Ağırlıklı olarak İstanbul’dan ve ülkenin farklı illerinden Doğa ve Yaşam SavunucularıTürkiye’nin doğusundaki ekolojik sorunların boyutlarını yerinde görmek ve incelemek için altı gündür Hakkari ve Van çevresinde hareket halinde.
Doğa savunucuları dün Hakkari’de basın açıklaması gerçekleştirdikten sonra bugün Van’a hareket etti.
Van’da yapılan açıklamada bölgedeki ekolojik sorunlara dair gözlemlerini paylaştı:
“Bildiğiniz gibi, ülkemiz özellikle son 20 yıldır her yeni gün yeni bir talan projesi ile karşı karşıya kalmakta, ülkemizin doğası, rant uğruna acımasızca talan edilmektedir. Bu talan projelerinin en büyük destekçisi ise, inşaat enerji ve madencilik odaklı yerli ve yabancı sermayenin önünü açmak için sayısız düzenleme yapan siyasi iktidardır. Bölgenizde geçirdiğimiz ve çevreyi incelediğimiz yaklaşık bir hafta boyunca Saros, Kazdağları, İkizköy, İkizdere veya İliç gibi ülkemizin sayısız noktasında karşımıza çıkan rant odaklı tahribatın ve çevre kirliliğinin Hakkari’de ve Van’da da çok ciddi boyutta olduğunu gördük.”
Yirmi ayrı dernek, kulüp, inisiyatif ve federasyonun imzacı olduğu açıklamada “Maalesef tespitimize göre sayısız endemik bitki ve hayvan türlerinin yok olma tehlikesi taşıması bir yana, başta insan olmak üzere tüm canlıların yaşamı için olmazsa olmaz değer taşıyan Zap suyu ve Zilan’ın ve Van Gölü‘nün kirliliği nedeniyle bugün ve yakın gelecekte bölgede yaşayan insanların sağlığı da büyük risk altındadır” denildi.
“Zap suyunun madenler nedeniyle kirliliği, taş ocaklarının yarattığı toz bulutları, Hakkari’nin çok yakınındaki çöplerin kokusu ve yaydığı zehirli gazlar ve tabii bir dünya harikası olan Van Gölü’nün atıklar yüzünden giderek kirlenmesi nedeniyle bazı noktalarında yaydığı koku bizleri dehşete düşürmüştür.”
Aktivistler dört mevsim ekolojik temelli ÇED raporları hazırlanmadan, endemik türler hesaba katılmadan, yeterli kapasiteye sahip filtreleme ve arıtma sistemleri kurulmadan işletmelerin çalıştırıldığını gözlemlediklerini aktardı.
Bir milyon iki yüz bin nüfusa sahip Van Gölü havzasındaki plansız yapılaşmanın Van Gölü’nü tehdit balçığa dönüştürdüğüne vurgu yapan doğa savunucuları açıklamada şunlara yer verdi:
“Her gün 46 bin 400 metreküp yani dört bin 500 kamyon dolusu atığın Van Gölü‘ne döküldüğü, Van Gölü‘nde yapılan dip çamuru temizliğinin ise balçığın gölün bir noktadan bir noktaya taşınmasından ibaret olduğu, dolayısı ile aslında sadece algı yaratmak işlevi taşıdığı, 150 metre derinliğinde 500-600 metre genişliğinde yapılan dip temizliği çalışmasının hem tekniğine hem de amacına hizmet etmediği, büyük bir yatırımla yapılmış olan mevcut biyolojik arıtma tesisinin ise çalıştırılmadığı bilgisi bizler için şok edici olmuştur. Çıkan çamurun gölün kenarına dökülmesi, dipte kalmasından daha büyük bir çevre felaketidir. İvedikle Van Gölü için koruma kanunu çıkarılması ve hayata geçirilmesi gerektiğine inanıyoruz.”
Aktivistler, ülkenin doğu, batı, kuzey veya güney fark etmeksizin hiçbir bölgesinde böylesi bir tahribatı kabul etmeyeceklerini ve hangi coğrafyada olursa olsun kamuoyunda farkındalık yaratmak adına inceleme ve etkinliklerini şimdiye kadar olduğu gibi bundan böyle de sürdüreceklerini söyledi. Açıklamaya imzacı olan STK’lar ise şöyle:
Doğa İçin Sanat Derneği (DİSDER)
Van Çevre ve Tarih Eserler Koruma Derneği (ÇEVDER)
Muğla‘nın Milas ilçesine bağlı Aslanyaka‘da canlı sağlığı, zeytinlikler ve ormanlar için 2005’ten bu yana hakim olan kalker ocağı tehdidiyle ilgili bilirkişi raporu Aslanyaka’dan yana çıktı.
Bilirkişiler Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) Gerekli Değildir kararına karşı yurttaşlar tarafından açılan davadaki iptal talebinin uygun olduğu görüşünü verdi.
“Aslanyaka sakinleri olarak 2005- 2015 tarihleri arası faaliyet gösteren taş ocağının çevreye olan olumsuz etkilerini 10 yıl yaşayarak öğrendik. Bizler yaşam alanlarımızı sonuna kadar korumaya kararlıyız. Çünkü biz haklıyız.”
Bu sözler Aslanyaka’daki ekokırım tehdidine karşı direnen ve köyde geçimini tarımla sağlayan Makina Öğretmeni Mehmet Polat‘a ait.
Aslanyaka’da yapılmak istenen Kırma Eleme Tesisi ve Maden (Kalker) Ocağı Kapasite Artırım Faaliyeti projesinde bilirkişi görüşü projenin hayata geçmesi durumunda köyde bir yıkıma sebebiyet vereceğini ortaya koydu. Heyet mahkemeye “ÇED Gerekli Değildir” kararınının iptali yönünde görüş bildirdi.
Aslanyaka’daki proje alanının Yandex üzerinden alınmış bir görüntüsü.
‘Haklılığımız bilimsel raporlarla ortaya konuldu’
Maden ocağına karşı köyünün yanında yer alan Polat, bilirkişi raporuyla ortaya koyulan projenin zararlarıyla ilgili olarak Yeşil Gazete’ye değerlendirmede bulundu:
“Hala devam eden etkileri de mevcut durumda iken, bu bilinçle taş ocağına karşı hukuki mücadele başlattık. 4 Mart 2022 tarihli 202274 sayılı ‘Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) Gerekli Değildir‘ kararının iptali ve daha evvel verilen ruhsatın iptali istemiyle açtığımız davada 29 Ağustos 2022’de alanda yapılan incelemeler sonucu Aslanyakalılar olarak haklılığımız bilimsel raporlarla ortaya konulmuştur. Bizlerin beklentisi şimdi mahkemenin bu bilimsel veriler doğrultusunda Aslanyaka taş ocağı açma girişimine ‘ÇED Gerekli Değildir’ raporunun iptali yanında geçmişte verilen ruhsatın da iptali yönünde karar vermesidir.”
Kalker ocağı bölgesinde kesilen çam ağaçları. Fotoğraf: Mehmet Polat
Öte yandan Zeytinciliğin Islahı ve Yabanilerinin Aşılattırılmasına Dair Kanun ve bu kanunla ilgili değişiklikler kapsamında zeytinlik sahaları içinde ve bu sahalara en az üç kilometre mesafede zeytinyağı fabrikası hariç zeytinliklerin vegatatif ve generatif gelişmesine mani olacak kimyevi atık bırakan, toz ve duman çıkaran tesis yapımı ve işletimine izin verilmiyor.
Polat daha önce Yeşil Gazete‘ye heyetten Orman Mühendisi olan bir bilirkişiye bölgedeki ağaç tahribatlarını gösterdiğini, keşifle ilgili umutlu olduğunu söylemişti. Nihayetinde keşif sonucu da Polat’ın umudunu destekler nitelikte çıktı:
‘Kamu yararı yok’
Proje Tanıtım Dosyası (PTD) raporunda anlatılan söz konusu etkinliğin saha gerçeklerini yeterince açıklamayan jeolojik ve hidrojeoloji değerlendirmeler içermesi, yörenin jeolojik ve hidrojelojik özellikleri, yeraltı suyu durumları, kaynaklar, kuyular, su depoları vb. birçok konu yeterince açıklanmadığından oluşturabileceği çevresel etkilerinin de yeterince bilinmemesi,
Mermer ocağı olarak işletilmesi planlanan dava konusu alan ve çevresinde bulunan kireçtaşlarının geçirimli ve karstik özellikli olması, söz konusu etkinlikle sahadan önemli miktarda malzeme alınacağından madencilik faaliyetlerinin yeraltı sularını olumsuz etkileme potansiyeli bulunması nedenleriyle kamu yararı bulunmaması,
Kalker ocağı bölgesinde kesilen çam ağaçları. Fotoğraf: Mehmet Polat
‘Proje alanında yoğun olarak zeytinlikler var’
Tapu ve Kadastro Henel Müdürlüğünün parsel sorgu programından yapılan sorgulama sonucunda, proje faaliyet alanının üç kilometrelik yarıçap içerisinde yoğun olarakzeytinlik parsellerinin bulunduğunun tespit edilmesi,
‘Alanda arı konaklama noktaları var’
Dava konusu proje faaliyet alanının çevresinde resmi kurumlarca tanımlanmış Arı Konaklama Noktalarının bulunması,
Proje tanıtım dosyasında da ifade edildiği gibi proje faaliyeti sonucunda tozlanmanın meydana gelecek olması,
3573 sayılı Zeytinciliğin Islahı ve Yabanilerinin Aşılattırılması Hakkında Kanun’un 20. Maddesinin gerekli tedbirler alınmış olsa bile zeytinlik sahalarında ve bu sahalara en az 3 kilometre mesafede zeytinyağı fabrikaları ile küçük ölçekli tarımsal sanayi işletmeleri hariç kimyevi atık bırakan, toz ve duman çıkaran ya da sayıları olumsuz sonuçlara yol açma ihtimali bulunan tesislerin yapılmasını ve işletilmesini önlemeyi amaçladığının açık olması,
Aslanyakalı direnişçiler. Vatandaşlar Temmuz’da şirketin kepçelerinin önünde durarak faaliyetlerine engel oldu.
‘Çevrede olumsuz etkiler, orman üzerinde baskılar ortaya çıkaracak’
Proje faaliyetinin, çevre yerleşmeler, zeytinlikler ve tarım alanları üzerinden olumsuz etkiler ve orman alanı üzerinde baskılar ortaya çıkaracak olması,
‘Sağlıklı yaşam koşullarını olumsuz etkileyecek’
Dava konusu projenin yerleşim alanlarına oldukça yakın bir konumda yer alması, çevresindeki nüfusun sağlıklı yaşam koşullarını olumsuz yönde etkileyecek nitelikte bir sanayi tesis alanı olması nedenleriyle yer seçimi ilkeleri açısından dava konusu tesisin planlama ilkelerine, şehircilik esaslarına ve kamu yararına uygunluk göstermemesi,
Sanayi kaynaklı hava kirliliğinin kontrolü yönetmeliği açısından eksiklik/uygunsuzluk içermekte olması,
ÇED Yönetmeliği Ek 5, koşulunu sağlamaması,
Kalker ocağının bulunduğu bölge. Fotoğraf: Mehmet Polat
‘Dosyada belirtildiği şekilde uygulama imkanı yok’
Davalı idarenin tesis etmiş olduğu ÇED Gerekli Değildir kararına ait 8,4772 ha’lık ÇED çalışma alanında ( 2 milyon ton/yıl kapasiteli) kalker ocağı (395 bin ton/yıl kapasiteli) Kırma Eleme Tesisi Kapasite Artırım faaliyeti projesinin sahanın içinden geçmekte olan ve bir adet taşıyıcı direği de saha içinde bulunan 380 kV elektrik iletim hattından dolayı projenin tanıtım dosyasında belirtildiği şekilde uygulama imkanının bulunmaması,
Projede kaç adet ağaç kesileceği noktasında tereddütlerin olması ve tam kapalı makilik alan ile bozuk kızılçamla kaplı bir ormanda kesilecek ağaçların orman ekosistemine olası etkilerinin göz ardı edilmesi,
Orman yangınlarıyla mücadelede etkin bir planlama söz konusu olmaması, nedenlerine bağlı olarak ayrı bilim dallarında inceleme ve değerlendirmelerini yapan bilirkişi heyetince dava konusu ‘ÇED Gerekli Değildir’ kararının iptal isteminin uygun olduğu kanaatine varıldı.
Vatandaşlar Temmuz’da şirketin kepçelerinin önünde durarak faaliyetlerine engel oldu.
Ne olmuştu?
2015’te durdurulan Çaba Mobilya Sanayi İnş. Toz. Gıda. Tic. M. T. İ.İ. Ltd Şti. tesisinin doğa üzerindeki tehdidi, Mart 2022’de yeniden ortaya çıkıyor.
Mart 2022’de şirketin Kırma Eleme Tesisi ve Kalker Ocağı Kapasite Artırım Faaliyeti talebi sonrası ‘Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) Gerekli Değildir’ kararı veriliyor.
ÇED yapılması için gerekli tutulan alan boyutunda 25 hektarın üzerinde olma şartı aranıyor. Şirketin alanı ise tam olarak sınırda tutulmuş durumda: 24,57 hektar.
Polat, bölgeden 10 kişiyle birlikte 1 Nisan’da hem yürütmeyi durdurma hem de ruhsatın iptali için dava açıyor.
Kapasite artırımına Muğla Valiliğince verilen ‘ÇED Gerekli Değildir’ kararına karşı dava sürüyor.
26 Temmuz’da şirket Aslanyaka’ya yol yapım çalışması adı altında iş makinalarını sokmuştu.
Bursa’nın İznik ilçesinde 29 Eylül-2 Ekim tarihlerinde düzenlenecek 4’üncü Dünya Göçebe Oyunları için İznik Gölü çevresinde çalışmalar devam ediyor. Türkiye Geleneksel Spor Dalları Federasyonu Başkanı Hakan Kazancı’nın açıklamasına göre etkinlikte Çarkıca-İznik hattı boyunca 600 dönümlük bir arazi yeniden düzenlenerek 5 bin kişilik tribün inşa edildi, balçık yerleri düzeltildi, 20 tane oba çadırı için alan oluşturuldu.
‘Bilal Erdoğan için göl yağmalanıyor’
Bölgeyi ziyaretinden sonra ANKA’ya konuşan CHP Bursa Milletvekili Orhan Sarıbal, oyunlar için inşa edilen yapıların sabit olduğunu belirterek, “Ne yazık ki eğer işin başında Cumhurbaşkanı varsa, onun oğlu varsa bu ülke böyle yağmalanabiliyor. Bilal oğlan için İznik Gölü yağmalanıyor. Bütün Türkiye’yi göreve çağırıyoruz” dedi.
Federasyon başkanının belirttiği alanın “İznik Gölü Sulak Alan Yönetim Planı Koruma Bölgeleri Haritası”na göre Hassas Koruma Bölgesi’nde kaldığını ifade eden CHP’li vekilin avukatı Eralp Atabek ise, yönetim planına göre bu alanda mera ıslahı yapılmasının bile yasaklandığını söyledi:
“Paylaşılan fotoğraf ve görüntülerden, sazların kesilmesi, bataklık alanların doldurulması ve alanın iş makinalarıyla tesviye edilerek, kalıcı yapılar yapılarak alanın doğal ve ekolojik yapısının geriye dönülmez şekilde tahrip edildiği görülmektedir.
Faaliyetin sorumluları, başta Gençlik ve Spor Bakanlığı olmak üzere, Bursa Valiliği, Bursa Büyükşehir Belediye Başkanlığı, İznik Belediyesi, Doğa Koruma ve Milli Parklar 2’nci Bölge Müdürlüğü, İl Tarım ve Orman Müdürlüğü yetkilileridir.
Bu kurum ve kişiler, 2872 sayılı Çevre Kanunu’na, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’na ve 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu’na muhalefet etmişlerdir. CHP Bursa Milletvekili Orhan Sarıbal, avukat Eralp Atabek ve avukat Erol Çiçek tarafından, kanunlara ve diğer mevzuata aykırı faaliyetin durdurulması için 26 Ağustos 2022 tarihinde Bursa Valiliği’ne bir dilekçe verilmiştir. Dilekçeye verilecek yanıt beklenmektedir. Ayrı faaliyetten dolayı, 2 Eylül 2022 tarihinde İznik Cumhuriyet Başsavcılığı’na ilgililer hakkında suç duyurusunda bulunulmuştur.”
‘Buraya büyük para akıyor‘
Bölgeye büyük miktarda para aktığını dile getiren CHP’li vekil Sarıbal, “Bir tarafta BUSKİ’nin araçları, bir tarafta İznik Belediyesi’nin araçları, bir tarafta bütün kamunun araçları buraya seferber olmuş. Oysa şu anda birçok yoksullukla uğraşan, açlıkla uğraşan bir toplumla karşı karşıyayız” dedi.
Bölgenin çok hassas bir alan olduğunu, canlı yaşamı açısından tampon bölge niteliği bulunduğunu anlatan Sarıbal, şöyle konuştu:
“Burada bu tür sabit yapıların yapılması yanlıştır. Bütün toprak zemin kaldırıldı, üzerine inşaat mıcırları döküldü. Daha da yetmedi, sabit platformlar yapılarak burada aslında hiç olmaması gereken işler yapıldı. Yani yapılan iş, hukuka ve her türlü çevre ilişkilerine aykırı, alınmış bütün kanun ve kurallara aykırı.
Bu ülke bunları hak etmiyor. Biz de bunların karşısındayız. Bilal oğlan için İznik Gölü yağmalanıyor. Bütün Türkiye’yi göreve çağırıyoruz. Bir tarafta açlık, yoksulluk, tarımda çöküş; öbür tarafta saltanat, dört günlük keyif için koca Bursa’nın binlerce yıllık sulama, su havzası olan İznik Gölü yağmalanıyor.”
Mersin’deki Akkuyu Nükleer Santral inşaatında, IC İçtaş’ın yüzde 50 ortak olduğu konsorsiyumun sözleşmesinin feshedilmesinden bir ay sonra ekipmanlara koyulan mühürlerin söküldüğü iddiası ortaya atıldı.
ANKA Haber Ajansı’nınaktardığına göre; IC İçtaş’ın şantiye sahasında bulunan varlıklarını korumak amacıyla Mersin 2. Asliye Ticaret Mahkemesi’ne aldırdığı ihtiyati tedbir kararının Akkuyu Nükleer AŞ ve TSM Enerji tarafından dikkate alınmadığı, mahkeme kararıyla ekipmanların üzerine konulan mühürlerin söküldüğü iddia edildi.
Akkuyu Nükleer Santrali’nin satın alma, mühendislik ve inşaat işleri için IC İçtaş’ın yüzde 50 ortak olduğu konsorsiyumun sözleşmesi 26 Temmuz’da feshedilmişti.
Rus Rosatom yönetimindeki Akkuyu Nükleer AŞ tarafından yapılan bu fesih, 2023’te bazı reaktörlerinin devreye alınması planlanan tesiste kaosa yol açtığı öne sürülmüştü.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin arasında, 15-16 Eylül’de Şanghay İşbirliği Teşkilatı Zirvesi’nde yapılacak görüşmenin ana gündem maddelerinden biri olması beklenen Akkuyu Nükleer Santrali inşaatı yeni iddialarla gündeme geldi.
Edinilen bilgiye göre; IC İçtaş, bu gelişmeler üzerine Mersin 2. Ticaret Asliye Mahkemesi’ne başvurarak tesisteki varlıklarını korumak amacıyla ihtiyati tedbir kararı aldırdı. Ancak mahkeme kararı doğrultusunda başlanan mühürleme işlemlerinin, Rosatom yönetimindeki Akkuyu Nükleer AŞ ve TSM Enerji yetkililerinin engellemeleri nedeniyle aradan bir hafta geçmesine rağmen tamamlanamadığı ileri sürüldü.
Mühürlenen ekipmanların üzerindeki mühürlerin de işçiler ve Rus yöneticiler tarafından söküldüğü ve mahkeme kararı çiğnenerek bu ekipmanlar kullanılmaya çalışıldığı iddia edildi.
Konsorsiyumun varlıklarının üzerindeki marka, model, seri numarası gibi detayların silindiği; bu ekipmanların Rus firmasına ait olduğu izlenimi vermek amacıyla üzerlerine Rusça isimler işlenmeye çalışıldığı da gelen iddialar arasında bulunuyor.
IC İçtaş’ın, jandarmanın da tanık olduğu bu gelişmeler üzerine sorumlular hakkında suç duyurusunda bulunduğu öğrenildi.
Dersim’deki Munzur Vadisi Milli Parkı’na koruma altındaki yaban hayvanları, piknikçiler ve araçların Munzur Nehri kenarında yoğunluk yaratması nedeniyle su ihtiyacını karşılamakta sorun yaşıyor. Nehre inmeye çalışan hayvanların, araçlar ve insanlar nedeniyle tedirginlik yaşadığı görülürken, Türkiye Barolar Birliği Çevre ve Kent Hukuku Komisyonu üyesi avukat Barış Yıldırım, “Tunceli‘den Ovacık‘a doğru 59 kilometre boyunca yaban keçilerinin araç trafiği ve insan baskısından dolayı dağlardan suya baktığını gözlemleyebiliyoruz. Gerekli önlemleri alarak, alanın izolesini talep ediyoruz” dedi.
1971 yılında milli park ilan edilen Munzur Vadisi Milli Parkı, 42 bin 674 hektarlık alanda zengin akarsu kaynakları, endemik bitki örtüsü ve nesli tükenme tehlikesiyle karşı karşıya olan birçok yaban hayvanıyla Türkiye’nin en zengin milli parkları arasında yer alıyor. Türkiye’nin de taraf olduğu Uluslararası Bern Sözleşmesi‘yle korunan ve ceviz, kavak, söğüt, çınar, asma, karaağaç, çalı gibi bitki türleriyle kaplı vadi, vaşak, yaban keçisi, tilki, kurt, sansar, su samuru, porsuk, sincap, tavşan, yaban domuzu, ur kekliği, çengel boynuzlu dağ keçisi ve ayı gibi daha birçok canlı türüne de ev sahipliği yapıyor.
Ovacık ilçesine 10 kilometre uzaktaki Munzur Çayı’na her yıl yüz binlerce kişi akın ediyor. İlkbahar ve yaz döneminde PTS (Plaka Tanıma Sistemi) kayıtlarına göre Munzur Vadisi Milli Parkı’na yaklaşık 150 bin araç giriş yaptı. Türkiye’de en fazla yaban keçisinin yaşadığı bölge olarak bilinen Munzur Vadisi Milli Parkı’nda, yöre insanı tarafından kutsal kabul edilen koruma altındaki yaban keçilerinin kaçak avcılıkla mücadele kapsamında sayıları arttı. Yaz mevsiminde dağlardaki otların ve dere sularının kurumasıyla yaban keçileri, su ihtiyaçlarını karşılamak için parkın içinden geçen Munzur Nehri kıyısına inmeye çalışıyor.
‘Munzur Milli Parkı Yellowstone’dan daha zengin’
Ancak araç trafiğiyle piknik yapanlar, çoğu zaman yaban keçilerinin su içmelerine engel oluyor. Hayvanlar yol kenarında kayalardaki tuzları yiyerek tuz ihtiyaçlarını karşılarken de aynı sıkıntıyla karşı karşıya kalıyor.
Yaban keçilerinin yavrularıyla nehre inerken yaşadıkları zorluklar ve araçların geçişi sırasında bölgeden kaçışları havadan görüntülendi. Çevreciler de milli parka araç ve insanların kontrollü girişinin sağlanması ve sınırlama getirilmesini istiyor. Doğa Koruma ve Milli Parklar Tunceli Şubesi ekipleri, yaban hayatının zarar görmemesi ve halkın ateşli piknik yapmaması için vadi boyunca devriye geziyor.
Türkiye Barolar Birliği Çevre ve Kent Hukuku Komisyonu üyesi avukat Barış Yıldırım, Munzur Vadisi Milli Parkı’nın ekolojik çeşitliliğine değinerek şunları söyledi:
“Dünyanın ilk milli parkı ABD‘de bulunan Yellowstone Milli Parkı, alan olarak Munzur Vadisi Milli Parkı’nın 20 katı büyüklüğünde. Fakat Munzur Vadisi Milli Parkı’ndaki gerek bitki sayısı, gerek yaban hayatı canlı sayısı Yellowstone’dan çok fazla. Yellowstone Milli Parkı Dünya Kültür Mirası Listesi‘nde olmasına karşı Munzur Vadisi Milli Parkı, henüz bu listeye alınmadı. Ülkemizin taraf olduğu Avrupa’nın Yaban Hayatı ve Yaşama Alanlarını Koruma Sözleşmesi olan Bern Sözleşmesi’ne göre koruma altında olan çok sayıda yaban hayatı canlısı var. Milli park ekosistemi çok zengin. Flora ve fauna türlerini içeriyor. Maalesef Milli Park Kanunu, yönetmenliği, çevre, orman ve mera kanunu ve ilgili mevzuatta belirtilen gerekli önlemler alınmadığından ağır insan baskısı altında. Bu kadar önemli ekolojik sahada bir alan kılavuzu yok. Yani milli parktaki yasakları anlatabilecek, yasak fiilleri engelleyebilecek, yasak eylemlere hızlıca müdahale edebilecek görevlilerin burada bulunması gerekiyor”
Yıldırım, milli park sınırlarında araç trafiğinin ve insan yoğunluğunun yaban hayatını tehdit ettiğini ifade etti:
Araçlar kontrolsüz bir şekilde sürekli vadide geçiyor. Tunceli-Ovacık yolu boyunca gelişi güzel bir araç trafiği var. Bu da özellikle kara yolu boyunca uzanan Munzur ırmağından su içmek için havzadan aşağıya doğru, suya inen canlıları engelliyor. Irmak boyunca birçok noktada araçların ve insanların bulunması sebebiyle özellikle yaban keçisi su içmeye inemiyor. Bunun önlenmesi ve kontrol altına alınması, habitatların korunması lazım. Tunceli’den Ovacık ilçesine doğru yaklaşık 59 kilometre boyunca yaban keçilerinin araç trafiği ve insan baskısından dolayı dağlardan suya baktığını, suya inemediklerini gözlemleyebiliyoruz.
Yaban keçilerinin, sabah ve ikindiden sonra günde iki kere su içmeye inmeleri gerekir ama inemiyorlar. Bu durum da biyolojik olarak besin zincirlerinin bozulmasına sebebiyet veriyor. ”
Boğaziçi Üniversitesi İklim Değişikliği ve Politikaları Uygulama ve Araştırma Merkezi Müdürü ve Yeşil Gazete yazarı Prof. Dr. Levent Kurnaz, Pakistan‘da geçen haftalarda yaşanan ve onlarca kişinin ölümüne, binlerce Pakistanlının evlerini terk etmesine neden olan ağır sel ve taşkın felaketinin nedenleri ve olası sonuçlarını değerlendirdi.
AA için bir analiz kaleme alan Kurnaz, Pakistan’ın 240 milyonu aşan nüfusuyla yakın gelecekte iklim göçü verecek büyük ülkelerin başını çektiğine dikkat çekerek, “Bugün için bu insanlara yardım taşımaktan başka yapabileceğimiz bir şey bulunmuyor. Ama taşkın suları çekildiği anda nehir kenarlarındaki setlerin güçlendirilmesi için acilen çalışmalara başlanılması gerekiyor” dedi.
Levent Kurnaz’ın analiz yazısı şöyle:
“Irmaklardan akan su miktarı aydan aya ve seneden seneye değişebilir. Ülkemizdeki çoğu ırmağın su miktarının yaz aylarında düşüp, kış aylarında yükseldiğini biliriz. Bu, ülkemizin iklim koşullarından kaynaklanıyor. Genel yapısı ile yazları sıcak ve kurak, kışları soğuk ya da serin ve yağışlı diyebileceğimiz iklimimiz nehirlerin kış ve bahar aylarında daha fazla; yaz ve sonbaharda ise nispeten daha az su taşıması sonucunu doğurur.
Nehirler binlerce, hatta milyonlarca yıl diyebileceğimiz uzun zaman sürelerinde toprağı aşındırır ve fırsat buldukça enine doğru da genişlerler. Bugün gördüğümüz vadiler, geçmişte bundan çok daha dar yapılardı ve akan suyun yanlarına olan baskısı ile uzun bir zaman süresinde genişlediler. Buradan, nehirlerin zaman zaman yataklarını terk ederek çevrelerini suyla kapladıklarını kolayca görebiliriz. Eski Mısır gibi uygarlıklar nehirlerin bu yapısı üzerinde kurulmuştur. Belirli zamanlarda gelen yağışlar Nil Nehri’nin taşmasına neden olur. Bu mevsimde çiftçiler ürünleri toplayıp nehirden uzaklaşırlar, nehrin yatağına döndüğü mevsimde de geri dönerler. Nehrin zaman zaman sular altında bıraktığı bu bölgeye “taşkın havzası” adı verilir. Taşkın havzasında yer alan bölgelerin bu sene olmazsa seneye, o da olmazsa yakın gelecekte bir gün sular altında kalacağı neredeyse kesindir.
Taşkın havzasındaki bu etkileri azaltmak için yapılacak en önemli çalışma suyu barajlarda biriktirerek akışın düzenliliğini sağlamaktır. Bu, oldukça maliyetli bir süreçtir ve Mısır bunu ancak 1970’te başararak Nil Nehri’nin yatağından taşmamasını sağlamıştır. Mısır’da nüfusun önemli bir kısmı ile tarım alanları ve sanayi bu taşkın havzasında yer aldığından Mısır’ın gelişmesi bu barajın düzgün çalışması ile sağlanmıştır.
Buna karşılık Mississippi Nehri çok uzun bir düzlükte aktığından baraj yapımına uygun değildir. Ayrıca nehrin havzasındaki yağışlar da mevsimsel olmadığından nehrin akışını kontrol etmeye fazla gerek duyulmuyor. Bunun ötesinde, bir de nehrin düzenli akışının kolaylaştırdığı nehir taşımacılığı büyük baraj yapımını tamamen anlamsız kılıyor. Ancak Mississippi de zaman zaman taşıyor. Bu taşkınların taşkın havzasında büyük zararlara yol açmaması için taşkınların görüldüğü yerlerde nehir kenarına yüksek setler çekilmiştir. Taşkınlar öncelikle nehrin denize yakın aşağı bölgelerinde görüldüğü için ilk setler o bölgeye yapılmıştır. Ama setlerin aşağı bölgelerde önlediği taşkın bu sefer biraz daha yukarıda oluşur ve geniş bir alana yayılır. O zaman setler biraz yukarıya doğru uzatılır, nehir de biraz yukarıda taşmaya başlar. Ülke ekonomisi bu set yapımına yetecek maddi imkanlara sahipse insanla doğa arasındaki bu savaş, çoğunlukla insanın lehine devam eder.
Güney Asya’da durum farklı
Yalnız, Güney Asya’daki nehirlere baktığımızda durum biraz değişir. Ana nehirler olan İndus, Ganj ve Brahmaputra taşıp büyük zarar verme potansiyeline her zaman sahipler. Bunun çeşitli nedenleri mevcut. Öncelikle buradaki nehirlerin geçtiği ülkelerin ABD veya Batı Avrupa gibi maddi imkanları yüksek değil. Bundan dolayı da nehirlerin taşmasını önlemeye yönelik çalışmaların uygulanması bu ülkeler için oldukça külfetli. Ama bunun ötesinde, nehirlerin su kaynağı tek değil en az iki tanedir. Bu kaynakların ilki Himalayalar‘daki buzullardır. Bu buzullara düşen kar yavaş yavaş eriyerek bu nehirlerin temel kaynağını oluşturur.
İklim değişikliği küresel ortalama sıcaklıkları artırdı. Artan sıcaklıklar daha fazla buzun erimesine ve nehirlerin normal seviyesinin de artmasına neden olur. Bu artış günlük yaşamda nehirlerin birden yükselmesine yol açmaz, yine de insanlar için güvenli yaşam koşullarını biraz daha zorlamaya başlar. Yani nehir kenarına yapılmış olan setler suyun yükselmesine dayanır ama zorlanır. Arada, Himalayalar’a yakın bölgelerde kar sularının erimesinden oluşan küçük göletler patlayarak nehrin seviyesinde ani yükselmelere yol açabilir ama bu taşkınlar, genelde büyük zarar vermesine rağmen geçicidir.
Güney Asya’daki nehirlerin ikinci ana kaynağı muson yağmurlarıdır. “Muson” kelimesi Arapçadaki “mevsim” kelimesinden gelir ve bu bölgede haziranda başlayıp ekim ayında sona eren mevsimsel yağışlara verilen isimdir. Muson yağmurları sadece bu bölgede değil, yeryüzünün değişik bölgelerinde değişik zamanlarda görülür. Bu yağmurların şiddeti seneden seneye çok fark edebilir. Bazı seneler hiç yağış düşmezken bazı seneler ortalamanın çok üzerinde yağış düşebilir. Bu değişikliğin ardında yatan sebep okyanuslarla karaların farklı hızlarda ısınmasıdır ve halen bilimin anlamaya çalıştığı sorulardan biridir.
“El Nino” adını verdiğimiz, Güneydoğu Pasifik‘teki suların normalden sıcak olmasına neden olan doğa olayının muson yağmurlarını da etkilediği biliniyor. El Nino görüldüğünde, yani okyanus suları normalden sıcak olduğunda Güney Asya’daki muson yağışları oldukça azalır; tam tersi La Nina görüldüğünde, yani okyanus suları normalden soğuk olduğunda da Güney Asya’daki muson yağışları artar.
Sellerin kaynağı yoğun nüfus ve altyapı problemi
İklim değişikliği Himalayalar’daki buzulları eritmenin ötesinde okyanus sularının da ısınmasına yol açtığından bugün ve yakın gelecekte El Nino şartlarının artması ve buna bağlı olarak Güney Asya’daki su kaynaklarının da azalması bekleniyor. Güney Asya bölgesindeki üç büyük ülke, Pakistan, Hindistan ve Bangladeş sırasıyla en büyük nüfusa sahip beşinci, ikinci ve sekizinci ülkelerdir. Nüfus yoğunluğu arttığı zaman insanlar, normal şartlar altında yaşamamaları gereken taşkın havzalarında kendilerine yaşam kurmaya çalışırlar. Taşkın havzalarındaki bu yerleşim ve tarım alanlarını su baskınlarından ve taşkınlardan korumak için ise yüksek setlerin inşa edilmesi gerekir. Bu setlerin inşası ise bir altyapı yatırımıdır ve ülkenin kalkınmasına katkısı ikincil olarak kabul edildiğinden öncelikli olarak görülmez. Şu anda nehirlerin alt kısımlarından yukarıya doğru ilerleyen set çalışmaları vardır ama bu çalışmalar yeterli olmadığından bir yandan setlerin yukarısından havzaya yayılan, diğer yandan da setleri kırıp yayılan taşkınlar sıkça görülüyor.
Setlerle ilgili bu problemi Güney Asya’ya özgü bir sorun olarak görmemek gerekiyor. Mississippi havzasında birkaç yılda bir setleri aşan ya da kıran taşkınlar geniş alanları sular altında bırakıyor. 2005 yılında, Katrina Kasırgası sırasında New Orleans‘ta bir setin kırılması şehrin önemli kısmını sular altında bırakıp ciddi can kaybına yol açmıştı.
Ancak yeryüzü son üç senedir ilginç sayılabilecek bir durumla karşı karşıya. Bir yanda okyanus sularının ortalama sıcaklığı artarken öte yandan Pasifik Okyanusu’nun güneydoğu kesiminde sular normalden daha serin, yani La Nina görülüyor. La Nina’nın Güney Asya’ya etkisi ise muson yağışlarının artması şeklinde karşımıza çıkıyor. İndus havzasında, bir yanda Himalayalar’daki buzulların erimesi, diğer yanda da artan muson yağışları nehirlerin setleri aşarak ciddi taşkınlar yaratmasına neden oldu. Bu taşkınlar sırasında etkilenen insan sayısının 30 milyonu aştığı söyleniyor.
Bugün için bu insanlara yardım taşımaktan başka yapabileceğimiz bir şey bulunmuyor. Ama taşkın suları çekildiği anda nehir kenarlarındaki setlerin güçlendirilmesi için acilen çalışmalara başlanılması gerekiyor. Bu tür olaylar, o bölgede gözlemlenen aşırı sıcaklarla birleştiğinde kısa süre içerisinde bölgeyi yaşanmaz hale getirebilir. Söz konusu olan bölge az nüfuslu bir yer olsa bu çok önemli bir sorun olarak görülmeyebilir. Ancak, Pakistan 240 milyonu aşan nüfusuyla yakın gelecekte iklim göçü verecek büyük ülkelerin başını çekiyor.
Dünyanın bu büyük göçleri engellemek için yapması gereken, o insanların kendi topraklarında yaşam güvencesine sahip olmalarına yardımcı olmaktır ancak ne yazık ki bu çabada başarılı değiliz. Dolayısıyla bugünün taşkın sorunu yakın geleceğin mülteci sorunu olarak kapımızı çalmaya aday görünüyor”
Fransız Yeni Dalgası’nın en önemli isimlerinden biri olan ünlü yönetmen Jean-Luc Godard 91 yaşında hayatını kaybetti.
Yönetmen daha 1960’lı yıllarda sinemayı da etkisi altına alan yeniliklere ilişkin eleştiri yapan genç isimlerden biriydi. Sinemaya yön veren akımlardan biri olan Fransız Yeni Dalgası da bu süreçte filizleniyordu.
Godard, Fransız Yeni Dalgası’nın da dışına çıkarak daha politik bir noktada ve proleteryanın yanında bir koltuğa yerleşerek sinemasının yönünü değiştirdi.
“Bir hikâyenin bir girişi, bir gelişme bölümü ve bir sonucu olmalıdır, ama ille de bu sırayla olması gerekmez” sözlerinin sahibi Godard, Serseri Aşıklar (À bout de souffle, 1960), Hayatını Yaşamak (Vivre sa vie, 1963), Nefret (Le mépris, 1963), Çete (Bande à part, 1964), Alphaville (1965), Çılgın Pierrot ( Pierrot le fou, 1965), Kral Lear (King Lear, 1987), Kadın Kadındır (Une femme est une femme, 1961) gibi filmlerin unutulmaz yönetmeni oldu.
Godard, daha genç yaşlarda başladığı sinema eleştirmenliğinin ve yönetmenliğinin yanı sıra aynı zamanda senaristlik de yapan bir isimdi. 131 ayrı filmin yönetmenliğini ve 98 filmin senaristliğini üstlenen Godard 47 filmde de oyuncu olarak yer almıştı.
Yeni Dalga’yı en fazla belirleyen kişi olan Godard, sinemada özümsediği eleştirel duruşu ve bakışıyla aslında yedinci sanatta öncü olan bir isim olarak unutulmazlar arasına girmiştir.
3 Aralık 1930’da Fransa’nın başkenti Paris’te doğan yönetmen, Cannes, Berlin, Venedik gibi sinema festivallerinden ödüllere de sahip.
İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi’nin (İSİG) yüzde 67’sini ulusal basından; yüzde 33’ünü ise işçilerin mesai arkadaşları, aileleri, iş güvenliği uzmanları, işyeri hekimleri, sendikalar ve yerel basından edindiği verilerle ortaya koyduğu rapora göre; 2022’nin ilk sekiz ayında en az bin 202 işçi hayatını kaybetti.
İSİG’in ortaya koyduğu rapora göre; 2022’nin ilk sekiz ayında Ocak’ta 120, Şubat’ta 109, Mart’ta 122, Nisan’da 129, Mayıs’da 176, Haziran’da 189, Temmuz’da 171 ve Ağustos’ta 186 işçi hayatını kaybetti.
Sekiz ayda 28 moto kurye öldü
Moto kurye ölümleri artarak devam ediyor. Pandemi ile birlikte giderek genişleyen, güvencesiz çalışmanın hakim olduğu ve işçi profilinin çoğunlukla 20’li yaşların başında olduğu sektörde işçi sağlığı açısından en net sonuç ortada: Ağustos ayında on moto kurye hayatını kaybetti. Yılın ilk sekiz ayında ölen moto kurye sayısı yirmi sekiz.
Yirmi sekiz yaş altında iş cinayetlerinde ölen genç (ve çocuk) işçilerin ölümünde oransal bir artış sürüyor. Ölümler 14 yaş altında tarım işkolunda ve Gaziantep, Şanlıurfa, Konya ve İstanbul’da; 18 yaş altında tarım, inşaat, konaklama, metal ve tekstil işkollarında ve Şanlıurfa, Adana, Gaziantep ve İstanbul’da; 18-28 yaş arasında ise inşaat,tarım, maden, taşımacılık, metal, enerji işkollarında ve İstanbul, Antalya, Manisa ve İzmir’de yoğunlaşıyor.
Yine uzun zamandır hakim olan neoliberal politikaların bir sonucu olan yaşlı işçi ölümleri artık her gün basında yer alıyor. İnşaatlarda, tarımda, sokakta atık toplarken 60’lı ve 70’li yaşlardaki işçiler düşerek, zehirlenerek, trafik kazasında hayatlarını kaybediyor.
İşçilerin çalışırken veya hakkını ararken uğradığı işverenler tarafından gerçekleştirilen şiddet olayları da devam ediyor:
İstanbul Bağcılar’da çalıştığı matbaadan yatırılmayan sigortası ve alacaklarını istediği için patronu ve muhasebecisi tarafından darp edilip gözünde bardak kırılan ve 32 dikiş atılan Selçuk Şimşek kalıcı görme kaybı riskiyle karşı karşıya.
Kastamonu Cide’de bir binanın boya işlerini yapan işçilere ev sahibinin oğlunun ateş açması sonucu Batmanlı 47 yaşındaki dört çocuk babası işçiAbdurrahman Birgün hayatını kaybetti, bir işçi yaralandı.
Balıkesir’de 34 yaşındaki üç çocuk babası işçi Muhammed Kara “işe geç geldiği” için patronu tarafından öldürüldü..
2013 yılından bugüne tersane/gemi sektöründe kayıt altına alınan 289. iş cinayeti Yalova Sefine Tersanesi’nde meydana geldi: Taşeron Özyılmazlar işçisi 19 yaşındaki Şanlıurfalı Yasin Demirdağ 20 metre yükseklikten düşerek hayatını kaybetti.
2022 yılının ilk sekiz ayında iş cinayetlerinin işkollarına göre dağılımı şöyle:
Tarım, Orman işkolunda 244 emekçi (120 işçi ve 124 çiftçi);
İnşaat, Yol işkolunda 225 işçi;
Taşımacılık işkolunda 147 işçi;
Metal işkolunda 74 işçi;
Ticaret, Büro, Eğitim, Sinema işkolunda 70 emekçi;
Belediye, Genel İşler işkolunda 64 işçi;
Konaklama, Eğlence işkolunda 53 işçi;
Sağlık, Sosyal Hizmetler işkolunda 52 işçi;
Madencilik işkolunda 48 işçi;
Enerji işkolunda 37 işçi;
Gemi, Tersane, Deniz, Liman işkolunda 28 işçi;
Savunma, Güvenlik işkolunda 26 işçi;
Petro-Kimya, Lastik işkolunda 26 işçi;
Tekstil, Deri işkolunda 22 işçi;
Ağaç, Kâğıt işkolunda 15 işçi;
Çimento, Toprak, Cam işkolunda 11 işçi;
Gıda, Şeker işkolunda 10 işçi;
Basın, Gazetecilik işkolunda 7 işçi;
Banka, Finans, Sigorta işkolunda 3 işçi;
İletişim işkolunda 2 işçi hayatını kaybetti.
2022 ilk sekiz ayında iş cinayetlerinin nedenlerine göre dağılımı ise şöyle:
Trafik, Servis Kazası nedeniyle 275 işçi;
Ezilme, Göçük nedeniyle 223 işçi;
Yüksekten Düşme nedeniyle 177 işçi;
Kalp Krizi, Beyin Kanaması nedeniyle 131 işçi;
Elektrik Çarpması nedeniyle 64 işçi;
Zehirlenme, Boğulma nedeniyle 58 işçi;
İntihar nedeniyle 55 işçi;
Şiddet nedeniyle 48 işçi;
Covid-19 nedeniyle 45 işçi;
Patlama, Yanma nedeniyle 36 işçi;
Nesne Çarpması, Düşmesi nedeniyle 17 işçi;
Kesilme, Kopma nedeniyle 9 işçi;
Diğer nedenlerden dolayı 64 işçi hayatını kaybetti.
2022 yılının ilk sekiz ayında 67 mülteci/göçmen işçi hayatını kaybetti.
2022 yılının ilk sekiz ayında iş cinayetlerinde ölenlerin 36’sı (yüzde 2,99) sendikalı işçi, 1166’sı ise (yüzde 97,01) sendikasız.
İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener partisinin iklim hedeflerini açıkladığında tarihler Haziran 2021’i gösteriyordu. Hükümetin politikalarına bütünüyle zıt düşen açıklamalar yapan Akşener, “İklim değişikliğini durdurmak” hedefini ortaya koyduğu için partisinin hangi politikalarla bu hedefi tutturacağı sadece siyasette değil çevre ve iklim değişikliğiyle mücadele eden sivil toplum örgütlerinde de merak konusu oldu.
Akşener’in “iklim değişikliğini durdurma” hedefli çevre eylem planı; fosil yakıt desteklerini aşamalı olarak kaldırıp yerel yönetimlere enerji planlaması yapmaları için yetki verilmesini, böylelikle dağıtım şirketlerinin maliyetlerinin şişmesinin engellenebileceğini öngörüyor.
Akşener’in atık yönetimi, döngüsel ekonomi ve Yeşil Mutabakat’ın birlikte düşünülmesini istemesi, böylelikle iş dünyasına da mesaj göndermesi gündemden hiç düşmedi. Çünkü Türkiye, ihracatının yarıya yakınını AB ülkeleriyle yapıyor. İYİ Parti liderinin AB’deki döngüsel ekonomi ve Yeşil Mutabakat düzenlemelerine atıfta bulunmasının iş dünyasının da ilgisini çekti.
Akşener’in açıkladığı hedefler içinde en dikkat çekici olanı 2035’te elektrik üretimini, 2050’de ise ülkeyi sıfır karbonlu hale getirmek. 2035’te elektrik üretiminde emisyonları sıfırlamak, bugün lisans başvurusu yapan bütün termik santrallerinin iptal edilmesi, inşa edilenlerin durdurulması anlamına geliyor. Bu da; eski santrallerin hemen kapatılması, kalanların ise aşamalı olarak kapatılmaya başlaması demek.
2050’de sıfır karbon hedefi de, 2035’ten önce ülkenin emisyonlarını en az yarıya indirme gerekliliğini ortaya koyuyor. Bu da 3. köprü, 3. havalimanı,Osmangazi köprüsü, kent içi otoyollar, enerji tüketimi merkezi olan AVM ve rezidansların sonu, ülke içinse sıfır enerjili evler, enerji verimliliği, yayalaştırma, toplu taşıma gibi sistemlerin geri dönüşü anlamını taşıyor.
İyi Parti, Akşener’in kamuoyuna duyurduğu eylem planı üzerindeki çalışmalarını sürdürüyor. Partide Doğa ve Çevre Politikaları Başkanlığı yapan Arzu Önşen bu çalışmaların en yakın takipçisi ve içinde olan isim. Parti yönetiminde yapılan kimi değişikliklerden sonra Doğa ve Çevre Politikaları Başkanlığı’nın, Gençlik Politikaları Başkanlığı altında yeniden yapılandırılması öngörüldü. Bu süreçte Arzu Önşen, partinin Genel İdare Kurulu üyeliği görevini üstlendi.
Arzu Önşen.
Önşen, İyi Parti’nin çevre ve iklim alanında ne yapmak istediği hakkında Yeşil Gazete’nin sorularını cevapladı:
‘Adamına göre çevre politikası olmaz’
Hilal Köylü: Türkiye’nin çevre ve iklim alanındaki doğrusu, yanlışı nedir?
Arzu Önşen: Türkiye’de “yap-bozcu” politikaların uygulanması iklim ve çevre alanında da büyük yanlışların ortaya çıkmasına neden oluyor. Bu yanlıştan kurtulmanın de tek yolu var. Doğa ve çevre politikaları siyaset üstü olmalı. Şahıslara, şirketlere, “adamına göre” politikalar belirlenip de olmazlar oldurulmaya çalışılmaz.
Paris İklim Anlaşması’nı incelediğinizde sürdürülebilir kalkınma için temiz ve yenilenebilir enerji kaynaklarının önerildiğini görüyoruz. Yani anlaşma; güneş, rüzgar, biyokütle, jeotermal, dalga enerjisi gibi ülkelerin coğrafi yapısına uygun tercihlerin hayata geçirilmesini söylüyor. Biz ne yapıyoruz? Artvin başta olmak üzere Karadeniz’de gördüğümüz her suyun üzerine HES’ler kuruyoruz. Bunu yaparken vatandaşın ihtiyaçlarını, bölgenin faunasının, endemik türlerin korunmasını dikkate almıyoruz. Suyun yok almasına neden oluyoruz. Eleştirdiğimizde “Bu yenilenebilir enerji türlerinden biri” cevabını alıyoruz. Benmerkezci zihniyetle uğraşmanın en zor tarafı da burada başlıyor.
3573 sayılı Zeytinliklerin Islahı ile ilgili kanunun 20 ve 21. maddelerine açıkça aykırı olan; enerji üretimi için, zeytinlikleri yok etmeye yönelik çıkarılan yönetmelik ülkemize ihanettir. Yönetmelikler kanuna aykırı olamaz. Takipçisi olacağız.@OnsenArzu@iyipartipic.twitter.com/yzVmzydk9a
Solar enerji sistemlerine bakalım. Tarımdan para kazanamayan üreticiler oldukça verimli tarlalarına solar enerji panelleri kuruyor. Devlet sürdürülebilir gıda güvenliğini dikkate ülkenin gıda güvenliği sorunu oluşmaya başlıyor.
Yüzlerce örnek verebiliriz. Altın madenciliğinde herkes siyanürü konuşuyor. Çok önemli ama daha önemlisi altın madenlerinin günlük kullandığı su miktarı. Yeraltı su kaynaklarının vahşice kullanıldığına dikkat çekmek istiyorum.
Çevre politikalarında gerçekçi de olmak gerekiyor. Kontrol ve denetim sistemlerinin uygulanması, ceza sistemlerinin işletilmesi ve hukuki olarak yeni kanunların hazırlanması da gerekiyor.
‘Çevre, İklim Değişikliği ve Su Bakanlığı kuracağız’
İktidara geldiğinizde ilk 100 günde hangi politikaları hayata geçireceksiniz?
Önce bir hasar tespit çalışması yapacağız. Çevre ve iklim alanındaki tüm “yap-bozcu” politikalara son verip, bu alandaki devlet ciddiyetini ortaya koyacağız.
Altın madenciliğinden atık yönetimine, su kaynaklarımızdan endemik değerlerimize kadar ismi oldukça havalı ama içi boş olan, herhangi bir bilimselliğe dayanmayan yapılanmaların benim tabirimle üstü kapalı rant araçlarını yeniden düzenlememiz gerekiyor.
Örneğin, Çevre Ajansı ne iş yapar? Çevre ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın bürokratlarının görevlendirildiği de değerlendirilirse bakanlığın yapamadığı hangi işi yapmak için kurulmuştur? İncelediğinizde göreceksiniz ki; “Sıfır Atık Projesi” kapsamında bu kurumun kurulması bile milyonlarca liranın şirketlere akmasına zemin hazırlamıştır.
2️⃣- Doğal yaşam kaynakları ve çevrenin korunması konusunda, devletin yükümlülüklerini anayasaya açık şekilde koyacağız.
Anlamakta zorlandığım bir başka konu; Çevre, Şehircilik Bakanlığı’nın ismine -İklim Değişikliği-nin eklenmesi olmuştur. Kavramsal olarak -çevre ve iklim değişikliği- ile ortaya konan mücadeleyi, -şehircilik- kısmının denetlemesi gerekiyor. Hem uygulayıcı hem denetleyici olunca sonuçları görüyoruz. Marmara’da müsilaj kovalarla temizlenmeye çalışılıyor. Yanan ormanlarımızın yerine nur topu gibi tesislerimiz oluyor. Trabzon’da Uzun Göl’ün adı kalıyor. Bu da yetmiyor -turistler sevdi- diye ormanlar kesilip yapay uzun göller türüyor. Tüm dünya su güvenliğini konuşurken bizler olanı da yok etmeye devam ediyoruz.
İktidarımızda bakanlığın yeniden yapılanması kaçınılmaz oluyor. Çevre, İklim Değişikliği ve Su Bakanlığı olarak.
Paris İklim Anlaşması’nı hayata geçireceğimiz siyasi parti tüzüğümüzde yer alıyor. Bu taahhüde siyasi parti tüzüğünde yer veren tek partiyiz. 2035 için sıfır emisyonlu elektrik üretimi, 2050 için de net sıfır emisyon hedefi koyduğumuzu açıkladık.
Deprem riski olan ülkede nükleer santral olmaz’
Akkuyu Nükleer Santrali’nin inşasına devam edecek misiniz?
Nükleer enerji santrallerinin atıklarını dikkate alınca pek de temiz enerji olmuyor aslında. Dünya bu enerji sistemini yıllarca kullandı ve sonuçlarını gördü. Dünya tarihinde yaşanan altı büyük kazaya dikkatimizi verirsek deprem riski olan ülkelerde neden nükleer santral olmaz anlıyoruz.
Orman yangınlarıyla nasıl mücadele edeceksiniz?
Yaşadığımız iklim krizi ve sıcaklık artışlarının orman yangınlarını tetiklediği gerçeğinden hareketle önleyici tedbirlere ağırlık verilmesi konusunda çalışıyoruz. 101 kritik gün olarak belirlediğimiz tarihler arasında yangınlarda artış olduğu gerçeği dikkatte alınarak bu dönemlerde emniyet tedbirlerinin arttırılması gerektiğini belirtiyoruz. Vatandaşların yangınlar konusunda bilinçlendirilmesi, var olan genelgelerde yazdığı gibi (uygulanmıyor maalesef) belirli aralıklarla eğitim verilmesi konusunda çalışmalar yapıyoruz.
Ormancılıkta başarıya ulaşmak 20 yılda defalarca kanun değiştirmek değil; var olan ormanlara sahip çıkıp,yeni yetişme ortamları dikkate alınarak dikilecek fidanların geleceğini kalıcı ve yapıcı kanunlar ile koruyarak teminat altına alabilmektir.#OrmanHaftası@OnsenArzu@iyipartipic.twitter.com/tccCJz1wdX
Ormanlık alanlarda doğal barikatların oluşturulması konusunda orman mühendisleriyle var olan ekosisteme uygun alanların nasıl oluşturulabileceği konusunda bilimsel çalışmalar yapıyoruz. Bunların yanı sıra uçak ve helikopter filolarının artırılması başta olmak üzere yangın söndürme yollarını söylemeye bile gerek görmüyorum. Onlar olmazsa olmaz zaten.
‘Gerçekçi ÇED raporlarına ihtiyaç var’
Ormanların ve tarım alanlarının madenlere açılmasını nasıl engelleyeceksiniz?
Tüm ülkenin yüzde 42’sine maden ruhsatı verildi. Bunun adı talandır. Madencilik teamüllerinde yerin altında olan yerin üstünde olandan daha değerli ise çıkarmaya değerdir. Bizim ülkemizde maalesef bu teamül işlemiyor. Ormanları, tarım alanlarını, su kaynaklarını, yok etmek pahasına “kopyala-yapıştır” sistemiyle alınan ÇED raporlarıyla her yer ruhsatlandırılıyor. Düşünebiliyor musunuz, Tunceli’de Munzur dağlarının neredeyse tamamına altın madeni aramak için ruhsat verildi.
Tabii ki madenciliğe karşı değiliz. Ülkemizin kalkınması için madenlere de ihtiyaç var. Madenciliğin uluslararası standartlarda ve gerçekçi ÇED raporları dikkate alınarak yapılması gerektiğini savunuyoruz.
Zorunlu “Hayvan Sahiplik Belgesi”
Yasaklı ırk olarak tarif edilen hayvanların rehabilite edilip yeniden sahiplendirilmesi, hayvan cinayetlerinde ya da kötü muamele durumlarında cezaların ağırlaştırılması, barınaklarda gönüllüler ve sivil toplumla birlikte çalışılması gibi mevcut yasayı reforme edecek bir planınız var mı?
Bugün insan haklarının dahi tartışılır olduğu ülkemizde hayvanların, bitkilerin haklarını korumaya çalışmak, bazılarına oldukça yabancı bir konu olabilir. Ancak kanun koyucunun görevi, sadece insanı bugünkü tehlikelerden korumak değil, gelecek nesillere yaşanabilir bir dünya da bırakmaktır. Bu anlamda, hayvanlar dünyanın vazgeçilmez zenginliklerindendir. Doğanın bir bütün olarak yaşaması, ekolojik dengenin korunması, insanlar kadar bu dünyayı birlikte paylaştığımız diğer canlıların da temel hakkıdır.
İYİ Parti olarak 5199 sayılı kanunun isminden başlamak üzere yani Hayvan Koruma Kanunu değil Hayvan Hakları Kanunu olarak çok kapsamlı bir kanun tasarısı hazırladık ve bunu -beyaz sayfamız- diye anlattık. Günümüz şartları ve gerçeklerine uygun olarak hazırladığımız bu kanun taslağında “yasaklı ırk” kavramını “ruhsata tabii ırklar” olarak tanımladık. Yani bu fiziksel gücü istismara açık köpek ırklarına bakmaya talip olan kişilerin profilini ve yapılması gerekenleri de net olarak tanımladık. Irklarından ötürü köpeklerin ölüme mahkum edilmesini yaşam hakkına saygısızlık ve saldırı olarak kabul ediyoruz.
Irkları ayırmaksızın hayvan sahibi olan herkesin “Hayvan Sahiplik Belgesi” alması gerektiğini ve bakımından sorumlu oldukları hayvanları üzerlerine kayıt ettirmesini de söylüyoruz. Bu sistemin evcil hayvanların terk edilmesini zorlaştıracağını da biliyoruz.
Çöp ithalatını sürdürecek misiniz?
Hayır sürdürmeyeceğiz. Çöpün bir değer olduğunu vatandaşımıza doğru anlatarak ve uygun kanunların çıkmasını sağlayarak çöp ithalatına son vereceğiz. Kaynağında, yani evlerimizde atığın doğru depolanmasını sağlayacağız. Avrupa’nın çöpünün peşine düşeceğimize, 85 milyonun çöpünü dönüştürmeyi hedefliyoruz.
Kanal İstanbul ile ilgili partinizin tavrı nedir?
Kanal İstanbul’un başından beri karşısındayız. Yaptırmayacağız. 16 milyon nüfusu olan İstanbul’un 20 milyona çıkması gerektiğini savunanları anlamadığımız gibi deprem riskini hiçe sayan, bilimi hiçe sayan bu ısrarı da anlamıyoruz.
“Kaybedecek zaman yok” diyen Marmaralı sivil toplum kuruluşları, uzmanlar, bilim insanları, sanatçılar, “Adaları ve Boğazları ile Marmara Kültürleri Ağı” etrafında bir araya gelerek bu çevre ve yaşam krizi konusunda kamuoyunun bilgilendirilmesini ve Marmara Denizi’nin kurtarılması için çabaların artmasını hedefliyor.
Adaları ve Boğazları ile Marmara Kültürleri Ağı’nın ikinci Mavi Masa Buluşması olan “Marmara’da Çocuk Olmak” 10 Eylül 2022 Cumartesi günü Marmara Adası Çınarlı Mahallesi’nin tarihi mesire yeri Çınaraltı’nda gerçekleştirildi.
Çevre ve yaşam krizi konusunda kamuoyunun bilgilendirilmesini ve Marmara Denizi’nin kurtarılması için çabaların çoğalmasını hedefleyen Adaları ve Boğazları ile Marmara Kültürleri Ağı‘nın 2. Mavi Masa Buluşması “Marmara’da Çocuk Olmak” ve deniz teması etrafında gerçekleştirildi.
Etkinlik Adil Çamur’un Marmara Denizi‘nin önemine dair çerçeve sunuşu ve Marmara Kaymakamı Murat Çiçek‘in açılış konuşması ile başladı.
Marmara’da çocuk olmaya dair sunuşun ardından konuşmacıların da katıldığı baskı ve oyun atölyelerinde çocuklar gün boyu devam eden kil, oyun, baskı, karikatür ve edebiyat atölyelerinde yaratıcılıklarını geliştirdi.
Marmara Adalar Belediyesi Başkanı Süleyman Aksoy‘a iletilmek üzere asma fidanı Kültür Müdürü Hatice Kayacan‘a teslim edildi.
Marmara‘yı temsilen mavi masalar
Marmara Adalar Belediyesi, Galimi Çınarlı Kırsal Kalkınma ve Turizm Derneği, Gündoğdu Köyü Güzelleştirme Derneği, Topağaç Güzelleştirme Derneği, Marmara Adası Dostları Grubu, Asmalı Köyü Derneği ve Çocuk ve Gençlik Yayınları Derneği ile iş birliği ile gerçekleşen Mavi Masa Buluşması Ada çocuklarını bir araya getirdi.
Marmara Adalar Belediyesi‘nin ulaşım desteği ile Marmara Adası‘nın diğer mahallelerinden de etkinliğe katılan çocuklar balıklı hikayelerle tanıştı, bez çantalara deniz canlılarını bastı ve kilden deniz canlıları yaptı.
Kil atölyesinde 22. Prokonnesos Heykel Sempozyumu Sanatçıları çocuklarla kilden figürler yaptı. Çocuk ve Gençlik Yayınları Derneği Başkanı Yazar Nilay Yılmaz çocuklarla kitap temalı oyunlar oynadı. Yazarların Marmara Adası çocukları için gönderdiği kitapları çocuklara iletti.
Onur Karadurmuş‘un karikatür atölyesinde denizle ilgili çizimler yapan çocuklar PÜKKAN etkinlik merkezi ile oyunlar oynadı. Gün boyu yoğun ilgi gören Gül Bolulu’nun verdiği baskı atölyesindeyse çocuklar üzerinde denizle ilgili figürler olan linol baskıları kullanarak kendilerine kumaş çantalar tasarladı. Etkinliğe ilişkin yapılan basın açıklamasında ayrıca şu ifadelere yer verildi:
“Marmara Denizi ölümün eşiğinde. Denizleri kaybetmek, yaşamı da kaybetmek demek.”
Marmara Kültürleri Ağı‘nın Mavi Masa Buluşmaları Marmara Adaları‘nda ve Çanakkale‘de devam edecek.