Marmaris Ekolojik Mücadele Komitesi Sinpaş Kızılbük GYO’nun Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nda başlayan Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) sürecine ilişkin açıklamada bulundu:
“Bir çevre mücadelesinin ötesine geçip bir hukuk/adalet mücadelesine dönüşen bu süreçte imza sahiplerinin o toplantıyı yapmaya yüzleri olmadığını hayatları boyunca unutmayacakları savunmalarımızla Marmaris yaşayanları olarak dimdik orada olacağız. Koltuklar gelir geçer ama biz burada varız ve var olmaya da devam edeceğiz.”
Marmaris Kızılbük’te mahkeme kararlarına rağmen devam eden, bölgedeki aktivistler tarafından faaliyetlerinin sürdürüldüğü görüntülerinin neredeyse her gün yayınlandığı SİNPAŞ GYO projesine karşı kamuoyu tepkisi oldukça artmış durumda.
Ekoloji aktivistleri alanda nöbet tutmaya devam ediyor. Marmaris Ekolojik Mücadele Komitesi de dün ÇED süreciyle ilgili yaptığı açıklamada “Birkaç elit ve onların yerel ortaklarına karşı vermiş olduğumuz çevre mücadelesinde bugün başka bir aşamaya geldik” şeklinde tepki gösterdi.
Marmaris Kent Konseyi Yürütme Kurulu üyeleri, Kızılkum’daki otel-devremülk projesi için Muğla Valiliği Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği İl Müdürlüğü‘nce alınan “ÇED raporu gerekli değildir” kararının iptali için dava açmıştı.
Muğla 3. İdare Mahkemesi’nce görevlendirilen bilirkişi heyeti, devasa tesis için yürütülen çalışmaların Milli Park’ı, kıyıyı, ormanı ve endemik türleri tahrip ettiği belirlemişti.
Danıştay, geçtiğimiz günlerde Sinpaş ve Kızılbük G.Y.O.’nun Marmaris’teki dev devremülk projesine ilişkin Mahkeme tarafından verilen “Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) raporu gerekli değildir” kararının iptali yönünde verilen kararın yürütmesinin durdurulması taleplerini reddetmişti.
Komite’nin açıklamasında “Sinpaş/Kızılbük GYO’nun kendi talepleri ile başlattıkları temyiz süreci sonlanmamış ve devam ederken şirket 6 Eylül 2022’de ÇED’e başvurdu ve Bakanlık aynı inşaat faaliyetinde olduğu gibi yangından mal kaçırırcasına 8 Eylül 2022 tarihinde ÇED sürecini başlatıp aynı gün ‘Halk Katılım Toplantısının’ 23 Eylül 2022’de yapılacağını ilan etti. Yani Bakanlık yaklaşık 400 sayfalık raporun halk tarafından okunup anlaşılması için 15 gün süre verdi” denildi ve şunlar aktarıldı:
“Yine Bakanlık Marmaris Karaca Söğüt’te bulunan MUÇEV’e ait iskele için de aynı gün içinde hem ÇED sürecini başlatmış hem de ‘Halk Katılım Toplantısı’ tarihini belirlemişti. Ancak 27 gün sonrasında halk katılım toplantısı kararı vermişti; anlaşılan Sinpaş’ın ensesi MUÇEV’den daha da kalınmış. Aynı Bakanlık 24 Haziran 2022 tarihinde tüm bu hukuksuz uygulamaları ilettiğimiz ve verdiği ÇED kararını mahkeme sonucunu beklemeden iptal etmesini talep ettiğimiz dilekçemize bugüne değin cevap vermezken yangından mal kaçırırcasına takındığı bu tavır ile adında yer alan ‘çevre’ ve ‘iklim değişikliği’ kavramlarını unutup müteahhitlerin şehircilik anlayışına yönelik bakanlık faaliyetinde bulunduğunu bir kez daha gösterdi.”
Bakanlığın ismine sonradan eklenen “İklim Değişikliği” kavramını ise tümüyle yanlış anladığının belirtildiği açıklamada, Bakanlığın görev alanını doğanın, yaşamın korunması üzerine değil; tam tersine doğanın yok oluşunu hızlandıracak iklim değişikliğini yaratıcı sektörlerin desteklenmesi üzerine kurguladığının yaşanarak tecrübe edildiği ifade edildi ve şunlara yer verildi:
“Belediyenin kestiği ‘inşaat yasağına uymama cezalarına‘ ilave olarak Milli Park’ta ‘dinamit kullanıldı‘ ve ‘kıyı dolduruldu‘ diyerek Sinpaş’a ceza kesen Bakanlığın, doğa tahribatı gözler önünde işleniyor ve inkârı yokken bu ekoyıkım projesinin önünü açmak için neden bu kadar istekli davrandığını anlamıyoruz, anlamayacağız.”
Komite, Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’na şu soruları yöneltti:
Bakanlığın görevini yerine getirmesi için ne büyüklükte bir ekokırıma ihtiyacı var?
Ekokırım hangi boyuta ulaşınca varoluş nedenini hatırlayacak?
Acaba Çevre Bakanlığı’nın çevreden anladığı ne?
Milli Park halen Sinpaş’ın işgali altında, halkın milli parka girişi hala engelleniyorken ve alan mermer ocağına dönmüş durumdayken bu acele ve destek neden?
Ayrıca bu güne kadar inşaat yasağı ve mahkeme kararı dinlemeden çalışmaya devam eden, Milli Park’ta dinamit kullanan, Kıyı Kanununa aykırı olarak kıyıda yapılaşma yapan, kıyıyı dolduran, ekosistemi geri döndürülemez biçimde tahrip eden, kendi plan tanıtım dosyasındaki çalışan personel ve makine sayılarına aleni uymayan, denizimizi kirleten ve bilirkişi raporu ile kendine ait olmayan 25 dönüm milli park alanını tahrip edip yol açtığı (bugün bu tahribat belki de 50 dönüme çıkmıştır) ispatlanmış, halkı Milli Park alanına sokmayan şirkete Bakanlık neden bu kadar hızlı ve yol açıcı davranıyor?
ÇED Raporu için ortada değerlendirmeye alınacak bir doğa ve ekosistem bırakmayan bu şirkete daha ne kadar göz yumacaklar?
Şirket avukatı zaten bilirkişi incelemesinde yapılan hukuksuz uygulamalar için masada bulunan hâkimin önünde ‘keserler cezasını iptal ettiririz, ettiremezsek öderiz’ diyebilmiş ve bugüne kadar inşaat da bu düsturla çalışmaya devam etmişken Valilik ve Bakanlık düzeyinde buna ne kadar müsaade edilecek?
Marmaris ve İçmeler yaşayanlarına proje ile ilgili görüşünü en başında sormayan, dosya üzerinden onay veren bakanlık 23 Eylül’deki ‘Halk Katılım Toplantısında’, ‘Kurumumuzun göz yumması sonucu ortaya çıkan geri döndürülemez bu doğa yıkımını, kıyının morfolojisinin değişmesini, nadir türlerin yok olmasını alın sineye çekin ve kabul edin mi diyecek?
Adalet Bakanlığı, tutuklu gazetecilerle ilgili yapılan bilgi edinme başvurusuna, “kamuoyunu ilgilendirmeyen bilgi” diyerek yanıt vermedi.
CİMER’e 7 Eylül 2022’de yapılan bilgi edinme başvurusunda, “Eylül 2022 itibariyle mesleğini gazeteci olarak bildiren kaç tutuklu ve hükümlü bulunmaktadır” sorusu yöneltilmişti.
MA‘nın aktardığına göre, Başvuruya Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkifevleri’nden yanıt geldi. Bakanlık yanıtta “Kurum ve kuruluşların, kamuoyunu ilgilendirmeyen ve sadece kendi personeli ile kurum içi uygulamalarına ilişkin düzenlemeler hakkında bilgi veya belgeler, bilgi edinme hakkının kapsamı dışındadır. Ancak, söz konusu düzenlemeden etkilenen kurum çalışanlarının bilgi edinme hakları saklıdır.” dedi.
Yanıtı veren çok sayıda gazeteciyi cezaevine gönderen Akın Gürlek
Adalet Bakanlığı tarafından verilen cevapta, çok sayıda gazeteci davasına bakan ve gazetecilere ceza veren, ardından da Adalet Bakanı Yardımcısı olan Akın Gürlek’in imzası bulunuyor.
Türkiye, Sınır Tanımayan Gazeteciler‘in (RSF) 2022 Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi‘nde 180 ülke arasında 149. sırada bulunuyor. RSF’ye göre Türkiye cezaevlerinde şu an dokuz gazeteci tutuklu. Bu sayı Gazetecileri Koruma Komitesi‘ne (CPJ) göre 18, Türkiye Gazeteciler Sendikası‘na (TGS) göre ise 38.
Oxford Üniversitesi’nin araştırması, fosil yakıtın bırakılarak yenilenebilir enerjiye geçilmesinin 2050’ye kadar dünyaya 12 trilyon dolarlık bir birikim sağlayabileceğini ortaya koydu.
Joule dergisinde yayınlanan hakemli bir çalışmaya göre, temiz enerji kaynaklarına hızla geçilmesinin yüksek maliyetli olacağı görüşünün de yanlış olduğunu savunuyor.
Araştırma, temiz enerjiye hızlı geçişin fosil yakıt sistemine kıyasla enerji sisteminde maliyetleri düşürürken, küresel ekonomiye daha fazla enerji sağladığı ve dünya çapında daha fazla insanın enerjiye eriştiği bir kazan-kazan-kazan senaryosunu ortaya koydu.
Çalışmada gündeme getirilen “Hızlı Geçiş” senaryosu, güneş, rüzgar, batarya teknolojileri, elektrikli araçlar ve (yenilenebilir elektrikten elde edilen) yeşil hidrojen gibi temiz yakıtları artırarak 2050 yılına kadar fosil yakıtlardan arındırılmış bir enerji sisteminin gerçekçi ve mümkün olduğunu ve küresel çapta günümüze kıyasla yüzde 55 daha fazla enerji hizmeti sağlayabileceğini gösteriyor. Araştırmacılar yeşil enerjiye hemen yönelmenin ekonomik anlamda mantıklı olduğunu da söylüyor.
Oxford Martin School, Yeni Ekonomik Düşünce Enstitüsü’nde çalışmayı yürüten ekip şefi Profesör Doyne Farmer, “Temiz ve yeşil enerjiye geçişin acı verici, maliyetli ve hepimizin fedakarlık yapmasını gerektiren bir süreç olacağına dair yaygın bir kanı var; ancak bu yanlış bir kanı” diyor ve ekliyor:
“Yenilenebilir enerji maliyetleri yıllardır düşme eğiliminde. Birçok durumda fosil yakıtlardan daha ucuzlar ve araştırmamıza göre önümüzdeki yıllarda neredeyse tüm uygulamalarda fosil yakıtlardan daha ucuz hale gelecekler. Ve eğer geçişi hızlandırırsak, daha hızlı ucuzlayacaklar. Fosil yakıtların 2050 yılına kadar tamamen temiz enerji ile değiştirilmesi bize trilyonlarca dolar tasarruf sağlayacaktır”.
Araştırmanın sonuçları, fosil yakıt ve yenilenebilir enerji fiyatlarının tarihsel değişiminin verilendirilmesi ve bunun gelecekte nasıl değişebileceği üzerine yapılan modellemeye dayanıyor.
2020’den 100 yıl geriye gidilerek incelenen veriler, bu süre için fosil yakıtın fiyatının, enflasyon ve piyasa şartları baz alındığında çok değişmediğini gösterdi. Yenilenebilir kaynaklar daha kısa sürede kullanımda olduğu için veriler fazla değil.
Çalışma, batarya ve hidrojen elektrolizi gibi temel depolama teknolojilerinin maliyetlerinin de önemli ölçüde düşeceğini gösterdi. Bu arada, nükleer enerjinin maliyetleri son elli yılda sürekli olarak arttı ve yenilenebilir enerji ve depolama maliyetlerindeki düşüşle rekabet edebilmesi pek mümkün görünmüyor.
Ancak bu süre içinde teknolojinin gelişmesi nedeniyle güneş ve rüzgar enerjisi elde etme maliyetinin, yılda yüzde 10’a kadar azaldığı görüldü.
Araştırma, büyük yatırımların benzer teknolojilerin fiyatını düşürmesi örneğinden yola çıkarak, yenilenebilir enerji maliyetinin de böyle azalacağı beklentisini öngörüyor.
Araştırmayı yapan ekibin başındaki Smith İşletme ve Çevre Okulu doktora sonrası araştırmacısı Dr. Rupert Way, “Sıfır karbonlu enerji sistemine geçiş için yüksek maliyetler öngören geçmiş modeller şirketleri yatırım yapmaktan caydırdı ve hükümetleri enerji geçişini hızlandıracak ve fosil yakıtlara bağımlılığı azaltacak politikalar belirleme konusunda tereddütte bıraktı. Ancak temiz enerji maliyetleri son on yılda bu modellerin beklediğinden çok daha hızlı bir şekilde düştü” diyor ve ekliyor:
“En son araştırmamız, temel yeşil teknolojilerin ölçeklendirilmesiyle maliyetlerin düşmeye devam edeceğini ve ne kadar hızlı gidersek o kadar fazla tasarruf edeceğimizi gösteriyor. Yenilenebilir enerjiye geçişi hızlandırmak artık sadece gezegen için değil, enerji maliyetleri için de en iyi seçenek.”
Söz konusu enerji projeleri olduğunda, rüzgar ve güneş hali hazırda maliyeti en düşük alternatifler. Ancak havasal değişimler sonucu kaynağın kısılması ile oluşabilecek farkı dengelemekle ilgili sorular halen tartışılıyor.
RMI Enerji Stratejisti Kingsmill Bond ise “Enerji dönüşümü hakkındaki bu makale, enerji geçişinin kalbindeki soruna iniyor; öğrenme eğrilerinde yeni enerji teknolojilerinin maliyetlerindeki hızlı düşüş ve yanıtlar muhteşem. Yenilenebilir güneş ve rüzgar enerjisi kaynakları halihazırda fosillerden daha ucuz ve özellikle destekleyici pil teknolojisi gelişmeye devam ettikçe süper ucuzlayacaklar. Bu nedenle mevcut fosil yakıt sistemini korumak, gezegeni yalnızca küresel ısınmanın yıkıcı tehditlerine maruz bırakmakla kalmıyor, kirlilik yoluyla milyonlarca insanın ölümüne sebep oluyor, enerji faturalarını yükseltiyor ve petrole sahip ülkelere büyük rantlar kanalize ediyor. Ayrıca, yenilenebilir enerjinin yaygınlaştırılmamasının hepimiz için daha pahalı olduğu ortaya çıkıyor” değerlendirmesinde bulunuyor.
2019’da İngiltere Maliye Bakanı olan Philip Hammond, İngiltere Başbakanı Boris Johnson’a sunduğu raporda, 2050’ye kadar sıfır karbon hedefine ulaşma hedefinin maliyetinin 1 trilyon sterlinden fazla olacağını söylemişti.
Araştırmacılar ise başlıca enerji modelleri tarafından üretilen binlerce geçiş maliyeti senaryosunu analiz etti ve 45 yıllık güneş enerjisi maliyetlerini, 37 yıllık rüzgar enerjisi maliyetlerini ve 25 yıllık batarya depolama verilerini kullandı. Güneş enerjisinin gerçek maliyetinin bu modellerdeki en iddialı tahminlerden iki kat daha hızlı düştüğünü tespit ederek, son 20 yılda önceki modellerin temel temiz enerji teknolojilerinin gelecekteki maliyetlerini gerçeğe kıyasla çok daha kabarık gösterdiğini ortaya koydular.
Oxford’un araştırması bu bedelin fazla hesaplandığını ve sonucunda yenilenebilir enerji yatırımlarını uzaklaştırdığını savunuyor. Doyne Farmer, ise şunları söylüyor:
“Dünya, yüksek maliyetli, güvenli olmayan, kirletici, değişken fiyatlı fosil yakıtlara olan bağımlılığımızdan kaynaklanan eş zamanlı bir enflasyon krizi, ulusal güvenlik krizi ve iklim kriziyle karşı karşıya. Bu çalışma, temiz enerjiye geçişi mümkün olduğunca çabuk bir şekilde hızlandıracak iddialı politikaların sadece iklim açısından acilen gerekli olmadığını, aynı zamanda dünyanın gelecekteki enerji maliyetlerinde trilyonlarca tasarruf sağlayabileceğini ve bize daha temiz, daha ucuz ve enerji bakımından daha güvenli bir gelecek sunabileceğini gösteriyor”.
Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinden bu yana fosil enerji maliyetleri hızla artarak dünya genelinde enflasyona neden oldu.
Mevcut krizden önce yapılan bu çalışma, bir asırlık fosil yakıt fiyat verilerini kullanarak bu tür dalgalanmaları dikkate almaktadır.
Enerji krizi, çalışmanın bulgularının altını çizmekte ve pahalı, güvensiz fosil yakıtlara bel bağlamaya devam etmenin risklerini ortaya koymaktadır. Araştırma, krize verilecek yanıtın düşük maliyetli, temiz enerjiye geçişi mümkün olan en kısa sürede hızlandırması gerektiğini, çünkü bunun hem ekonomi hem de gezegen için faydalar getireceğini doğruluyor.
Meteoroloji Genel Müdürlüğü’nün (MGM) açıkladığı 5 günlük hava tahmin raporuna göre 15 Eylül Perşembe gününden itibaren mevsim normalleri altında seyreden hava sıcaklıkları yükselecek.
Bugün ise;
Ülkenin kuzey, iç ve doğu kesimlerinin parçalı ve yer yer çok bulutlu,
Doğu Akdeniz, Batı Karadeniz, Orta Karadeniz kıyıları,Doğu Karadeniz, Doğu Anadolu’nun kuzey ve batısı ile Tokat çevrelerinin yerel sağanak ve gök gürültülü sağanak yağışlı,
Diğer yerlerin parçalı ve az bulutlu geçeceği;
yağışların, Orta ve Doğu Karadeniz kıyıları ile Doğu Akdeniz’de yerel kuvvetli olması tahmin ediliyor.
Çöl sıcakları hafta sonu etkili
Cuma ve hafta sonu itibariyle ise yurt genelinde ‘çöl sıcakları’nın etkili olması ve ısınan hava ile Ankara ve İstanbul’da hissedilen sıcaklığın 35’e dayanması bekleniyor.
Pazar günü pek çok ilde 30 derecenin üstüne ulaşması beklenen sıcaklıkları gösteren harita şöyle:
Fatima Bhutto‘nun The Guardian‘a yazdığı bu görüş yazısı, Yeşil Gazete tarafından çevrilmiştir.
**
Dünyanın en kalabalık beşinci ülkesi olan Pakistan bugün hayatta kalmak için savaşıyor. Bu yaz istikrarsız muson yağmurları, ülkeyi kuzeyden güneye büyük hasara uğrattı. Ülkenin en güneyindeki eyalet olan Sindh, son birkaç hafta içinde aynı dönemin 30 yıllık ortalamasından yüzde 464 daha fazla yağış aldı.
Aynı zamanda Pakistan’ın buzulları daha önce hiç görülmemiş bir oranda eriyor. İklim krizinin bu iki sonucu birleşerek ülkeyi kasıp kavuran korkunç bir sele neden oldu.
Sindh’deki ekinlerin yüzde doksanı zarar gördü; Pakistan’ın en büyük sosyal yardım kuruluşu olan Edhi Vakfı’nı yöneten Faysal Edhi, selden ölmeyenlerin açlıktan ölme riskiyle karşı karşıya olduğu konusunda uyardı.
Bir kıtlığın geldiği muhakak, tek soru, ne kadar hızlı gelecek? Ekonomik kayıpların 30 milyar doları aştığı tahmin ediliyor, 50 milyon insan ülke içinde yerinden oldu. Durgun sel suları sıtma salgını tehdidi yaratıyor.
Uydu görüntülerinde Sindh’deki İndus Nehri‘nin taşması ile 100 kilometre genişliğinde bir iç gölün oluştuğu görülebiliyor.
Fotoğraf: Zahid Hussain / AP
Zaten yetersiz olan eğitim ve sağlık hizmetlerinin şimdi şiddetle kesintiye uğramasının da bir nesle mâl olacağına şüphe yok.
400’den fazla çocuk öldü ve kış geldiğinde milyonlarcası barınaksız kalacağı için çok daha fazlası ölecek.
Bu, kabus gibi bir trajedi ve yine de Pakistan dışında yaşıyorsanız, muhtemelen bu konuda pek bir şey duymamışsınızdır.
Pakistan’ın akıbetine neredeyse hiç ilgi duymadığı düşünüldüğünde dünyanın geri kalanı, bu muazzan insani krizin hepimizi bekleyen sonun bir fragmanı olduğunu düşünmemiş gibi görünüyor.
Fotoğraf: Mohammad Sajjad / AP
Hiçbir ulusun Pakistan’a karşı özel duyguları olmasına gerek yok, ancak bugün ülkenin karşı karşıya olduğu dehşet, evrensel ve açgözlü iklim çöküşünün sonuçlarına dair açık bir uyarıdır.
İnsanlık, biricik gezegenimizi yok etti: Bugün Pakistan’da yaşananlar bunun kanıtı.
Fosil yakıtlara olan açgözlülüğümüz, devraldığımız vahşi ve doğal dünya miraslarımıza karşı tiksindirici umursamazlığımız ve cani tüketimimiz, serveti ne kadar olursa olsun hiçbir ülkenin küresel ısınmanın sonuçlarından kaçamayacağı anlamına da geliyor. Bugün Pakistan, yarın Kaliforniya; Fransa, Avustralya ve dünya olacak.
Fotoğraf: Zahid Hussain / AP
Uzak ülkelerden sıradan insanların Pakistan ile dayanışma gösterdiklerini ve yardımlar için ellerinden geleni verdiğini görmek dokunaklı olsa da, önde gelen uluslararası şahsiyetlerin ve genel olarak batı medyasının sessizliği, şaşırtıcı olmasa da, iç karartıcı.
İstanbul’da ‘Pakistan’ın hikayesi bizim hikayemizdir’ eylemi, 9 Eylül 2022. Fotoğraf: Mehmet Temel
Selin vurduğu ilk hafta, gazetelerde Finlandiya başbakanının yaptığı parti, Pakistan’ın üçte birinin sular altında kaldığı gerçeğinden daha fazla yer kaplıyordu.
Bu bir ‘afetlerden yılmışlık’ sorunu değil. Avrupa’da Suriyeli mültecilerin lastik botlarını denizde ölüme iten aynı ülkelerin havaalanlarında Ukraynalılar için ücretsiz Airbnb konutları ve karşılama kabinleri var.
Ve bu, Pakistan’ı ziyaret etmenin ‘çok tehlikeli olmasıyla’ da ilgili değil: Çok yakın zamanda, Fransız pop entelektüeli Bernard Henri Levy, Odessa‘da kasıla kasıla yürüdü ve Zelenski, “tehlikeye rağmen onları ziyaret eden” Ben Stiller ve Angelina Jolie‘ye alenen teşekkür etti. (Jolie’ye karşı adil olmak gerekirse, 2005 depreminden sonra Pakistan’ı ziyaret ettiğini ekleyelim.)
Fotoğraf. Akhtar Soomro / Reuters
Bu, iklim krizinin neden olduğu ilk felaketimiz değil. 2010 yılında da Pakistan’da büyük bir sel felaketi yaşandı. Dönemin Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri Ban Ki-moon Pakistan’ın dayanmaya çalıştığı bu selin ölçeğinin, daha önce gördüğü her şeyden daha büyük olduğunu söyledi:
“Şüphesiz ki bu küresel bir felaket. Pakistan ‘ağır çekimde bir tsunami’ yaşıyor: Yıkıcı etkileri zamanla birikecek ve büyüyecek.”
O selde saniyede 11 bin 326 ton su İndus’tan taşmıştı ve bu bir rekordu. Bu yıl ise 20 bin tondan fazla suyun taşması bekleniyor.
2010’da çılgına döndüğümü, gözlerimizin önünde meydana gelen felakete umutsuzca dikkat çekmeye çalıştığımı hatırlıyorum. Bu, Haiti’nin de trajik bir deprem yaşadığı yıldı, ancak Haiti‘den farklı olarak medyanın Pakistan’a çok az ilgisi vardı. Hollywood yıldızlarının markalı tişörtler giydiği ve para topladığı televizyon konserleri yoktu, büyük uluslararası figürler Pakistan’ın direncini alkışlayan tweet’ler atmamıştı.
O zaman da kimse umursamadı, tıpkı şimdi de kimsenin umursamadığı gibi.
Fotoğraf. Akhtar Soomro / Reuters
Şimdiki BM Genel Sekreteri Antonio Guterres de dünyanın Pakistan’ın yıkıcı seline karşı “uyurgezer” davrandığından yakındı.
İklim değişikliğini ciddiye alan bir insansanız zaten korkunç şekilde 16.5 derece ısınmış bir ülke olan Pakistan’a karşı nasıl kör kalabilirsiniz?
Fotoğraf: Fayaz Aziz/Reuters
Sindh’deki Jacobabad şehrinde bu yaz sıcaklıklar 50 dereceye ulaştı; Vice‘ın aktardığı gibi, “insan vücudunun kaldırabileceğindendaha sıcak olan ısı ve nem eşiklerini geçen dünyadaki iki şehirden biri” oldu.
Peki Vanity Fair röportajlarında ve Twitter‘da savaş bölgesi için boy gösteren yardımsever oportünistler nerede?
Fotoğraf: Pervez Masih / AP
Dayanışmayı unutun: Küresel güney bu yüzyılda iklim adaleti olmadan hayatta kalamaz. Siz batıda kağıt pipetlerden bahsediyorsunuz, biz küresel güneyde tazminatlardan bahsediyoruz.
Hepimizin ükeleri ve yaşamları vazgeçilmezdir. Bunu her zaman biliyorduk, ama şimdi öfkeden patlama noktasındayız: 2021’de geçirdiği yangının ardından Notre Dame Katedrali için bir buçuk günde 880 milyon dolar toplanması ancak boğulmakta olan yoksul bir ülkenin tamamının iklim yardımı için yalvarması gerekmesi karşısında başka ne hissedebilirsiniz?
Dünyanın kendimiz için yarattığımız korkunç geleceğe uyanmasının zamanı geldi. Başka türlü yaşama şansımız yok.
Ermenistan ile Azerbaycan arasında sınır bölgesinde 13 Eylül’de yaşanan çatışmalarda en az 99 askerin hayatını kaybettiği bildirildi.
Ermenistan çatışmalarda en az 49 askerin hayatını kaybettiğini duyururken Azerbaycan’da 50 asker yaşamını yitirdi.
Bakü de Erivan da iki ülke arasında yaşanan gerilimden birbirlerini sorumlu tuttu.
Güney Kafkasya ülkeleri arasında onlarca yıldır dökülen kanın artışı, Rusya’nın Ukrayna’yı işgaline ek olarak Sovyet dünyasında ikinci bir savaşın patlak verebileceğine dair korkuları besledi.
Fotoğraf: AA
Ateşkes çabaları
ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Ned Price, dün Rusya’ya Ermenistan ve Azerbaycan sınırında artan gerilime ilişkin “Rusya dahil tüm ilgili tarafları, gerilimi azaltmak için büyük etkilerini yapıcı biçimde kullanmaya çağırıyoruz” çağrısında bulundu.
Rusya, tarafların kendi arabuluculuğunda bir ateşkese vardıklarını belirtti.
Öte yandan Ermeni yetkililer çatışmaların azaldığını ancak tamamen bitmediğini söyledi.
Ancak bugün Azerbaycan Savunma Bakanlığı, Kelbecer ve Laçın’daki Azerbaycan ordusuna ait mevzilerin, Ermenistan ordusunca top atışına tutulduğunu duyurdu:
“Ateşkese rağmen dün gece ve bu sabah saatlerinde Kelbecer ve Laçın’daki birliklerimiz, Ermenistan ordusunca havan topu ve toplarla ateş altına alındı. Buradaki birliklerimiz de misillemede bulundu.”
Çatışmanın geçmişi
Teyit’in savaşa ilişkin yanlış bilgi raporuna göre; iki ülke arasındaki gerginlik 1990’lı yılların da öncesine dayanıyor. Çatışmalara neden olan bölge, Azerbaycan sınırları dahilinde yer alan ve Ermenistan’la sınırı bulunmayan Dağlık Karabağ. 27 Eylül 2020’de Dağlık Karabağ’da başlayan çatışmalar sıcak savaşa dönüştü.
Bu bölgede çatışmaların yaşanması geçmiş nedeniyle artık normalleşmiş durumda. Ancak çatışma bu kez ülkelerin sınırında meydana geldi.
İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün (Human Rights Watch) bir raporuna göre; 1988-1994 tarihleri arasında iki ülke 25 bin sivil ve asker kaybetti.
Alışık olunmayan bir yerde çatışmak
BBC Türkçe’nin aktardığına göre; Azerbaycan merkezli bağımsız siyasi analist Fuad Shahbazov çatışmaların Dağlık Karabağ’ın dışında, “alışık olunmayan bir yerde” meydana geldiğine dikkati çekti. Bunun nedenini ise şöyle açıkladı:
“2020’deki savaştan önce, Azerbaycan-Ermenistan tarafları genellikle Karabağ bölgesindeki temas hattında karşılıklı ateş açardı. Ama son savaş sona erdiğinden beri şu anda temas hattı yok. Çünkü Azerbaycan, Dağlık Karabağ’ın büyük bölümünü kontrol ediyor.”
Toplum.tv Genel Yayın Yönetmeni Khadija Ismayilova, son çatışmayı, Bakü’nün Ermenistan’ı sınırdaki güçlerine ateş açmakla suçlamasının ardından Erivan’a verdiği karşılık olarak yorumluyor:
“Azerbaycan Savunma Bakanlığı günlerdir tansiyonun tırmandığını, Ermeni güçlerinin sınıra mühimmat yığdığını ve sınır görevlilerine ateş açtığını bildiriyor. Ermenistan’ın Kasım 2020’de imzalanan anlaşma uyarınca kurtarılmış bölgelerde askeri mevzilere giden yollara mayın döşedikleri de bildirildi. Savunma Bakanlığı misilleme yapılacağı konusunda uyarmıştı.”
Çatışmayı beklemek
Ermenistanlı uzmanlar, yaşananlardan dolayı ülke kamuoyunda Azerbaycan’a büyük bir tepki oluştuğunu ancak olayın beklenmedik olmadığını savunuyor. Gazeteci, yorumcu Roobik Ghahraman Monasian sınırda bir süredir gerilim yaşandığını söylüyor:
“Dürüst olmak gerekiyorsa bunu bekliyordum. Yaklaşık on gündür haberleri izlerken gerilimin arttığını ve bunu düşürmek için hiçbir şey yapılmadığını görüyordum. Artan gerilimin böylesi bir patlamaya neden olması doğal.”
Siyasi analist Styopa Safaryan ise “Bunu kesinlikle bekliyordum. Azerbaycan Savunma Bakanı birkaç gün önce komutanlarına, Ermenilerin saldırılarına hazırlıklı olma çağrısı yaptı. Ermeni Savunma Bakanlığı ise bu tür iddiaları hep reddetti. Sonunda Azerbaycan, Ermenistan’ın uluslararası alanda tanınmış meşru sınırlarını ihlal etti” diyor.
Azeri tarafının iki nedenle gerilime başvurduğu görüşünü savunuyor ve Rusya’nın Ermeni-Azeri ilişkilerindeki önemine işaret edip gerilimin zamanlamasının da Ukrayna savaşı ile ilgili olabileceğini öne sürüyor:
“Bölgede çok tehlikeli bir gidişat var ve bunun Ukrayna savaşıyla ilgili jeopolitik bir bağlamı olduğunu düşünüyorum. Azerbaycan’ın, ortadaki durumun Rusya’nın en zayıf noktası olduğunu, Moskova’nın Ukrayna’da yarattığı karışıklıkla özellikle de Ukrayna’nın karşı saldırıyla meşgul olduğunu hesapladığını düşünüyorum.”
Birinci derecede sit alanı olan ve UNESCO Dünya Mirası listesinde bulunan Kapadokya‘da tepkiler üzerine bir süredir durdurulan yol çalışması tekrar başladı.
Ortahisar-Göreme arasında devam eden yol çalışmaları gelen yoğun tepkiler nedeniyle durdurulmuştu. Çalışma 10 Eylül itibarıyla Nevşehir İl Özel İdaresi Yol ve Ulaşım Hizmetleri’ne bağlı ekipler tarafından yeniden başlatıldı. Bölgeden video-görüntü atan kaynaklarımız durumun çok kötü olduğunu ve çalışmaların durmadığını bildirdi.
Bir hafta önce yol çalışmasının olduğu bölgeden çektiğimiz kaya oluşumlarının, bugün iş makinaları ile yıkıldığı görülüyor.
Yol çalışmasının son 500 metrelik kısmında yer alan Bizans Manastırı kompleksi, peri bacası ve kaya oluşumları da çalışmalardan olumsuz etkilenmeye başladı. Manastırın tam önünde ağır iş makineleri ve kamyonlarla devam eden yol inşaatı, manastır yemekhane bölümündeki odacıklara ve etrafında bulunan kaya oluşumlarına büyük zararlar verdi.
Hafriyat alanı tezekle gizlendi
Yol çalışmalarından çıkan hafriyat ise Göreme beldesinden Ortahisar yönüne yaklaşık 750 metre mesafede bulunan Zemi Vadisi’nde, bağ ve bahçelerin olduğu bir dereye dökülüyor. Vadide hafriyat dolgunun 25 Metre yüksekliğe ulaştığı ve hafriyat alanının tezeklerle gizlendiği öğrenildi.
İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) tarafından bu yıl 17’incisi düzenlenen İstanbul Bienali, bugün Zeytinburnu Tıbbi Bitkiler Bahçesi‘nde düzenlenen basın toplantısıyla tanıtıldı.
Bienale katılan 500’ün üzerinde katılımcının 50’yi aşkın projesi, 17 Eylül Pazartesi günü itibariyle sekiz hafta boyunca İstanbul’un çeşitli mekanlarında yer bulacak.
Zeytinburnu’ndaki bu türünün ilk örneği bahçe, 700’ün üzerinde tıbbi bitki türüne ev sahipliği yapıyor.
Yüzyıllar boyunca şifa için kullanılan ve modern farmakolojinin temelini oluşturan kadim bitkilerin arasında katılımcıların İngilizce, Türkçe, İtalyanca, Fransızca, Hintçe sohbetleri yükseliyor.
Basın toplantısı, İstanbul Bienali Direktörü Bige Örer‘in sunumu ile başlıyor:
“Bienal, kentin birçok noktasına konuk olarak, üzerinde durduğu düşünceleri ve projelerin serptiği tohumları dağıtmaya çalışıyor. Ağırlıklı olarak Asya ve Batı dışından alternatif sanat pratiklerine yer veren bu bienal, İstanbul’da da şehrin eski merkezlerinin dışına çıkıyor. Bunun, İstanbul’un mahalleleriyle ve bu mahallelerde varlığını sürdüren kültürel dokuyla iletişme geçmesine de olanak tanıyacağını umuyoruz.”
Bu yıl bienalin küratörlüğünü üstlenen Ute Meta Bauer, Amar Kanwar ve David Teh’in değerlendirmeleri öncesinde Zeytinburnu Belediye Başkanı Ömer Arısoy, İKSV Yönetim Kurulu Başkanı Bülent Eczacıbaşıve Koç Holding Yönetim Kurulu Başkanı Ömer M. Koç söz alıyor.
Ömer Koç, konuşmasında iklim krizi vurgusu yapıyor:
“İstanbul Bienali, bizleri bu sene bir kez daha sorgulamaya davet ediyor. İnsanlığın, attığı düşüncesiz adımların kaçınılmaz sonuçları ile ilk kez bu kadar net yüzleştiği bir dönemden geçiyoruz ve acil çözüm bekleyen pek çok sorunla karşı karşıyayız.”
Ömer Koç: “Medeni, çağdaş ve aydın bir Türkiye’nin yolunun eğitim ve sanattan geçtiğine inanıyorum.”
Bienalin ‘günümüzün bu karmaşık sorunlarının birçoğunu tüm açıklığıyla masaya yatırdığını’ belirten Koç, şöyle devam ediyor:
“Bienal özen ve dayanışmadan beslenip daha yaşanır bir gezegeni mümkün kılma gayesiyle sanatseverlerle buluşuyor. Sanatın üzerimizdeki dönüştürücü gücü sayesinde, daha iyiye yönelik ilham sunacağına ve bizlerin de dünyayı dönüştürecek gücü kendimizde bulmamıza vesile olacağına kaniyim.”
Koç, konuşmasının sonuna şu duyuruyu ekliyor: “2007-2026 yılları arasını kapsayan İstanbul Bienali sponsorluğumuzu, 2036 yılına kadar uzatma kararı aldık. Hayırlı olsun.”
Konuşmaların ardından küratörler Bauer, Kanwar ve Teh‘in, bienalin kavramsal çerçevesini nasıl belirlediklerini, sanatçı ve mekân seçimlerini, kamusal program ve bienalin yaratmak istediği etki üzerine konuştuğu oturum başlıyor.
Yaklaşık 14 dönüme yayılan Zeytinburnu Tıbbi Bitkiler Bahçesi, bienalin bu seneki 12 mekanından biri.
Bahçe, 15’inci yüzyılda yaşamış İslam âlimlerden, 41 çeşit baharat ve ottan yaptığı mesir macunu ile meşhur Merkez Efendi’nin kurduğu Halveti dergâhına yürüme mesafesinde.
Bir şeyleri farklı yapmak
Adını buradan alan Merkezefendi Mahallesi‘nde gün akıyor:
Toplantı boyunca alana yakın eski binaların balkonlarından mahalle sakinleri, evlerinden bizleri izliyor. Sokağın ötesinde henüz dün yeni öğrenim yılına başlamış ilkokulun ve lisenin öğrencilerinin cıvıltıları bazen alana kadar geliyor.
Sokak boyunca kimi konteynırlardan plastik, metal toplayan; kimi atılmış ekmekleri, eski eşyaları alan kadınların yırtık pazar arabalarının ağır tıkırtısı, sokağı baştan aşağı dolduran tekstil atölyelerinin koşturmacalı tıkırtısına karışıyor.
İstanbul’un, -yani Türkiye’nin- en güncel ve en önemli sanat etkinliği olan bienal yıllardır, bu şehrin tarihi ama yaşayan dokusu üzerine sanat inşa eden yüzlerce, binlerce uluslararası sanatçıyı ağırlıyor ve belirli temalar üzerinde insanları bir araya getiriyor. Peki ne kadar bir araya gelebiliyoruz?
Bienalin küratörlerinden Kanwar, oturumda, ‘diyalog ve her kültürden insanla etkileşim ve ilişkinin seçkilerinde önemli payı olduğuna’ vurgu yapıyor ve sergilenecek projelerin, tüm katılımcıların bir arada kalabilmesine katkı sağlamasını temenni ediyor.
Bauer de şöyle devam ediyor: “Tüm bu toplulukları nasıl bir araya getirebiliriz? Bu soru bizim için önemliydi. Boğaz’dan Anadolu Yakası’na kadar farklı mekanlarda buluşan insanların şehri farklı bir gözle görmesini de istedik.”
Bienalin, öncekilerin aksine sonuçtan ziyade bu sürece odaklandığına da vurgu yapılıyor.
Ancak konuşmacılara balkonlarından kulak veren mahallelinin ve davetlilerin bir kısmı, konuşmaları takip edemiyor, çünkü, oturumun Türkçe çevirisi yapılmıyor. Çoğu Türkçe yayın yapan basın organlarıyla buluşmanın hedeflendiği toplantıda, küratörlerin konuşmalarının simültane veya yazılı çevrilmemesi** eleştirilere neden oluyor.
“Birlikte vakit geçirmek, düşünmek, konuşmak, dinlemek, okumak, izlemek, sorular sormak ve sorulara cevap aramak için bir davet niteliği taşıdığı” belirtilen bienalin uluslararası bir dille sürmesi ne kadar makulse, tarihini ve dokusunu bu kadar sahiplendiği şehrin dilini kapsamaması da bir o kadar dikkat çekici oluyor.
(**: Bienal organizasyonu bu yazıya verdiği geribildirimde, girişte simültane çeviri için kulaklık alınabildiğini ekledi. Ancak bundan pek çok kişinin haberi olmamasının yeterince görünür olmadığı konusunda bir eksiklik olduğunu kabul ederek, bunu not ettiklerini belirtti. Bu düzeltmeyi yazının orijinalini bozmadan buraya ekliyor, kendilerine ilgileri için teşekkür ediyoruz.)
İstanbul’un tüm varlıklarını temeline alan, bunu kucaklayan ve kutlayan bienalin çelişkili şekilde ‘beyaz ve oryantalist‘ olarak etiketlenmesi ise yıllardır süregelen bir tartışma konusu.
Bienalin her geçen yıl farklı nüfuz bölgeleri yaratma konusunda çabası görülüyor, eleştirilerin ise şöyle bir dayanağı var:
Türkiye’nin, -zaman zaman devlet eliyle dahi pompalanan- krizlere ve hak ihlallerine karşı verilen mücadelenin ‘ayrıcalıklıların’ bir hobisi olduğuna dair tehlikeli önyargının kırılmasına ve tartışmaların farklı zeminlere taşınmasına çok ihtiyacı var.
Tıpkı, ekokırım faaliyetlerinin mimarlarıyla sessiz çıkar ilişkilerini sürdüren ve karbon emisyonlarına en büyük katkıyı yapmasına rağmen -dünyanın hemen her yerinde olduğu gibi- sorumluluğunu üstlenmeyen sermaye gruplarının iyi niyet mesajlarından ziyade aksiyonlarınaihtiyacı olduğu gibi.
Basın emekçileri olarak her gün sayfalarımıza taşıdığımız o ‘ses’ halihazırda onlara gittikçe yükselerek ‘Harekete geçin!’ çağrısı yaparken, bu beklentileri de yeniden yeniden yazmak elzem.
‘Samimi, toplumsal, cömert ve hararetli sohbetler’ nasıl açılabilir?
Meseleyi bugün görülenler gibi sembolik görüntüler üzerinden tartışmak bazen sakil kalsa da şu, gerçek: Ziyaretçiler, Koç Holding’in desteği sayesinde ücretsiz katılabileceği bienal etkinliklerinde şehirle, gıdayla ve doğayla bağı üzerinde yeniden düşünürken, İstanbul’un ‘zenginleri’ semtten semtte helikopterle gitmeyi bırakacak mı?
Bienalin direktörü Bige Örer, bienal boyunca sürecek tüm etkinliklerde karbon ayak izini en aza indirmek için planlama yaptıklarını ve mekanlarda yapılacak değişikliklerden katıımcıların seyahatlerine kadar her konuda bunu öncelediklerini anlatıyor:
Küratörlerlerle ilk görüşmelerimizden itibaren bienalin kaynaklarını nasıl daha verimli kullanabileceğimizi düşündük. Nakliyeleri yapmamak, eserlerin yerelde üretimini sağlamak gibi yollara gittik.
Her yaptığımız işte neyin bizim için öncelikli ve neyin vazgeçilebilir olduğunu kendimize sorarak hareket ettik.
Etkinlik boyunca katılımcıların ikramları karton bardak ve karton kaplarda almalarına yönelik konuşmada ise böyle büyük etkinliklerde çöp çıkarmamak için uygulanabilir çözümlerin hala aranmakta olduğuna değiniliyor: Burada büyük ölçüde katılımcıların, -matarasını yanında taşımak gibi- bazı alışkanlıklara dirençliliği belirleyici.
İsabet ki bienal, ‘alışılmadık olanı deneme cesareti‘ni de tartışacak:
“Bildiğimiz haliyle yaşamın askıya alınması, bize bir şeyleri farklı yapmak için az bulunur bir imkân tanıyor. Bu âna hakkını vermek için beklenti ve amaçlarımızı baştan kurgulamalı, formatlarımızı gözden geçirmeli ve hem siyasi hem de felsefi olan temel bir sorgulamaya; samimi, toplumsal, cömert ve hararetli sohbetlere yol açmalıyız.
Bu belirsiz aralıkta her şeyden çok birbirimizle ve dünyayla etkileşim kurmanın, ister eski ister yeni olsun, alışılmadık yollarını deneme cesaretine ihtiyacımız var.”
Basın buluşmasının ardından Türk Musikisini Araştırma ve Tanıtma (TÜMATA) grubu, bienal sanatçılarından Mariah Lookman’ın bienal için tasarladığı su bahçesinde, bu esere eşlik eden bestelerini seslendiriyor.
Türk müzik terapisi ilkelerini kullanan geleneksel müzisyenler B. KanıkeyGüvenç Akçay (çeng), Halime Atalay (İstanbul kemençesi) ve Faysal Macit (bendir ve tabla)’in ezgileri tam manasıyla bir müzik ziyafeti.
Lookman’ın bu mekân için özel olarak tasarladığı, eğreltiotları ve lotus çiçeklerini barındıran su bahçesi, bienalin ardından da ziyaretçilerin dinleneceği bir kamusal alan olarak burada kalmaya devam edecek.
Gruptan Türk toplulukların ilkyerleşim yerlerinden olan Ötüken ormanını ruhunu anlatan bestelerini dinliyoruz. Katılımcılardan bazıları, bienalin diğer sanatçılarından Laura Anderson Barbata’nın Meksika’daki Yucatan yerlileriyle yaptığı kırmızı hamaklara uzanıyor.
Dört kadim semtte tarihin peşinde
17. İstanbul Bienali sergi alanları bu yıl Beyoğlu, Fatih, Kadıköy ve Zeytinburnu ilçelerinde yoğunlaşıyor.
Beyoğlu’nda, bienalin film ve kamusal programlarına da ev sahipliği yapacak Suna ve İnan Kıraç Vakfı Pera Müzesi’yle birlikte uluslararası performans sanatı platformu Performistanbul Canlı Sanat Araştırma Alanı (PCSAA), 1999’dan bu yana kapalı olan İstanbul’un en eski Rum okullarından Merkez Rum Kız Lisesi, SAHA’nın sanatçı, küratör ve yazarları desteklemek amacıyla başlattığı SAHA Studio, farklı disiplinlerden güncel sanatçıların sergilerine, seminerlere ve atölyelere ev sahipliği yapan Büyükdere35 ile Taksim Gezi Parkı’nın altında yer alan, 257 metre uzunluğundaki Metro İstanbul Yaklaşım Tüneli Taksim bir yürüyüş rotası oluşturacak.
Metro İstanbul ‘Yaklaşım Tüneli’
Tarihi Fatih ilçesinde, bu yıl ilk kez bienal ziyaretçilerine açılacak sergi mekânları yer alıyor. Uzun yıllar boyunca hat ve cilt sanatçısı Emin Barın’ın stüdyosu olan Barın Han’ın yanı sıra Mimar Sinan tarafından 16’ncı yüzyılda Kaptan-ı Derya Barbaros Hayrettin Paşa için yaptırılan, 2023 yılında faaliyete geçmeden önce ilk kez bienal izleyicisine açılacak The Çinili Hamam bienal mekânlarına katılıyor. 15’inci yüzyılda, Fatih Sultan Mehmet döneminde inşa edilen en eski hamamlardan Küçük Mustafa Paşa Hamamı da bu rotadaki diğer sergi mekânı.
The Çinili Hamam
Kadıköy’de, İstanbul’un 130 yıllık bir geçmişe sahip endüstriyel miraslarından, 2021’de bir müze ve ortak alan olarak kazandırılarak, sergi ve müze mekânları, sahneleri, kütüphaneleriyle gençlere yirmi dört saat
açık bir çalışma ve etkinlik alanı sunan Müze Gazhane ile savaş yüzünden yerinden edilmiş̧ sanatçılar tarafından Yeldeğirmeni’nde kurulan arthereistanbul bienal ziyaretçilerini bekliyor.
Müze Gazhane
‘Bırakın bu bienal de kompost olsun’
Türkiye’nin ve dünyanın krizlerini, farklı sanat pratikleriyle tartışmaya açmayı, bunlar üzerine düşündürmeyi ve diyalog başlatmayı hedefleyen Bienal’in vurgu yaptığı kavramlardan biri ‘kompost‘.
Kompostun ‘devinerek doğaya dönen ve süreç bitse de var olmayı sürdüren’ doğasına atıfla bienal metninde şöyle deniyor:
“Belki bu bienal büyük bir toplanma ya da tek bir zaman ve mekânda yapılan planlı bir buluşma değil, bir dağılma, gözden uzak bir mayalanmadır. İplikleri bir araya gelir, çoğalır, ayrılır, gürültülü bir zirveye ya da nihai bir düğüme ulaşmadan yer yer kesişir. Bırakın bu bienal de kompost olsun.Vaktinden önce başlayabilsin, bittikten çok sonra da devam edebilsin.”
Bu buluşmanın konukları, içinde bulunduğumuz zamana –gezegende bizzat yol açtığımız ve hep birlikte yüzleşmemiz gereken bu işlev bozukluğuna– çok eski ve çok yeni teknikleri, yakınlardan ve uzaklardan gelen fikirleri öğrenerek ve paylaşarak anlam vermeye çalışan bireyler ve gruplar olacak.”
Dünyanın ve ülkemizin krizleri her geçen yıl biraz daha derinden sorgulanır ve bu sorgulamalar da giderek yüksek sesle dile getirilir oldu.
Bienal şimdiden, bu soruları bir adım daha ileri götürmeyi ve sanatın bütün gücünü de arkasına alarak daha güzel sorular sormayı başarmış görünüyor.
İstanbul’un, Türkiye’nin ve dünyanın krizlere dair tartışmalarının sanatla perçinlenmesi hepimize iyi gelecek. Ancak bu sorulara bir tane daha ekleyelim: “Bu güzel sorularımıza kim, ne zaman yanıt vermeye başlayacak?”
Mersin Büyükşehir Belediyesi İtfaiyesi, 16 bin kilometrekarelik alanda, 2 milyonluk nüfusa 563 itfaiye eriyle hizmet veriyor. Son iki yıldır geniş çaplı orman yangınlarına da tanık olunan şehirde itfaiye erleri orman yangınlarında da aktif görev aldı.
Mersin Büyükşehir Belediye Başkanı Vahap Seçer, kadrolarına 282 yeni itfaiye eri daha katmak için Çevre, Şehircilik ve İklim Bakanlığı‘na yazı yazdı ancak Mersin’in beklediği 282 yeni itfaiyeci için beklenen imza yedi aydır Ankara’dan çıkmadı. Seçer, kadro beklentilerini, büyük orman yangınından altı gün sonra, belediye meclisinde bir kez daha hatırlattı.
Belediye Meclisi’nin eylül ayı olağan toplantısının açılışında konuşan CHP’li Başkan Seçer 7 Eylül 2022 günü Gülnar’a bağlı Büyükeceli Mahallesi’nde orman yangını çıktığını, yangının kısa sürede Silifke’nin Hırmanlı ve Yeşilovacık mahallelerine yayıldığını hatırlattı:
“Yangın yaklaşık 1500 dekarlık alanda etkili oldu. 29 saatlik hummalı bir çalışma sonunda yangın kontrol altına alınabildi. Büyükşehir Belediyemiz ile Adana, Antalya, Hatay, Gaziantep, Kayseri, Konya, Karaman, Kahramanmaraş, Aksaray, Niğde ve Alanya belediyeleri itfaiyeleri ile ilgili tüm kurum ve kuruluşlar havadan, karadan müdahalede bulundu. Bölgede büyük özveriyle çalışan tüm kahramanlara teşekkür ediyorum. Bu tür afetlerin yaşanmaması konusunda vatandaşlarımız duyarlı olmaya davet ediyorum.”
Bakanlıktan yedi aydır ses yok
Mersin Büyükşehir Belediyesi İtfaiye Daire Başkanlığı’nın 563 itfaiye personeli ile hizmet verdiğini kaydeden Seçer şu noktalara dikkat çekti:
“Bilindiği gibi itfaiyemizin görev alanı yerleşim alanlarıyla sınırlıdır. Ama bütün canların imdadına koşmak için her zaman hazır bir teşkilata sahip olmamız lazım. Son yangında buna bir kez daha şahit olduk. Biz de itfaiye teşkilatımızı güçlendirmek adına önemli bir ilke imza atıyoruz. Ata eğitim merkezini hayata geçiriyoruz. Sadece kendi belediyemiz değil başka belediyelerden itfaiyeciler de orada eğitim alacak.
Aynı zamanda itfaiye teşkilatımızı güçlendirmek amacıyla 282 yeni itfaiyeci alımı için Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na 28 Şubat 2022 tarihinde bir yazı yazarak itfaiye eri atama kadrosu izni talep ettik. İtfaiye erleri her fizik açından, hem mental açıdan iyi seçilmesi ve hazırlanması gerekiyor. Çünkü hayata doğrudan müdahale ediyorlar. Hayat kurtarıyorlar. Biz de bu konuyu önemsiyoruz. Ancak yazının üzerinden 7 ay geçmesine rağmen bize bu konuda olumlu bir yanıt verilmedi. Gönül ister ki bu konuyla ilgili bakanlık bize yanıt versin, Mersin itfaiye teşkilatını eğitim merkeziyle, araç gereç ve personeliyle Türkiye’ye örnek bir itfaiye teşkilatı haline getirelim. İtfaiyeye yeni araçlar kazandırdık. Paraya da acımadık çünkü bizim önceliğimiz insanların can güvenliği, mal güvenliği, yerleşim alanlarında çıkacak yangınlara zamanında ve etkin müdahale için kendimizi yenileme gayreti içinde oluyoruz.”
Tekirdağ Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Albayrak, belediye hizmet binasının bahçesine, protesto alanı kurdu. Türkiye’de ilk olarak nitelendirilen protesto alanı için Başkan Albayrak; “İnsan odaklı yönetim anlayışımın ve ifade özgürlüğüne olan saygımızın bir ifadesi olarak hizmetinizde olacaktır” yorumunda bulunurken; ilk protesto başladı. TESKİ personeli Ali Koşer, belirlenen alana çadır kurarak “Yasal hakkımı kullanıyorum” dedi.
Protestoların gölgesinde açılan Tekirdağ Büyükşehir Belediyesi yeni hizmet binasının bahçesine kurulan protesto alanını, Başkan Albayrak, sosyal medya hesabından duyurdu.
Tekirdağ Büyükşehir Belediyesi Hizmet Binamızın Ön Cephesinde Protesto Alanımızı Belirledik. pic.twitter.com/aYIUD8NlgJ
19 Ağustos’ta CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun katılımı ile hizmete açılan belediye binası açılış töreninde, belediye personelinin, enflasyon karşısında eriyen maaşlarına karşılık zam talebine ilişkin protestolar gerçekleşmişti.
Başkan Albayrak, 12 Eylül Pazartesi gecesi, sosyal medya hesabından gerçekleştirdiği paylaşımda, her türlü eleştiriyi ve protestoyu kendilerini geliştirmek için bir fırsat olarak gördüklerini belirterek, personelin yasal hakları çerçevesinde eylemlerini, protesto alanında gönül rahatlığıyla yapabileceklerini bildirdi.
İlk eylem başladı
Başkan Albayrak, paylaşımında şu ifadelere yer verdi: “Tekirdağ Büyükşehir Belediyesi Hizmet Binamızın Ön Cephesinde Protesto Alanımızı Belirledik.
Yeni Hizmet Binamızın bahçesinde oluşturduğumuz 𝐓𝐄𝐊𝐈̇𝐑𝐃𝐀𝐆̆ 𝐁𝐔̈𝐘𝐔̈𝐊𝐒̧𝐄𝐇𝐈̇𝐑 𝐁𝐄𝐋𝐄𝐃𝐈̇𝐘𝐄𝐒𝐈̇’𝐍𝐈̇ 𝐏𝐑𝐎𝐓𝐄𝐒𝐓𝐎 𝐄𝐓𝐌𝐄 𝐀𝐋𝐀𝐍𝐈, insan odaklı yönetim anlayışımızın ve ifade özgürlüğüne olan saygımızın bir ifadesi olarak hizmetinizde olacaktır.
Saygı sınırlarını aşmayan, kurum itibarını zedelemeyen ve kişisel hakları ihlal etmeyen taleplerin özgürce ifade edildiği, her türlü eleştiriyi ve protestoyu kendimizi geliştirmek için bir fırsat olarak görüyoruz.
Yasal haklarınız çerçevesinde eylemlerinizi 𝐓𝐄𝐊𝐈̇𝐑𝐃𝐀𝐆̆ 𝐁𝐔̈𝐘𝐔̈𝐊𝐒̧𝐄𝐇𝐈̇𝐑 𝐁𝐄𝐋𝐄𝐃𝐈̇𝐘𝐄𝐒𝐈̇’𝐍𝐈̇ 𝐏𝐑𝐎𝐓𝐄𝐒𝐓𝐎 𝐄𝐓𝐌𝐄 𝐀𝐋𝐀𝐍𝐈’nda gönül rahatlığıyla yapabilirsiniz”
Söz konusu paylaşımın ardından, Tekirdağ Büyükşehir Belediyesi Bünyesinde ki TESKİ personeli Ali Koşar, protesto alanına çadır kurarak, yasal hakkımı kullanıyorum paylaşımında bulundu.
Ek protokol ile ara zam talebinde bulunduklarını, başkanın ise seslerini duymadığını dile getiren Koşar, Başkan Albayrak’ın paylaşımının ardından bireysel olarak gidip, yasal hakkını kullandığını kaydetti.