ManşetDoğa MücadelesiEditörün SeçtikleriEkolojiİklim Krizi

Bozkurt’ta sel felaketinin ardından: Hayal kırıklığı, iklim adaletsizliği ve alınmayan dersler

0

Dünya ısınmaya devam ettikçe Türkiye’de de iklim krizi temelli afetler uzun ve kısa vadede artıyor.

2021 yazında Akdeniz ve Ege, eş zamanlı başlayan büyük yangınlarla mücadele ederken, 11 Ağustos 2021’de Batı Karadeniz de sel felaketiyle yüzleşti.

Bartın, Sinop ve Kastamonu illerinde ani kuvvetli yağışlarla oluşan sel, su baskını ve heyelanlar sonucunda 82 kişi hayatını kaybetti.

Metrekareye 116 kilogram yağışın düştüğü Kastamonu’nun ilçesi Bozkurt ise bu felaketin en şiddetli yaşandığı yerdi.

İlgili haber: Bozkurt sel felaketinden izlenimler: Bu enkazı kim kaldıracak?

Yeşil Düşünce Derneği tarafından yayımlanan “Bozkurt: İklim Adaleti Üzerine” saha çalışması raporu, bölgede afetin etkilerinin hala ne kadar şiddetli yaşandığını, ekonomik yıkımın yanında sosyal ve psikolojik yıkımın en çok da kırılgan gruplar üzerinde nasıl etkili olduğunu gözler önüne seriyor.

Çalışma, yaşanan afeti iklim adaleti perspektifinden açıklamayı amaçlıyor ve Bozkurt’ta iyileşme sürecinde yapılanlar, yapılması gerekenler, eksikler ve ihtiyaçlar odağında krizler çağında iklim adaletinin tesis edilmesi için bir değerlendirme sunuyor. Raporun önemli özelliklerinden biri de bölgede mevcut sosyo-ekonomik ve psikolojik duruma dair  gözlemler sunuyor olması.

Selden yaklaşık dört ay sonra sahaya giderek raporu yazan aktivist ve araştırmacı Özge Doruk, Bozkurt’ta hakim olan en yoğun duyguların hayal kırıklığı ve belirsizlikten doğan korku olduğunu söylüyor:

“Çünkü ilerleyen devam eden bir şey yok. Hayat hala çok zor fakat her şey düzelmiş gibi davranılıyor.”

Travma her gün tekrar ediyor

Raporda yıkım çalışmalarının halen aktif olarak sürdüğü, sokakların her daim çamurlu olduğu kaydediliyor ve “Kaybolmuşluk hissinin havaya, suya ve toprağa sindiği bu bölgeden gidemeyip yaşamaya devam eden insanlar vardır. Burada yaşanan kayıp aynı zamanda toplumsal ve kültüreldir” ifadelerine yer veriliyor.

İlgili haber: Bozkurt’ta selin ardından: ‘Zaten borç içindeydik, şimdi her şeyimizi kaybettik’

Doruk, ilçenin hala ‘çamur kasaba’ olduğunu belirtiyor:

“Atmosfere sirayet etmiş bir korku var. İnsanlar baktığında hala her gün seli gördüğünü belirtiyor, bu travma her gün tekrar ediyor. Bunun normalleştirilmemesi, buna yönelik insani psikososyal destek verilmesi, insanlara yalnız hissetirilmemesi gerekiyor.”

Raporda buna ilişkin şu ifade yer alıyor:

İnsanların yaşadıkları maddi ve manevi kayıplar, ekonomik olarak hissettikleri çıkmaz, yalnız bırakılmışlık hissi; derin bir umutsuzluğu beraberinde getirmektedir.

İklim adaletsizliği kendini Bozkurt’ta da gösteriyor

Raporda görüşmeler üzerinden yapılan gözleme dayanarak devlet tarafından sözü verilen bazı yardımların yapıldığını, fakat buna dair bölge halkının farklı ifadeler sunduğu görülüyor.

Yardım ve iyileştirme çalışmalarına dair şeffaf bir bilgilendirme olmadığını söyleyen Özge Doruk, belediyenin sitesinde afet sonrası yapılan güncellemelerin yaklaşık iki ay kadar sürdükten sonra durduğunu,  kimsenin süreci açık şekilde bilmediğini, güven ortamı kurulmadığını aktarıyor.

Bazı görüşmeciler ise aksini belirterek gerekenlerin yapıldığını, ‘devletin sıcak elini’ uzattığını belirtiyor. Doruk, burada şu notu düşüyor:

“Bu ifadeler arasındaki ekonomik durum ve güvence farkını göz önüne aldığımızda, bu normal.

Konteynırlarda yaşamak zorunda kalan ile merkeze göç etmiş insanın görüşü aynı değil.

Raporda, kadınlar ve işçilerin, felaketin etkilerini daha ağır yaşadığına değinilerek şu gözlemlere yer veriliyor:

“Sel, Bozkurt halkı için yaşanmış ve bitmiş bir olay değildir. Sancılı bir iyileşme süreci içerisindeyken ekonomik ve sosyal alanlarda hissettikleri eşitsizlikler iklim adaletsizliğini beslemektedir.”

İlgili haber: Bozkurt’da HES bilmecesi: Selin gerçek nedeni ne?

Aşılmamış temel problemlerimiz, iklim adaletsizliğini derinleştiriyor

Raporda çay bahçeleri, kafeler, ürün standları vb. barındıran ana meydanın kaybıyla kadınların sosyalleşmek için dışarıya çıkabilecekleri bir kamusal alanın kalmadığı belirtilirken, konteyner dükkanlar ile tekrar faaliyete geçen esnafların bulunduğu alan, cami ve çevresi, şu an insanlar için tek kamusal alan.

Saha ziyareti boyunca açık alanda çok az kadına rastlandığı ifade edilen raporda, konteyner evlerde yaşamakta olan yaşlı, özel gereksinimli bireylerin ve bakım rolünü üstlenen kadınların konumlarının çok daha kırılgan bir noktaya ulaştığı ifade ediliyor:

Kadınların sokakta var olma süreçleri noktasında küçük bir ilçede ufak bir alan kaybı bile toplumsal cinsiyet eşitliği dinamikleri açısından yıkıcı etkilere sahip olabiliyor.

Çoğu kadının yıkım sonrası çalışmayı bıraktığını belirten Özge Doruk, iklim adaletsizliğinin iklim dışı boyutlarına dikkat çekiyor:

“İklim adaleti dediğimiz iklim krizinin ötesinde bir  sosyal adaletsizlik durumu. Ekonomik koşullar, kapitalist sistem ve toplumsal normlarımızla derinden bağlı. Aşılmamış temel problemlerimiz, iklim adaletsizliğini de derinleştiriyor.

Geleneksel cinsiyet rolleri yüzünden kadınlar, iklim krizi etkilerine karşı daha hassas; en küçük bir etkide, kadınlar çok daha hızlı kaybediyor.

İlgili haber: İklim krizinde ‘eşit’ hiçbir şey yok – Ahmet Soysal

Bozkurt’ta kiracı olarak yaşayan herhangi bir gayrimenkulu olmayan ve sel sonrasında işini kaybeden tekstil işçilerinin mağduriyet düzeyinde en alt basamakta olduğu ifade ediliyor.

Felaket sonrası Kastamonu merkeze ve İstanbul’a göç veren Bozkurt’ta kalmak zorunda kalanlar, “Ben nereye gideyim?” diye soruyor.

İyileştirme çalışmalarında iklim krizi gözetiliyor mu?

Bu soruya Özge Doruk, “Açık bir bilgi yok” yanıtını veriyor:

“Gittiğimde de iyileştirme çalışmaları yapılıyordu. İnşa edilecek binalar için dere yatağının genişlemesi yapılmış ama sonrasını ve mevcut iklim koşullarını ne kadar öngörerek yapılıyor konusunda açık bilgi yok,  yapılaşma sonrasında ne kadar dikkate alınacak bilinmiyor. Başka yere yapılaşmadan da bahsediliyor.”

Bir daha yaşanabilecek bir sel felaketine karşı önlem alınarak iyileştirme yapılması konusunda ise Doruk ilerleme kaydedilmediğini aktarıyor ve çalışmaların genelde ‘anlık kriz odaklı’ olduğunu belirtiyor:

“Kriz anında vaat edilen süreçlere uyulmadığını da gördük. Evlerin inşa edilip bir seneye teslim edileceği belirtilmişti ama kasım sonunda daha ihaleye bile çıkılmamıştı. Yardımlar da keza öyle. Söylemler ve eylem paralel gitmedi. Dilerim ki aradan geçen zamanda toparlıyordur ama maalesef hiç de öyle olmuyor genelde.”

Devlet kontrol mekanizması çalışmamış

Raporda, bölgede kaçak bir yapılaşmanın olmadığının altı çiziliyor. Dere yatağına yerleşimlerin hepsinin izinli olduğunu kaydeden Doruk, “Kaçak inşaat yok, devlet tüm izinleri vermiş. Evlerin pazarlaması da “dere manzaralı” vb. diye yapılmış” diyor ve ekliyor:

“Buranın dere yatağı olduğunu belirten raporlara rağmen- ki buna gerek de yok, böyle bir bölgede yaşayan bir insan için bu bilgi büyük bir bilgi de değil- devlet buna izin veriyorsa, göz göre göre yapılmış demektir. Devletin bu durumlarda sorumluluğu zaten kontrol mekanizmasını işletmektir. İzin süreçlerinin amacı budur, keza Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) de bunun için vardır.

İnsanlar inşaat isteyebilir,  para kazanmak isteyebilir ama kontrolü sağlamak devlet mekanizmasının görevi. İzin verilmemesi gerekiyordu.

Karadeniz’de bile bile lades: Doğayla inatlaşılıyor

Raporda Karadeniz bölgesinin coğrafi olarak zor, engebeli olduğu ve insanların yaşam pratiklerinin buna göre şekillendiğini hatırlatılıyor ve bölgenin iklim krizi için önceliklendirilerek 2019 yazında Bakanlık tarafından Karadeniz İklim Eylem Planı hazırlandığının altı çiziliyor.

İlgili haber: Bakan Kurum Karadeniz İklim Eylem Planı’nı açıkladı

Bunlara rağmen Karadeniz illerinde, Rize İkizdere’de de olduğu gibi devam eden ve devlet tarafından göz yumulan ekokırım faaliyetlerine ilişkin Doruk, şöyle diyor:

“Doğa koşullarıyla inatlaşılıyor. İkizdere’deki taş ocağının yanı sıra Rize merkezdeki çarpık yapılaşmalar, köylerin, yaylaların betonlaşması, yeşil yol projeleri; hepsi iklim krizini bile bile lades. Devlet politikasında somut elle tutulur bir şey yok, acil faaliyete geçen plan da yok eylem de yok.”

İklim kriziyle ücadele ediyoruz deyip bu projelere devam edilemez. Bunlardan birini gözetmiyorsanız, ötekini kullanıyorsunuz demektir.

İlgili haber: Cengiz Holding’in İkizdere’deki yıkımı yeniden gözler önüne serildi

“Bu yüzden felaketler göz göre göre oluyor; Bozkurt da öyleydi. Kurumlar da bu alanda çalışanlar da biliyor: Başımıza gelen her sel felaketi şiddeti artıracak, ağır sonuçları olacak. Bunu bilerek bir şey yapmammak aslında gerçekten samimiyetsiz bir durum ve iyi niyetli değil.

Türkiye’nin her yerine erişilmiyor

Türkiye’nin çeşitli bölgelerinde afet bilincine dair erişimin kısıtlı olduğunun altını çizen Doruk, “İklim krizi etkileri adaletsiz biçimde artarak devam edecek, dünyada da, Türkiye özelinde de. Sonuç aynı olsa da yerel koşullara göre bu etkiler değişiyor. Türkiye’de de bunu zor yaşayacağız” sözlerini kullanıyor.

İlgili haber: İklim krizine karşı mücadelede Türkiye nerede?

İklim afetlerine yönelik çalışmaların yapıldığı insanların görece daha farkında olduğu Akdeniz, Ege, Marmara gibi bölgelere oranla, diğer bölgelere daha zor erişildiğini belirten Doruk, İç Anadolu‘da yaşanan kuraklık ve sellerin; Doğu ve Güneydoğu’da da yangınların, kuraklığın, afetlerin aynı şekilde etkili olduğunu vuruluyor:

“Bunların özellikle uzun vadeli sonuçları olacak, tarım işçilerini etkileyecek, iklim göçünü tetikleyecek. Buradan da ve özellikle kadınlar pay alacak çünkü göç edebilme kabiliyeti olan erkekler giderken kadınlar kalacak.”

İlgili haber: TBMM’ye rapor: Kuraklık en sinsi afet, acilen önlem alınmalı

İklim etkileri arttıkça büyük şehirlere göçün artacağını ve bunun sorunları derinleştireceğini belirten Doruk “Bir kısır döngüye sıkışacağız, yaşam alanlaırmızı kaybedeceğiz, kendi kuyumuzu kazmak demek bu” diyor:

“Kuraklık nedeniyle göç gibi iklim krizi etkileri ütopik değil, Bozkurt’ta da böyle oldu ama bu kitleselleşecek. İklim adaleti göz önüne almayıp yeterli mekanizmaları çalıştırmazsak bu olacak.

Yerel ve yaygın bilinç vurgusu

Çözümün imkansız olmadığını vurgulayan Doruk, “Bazen yaşamadan anlayamıyoruz evet ama her seferinde unutuyor olmak da komik. Geçen senelerde yangınla uğraştık mesela ama ben bugün yangında ne yapmam gerek bilmiyorum, orada ne oluyor bilmiyorum. Ben bunun için uğraşmamalıyım, örneğin tıklayıp görebilmeliydim Antalya‘da, Muğla‘da ne yapıldığını.”

İlgili haber: IPCC’nin yeni yayımlanan ‘İklim Değişikliğinin Etkileri, Uyum ve Etkilenebilirlik Raporu’ bize neler söylüyor? – Murat Türkeş

İklim krizi etkilerine afetlere karşı planlamaların herkesle birlikte bir süreç işletilerek yapılması gerektiğini savunan Doruk, yerele ulaşamayan merkezi kalan planların faydasız olduğunu söylüyor. Doruk, bu bilincin sel, yangın bölgeleri gibi en riskli bölgelerden başlanarak risksize doğru sıralanan şekilde oturtulması gerektiğini belirtiyor.

Hazırlıklı olmak dirençli kılıyor

Erken uyarının Bozkurt felaketinde neleri değiştirebileceği sorusuna Doruk, öncelikle sistematik bir bilinç olsaydı en başta yapılaşmanın olmayacağını belirtiyor:

“Bilmek, hazırlıklı olmak, kayıpları azalttığı gibi; kayıplarla başa çıkma kapasitesini artırıyor, insanı sürece dair güçlü, dirençli kılıyor.”

Bozkurt’taki selin, gece yarısı başlayan yağmurun bir anda kuvvetlenmesi sonucu gerçekleştiğini hatırlatan Doruk, “Erken uyarı sistemi olsaydı, insanlar bunun ekstrem ve tehlikeli bir yağmur olduğunu, risk oluşturabileceğini anlayabileydi; dereden uzaklaşmaları gerektiğini anlayıp sığınıklara gidebilselerdi, herhalde kayıplar ya önlenir ya da azaltılabilirdi. Bu ‘sel geliyor kaçın’ değil, riskleri bilmekle ilgili.”

Özge Doruk, Bozkurt’tan alınması gereken dersin durumun aciliyetini idrak etmek olduğunu söylüyor ve sözlerin, şöyle bitiriyor:

“Fakat hiçbir bağlamda idrak edebilmiş değiliz, ne devlet kurumları, ne yerel kurumlar, ne de insanlar olarak.”

 

More in Manşet

You may also like

Comments

Comments are closed.