yaygındır. Kurak ve yarı kurak bölgelerdeki otlak ve bozkırların aşırı otlatmayla tahrip edilmesi, ormanların kesilmesi, ormanlar ile otlakların tarım alanına dönüştürülmesi ve buralarda tek yıllık ürünler yetiştirilmesi, hatalı toprak işleme yöntemleri topraklardaki toz boyutundaki parçacıkların taşınmasının en önemli sebepleri arasında gösterilebilir.”

‘Kurak ve yarı kurak bölgelerde arazi tahribatı önlenmeli’

Prof. Dr. Tolunay, bu kapsamda alınması gereken önlemleri şöyle sıraladı:

“Kum-toz fırtınası olmadan önce alınması gereken önlemlerin neler olacağı aslında sorunun kaynaklarından belli, en önemlisi kurak ve yarı kurak bölgelerde arazi tahribatını önlemektir. Aşırı otlatma nedeniyle bitki örtüsünü kaybetmiş otlak ve meraların ıslah edilmesi, tarım alanlarında çok yıllık ürünler yetiştirilmesi, toprak işlemesiz tarım uygulamalarının yapılması, toprakların organik madde içeriklerinin artırılması gereklidir. Ayrıca toprakların şiddetli rüzgar mevsiminden sonra sürülmesi, toprak yüzeyinin malçlanması (saman ve benzeri artıkların toprakların üzerine serilmesi), iklim ve toprak koşullarının uygun olduğu yerlerde ağaçlandırmalar yapılması alınabilecek önlemlerden bazılarıdır.”

Türkiye’de rüzgar erozyonu ve toz fırtınalarının en fazla görüldüğü yöre olan Konya Karapınar’da rüzgarın hızının düşürülmesi için tarım alanlarının arasında rüzgar yönüne dik olarak ağaçlardan oluşan rüzgar perdeleri oluşturulduğu örneğini veren Tolunay, “Rüzgar perdeleri rüzgar hızını düşürerek toprakların havalanmasını ve taşınmasını engellemektedir. Rüzgar perdelerinin koruma alanı, perdeyi oluşturan ağaçların boyuna bağlı olarak değişir. Örneğin 5 metre boyunda ağaçlardan oluşan bir rüzgar perdesi, arkasındaki 50-75 metre mesafeyi koruyabilmektedir” dedi.

Üniversitenin yanlış yazıldığı sekiz rektör ataması: Ciddiyetsiz ve bihaber atamalar

Resmi Gazete’de bugün yayımlanan kararla birlikte sekiz üniversiteye yeni rektör atandı. İstanbul Topkapı Üniversitesi’ne rektörün atandığı bilgisinin yer aldığı Resmi Gazete’de üniversitenin adı dahi yanlış yazıldı. Rektör ataması kararları “ciddiyetsiz” ve “bihaber” bir şekilde alındığı için eleştirildi.

Sanko Üniversitesi Rektörlüğüne  Prof. Dr. Güner Dağlı, İstanbul Topkapı Üniversitesi Rektörlüğüne Prof. Dr. Emre Alkın, İzmir Tınaztepe Üniversitesi Rektörlüğüne Prof. Dr. Mustafa Güvençer, TED Üniversitesi Rektörlüğüne Prof. Dr. İhsan Sabuncuoğlu, Işık Üniversitesi Rektörlüğüne Prof. Dr. Hasan Bülent Kahraman, İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Rektörlüğüne Prof. Dr. Saffet Köse, Yalova Üniversitesi Rektörlüğüne Prof. Dr. Mehmet Bahçekapılı, Zonguldak Bülent Ecevit Üniversitesi Rektörlüğüne Prof. Dr. İsmail Hakkı Özölçer atandı.

Gazetede Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan imzasıyla yayımlanan kararda üniversitenin eski ismi olan “İstanbul Ayvansaray Üniversitesi” kullanıldı. Cumhuriyet Halk Partisi’nden (CHP) söz konusu hataya ilişkin olarak tepki geldi. CHP İstanbul Milletvekili Sibel Özdemir, sosyal medya hesabından şu paylaşımda bulundu:

“Meclis’te geçen ay aceleyle iki saatte Komisyon toplanıp ismi değiştirilen, 11.3.2022 tarihli Resmî Gazetede yayımlanan @TopkapiUniv’ne rektör ataması bugün eski adıyla yapılmış! Bu kadar ciddiyetsiz ve bihaber kurumsal yapıdan ülke ve üniversite sorunlarına çözüm beklenemez.”

 

Yanlış yazılan üniversitenin ismi mükerrer sayı ile düzeltildi:

“08/04/2022 tarihli ve 31803 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan, 07/04/2022 tarihli ve 2022/127 sayılı Cumhurbaşkanı Kararında sehven yer alan ‘İstanbul Ayvansaray Üniversitesi’ ibaresi ‘İstanbul Topkapı Üniversitesi’ şeklinde değiştirilerek düzeltilmiştir.”

Kılıçdaroğlu Et ve Süt Kurumu’na da alınmadı

Et ve Süt Kurumu‘ndan randevu isteyen CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, alınmadığı kurumun önünde konuştu.

Derin Yoksulluk Ağı Temsilcisi Hacer Foggo ve CHP’li milletvekilleriyle birlikte açıklama yapan Kılıçdaroğlu, “Buradan Saraya ve sarayın yetkililerine açık ve net bir çağrı yapıyorum: Beşli çeteye verilen imkanların, dolarların en azından binde birini bu ülkenin yoksul aileleri için harcasalar, emin olun hiçbir çocuk yatağa aç girmez” dedi.

Foggo ise basına, “Belediyelerin sosyal hizmet yetkililerine ‘Gittiğiniz evlerde yetersiz beslenme nedeniyle gelişim bozukluğu olmayan bir çocuk gördünüz mü’ diye sordum, ‘Görmedik’ dediler. Yoksul mahallelerde bu çocuk kaç yaşında diye sorun, yedi yaşındaki çcouk dört yaşında gösteriyor. Her evde bir kronik hastalık var. Bunlar aslında yoksulluğun, açlığın belirtileri. Cep telefonlarını değil, bunları sorun” açıklamasını yaptı.

Üreticinin saray hükümetinden 211 milyar lira alacağı var

Et ve Süt Kurumu’nu aradığını fakat randevu verilmediğini açıklayan Kılıçdaroğlu, “Kurum, bütün parti milletvekilerine hesap veren bağımsız bir kurumdur. Et ve süt kurumu çiftçinin, üreticinin yanında olmalı. Bu kurumun kaynaklarını birilerine peşkeş çekerseniz, çocuklar yatağ aç girer” dedi.

“Çiftçinin, besicinin üreticinin saray hükümetinden 211 milyar tl alacağı var” diyen CHP lideri, “Çiftçinin parası gasp edilmiş, beşli çeteye tahsis edilmiştir” ifadelerini kullandı.

Daha önce TÜİKve Milli Eğitim Bakanlığı‘na da gittiğini ve bu kurumlara alınmadığını hatırlatan Kılıçdroğlu, “Burada bulunmamın temel nedeni, çocukların haklarını savunmak” dedi

Bayramdan sonra Milletin Sesi mitinglerine başlayacağız

Kılıçdaroğlu, konuşmasının devamında, Aydın Kasaplar ve Celepler Odası Başkanı’nın sözlerine atıfta bulundu:

“Yarın damızlık hayvanlar bittiğinde et sıkınıtısı, süt sıkıntısı başlayacak; hayvansal ürünleri, kısacası içecek ayranı bile bulamayacağız. Bugün süt üreticilieri perişan, markette kutu sütü 15 liradan alıyorsunuz. Bir kilo kıyma 100 liraya dayandı. hangi asgari ücretli, maaşsız aile,  çocuğuna kıyma, düzenli süt alabilecek?” 

“Bayramdan sonra  sonra Milletin Sesi mitinglerine yeniden başlayacağız. Millet kürsüye çıkacak ve kendi sorunlarını anlatacak” açıklamasında bulunan Kılıçdaroğlu, “Benim yaptığım çağrı, Türkiye’de siyaset kurumunun halkın gözünde saygınlığını sağlamaktır. 21. yüzyılda Türkiye’sinde de bir çocuk yatağa aç giriyorsa bu ülkenin itibarına ket vurur” ifadelerini kullandı.

TBMM ‘ticarethane’ görünüyor: İki aylık elektrik faturası 7 milyon 675 bin lira

Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin (TBMM) ticarethane statüsü ile faturalandırılarak 2022’nin ilk iki ayında 7 milyon 674 bin 810 bin lira elektrik faturası ödediği öğrenildi.

Sözcü’den Başak Kaya’nın haberine göre, CHP Ankara milletvekili Ali Haydar Hakverdi‘nin, TBMM yerleşkesinin son beş yılda ödediği elektrik faturalarına ve hangi tarifeden faturalandırıldığına dair verdiği soru önergesine verilen yanıtta; TBMM’nin elektrik faturalarının “ticarethane” statüsü ile faturalandırıldığı cevabı verildi.

Geçen yılki tutarın iki buçuk katı

Ali Haydar Hakverdi yaptığı açıklamada şunları söyledi:

“Bu meblağ, geçtiğimiz yıl ödenen meblağın iki buçuk katından fazla: 2021’de ödenen aylık ortalama fatura 1 milyon 471 bin 480 lira iken, bu yılın ilk iki ayı ortalaması 3 milyon 837 bin 405 lira.

Yılın ilk iki ayında ödenen fatura, 2017’de bir yılda ödenen faturanın dahi üzerinde. Sadece geçtiğimiz yıla oranla bile artış yüzde 260.

Bu ortalama üzerinden yıl sonu TBMM’nin ödeyeceği rakam tahminen 45 milyon liranın üzerinde gerçekleşecek.

Tüketim aynı

Kilovat cinsinden elektrik kullanımının aynı olduğunu vurgulayan Hakverdi, TBMM’nin “ticarethane” olarak faturalandırılmasını şu sözlerle eleştirdi:

“Bir kamu kurumu olan ve vatandaşın vergileri ile bütçesi oluşturulan TBMM ticarethane değildir. Elektrik faturalarının ticarethane olarak faturalandırılması ve emekçilerden esirgenen paraların yüksek tarife ile elektrik şirketlerine ödemesi kabul edilemez.”

Bakandan bir ay sonra yardımcılar da görevden alındı

Resmi Gazete’de yayımlanan karara göre Tarım ve Orman Bakanlığı’nda bakan yardımcılığını üstlenen dört isim görevden alındı. Bakan Yardımcıları Mehmet Hadi Tunç, Akif Özkaldı, Ayşe Ayşin Işıkgece ve Fatih Metin görevden alındı. Bu isimlerin yerine göreve Nihat Pakdil, İbrahim Yumaklı, Veysel Tiryaki ve Ebubekir Gizligider atandı. 

Eski Tarım ve Orman Bakanı Bekir Pakdemirli de 4 Mart’ta görevden alınmış, yerine Vahit Kirişci, Tarım ve Orman Bakanı olmuştu. 

 

Yılın Dünya Basın Fotoğrafları belli oldu

Her yıl düzenlenen Dünya Basın Fotoğrafları Yarışması’nın 2022 sonuçları açıklandı. Daha küresel ve daha iyi bir coğrafi bakış açısı dengesi sunmak için, bu yıl yeni bir bölgesel strateji başlattık, yıllık yarışmanın düzenini ve değerlendirmeyi değiştirdik.

130 ülkeden 4 bin 066 fotoğrafçı tarafından 64bin 823 başvuru arasından bağımsız bir jüri tarafından seçilen 2022 Dünya Basın Fotoğraf Yarışması bölgesel kazananları 23 ülkeden 24 fotoğrafçı: Arjantin, Avustralya, Kanada, Kolombiya, Bangladeş, Brezilya, Ekvador, Mısır, Fransa, Almanya , Yunanistan, Hindistan, Endonezya, Japonya, Madagaskar, Meksika, Hollanda, Nijerya, Norveç, Filistin, Rusya, Sudan ve Tayland

2022 Yarışma jürisi, yeni yarışma modeliyle dört kategorinin her birinde 24 bölgesel kazanan arasından dört küresel kazananı seçti:

Yılın Dünya Basın Fotoğrafı

Amber Bracken‘ın The New York Times için Kanada‘da çektiği ‘Kamloops Yatılı Okulu‘ isimli fotoğrafı ‘Yılın Dünya Basın Fotoğrafı’ seçildi.

Beyaz olmayan halkların çocuklarını asimile etmek için kurulan ve 1978’e kadar faaliyet gösteren yatılı okulda 215 kadar isimsiz mezarın tespit edilmesinden sonra, ölen çocukları anmak için yol kenarındaki haçlara kırmızı elbiseler asıldı.

“Hafızaya kazınan bir görüntü, bir tür duyusal tepkiye ilham veriyor. Bu fotoğraftaki sessizliği neredeyse duyabiliyorum, Bu, yalnızca Kanada’da değil, tüm dünyada sömürgecilik tarihi için sessiz bir küresel hesaplaşma anıdır.” – Jüriden Rena Effendi

Yatılı okul, 19. yüzyılda çeşitli yerli topluluklardan insanları Batı ve ağırlıklı olarak Hıristiyan kültürüne asimile etme politikasının bir parçası olarak faaliyete başladı. 150 binden fazla çocuk yatılı okulların kapılarından geçti ve en az 4 bin 100 öğrenci okullarda kötü muamele, ihmal, hastalık veya kaza sonucu öldü.

Amber Bracken, New York Times

Yılın Hikayesi ödülü: Ormanları Ateşle Kurtarmak

Ormanları Ateşle Kurtarmak fotoğrafında Matthew Abbott, Avustralya‘nın kuzeyindeki West Arnhem Land‘in geleneksel yerlileri olan Nawarddeken halkının, çevrelerini korumak için ateşle nasıl yaşadığını ve stratejik olarak ateşi nasıl kullandığını gösteriyor.

Fotoğrafçı Abbot, Nawarddeken korucularını ve ‘soğuk yakma’ olarak bilinen uygulamalarını izledi:  Yavaş yangınlarla  yalnızca çalıları yakılıyor ve daha büyük alevlere sebep olabilecek yakıt birikimi ortadan kalkıyor.

Bu geleneksel yangınlar, yılın daha sıcak ve kurak aylarında daha büyük, daha yıkıcı yangınların oluşmasını engelliyor.

Nawarddeken halkı, ateşi toprağı gençleştirmenin bir yolu olarak görüyor ve ateşi 1.39 milyon hektarlık anavatanlarını yönetmek için bir araç olarak kullanıyor. Warddeken korucuları, geleneksel bilgileri kullanır ve orman yangınlarını önlemek için havadan yakma ve dijital haritalama gibi çağdaş teknolojilerle birleştirir. Bunu yaparken, iklim krizine neden olan CO2 miktarını başarılı bir şekilde azaltmışlardır.

Matthew Abbot
Matthew Abbot

Bölgesel modelimizin bir parçası olarak ilk kez Uzun Vadeli Proje Ödülü, belirli bir konuya uzun vadeli bir bakış sağlayan hikayeleri tanır.

12 yıla yayılan Lalo de Almeida’nın Amazon Distopyası, Brezilya Amazonlarındaki ormansızlaşma, madencilik ve kaynakların sömürülmesinin sosyal, politik ve çevresel etkilerini araştırıyor.

Yılın uzan vadeli projesi ödülü: Amazon Distopyası

Brezilya Amazon’u, 2019’dan bu yana son on yılın en hızlı yıkımını yaşıyor.

Bu yıl ödüllerde ilk kez uygulanan sistemle verilen  ‘Uzun Vadeli Proje Ödülü’, belirli bir konuya uzun vadeli bir bakış sağlayan hikayelerden seçildi.

Lalo de Almeida‘nın 12 yıla yayılanAmazon Distopyası projesi, Brezilya Amazonlarındaki ormansızlaşma, madencilik ve kaynakların sömürülmesinin sosyal, politik ve çevresel etkilerini araştırıyor.

Fotoğrafçı Almeida “Çevresel ve sosyal sorunları iki farklı şeymiş gibi ayıramazsınız. Görüyorsunuz ki, ormansızlaşma oranı yüksek olan kasabaların çoğu aynı zamanda en yüksek yoksulluk seviyelerine sahip. Yani yoksulluk, şiddet, çevresel bozulma ve ormansızlaşma tamamen bağlantılı unsurlar:

Amazon’un sömürülmesi, yalnızca olağanüstü biyolojik çeşitliliği ile Amazon ekosistemi üzerinde yıkıcı etkilere sahip olmakla kalmıyor, aynı zamanda,  Yerli topluluklar ve yaşam biçimleri üzerinde bir takım sosyal etkilere de sahip.

Lalo de Almeida

Açık Format Ödülü: Video:  Kan bir tohumdur

İlk World Press Photo Open Format Global Ödülü, Blood is a Seed (La Sangre Es Una Semilla) adlı videosuyla Ekvadorlu görsel hikaye anlatıcısı Isadora Romero‘ya verildi.

Romero’nun kişisel aile öyküsü aracılığıyla proje, tohumların ortadan kaybolmasını, zorunlu göçü, ırkçılığı, sömürgeleştirmeyi ve atalardan kalma bilgi kaybını sorguluyor.

20. yüzyıl boyunca, küresel olarak tarımsal bitki genetik çeşitliliğinin %75’i kayboldu. Azalan tarımsal biyoçeşitliliğin ana itici gücü, daha yüksek verimli mahsuller için modifiye edilmiş ve genellikle yerli olmayan çeşitlerin monokültürlerinin yetiştirilmesine yönelik baskı.

Romero şöyle diyor: “Çeşitliliği ve tohum çeşitlerini kaybetmek sadece bizi toplum olarak etkilemiyor, çünkü besinleri kaybediyoruz ve muhtemelen bazı özel türler tamamen yok olacak. Kültürel hafıza da kayboluyor. Bunlar nesilden nesile aktarılmış bilgiler ve genellikle Batılı bilim topluluğu tarafından doğrulanabilir, ulaşılablir değiller. Bu hafızayı nasıl kaybettiğimizi anlamanın çok önemli olduğunu düşünüyorum.”

Ödüllü videoyu buradan izleyebilirsiniz.

Bu yıl Dünya Basın Fotoğrafları Organizasyonu, bölgesel seçimlerle de fotoğrafçıları ödüllendiren bir sisteme geçti. Buna göre, dünyanın altı bölgesinin her birinde, ilk önce bölgesel jüriler tarafından kategori başına bir seçim yapıldı ve ardından küresel jüri, 24 bölgesel kazanan ve altı mansiyon seçti.

Afrika tekli ödülü: Sudan Protestosu

Aralık 2021’de Sudan’ın Hartum kentinde bir protestocu, askeri yönetimin sona ermesini talep eden bir yürüyüş sırasında güvenlik güçlerinin ateşlediği bir göz yaşartıcı bombayı geri atıyor.

Göstericiler, siyasi gücün sivillere devredilmesini talep ederek Hartum ve komşu Omdurman ve Bahri kentlerinde yürümüş, protestolar acımasızca bastırılmıştı.

Faiz Abubakr Mohamed

Afrika hikaye ödülü: Okula Gitme Korkusu

Nijerya’nın kuzeybatısındaki Zamfara eyaletinin bir köyü olan Jangebe’de Şubat 2021’de 300’den fazla kız öğrencinin kaçırılmasının ertesi günü, iki kızı devlet ortaokulunda silahlı kişiler tarafından kaçırılan Humaira Mustapha evinde ağlıyor.

Sodiq Adelakun Adekola

Asya Tekli Ödülü: Gazze’de Filistinli Çocuklar

Filistin Gazze, Beyt Lahia’da Gazze’ye yönelik saldırılara karşı ilan edilen ateşkes sırasında Hamas ile İsrail arasında 11 günlük çatışmasını mahalledeki çocukların protesto etti, Filistinli çocuklar mumlarla toplanıyor.

Fatima Shbair

Avrupa tekli ödülü: Evia Adası Yangını

81 yaşındaki Kritsiopi Panayiota, 8 Ağustos 2021’de Yunanistan’ın Evia adasındaki Gouves köyündeki evine orman yangını yaklaşırken görünüyor.

Yunanistan’ın 30 yıldır gördüğü en sıcak hava olan uzun bir sıcak hava dalgası döneminden sonra adadan binlerce sakin tahliye edildi.

Konstantinos Tsakalidis

Güneydoğu Asya ve Okyanusya Uzun Vadeli Proje Ödülü: Pus

Endonezya, Güney Sumatra, Palembang’daki bir sınıfta bir çocuk, orman yangınından çıkan duman kokusundan korunmak için yüzünü maskeyle kapatıyor.

Abriansyah Liberto

Asya, Hikaye Ödülü: Kabil Sineması

Kabil Sineması’nın Taliban tarafından kapatılmasından 3 ay sonra, sinemada yer gösterici olarak çalışan Gül Muhammed, poz veriyor.

Ağustos 2021’de Taliban’ın Afganistan’ı ele geçirmesinin ardından, Kabil’deki Ariana Sineması kapatıldı, personeli belirsizlik içinde ve İslamcı köktenci Taliban’ın filmlerin gösterilmesine izin verip vermeyeceğini duymayı bekliyor.

1960’lardan beri faaliyet gösteren sinema, Afgan başkentindeki yaklaşık yarım düzine sinemadan biriydi ve önceki Taliban hükümetinin devrilmesinden sonra 2004’te restore edilmişti.

Bram Janssen

Güney Amerika, tekli ödülü: San Isidro Yerleşiminden Tahliye

Polis ajanları, 6 Mart 2021’de Kolombiya’nın Puerto Caldas kentindeki San Isidro yerleşiminden insanların tahliyesi sırasında, Risaralda bölgesinin başkentini Buenaventura’ya bağlaması planlanan bir demiryolu inşaatı öncesinde, karısı ve ailesi direnirken bir adamı tutukladı, Kolombiya’nın ana Pasifik limanı. Yetkililer, mega projenin bölgeye iş ve yatırım getireceğini ve arazinin resmi olarak tahliye edilen insanlara ait olmadığını söyledi.

Vladimir Encina

Güney Amerika Hikaye Ödülü: Söz (The Promise)

Arjantin Buens Aires‘te Antonella, sıkı COVID-19 karantinaları döneminde kendine yüz yüze derslere dönünceye kadar saçını kesmeme sözü veriyor.

Antonella, okul hayatı karşılığında en değerli hazinesini geri verecek çünkü saçları onun kimliği. Okul olmadan kimliğini kaybettiğini hisseden Antonella “Sonunda okula döndüğümde farklı bir insan olduğumu anlayacaklar, farklı bir insan gibi hissediyorum” diyor.

Irina Werning

Asya, Onur Ödülü: Bitmeyen Savaş

Şüpheli Keşmir militanlarının sığındığı bir evi teftiş eden bir adam,Hindistan tarafından yönetilen Keşmir’in Srinagar kentinde bir silahlı çatışma sırasında hükümet güçleri tarafından ateşlenen bir havan topunun oluşturduğu bir delikten görülüyor.

Dar Yasin

Bu yılki yarışmanın sonuçlarını sergileyen 2022 Dünya Basın Fotoğraf Sergisi’nin galası, 15 Nisan 2022 Cuma günü Hollanda’nın Amsterdam kentindeki De Nieuwe Kerk’te açılacak. Ardından sergi, yıllık dünya turuna başlayacak.

Boğaziçi Üniversitesi akademisyenleri TBMM’yi ziyaret etti

Boğaziçi Üniversitesi akademisyenleri üniversitelerine 2 Ocak 2021 tarihinde kurum dışından bir rektör atanması ile başlayan yönetim krizini ve 15 aydır süren müdahaleler sonucu oluşan kamu zararını Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne (TBMM) taşıdı.

Boğaziçi Üniversitesi eski rektörü Prof. Dr. Üstün Ergüder, eski rektör yardımcıları Prof. Dr. Şevket Pamuk, Prof. Dr. Lale Akarun, Senato üyesi ve eski Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Ayşe Mumcu, Üniversite Yönetim Kurulu üyeleri Prof. Dr. Ünal Zenginobuz, Prof. Dr. Taner Bilgiç ve Senato üyesi Prof. Dr. Çiğdem Kafescioğlu’ndan oluşan Boğaziçi Üniversitesi akademisyenlerini temsil eden bir heyet, 5 ve 6 Nisan tarihlerinde TBMM’yi ziyaret etti. 28 Şubat 2022’de Yüksek Öğretim Kurulu’nun (YÖK) kaldırılması konusunda uzlaştıklarını açıklayan altı muhalefet partisi, HDP ve TİP temsilcileri ile görüştü.

Hem üniversitelerine verilen kamu zararına dikkat çekmek, hem de yükseköğretim alanındaki yaygın krize çare olacak yeni bir yükseköğretim vizyonu konusundaki fikir ve önerilerini paylaşmak üzere TBMM’yi ziyaret ettiklerini belirten akademisyenler, 5 Nisan tarihinde DP, TİP, HDP ve CHP’yi, 6 Nisan tarihinde Deva Partisi, İyi Parti, Saadet Partisi’ni ziyaret etti, parti genel başkanları ve eğitim politikalarından sorumlu milletvekilleri ile görüştü. Heyet daha önce de Gelecek Partisi’ni ziyaret etmiş ve partinin genel başkanı Ahmet Davutoğlu ile görüşmüştü.

TBMM ziyaretlerinin ardından bir açıklama yapan kamu üniversitesi yönetişim alanında deneyimli Boğaziçi Üniversitesi akademisyenleri, Kemal Kılıçdaroğlu, Ali Babacan, Gültekin Uysal, Ahmet Davutoğlu, Pelvin Buldan, Mithat Sancar, Meral Akşener ve Erkan Baş’a yaşanılan krizin Boğaziçi Üniversitesi’ne özgü olmadığını, Türkiye’de halen tüm yükseköğretim kurumlarını ve öğrencileri ilgilendiren ağır bir kriz yaşandığını anlattıklarını ifade etti.

‘Tepeden inme kararlar, hukuksuz atamalar, hak ihalleri’

Açıklamalarında siyasîleri hem kendi üniversitelerinde yaşanan yönetim krizi hem de ülkedeki yüksek öğretim kurumlarının içinde bulunduğu genel durum hakkında bilgilendirdiklerini belirten akademisyenler, 15 Temmuz 2021’de rektör Melih Bulu’nun görevden alınmasına rağmen, Boğaziçi Üniversitesi’ne müdahalelerin artarak sürdüğünü; tepeden inme ve hukuksuz kararlarla açılan fakülte ve enstitülerde kadrolaşmanın hızlandığını, seçilmiş dekanların görevlerinden alındığını, üst düzey yönetim kadrolarına kurum dışından atamalar yapıldığını, öğrenci ve öğretim üyelerine disiplin soruşturmaları açıldığını, atanmış yönetimi protesto eden öğrencilere rektörlüğün şikayeti sonucu açılan davaların devam ettiğini, öğrencilerinin eğitim haklarının ihlal edildiğini anlattıklarını söyledi.

‘Yapılan atamalar geçersizdir’

Parti genel başkanlarına ve temsilcilerine, hukuksuz tüm uygulamalara karşı Danıştay ve idari mahkemeler nezdinde itirazda bulunduklarını, Türkiye Barolar Birliği’nin de hukuksuzca kurulan Hukuk Fakültesi‘ne karşı açtıkları davaya müdahil olduğunu, üniversite birimlerinin talebi olmaksızın, hiçbir planlama ve değerlendirme sürecinden geçmeden kadrolaşma amacıyla kurulan fakülte ve enstitülerin gayrimeşru olduğunu anlattıklarını ve siyasîlere hukukî süreçler yürütülerek bu fakültelerin bir an önce kapatılması gerektiğini, atama ve yükseltme kriterleri hiçe sayılarak tepeden inme kararlarla yapılan atamaların da hukuksuz ve geçersiz olduğunu bir kez daha hatırlattıklarını ifade ettiler.

Üniversite heyeti siyasilere soruna ilişkin bilgi verdi

Boğaziçi Üniversitesi’nde üst düzey yönetimde yer almış akademisyenlerden oluşan heyet, üniversite kampüslerini bir inşaat rant fırsatı olarak gören anlayıştan vazgeçilmesi gerektiğini, Boğaziçi Üniversitesi yerleşkesindeki doğal ve tarihi yapının korunması için gösterdikleri çabayı da siyasîlere paylaştı ve Boğaziçi Üniversitesi’nde yükseköğretim alanının yeniden yapılandırılması alanında sürdürdükleri çalışmalar hakkında siyasileri bilgilendiler.

Araştırma üniversitelerinin nitelikli yükseköğretim sunmaya, özgün bilimsel araştırma yapmaya ve topluma hizmet sunmaya devam edebilmeleri için belli temel ilkelerin gözetilmesi gerektiğini vurgulayan Boğaziçi Üniversitesi heyetindeki akademisyenler, görüştükleri parti temsilcileri ve parti genel başkanlarına var olan yükseköğretim yasasının değiştirilmesinin elzem olduğunu, liyakati ve akademik özgürlükleri önceleyen, çağın gereklerine uygun ve demokratik esaslara dayanan bir yükseköğretim yasa çerçevesi kurgulamanın gerektiğini anlattıklarını da ifade ettiler.

Çalışma grubu talebi

Heyet ülkenin olumlu yönde değişimine talip olan tüm siyasi partilerden üniversiteler ve diğer paydaşlarla birlikte çalışacak ortak bir yükseköğretim çalışma grubu oluşturmalarını da talep etti.

CHP, Demokrat Parti, DEVA Partisi, Gelecek Partisi, İYİ Parti ve Saadet Partisi genel başkanları, 28 Şubat 2022’de bir açıklama yapmış, YÖK’ün kaldırılması konusunda uzlaştıklarını, üniversitelerin idari, mali ve akademik özerkliğini sağlayacaklarını açıklamışlardı.

Demirtepe altın madeninin ÇED süreci bir kez daha durduruldu!

Ankara’da dün Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nda Balıkesir’in Havran ilçesindeki Demirtepe Altın Madeni Projesi’nin İnceleme Değerlendirme Komisyonu (İDK) Toplantısı gerçekleştirildi.

Toplantıya Kazdağı Doğal ve Kültürel Varlıkları Koruma Derneği’ni temsilen Makine Mühendisi Figen Can, Gazeteci Aykut Alyanak, Kırsal Çevre Sorunlarını Araştırma Derneği‘nden Orman Mühendisi Salih Usta, Kırklareli Milletvekili Vecdi Gündoğdu ve Avukat Cömert Uygar Erdem katıldı.

İlgili haber: Ege’de ‘altına hücum’ zulmü: Şimde de Balıkesir’de maden başvurusu

Şirketin proje ile ilgili yaptığı sunumun ardından heyet üyeleri ayrı ayrı söz alarak projeye olan itirazları dile getirdi ve projenin Şap Dağı orman ekosistemine, bölgedeki su kaynaklarına, Havran Barajı’na etkileri konusunda detaylı bilgiler verdi. Aynı şirketin, Bahar Madencilik’in yürüttüğü Fatsa Altın Madeni’nin bölgedeki yer üstü ve yeraltı sularında ve toprakta yarattığı kirlilikle ilgili raporları da komisyona anlatan heyet, Havran Barajı yakınlarında böyle bir madencilik faaliyetinin bölgenin idam fermanı olacağını ifade etti.

Heyet ayrıca halkın projeyi istemediğine dair 12 bin imzalı dilekçeleri de komisyona sundu. Kamu kurumlarının da görüşlerinin alınmasından sonra, İDK Komisyonu Başkanı Kenan Ocak, yapılan itirazlar ve rapordaki eksikler nedeniyle ÇED sürecinin durdurulduğunu açıkladı.

Kazdağı Doğal ve Kültürel Varlıkları Koruma Derneği’nin proje ile ilgili itirazları ayrıca yazılı olarak Bakanlığa sunuldu. Çevre aktivistlerinin çabaları bir kez daha sonuç verdi. Dernek tarafından yapılan açıklamada sürecin takipçisi olacakları da bildirildi. Açıklamada şu ifadeler kullanıldı:

“Şap Dağı’nın ve Havran yöresinin katline sebep olacak Demirtepe Altın Madeni Projesi’ne izin vermeyeceğiz. Havran’ın Üstü Altından Değerlidir! Siyanür Öldürür!”

İlgili haber: TEMA’dan madenlere karşı mücadeleye devam çağrısı

Çevreye büyük zarar verecek olan ve hiçbir kamu yararı bulunmayan söz konusu projeye “ÇED Olumsuz” kararı verilmesini talep eden dernek üyeleri tarafından komisyona sunulan nedenler şöyle:

1. Raporda projenin iki etap olduğu belirtilmekte; “İş bu proje kapsamında Birinci Aşamanı’n yapılması planlanmaktadır. Birinci aşamada ana ocaktaki 1.1 g/t Au tenörlü 16 milyon tonluk cevherin işletilmesi planlanmaktadır. Birinci aşama kapsamında bir yıllık arazi hazırlık ve inşaat sürecini takiben 10 yıllık işletme süresi ve iki yıllık kapatma süreci ile 13 yıllık proje ömrü öngörülmektedir. İkinci aşamada ise yaklaşık 28,4 milyon tonluk cevher işlenmesi planlanmaktadır. İkinci aşamada ki madencilik faaliyetleri için ayrıca ÇED süreci başlatılacaktır. Maden ömrü kapasite artışına bağlı olarak 10-15 yıl daha uzamış olacaktır. Bununla beraber birinci aşamadaki proje ömrü ile proje ömrünün toplamda 20 – 25 yıl olması planlanmaktadır. İkinci aşamada yapılacak madencilik faaliyetlerinde çıkacak pasanın birinci aşamada oluşacak açık ocak boşluklarında dolgu olarak kullanılması planlanmaktadır” denilmektedir.

ÇED Yönetmeliği madde 25 gereğince, TEK ÇED BAŞVURUSU yapmak zorunludur. Ancak, somut durumda proje parçalanarak, farklı farklı ÇED süreçleri işletilmek suretiyle bütüncül etki değerlendirmesi engellenmektedir. Projenin bütüncül etkilerinin, projenin başında irdelenmesi gerekmektedir. Bu durumda ÇED raporunun yalnızca birinci etap için değil, her iki etapı da kapsayacak şekilde hazırlanması gerekirdi. Proje iki etap halinde çok daha büyük bir alanı kapsayacak ve toplan etkisi daha fazla olacaktır. Bu nedenle, projenin tümünü kapsamayan bu ÇED Raporu geçersiz sayılmalı ve reddedilmeli ve süreç sonlandırılmalıdır.

2. Balıkesir ilimizde Balya, Havran ve İvrindi, Sındırgı, Dursunbey, Edremit, Burhaniye, Ayvalık ilçelerimizde birbirine yakın çok sayıda faaliyette olan metalik madenciliği mevcuttur. Ayrıca bölgede ÇED süreci devam eden veya henüz ÇED süreci başlamamış ancak sondaj ve arama aşamasında olan çok sayıda proje mevcuttur. Ayrıca bölgede yine henüz ihalesi yapılmamış ancak maden alanı olarak belirlenmiş ihale alanları da mevcuttur. Bunca maden projesinin bir arada incelenmesi ve kümülatif etkisinin incelenmesi ve bölge için tüm diğer enerji ve maden projeleri ile birlikte stratejik çevresel etki değerlendirmesi yapılması ve bu projelerin daha sonra değerlendirilmesi gereklidir. Raporda 10 km mesafede kümülatif etki değerlendirmesi yapılmış olup bu mesafede proje yok denilmektedir. 10m km mesafe sınırı uygun değildir ve bölge bir bütün olarak ele alınmalıdır. Bu nedenle raporun Kümülatif etki değerlendirmesi oldukça yetersizdir ve bölgedeki 1 km. mesafede olan diğer projeler bile değerlendirilmemiştir ( çok yakınındaki Eğmir Demir madeni projesi bile göz ardı edilmiştir). TEMA Vakfı tarafından hazırlanmış olan ve “Kazdağlarında Madencilik Raporu” na göre Balıkesir ve Çanakkale’nin yüzde 79’u madencilik projeleri ile kaplıdır. Bu projelerin bir kısmının bile faaliyete geçmesi bölgeyi yaşanmaz hale getirecektir. Rapora bağlantıdan ulaşılabilir.

3. Raporda “Ayrıca 59956 ruhsat numaralı sahada, 18.04.2018 tarih ve E-2018199 karar ile “RN 59956 numaralı Altın Ocağı Patlayıcı Madde İlavesi ile ilgili ÇED Gerekli Değildir Kararı alınmıştır(bk. Ek-2)” denilmektedir. Oysa bu karar derneğimiz tarafından açılan dava neticesinde iptal edilmiştir. Bu nedenle, söz konusu projenin de işbu ÇED raporuna dahil edilmesi gerekmektedir.

4. Raporda “11,84 hektarlık ÇED alanında ‘’Altın Madeni Ocağı’’nda üretim devam etmektedir. 59956 saha ile ilgili üretim yapıldığına dair Maden ve Petrol İşleri Genel Müdürlüğü yazısı Ek-4’te verilmiştir” denilmektedir. Üretimin devam etmesi konusu doğru değildir. Üretimin yapılıp yapılmadığının yerinde incelemesi gereklidir.

5. Proje, yaşam alanlarına çok yakındır. Raporda “ÇED sınırına en yakın yerleşim birimleri; 3,4 km mesafedeki Eğmir Mahallesi, 1,79 km mesafede Büyükşapçı Mahallesi ve 3,53 km mesafede Küçükşapçı Mahallesi’dir. Ocak alanına en yakın hane ise 2,34 km güneydoğuda bulunan yerleşimdir. Proje alanına ulaşım; Balıkesir Havran üzerinden, Eğmir Mahallesi yolları ile ulaşılabilmektedir” denilmektedir. İşletme sistemi patlatmalı açık olan bu proje bölgeyi ve köyleri patlatmadan kaynaklanan gürültü ve tozumalar nedeniyle yaşanmaz hale getirecektir.

6. Raporda, “Patlatmalı açık ocak işletmeciliği ile çıkarılacak cevher, öncelikle cevher hazırlama tesisine ve akabinde cevherin zenginleştirmesi kapsamında yığın liç ve ADR proseslerinden geçecektir. tabakalar ile kaplanacak yüklü solüsyon, yüksüz solüsyon ve acil durum havuzu ünitede yer alacaktır. Yığın liç sahasında liç edilecek cevher kırma eleme tesisinde istenen boyutlara indirgendikten sonra aglomerasyon tesisinde kireç ve çimento ilavesi ile aglomere edilerek yığınlar halinde serilecek ve uygulanacak seyreltilmiş siyanür çözeltisi ile liç edilecektir” denilmektedir. Ayrıca, “Hidrojen siyanür (HCN) gazı yığın liç sahasından, sıyırma kolonları alanından ve kimyasalların hazırlanması sırasında kullanılan NaCN (Sodyum siyanür) nedeniyle açığa çıkacaktır. HCN insan sağlığını ve refahını korumak için kontrol altında tutulması gereken zehirli bir gazdır” denilmektedir. Bu durumda projede miktarı belirtilmemiş olmakla birlikte çok miktarda siyanür, kireç ve çimento kullanılacaktır. Siyanürün öldürücü ve bir sürü hastalıklara yol açtığı bilinmektedir. Proje bu nedenle insan ve çevre sağlığı açısından büyük risk taşımaktadır.

7. Raporda “İnşaat aşamasında işveren ve taşeron firma personeli olarak yaklaşık 250 kişi, işletme aşamasında işveren ve taşeron firma personeli olarak yaklaşık 234 kişinin istihdam edilmesi planlanmaktadır” denilmektedir. Madencilik projelerinde nitelikli elemanlar dışardan sağlanmakta ancak niteliksiz iş gücü bölgeden sağlanmaktadır. Verilen bu rakamlar bölge için büyük rakamlar değildir, bu istihdam bölgenin tarım ve turizm potansiyeline uygun açılacak iş olanakları ile sağlanabilir ve çalışanlar da daha sağlıklı bir iş kolunda çalışmış olur.

8. Yığın liç tesisi, 300 bin m2. dir ve Büyükşapçı mahallesinin 3 km kuzeyinde, Yorteri Tepesi’nin yamacında, açık ocak sahasının 4 km kuzeydoğusunda yer alacaktır. Saha genel olarak tarım arazilerinden oluşmakta olup bu alanlarda yer alan parsellerin yaklaşık yüzde 70’i Bahar Madencilik’e aittir. Proje kapsamında yer alacak yığın liç tesisi, 10 milyon m3 yığın kapasiteli olarak tasarlanmıştır. Yığın liçi alanının tarım alanlarına denk gelmesi nedeniyle, tarım alanları yok olacak ve bölgenin tarımı olumsuz etkilenecektir.

9. Açık ocak alanı ve atık alanı Pinus nigra (karaçam) ormanları alanında kalmaktadır. Raporda “Bu ormanlar proje alanında klimaks safhadadır. ÇED alanı içerisinde yerleşim yeri olmadığı için bölgede yayılış gösteren doğal ormanlar oldukça kapalı örtüye sahip ve sağlıklıdır” denilmektedir. Bu durumda oldukça sağlıklı olan karaçam ormanları proje nedeniyle yok olacaktır. Raporda kesilecek ağaç sayısı olarak da 187 bin rakamı verilmektedir. Bu rakam daha birinci etap içindir. İkinci etap için de bu rakamın en az iki katı daha ağaç kesilmesi muhtemeldir. Ağaç sayısından çok, her türlü flora ve faunasıyla bir orman ekosistemi yok olacaktır.

10. Proje alanı, Havran Barajı’nın üstündedir ve çok yakındır. Havran Barajı’na bağlanan derelerin su toplama havzaları da bu proje alanı içerisinde kalmaktadır. Su toplama havzaları yok olan dereler, su toplayamayacak ve kuruyacaktır. Bu durumda Havran Barajı’nın da suları azalacak, bu durum barajla sulanan tarım alanlarının da susuz kalmasına neden olacaktır. Ayrıca madende meydana gelebilecek asit maden drenajı vb nedenlerle ve siyanür nedeniyle yer altı suları ve topraklar kirlenecektir. Bu kirlenme Havran Barajı için ve ve baraj suları ile sulanacak tarım alanları için çok ciddi riskler taşımaktadır. Havran Barajına yakın bir mesafede bu proje kabul edilemez.

11. Proje diğer yandan da Gönen Barajı’nın uzun mesafe koruma alanı sınırındadır. Bu nedenle bu projeden dolayı içme ve kullanma suyu sağlayan Gönen Barajı da bu projeden olumsuz etkilenecek, barajdan su kullanan halk ve tarım alanları açısından da risk oluşacaktır.

12. Raporda “Ruhsat sahası içindeki su kaynaklarının korunması, su kaynaklarına zarar verilmesi halinde alternatif su kaynakları bulunacak ve su temini çözüm yöntemlerinin tesis edilmesi hususlarında da tüm yatırım masrafları firma tarafından karşılanacaktır” denilmektedir. Yani su kaynaklarına zarar verilme olasılığı şimdiden kabul edilmektedir. Nitekim çoğu altın madenciliği projelerinin yakınlarında yer altı ve yer üstü suları ve topraklar kirlenmektedir. Örneğin aynı şirketin, Bahar Madencilik’in yürüttüğü Fatsa Altın Madeni Projesi çevresinde yer altı ve yerüstü suları ve topraklar ağır metallerle kirlenmiş olup bu durum Prof. Dr. Mehmet Aydın tarafından akredite laboratuarlarda yaptırılan tahlillerle ortaya çıkmıştır.

13. Raporda: “İşbu proje kapsamında gerçekleşecek faaliyetler, karşılaştırılabilir bir zaman döneminde gözlenen doğal iklim değişikliğinden etkilenirken doğrudan ya da dolaylı olarak küresel atmosferin bileşimini bozan insan etkinliklerinden minimum düzeyde etkileneceği düşünülmektedir. ÇED alanı ve çevresinin iklimin zamansal, kendi doğal değişkenliği nedeni ile oluşacak etkiler haricinde proje kapsamında ve madencilik faaliyetlerinden kaynaklanacak etkilerin; gerekli izleme, kontrol ve rehabilite çalışmaları ile asgari seviyede olacağı öngörülmektedir” denilmektedir. 187 bin ağacın kesileceği ve bir orman ekosisteminin yok edileceği, tarım alanlarının yok olacağı, derelerin ve su kaynaklarının kuruyacağı bir proje nasıl olup da iklim değişikliğine etkisi olmayacaktır?

14. Rapora göre Su kullanımı: Kırma Tesisinde Su Kullanımı: 21 bin 600 lt/gün, Personel:73 bin 242 lt/gün, Proses: 260 bin lt/gün olmak üzere toplam 74 bin 42 lt/gün (374 ton/gün, 8.976 ton/ay, 107.712 ton/yıl). Zaten iklim değişikliği nedeniyle giderek kuraklaşmakta olan bölgede bir de bu kadar su maden tarafından kullanılacak ve bölge daha da fazla susuz kalacaktır.

15. Rapor çok özensiz hazırlanmış olup bazı bölümleri başka raporlardan “kopyala yapıştır” yöntemi ile kopyalanmıştır.

Bozkurt’ta sel felaketinin ardından: Hayal kırıklığı, iklim adaletsizliği ve alınmayan dersler

Dünya ısınmaya devam ettikçe Türkiye’de de iklim krizi temelli afetler uzun ve kısa vadede artıyor.

2021 yazında Akdeniz ve Ege, eş zamanlı başlayan büyük yangınlarla mücadele ederken, 11 Ağustos 2021’de Batı Karadeniz de sel felaketiyle yüzleşti.

Bartın, Sinop ve Kastamonu illerinde ani kuvvetli yağışlarla oluşan sel, su baskını ve heyelanlar sonucunda 82 kişi hayatını kaybetti.

Metrekareye 116 kilogram yağışın düştüğü Kastamonu’nun ilçesi Bozkurt ise bu felaketin en şiddetli yaşandığı yerdi.

İlgili haber: Bozkurt sel felaketinden izlenimler: Bu enkazı kim kaldıracak?

Yeşil Düşünce Derneği tarafından yayımlanan “Bozkurt: İklim Adaleti Üzerine” saha çalışması raporu, bölgede afetin etkilerinin hala ne kadar şiddetli yaşandığını, ekonomik yıkımın yanında sosyal ve psikolojik yıkımın en çok da kırılgan gruplar üzerinde nasıl etkili olduğunu gözler önüne seriyor.

Çalışma, yaşanan afeti iklim adaleti perspektifinden açıklamayı amaçlıyor ve Bozkurt’ta iyileşme sürecinde yapılanlar, yapılması gerekenler, eksikler ve ihtiyaçlar odağında krizler çağında iklim adaletinin tesis edilmesi için bir değerlendirme sunuyor. Raporun önemli özelliklerinden biri de bölgede mevcut sosyo-ekonomik ve psikolojik duruma dair  gözlemler sunuyor olması.

Selden yaklaşık dört ay sonra sahaya giderek raporu yazan aktivist ve araştırmacı Özge Doruk, Bozkurt’ta hakim olan en yoğun duyguların hayal kırıklığı ve belirsizlikten doğan korku olduğunu söylüyor:

“Çünkü ilerleyen devam eden bir şey yok. Hayat hala çok zor fakat her şey düzelmiş gibi davranılıyor.”

Travma her gün tekrar ediyor

Raporda yıkım çalışmalarının halen aktif olarak sürdüğü, sokakların her daim çamurlu olduğu kaydediliyor ve “Kaybolmuşluk hissinin havaya, suya ve toprağa sindiği bu bölgeden gidemeyip yaşamaya devam eden insanlar vardır. Burada yaşanan kayıp aynı zamanda toplumsal ve kültüreldir” ifadelerine yer veriliyor.

İlgili haber: Bozkurt’ta selin ardından: ‘Zaten borç içindeydik, şimdi her şeyimizi kaybettik’

Doruk, ilçenin hala ‘çamur kasaba’ olduğunu belirtiyor:

“Atmosfere sirayet etmiş bir korku var. İnsanlar baktığında hala her gün seli gördüğünü belirtiyor, bu travma her gün tekrar ediyor. Bunun normalleştirilmemesi, buna yönelik insani psikososyal destek verilmesi, insanlara yalnız hissetirilmemesi gerekiyor.”

Raporda buna ilişkin şu ifade yer alıyor:

İnsanların yaşadıkları maddi ve manevi kayıplar, ekonomik olarak hissettikleri çıkmaz, yalnız bırakılmışlık hissi; derin bir umutsuzluğu beraberinde getirmektedir.

İklim adaletsizliği kendini Bozkurt’ta da gösteriyor

Raporda görüşmeler üzerinden yapılan gözleme dayanarak devlet tarafından sözü verilen bazı yardımların yapıldığını, fakat buna dair bölge halkının farklı ifadeler sunduğu görülüyor.

Yardım ve iyileştirme çalışmalarına dair şeffaf bir bilgilendirme olmadığını söyleyen Özge Doruk, belediyenin sitesinde afet sonrası yapılan güncellemelerin yaklaşık iki ay kadar sürdükten sonra durduğunu,  kimsenin süreci açık şekilde bilmediğini, güven ortamı kurulmadığını aktarıyor.

Bazı görüşmeciler ise aksini belirterek gerekenlerin yapıldığını, ‘devletin sıcak elini’ uzattığını belirtiyor. Doruk, burada şu notu düşüyor:

“Bu ifadeler arasındaki ekonomik durum ve güvence farkını göz önüne aldığımızda, bu normal.

Konteynırlarda yaşamak zorunda kalan ile merkeze göç etmiş insanın görüşü aynı değil.

Raporda, kadınlar ve işçilerin, felaketin etkilerini daha ağır yaşadığına değinilerek şu gözlemlere yer veriliyor:

“Sel, Bozkurt halkı için yaşanmış ve bitmiş bir olay değildir. Sancılı bir iyileşme süreci içerisindeyken ekonomik ve sosyal alanlarda hissettikleri eşitsizlikler iklim adaletsizliğini beslemektedir.”

İlgili haber: Bozkurt’da HES bilmecesi: Selin gerçek nedeni ne?

Aşılmamış temel problemlerimiz, iklim adaletsizliğini derinleştiriyor

Raporda çay bahçeleri, kafeler, ürün standları vb. barındıran ana meydanın kaybıyla kadınların sosyalleşmek için dışarıya çıkabilecekleri bir kamusal alanın kalmadığı belirtilirken, konteyner dükkanlar ile tekrar faaliyete geçen esnafların bulunduğu alan, cami ve çevresi, şu an insanlar için tek kamusal alan.

Saha ziyareti boyunca açık alanda çok az kadına rastlandığı ifade edilen raporda, konteyner evlerde yaşamakta olan yaşlı, özel gereksinimli bireylerin ve bakım rolünü üstlenen kadınların konumlarının çok daha kırılgan bir noktaya ulaştığı ifade ediliyor:

Kadınların sokakta var olma süreçleri noktasında küçük bir ilçede ufak bir alan kaybı bile toplumsal cinsiyet eşitliği dinamikleri açısından yıkıcı etkilere sahip olabiliyor.

Çoğu kadının yıkım sonrası çalışmayı bıraktığını belirten Özge Doruk, iklim adaletsizliğinin iklim dışı boyutlarına dikkat çekiyor:

“İklim adaleti dediğimiz iklim krizinin ötesinde bir  sosyal adaletsizlik durumu. Ekonomik koşullar, kapitalist sistem ve toplumsal normlarımızla derinden bağlı. Aşılmamış temel problemlerimiz, iklim adaletsizliğini de derinleştiriyor.

Geleneksel cinsiyet rolleri yüzünden kadınlar, iklim krizi etkilerine karşı daha hassas; en küçük bir etkide, kadınlar çok daha hızlı kaybediyor.

İlgili haber: İklim krizinde ‘eşit’ hiçbir şey yok – Ahmet Soysal

Bozkurt’ta kiracı olarak yaşayan herhangi bir gayrimenkulu olmayan ve sel sonrasında işini kaybeden tekstil işçilerinin mağduriyet düzeyinde en alt basamakta olduğu ifade ediliyor.

Felaket sonrası Kastamonu merkeze ve İstanbul’a göç veren Bozkurt’ta kalmak zorunda kalanlar, “Ben nereye gideyim?” diye soruyor.

İyileştirme çalışmalarında iklim krizi gözetiliyor mu?

Bu soruya Özge Doruk, “Açık bir bilgi yok” yanıtını veriyor:

“Gittiğimde de iyileştirme çalışmaları yapılıyordu. İnşa edilecek binalar için dere yatağının genişlemesi yapılmış ama sonrasını ve mevcut iklim koşullarını ne kadar öngörerek yapılıyor konusunda açık bilgi yok,  yapılaşma sonrasında ne kadar dikkate alınacak bilinmiyor. Başka yere yapılaşmadan da bahsediliyor.”

Bir daha yaşanabilecek bir sel felaketine karşı önlem alınarak iyileştirme yapılması konusunda ise Doruk ilerleme kaydedilmediğini aktarıyor ve çalışmaların genelde ‘anlık kriz odaklı’ olduğunu belirtiyor:

“Kriz anında vaat edilen süreçlere uyulmadığını da gördük. Evlerin inşa edilip bir seneye teslim edileceği belirtilmişti ama kasım sonunda daha ihaleye bile çıkılmamıştı. Yardımlar da keza öyle. Söylemler ve eylem paralel gitmedi. Dilerim ki aradan geçen zamanda toparlıyordur ama maalesef hiç de öyle olmuyor genelde.”

Devlet kontrol mekanizması çalışmamış

Raporda, bölgede kaçak bir yapılaşmanın olmadığının altı çiziliyor. Dere yatağına yerleşimlerin hepsinin izinli olduğunu kaydeden Doruk, “Kaçak inşaat yok, devlet tüm izinleri vermiş. Evlerin pazarlaması da “dere manzaralı” vb. diye yapılmış” diyor ve ekliyor:

“Buranın dere yatağı olduğunu belirten raporlara rağmen- ki buna gerek de yok, böyle bir bölgede yaşayan bir insan için bu bilgi büyük bir bilgi de değil- devlet buna izin veriyorsa, göz göre göre yapılmış demektir. Devletin bu durumlarda sorumluluğu zaten kontrol mekanizmasını işletmektir. İzin süreçlerinin amacı budur, keza Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) de bunun için vardır.

İnsanlar inşaat isteyebilir,  para kazanmak isteyebilir ama kontrolü sağlamak devlet mekanizmasının görevi. İzin verilmemesi gerekiyordu.

Karadeniz’de bile bile lades: Doğayla inatlaşılıyor

Raporda Karadeniz bölgesinin coğrafi olarak zor, engebeli olduğu ve insanların yaşam pratiklerinin buna göre şekillendiğini hatırlatılıyor ve bölgenin iklim krizi için önceliklendirilerek 2019 yazında Bakanlık tarafından Karadeniz İklim Eylem Planı hazırlandığının altı çiziliyor.

İlgili haber: Bakan Kurum Karadeniz İklim Eylem Planı’nı açıkladı

Bunlara rağmen Karadeniz illerinde, Rize İkizdere’de de olduğu gibi devam eden ve devlet tarafından göz yumulan ekokırım faaliyetlerine ilişkin Doruk, şöyle diyor:

“Doğa koşullarıyla inatlaşılıyor. İkizdere’deki taş ocağının yanı sıra Rize merkezdeki çarpık yapılaşmalar, köylerin, yaylaların betonlaşması, yeşil yol projeleri; hepsi iklim krizini bile bile lades. Devlet politikasında somut elle tutulur bir şey yok, acil faaliyete geçen plan da yok eylem de yok.”

İklim kriziyle ücadele ediyoruz deyip bu projelere devam edilemez. Bunlardan birini gözetmiyorsanız, ötekini kullanıyorsunuz demektir.

İlgili haber: Cengiz Holding’in İkizdere’deki yıkımı yeniden gözler önüne serildi

“Bu yüzden felaketler göz göre göre oluyor; Bozkurt da öyleydi. Kurumlar da bu alanda çalışanlar da biliyor: Başımıza gelen her sel felaketi şiddeti artıracak, ağır sonuçları olacak. Bunu bilerek bir şey yapmammak aslında gerçekten samimiyetsiz bir durum ve iyi niyetli değil.

Türkiye’nin her yerine erişilmiyor

Türkiye’nin çeşitli bölgelerinde afet bilincine dair erişimin kısıtlı olduğunun altını çizen Doruk, “İklim krizi etkileri adaletsiz biçimde artarak devam edecek, dünyada da, Türkiye özelinde de. Sonuç aynı olsa da yerel koşullara göre bu etkiler değişiyor. Türkiye’de de bunu zor yaşayacağız” sözlerini kullanıyor.

İlgili haber: İklim krizine karşı mücadelede Türkiye nerede?

İklim afetlerine yönelik çalışmaların yapıldığı insanların görece daha farkında olduğu Akdeniz, Ege, Marmara gibi bölgelere oranla, diğer bölgelere daha zor erişildiğini belirten Doruk, İç Anadolu‘da yaşanan kuraklık ve sellerin; Doğu ve Güneydoğu’da da yangınların, kuraklığın, afetlerin aynı şekilde etkili olduğunu vuruluyor:

“Bunların özellikle uzun vadeli sonuçları olacak, tarım işçilerini etkileyecek, iklim göçünü tetikleyecek. Buradan da ve özellikle kadınlar pay alacak çünkü göç edebilme kabiliyeti olan erkekler giderken kadınlar kalacak.”

İlgili haber: TBMM’ye rapor: Kuraklık en sinsi afet, acilen önlem alınmalı

İklim etkileri arttıkça büyük şehirlere göçün artacağını ve bunun sorunları derinleştireceğini belirten Doruk “Bir kısır döngüye sıkışacağız, yaşam alanlaırmızı kaybedeceğiz, kendi kuyumuzu kazmak demek bu” diyor:

“Kuraklık nedeniyle göç gibi iklim krizi etkileri ütopik değil, Bozkurt’ta da böyle oldu ama bu kitleselleşecek. İklim adaleti göz önüne almayıp yeterli mekanizmaları çalıştırmazsak bu olacak.

Yerel ve yaygın bilinç vurgusu

Çözümün imkansız olmadığını vurgulayan Doruk, “Bazen yaşamadan anlayamıyoruz evet ama her seferinde unutuyor olmak da komik. Geçen senelerde yangınla uğraştık mesela ama ben bugün yangında ne yapmam gerek bilmiyorum, orada ne oluyor bilmiyorum. Ben bunun için uğraşmamalıyım, örneğin tıklayıp görebilmeliydim Antalya‘da, Muğla‘da ne yapıldığını.”

İlgili haber: IPCC’nin yeni yayımlanan ‘İklim Değişikliğinin Etkileri, Uyum ve Etkilenebilirlik Raporu’ bize neler söylüyor? – Murat Türkeş

İklim krizi etkilerine afetlere karşı planlamaların herkesle birlikte bir süreç işletilerek yapılması gerektiğini savunan Doruk, yerele ulaşamayan merkezi kalan planların faydasız olduğunu söylüyor. Doruk, bu bilincin sel, yangın bölgeleri gibi en riskli bölgelerden başlanarak risksize doğru sıralanan şekilde oturtulması gerektiğini belirtiyor.

Hazırlıklı olmak dirençli kılıyor

Erken uyarının Bozkurt felaketinde neleri değiştirebileceği sorusuna Doruk, öncelikle sistematik bir bilinç olsaydı en başta yapılaşmanın olmayacağını belirtiyor:

“Bilmek, hazırlıklı olmak, kayıpları azalttığı gibi; kayıplarla başa çıkma kapasitesini artırıyor, insanı sürece dair güçlü, dirençli kılıyor.”

Bozkurt’taki selin, gece yarısı başlayan yağmurun bir anda kuvvetlenmesi sonucu gerçekleştiğini hatırlatan Doruk, “Erken uyarı sistemi olsaydı, insanlar bunun ekstrem ve tehlikeli bir yağmur olduğunu, risk oluşturabileceğini anlayabileydi; dereden uzaklaşmaları gerektiğini anlayıp sığınıklara gidebilselerdi, herhalde kayıplar ya önlenir ya da azaltılabilirdi. Bu ‘sel geliyor kaçın’ değil, riskleri bilmekle ilgili.”

Özge Doruk, Bozkurt’tan alınması gereken dersin durumun aciliyetini idrak etmek olduğunu söylüyor ve sözlerin, şöyle bitiriyor:

“Fakat hiçbir bağlamda idrak edebilmiş değiliz, ne devlet kurumları, ne yerel kurumlar, ne de insanlar olarak.”