Boğaziçi Üniversitesi akademisyenleri, bugün de atanmış rektör ve üniversite yönetimine karşı 543’üncü kez bir araya geldi. Akademisyenler 370’inci kez rektörlük binasına sırt çevirdi.
Bugün, Naci İnci’nin rektör olarak atanmasının 308’inci, 30 Temmuz günü gerçekleştirilen destek oylamasında akademisyenlerin yüzde 95 oranında rektör adaylığına karşı olduğu açıklanan İnci’nin Matematik Bölümü tam zamanlı öğretim üyesi Mohan Ravichandran’ı hiçbir gerekçe göstermeden dönem ortasında görevden almasının ise iki yüz yirmi yedinci gününe gelindi.
Fotoğraf: Can Candan
Boğaziçi Üniversitesi akademisyenleri haftanın her iş günü olduğu gibi bugün de 12:15’te #KabulEtmiyoruzVazgeçmiyoruz diyerek arkalarını 370. kez rektörlük binasına döndüler.
Fotoğraf: Can Candan
Akademisyenler nöbet boyunca ellerinde “Kabul Etmiyoruz”, “Vazgeçmiyoruz” yazan dövizler taşıdılar.
Antalya‘nın Konyaaltı ilçe merkezindeki 3’üncü yüzyıl Roma dönemine tarihlenen ve 15 lahitin bulunduğu Antalya Müze Müdürlüğü‘ne bağlı alanın, uzun yıllardır defineciler tarafından tahrip edildiği ortaya çıktı.
Konyaaltı merkezindeki Üzümcek Dağı‘nın arkasında kalan tarihi köy yerleşimi, 1993 yılında Akdeniz Üniversitesi Arkeoloji Bölümü‘nden Prof. Dr. Nevzat Çevik tarafından tespit edilmiş ve belgelenmişti.
Bölümden Prof. Dr. Gül Işın ve öğrencilerinden oluşan bir ekip, bu ayın başında yeni bir belgeleme çalışmasına başladığında lahitlerin kırıldığını, parçalandığı ve alanın uzun yıllardır definecilerin talanına uğradığını tespit etti.
Müze Müdürlüğü denetimindeki tarihi yerleşim alanında gerekli önlemlerin alınmadığı, köylülerin alana giden yolu taşlarla kapatarak, definecileri engellemeye çalıştığı görüldü.
Prof. Dr. Işın, Alanın kurum ve kuruluşlar tarafından bilindiğini, ilk belgelendiği yıllarda bilim dünyasına tanıtıldığını da anlattı.
Belgeleme konusunda yeni teknolojilerin gelişmesi ve öğrencilerin bu yeni yöntemlerde uzmanlaşmak istemesi sebebiyle saha pratiğini artırmak ve bu alanla ilgili gözden kaçmış hususları değerlendirmek için alanda çalışmaya başlanmasıyla haziran başından beri jandarma kontrolleri artırıldı.
Işın, birkaç kez suç üstü yapıldığını da belirtti:
“Amacımız doğru ve nitelikli belgeleme sonrasında koruma tedbirlerini artırmak ve alanı belki ziyaretçiyle de buluşturma imkanı yaratmak. Meraklı çok kişi var. Elbette bu bölgede yanı başında yaşayanlar belki görmek ister, ama önce alanın korunması gerekiyor.”
Öte yandan bölgede benzeri çok fazla küçük yerleşim alanı var ve burası onlardan bir tanesi. Köy olduğu düşünülen yerin ismi henüz bilinmiyor fakat Roma İmparatorluğu dönemine ait olduğu net:
“Gözlemlediğimiz kadarıyla M.S 3’üncü yüzyıl başlarına ait. Hemen tüm lahitlerin yapılış tarihleri aşağı yukarı bunu gösteriyor. Hem yazıtlar hem de betimlemelerinde. Arrkada da küçük bir yerleşim alanı var. Orada da bazı mimari buluntular, bezemelerle ilişkili yaptığımız analizlere göre Roma İmparatorluğu dönemiyle ilişkili verilerin net olduğunu söyleyebiliriz.”
Nekropol alanında lahit öbekleri ve toplamda 15 lahit olduğunu belirten Işın, buranın arkeologlar için ilginç veriler ve lahitlerin yapılışına dair bulgular sunan bir yer olduğunu da ekledi.
“Kamusal yapılara dair izleri henüz yakalayamadık.Ama bu yerleşime atıfta bulunabilecek bazı çevre illerden Attalia, Termessos, Phaselis gibi çevre kentlerin kullanım alanında olabilen bir köy niteliğinde. Bazı yazıtlarda farklı önermeler olabiliyor buradaki yerleşmeyle ilgili. Şu anda onu araştırıyoruz. Ama bildiğimiz kadarıyla Attalia kasasına ceza ödemelerinin yapıldığı, yani Attalia ile bağlantılı bir köy.”
İstanbul Üsküdar‘daki Bulgurlu Mahallesi’nde yaklaşık 3 bin metrekarelik parselin imar durumu Çevre Şehircilik ve İklim Bakanlığı‘nca değiştirilerek “özel sosyal altyapı” alanı ilan edildi. Parselde, mütevelli Heyeti Başkanlığı’nı Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan‘ın oğlu Bilal Erdoğan‘ın yaptığıYeni Türkiye Eğitim Vakfı‘na (YETEV) ait Palet Çamlıca Okulları‘nın inşaatı sürüyor.
Palet Okulları, TÜRGEV bünyesinde kurulmuş, daha sonra faaliyetleri YETEV’e taşınmıştı. Sözkonusu alan ise daha önce yine bakanlık tarafından üçüncü derecede sit alanı olarak ilan edilmişti.
İmar durumu değiştirilen parselde, böylece “birey ve toplumun kültürel, sosyal ve rekreatif ihtiyaçlarının karşılanması, sağlıklı bir çevre ile yaşam kalitelerinin artırılmasına yönelik özel sektör tarafından eğitim, sağlık, dini ve kültürel tesislerle, açık ve kapalı spor tesisleri, park, çocuk bahçesi, oyun alanı, meydan gibi açık ve yeşil alanlar” yapılmasının önü açıldı. Plan notlarına da özel olarak, “Kot geniş yoldan alınacaktır” ibaresi eklenerek, yükseklik 3 kat, inşaat hakkı oranı 1.40 olarak belirlendi.
Ardından da bu parselde Palet Çamlıca Okulları’nın inşaatı başlandı. Parselde bugün eğim nedeniyle caddeden kot alındığında 3 katlı, sokaktan bakıldığında 6 katlı olan bir bina yükseliyor. Okulun, 2022-2023 eğitim döneminde açılacağı belirtiliyor.
İBB üyesi Tekel: İmar şartlarının çok üzerinde yapılaşma
Sözcü’den Özlem Güvemli’ye konuşan İstanbul Büyükşehir Belediyesi‘nin CHP’li Meclis üyesi Doğan Tekel, alanda bakanlığın vakfa özel plan değişikliği yaptığını ve belirlenen imar şartlarının çok üzerinde yapılaşmaya gidildiğini açıkladı. Tekel, bu parsel için daha önce İBB Meclisi’nde alınan kararla gerçekleştirilen plan değişikliğinin açılan dava sonucu iptal edilmesi nedeniyle bakanlığın devreye girdiğini anlattı.
Tekel, “Parsel mevcut planlarda ‘3. Derece Doğal Sit Alanı’ ve ‘Sosyal Kültürel Tesis Alanı’ fonksiyonuna sahipken, sihirli dokunuşla Özel Palet Okulu oldu. . Emsal değeri en az beş kat aşılmış. Bina da altı katlı. SİT koruması altındaki Çamlıca’da bu binadan daha yüksek bina yok” dedi.
Tekel, özel okulun çevresindeki yol ve peyzaj düzenlemesinin de Üsküdar Belediyesi tarafından yapıldığını söyledi.
Yale Üniversitesi ve Facebook‘un sahibi Meta şirketi ortaklığında yapılan ve dün sonuçları yayımlanan araştırma, küresel kamuoyunun iklimdeğişikliği konusundaki inanç ve düşüncelerini ortaya koyan en büyük çalışmalardan biri.
Araştırmanın sonuçları, dünya çapında iklime dair derin bir endişe duyulduğunu ve insanların önemli bir çoğunluğunun hükümetlerin bu konuda anlamlı adımlar attığını görmek istediğini gösteriyor.
Dünyadaki 192 ülkeyi temsil eden bir örneklemle 110 ülke, bölge ve coğrafi gruptan 18 yaş ve üzeri 108 bin 946 Facebook aktif kullanıcısının iklim değişikliği hakkındaki inançlarını, tutumlarını, politika tercihlerini ve davranışlarını inceleyen araştırma; 25 Mart – 14 Nisan 2022 tarihleri arasında yapıldı.
Araştırmaya göre; hemen her ülkede çoğunluk, iklim değişikliği konusunda biraz veya çok endişeli. Özellikle Orta ve Güney Amerika’daki pek çok ülkede bu 10 katılımcıdan 9’undan fazlasında görülüyor.
Türkiye de iklim endişesi yüksek olan ülkeler arasında yer alıyor.
İklim değişikliğine dair “çok veya biraz” endişeli ülkeler skalası.
Yaklaşık her ülkede insanlar, çoğunlukla iklim değişikliğini önümüzdeki yirmi yıl içinde bölgeleri için bir tehdit olarak görüyor. Bölgelerin üçte ikisinde çoğunluk, iklim değişikliğinin gelecek nesillere büyük zarar vereceğini düşünüyor.
Avrupalılar iklim değişikliğini daha sık duyuyor
Avrupalıların, diğer bölgelere kıyasla iklim değişikliğini haftada en az bir kez duyduklarını söyleme olasılıkları daha yüksek.
İsveç ve Almanya‘daki katılımcılar, yüzde 66 oranında ‘iklim değişikliğini günlük yaşamlarında en az haftada bir kez duyduklarını’ söylerken Yemen, Cezayir ve Kamboçya‘da bu oran ortalama yüzde 8.
Çoğu ülkede çoğunluk, günlük yaşamlarında iklim değişikliğini haftada bir kez duymuyor.
Finlandiya yüzde 92 ve Macaristan yüzde 90 ile iklim değişikliği hakkında “çok” veya “orta derecede” bilgi sahibi olduğunu söyleme olasılıkları en yüksek olan ülkeler.
Neredeyse tüm ülkelerde çoğunluk, iklim değişikliğinin en azından kısmen insan faaliyetlerinden kaynaklandığını düşünüyor.
Avrupa’nın iklim değişikliğinin insan faaliyetlerinden kaynaklandığına dair inancı da daha yüksek. İspanya yüzde 65 ve İsveç yüzde 61 ile bunun başını çekiyor.
Kirliliği azaltmaktan kim sorumlu?
Çoğu insan, ülkelerinin iklim değişikliğine neden olan kirliliği ya kendi başlarına ya da başka ülkelerle işbirliği içinde azaltması gerektiğini düşünüyor.
Bununla birlikte, insanların kirliliği azaltmaktan öncelikli olarak kimin sorumlu olduğu konusunda farklı görüşleri var: 43 ülkede çoğunluk hükümetlerinin sorumlu olduğunu belirtirken, 42 ülkede tek tek bireyler ve firmalar öne çıkıyor.
Romanya, Lübnan, ve Özbekistan’da katılımcıların yüzde 50’si hükümete sorumluluk atfederken, Almanya ve Meksika’da yüzde 43 şirketleri sorumlu tutuyor.
Fakat her yerde insanlar, iklim değişikliğinin hükümetleri için büyük bir öncelik olması gerektiğini düşünüyor. Şili, Meksika, Porto Riko gibi Kuzey ve Güney Amerika’daki çoğu ülkede bunun “çok yüksek” bir öncelik olması gerektiği düşünülüyor.
İklim eylemi ekonomiyi bozmaz, ya da iyileştirir
Dünya çapında çoğunluk, iklim değişikliğini azaltmaya yönelik eylemin ekonomi üzerinde ya olumlu etkisi olacağını, ya da hiçbir olumsuz etkisi olmayacağını düşünüyor.
Anket yapılan 110 ülkeden 109’unda büyük çoğunluk, ülkelerinin veya bölgelerinin şu anda olduğundan “çok daha fazla” veya “biraz daha fazla” yenilenebilir enerji kaynağı kullanmasını istiyor.
İnsanlar daha fazla yenilenebilir enerji ve daha az fosil yakıt kullanımını destekliyor.
Danimarka ve Birleşik Krallık, ülkelerinin fosil yakıt kullanımını azaltmasını en çok destekleyen ülkeler olurken; Macaristan ve Portekiz ve İspanya, ‘daha fazla yenilenebilir enerji kullanılmalı’ diyenlerin sayısıyla öne çıkıyor.
Macaristan, Portekiz ve İspanya’da yaklaşık her 10 kişiden 9’u, ülkelerinin biraz veya çok daha fazla yenilenebilir enerji kullanması gerektiğini düşünüyor.
Bunu söyleme olasılıkları en düşük ülkeler ise Endonzeya ve Tanzanya; fakat onlarda da oran yüzde 50 ile yüksek.
Fosil yakıt kullanımının azaltılmasını destekleyen ülkeler skalası.
İklim eylemi için organize bir gruba katılma isteğinin en yüksek olan katılımcılar ise Zambiya (yüzde 75) ve Malavi‘de (yüzde 74). Aslında bu konuda Afrika kıtası ülkelerinin öne çıktığı görülüyor.
Buralardan yanıt verenlerin, liderleri ikna etmek için çalışan organize bir gruba halihazırda katıldıklarını veya “kesinlikle” katılacaklarını söyleme olasılıkları daha yüksek.
Öte yandan herhangi bir organizasyona katılma isteğinin en düşük çıktığı ülkeler ise yüzde 9 ile Finlandiya ve yüzde 10 ile Hollanda.
İsveç‘te İsveç Sol Partisi, Yeşiller ve bağımsız Kürt milletvekili AminehKakavabeh, NATO’ya girebilmek için Türkiye’ye verilen tavizlere tepkili. Vekiller, imzalanan Memorandum’un içeriği konusunda hükümetin parti liderlerini toplantıya çağırmasını istedi.
İsveç Sol Partisi lideri Nuşi Dadgostar, hükümetin hem halka hem siyasal partilere neyi kabul ettiğini açıklaması gerektiğini söyledi: “Her şeyden önce, hükümet parti liderlerini bir araya getirmeli ve ne üzerinde anlaştıklarını açıklamalıdır.”
Kimin sınır dışı edileceğine ve İsveç gazetelerinde nelerin yayınlanması gerektiğine yabancı güçlerin karar vermesine izin verilmemesi gerektiğini belirten Dadgostar, Sol Parti’nin ülkenin güvenlik politikasının Türkiye’nin ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın eline geçmesi riskine karşı uyardı.
Yeşiller’den ambargo ve terör eleştirisi
Bir güven oylaması peşinde olmadıklarını belirten Yeşiller Partisi sözcüsü Per Bolund da memorandum’daki “Terörle mücadele ile ilgili kısımlarda, Türkiye’nin teröre bakış açısının geçerli olmasının endişe verici” olduğunu söyledi. Per Bolund, anlaşmanın belirsizliklerle dolu olduğunu ve İsveç’teki Kürt örgütleri için belirsizlik yarattığını kaydetti.
Sosyal Demokrat Parti hükümetinin parlamentodaki çoğunluğunu tek oyuyla güvenceye alan bağımsız Kürt-İsveçli milletvekili Amineh Kakabaveh ise anlaşmaya çok öfkeli ve Dışişleri Bakanı Ann Linde için güven oylaması istemeye hazırlanıyor.
Bağımsız Kürt milletvekili Aminah Kakabaveh.
Kakabaveh geçen kasımdaki hükümet krizi sırasında kendisiyle Sosyal Demokratlar arasında anlaşmaya bağlanan Kuzeydoğu Suriye’deki Kürt gruplarla işbirliğini derinleştirme anlaşmasının artık geçerliliğin kalmadığını da söyledi.
Andersson: Terörist etkinliklerde yoksa iade de yok
Parlamento üyelerinin yüzde 80’den fazlasının NATO’ya katılmak konusunda onay verdiğini hatırlatan Başbakan Magdalena Andersson ise memorandumdaki taaahütler konusunda da, “İade taleplerini her zamanki usullerimize göre değerlendireceğiz” dedi:
“Hiçbir İsveç yurttaşı asla sınır dışı edilemez. Tartışmalar boyunca sınır dışı edilmeler konusunda İsveç yasalarına ve uluslararası hukuka göre hareket edeceğimizi açıkça ifade ettik. Terörist etkinliklerde bulunmadıysanız, kaygı duyacağınız bir durum olmamalı.”
Anlaşma dünya basınının gündeminde, Kürtler endişeli
Türkiye’nin İsveç ve Finlandiya’yla varılan mutabakat gereği “terör listesi” içerisinde yer alan 33 kişinin iadesini istemesi dünya basınının da gündeminde.
AFP haberinde, “Ankara, İskandinav ülkelerinin NATO üyelik hedeflerine verdiği desteği güvence altına almak için varılan anlaşma kapsamında İsveç ve Finlandiya’dan 33 sözde Kürt militanın iadesini istiyor” diyerek kararı duyururken “Mutabakat, Erdoğan’ın kaygılarının çoğunu ele alıyor gibi görünüyor” dedi.
The Economist’deki haberde de “1 milyondan fazla Kürt göçmen Avrupa ülkelerine yerleşti, Finlandiya’da 18 bin ve İsveç’te yaklaşık 100 bin kişi yaşıyor. Türkiye’nin İsveç’ten iade edilmesini istediği kişilerin listesi yazar ve yayıncıları içeriyor. İçlerinden biri yıllardır hayatta değil” bilgisine yer verildi.
Haberde, “ABD, Avrupa Birliği, Finlandiya ve İsveç, PKK’yi terör örgütü olarak kabul ediyor. Ancak Batılı ülkeler kendi güvenlikleri için bir tehdit olarak görmüyor. Madrid’de NATO liderleri, Erdoğan’ı birkaç taviz karşılığında vetosunu bırakmaya ikna etti. Ancak Türkiye ve NATO müttefiklerinin terörün anlamı ve Kürtler üzerinde uzlaşmaları daha uzun yıllar alacak” denildi.
Politico dergisi de İsveç’te yaşayan kürt yazar Kurdo Baksi’nin endişelerine yer verdi. Kurdo iki ülkenin Kürtleri ve bu ülkelere sığınan diğer demokratik görüşlü Türkleri iade etmesi olasığılığından huzursuzluk duyduklarını söyledi.
The Guardian gazetesi ise Türkiye’nin veto hakkından feragat etmesi karşılığında ABD Başkanı Joe Biden tarafından “ödüllendirildiği” yönünde bir yazı yayınladı.
Ne olmuştu?
Bu hafta İspanya‘nın başkenti Madrit’te gerçekleşen ve Rusya‘nın Ukrayna‘ya saldırısı nedeniyle Finlandiya ve İsveç’in başvurularının en önemli gündem maddesi olduğu NATO Zirvesi’nde bu iki ülkenin üyelik süreçleri hakkında üçlü memorandum imzalanmıştı.
Türkiye, bir süredir bu ülkelerin terörizme ve teröristlere destek verdiği, ülkelerinde barındırdığı ve Türkiye’ye silah ambargosu uyguladığı gerekçesiyle üyelik sürecini engelliyordu. Zirvenin hemen öncesinde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan‘ın da katıldığı görüşmelerde uzlaşma sağlandı ve bir memorandum hazırlandı.
Memoranduma Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Finlandiya Dışişleri Bakanı Pekka Haavisto, İsveç Dışişleri Bakanı Anne Linde imza attı.
İmzalanan belgenin ardından Türkiye’nin iki İskandinav ülkesine uyguladığı NATO üyelik vetosunu kaldıracağı kaydedildi.
Yapılan ortak bildiride yer alan maddeler şöyle:
Finlandiya ve İsveç, tüm terör örgütlerinin Türkiye’ye karşı gerçekleştirdikleri saldırıları açık ve net biçimde kınar.
Finlandiya ve İsveç, PKK ve diğer tüm terörist örgütlerin ve bağlantılı şahısların faaliyetlerini engelleyeceklerini taahhüt eder.
Türkiye, Finlandiya ve İsveç terör örgütlerinin faaliyetlerini engellemek amacıyla aralarındaki iş birliğini artırmaya karar vermişlerdir.
Finlandiya ve İsveç, PKK ve bütün uzantılarının para toplama ve eleman devşirme faaliyetlerine yönelik soruşturma başlatacak ve bunları yasaklayacaklardır.
Türkiye, NATO’nun açık kapı politikasına desteğini teyit eder ve Madrid Zirvesi’nde Finlandiya ve İsveç’in NATO üyeliği için davet edilmesine desteğini ifade eder.
Müstakbel NATO müttefikleri olarak Finlandiya ve İsveç, PYD/YPG ve Türkiye’de FETÖ olarak tanımlanan örgüte destek sağlamayacaklardır.
İsveç yeni ve daha etkin bir Terör Suçları Kanunu’nun 1 Temmuz itibarıyla yürürlüğe gireceğini ve hükümetin terörle mücadele mevzuatını tahkim edeceğini teyit eder.
Türkiye, Finlandiya ve İsveç, aralarında artık hiçbir milli silah ambargosu bulunmadığını teyit ederler.
Türkiye’nin en gözde ve pahalı turizm bölgesi haline gelen Çeşme’de her gün yeni bir koy işgal ediliyor. Yöre halkı ve çevre aktivistleri ise Çeşme Belediyesi’nin işgallere sessiz kaldığından şikayet ediyor.
Yerleşimin çok yoğun olmadığı Alaçatı‘nın batısında kalan Altınkum sahil şeridindeki işgaller sürerken şimdi de Hazine arazisi olan ünlü Fedon Koyu‘na göz dikildi.
Koyda bulunan üç kumsala ve deniz koyuna kaçak yapılar, merdivenler yapıldı; gölgelikler ve sezlonglar kondu, ayrıca yaşam konteynerleri yerleştirildi. Halkın kumsala girişini engellemek için de hendekler katıldı, tel örgüler çekildi.
Suç duyuruları da işe yaramıyor
Bu bölgede sene başından beri 2.derece sit alanı olan üç koy yasadışı biçimde işgal edilmişti. Yapılan suç duyurularına rağmen bu girişmler durdurulmadı. Bundan cesaret alan hazine arazisi işgalcileri de son olarak Altınkum’u hedef seçti ve Fedon olarak anılan bölgedeki üç koyu işgal edip halkın girişini yasakladılar.
Çeşme Çevre Platformu ve bölge sakinleri Cimer, Çeşme Belediyesi, Çeşme Cumhuriyet Savcılığı’na suç duyurusunda bulundu.
Suç duyurusunda şu bilgiler yer alıyor:
“Çeşme İlçesi Altınkum Mahallesi, Fedon Koyu olarak anılan (38°16’03.4″N – 26°16’33.5″E ) harita koordinatlarında ki hazineye ait 2.derece SİT alanı deniz kıyısı ve kumsal birtakım şahıslarca işgal edilmiştir.
Yıllardır halkın kullanımına açık olan bu bölgede ki üç kumsal ve deniz koyuna denize inmek için kaçak yapılar, merdivenler, güneş gölgelikleri, sezlonglar ile donatılmıştır.
Ayrıca bölgeye çok sayıda yaşam konteyneri getirilerek yerleştirilmiş, izinsiz yapılaşma yapılmıştır. Bu üç kumsala halkın girişini engellemek amaçlı bölgeye ulaşım sağlayan yollara iş makinaları ile derin hendekler kazılmıştır.
Geçiş noktalarına tel örgüler çekilmiştir. Hendekler halk tarafından tekrar doldurulunca bu sefer TIR’lar ile getirilen çok büyük kaya parçaları ile engeller yapılmış, halkın denize ulaşımı engellenmiştir.
Uzun bir süredir Hazine arazileri üzerinde devam eden bu işgal, yol kesme, halkın denize ulaşımın engelleyen bu usulsuzlükler Çeşme Jandarma Komutanlığı, Çeşme İlçe Belediyesi‘ne şikayet edilmiş, ancak resmi kurumlar tarafından herhangi bir müdahale yapılmamıştır.
Bölgeye incelemeye gelen Jandarma’nın bu işgalleri yapan şahıslarla samimiyet ve arkadaşlıkları dikkat konusu olmuştur.
Bu çerçevede bölgedeki hukuksuz işgalin kaldırılması, izinsiz yapılaşmanın engellenmesi, bölgeye ulaşımın tekrar açılması ve bu hukuk dışı eylemleri yapan kişilerin cezalandırılmasını talep ediyoruz.”
2017 yılında Diyarbakır‘daki Newroz kutlama alanına girmek isterken polis kurşunuyla hayatını kaybeden Kemal Kurkut’un vurulma anını çeken gazeteci Abdurrahman Gök’e “örgüt propagandası”ndan 1 yıl 6 ay 22 gün hapis cezası verildi.
Gök hakkında “örgüt üyesi olmak” ve “örgüt propagandası yapmak” iddiasıyla açılan davanın duruşması, Diyarbakır 5’inci Ağır Ceza Mahkemesi’nde görüldü.
Abdurrahman Gök, esas hakkındaki mütalaaya karşı savunmasında, “Suçlama konusu yapılan fotoğrafların altına Kobane yerine Libya veya Azerbaycan yazsaydım bugün burada, sekiz yıl sonra yargılanacak mıydım?” diye sordu.
Avukatları Resul Temur ve Mehmet Emin Aktar’ın savunmalarının ardından duruşmaya karar arası verildi.
Ceza ertelenmedi
Mahkeme heyeti oy birliği ile Gök’ün “örgüt üyeliği” suçlamasından beraatine hükmetti, “örgüt propagandası” suçunu işlediğinin sabit olduğuna kanaat getirerek Gök’ü 1 yıl 6 ay 22 gün hapis cezasına çarptırdı. Heyet cezanın ertelenmesine yer olmadığına karar verdi.
Onur Ayı‘nın son gününde Onur Ayı özelserimizin son bölümünde Türkiye’de yaşlı bir lubunya olmanın zorluklarına, lubunyaları kapsamayan politikalara ve bir LGBTİ+ olarak 40’ından sonra nasıl bir yaşamın söz konusu olduğuna odaklandık.
Özge Gökpınar
17 Mayıs Derneği‘nden ve 40’ından Sonra LGBTİ+ girişimi kapsamında çalışmalarda bulunan Özge Gökpınar ile Türkiye’de yaşlı bir lubunya olmanın sağlık, ekonomik ve psikolojik sorunlarına ilişkin konuştuk.
Gökpınar, yalnız bırakılan, yargılanan ve ötekileştirilen lubunyaların hayatlarının her noktasında sistemden dışlandığını ve bir vatandaş olarak birçok hizmete ulaşamadığını anlarıyor:
‘Türkiye’de yaşlı lubunyalar için kapsayıcı bir ortam sağlanmıyor’
Türkiye’de LGBTİ+’lar son Onur Haftası etkinlikleri ve Onur Yürüyüşü’nde de görüldüğü üzere oldukça baskıcı bir ortamda yaşamlarını idame ettiriyorlar. Peki 40 yaş üstü lubunyalar için Türkiye’de yaşamak nasıl bir deneyim?
Türkiye, 40 yaş üzeri lubunyalar için kapsayıcı ve davetkar bir ortam sağlamıyor maalesef. Özetle durumu şöyle açıklayabilirim: yaşlanan ve yaşlı LGBTİ+’ların eşit muamele görme hakkını, hizmetlere eşit erişim hakkını ve temel insan haklarını koruyacak yasa ve düzenleme Türkiye mevzuatında yer almıyor.
LGBTİ+’ların bakımevlerine erişimi gibi hizmet ve hak alanlarında ayrımcılık
Yaşlı LGBTİ+’lara yönelik hukuki anlamda bir arka plan sağlanmadığı için, yaşlanan ve yaşlı LGBTİ+’lar açısından bakımevlerine erişim gibi çeşitli hizmet ve hak alanlarında ayrımcılıklar yaşanabiliyor. LGBTİ+’ların da faydalanabileceği genel yaşlılık düzenleme ve uygulamaları ise LGBTİ+ olsun olmasın hiçbir yaşlının ihtiyacını görünür kılacak ve bunlara cevap verebilecek ölçüde geniş kapsama sahip değil.
‘Covid-19 tedbirleriyle yaşçılık ve yaş ayrımcılığı had safhaya çıkardı’
Türkiye’de yaşlılar görünmez kılınan kesimlerden biri. Covid-19 pandemisi, yaşlıların var olduğunu topluma hatırlattı. Hatırlarsınız, pandeminin bir döneminde hiç toplu taşıma kullanamayan dışarı çıkamayan yaşlıların, belirli ve çok kısıtlı saatlerde toplu taşıma kullanması ve bir gün içerisinde yalnızca üç saat dışarıya çıkmasına müsaade edilmesi, yaşçılık ve yaş ayrımcılığı had safhaya çıkardı ve yaşama hakkı ve hareket özgürlüklerini kısıtladı. 65+’lara getirilen sokağa çıkma yasağı anayasaya aykırı olmasına rağmen, bir dönem bu tedbirlerle yaşlıların temel hakları ihlal edildi.
Türkiye’de yaşlılar ekonomiye yük teşkil eden bir grup olarak değersizleştiriliyor. Bu nedenle de devlet, yaşlıların yükünü almaktan imtina ediyor ve genellikle de yaşlı bakımını ev içinde verilmesi gereken bir hizmet olarak görüyor. Devletin yaşlı bakımını böyle gördüğü bir yerde de toplumsal roller, bu hizmeti kadınlara ve evlenmemiş̧ aile fertlerine yüklüyor. Türkiye’de eşit evlilik hakkı olmadığı için, yaşlı bakımının LGBTİ+’lara yüklendiği durumlara çokça rastlanıyor.
‘LGBTİ+’lar hizmet alabilmek için kimlik, yönelim ve ifadelerini gizlemek zorunda kalabiliyorlar’
Yaşlılara yönelik bakımevi hizmeti, gündüzlü bakım evi hizmeti yoğunlukla başvurulan hizmetler değil. Devletin yaşlılarının bakımını sağlayan kişilere öngördüğü kısıtlı düzeydeki ekonomik yardımlar, devletin kendi sorumluluğunu kişilere yükleyerek, kısıtlı mali yardımla sorunu çözmesi girişimi. Oysa devlet, Anayasa gereği (Madde 59 ve 61) yaşlıları korumakla yükümlü ve onlara yönelik tesisleri kurmakla görevlendirilmiş. Yaşlılarına bakım hizmeti sunmaktan imtina eden politikaların öngördüğü bu kısıtlı hizmetlerin alıcıları, çoğunlukla LGBTİ+’lar olamıyor.
Halihazırda, Türkiye’de LGBTİ+’lara özel bakım evi mevcut değil. Yaşlı LGBTİ+’lar da ayrımcılığa uğramaktan korkarak diğer karma bakım evlerine başvurmuyor veyahut bu hizmetten yararlanmak için cinsel yönelim ve cinsiyet kimlik/ifadelerini gizlemek zorunda kalabiliyorlar. Mesela Darülaceze gibi devlete bağlı bakım evleri veya özel bakım evleri kabul koşullarında ve mevzuatında aranan ruh sağlığı yerinde olmak, HIV gibi bulaşıcı hastalıklardan ari olmak gibi ön koşullar, hizmetler açısından pratikte ayrımcı ve keyfi uygulamalara zemin hazırlayabilir, HIV+ LGBTİ+’lar açısından risk teşkil edebilir. Hastanede refakat durumu ya da tıbbi kararların ikinci bir kişi tarafından hasta yerine alınması durumunda da LGBTİ+’lar soy bağı ile bağlı olmadıkları kişileri seçme şansına sahip değiller.
‘İstanbul Sözleşmesi’nden imza çekilmesiyle LGBTİ+’ları kapsayan ve umut vadeden hiçbir düzlem kalmadı’
Türkiye İstanbul Sözleşmesi’nden çekildiği için, şiddetten koruma amacıyla sözleşmenin öngördüğü danışma merkezi, sığınaklar gibi sosyal hizmetlerin LGBTİ+ kapsayıcı şekilde düzenlenmesine ilişkin umut vadeden hiçbir düzlem de kalmadı.
LGBTİ+ yaşlıların yararlanabileceği LGBTİ+ kapsayıcı politikaların yokluğunda, Türkiye’deki LGBTİ+’lar yaşlanma seyri içerisinde, kendi finansal okuryazarlıkları doğrultusunda geleceklerine şekil vermeye çalışıyorlar. Yaşamlarının son evrelerinde ya da yaşamları sona erdiğinde haklarını gözetecek bir çerçeve sunulmuyor.
Evlilik eşitliği, miras ve sosyal haklardan uzak bir yaşam
Medeni Kanun ve Anayasa, LGBTİ+’lara evlilik eşitliği ve evlilikle gelen hakları tanımıyor. Bu durum, atanmış aileleriyle sorun yaşayan LGBTİ+’ların uzun yıllar görmediği akrabalarının, soy bağından doğan yasal hakları nedeniyle LGBTİ+’ların edindiği malvarlıkları üzerinde, kişi öldükten sonra hak iddia etmelerine neden oluyor. Bu da eşit evlilik hakkı tanınmayan LGBTİ+ partnerliklerini kaygılandıran bir süreç doğuruyor pek tabii. Medeni Kanun’da yer alan mirastan saklı soy bağından doğan pay hakkı, kişilerin diledikleri yerlere mal varlıklarının tamamını bırakmasını engelliyor.
Aynı durum emeklilikle edinilen sosyal hakların partnere bırakılmasını da engelliyor. Örneğin, 5510 sayılı kanun kapsamında, devletten emekli maaşı alan bir kişi vefat ettiğinde, kanuni mirasçılar tarafından bu maaş alınabiliyor. Kanunlar tarafından verilmiş olan bu haktan gerekli evrak ve koşullar temin edilerek ölen kişinin eşi ya da çocuğu faydalanabiliyor. Yaşarken veya kişinin ölümü halinde yeşil pasaport gibi diğer haklar ise yalnızca yasal evlilik yolu ile bağlı eşe ya da çocuğa aktarılabiliyor.
‘LGBTİ+’lar yaşam, sağlık ve medeni haklardan faydalanamıyor’
Aynı durum devletin sağladığı Genel Sağlık Sigortası, Emekli Sandığı, SGK ve Bağkur tarafından sağlanan sağlık sigortaları için de geçerli olduğu gibi, özel sağlık sigortaları da bundan ayrı bir çözüm sunmuyor. Her bir özel hayat sigortası kapsamında, Türkiye’de ana sigortalının yararlandığı haklardan faydalanabilecek yakınlar, “eş, bakmakla yükümlü olunan çocuklar (17 yaşa kadar), anne / babası (ebeveyn) ve kız kardeş̧/erkek kardeş̧” olarak tanımlanıyor. Bu adı geçen şirketlerin çoğu çok uluslu şirketler olmakla beraber, dünyanın geri kalanına uyguladığı ve sunduğu avantajları Türkiye’de yaşayanlara sağlamıyor. LGBTİ+’lar Türkiye’de özellikle eşit evlilik hakkına sahip olmadıkları için hakları güvence altına alınmadığı için, bu avantajlardan faydalanamıyorlar. Bu da Türkiye’de yaşayan LGBTİ+’ların özellikle yaşam hakkı, sağlık hakkı ve medeni haklardan faydalanmalarını engelliyor.
Barınma hakkı konusunda ise Türkiye’de LGBTİ+’lara özel konut projeleri mevcut değil. LGBTİ+’ların yaşam hakları anayasal düzlemde tanınmadığından ev bulma ve barınma süreçleri LGBTİ+’lar için ayrımcılığa açık ve sorunlu olabiliyor.
‘LGBTİ+’ların çocukluk ve büyüme süreçlerinin yetişkinlik dönemine etkisi asla yadsınamaz’
Yaşlı LGBTİ+’lar, LGBTİ+ olmayan yaşlılara kıyasla nelere karşı mücadele veriyorlar?
Birincil odakta, toplumun diğer kesimlerine kıyasla, yaşlanan LGBTİ+’ların karşılaştığı sorunlar, yalnızlık ve izolasyon, ayrımcılık ve bu iki hususun yansıması olan sağlık sorunları; ikinci odakta ise çalışma hayatı, yasal olarak tanınmama, sosyal hizmet ve sağlık hakkına erişememe olarak temellendirilebilir.
Yalnızlık ve izolasyon başlığında; toplum geneli tarafından “işe yaramaz” görülme ve stereotipler, yalnızlık ve izolasyon, aile desteğinin eksikliği ve bu nedenle bakım alamama durumu mevcut. LGBTİ+’ların çocukluk ve büyüme süreçlerinin yetişkinlik dönemine etkisi asla yadsınamaz. LGBTİ+ çocukların büyük bir bölümü, aile ve yakın çevresinde açılamamakta veya açıldığı/anlaşıldığı takdirde topluluk desteğinden mahrum kalmaktadır.
‘LGBTİ+’lar zorunlu yalnızlığa maruz bırakılıyor’
LGBTİ+’lar cis-heteroseksüel yaşıtlarına oranla daha az aile desteğine sahip olarak yaşamakta ve zorunlu bir yalnızlığa maruz kalmaktadır. Aynı karşılaştırmada, LGBTİ+’ların partnerle beraber yaşama oranının da daha düşük olduğu söylenebilir.
Şimdiye kadar yaptığımız tüm çalışmaların gösterdiği üzere; cisheteroseksüellere kıyasla LGBTİ+’ların büyük çoğunluğu yalnız yaşamakta, kimliğiyle barışamadığı için hayata tutunmakta sorun yaşamakta bu da onların toplumdan soyutlanmasına neden olmakta. Bu da yaşam süreci içerisinde LGBTİ+’ların yaşlanırken aileden yoksunluk yaşadıkları için destek mekanizmalarından da mahrum kalmalarına yol açıyor. LGBTİ+’lar için bu destek mekanizmasını kendilerinin yaratması söz konusu. Burada da “seçilmiş aile” kavramı devreye giriyor. Güvenilir kişiler ve arkadaşlardan oluşan bu “seçilmiş aile”nin ise, ilerleyen yaşlarda kurulması zorlaşıyor. Bu seçilmiş ailenin oluşturulması taşra ve kırsal alanda daha da zor hale gelebiliyor. Bu da büyükşehirler dışında, yerinde yaşlanan LGBTİ+’larda akran desteği ve dayanışmasından ve diğer koruma mekanizmalarından mahrum kalma sürecini beraberinde getiriyor.
‘Ayrımcılık pratikleri kendini psikolojik, ekonomik ve sözlü taciz ile gösterebiliyor’
Ayrımcılığa değinecek olursak: ayrımcılık, LGBTİ+’ların tüm yaşam seyrinde karşılaştıkları veya karşılaşabilecekleri söz, tutum, davranışta kendini gösteren pratikler. LGBTİ+’lar yalnızca cinsel yönelim veya cinsiyet kimliği açısından değil, etnik köken, fiziksel özellikler gibi kişiye karakterize olan durumlardan ötürü de ayrımcılığa uğrayabiliyor. Bu çoklu ayrımcılık pratikleri, kendini psikolojik, ekonomik ve sözlü taciz ile gösterebilir, saldırı ve nefret cinayetlerine de yol açabilir. Bunlara maruz kalmamak için ve ayrımcılık/damgalanma korkusuyla LGBTİ+’lar kimliklerini gizlemek zorunda kalabiliyor. Yaşlandıklarında da gizledikleri için doğru ve kendilerine özgü hizmet almaları mümkün olamıyor.
Fotoğraf: Dilara Açıkgöz / csgorselarsiv.org
LGBTİ+’ların yalnız bırakılması, sağlık sorunları ve nedenleri
Sağlık sorunlarını ele alırsak; Cleveland Clinic tarafından yapılan bir çalışmaya göre, yaşlanan ve yaşlı LGBTİ+’larda yaygın görülen sağlık sorunları şöyle veriliyor: yüksek tansiyon, yüksek kolesterol, diyabet, kalp hastalığı, HIV / AIDS, kanser, obezite, CYBH, uzun süreli hormon kullanımı nedeniyle sağlık sorunları, engellilik durumu, hepatit, astım, artrit, osteoporoz, karaciğer sorunları, cinsiyet uyum operasyonlarının beraberinde getirdiği komplikasyonlar, inme, yeme bozuklukları ve bulimia ile depresyon, anksiyete, panik bozukluğu, madde kullanımından kaynaklanan bozukluklar, obsesif kompulsif bozukluk, çeşitli fobiler, intihar düşünceleri ve girişimleri, travma sonrası stres bozukluğu. Buna ek olarak Harvard Üniversitesi’nin araştırmasına göre, yaşlı LGBTİ+’larda demans ve alzheimer görülme oranı yüksek.
Bunların ardında tabii pek çok neden yatıyor. Yaşlanan LGBTİ+’larda yalnızlık ve destek mekanizmasından yoksun olmak ve kimliğini gizlemek zorunda olmak gibi hususlara, sağlık durumlarının cis-heteroseksüellere kıyasla daha kötü olması ve fiziksel veya psikolojik rahatsızlıklara daha açık olmalarına neden olmaktadır. Özellikle psikolojik rahatsızlıklar kendine has destek sistemi olmayan insanlarda daha fazla karşılaşılan durumlar. Araştırmalara göre “yalnız yaşamak ile sağlık durumunun kötü olması ve ruhsal problemler arasında doğrudan bir bağ vardır” . Yaşlanan lubunyalarda heteroseksüellere kıyasla daha fazla psikolojik sorun görülmekle beraber, bir partnere sahip olanlarda ise fiziksel ve ruhsal sağlık durumunun çok daha iyi olduğu görülmektedir.
Fotoğraf: Fatoş Sarıkaya / csgorselarsiv.org
LGBTİ+’lar çalışma hayatına erişimde de sorunlarla karşılaşıyor
Çalışma Hayatı: Ayrımcılık pratikleri ve eşit koşullara erişememe sebebiyle, çalışma hayatı ve istihdam alanında yaşlanan ve yaşlı LGBTİ+’ların yaşadığı sorunlar; ekonomik zafiyet, bağımsızlığını elde etme, kendi potansiyelini yaşayabilme: eğitim, kültür, rekreasyon hayatına ve spiritüel hayata katılabilme konusunda sorunlar, katılım süreçlerinin engellenmesi, teşvik edilmemesi, uyumlaştırılmaması, eğitim desteklerinin olmaması, düşük maaş, düşük emeklilik maaşı, kredilerden eşit yararlanamama olarak özetlenebilir. Özellikle eğitim ve çalışma hayatına erişimde LGB’ler ve heteroseksüellere kıyasla, trans ve trans+’lar daha fazla sorunla yüzleşmek zorunda kalmaktadır.
Devletin vatandaşı tanımaması: LGBTİ+
Yasal olarak tanınmama, hak arayamama: LGBTİ+’ların yasalarca tanınmadığı, yasa ve düzenlemelerin uyumlaştırılmadığı, evlilik eşitliğinin sağlanmadığı Türkiye gibi ülkelerde, yaşlanan LGBTİ+’larda miras hakkı, adalete erişim ve zararların tazmini için başvuru mekanizmalarından yararlanmak da mümkün olamamaktadır. Ayrımcılık pratikleri ve kötü muamelelere maruz kalan yaşlı LGBTİ+’ların adalet arayacağı yollar da bu şekilde kapatılmaktadır.
Kırkından Sonra Lubunya İnisiyatifi’nin 2014 tarihli “Açık& Görünür: 45-75 Yaşları Arası Yaşlı Lezbiyen, Gey, Biseksüel ve Transların Deneyim ve Tutumları” ve 2012 tarihli “Yaşlı LGBTİ+’lar İçin Kapsayıcı Hizmetler: Kapsayıcı Merkezlerin Oluşturulması İçin Uygulama Kılavuzu” yayınlarının Türkçeye kazandırılması üzerinden geçen bu zaman diliminde, 40 yaş üstü lubunyalar için neler değişti?
Yaşlı LGBTİ+’lar İçin Kapsayıcı Hizmetlerin nasıl inşa edilebileceğini ve tüm çeşitliliğiyle yaşlı LGBTİ+’ların deneyim ve tutumlarını gözler önüne seren iki yayın bu. Yaşlanma süreci politikamızı belirlerken kaynak teşkil etmesini amaçladık ve o yüzden de Türkçeye kazandırdık. Bu çeviri yayınlarımıza ek size diğer çalışmalarımızla ilgili ufak bir arka plan sunmak istiyorum izninizle, böylelikle nihayetinde sorunuza daha iyi yanıt sağlayabilirim kanaatindeyim.
Biz 17 Mayıs derneği olarak yaşlanan ve yaşlı LGBTİ+’lar üzerine çalışan Türkiye’deki ilk LGBTİ+ derneği olduk. 2020’nin ikinci yarısından beri de yaşlılık çalışmalarımız devam ediyor. Bu kapsamda ilk olarak Kaos GL ortaklığında Yaşlı LGBTİ+lar projesini yürüttük, dünyadaki çalışmaları araştırdık ve online etkinliklerde değerlendirdik. Yaptığımız araştırmanın ve online konuşmaların notlarını “Yaşlı LGBTİ+’ların Hakları ve Sorunları ile Dünyadan Örnekler Çalışma ve Araştırma Raporu” içerisinde topladık. Aynı zamanda sizin de burada değindiğiniz Amerika’da yaşlı LGBTİ+’lar için hizmet sağlayan SAGE USA örgütünün iki yayınını ise Türkçeye çevirdik.
2021’in kalanında ise Instagram üzerinden yaşlanmanın farklı açılardan ele alındığı “Balamoz Şugardır” canlı yayın serimiz oldu, bir yandan da zoom üzerinden tanışma/buluşma toplantıları düzenledik.
Aynı zamanda avukatlar, sosyal hizmet ve ruh sağlığı uzmanlarına yönelik yapılan ağ eğitimlerinde, LGBTİ+ yaşlılık meselesini anlattık. Türkiye’de LGBTİ+ yaşlığı konusundaki mevzuat konusunda da “Yaşlı LGBTİ+’lar: Dünyada ve Türkiye’deki Durum” Raporu’nu hazırladık.
Tüm bu çalışmalardan hareketle ise, Eylül 2021’de Hollanda Elçiliğince desteklenen “Yaşlanan ve Yaşlı LGBTİ+’ların Sağlık Hakkına ve Sosyal Hizmetlere Erişimlerinin Güçlendirilmesi” projesi adında yeni bir yaşlılık çalışmasına başladık. İki sene sürecek. Bunun için çeşitli faaliyetler düzenledik ve düzenleyeceğiz.
Bu kapsamda ilk olarak Covid-19 üzerine ve sosyal hizmet uzmanlarına yönelik iki farklı bilgi notu yayınladık. Son bilgi notumuz ise Dr. Müge Yetener tarafından hazırlanan “Yaşlanan ve Yaşlı LGBTİ+’ların Sağlık Hakkına Erişimi- Sosyal Hizmet Uzmanlarına ve Sağlık Çalışanlarına Yönelik Bilgi Notu”. Bu bilgi notu ile doktor ve sosyal hizmet uzmanlarının yaşlı LGBTİ+’lara hizmet sunumunu iyileştirmesi için eğitimler verdik daha da fazlasını vermeyi hedefliyoruz.
Hazırladığımız yeni rapor ile ise yurtdışından deneyimlerin aktarılacağı toplantılar yapacağız ve yaşlı LGBTİ+’lar için farklı odak grup toplantıları düzenleyeceğiz.
Bu yeni raporumuzun ismi “Yaşlanıyoruz Lubunya”. Bu yeni çalışmamızda önce yaşlı LGBTİ+’lar için Türkiye-Amerika-Avrupa sağlık sigorta sistemlerini karşılaştırdık. Dünya’daki durumu ortaya koymuşken, Türkiye’de yaşlanan ve yaşlı LGBTİ+’ların durumuna bakmak ve sağlık alanı başta olmak üzere, nelerin uygulamaya sokulması gerektiğine dair tartışma açmak elzem diye düşündük. Bu nedenle de biz bir anket ve görüşme çalışması yürüterek LGBTİ+’ların kendi tanıklıklarıyla Türkiye’deki sorunlarını, kaygılarını ve beklentilerini gözler önüne sermeye çalıştık. Bu raporda tüm bu anlattığım durumlara dair verilere ulaşmanız mümkün.
Şimdi tekrar sorunuza geri dönmek gerekirse, bunca çalışmayı alanında ilk dernek olarak biz başlattık. Amacımız ise yaşlanan ve yaşlı LGBTİ+’lara ulaşırken bir yandan da farklı hak alanlarına ve sağlığa erişimin yaşlanan ve yaşlı LGBTİ+’lar lehine iyileştirilmesi.
Sayısız eğitimlerle çok sayıda sosyal hizmet uzmanına ve sağlık hizmet sağlayıcısına ulaştık. Ayrımcılıkları en aza indirecek pratikleri kendileriyle paylaştık. Bir yandan da Çankaya Belediyesi ile görüşerek, klinik hizmetlerin iyileştirilmesi için ortak zemin bulmaya çalışıyoruz. Şimdiye kadar tüm dünyadaki ilham verici çalışmaları ortaya koyarak başka bir hizmet anlayışı ve belediyeciliğin nasıl mümkün olduğunu anlattık, akademisyenlerden tıp öğrencilerine sağlık çalışanları ve hekimlerden sosyal hizmet öğrencileri ve uzmanlarına, avukatlara, bakım merkezi çalışanlarından ruh sağlığı uzmanlarına kadar genişleyen eğitim kitlemiz var.
Eğitimlerde sağlık hakkı ve kaliteli sağlık hizmetlerine ve sosyal hizmetlere erişimin, en temel insan haklarından bir tanesi olduğunu anlatıyoruz. İnsan onuruna yakışır ve kapsayıcı hizmetler ise bu hizmetlerin temeli olmalı diyoruz. Bu eğitimlerin de pratikte alanda kırk yaş ve üzeri lubunyalara geri dönüşü muhakkak olmuştur ve olacaktır inanıyoruz.
‘Lezbiyen, gey ve biseksüel yaşlıların, heteroseksüellere kıyasla sağlık sigortasına sahip olma oranı daha az’
Türkiye’de sosyal hizmetlerin kapsayıcılığı, çalışmalarınızın odaklandığı lubunyalar için ne durumda? Sağlık hizmetlerine ulaşımlarında ne gibi sorunlar söz konusu? Yaşlı transların sağlık hizmetlerine erişimi ne düzeyde?
Az önceki sorulardan birinde parantez açıp bıraktığımız başlığı bu sorunuza cevaben değerlendirebiliriz. Sosyal hizmet ve sağlık hakkına erişememe konusunu şöyle özetleyerek izah etmek mümkün. Yaşlanan ve yaşlı LGBTİ+’ların maruz kaldığı sosyal hizmet ve sağlık hakkına erişememe, özel sağlık sigortaları ve tamamlayıcı sağlık sigortaları tarafından kapsanmama, ailenin korunması ve yoksulluk önleyici sosyal koruma programları tarafından kapsanmama gibi durumlarla daha da derinleşmektedir. Araştırmalarımıza göre lezbiyen, gey ve biseksüel yaşlıların, heteroseksüellere kıyasla sağlık sigortasına sahip olma oranı daha azdır ve sağlık hizmeti alımında mali sorunlar yaşama oranları daha yüksektir. Kimliğini açıklamak zorunda olmak ve karşılaşılabilecek ayrımcı pratikler de LGBTİ+’ların sağlık hizmeti ve sosyal hizmetten yararlanmasını da engellemektedir.
Yaşlanıyoruz Lubunya rapor kitabı ve anket/görüşme bulguları da benzer bir çerçeveyi ortaya koyuyor. Yaşlanan ve yaşlı LGBTİ+’ların genel olarak, hekimlere açık oldukları zaman ya da açık olmasalar dahi algılanan cinsel kimlikleri nedeniyle ayrımcılığa uğradıklarını, ısrarla atanmış cinsiyetle muamele gördüklerini, doktorların çıkarımları nedeniyle doğru tedaviye erişemediklerini ve gereksiz testlere tabi tutulabildiklerini gösteriyor.
‘Doktorların LGBTİ+’lara dair bilgileri çok zayıf’
Sağlık hizmetlerinde karşılaşılan olumsuz durumlara dair, katılımcılar, sağlık hizmetlerine erişimde zorlandıklarını veya erişemediklerini, ayrımcılık korkusu nedeniyle sağlık kuruluşlarına başvurmaya çekindiklerini, olumsuz tepkileri nedeniyle doktor değiştirmek zorunda kaldıklarını, özel ihtiyaçlarının dikkate alınmadığını, sağlık personelinin uygunsuz sorularına ve yorumlarına maruz kaldıklarını, belirli bir tıbbi veya psikolojik test yaptırmaları için zorlandıklarını vurgularlarken; bir yandan da genel olarak doktorların LGBTİ+’lara dair bilgilerinin çok zayıf olduğunu paylaştılar. Bulgular, katılımcıların, yaşlandıkça, sağlık hizmet alımında, yaş ayrımcılığı, HIVstatüsü, engellilik durumu, etnik köken ayrımcılığı, cinsel yönelim temelli ayrımcılık ve cinsiyet kimliği temelli ayrımcılık kaygısı olduğunu gösteriyor.
Acil bir sağlık sorunu durumunda kaygı yaratan konular şöyle özetleniyor: Sağlık hizmetinin kalitesini etkileyecek ayrımcılık/önyargılar/görev ve hasta haklarına uygun davranılmaması, sağlık çalışanlarının LGBTİ+ olmaktan gelen ihtiyaçları dikkate almaması, partnerler açısından yasal hakların olmaması, sağlık çalışanlarının atanmış aileye veya işyerine bildirimde bulunması/ifşa ve bunun negatif sonuçları. İhmalkarlık, suistimal, sözlü fiziksel taciz, sınırlı hizmet veya hizmet vermeyi reddetme, açık olamamak/gizlenmeye zorlanmak ise diğer kaygılar olarak göze çarpıyor. Tüm bu bulgular, yaşlanan ve yaşlı LGBTİ+’ların gelecekleri için en çok kaygı konusu olan durumların sağlık hakkına erişim alanı olduğunu gösteriyor.
‘Kent algısı ve sosyal politikalar cis-heteroseksüel ve engelsiz vatandaşlara göre hazırlanmış’
Türkiye’de yaşayan yaşlı LGBTİ+’ların hayatları nasıl kolaylaştırılabilir? Bunun için nasıl politikalar uygulanmalı? Bu açıdan Türkiye’deki mevcut duruma ilişkin neler söylenebilir?
Sosyal içerme ve sosyal politikalardan dışlanma LGBTİ+lar açısından maruz kalınan bir durum. Kent algısı ve sosyal politikalar cis-heteroseksüel ve engelsiz vatandaşlara göre hazırlanmıştır. Bu nedenle, yaşlanan ve yaşlı LGBTİ+’larda topluluk desteği eksikliği; sosyal içerme ve kentin geri kalanına entegre bakım evleri ve konutlardan ve sağlıklı yaşlanma için sağlık programlarından mahrum kalma en çok görülen sorunlardandır.
‘Yaşlı LGBTİ+’lar, yaşlıları kapsayan yasalarda ‘en büyük sosyal ihtiyaç‘ grubu olarak tanınmalı’
Williams Institute tarafından 2016’da yayımlanan bir çalışmaya göre, LGBTİ+ yaşlı yetişkinler için hizmetlere ve araştırmaya öncelik vermek için önemli finansman yolları açılmasını sağlamak adına, yaşlı LGBTİ+’ların yaşlıları kapsayan yasalarda “en büyük sosyal ihtiyaç” grubu olarak tanınması gerekir. LGBTİ+ yaşlı yetişkinler için önemli olacak diğer gelişmeler, ayrımcılıkla mücadele mevzuatının oluşturulması ve aile tanımının seçilmiş aileleri içerecek şekilde ve evlilik eşitliğini kapsayacak şekilde genişletilmesidir. Yaşlı LGBTİ+’lar tıbbi bakım ve sosyal desteğe ihtiyaç duyan, büyüyen bir nüfustur.
Hizmet perspektifinden bakıldığında, yaşlılara destek sağlayan sağlık hizmetleri ve sosyal hizmet kurumları ve profesyonellere yönelik duyarlılık eğitimi sağlanması, sağlık hizmeti ve profesyonel yardım alımında ayrımcılıkları azaltacaktır.
‘Sağlık çalışanlarının, işbirliğini teşvik eden yargılayıcı olmayan bir ortam yaratması gerek’
İster merkez olsun, ister sağlık kuruluşu, ister iş yeri olsun, isterse de koca bir kentte, tüm politikalarda LGBTİ+’ları içerecek şekilde düzenlemelere ihtiyaç vardır. Kevin Urda’ya göre, “hizmet sağlayıcılar, yaşlı LGBTİ+’ların ayrımcılık yaşayacaklarına dair korkularını azaltmak ve ihtiyaç duydukları hizmetlere erişmeleri konusunda onları teşvik etmek için yetkin hizmetler sağlamalıdır.
Doktorlar ve hemşireler gibi sağlık çalışanları, LGBTİ+’lara dair okulda eğitim almazlar ve mesleki eğitim ve kurum içi eğitimlerde LGBTİ+’lara yer verilmez. Fiziksel eğitimlerin maliyetli bulunup sağlanmadığı yerlerde, çevrimiçi eğitimler oluşturulmalı ve sunulmalıdır. Lubunya topluluğunun tıbbi ve psikososyal ihtiyaçlarını daha iyi anlamalarını sağlayacak LGBTİ+ duyarlılık eğitimi, tüm sektörlerde tüm çalışanlara sağlanmalıdır.
Pek çok sosyal hizmet kuruluşu, LGBTİ+ yaşlı nüfusta bazı konuların özel veya daha belirgin olduğunu kabul etmez. Cinsel yönelimlerine bakılmaksızın tüm yaşlılara hizmet verildiğini söyler ama bazı yaşlıların LGBTİ+ olabileceğini kabul etmezler. Kabul formlarında özel bölümler ayrılmaması herkesi heteroseksüel kabul etmeye yol açar.
LGBTİ+’lar da kendileriyle ilgili kişisel bilgileri kendi bakımlarıyla ilgili olabilecek sağlık hizmeti sağlayıcılarıyla paylaşmaktan çekindiklerinde, tıbbi karar verme süreci sorunlu hale gelir. Uygun ve doğru bir bakım planının oluşturulması hastaların yaşamlarının kişisel ayrıntılarını uzmanlarla paylaşmaları ile mümkün olur. Sağlık çalışanlarının, LGBTİ+ yaşlıları ötekileştirmeyi değil, işbirliğini teşvik eden yargılayıcı olmayan bir ortam yaratması gerekir.”
Amerika’da Massachusetts Eyalet Valiliği 2019’da yayımladığı şehir planlama çalışmasına göre, yaşlı LGBTİ+’lar, engelliler ve alzheimer hastaları dahil, toplumun tüm kesimlerini kapsayacak şekilde yapılacak bir yeni şehir planının, kanunlar ve düzenlemeler, sağlık ve sosyal hizmet sağlayıcıları, örgütler ve hizmetlerle, barınma olanakları, yaşam seyirlerine etkileyen tüm hizmetlerle desteklenmesi gerekmektedir. Bu yönde geliştirilecek politikalar ve toplum ve kapsayıcı yasal bir sistemle, mevcut düzendeki yaşlanan ve yaşlı LGBTİ+’ların damgalanma yaşaması ortadan kalkacaktır. Genç LGBTİ+’ların böyle bir sistemde büyümesi, aileleri ve toplumla yaşadıkları sorunları ortadan kaldıracaktır.
Anket ve görüşmelerde, yaşlanan ve yaşlı LGBTİ+’ların nitelikli bir yaşam sürmesi için önerileri sorulduğunda, katılımcılar da genel olarak benzer öneriler getirdiler aslında. Türkiye’de yasal düzlemde değişiklikler yapılması, LGBTİ+’lara yönelik veya LGBTİ+ dostu bakımevlerinin açılması, var olan bakımevlerinin iyileştirilmesi ve çalışanlarının ve sakinlerinin eğitim alması, LGBTİ+’lar arasında da olan yaşçılığın ortadan kaldırılması, gizlenmek zorunda kalmadan hizmet alınabilecek şekilde sağlık hizmetlerinin kapsayıcı ve kapsamlı hale getirilmesi, partnerlik haklarının tanınması gerektiğini vurguladı.
Kan verirken bile dışlanmak…
Ayrıca, genel olarak istihdam alanında ve sağlık alanında LGBTİ+’lar ve HIV’le yaşayanlara yönelik ayrımcılıklarla mücadele edilmesi gerektiği, eşit yurttaşlık haklarının tanınması gerektiği, LGBTİ+ yoksulluğunun sağlık hizmet alımında sorun teşkil ettiği, kan verirken bile fobinin sorun olduğu, partnerle beraber medeni haklardan yararlanmanın mümkün olmadığı, bakım alma/verme meselesinde kaygılar, LGBTİ+ dostu kurumlara ihtiyaç duyulduğu vurgulandı.
65+ Yaşlı Hakları Derneği, ilk toplantısını yapan TBMM Yaşlıların Sorunlarını Araştırma Komisyonu’na katıldı.
Türkiye’de yaşlılarla ilgili yasal düzenlemeler, ve yaşlılara yönelik hizmetler konusunda tespitlerini, görüş ve önerilerini anlatan dernek, yaşlılara karşı cezaların artırılması, ‘ayrımcılık tazminatı’nda üst sınırın kaldırılsını, yaşlılara ‘toptancı vesayet’e son verilmesini talep etti.
Meclis’te yeni kurulan komisyona başkanlık eden AKP İstanbul Milletvekili Erol Kaya, toplantıyı açış konuşmasında, hem dünyanın, hem de Türkiye’nin hızla yaşlanmakta olduğunu belirterek, “Sekiz milyon 65 yaşını aşmış insanımız var ve bunların 1.5 milyonu tek başına yaşıyor” dedi.
Yaşlı haklarına ilişkin bir sözleşme yok
Yaşlıların toplumsal hayata katılımı, yaşlı hakları ile ilgili yasalar, yaşlılık ekonomisine yönelik çalışmalar, yaşlı dostu kentler gibi konuların önem arz ettiğini belirten Kaya, Türkiye’nin tecrübeleri ve dünya örneklerini inceleyip bir yol haritası çıkaracaklarını söyledi.
Dernek Başkanı Prof. Dr. Rümeyza Kazancıoğlu ile Yönetim Kurulu üyeleri Doç.Dr. Murat Şentürk ve Y.Mimar Dr. Esra Akan’ın katıldığı toplantıda, dernek adına görüş bildiren Prof. Kazancıoğlu, kadın, çocuk ve engelli gibi kırılgan gruplara ilişkin uluslararası sözleşmeler bulunmasına rağmen yaşlı haklarına ilişkin bir sözleşmenin henüz olmadığına dikkat çekti: “Yaşlı haklarına ilişkin devletleri bağlayıcı, denetleme mekanizmaları olan uluslararası bir sözleşme ortaya çıkarılması için Birleşmiş Milletler düzeyinde sürdürülen çalışmaları yakından izliyoruz. Türkiye’nin bu çalışmalara, en üst düzeyde öncülük etmesini talep ediyoruz.”
Hem Anayasa’da hem de Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Kanunu’da, yaşa dayalı ayrımcılığın yasaklandığını, ve yaşlıların karşılaştığı çeşitli eşitsizlikleri giderme konusunda devlete görev verildiğinin altını çizen Prof. Kazancıoğlu, buna karşılık yaşlılarla ilgili özel hukuki düzenlemelerin olmamasının önemli bir eksiklik olduğunu belirtti; Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı bünyesinde Engelli ve Yaşlı Hizmetleri’nin tek bir Genel Müdürlüğü çatısı altında yürütüldüğünü hatırlattı:
“Engellilik ve yaşlılığın bir arada zikredilmesi hem engelliler hem de yaşlılar açısından doğru değildir. Her engelli, yaşlı olmadığı gibi her yaşlı da engelli değildir. Dolayısıyla Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü gibi yaşlılar için de ayrı bir genel müdürlük oluşturulmalıdır. En tepede yapılacak bu düzeltme, kademe kademe bütün idari yapıya yansıyacak bir iyi örnek oluşturacaktır.”
‘Kanunlarda değişiklik yapılmalı’
65+ Yaşlı Hakları Derneği’nin TBMM Araştırma Komisyonuna sunduğu öneriler arasında, Medeni Kanun, Ceza Kanunu ve İş Kanunu’nda bir dizi değişiklik yapılması bulunuyor.
Prof. Kazancıoğlu, yaşlılara yönelik, zaman zaman ölümle sonuçlanan şiddet olaylarının arttığa, hatta zayıf ve korumasız addedilen yaşlıların aile içi şiddet ve suistimal hedefi olduğuna, organize suç oluşumlarının, yaşlıları hedef alan finansal suistimal girişimlerinin sık rastlanan olaylar haline geldiğine de dikkat çekti; Ceza Kanunu’na yaşlılık halinin ağırlaştırıcı sebep olarak eklenmesini istediklerini söyledi.
Lisa Held‘in Civil Eats‘te yayımlanan bu haberi, Yeşil Gazete‘nin de parçası olduğu küresel gazetecilik ağı Covering Climate Now’un (CCNOW) ‘Gıda ve Su Ortak Yayın Haftası’ işbirliğinin bir parçasıdır.
*
Geçen Kasım ayında Biden yönetimi, gezegeni ısıtan güçlü gaz olan metanın, petrol-gaz endüstrilerinden ve çöplüklerden kaynaklanan emisyonlarını azaltmak için ayrıntılı adımlar içeren bir Metan Emisyonu Azaltma Planı yayınladı. Bu plan ile Temiz Hava Yasası‘nın da yetkisi ile Çevre Koruma Ajansı’nın (EPA) enerji şirketleri üzerindeki düzenlemelerini genişletecek ve atık depolama alanlarının emisyonlarını önemli ölçüde azaltmasını gerektirecek.
Ancak, ülkenin en büyük metan emisyonu kaynağı olan tarım konusunda yönetim, yeni yasalar getirmedi; bunun yerine plan, emisyonları azaltmak için “teşvik temelli ve gönüllü ortaklık çabalarını genişletmeyi” önerdi.
Tarım ve Ticaret Politikası Enstitüsü’nün (IATP) yeni raporuna göre, bu plan neredeyse yeterli olmayacak ve ABD’nin küresel metan emisyonlarını 2030 yılına kadar yüzde 30 oranında azaltma taahhüdünü gerçekleştirebilmesi için “Biden yönetiminin yapabileceği ve yapması gereken daha çok şey var”.
IATP’nin kırsal stratejiler ve iklim değişikliği direktörü ve raporun yazarı Ben Lilliston, “Tarım alanında düzenleme hakkında konuşmakta gerçekten politik bir isteksizlik var” diyor.
“Gönüllü programların büyük hayranlarıyız, ancak büyüme ve daha kirletici sistemlere geçmek için piyasa baskısı oldukça bu tür gönüllü girişimler sınırlı olacak.”
2019’da ülkenin metan emisyonlarının yüzde 37’si hayvansal tarımdan kaynaklanıyordu.
Birleşmiş Milletler Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin (IPCC) son raporu, iklim felaketi etkilerinden kaçınmak için gereken sera gazı emisyon azaltımının yaklaşık üçte birini gıda ve tarım sektörünün yapabileceğini söyledi.
Enterik fermantasyon – yani ineklerin çıkardığı gazlar- tarımdan kaynaklanan en büyük metan kaynağı olsa da, sıvı gübre sistemleri kullanan artan sayıda büyük konsantre hayvan besleme operasyonlarından (CAFO’lar), yani besi çiftliklerinden kaynaklanan emisyonlar en fazla artıyor:
1990 ve 2019 arasında, gübre yönetiminden kaynaklanan metan emisyonları yüzde 68 artarken, tarımdan kaynaklanan toplam metan emisyonları yüzde 17,5 arttı.
Raporda Lilliston, Biden yönetiminin bu emisyonları ele alma planlarının neredeyse tamamen, CAFO’lardan metanı yakalayan ve enerjiye dönüştüren daha fazla çürütücü (digestor) inşa etmeye odaklandığını ayrıntılarıyla anlatıyor.
Digestor (çürütücü) nedir?
Metan, doğal gazın ana bileşenidir. Anaerobik (oksijensiz) bir ortamda organik atık maddelerin (hayvan gübresi) çürümesi sırasında oluşur. Anaerobik çürütücü, içinden gübrenin geçtiği ve doğal olarak oluşan bakteriler tarafından parçalandığı oksijeni dışarıda bırakan kapalı bir tanktır.
Çürütücüler birkaç nedenden dolayı tartışmalı:
Birincisi bazı uzmanlar fonları bu çürütücü sistemlerine yönlendirmenin, başka kirlilikler de üreten ve çevredeye pek çok olumsuz etkisi olan dahil daha büyük CAFO’lar inşa etmeye teşvik ettiğini söylüyor.
Öte yandan, çürütücülerden alınan gaz artık doğal gaz boru hatlarını da beslemekte kullanılabildiğinden, aynı zamanda fosil yakıt altyapısının yerleşmesine de yardımcı olabilir.
IATP’nin raporu çürütücülere güvenmek yerine “daha güçlü bir metan” planı oluşturmak için sekiz adım sunuyor.
İlk olarak, EPA’nın, çöplüklerde ve petrol ve gaz sektöründe de yapmayı önerdiği şekilde, Temiz Hava Yasası altındaki yetkisini kullanarak en büyük süt ve domuz CAFO’larından gelen metan emisyonlarını düzenlemesi gerektiği belirtiliyor.
Nisan 2021’de IATP, Çevresel Bütünlük Projesi, Sierra Club ve Dünya Dostları gibi ekolojist 25 kuruluş EPA’ya bu konuda bir dilekçe vermişti. Ancak Lilliston, ajansın dilekçeye henüz yanıt vermediğini söyledi.
Bu haftaki Yüksek Mahkeme kararı, ajansın bu hareketi yapma kabiliyetini de sınırlayabilir: EPA veya Kongre’nin enerji santrali emisyonlarını düzenleme yetkisine sahip olup olmadığı sorusunu merkeze alan dava, iklim değişikliğiyle mücadele veren yürütme organının yetkilerinin kapsamı üzerinde etkilere sahip olabilir.
Lilliston’ın büyük bir etkisi olabileceğini düşündüğü bir başka tavsiye, Güvenlik ve Borsa Komisyonu’nun (SEC) yakın zamanda önerdiği, ve uygulandığı takdirde halka açık şirketlerin emisyonları ve iklimle ilgili riskleri yatırımcılara bildirmelerini gerektirecek bir yasa koymak.
Yasa, et şirketlerinin tedarik zincirindeki çiftliklerden gelen metan emisyonlarını da bildirmelerini gerektirebilir: “Emisyonları azaltmalarını gerektirmiyor, ancak onları sorumlu tutuyor.”
Taslak kural yayınlandığından beri, Amerikan Çiftlik Bürosu Federasyonu, üyelerini SEC‘den bu gerekliliği kaldırmasını istemeleri için seferber ediyor:
“Bu, tedarik zincirlerine satış yapan çiftlikler için külfetli raporlama gereksinimleri yaratabilir ve özel bilgilerin ifşa edilmesine neden olabilir. Çiftlik Bürosu web sitesinde, çok sayıda yeni önemli maliyet ve yükümlülük kaynağı oluşturabilir.”
Ancak Lilliston, yasanın yükü doğrudan çiftliklere değil, şirketlere yüklediğini ve bunun daha iklim dostu uygulamalarla üretim yapan küçük çiftlikler için gerçek fırsatlar yaratabileceğini söylüyor:
Bir şirket bir kaynak sağlıyorsa ve bunun iklim riskini ve emisyonlarını raporlaması gerektiğini biliyorsa, bunu daha sürdürülebilir şekilde yapan çiftçiler arayacaktır. Yani bu değer aslında pazar tarafından tanınacaktır ve diğer çiftçileri bunun bir parçası olmak için teşvik edecektir.
Gıda şirketlerine gelince, gönüllü taahhütlerin bugüne kadar önemli emisyon azaltımlarına yol açmadığını belirtmekte fayda var.
Geçen hafta yayınlanan bir başka raporda, “sektördeki şirketlerin 2015’te Paris Anlaşması‘nın imzalanmasından bu yana emisyonlarını zorla azalttıkları” ve “2030 hedeflerine ulaşmaktan uzak olduğu” tespit edildi.
Petrol ve gaz sektöründe ise pazartesi günü, uydu verilerini analiz eden bir firma, taahhütlere rağmen fosil yakıtlardan kaynaklanan metan emisyonlarının 2022’nin ilk çeyreğinde hem önceki çeyreğe hem de bir önceki yılın aynı dönemine göre arttığını bildirdi.
Lilliston’a göre küresel metan taahhüdünün sunduğu fırsat, hedefin basit olması (2030 yılına kadar metan emisyonlarını yüzde 30 azaltmak), zaman çizelgesinin kısa olması ve dünya liderleri arasında yıllık bir kontrol sürecinin plana dahil edilmesi.
“2022’nin sonunda nasıl olduklarını bildirmek zorunda kalacaklar… ve bence çok ilerleme kaydettiklerini söylemek onlar için zor olacak. Bu her yıl daha da ilginçleşecel ve bu kesinlikle çiftlik yasasına giden yolu açacak” diyor:
“Büyük torba yasanın beş yıl boyunca tarım politikasını belirlediği göz önüne alındığında, eğer bu konuda ciddiysek, tasarının metan’ı düşünen veya en azından bunu dikkate alan bazı unsurlarına sahip olmamız gerekecek.”