ABD’nin Kaliforniya eyaletinin, emisyonları azaltmak ve iklim acil durumuyla mücadele etmek için attığı adımlar çerçevesinde 2035 yılına kadar yeni benzinli araçların satışını yasaklaması bekleniyor.
Bugün yapılacak oylamada, eyalet düzenleyicilerinin Amerika’nın en büyük otomobil pazarında önümüzdeki 13 yıl içinde gazla çalışan otomobillerin satışını aşamalı olarak durdurma planını onaylamaları bekleniyor.
Bu adım, başkaları için de özendirici olacak bir zafer olarak yorumlanıyor.
California Hava Kaynakları Kurulu (Carb) üyesi Daniel Sperling “Bu muazzam. Carb’ın son 30 yılda yaptığı en önemli şey bu. Sadece Kaliforniya için değil, tüm ülke ve dünya için de önemli” yorumunu yaptı.
Sperling’in geçeceğinden neredeyse emin olduğunu söylediği bu önlem türünün ilk örneği olacak ve Kaliforniya’yı örnek alan diğer eyaletleri de teşvik edecek.
Oylama, eyalet valisi Gavin Newsom‘un yeni araba satışlarının sıfır emisyonlu olmasını gerektiren bir karar yayınlamasından iki yıl sonra yapılıyor.
The Guardian’ın aktardığına göre 2021’de Kaliforniya’da satılan yeni arabaların sadece yüzde 12’si sıfır emisyonluydu. Yeni kural, eyaletin 2026’ya kadar satışların yüzde 35’ine, 2030’a kadar yüzde 68’ine ve 2035’e kadar yüzde 100’üne ulaşmasını gerektirecek. Bu kısıt halihazırda yolda olan arabaları ise etkilemeyecek.
Newsom bu kararı yayımlarken şöyle demişti:
“Bu, devletimizin iklim değişikliğiyle mücadele için atabileceği en etkili adım.Kaliforniyalılar endişelenmemeli çünkü arabalarımız çocuklarımızı astım hastası yapmamalı. Arabalarımız orman yangınlarını daha da kötüleştirmemeli ve dumanlı havayla dolu daha fazla gün yaratmamalıdır. Arabalar buzulları eritmemeli veya aziz sahillerimizi ve kıyı şeritlerimizi tehdit eden deniz seviyelerini yükseltmemeli.”
AYDIN-CHP Genel Başkan Yardımcısı Ali Öztunç, Aydın’ın Köşk ilçesinde jeotermal elektrik santraline (JES) karşı direndikleri için jandarmanın şiddetine maruz kalan köylüleri ziyaret etti.
Mezeköylü kadınlar Öztunç’a jandarma saldırısı sırasında yaşadıklarını anlattı.
Dava süreci devam etmesine rağmen hukuksuzca jeotermal kaynak sondajı yapmak için araziye girmeye çalışan şirkete direnen köy halkı, üç gün önce karşısında jandarmayı bulmuş, aralarında kadınlar ve çocukların da bulunduğu grup darp edilmiş ve bazıları gözaltına alınmıştı.
Jandarmanın saldırısı gece boyunca da devam etmiş, ‘çıkması muhtemel olaylar’ gerekçesiyle Kaymakamlık kararıyla köye giriş çıkışlar bir hafta süreyle yasaklanmıştı.
Ağzımdaki lokmayı alıp zenginin cebini doldurmasınlar
Öztunç’un konuştuğu halktan bir kadın şunları söyledi:
“Devlet bizim elimizden bu şekilde alacak olsun tarlamızı, ‘cephanelik yapacağız, savaş çıktı’ desin, biz bir kuruş para istemiyoruz, umurumuzda değil. Ama benim ağzımdaki lokmayı alıp ötekinin cebine koymasın, zenginin cebini doldurmasın.
Köylünün hiçbiri gelmedi; herkesi korkutmuşlar, bastırmışlar. Kaç kişiyi aradıysam gelmedi. Fidanlarımızı ezmişler. Benim yaptığım şey, sadece ‘Fidanlarımı ezmeyin’ dedim onlara. Fidanlarım kuruyacak biliyorum. ‘Ezmeyin, kıyıya koyun, kıyısından geçim gene’ dedim. O gün de asker, jandarma bizi kenara itti. Adam, önden elini kolunu sallaya sallaya, güle güle geçti. Arkadan araçlarını götürdü, döktü oraya kamyonlarını, döktü fidanların üzerine. Bir kadın iç kanama geçirmiş, birisi beyin travması geçirmiş. Bu nedir ya? Benim onlara söylediğim; ‘İtmeyin kardeşim, biz de sizi itmeyelim’.”
Canımız yandı
Mezeköylü başka bir kadın ise şöyle konuştu:
“Kadın hakları demeden, bizi insandan saymadan çiğnediler, vekillerimizle beraber çiğnediler. Biri dizimin üstüne bastı, koca ayaklarıyla böyle ezdi. Allah da onları ezsin. Bizim arkamızda devlet yok, Allah var. Emir büyük yerden geldi ama askerlere bir şey demiyoruz. Ama askerler ‘şuraya cephanelik yapacağız’ desin, nöbet beklemezsem ben insan değilim. Oruç ağzıyla benim çocuklarım kenarında namaz kılar, torbalarını doldurdular. Saati 20 liraya kadın tuttular, doldurdular ve bunların elinden söke söke aldılar. Kenan denen adam, ‘Senin tarlayı tarumar yapacağım’ dedi, dediği gibi yaptı. Canımız yandı.”
Biz eşkıya mıyız?
Bizim karnımız doyuyor bununla, geçim kaynağımız. Biz kuş, kurt yesin diye küçük ağaçların zeytinlerine ellemiyoruz. Onların da yiyeceklerini ellerinden aldılar, yazıklar olsun.
AKP burada kazandı, en sonunda bunu yaptı. Gecenin 3’ü ya, biz anarşist miyiz, ot mu yetiştiriyoruz? Sokaklarımızda yaşayamıyoruz, çocuklarımız gezemiyor. Askerler zap zap geziyor. Biz eşkıya mıyız? Gitsinler teröristleri bulsunlar o zaman. Biz kimi desteklediysek bizim bağrımıza bastılar.
Başka bir Mezeköylü de “Aldığımız haberlere göre jandarmalar, burada şirketin yetkilisi var, Kenan, arabaya bindirip şirketin adamına burada özel korumalık yapıyor, devletin paralarıyla” dedi.
CHP Genel Başkan Yardımcısı Ali Öztunç'tan, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu'ya:
Askeri özel şirketlerin güvenlik görevlisi yaptınız, yargılanacaksınız
Köylülere, avukatların davayı takip edeceğini ve pazartesi önerge vererek knonuyu Meclis’e taşıyacaklarını söyleyen Öztunç, “10 ayları kaldı, bunlar gidecek, ondan sonra biz bu işi durduracağız” dedi:
“Ne sıkıntı olursa biz ilgileneceğiz, köylüye de bunu söyleyin, yürekleri rahat olsun, biz bu işi çözeceğiz. Meclis’te çıkıp konuşmalar yapacağız, bu işi büyüteceğiz. 37 kilo kadın dövülmez, hiç kimse dövülmez. Bu konuyu gündeme getirmeye devam edeceğiz.”
Öztunç, CHP’li vekillerle yağptığı açıklamada İçişleri Bakanı Süleyman Soslu’ya seslenerek, “Askeri özel şirketlerin güvenlik görevlisi yaptığınız için yargılanacaksınız kardeşim” dedi.
İklim krizinin yıkıcı etkilerine karşı en savunmasız ülkelerden biri olan Türkiye’de “İklim Acil Durum İlan Edilsin” talebiyle change.org/iklimacildurumu adresinde imza kampanyası başlatan genç iklim aktivistleri, İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer ile buluştu.
Görüşmenin ardından Soyer, Change.org’da karar verici profili açarak gençlerin kampanyasına destek mesajı yayınladı.
“İklim Acil Durumu” kampanyaları için toplanan 33 bini aşkın imzayı Tunç Soyer’e teslim eden gençler, taleplerini dile getirdi ve kampanyalarını anlattı.
Gençlerin #Karbon0Dünya1 pankartını imzalayan Soyer, 2030’a kadar emisyonları yüzde 40 azaltma hedefinde olduklarını açıkladı.
İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer ayrıca “Biz insanlar merkezde olmamalıyız, her şey birbirine bağlı. 1,5 derece hedefi için sorumluluk almalıyız, yoksa gezegeni hasta ediyoruz.
Doğayla uyumlu bir yaşam mümkün, bunun için de mücadeleye devam edeceğiz. Siz gençlerle bir arada olduğumuza, aynı yolda yürüdüğümüze çok mutluyum” yorumunda bulundu. Görüşmenin ardından Tunç Soyer, gençlerin kampanyasına şu cevabı verdi:
“Karbonsuz bir gelecek için gençlerin Karbon 0- Dünya 1 kampanyasına İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı olarak ben de destek veriyorum. Gezegenimiz 1,2 santigrat derece ısındı. Bu sorunla mücadele için doğayla uyumlu bir yaşamın mümkün olduğunu her yerde anlatmalıyız. Çünkü biz de doğanın bir parçasıyız. Doğanın bir parçası olduğumuzu idrak edip, merkeze kendimizi koymaktan vazgeçersek doğayla barışık bir hayatı yaşamaya başlarız. Biz tepeden baktık, doğayı istediğimiz gibi şekillendirip değiştirebileceğimizi düşündük ve onun üzerinde bir hakimiyet kurmaya kalktık. Gezegeni hasta ettik. İyileştirmek için hep birlikte mücadele edeceğiz. Aksi halde hiçbirimiz iyi olamayız.”
TOKAT – Tokat’a bağlı Kızık köyünün güney kısmında dere yatağı kenarında yer alan Roma dönemine ait kaya mezar, kaçak hazine avcılarının talanına uğradı.
Doğa fotoğrafçılarının ve yerli turistlerin ilgi odağı olan mezar anıtının bulunduğu kayalık alanda defineciler dinamit patlattı. Kaya mezar anıtının bulunduğu mağara girişinin ise matkaplarla delindiği ve alanın çevresinde kazı yapıldığı görüldü.
Tokat Gaziosmanpaşa Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölüm Başkanı Prof. Dr. Alpaslan Demir, bu kişilerin zengin olma umuduyla birçok tarihi yapıya hasar verdiğini belirterek “Definecilik bir hastalık. Tedavi edilmesi gereken bir hastalık” dedi.
Yer altında buldukları için kendilerini hak sahibi görüyorlar
Demir, kaçak kazı veya define arayanların temel kanaatinin yer altında bulunanlar üstünde kendilerini hak sahibi olarak görmeleri olduğunu söylüyor:
“Ama 1989 yılından itibaren kültür varlıklarının tamamı devletin malıdır. Bunu bilmeleri gerekiyor. Bu işin hukuki yönleri var. Bir yerde define olduğunu iddia ediyorlarsa, devletten izin almaları gerekiyor. Toprak kendilerinin ise bile bulunanın yüzde 50’si devletin olur. Eğer toprak kendisinin değilse yüzde 10’nu toprak sahibinin, yüzde 40 bulan kişinin, yüzde 50’si ise devletin olur.
“Bunların hepsi bizim kültürel mirasımız” diyen Demir, bu eserlere verilecek zararın veya bulunan materyallerin yurt dışına çıkarılmasının hem vicdani hukuki boyutu olduğuna vurgu yapıyor.
Yaptığı araştırmalar nedeniyle Türkiye’nin birçok ilini ve köyünü gezdiğini söyleyen Prof. Dr. Demir, “Definecilik bir hastalık. Tedavi edilmesi gereken bir hastalık. Bu işin içinde olan kişilerin hiç vicdanları yok.Patlayıcı da kullanıyorlar, o tarihi eserlere zarar da veriyorlar.
Ama bilmeleri gereken şey şu: Ben dolaştığım köylerde definecilerle konuştum. ‘Buldunuz mu?’ diye soruyorum; hepsi ‘Biz bulamadık ama şunlar bulmuş’ diyorlar. Hep bir umut dünyası ile hareket ediyorlar. Ama bu süreç içerisinde de tarihi eserlere zarar veriyorlar. Oysa bunların hepsi bizim geleceğimize, çocuklarımıza aktaracağımız bir mirastır.”
Harabeye döndü
Bölgede doğa fotoğrafçılığı yapan Fehmi Ertin, söz konusu mezarın üç yıl öncesine kadar sağlam olduğunu, tahrip edildiğini görmekten büyük üzüntü duyduğunu belirtti:
“Çok güzel, Roma döneminden kalma bir mezardı. Üç yıl sonra arkadaşlarımız ile buraya geldik, şimdi etrafı dinamitlerle patlatıldığı için harabe olmuş.Tokat tarihi ve kültürel özelliklerin olduğu bir yer. Biz bunları korumaya ve tanıtmaya çalışıyoruz ama maalesef vatandaşlar buna pek sahip çıkmak istemiyor. Her bulunan mezarda define olacak diye bir kaide yok.”
Aylardır konserlerinde giydiği kıyafetler ve LGBTİQ+ haklarını savunması sebebiyle hedef gösterilen şarkıcı Gülşen nisan ayındaki bir konserinde sahnede söylediği bir söz nedeniyle gözaltına alındı.
Bazı kişi ve grupların Gülşen’e hakaret ederek yaptığı paylaşımlarla sosyal medyada #GülşenTutuklansın hashtagi ilk sıralara yükselmiş, Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş, Gülşen’in imam hatiplilere hakaret etmesinin kabul edilemez olduğunu söylemişti.
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı Gülşen hakkında TCK 216. maddesi “Halkı Kin ve Düşmanlığa Tahrik veya Aşağılama” suçundan resen soruşturma başlatmıştı. İstanbul Beşiktaş’taki evinde gözaltına alınan Gülşen’in ifade vermek üzere adliyeye götürüleceği öğrenildi.
Milli Eğitim Bakanlığı da (MEB) Gülşen’e karşı hukuki süreç başlattığını duyurmuştu:
“Bir şarkıcının, konserinde imam hatip liselerimizi itham ederek bu camiaya yönelik hakaret ve iftira içeren sözlerinden dolayı kendisini kınıyoruz. Kuruluşundan bu yana ülkenin milli ve manevi değerleriyle nesillerin yetiştiği bu kurumlara veya herhangi bir okul türümüze ya da bu okullarımızda eğitim gören öğrencilerimize yönelik aşağılayıcı ve ötekileştirici sözlerin sarf edilmesi asla kabul edilemez.”
İktidar tarafından Gülşen’e şöyle tepkiler gösterilmişti:
En zor zamanlarında bile milletimizin sahip çıkıp bağrına bastığı, hayra çağırmak, iyiliği yaymak ve kötülüğü ortadan kaldırmak için kurulan ve 70 yıldır bu gayeye önder olan İmam-Hatip Okullarına ve mensuplarına hakaret edilmesi kabul edilemez. Şiddetle kınıyorum.
Milletimizin gözbebeği, ülkemizin en başarılı eğitim kurumlarından, mensubu olmaktan gurur duyduğumuz İmam Hatip Liselerine karşı ortaya konulan nefret söylemini esefle kınıyorum.
Bugün, Naci İnci’nin Boğaziçi Üniversitesi’ne rektör olarak atanmasının 364’üncü, 30 Temmuz günü gerçekleştirilen destek oylamasında akademisyenlerin yüzde 95 oranında rektör adaylığına karşı olduğu açıklanan İnci’nin Matematik Bölümü tam zamanlı öğretim üyesi Mohan Ravichandran’ı hiçbir gerekçe göstermeden dönem ortasında görevden almasının ise 283’üncü gününe gelindi.
Batı Dilleri ve Edebiyatları bölümü Öğretim Görevlisi Can Candan’ı ikinci kez görevden almasının 41’inci, Candan’ın İnci’nin talimatıyla tekrar kampüse alınmayışının ise 10’uncu günü oldu.
Boğaziçi Üniversitesi akademisyenleri haftanın her iş günü olduğu gibi bugün de 12:15’te #KabulEtmiyoruzVazgeçmiyoruz diyerek arkalarını 404’üncü kez rektörlük binasına döndüler.
Fotoğraf: Ali Aktaş
Akademisyenler nöbet boyunca ellerinde “Kabul Etmiyoruz”, “Vazgeçmiyoruz” ve “Özerk, Özgür, Demokratik Üniversite” yazan dövizler taşıdılar.
AKP’li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan‘ın imzasıyla bugün Resmi Gazete’de yayımlanan ‘Aile Hekimliği Sözleşme ve Ödeme Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Daire Yönetmeliği’ne sağlık meslek örgütlerinden tepki geldi.
Türk Tabipler Birliği tarafından sosyal medyada yapılan konuya ilişkin açıklamada “Sağlık Bakanlığı, yeni Aile Hekimliği Yönetmeliği’nde de hiç şaşırtmadı! Hastalarımıza zaman ayırmamızı istemeyen, performans ile ‘daha çok hasta’ dayatmasını körükleyen, özlük haklarımızı iyileştirmeyen düzenlemeler; ne hekimler ne sağlık çalışanları ne de toplum yararınadır!” denildi.
AİLE HEKİMLİĞİ sözleşme ve ödeme yönetmeliğinde yapılan değişiklik Resmi Gazete’de yayımlandı. Bu önemli gelişme ile, Aile Hekimlerimiz ve ASM çalışanlarımız kendileriyle ilgili mevzuatlar çerçevesinde taban ek ödemesi ve teşvik ödemesinden yararlanacaklar. Hayırlı olsun.
Birlik ve Dayanışma Sendikası (BDS) tarafından yapılan açıklamada ise “Sağlıkta şiddetin, tükenmişliğin, çalışanın değersizleşmesinin, sağlığın ticarileşmesinin nedeni olan sağlıkta dönüşüm zihniyeti karşımıza ebeyi, hekimi, hemşireyi, hastayı tüketen bir yönetmelik ile çıktı. Bu yönetmeliği kabul etmiyoruz” ifadeleriyle yönetmeliğe tepki gösterildi.
Yönetmeliğe göre, herhangi bir ihtar puanı almamış olan sözleşmeli aile hekimlerine tavan ücretin yüzde 42’si oranından teşvik ödemesi yapılacak. Ancak bunun bir muayene sınırı söz konusu.
Günlük muayene sayısının; 41-50 arasında olması halinde tavan ücretin yüzde 10’u, 51-60 arasında olması halinde tavan ücretin yüzde 21’i, 61-75 arasında olması halinde tavan ücretin yüzde 31’i, 76 ve üzeri olması halinde tavan ücretin yüzde 42’si oranında teşvik ödemesi yapılacak.
Ancak ödeme 1-10 arası ihtar puanı alanlara bir ay, 11-20 arası ihtar puanı alanlara iki ay, 21 ve üzeri ihtar puanı alanlara ise üç ay süreyle yapılmayacak.
Yönetmeliğe göre; aile hekimliği birimince yapılan günlük muayene sayısının; 40 ila 60 arasında olması halinde tavan ücret yüzde 1,5, 61 ve üzeri olması halinde tavan ücretin yüzde 3’ü oranın teşvik ödemesi yapılacak.
Geçen şubat ayında Toyota şirketi, Fuji Dağı‘nın gölgesinde 175 dönümlük bir arazi üzerinde sıfırdan inşa edilecek olan Woven City adını verdiği fütüristik bir şehir merkezinin temelini attı. Woven City, şehir kurucularının son derece verimli, kirlilik içermeyen ve sürdürülebilir bir şehir yaratmak için otomobilleri, robotları, verileri ve bilgisayarları bir araya getirmeyi planladığı projenin bir referansı niteliğinde.
Toyota, yeni şehrin karbon nötr olacağını söylüyor. Güneş ve rüzgar diğer enerji ihtiyaçlarını karşılarken, otonom arabalar çevreyi kirletmeyen yeşil hidrojenle çalışacak. Ve Woven City’ye yerleştirilmiş sensörler, şehrin sürekli olarak daha temiz olmasına ve daha sorunsuz çalışmasına yardımcı olmak için bir dizi ölçüm yapacak ve bunları yapay zeka ile işleyecek.
Woven City, yakın zamanda inşa edilmiş veya şu anda planlanmakta veya inşa edilmekte olan ve sayıları hızla artan “akıllı şehirler”den sadece biri. Örneğin, NEOM, Suudi Arabistan‘da yapım aşamasında olan ve bir milyon insan için 500 milyar dolarlık fütüristik bir şehir. Mısır, Kahire yakınlarında planlamacıların sonunda 6,5 milyon kişiye ev sahipliği yapabileceğini söylediği yeni bir akıllı başkent inşa ediyor. Eski bir Walmart yöneticisi tarafından önerilen Telosa,ABD‘nin batısında “henüz belirlenmemiş bir yerde” 50.000 nüfuslu bir şehir olacak. Çin‘de çok sayıda akıllı şehir inşa edildi veya inşa ediliyor.
Akıllı şehir için tek bir tanımlayıcı kavram bulunmuyor. Ancak temel tanım, trafikten kirliliğe, enerji ve su kullanımına kadar hayatın sayısız yönünü izleyen sensörlerle dolu bir şehir olarak verilebilir. Woven City örneğinde, “akıllı evler”, sakinlerin sağlığını izleyecek sensörlere sahip olacak. Bu şehirlerdeki tüm monitörler, bu prototip toplulukların omurgasına, yani nesnelerin internetine (IoT), başka deyişle gündelik nesnelere yerleştirilmiş küçük bilgisayarların birbirine bağlanmasıyla işleyecek. Toplanan devasa veri hazinesi, şehirleri daha yeşil ve daha yaşanabilir hale getirmek için yapay zeka ile yorumlanacak.
Ütopik vizyonlar, insanlara hitap etmiyor
Akıllı şehir destekçileri, bu toplulukların daha sağlıklı bir gezegenin geleceğini temsil ettiğini söylerken, önde gelen bazı akıllı şehirler ütopik vizyonlarını gerçekleştirmenin önünde ciddi engellerle karşılaştı. Abu Dabi‘deki Masdar City, şehrin maliyetinin tahmin edilenden çok daha fazla olması nedeniyle 2008’de başlayan ve devam eden mali sorunlar sonucunda akıllı şehir ana planına devam edilemedi. Songdo, Güney Kore‘de henüz binalarını dolduramayan 170.000 nüfuslu bir akıllı şehir olarak kurulmuş iken şimdilerde bir hayalet kasaba ya da ‘soğuk’, ‘kişisel olmayan’, ‘homojen’ ve ‘donuk’ olarak tanımlanıyor.
Akıllı şehirler üzerine yakın tarihli bir makale, bu şehirlerin monoton doğalarıyla mücadele etmek için günlük yaşama şans eseri değerli bir şeyler keşfetme yeteneği ekleme yollarının üstesinden gelmeye çalıştı.
The New School for Social Research‘te antropoloji profesörü ve A City is Not a Computer (Bir Şehir Bilgisayar Değildir) kitabının yazarı Shannon Mattern, “Özellikle çevresel uygulamalar için akıllı şehir konseptlerinden gelebilecek pek çok iyi şey var” diyor: “Ancak, müdahale yöntemlerinizi, kendilerini nicel ölçüme uygun hale getiren türlerle gerçekten sınırlıyor. İnsan doğasının dağınık, belirsiz boyutlarını alıp onları algoritmikleştirmenin yollarını bulmaya çalıştığınızda, orada her zaman bir başarısızlık, çatlaklardan kayıp giden bir şey vardır.”
Tarih, kültür ve hayatın manevi yönleri, eleştirmenlerin akıllı şehirlerde eksik veya azalmış olarak belirttiği yönler arasında bulunuyor.
Akıllı şehirlerin, üzerine inşa edildikleri manzaraya yabancı olduklarına dair eleştiriler de var. Rice Üniversitesi‘nden antropolog Gökçe Günel, Masdar City hakkında yazdığı, Çölde Uzay Gemisi kitabında, hem Masdar City hem de Neom’un “çölün, üzerine her türlü idealin yansıtılabileceği boş bir bölge olduğu vizyonunu paylaştıklarını” söylüyor: “Bu yüzden Masdar City’i dünyanın geri kalanından izole edilmiş bir uzay gemisine benzettim.”
Güney Kore’de bir “akıllı şehir” olan Songdo, insanları ve işletmeleri oraya taşımakta zorluk yaşıyor. CHRISTIAN SCIENCE MONITOR, ANN HERMES /AP
Geleceğin bu muhteşem, Oz benzeri, her şeyi kapsayan şehirlerini yaratmak için trilyonlarca dolar harcanmasına rağmen, önde gelen bazı analistler çok farklı bir akıllı şehir konseptine inanıyor.
Barselona’daki bir işletme okulu olan EADA profesörlerinden ve akıllı şehir kavramının öncülerinden, iklim stratejisti Boyd Cohen şunları söylüyor: “Yeşil, akıllı şehir inşa etme çabalarından neredeyse nefret ediyorum. İnsansız akıllı bir şehir, aptal bir şehirdir. İnsanların yokluğunda, tarihin yokluğunda, kültürün yokluğunda akıllı bir şehir inşa ediyorsunuz. Şehir planlamacıları, ‘Bu harika, muhteşem şehri inşa edeceğiz ve insanlar gelecek’ diyor ancak gelmiyorlar. İnsanlar, topluluklar halinde yaşamak ve etraflarında kültüre sahip olmak istiyorlar.”
Cohen, bakir topraklarda yükselen yeni bir şehir yerine alternatif olarak akıllı teknolojileri, mevcut şehirlere dahil etmek gerektiği kanısında. Singapur, Londra ve Barselona, altyapılarını daha verimli bir şekilde işletmek ve daha çevreci olmak için akıllı teknolojileri benimsemede dünyaya öncülük eden şehirler arasında yer alıyor. Örneğin, Londra’da ışık direklerindeki sensörler hava kirliliğini izliyor ve özellikle kaçınılabilecek kirli noktaları gösteriyor. Çöp toplama, atık bertaraf sürecinin en pahalı kısmı olduğu için, Barselona, dolu ve toplanmaya hazır olduklarında sinyal veren “akıllı çöp kutuları”nı benimsedi. Ancak teknoloji her zaman her şeyin başı ve sonu değil.
Cohen, şehirlerin iklim değişikliğinin ön saflarında yer aldığına ve hayatta kalabilmek için daha akıllı olmaları gerektiğine inanıyor: “2009’da [Kopenhag’daki BM iklim konferansında] herkes Obama ve Birleşmiş Milletler’in CO2 emisyonlarını kısıtlama anlaşmalarıyla dünyayı kurtaracağını düşündü. Bu olmadı ve hala olmuyor. Bu yüzden dikkatimi şehirlere çevirdim. İklim değişikliği konusunda daha hızlı harekete geçeceğimiz yer orası.”
Toplanan verilerin kim ve nasıl kullanacak?
Kentsel planlamanın fosil yakıt kirliliğini ve tüketimini azaltmanın en önemli yolu olabileceğini belirten Cohen, etkili kentsel tasarımın (yoğunluk, yürünebilirlik, insanların uzun mesafeler sürmek zorunda kalmaması için karma kullanım ve verimli, temiz elektrikli veya hidrojenli toplu taşıma) temel olduğuna dikkat çekiyor: “O zaman teknolojide katman yaparsın, yenilenebilir ve dağıtılmış enerji etrafında teknoloji ve binalarımızı daha enerji verimli hale getirmek için enerji tüketimi, ulaşım ve şehir planlaması ile uğraşırsanız, iklim sorununu çözmek için uzun bir yol kat etmiş olursunuz.”
Akıllı şebekeler, akıllı şehirlerin önemli bir bileşeni. Bu elektrik şebekeleri, kullanıcılardan IoT üzerinden bilgi alarak elektriğin dağıtımını optimize eder. Bu veriler uzmanlara enerjinin nasıl, nerede ve ne zaman kullanıldığı hakkında bilgi sağlar. Bazı modellerde o verileri yapay zeka ile yorumlar. Ancak enerji kaynakları çeşitlendikçe – büyük ve küçük kaynaklardan, hatta bireysel evlerden ve güneş ve rüzgar gibi geleneksel kaynaklardan gelen – bu, elektrik sistemlerinin gücün nerede gerekli olduğunu verimli bir şekilde algılamasını ve tahsis etmesini zorlaştırır. Mevcut gücü daha iyi yönetebildiği için akıllı şebeke israfı önler ve yenilenebilir kaynaklardan en iyi şekilde yararlanabilir.
Şehirlerde bir dizi başka akıllı uygulama kullanılıyor. Otopark, şehir sakinlerinin baş belası olmaya devam ederken akıllı park etme dikkat çekmeye başladı. Örneğin İspanya‘daki Santander, IoT’ye bağlı 20.000 park sensörüne sahip olduğu için dünyanın en akıllı şehirlerinden biri olarak kabul ediliyor. Park yerlerinin altındaki sensörler, boş olduklarını anlıyor ve bu bilgiyi bir kontrol merkezine antenlere gönderebiliyor. İşaretler, sürücüleri boş noktalara yönlendirerek, araçla boş alan aramak için harcanan süreyi sınırlandırıp yakıt kullanımını, karbondioksit ve otomobil kirliliğini ve trafik sıkışıklığını azaltıyor.
Hollanda,Utrecht‘te de insanlar, üç tür partikül hava kirliliğini ölçen ve aynı zamanda konumlarını, hızlarını, akü voltajını, sıcaklık ve nemi, yol koşullarını ve merkezi bir veriye gönderilen organik gazları kaydeden “sniffer bisikletleri” kullanıyor. Şehir yöneticilerine bilgi sağlayan fiili sensörler sayesinde insanlar en temiz rotayı seçebiliyor.
Birleşik Arap Emirlikleri, Masdar Şehrinde, soğuk havayı çeviren bir kule.
Su kullanımı, akıllı uygulamaların bir diğer ana hedefi. Örneğin bir akıllı telefon uygulaması, tesisatlarında tespit edilemeyen bir sızıntı konusunda sakinleri uyarabiliyor ve tüketim ile kaliteyi izlemelerine olanak tanıyor. Barselona, kamusal alanlarında kullandığı akıllı sulama sistemine öncülük ediyor. Yetkililer öncelikle her parktaki bitki türlerinin envanterini çıkarıp tam olarak ne kadar suya ihtiyaçları olduğunu belirliyor. Hava istasyonları ve yağmur göstergelerinden alınan verilerle birleştirilen su ve nem sensörleri, toprağın ve havanın ne kadar nemli olduğu hakkında bilgi veriyor ve doğru miktarda suyun verilmesini sağlıyor. Şehir, bu sayede su faturasında yüzde 25 tasarruf ettiğini söylüyor. Bu, yılda 400.000 avrodan fazla demek oluyor.
Ancak akıllı şehirlerde de, toplanan verilerin kime ait olduğu ve nasıl kullanılacağı konusunda sorun yaşanıyor. Sidewalk Labs adlı bir Google iştirakinin Toronto‘daki göl kıyısında Quayside adında 12 dönümlük bir akıllı şehir geliştirme planı vardı. Proje, büyük ölçüde verileri yönetmek için güvenilir olup olmayacağı konusunda eleştirilerle karşılaştı. Bir risk sermayedarı olan Roger McNamee, belediye meclisine bir mektup gönderdi ve bilgi teknolojisi devine güvenilemeyeceğini söyledi: “Toronto sahilindeki akıllı şehir projesi, gözetim kapitalizminin bugüne kadarki en gelişmiş versiyonudur. Şirket, insan davranışlarını dürtmek için algoritmaları, işini destekleyen yönde kullanacak.”
Sidewalk Labs CEO’su Daniel L. Doctoroff ise bu eleştirilere karşı 2020’de projenin iptalinin büyük ölçüde Toronto emlak piyasasındaki pandemi ve ekonomik belirsizliğin bir sonucu olduğunu söyledi. Doctoroff, geçen yıl, “Planın temel kısımlarından ödün vermeden 12 dönümlük projeyi finansal olarak uygulanabilir kılmak çok zorlaştı” diye yazdı.
Özellikle teknoloji ve konseptler gelişmeye devam ederken, akıllı şehir olarak neyin işe yaradığına dair vizyonun hala erken aşamalarda olduğu açık. Cohen, “Bırakın dünyayı, bir şehirde en sürdürülebilir modelleri büyütmek zaman alacak” diyor.
Güney Kaliforniya benzeri görülmemiş bir su sıkıntısıyla boğuşurken, Kim Kardashian, Sylvester Stallone ve Kevin Hart gibi ünlüler, büyük su kısıtlamasını ihlal etmekle suçlanıyor.
Los Angeles Times‘ın haberine göre, bu ünlüler Las Virgenes Belediyesi’nin “su kısıtı aşma bildirimi” alan 2 bine yakın kullanıcı arasında yer alıyor.
Bu, geçen yılın sonundan bu yana aylık su bütçelerini en az dört kez olmak üzere en az yüzde 150 aştıkları anlamına geliyor.
En büyük aşımı yapanlardan Kim Kardashian, Hidden Hills’deki evi ve bitişik mülkünde Haziran ayında bir aylık bütçesini 232 bin galon (yaklaşık 880 bin litre) aştı.
Ablası Kourtney Kardashian, Calabasas yakınlarındaki mülkünde bütçesini 101 bin galon (382 bin litre) aştı. Bu kulağa biraz dahaiyi gelse de bunun 7 bin 527 metrekarede olması epey şaşırtıcı. Karşılaştırmak gerekirse, komedyen Kevin Hart, 26 bin metrekarelik Calabasas mülkünde su bütçesini 117 bin galon (442 bin litre) aştı.
Ne Kardashian ne de Hart, aşım bildirimleri konusunda yorum yapmadı.
Mayıs ayında 195 bin galon (738 bin litre) ve Haziran ayında 230.000 (870 bin litre) aşım yapan aktör ve yönetmen Sylvester Stallone ise su kullanımını savunmaya çalıştı.
Avukatı yaptığı açıklamada, “mülk üzerinde sayısız meyve ağaçlarının yanı sıra çam ağaçları da dahil olmak üzere 500’den fazla olgun ağaç bulunduğunu, yeterli sulama olmazsa bunların öleceğini” söyledi.
Kamuoyunda tartışılan nokta ise tam olarak bu oldu. Las Virges Belediyesi sözcüsü Mike McNutt, bunun yapılamayacağını söyledi:
“Onlardan sadece su kullanımlarını en aza indirmelerini değil, aynı zamanda estetik açıdan kendilerine neyin hoş geldiğini ve bunun mülk değerlerini nasıl etkileyeceğini de tamamen yeniden düşünmelerini istiyoruz. Ve bu bir gecede olacak bir şey değil.”
Bu savunmaya, “Etrafta yeterli suyun bulunamadığı bir çöl ortamında olgun meyve ağaçları hakkında ne hissettiğiniz önemli değil” şeklinde yorumlar yapıldı.
Vali Gavin Newsom‘ın belirttiğine göre Kaliforniya’nın iklim krizi nedeniyle önümüzdeki 20 yıl içinde suyunun yüzde 10’unu kaybedeceği tahmin ediliyor. Vali Newsom,Ekim ayında eyalet çapında ilan edilen kuraklık acil durumunu genişletti. ve eyalet su kuruluna kaldırımları ve araba yollarını yıkamak için içme suyu kullanımı gibi kullanımları yasaklama yetkisi verdi.
McNutt, şimdi ünlülerin örnek olarak liderlik etmelerini ve kitlelerini tarihi kuraklığa farkındalık getirmek için kullanmalarını istiyor.
Aylardır konserlerinde giydiği kıyafetler ve LGBTİQ+ haklarını savunması sebebiyle hedef gösterilen şarkıcı Gülşen‘e nisan ayındaki bir konserinde sahnede söylediği bir söz nedeniyle jet hızıyla soruşturma açıldı.
Bazı kişi ve grupların Gülşen’e hakaret ederek yaptığı paylaşımlarla sosyal medyada #GülşenTutuklansın hashtagi ilk sıralara yükseldi. Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş, “Gülşen’in imam hatiplilere hakaret etmesinin kabul edilemez olduğunu”söyledi.
Paylaşılan görüntülerde Gülşen, sahnede şakalaştığı birine, “İmam hatipte okumuş daha önce kendisi. Sapıklığı oradan geliyor herhalde” diyor.
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı Gülşen hakkında TCK 216. maddesi”Halkı Kin ve Düşmanlığa Tahrik veya Aşağılama” suçundan resen soruşturma başlattı.
Sabah gazetesinden Emir Somer‘in aktardığına göre; İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı Gülşen için İstanbul Emniyeti Güvenlik Şube Müdürlüğü‘ne yazı gönderdi. Gülşen’in yaptığı konuşma tespit edilip tutanağa dökülecek.
“Halkı Kin ve Düşmanlığa Tahrik veya Aşağılama” gerekçesiyle hakkında soruşturma başlatılan Gülşen, polisler tarafından gözaltına alınarak mevcutlu olarak ifade vermek için İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na götürülecek.
Milli Eğitim Bakanlığı da (MEB) Gülşen’e karşı hukuki süreç başlattığını duyurdu:
“Bir şarkıcının, konserinde imam hatip liselerimizi itham ederek bu camiaya yönelik hakaret ve iftira içeren sözlerinden dolayı kendisini kınıyoruz. Kuruluşundan bu yana ülkenin milli ve manevi değerleriyle nesillerin yetiştiği bu kurumlara veya herhangi bir okul türümüze ya da bu okullarımızda eğitim gören öğrencilerimize yönelik aşağılayıcı ve ötekileştirici sözlerin sarf edilmesi asla kabul edilemez.”