Hafta SonuKöşe YazılarıManşetYazarlar

Ormancılıkta 150 yıllık gerileme: Devlet ormancılığından mültezim ormancılığına U dönüşü-1

0

Tarihi bilmek bugünü sağlıklı değerlendirebilmek açısından önemlidir. Geçmişte denenenleri, yapılan yanlışları ve doğruları biliyorsanız bugün aynı hatalara tekrar tekrar düşmezsiniz. Tarih, adeta pek çok deney sonucunun birikmiş olduğu çok değerli bir kütüphane ya da arşiv gibidir.

Ormancılık Türkiye’de üç günlük geçmişi olan bir uğraşı değil. 200 yıla yakın bir tarihsel birikim var ormancılığımızın dününde. Bu birikimin içerisine girip geçmişte yapılanları ve sonuçlarını öğrenmek, bugün karar alma süreçlerinde rolü olduğunu düşünen her aktörün öncelikli görevi.

Ormancılık tarihi konusunda hem araştırmalar yapan hem de lisans düzeyinde ders veren bir akademisyen olarak bugünün politika belirleyicilerinin geçmişte yapılan hatalardan hiç ders alamamış olduklarını görmekten büyük üzüntü duyuyorum. Bu üzüntümü ve nedenlerini kısaca aktarmaya çalışacağım. Fakat konu o kadar kapsamlı ki, ne kadar özetlersem özetleyeyim bir köşe yazısının ideal hacmini çok aşacak. Bu yüzden, yazılarımı okuyanların alışık olduğu üzere iki bölüme ayıracağım anlatacaklarımı.

Cibal-i mubahadan mültezim ormancılığına

Osmanlı İmparatorluğu’nda 1870 yılına kadar, yalnızca tersane ve tophane gibi kurumlar ile sarayın odun ihtiyacının sağlandığı ormanlar ve devlet erkânının avlandığı ormanlık alanlar korunmuş, bunun dışındaki devlet ormanları cibal-i mubaha[1] sayılmış, bu ormanlardan serbestçe yararlanılmıştır.

Osmanlı’nın Batı karşısında hemen her açıdan geride kalması yenilik arayışlarını ortaya çıkarmış, Tanzimat Fermanı’ndan itibaren yabancı uzmanlar ülkeye çağrılarak onların görüşleri alınmaya başlanmıştır. Ormancılık alanında da, özellikle Fransa’dan gelen uzmanların kapsamlı çalışmaları dikkat çekmektedir. Örneğin, bugün benim de görev yaptığım ve yalnızca ormancılık alanında değil hemen tüm alanlarda ülkenin en köklü eğitim ve araştırma kurumlarından biri olan İÜ-C Orman Fakültesinin temeli olan ilk orman okulu, 1857 yılında Fransız uzman Lois Tassy tarafından kurulmuştur.

İlk Orman Okulu’nda görev yapan Fransız orman uzmanları.

1870 yılında ulusal ormancılık tarihimizin ormancılığa mahsus ilk yasal düzenlemesi olan Orman Nizamnamesi yürürlüğe girmiştir. O zamana kadar cibal-i mubaha sayılan devlet ormanlarından serbest yararlanma dönemi sona erdirilmiş, orman içinde ve civarında yaşayan köy ve kasaba halkına bazı yararlanma hakları tanınmış ve orman işletmeciliğinin kiralama yoluyla mültezimler tarafından yapılması benimsenmiştir. Mültezimler, yani devletle imzaladığı sözleşmeye dayanarak ormandan yararlanma haklarına sahip olan işletmeler, ormanlardan en yüksek kârı elde etmek üzere ekosistemin dengelerini ve sürdürülebilirliğini gözetmeden işletmecilik yapmış, üretim, nakliye, depolama ve pazarlama olanaklarının en yüksek olduğu en verimli orman alanlarındaki en çok ürün verecek ağaçları keserek yüksek kârlar elde etmiştir. Bu işletmelerin çoğu yabancı işletmelerdir, çünkü ülkede böylesine büyük işleri yürütebilecek nitelikte bilgi ve sermaye birikimi olan yerli işletmeler bulunmamaktadır. Bu işletmecilik şekli ulaşılabilir yerlerdeki ormanları bütünüyle tahrip etmiş, bütün ülkede orman olarak yalnızca erişilmesi ve üretim yapılıp pazarlanması çok zor olan yüksek ve eğimli arazilerdeki alanlar kalmıştır.

 Mültezim ormancılığından devlet ormancılığına

Cumhuriyet’in ilk yıllarında ormancılık konusunda bazı adımlar atılmaya çalışılmış olsa da köklü değişiklikler yapılamamış ve hem Orman Nizamnamesi hem de mültezim ormancılığı yürürlükte kalmıştır. Bu dönemde farklılaşan, olsa olsa, orman işletmeciliğine eskisine göre daha fazla yerli işletmenin el atmış olmasıdır. Ne yazık ki onların da ormanları sömürmek konusunda yabancı şirketlerden geri kaldıklarına dair bir işaret göremiyoruz.

Özel sektör işletmeciliğini önde tutan ekonomi anlayışı 1929 ekonomik buhranı ile kökünden sarsılınca, devletçi ekonomiye doğru dönen rota ormancılığı da etkilemiştir. Tabii mültezim ormancılığının yarattığı tahribatın etkileri de iyice hissedilir hale gelmiştir. Muhtemelen, 1926-1937 yılları arasında üç kez ülkemize gelip toplam altı buçuk yıl görev yapan Prof. Robert Bernhard’ın Atatürk’e yazdığı mektup da mültezim ormancılığından vazgeçilmesinde çok etkili olmuştur.  Gelin bu mektuptan alıntıladığım aşağıdaki satırlara birlikte göz atalım:

“Türkiye’nin hemen her tarafında ormanların müteahhitler tarafından işletilmesi için imtiyazlar verilmiştir. Bu türlü işletmelerin orman için olan kötü sonuçlarını en iyi bir şekilde Bozüyük ormanlarında görmek olanaklıdır. Buradaki durum kısaca “orman tahribi” sözcükleriyle ifade edilebilir. Yerli Türk şirketleri bu şekilde hareket ederlerse, Türk ormanlarının korunması konusunda yabancı şirketlerden ne beklenebilir? Zira bunlar için tek amaç orman işletmesinden olabildiğince fazla para kazanmak ve bu amaçla ormanda var olan ve kıymetlendirilmesi olanaklı olan odunu, hemen ve en kısa sürede hızara indirmekten ibarettir. Hiç kimse, hatta bir kısım Türk ormancıları bile düşünmüyorlar ki, bazı yaşlı ağaçların daima ormanda kalması gerekir. Eğer ormanların korunması ve ekonomik olarak yaşaması isteniyorsa bu takdirde mukaveleli şirketlerin yaptıkları gibi, ormandan değerlendirilmesi olanaklı olan bütün ağaç varlığının kısa bir zamanda ve bir defada çıkarılmasına izin vermemek gerekmektedir. Durum, başka yönden değerlendirildiğinde, ormanın odun üreten bir fabrika olmadığı görülür.”

1937 yılı hem ülke tarihi açısından hem de ormancılık tarihi açısından çok önemli bir yıl olarak kayıtlara geçer. 5 Şubat 1937 tarihinde TBMM’de kabul edilen ve 13 Şubat 1937 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanan 3115 Sayılı Teşkilâtı Esasiye Kanununun (Anayasa) Bazı Maddelerinin Değiştirilmesine Dair Kanun ile Anayasa’nın 2’nci maddesi değiştirilmiş ve Atatürk İlkeleri olarak bilinen altı ilke Anayasa’ya girmiştir. Bu ilkelerden biri de devletçilik ilkesidir. Meclis’te kabul edilen bu kanundan sonra görüşmeleri yapılıp kabul edilen bir sonraki kanun ise, kaderin cilvesine bakın ki Türkiye tarihinin ilk Orman Yasasıdır. Bu yasa, yani 3116 Sayılı Orman Yasası 8 Şubat 1937 tarihinde TBMM’de kabul edilmiş ve 18 Şubat 1937 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanmıştır. Bu yasanın 31 ve 32’inci maddeleri şu şekildedir:

“Madde 31: Devlet ormanları, Devlet tarafından işletilir.
Madde 32: Orman işleri ve her türlü işletmeler Ziraat Vekâletine bağlı hükmî şahsiyeti haiz ve mülhak bütçe ile idare olunan Orman Umum Müdürlüğü tarafından yapılır. Bu müdürlüğün teşkilâtı ve vazifelerini ifa tarzı ayrı bir kanun ile tesbit olunur.”

Yasanın 32’inci maddesinde sözü edilen umum müdürlüğü (genel müdürlük) de aynı yıl çıkarılan 3204 sayılı yasa ile kurulmuş ve yine 1937 yılında ilki Karabük, ikincisi Bahçeköy (Büyükdere)’de kurulan devlet orman işletmeleri ile ülkemizde fiilen devlet ormancılığı başlamıştır. Hem 3116 Sayılı Orman Yasası hem de bu yasa doğrultusunda kurulan devlet orman işletmeleri Türkiye ormancılığı açısından devrimsel bir dönüşüme işaret eder. Belki de, tarih kitaplarında pek yazmasa da, Cumhuriyet devrimlerinin sonuncusu bu yolla gerçekleştirilen ormancılık devrimidir.[2]

Türkiye’de bugün hâlâ orman varsa, dahası 1937 yılına kadar süren yoğun ormansızlaşma ve orman bozulması durdurulup tersine çevrilebilmişse, bu açık bir şekilde ormancılık devriminin sonucudur. Devrimi takip eden yıllar kolay geçememiştir doğal olarak. Devlet ormancılığıyla birlikte ormanlardan parasız yararlanma da bütünüyle kaldırılmıştır. Ormanları korumak ve geleceğe taşımak için alınmak zorunda olan bu önlemler özellikle ormanla sıkı ilişki içerisindeki kırsal kesimde derin hoşnutsuzluklara yol açmıştır. Bu hoşnutsuzluklar 1946 yılında başlayan çok partili demokrasi serüveninde oy tuzağı olarak sömürülmüştür de. Hatta karşı devrim sayılabilecek bazı adımlar da atılmıştır.  Ancak 1980’li yıllara kadar devlet ormancılığına ve kalan sınırlı miktardaki ormanı koruyup alan ve kalite olarak geliştirmeye dayalı süreç, çeşitli tökezleme ve kesintilere rağmen ana hattını korumayı başarmıştır.

1980’li yıllarda yavaş yavaş başlayıp 2000’li yıllarda zirveye ulaşan tersine süreç ise hakkında kitaplar yazmayı gerektirecek kadar kapsamlı ve derin. Bu kitaplar kısım kısım yazılıyor da. Ama dilerseniz özetini olsun aktarmayı bu yazının bir sonraki bölümüne bırakalım. Bakalım karşı ormancılık devrimi nasıl işliyormuş.

*

[1] Mübah dağlar, serbest dağlar, sahipsiz topraklar
[2] KTÜ Orman Fakültesinde görev yapan değerli hocamız Prof. Dr. Cantürk Gümüş özellikle 3116 sayılı yasayı Türk Orman Devrimi şeklinde adlandırmayı tercih etmektedir. Bu adlandırmanın kullanıldığı kitaba ulaşmak için tıklayın.

 

More in Hafta Sonu

You may also like

Comments

Comments are closed.