Ana Sayfa Blog Sayfa 946

Büyüknohutçu çiftinin katledilmesi AYM’ye taşınıyor

Antalya‘nın Finike ilçesinde mermer ocaklarına karşı verdikleri mücadeleyle tanınan Ali Ulvi- Aysin Büyüknohutçu çiftinin 2017’de yaşadıkları dağ evinde öldürülmesine ilişkin soruşturmanın derinleştirilmesi yönündeki talebin reddedilmesi üzerine çiftin kızları ve avukatları, dosyayı Anayasa Mahkemesi‘ne (AYM) taşıyacaklarını açıkladı.

Sedir ve kızılçam ağaçlarıyla kaplı ormanda açılmak istenen mermer ocaklarına karşı mücadele eden Büyüknohutçu çiftini 9 Mayıs 2017’de evlerinde öldürmekle suçlanan zanlı Ali Yamuç, olaydan bir gün sonra yakalanıp tutuklanmıştı.

Elmalı Cezaevi’nde bir süre yattıktan sonra Alanya L Tipi Kapalı Cezaevi’ne sevk edilen Ali Yamuç’un, 20 Eylül 2017’de intihar ettiği açıklandı. Elmalı Ağır Ceza Mahkemesi’nde devam eden dava sürecinde,  cinayete karıştığı iddiasıyla yargılanan Yamuç’un eşi Fatma Yamuç da tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.

Kızları: Cinayetin üstü örtülmek isteniyor

Çiftin üç kızından Emine Büyüknohutçu, cinayetin ardında azmettiriciler olduğu gerekçesiyle Finike Cumhuriyet Başsavcılığı‘dan soruşturmanın derinleştirilmesini talep etse de kovuşturmaya yer olmadığına karar verildi. Yapılan itirazlar da reddedildi.

Emine Büyüknohutçu.

Bunun üzerine bir açıklama yapan Emine Büyüknohutçu ve ailenin avukatı avukatı Tuncay Koç, cinayetinin üstünün örtülmek istendiğini söyledi; “Olayın üzerinden tam beş yıl geçti, arkasında kimler var çözülmedi” dedi.

Katil zanlısı Ali Yamuç’un tutuklandıktan sonra cinayeti üstlenerek ‘para için’ yaptığını söylediği belirtilen açıklamada şunlar kaydedildi:

“Bir hafta sonra, katil Ali Yamuç’un eşine bir mektup yazdığı ortaya çıktı. Mektupta bir mermer ocağı sahibini suçlayarak ‘Bana vaat ettiğiniz ödemeyi yapın. 10 gün içerisinde param gelmez ise görüşürüz. İpleriniz cebinizde haberiniz olsun’ yazıyordu. Bu mektup nedeniyle Fatma Yamuç da cinayete iştirak suçuyla tutuklandı. Ancak soruşturma derinleştirilmedi. Ali Yamuç, gerçekten katil ise kimlerle bağlantısı olduğu ortaya konulmadı, cep telefon kayıtları ayrıntılı araştırılmadı.”

Zanlı öldü, dava düşürüldü

Yamuç’un “intiharının” ardından dosyanın kapatıldığı belirtilen açıklamada, eşi Fatma Yamuç’un da beraat ettiği ancak  mahkemenin, olası azmettiriciler hakkında ve Fatma Yamuç’un da delilleri kararttığı için suç duyurusunda bulunulmasına karar verdiğine dikkat çekildi.

Dosyanın derinleştirilmesine ilişkin taleplerinin hem savcılık hem de Elmalı Ağır Ceza Mahkemesi’nce reddedildiğini söyleyen Büyüknohutçu ve Koç şunları söyledi:

“Maalesef azmettiriciler yönünden yeni soruşturma yapılmadı ve dosya tamamen kapatılmış oldu. Üstelik bu, mahkemenin suç duyurusu kararına rağmen yapıldı. Cinayetlerin üstü baştan beri eksik soruşturmayla örtüldüğü gibi suç ihbarımız da sonuçsuz kalmıştır. Ali Yamuç’un cezaevinde ne şekilde öldüğü, ölümüne kimlerin yardım ettiği de belirlenmemiştir. Kamuoyunda son yıllarda öne çıkan çoğu cinayet gibi Büyüknohutçular davasının üstü de örtülmek istenmektedir. Baştan beri dosyada ‘gizli bir el’, delilleri karartmaya çalışmıştır. Adil yargılanma hakkının ihlal edildiği gerekçesiyle dosyayı Anayasa Mahkemesine taşıyacağımızı ve bu dosyanın peşini bırakmayacağımızı kamuoyunun bilgisine sunarız.”

Yargıtay’dan Cumhurbaşkanı’na hakaret suçundan hapis cezasına bir bozma daha

AİHM’in, “Cumhurbaşkanı’na hakaret” suçlarından verilen hapis cezalarının hak ihlali olduğuna yönelik kararının kesinleşmesi ve emsal niteliği kazanmasının hemen ardından Yargıtay’dan da bu konuda önemli bir karar geldi. Yüksek Mahkeme, BİMER’e mail atarak kendisini dolandırdığını iddia ettiği firma hakkında şikâyette bulunurken, önceki Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a yönelik hakaret içeren ifadeler kullandığı iddia edilen sanığa “Cumhurbaşkanı’na hakaret” suçundan verilen cezayı bozdu.

AİHM’in Cumhurbaşkanı’na hakaret suçlarının hapisle cezalandırılmasını ifade özgürlüğünün ihlali olarak değerlendirdiği kararı, itiraz süresinin sonlanmasıyla hafta içinde kesinleşmiş; karara ilişkin konuşan avukat Turgut Kazan, bundan sonra Cumhurbaşkanı’na hakaret suçundan AİHM’nin önüne gelecek dosyaların da bu şekilde sonuçlanacağını anımsatarak, Türkiye’nin bu karara göre ilgili düzenlemeyi bir an önce kaldırması gerektiğini söylemişti.

Karar Vedat Şorli‘nin  2014 ve 2016 yıllarında Facebook’ta paylaştığı karikatür ve fotoğraf nedeniyle tutuklanarak 2 ay tutuklu kalması üzerine yaptığı başvuru sonucunda alınmıştı. Kararda, Türkiye’nin söz konusu düzenlemeyi AİHS ve AİHM içtihatlarına uyumlu olacak şekilde değiştirmesi gerektiği de ifade edilmişti.

T24‘ten Asuman Aranca‘nın aktardığına göre, Yargıtay’ın ceza yargılamalarındaki en yüksek organı Yargıtay Ceza Genel Kurulu‘nun önüne gelen dava dosyasında ise,  C.O isimli vatandaş, 2012 yılında Başbakanlık İletişim Merkezi’ne (BİMER) bir e-posta göndererek, bir firma tarafından dolandırıldığını, aleyhine haksız davalar açılarak icra takipleri yapıldığını belirterek, şikayetçi oldu. C.O, şikayet yazısında dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve dönemin Başbakanı, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı hedef alarak, şunları söylemişti: 

“Cumhurbaşkanı Abdullah Bey’in hanımının adına kayıtlı stanbul ile’deki villa ve arsaların miktarı 150 milyon TL’dir. Babakan Recep Bey’in serveti 500 milyar TL’dir. Bu iki imansız dinsize dedim ki, evime ekmek parası alacak durumda deilim, çocuklarımın ideallerini karılayacak durumda deilim, evimin kirasını ödeyecek durumda deilim, beni bu hale düşüren firmayı müfettilere incelettirin… Türk adı taıyan bir devlet adamı yok mudur?” 

Yazının devamında da“Ancak 13 yıldır bu içözmeyenlere bir çift lafım vardır, Allah belanızı versin, Allah yerin dibine soksun sizi, Allah helak etsin sizi, yüce Allah perian etsin sizi, beni mahfettiniz Allah da sizi mahfetsin” ifadelerini kullanan C.O hakkında Cumhurbakanına ve Babakan’a hakaret ettiği gerekçesiyle soruşturma açıldı.

‘Psikolojim alt üst oldu’

C.O, mahkemedeki savunmasında, ‘yaklaık 10 yıldır ikayette bulunduu firmanın kendisi aleyhine yaptığı ilemlerle mücadele ettiini, firmanın ikayetleri nedeniyle hakkında 200’e yakın dava açıldığını” belirterek bu nedenle ruh saının ve psikolojisinin alt üst olduunu söylemiş; firmanın Cumhurbakanına ve Babakan’a da ulaını düşündüğünden dolayı söz konusu ifadeleri yazdığını söylemişti. 

Dosya Gül’e yönelik sözler yönünden “Cumhurbaşkanına hakaret”, o dönem Başbakan olan Erdoğan’a yönelik sözler yönünden de “hakaret” suçu kapsamında kaldığı gerekçesiyle ayrıldı. C.O hakkında, “Cumhurbaşkanına hakaret” ve “hakaret” suçlarından dava açıldı. Cumhurbaşkanına hakaret suçlamasına ilişkin iddianamede, söz konusu e postanın BİMER’e gönderilmesi nedeniyle suçun alenen işlendiği öne sürülerek cezada artırım istendi. Davaya bakan Ankara 20. Asliye Ceza Mahkemesi, yargılama sonunda C.O’yu 1 yıl 2 ay hapse mahkum etti ve pişmanlık duymadığı gerekçesiyle de cezayı ertelemedi.

Yargıtay ‘beraat’ dedi

Temyiz üzerine dosya Yargıtay’a geldi. Yargıtay Başsavcılığı, dosyaya ilişkin tebliğnamesinde hükmün onanmasını istedi. Dosyayı inceleyen Yargıtay 16. Ceza Dairesi ise, sanık hakkında beraat kararı verilmesi gerekirken mahkumiyet kurulması nedeniyle bozma kararı verdi. Kararda, BİMER’E gönderilen dilekçe bir bütün halinde değerlendirildiğinde, “sanığın uğradığını düşündüğü haksızlığı dile getirirken kullandığı ifadelerinin eletiri ve yakınma niteliinde bulunduu ve Cumhurbakanına hakaret suçunun unsurlarının olumadıı” belirtildi. Dilekçenin BİMER’e gönderilmiş olması nedeniyle aleniyet unsurunun da gerçekleşmediği kaydedilen kararda, bu gerekçeyle cezada artırım yapılmasının da kanuna aykırı olduğu anlatıldı.

Bozma kesinleşti

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın karara itiraz etmesi üzerine dosyayı yeniden ele alan Daire, kararın usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle dosyayı Yargıtay Ceza Genel Kurulu’na gönderdi. Karara, dairenin iki üyesi “suçun oluştuğu gerekçesiyle” muhalif kaldı. Yargıtay Ceza genel Kurulu da, 7 Nisan 2022’deki toplantısında itirazı ele alarak reddetti. Böylece bozma kararı kesinleşmiş oldu. 

Yargıtay Ceza Genel Kurulu, ocak ayında da CHP eski Kayseri İl Başkanı Mustafa Ayan hakkında “Cumhurbaşkanı’na hakaret” suçlamasıyla açılan davada verilen beraat kararını onamış; kararın gerekçesinde, “Devletin birliğini temsil eden Cumhurbaşkanlığı makamının da diğer anayasal ve yasal kurumlar gibi eleştiriye açık olması doğaldır” ifadelerine yer verilmişti.

Ekrem İmamoğlu’na dört yıla kadar hapis istemi

‘Zincirleme şekilde alenen hakaret’

Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığı’nca hazırlanan iddianamede İmamoğlu’nun o dönem Yüksek Seçim Kurulu Başkanı olan Sadi Güven ile 10 YSK üyesine yönelik zincirleme şekilde, “kurul halinde çalışan kamu görevlilerine karşı görevlerinden dolayı alenen hakaret” suçu işlendiği ileri sürülmüştü.

İddianamede İmamoğlu’nun 4 Kasım 2019 günü Üsküdar Fethipaşa Korusu’nda basın mensuplarına yaptığı açıklamalar sırasında, “31 Mart’ta seçimi iptal edenler ve dünyada, Avrupa’da onların gözünde nereye düştüğümüz noktasında, o olan şeylere, biten şeylere baktığımızda, tam da işte 31 Mart’ta seçimi iptal edenler ahmaktır…” şeklindeki sözleriyle kurul üyelerine alenen hakaret ettiği iddia edilmişti.

31 Mart 2019’da gerçekleştirilen İBB Başkanlığı seçimi 6 Mayıs’ta iptal edilmiş, İmamoğlu yenilenen seçimden yine en çok oyu alan aday olarak çıkarak belediye başkanı seçilmişti.

Piyale Madra çiziyor- 29

Türkiye’nin önde gelen çizerlerinden Piyale Madra, çizgileriyle Türkiye ve dünyanın “hal ve gidişatını” yorumluyor.

Topçam köyünün yüz yıllık ağaçları madene kurban gitti

Aydın, Çine‘ye bağlı Topçam‘da, Madran Dağı‘nda, Eysim Madencilik tarafından işletilen taş ocağı, yöre halkının madene 60 metre yakınlıktaki yaşam alanını, geçim kaynağı olan fıstık çamlarını tehdit ediyor. Evlerinin yakınında patlamalı taş ocağına karşı mücadele eden vatandaşlar silahla tehdit ediliyor. Madencilik şirketinin yaptıkları bununla da sınırlı değil. Şirketin son vukuatı yüzlerce yıllık ağaçları kesmek oldu.

Eysim Madencilik’in maden ocağı alanı artırma çalışmaları nedeniyle bölgede sarıçam ağaçları kesildi. Köyde Eysim Madencilik tarafından sabah saatlerinde ağaç kesimine başlandı. Köylülerin tepkisi sonucu kesim şu an için durduruldu. Tepkilerin ardından şirket çalışanları sahayı terk etti. Alandan bildirildiğine göre; bölgede köylülerin ve şirket çalışanlarının bekleyişi sürüyor:

Bölgeden paylaşılan görüntülerde ormanlık alanın içerisindeki geniş bir bölümde ağaçların köklerinden kesildiği görülüyor.

İlgili haber:Topçam’da yeniden dinamit sesleri: Maden şirketi köylüleri tehdit ediyor

Köyden bir vatandaş Twitter üzerinden paylaşmış olduğu videoda kesilen ağaçları göstererek “Topçam Köyü’nde köyümü, toprağımı, suyumu savunuyorun. Ama maden şirketi çam ağaçlarını katlediyor. Güzelim ağaçlar darmadağın olmuş. İleride hayvanlarım otluyor. Bu toprak yığınının olduğu yerde nasıl yaşam olacak ben akıl fikir erdiremiyorum” diyor ve yetkililerden yardım istiyor:

https://twitter.com/posat122/status/1516701955132993537

Aynı bölgede orman yangınları

Geçen hafta Aydın Çine yakınlarındaki Madran Dağı’nın köye yakın civarında üç farklı mevkide orman yangını çıktı. Yangınların aynı anda çıktığı bildirilirken ormanda çıkan yangınlarda kasıt olduğu yönünde iddialar dile getirildi.

Çevre aktivistleri ise köylülerin mücadelelerine destek vererek şirketin faaliyetlerinin sebebiyet verdiği sorunları şöyle sıralıyor:

  • Patlatmalı vahşi madencilik olarak işletilen taş ocağı ile yörenin esas geçim kaynağı, doğası fıstık çamları yok ediliyor! Patlatmalar ile zarar gören ağaçlar fark edilmesin diye gömülüyor!
  • Patlatmalar ile yükselen toz bulutu bölgedeki zeytinin, fıstığın üzerini kapladığı için verimi düşüyor. Aynı toz nedeniyle bir akciğer rahatsızlığı olan ve tedavisi de olmayan slikozis hastalığı yaygınlaşıyor!
  • Üç ay önce maden çalışanları tarafından gerçekleştirilen silahlı saldırı sonrası yapılan suç duyurularına takipsizlik kararı verilerek cinayet teşebbüsünün üzeri kapatılıyor!
  • Valilik tarafından geçen ay durdurulan dinamit patlatma kararı kaldırılarak yoğun patlatmalar yeniden başlıyor. Madran Dağı rant uğruna delik deşik ediliyor!

 

 

 

 

 

Londra’daki mahkeme Julian Assange’ın ABD’ye iadesine karar verdi

Birleşik Krallık‘ta bir ceza mahkemesi, Londra’da tutuklu bulunan WikiLeaks‘in kurucusu Julian Assange‘ın ABD‘ye iade edilmesine karar verdi.

Başkent Londra‘da bulunan Westminster Sulh Ceza Mahkemesi’nin kararı, siyasi onay için İçişleri Bakanı Priti Patel’in önüne gidecek. Patel’in de iadeye onay vermesi durumunda Assange’ın avukatlarının itiraz etmesi bekleniyor.

Duruşma devam ederken Assange’ın destekçileri mahkeme önünde gösteri düzenledi. Burada bir konuşma yapan eski İşçi Partisi lideri Jeremy Corbyn, mahkemeye Assange’ı serbest bırakması çağrısı yaptı.

Karar sonrası konuşan Wikileaks Genel Yayın Yönetmeni Kristinn Hrafnsson da hükmün ölüm cezasına eş olduğunu belirterek, “Şimdi Julian’ın hayatı Priti Patel ve Boris Johnson‘ın ellerinde. Doğru olanı yapmaları gerekiyor. Bir insanın hayatını kurtarma, iadeyi ve basın özgürlüğüne yapılan bu saldırıyı durdurma yetkileri var” dedi.

Assange’ın eşi Stella Morris.

“İade yükümlülüğü yok, bu siyasi bir dava’

Assange’ın geçen ay evlendiği eşi Stella Moris ise, bugünkü kararın formalite olsa da kendisini rahatsız ettiğini belirterek şunları söyledi:

“İngiltere’nin Julian Assange’ı ABD’ye iade etme yükümlülüğü yok. Esasen uluslararası yükümlülükleri gereği bu iadeyi durdurması gerekiyor. Boris Johnson ve Priti Patel, Julian’ı onu öldürmeyi planlayan ülkeye iade etmeyin”

Johnson ve Patel’den “doğru olanı” yapmasını isteyen Moris, “Siyasi suçlar nedeniyle iadeleri yasaklayan ABD-İngiltere iade anlaşmasının dördüncü maddesini uygulayabilirler. Şu anda kendi anlaşmalarını ihlal ediyorlar. Bu siyasi bir dava” diye konuştu.

ABD’de 175 yıl hapis cezasıyla yargılanabilir

Nisan 2019’dan bu yana Birleşik Krallık’ta tutuklu bulunan Avustralya doğumlu Julien Assange’ın ABD’ye iade edilmesi durumunda 175 yıl hapisle yargılanabileceği belirtiliyor.

ABD, ordunun Irak ve Afganistan‘da “savaş suçu” olabilecek eylemlerine ilişkin binlerce gizli belge yayımlayan Assange’ı casusluktan yargılamak istiyor. Assange destekçileri ise, davanın basın özgürlüğüne ciddi bir saldırı olduğunu belirtiyor.

Ne olmuştu? 

Julien Assange’ın kurduğu WikiLeaks, 2010’da, aralarında ABD’nin Irak ve Afganistan’da işlediği suçları da delillendiren çok sayıda gizli belgeyi yayımlamıştı.Washington’un  casuslukla suçladığı ve iadesini istediği Assange, hakkında tecavüz ve cinsel taciz suçlamalarıyla açılan davalar için İsveç‘e iadesi gündemdeyken, Haziran 2012’de Ekvador‘un Londra Büyükelçiliğine sığınmıştı.

Assange, Ekvador’un Londra Büyükelçiliğinden 11 Nisan 2019’da çıkarılarak gözaltına alınmış ve “kefaletle serbest bırakılma şartlarını ihlal etmekten” tutuklanarak Londra’daki Belmarsh Cezaevi‘ne konulmuştu.

Mahkeme, Assange’ı bu suçtan 50 hafta hapse mahkum etti. Bu cezayı dolduran Assange’ın iade talebi çerçevesinde tutuklu kalmasına karar verildi.

Duruşmalar sırasında, 4 Ocak 2021’de Assange’ın intihar riskinin yüksek olduğu ve ABD hapishanesinde özel idari önlemlere tabi tutulacağını, özellikle de istihbarat topluluğunun kendisine düşman olması nedeniyle “gerçek bir risk altında” olduğu gerekçesiyle ABD’nin iade talebi reddedildi. ABD ise karara itiraz etti.

ABD, temyizi kazanabilmek için WikiLeaks kurucusunun yüksek güvenlikli hapishanelerde tutulmayacağı ve hapis cezasını ülkesi Avustralya’da çekebileceği taahhüdünde bulunmuştu.

10 Aralık 2021’de Yüksek Mahkeme, verilen teminatları yeterli bularak alt mahkemenin kararını bozarak ve Assange’ın ABD’ye iade edilebileceğine hükmetti. Bunun üzerine Assange’ın savunma ekibi, davayı Yargıtay’a taşımak için Yüksek Mahkeme‘ye izin başvurusunda bulundu. ​​​​​​​

Wikileaks’e sızarak muhbirlik yapan FBI ajanı Sigurdur Ingi Thordarson ise Julien Assange iddialarının doğru olmadığını kabul etmiş; iddianamede yer alan ‘büyük bir bölümünün’ kendisi tarafından uydurulduğunu açıklamıştı. 

Buna rağmen Yüksek Mahkeme 14 Mart’ta verdiği kararla, Assange’ın ABD’ye iade edilebileceği yönündeki karara itirazını reddetti. 

Biden yönetiminden mali zorluklar yaşayan nükleer santralleri kurtarmak için 6 milyar dolarlık destek

ABD‘de, nükleer enerjiyi iklim değişikliğiyle mücadeleye yardımcı olan karbonsuz bir güç kaynağı olarak gören Joe Biden yönetimi, kapanma riski altındaki nükleer santralleri kurtarmak için 6 milyar dolarlık bir fon oluşturdu.

AP‘ye konuşan ABD Enerji Bakanlığı yetkilileri,  mali açıdan sorun yaşayan nükleer reaktör sahiplerini veya operatörlerini kurtarmayı amaçlayan sivil nükleer kredi programı için sertifikasyon ve ihale sürecinin başladığını söyledi. Bu, sorun yaşayan nükleer reaktörleri kurtarmak için yapılan en büyük federal yatırım.

Ekonomik nedenlerle kapanması beklenen nükleer güç reaktörlerinin sahipleri veya işletmecileri, fon kapsamında finansman başvurusunda bulunabilecek. Kapatma planlarını açıklamış olan reaktörlere ise öncelik verecek.

İkinci turda, ekonomik açıdan daha riskli tesislere fon açılacak. Destek programı Biden’ın kasım ayında imzaladığı 1 trilyon dolarlık altyapı anlaşması sayesinde hayata geçiriliyor.

Enerji Bakanı: ‘Temiz enerji’ için bu santralleri aktif tutacağız

Enerji Bakanı Jennifer Granholm, “ABD nükleer santralleri karbonsuz elektriğimizin yarısından fazlasını sağlıyor ve Başkan Biden, temiz enerji hedeflerimize ulaşmak için bu santralleri aktif tutmaya kararlı” dedi. Ülkedeki eyaletlerin üçte ikisi de nükleer enerjinin santrallerinin fosil yakıtların yerini temiz enerjinin alması için yardımcı olacağı görüşünde.

Kapatılan Pilgrim Nükleer Santrali.

Bir düzine ABD ticari nükleer güç reaktörü, büyük ölçüde daha ucuz doğal gazın rekabeti, düşük elektrik fiyatları ve artan maliyetler nedeniyle büyük işletme kayıpları veya büyük onarımların maliyeti nedeniyle lisanslarının süresi dolmadan önce kapanmıştı. DOE’ye göre bu, bu bölgelerdeki  emisyonlarda artışa, daha düşük hava kalitesine ve binlerce yüksek ücretli işin kaybına yol açarak yerel topluluklara ekonomik bir darbe vurdu. Halihazırda çalışan yedi reaktörün sahipleri, onları 2025 yılına kadar emekliye ayırma planlarını çoktan açıkladı.

ABD’deki nükleer santrallerinin çoğu 1970 ile 1990 arasında inşa edildi ve eskiyen bir filoyu işletmek daha pahalıya mal oluyor.

28 eyalette 93 nükleer reaktörlü, 55 ticari nükleer santral var

Kapatılan reaktörler arasında New York’taki Indian Point Enerji Merkezi, Massachusetts’teki Pilgrim Nükleer Santrali, Nebraska’daki Fort Calhoun Nükleer Santrali ve Iowa’daki Duane Arnold Enerji Merkezi yer alıyor. Entergy şirketi, geçen yıl Indian Point’i kapatma kararında düşük doğal gaz fiyatlarını ve artan işletme maliyetlerini temel faktörler olarak göstermişti. New York yetkilileri, Manhattan’ın 39 kilometre kuzeyindeki tesisin, yakınlarda yaşayan ve çalışan milyonlarca insan için çok büyük bir risk oluşturduğunu söyleyerek kapatma talebinde bulunmuştu.

Endüstrinin ticaret birliği olan Nükleer Enerji Enstitüsü’ne göre, eyaletler bu santralleri kurtarmak için adım atmadan önce son on yılda yirmi reaktör daha kapanma tehlikesiyle karşı karşıya kaldı. Sadece Illinois eyaleti, ek yenilenebilir kaynakları devreye alırken, bölgedeki üç tesisi açık tutmak için yaklaşık yılda 700 milyon dolar harcıyor.

Omaha’daki Fort Calhoun Santrali’ni 2011’de Missouri nehrinin taşması sonucu sel basmıştı.

28 ABD eyaletinde 93 nükleer reaktörlü, 55 ticari nükleer santral bulunuyor. Nükleer enerji halihazırda ABD’de elektriğin yaklaşık %20’sini veya ülkenin “karbonsuz enerjisi”nin yaklaşık yarısını sağlıyor.

DOE’de nükleer enerji sekreter yardımcısı vekili Andrew Griffith, “Reaktörler lisanslarının süresi dolmadan kapanırsa, fosil yakıt santralleri büyük olasılıkla boşluğu dolduracak ve emisyonlar artacak, bu da önemli bir gerileme olacaktır” dedi.

Kaliforniya’nın kalan son nükleer santrali Diablo Canyon‘u 2025’te kapatması planlanıyor. Oradaki yetkililer, yeni güneş, rüzgar ve pil depolama kaynaklarıyla değiştirebileceklerini düşünüyorlar, ancak eyaletin 40 milyonluk nüfusuna yetecek kadar bir enerji arzının kısa sürede yaratılıp yaratılamayacağı  tartışılıyor. 

ABD yönetimi, 2008 ekonomik çöküşü ve koronavirüs pandemisinden sonra da otomotiv ve havayolu endüstrilerine yönelik benzer bir paket açıklamış; ancak verilen krediler her iki sektörde de umulan iyileşmeyi sağlamamıştı.

‘Yenilenebilir enerji çok daha ucuz ve hızlı’

Ohio merkezli Enerji Ekonomisi ve Finansal Analiz Enstitüsü‘nden David Schlissel, federal hükümetin 6 milyar doları tahsis etmeden önce, bu paranın yenilenebilir enerji, pil depolama ve enerji verimliliğini artırmak için  daha iyi bir şekilde harcanıp harcanmayacağını analiz etmesi gerektiğini söyledi. Schlissel’e göre, bunlar fosil yakıtların yerini alacak çok daha hızlı ve ucuz projeler:

“Artık para nükleer santraller için bir kenara ayrıldığına göre, yenilenebilir kaynaklar için federal vergi kredileri genişletilmeli ve enerji verimliliğine daha fazla yatırım yapılmalı, çünkü bu ne kadar hızlı yapılırsa, ulus o kadar hızlı fosil yakıtlara olan bağımlılığını azaltır. Ayrıca, nükleer santraller eninde sonunda emekli olacak, bu da göz önünde bulundurulmalı.”

Kaliforniya merkezli çevre kuruluşu Sierra Club da nükleerin iklim değişikliğine bir çözüm olmadığına ve “nükleer için harcanan her dolara karşılık, gerçekten güvenli, uygun fiyatlı ve yenilenebilir enerji kaynaklarına bir dolardan çok daha daha az harcama yapıldığına” dikkat çekiyor.

Putin’in savaşı, otokrasilerin ve fosil yakıtların el ele yürüdüğünü gösteriyor

Bill McKibben‘ın The Guardian‘da yayımlanan bu yazısı, Yeşil Gazete’nin de parçası olduğu Covering Climate Now ağı (CCNow) ve partnerleri tarafından 22 Nisan Dünya Günü‘ne kadar devam edecek “İklim & Demokrasi” işbirliğinin ürünüdür.

*

İklim eylemi söz konusu olduğunda demokrasiler otokrasilerden daha fazla ilerleme kaydediyor. Ancak yatırımdan yoksun bırakma kampanyaları, en inatçı siyasi liderler üzerinde baskı oluşturabilir.

Geçen sonbahardaki Glasgow iklim zirvesi, ilk bakışta 25 selefine çok benziyordu:

  • Problematik tarafların da boy gösterdiği (örneğin Suudilerin “döngüsel karbon ekonomisi gündemini”nin tanıtımını yaptığı köşesi) uçak büyüklüğünde bir konferans salonu,
  • Gerçek müzakereler birkaç arka odada yapılırken, sürekli olarak (“TBTTP ve Korunan Alanlar GoP Girişimi’nin başarılarının sergilendiği) gizemli oturumlara koşan delegeler,
  • Mükemmel pankartları olan (“Yanlış Amazon yanıyor”) olan ciddi protestocular.

Ancak dışarıdaki koridorlarda ve sokaklarda dolaşırken, 2015’te Paris’teki son büyük iklim konferansından bu yana birçok şeyin değiştiğini ve bunun sadece karbon seviyeleri ve sıcaklığın daha da yükselmesinden kaynaklanmadığını tekrar tekrar fark ettim.

En büyük değişiklik siyasi iklimde oldu.

Bu birkaç yıl içinde dünya, demokrasiden ve otokrasiye keskin bir şekilde sapmış gibi görünüyor  ve bu iklim kriziyle mücadele yeteneğimizi önemli ölçüde sınırladı.

Çeşit çeşit oligark, ele geçirdiği iktidarı, statükoyu sürdürmek için kullanıyor; sanki herkes artık gezegenin  gerçek gündemini yansıtmayan bir senaryoyu okuyormuş gibi tüm toplantıda bir düzmece havası vardı.

Rusya’nın Ukrayna’ya petrolle ateşlenen bir işgal başlattığını gördüğümüze göre, bu eğilimde büyük tırmanma olduğunu görmek biraz daha kolay – ancak Putin bunun tek örneği olmaktan uzak. Düşünelim:

2015’te Paris’te Brezilya, çoğunlukla Amazon‘daki ormansızlaşmayı sınırlamak için çalışan İşçi Partisi‘nden Dilma Rousseff tarafından yönetiliyordu. Bazı yönlerden ülke, sadece kesimleri yavaşlatarak bile iklim hasarı konusunda diğerlerinden daha fazlasını yaptığını iddia edebilir.

Ancak 2021’de ülkedeki her büyük sığır çiftçisine ve kaçak maun avcısına yetki veren hükümetin başında Jair Bolsonaro görevdeydi. “İnsanlar iklimi umursuyorsa, daha az yiyip ” diğer her gün kaka yapabilirler” de

di. Ve eğer demokrasiyi umursuyorlarsa… hapse girebilirler. Bolsonaro bu yılki seçimler öncesinde “Beni yalnızca Tanrı başkanlıktan alabilir” de dedi.

Veya Hindistan örneği: Enerji kullanımında öngörülen artışlar göz önüne alındığında en önemli ulus haline gelebilecek olan ve fakat kendi Greta Thunberg‘ine toplantıya katılması için vize vermeyi bile reddeden Hindistan. (En azından Disha Ravi artık hapiste değil).

Veya Rusya, veya Çin: On yıl önce, biraz tehlike ve biraz dikkatle de olsa, Pekin’de iklim protestoları ve gösterileri düzenleyebilirdik -şimdi denemeyiniz.

Veya tabii ki, derin demokratik eksiklikleri iklim müzakerelerini uzun süredir kötü etkileyen ABD. Bağlayıcı bir küresel anlaşma yerine gönüllü taahhütlere bağlı bir sisteme sahip olmamızın nedeni, dünyanın gerçek bir anlaşma için ABD Senatosu‘nda asla 66 oy çıkmayacağını sonunda anlamasıdır.

Joe Biden görüşmelere, arka cebinde Build Back Better (Yeniden Daha İyi İnşa Et) paketiye gelmeyi, masaya vurmayı ve Çinlilerle bir teklif savaşı başlatmayı bekliyordu: Fakat DC’deki fosil yakıt nakit parasının en büyük alıcısı diğer bir Joe, Batı Virginia‘dan Joe Manchin, bu planlara engel oldu.

Bunun yerine Biden eli boş geldi ve görüşmeler boşa çıktı.

Ve böylece, insanları şiddetle iklim değişikliği konusunda harekete geçmek istemesine rağmen sistemleri bunu sağlayamayan bir dünyayla ne yapacağımız konusunda kafa patlatmak zorunda kaldık.

2021’de Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP), dünya genelinde dikkate değer bir anket gerçekleştirdi – geleneksel anketleri yanıtlama olasılığı daha düşük olan insanlara ulaşmak için video oyun ağları aracılığıyla insanları sorguladı. İnsanların yüzde 64’ü,pandeminin ortasında bile, iklim değişikliğini “küresel bir acil durum” olarak tanımladı ve belirleyici marjlarla “mevcut durumun ötesinde geniş iklim politikaları” istediklerini söyledi.

UNDP direktörü Achim Steiner‘in özetlediği gibi, “anketin sonuçları, acil iklim eyleminin dünyanın her yerinden, farklı milletlerden, yaştan, cinsiyetten ve eğitim seviyesinden insanlar arasında geniş bir desteğe sahip olduğunu açıkça gösteriyor”.

Asıl ironi ise bazı çevrecilerin daha fazla değil, daha az demokrasi istemesi. Elbette her yerde iktidarda güçlü ‘adamlarımız’ olsaydı, onlar zor kararları verebilir ve bizi doğru yola sokabilirlerdi- biz de sürekli değişen seçimler, lobicilik ve nüfuzla uğraşmak zorunda kalmazdık.

Ancak bu, en azından bir ahlaki nedenden dolayı yanlış: İklim krizine karşı anında harekete geçebilen güçlü kişiler, aynı zamanda sonsuz sayıda başka şey üzerinde de anında harekete geçebilirler. Tıpkı Xinjiang ve Tibet halkının anlatabileceği gibi -eğer konuşmalarına izin verilirse tabii.

Bu bazı pratik sebeplerden de yanlıştır ve bu yanlışlar, otokratların memnun etmekten çıkarları olduğu gerçeğiyle başlıyor: Modi, kıtadaki en büyük kömür şirketi Adani‘nin kurumsal jetinde dünyanın en büyük demokrasisinin tepesindeki rolü için kampanya yürüttü.

Çin’de bir fosil yakıt lobisi olmadığını bir an bile varsaymayın: Şu anda Xi‘ye ekonomik büyümenin daha fazla kömüre bağlı olduğunu söylemekle meşgul.

Bunun da ötesinde, otokratlar çoğunlukla doğrudan fosil yakıtın sonucudur.

Petrol ve gazla ilgili en önemli şey, dünyanın birkaç noktasında yoğunlaşmış olmasıdır ve bu nedenle, bu noktaların üzerinde yaşayan veya başka şekilde kontrol eden insanlar, büyük miktarlarda haksız ve hesaplanamaz bir güç elde eder.

Kralın sevmediği 81 kişinin kafasını kesmesinin daha ertesi gününde Suudi Arabistan‘da Boris Johnson, hidrokarbon almaya çalışıyordu. Petrolleri olmasaydı, Suudi kraliyet ailesine en ufak bir ilgi gösterecek miydi? Hayır. 

Koch kardeşler de fikirleri temelinde Amerikan siyasetine hükmedebilirlerdi: David Koch 1980’de liberter olarak Beyaz Saray‘da yarıştığında neredeyse hiç oy alamadı. Bu yüzden o ve kardeşi Charles, Amerika’nın en büyük petrol ve doğal gaz baronları olarak kazançlarını Cumhuriyetçileri (GOP) satın almak için kullanmaya karar verdiler… Ve gerisi (işlevsiz) siyasi tarih.

Bu fenomenin en çarpıcı örneği, söylemeye gerek bile yok, gücü neredeyse tamamen yakabileceğiniz şeylerin üretimine dayanan bir adam olan Vladimir Putin‘dir.

Evimde şöyle bir dolaşsam, Çin’den elektronik, Hindistan’dan tekstil, AB’den her türlü mal bulmak zor olmaz ama hiçbir yerde üstünde “made in Russia” yazan bir şey bulamam.

Ordusunu donatan ihracat gelirlerinin yüzde altmışı petrol ve gazdan geliyordu ve Batı Avrupa’yı on yıllardır sindiren tüm siyasi nüfuz, onun gaz musluğundaki parmaklarından geliyor.

Putin ve korkunç savaşı fosil yakıtın ürünüdür ve onun fosil yakıt çıkarları, dünyanın geri kalanını mahveden çok daha fazla şeye sebep oldu.

Ve bu kişiler hep bir aradadır: Coca Cola, Pepsi, Starbucks ve Amazon geçen ay Rusya’dan ayrıldığında, Koch Industries‘in kalacağını açıklaması asla şaşırtıcı değil. Ne de olsa aile şirketi, Stalin için rafineriler inşa ederek başladı.

Donald Trump’ın ilk dışişleri bakanı Rex Tillerson‘a, firmasının (daha sonra Exxon olacak) Kuzey Kutbu’nda yaptığı büyük yatırımlar için Putin tarafından bizzat dostluk madalyası takıldığını hatırlamakta fayda var. Kuzey Kutbu’nda yatırım yapabiliyorlar…Eridiği için.

 

Hidrokarbonlar doğaları gereği despotizmi destekleme eğilimindedir. Enerji bakımından oldukça yoğundurlar ve bu nedenle çok değerlidirler; bu, coğrafi ve jeolojik olarak görece kolay kontrol edilebilecekleri anlamına gelir: Bir boru hattı veya bir petrol terminali ile mesela.

Oysa güneş ve rüzgar bu bağlamda demokrasiye çok daha yakındır: Her yerde bulunurlar, konsantre olmak yerine dağınıktırlar.

Arka bahçemde petrol kuyusu olamaz çünkü neredeyse hiçbir arka bahçede olmadığı gibi orada da petrol yoktur. Olsa bile, pompaladığım şeyi bir rafineriye satmak zorunda kalırdım ve Amerikalı olduğum için bu muhtemelen bir Koch şirketi olurdu.

Ama çatımda bir güneş paneli yapabilirim (ki yaptım); karım ve ben, Putinlerin ve Koch’ların saldırabileceği ve sömürebileceği piyasa güçlerinden izole edilmiş kendi küçük oligarşimizi yönetiyoruz. Güneş tarafından sağlanan enerjinin maliyeti bu yıl artmadı ve gelecek yıl da artmayacak.

Genel bir kural olarak, en sağlıklı, çıkar ilişkilerine en az esir olan demokrasilere sahip bölgeler, iklim değişikliği konusunda en fazla ilerlemeyi kaydediyor: İzlanda veya Kosta Rika‘ya, Avrupa’ya, Finlandiya veya İspanya’ya, ABD’nin çevresinde Kaliforniya veya New York‘a bakın.

Dolayısıyla iklim kampanyacılarının işinin önemli bir kısmı, insanların işleyen gelecek için taleplerini çıkar, ideoloji ve kişisel derebeyliklerin üstünde tuttuğu göre işleyen demokrasilere sahip devletler için çalışmaktır.Ancak fiziğin dayattığı zaman kısıtlamaları – her yerde hızlı eylem ihtiyacı – düşünüldüğünde, tüm strateji bu olamaz.

Aslında, aktivistler muhtemelen bir değişim kaynağı olarak siyasete biraz fazla odaklandılar ve medeniyetimizin diğer güç merkezine yeterince dikkat etmediler: Para.

Dünyanın finans devlerini bir şekilde değişmeye ikna edebilir veya zorlayabilirsek, bu da hızlı ilerleme sağlar. Çünkü hız, borsalara parlamentolardan daha fazla damgasını vuruyor.

Ve burada haberler biraz daha iyi. Ülkemi örnek alın: Siyasi güç, Amerika’nın en kırmızı, en yozlaşmış bölgelerinden çıkıyor. Seyrek nüfuslu batı eyaletlerinde nispeten bir avuç insanı temsil eden senatörler, siyasi hayatımızı bağlayabiliyor ve bu senatörlerin neredeyse tamamı büyük petrol maaş bordrosunda.

Ancak para, ülkenin mavi bölgelerinde toplanıyor – Biden’a oy veren bölgeler ülke ekonomisinin yüzde 70’ini oluşturuyor.

Bazılarımızın fosil yakıtların elden çıkarılması gibi kampanyalar üzerinde bu kadar sıkı çalışmasının bir nedeni budur – New York’un emeklilik fonları ve Kaliforniya’nın geniş üniversite sistemi ile büyük zaferler kazandık ve böylece büyük petrol üzerinde gerçek bir baskı oluşturabildik. Şimdi aynısını sektörün finansal can damarı olan dev bankalar için yapıyoruz.

Montana veya Mississippi‘yi asla kazanamayacağımızın çok iyi farkındayız, bu yüzden buna bağlı olmayan bazı çözümlerimiz olsa iyi olur.

Aynı şey global olarak da geçerli. Pekin’de veya Moskova’da veya Delhi’de savunuculuk yapamamaya başlayabiliriz. Bu nedenle, en azından bu amaçlar için, en büyük para potalarının Manhattan’da, Londra’da, Frankfurt’ta, Tokyo’da kalması yararlıdır. Bunlar hala biraz gürültü çıkarabileceğimiz yerler.

Ve bunlar, gürültünün duyulması için gerçek bir şansın olduğu yerlerdir. Hükümetler, servetini zaten kazanmış insanları, zaten yükselişte olan endüstrileri kayırma eğilimindedir: Çünkü oy veren çalışan orduları vardır ve rüşveti karşılayabilirler.

Ancak yatırımcılar, bir sonraki adımda kimin para kazanacağıyla ilgilenir. Bu nedenle Tesla, Kongre salonlarında olmasa da borsada General Motors‘tan çok daha değerlidir.

Ayrıca, para dünyasını harekete geçmeye ikna edebilirsek, her şey çok hızlı gerçekleşebilir.

Diyelim ki, şu anda dünyadaki en büyük fosil yakıt kredisi veren Chase Bank, bu yıl bu desteğin hızla sona erdiğini duyurursa, haberler birkaç saat içinde borsalarda yankılanır. Bazılarımız bu yüzden bu finansal kurumlara karşı giderek daha büyük kampanyalar düzenlemeye ve lobilerinde yakalanıp hapse atılmaya değer bulduk.

Para dünyası en az siyasi güç dünyası kadar dengesiz ve adaletsizdir – ancak bu, iklim savunucularının ilerleme kaydetmesini biraz daha kolaylaştırabilir.

Putin’in grotesk savaşı, bu parçalardan bazılarının bir araya geldiği yer olabilir. Çünkü hem fosil yakıtın otokrasi oluşturma yollarını ve kıt kaynakların kontrolünün otokratlara verdiği gücü hem de finansal sistemlerin en inatçı siyasi liderler üzerinde bile baskı kurabileceğini gösterdi.

Rusya bankacılar ve şirketler tarafından sistematik ve etkili bir şekilde cezalandırılıyor, Ukraynalı meslektaşım Svitlana Romanko ve benim yakın zamanda belirttiğimiz gibi, çok daha fazlasını da yapabilirler.

Savaşın şoku aynı zamanda dünyadaki diğer demokrasilerin kararlılığını ve birliğini güçlendiriyor ve belki de – bir umut – Donald Trump gibi müstakbel despotların cazibesini azaltıyor olabilir.

Ancak iklim krizini bir şekilde kontrol altına almak için on yıllarımız değil, sadece yıllarımız var. Bir daha böyle anlar yaşamayacağız.

Ukrayna’nın cesur insanları, düşündüklerinden çok daha fazlası için savaşıyor olabilir.

 

 

 

Karadeniz’de hayvanlar ölüyor: Yunusların ardından sıra kuşlara geldi

Karadeniz’de son aylarda sıkça rastlanan yunus ölümlerinden sonra yeni bir vaka görüldü.

İHA’dan Berkan Şen’in aktardığına göre; ölü olarak sahillere vuran çok sayıda ‘kara gerdanlı dalgıç kuşu‘, ölüm sebepleri araştırılmak üzere incelemeye alındı.

Sinop ve Samsun kıyılarında görüldü

Karadenizli vatandaşlar yunusların ölümünden sonra farklı bir türde korkutan manzarayla karşılaştı. Son günlerde birçok noktada sahillere vuran kara gerdanlı dalgıç kuşlarının ölümleri, endişe yarattı.

Özellikle Sinop ve Samsun‘un sığ kesimlerinde ölü olarak sahillere vuran çok sayıda kuş, Sinop 10. Doğa Koruma ve Milli Parklar ekiplerince bölgeden alındı.

Sinop Üniversitesi‘nden Biyolog Doç. Dr. Evrim Sönmez, denizlerde görülen kuş türü hakkında bilgiler verdi. Sönmez, “Gavia arctica dediğimiz bir tür, Türkçe adıyla ‘kara gerdanlı dalgıç’ dediğimiz, dalgıçgiller familyasından bir su kuşu. Özellikle kış dönemini Türkiye’de geçiriyor, daha sonra da üreme bölgeleri olan Norveç, İsveç veya Kanada‘nın kıyılarına giderler. Sinop bölgesinde 20-25 tane kuş ölümünden bahsediliyor. Bu kuşların ölüm nedenlerine şu anda bir şey söylemek imkansız” diye konuştu.

Virüs ihtimali üzerinde duruluyor

Dr. Sönmez, geçen yıllarda Kanada bölgesinde bu türlerin Batı Nil virüsüne yakalandıklarını, yeniden bir virüs tablosuyla karşılaşma ihtimali olduklarını söyledi.

Sönmez, “Açlık olabilir ilk etapta aklımıza gelen veya Batı Nil virüsü dediğimiz bir virüs var bu birkaç yıl önce Kanada’nın kıyılarında kara gerdanlı dalgıçların bir kısmında bulunmuş, onun nedeni olabilir. Balıkçı ağlarına takılmış olabilir ama düşük bir ihtimal. Onun için virütik, bakteriyolojik veya toksikolojik testlerin öncelikle yapılması gerekiyor net bir karar verebilmek için” şeklinde konuştu.

‘Kesinlikle çıplak elle dokunulmamalı’

Sönmez, bulaşıcı virüs ihtimali olabileceğinden vatandaşlara kesinlikle dokunmamaları gerektiğini dile getirdi:

“Milli Parklar ya da yetkili kişilere haber versinler, o kişiler zaten gerekli kıyafetleri giyip toplayacaktır. Kesinlikle çıplak elle dokunulmasın.”

Yunus ölümleri

Son üç ayda Trabzon‘da 14, Ordu‘da bir, Artvin’de beş, Sinop‘ta 13 ölü yunus sahile vurmuştu. Trabzon’un Sürmene sahilinde son iki hafta içerisinde yedi yunus ölü bulunmuş, Su Ürünleri Merkez Araştırma Enstitüsü, vücudunda kesici ya da delici alet izine rastlanmayan yunusların ölümüyle ilgili araştırma başlatmıştı.

İlgili haber: Yunus ölümleri alarm veriyor

Yunus ve balina avcılığının yasaklandığı 1983 yılına kadar yapılan ticari yunus avcılığının, yunus popülasyonlarını aşırı derece tahrip ettiği ve Karadeniz’de yaşayan yunus türlerinin popülasyonlarındaki azalmanın en önemli nedeni olduğu biliniyor. Sadece 1970-1983 yılları arasında Türkiye’de 25 bin 678 ton yunus avlandı. 20’nci yüzyılda ise tüm Karadeniz’de 4-5 milyon yunusun avlandığı tahmin ediliyor. Kasti öldürmeler dışında deniz memelisi popülasyonları, tesadüfi ağa yakalanma (bycatch), aşırı balıkçılığın neden olduğu besin azalması, deniz kirliliği ve salgın hastalık sonucu kitlesel ölümler nedeniyle tehdit altında.

Tüdav’ın Türkiye’nin farklı bölgelerinden aldığı ihbarlara göre, bazı balıkçılar gerek kıyıdan, gerekse tekneden hedef gözeterek yunusları korkutmaya ve/veya vurmaya çalışıyor. Tarım ve Orman Bakanlığı’ndan tüm balıkçı teknelerinde her türlü yivli/yivsiz, ruhsatlı/ruhsatsız av tüfeği, havalı tüfek/tabanca ve mühimmatının bulundurulmasını yasaklamasını ve amatör/ticari amaçlı su ürünleri avcılığı tebliğlerine ivedi olarak bu maddeyi eklemesini talep eden vakıf, change.org üzerinden bir de kampanya başlattı.

Batı Nil Virüsü nedir?

Batı Nil virüsü (BNV) ilk kez 1937’de Uganda’da tanımlandı. Virüs o günden bu yana dünyada yayılıyor. BNV, sivrisinek-kaynaklı (çoğunlukla Culex) bir insan patojeni olup Flaviviridae ailesinden Flavivirus cinsine ait. BNV virüsü, tek zincirli bir RNA virüsü. 

Türk Hijyen ve Deneysel Biyoloji Dergisi’nde yayımlanan Yavuz Uyar ve Esra Bakır tarafından kaleme alınan makaleye göre; BNV, doğal konakları olan vahşi kuşlardan sivrisinekler yoluyla bulaşıyor. Göçmen kuşlar BNV’nin coğrafik olarak yayılmasında rol oynuyor. Enzootik bulaşta, BNV birincil olarak sivrisinekler ve kuşlar arasında sirküle oluyor. BNV ile enfekte bir sivrisinek tarafından ısırılan insanlar, atlar ve diğer hayvanlar kör konak olarak tanımlanıyor.

İnsanlarda, 2-14 gün süren bir kuluçka dönemini klinik belirtiler izleniyor. Hastalığın yüzde 80’i asemptomatik olarak seyrediyor. Yüzde 1’den daha az vakada, BNV ensefaliti ve ya menenjiti görülebiliyor. BNV iki genetik soya ayrılabilir. 

Genetik soy 1- BNV (lineage WNV 1), Afrika, Avustralya, Asya ve Akdeniz havzasında endemik olarak bulunuyor. Genetik soy 2- BNV (lineage WNV 2), Sahra altı Afrika’da endemiktir. 

Avrupa’da BNV enfeksiyonları 1950’den beri tanımlanıyor.  

Ortaokullarda okutulacak ‘çevre eğitimi ve iklim değişikliği’ dersinin müfredatı hazırlandı

Milli Eğitim Bakanlığı’nca (MEB), ortaokullarda gelecek yıldan itibaren seçmeli okutulacak çevre eğitimi ve iklim değişikliği dersinin müfredatı tamamlandı.

Bakanlığa bağlı ilkokul ve ortaokullarda uygulanan çevre eğitimi dersinin adı, Paris İklim Anlaşması kararları, MEB’in Stratejik Planı, çeşitli kurum ve kuruluşların eylem planları, şura kararları dikkate alınarak “çevre eğitimi ve iklim değişikliği” olarak değiştirilmişti.

Dersin müfredatı, Talim ve Terbiye Kurulunun onayından geçti. Ders, 2022-2023 eğitim öğretim yılından itibaren ortaokul 6, 7 veya 8. sınıflarda, haftada iki ders saati olmak üzere toplam 72 saat seçmeli okutulacak.

Müsilaj da müfredatta

Ders müfredatı için yapılan çalışmalar çerçevesinde “insan ve doğa”, “döngüsel doğa”, “çevre sorunları”, “küresel iklim değişikliği”, “iklim değişikliği ve Türkiye”, “sürdürülebilir kalkınma ve çevre dostu teknolojiler” olmak üzere altı  ünite oluşturuldu.

Yapılan planlamaya göre, çevre eğitimi ve iklim değişikliği dersi, yakın çevresindeki okul dışı öğrenme ortamlarına yapılacak gezi ve gözlemlerle de desteklenecek; müfredatta küresel iklim değişikliği, sera gazları, fosil yakıt kullanımı,  iklim ve çevre felaketleri, atık sorunu, biyoçeşitliliğin azalması, ormansızlaşma, kuraklık, temiz su kaynaklarının azalması gibi konulara yer verilecek.

Bakanlık, geçen yıl şubat ayından itibaren Marmara Denizi‘nde görülen müsilaj (deniz salyası) oluşumunu da bu dersin müfredatı kapsamına aldı.

Ders kapsamında öğrenciler, iklim değişikliğinin Türkiye’deki etkilerini azaltmaya yönelik toplumsal farkındalık oluşturacak projeler de tasarlayacak.