Ana Sayfa Blog Sayfa 72

Ege’de orman yangınları: Çeşme’de üç kişi hayatını kaybetti, Soma’da köyler tahliye edildi

İzmir‘in Çeşme ilçesinde dün (15 temmuz) öğle saatlerinde çıkan yangında üç kişi hayatını kaybetti.

Çeşme’nin Alaçatı Mahallesi-Deliklikoy mevkiinde ormanlık, makilik ve otluk alanda çıkan yangın, rüzgarın etkisiyle kısa sürede yayıldı. Yangın bölgesinde yazlık sitelerin de bulunduğu iki yerleşke tedbir amacıyla tahliye edildi.

İzmir Orman Bölge Müdürlüğü‘nün 2 uçak, 4 helikopter, 16 arazöz, 3 su ikmal aracı, 3 dozer ve yer ekibinin müdahalesiyle yangın saat 14.30’da kontrol altına alındı.

Üç vatandaş hayatını kaybetti

İzmir Valisi Süleyman Elban, bölgede incelemede bulunup görevlilerden bilgi aldıktan sonra yangının bölgedeki dört kişinin bahçelerinde kaynak ve hızar işleri yaparken başladığını bildirdi.

Yangında üç kişi hayatını kaybederken Elban, “Yangına sebebiyet veren 4 kişi jandarma tarafından gözaltına alındı” şeklinde açıklama yaptı.

Hayatını kaybeden üç vatandaşın yangın esnasında nereye gideceklerini bilemeyip araziye kaçtıklarını belirten Elban, “Ekipler buraya geldiklerinde 4 evde 8 vatandaşımızın yaşadığı söylendi. Evlerinden çıkmışlardı zaten, 5 vatandaşımızı süratle tahliye ettiler. Ekiplerimiz buraya ulaştığında 3 vatandaşımız araziye kaçmışlardı. Jandarma, AFAD, belediye ekiplerimiz, Orman Genel Müdürlüğü’ne ait helikopterimiz aramasına rağmen maalesef kendilerine ulaşılamadı” dedi.

Yangını çıkaranlar hakkında soruşturma başlatıldı

Adalet Bakanı Yılmaz Tunç ise “İzmir’in Çeşme ilçesinde çıkan ve 3 kişinin hayatını kaybettiği orman yangınıyla ilgili Çeşme Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından adli soruşturma başlatılmıştır. Soruşturma kapsamında yangının çıkmasına neden olduğu değerlendirilen 4 şüpheli gözaltına alınmıştır. Soruşturma titizlikle sürdürülmektedir. Yangında hayatını kaybeden vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet diliyor, yangından etkilenen tüm vatandaşlarımıza geçmiş olsun dileklerimi iletiyorum” dedi.

Tarım ve Orman Bakanı İbrahim Yumaklı sosyal medya hesabından hayatını kaybeden vatandaşlara baş sağlığı diledi.

Birçok bölgede yangınlar devam ediyor

Vali Elban, Deliklikoy yangınında nitelikli orman ve ağaç bulunmadığını ancak bölgede birçok farklı bölgede yangın olduğunu belirtti.

İzmir’in Menderes ilçesinin Oğlananası Mahallesi‘nde de saat 16.00’da sebebi tespit edilemeyen bir orman yangını çıktı. İhbar üzerine İzmir Orman Bölge Müdürlüğü ekipleri 2 helikopter, 7 arazöz, 3 su ikmal, 1 dozer ile alevlere müdahale ederek yangını kontrol altına aldı.

Çanakkale’nin de Bayramiç ilçesinde bulunan Saraycık Köyü yakınlarında da bir orman yangını çıktı. Çanakkale Orman Bölge Müdürlüğü ekipleri yangına havadan ve karadan müdahale etti. Yangın akşam saatlerinde kısmen kontrol altına alındı.

Soma’da köyler tahliye edildi

Manisa-Soma‘nın Deniş Mahallesi‘nde de ormanlık alanada sebebi tespit edilemeyen bir yangın çıktı. Manisa Valiliği yangına 16 hava aracı (1 gece görüşlü helikopter), 122 kara aracı, 334 personel ile müdahale edildiğini bildirdi.

Orman İşletme Müdürlüğü ve Manisa Büyükşehir Belediyesi İtfaiye Dairesi Başkanlığı‘na bağlı ekiplerin yanı sıra MASKİ Genel Müdürlüğü ekipleri söndürme çalışmalarına katıldı. Büyükşehir ile MASKİ su takviyesi yaparken, Kent Estetiği Dairesi Başkanlığı tanker desteği sağladı, Sosyal Hizmetler Dairesi Başkanlığı da ekiplere ve vatandaşlara kumanya dağıtımı yaptı.

Tedbir amacıyla Tekeli Işıklar Mahallesi‘ndeki 90 hane ve Bayat Mahallesi‘nde bulunan 150 hane tahliye edildi. Yangının Çevircek Mahallesi‘ne yayılma ihtimaline karşı da tedbir alındı. Yangın nedeniyle bölgede elektrik tedbir amacıyla kesildi.

Soma Kaymakamı Fatih Akkaya, bölgedeki şiddetli rüzgarın yangının kontrol altına alınma çabalarına engel olduğunu açıkladı. Ancak yangında hayati tehlike olmadığı ve köylerde hasar bulunmadığı bildirildi. 

 

İklim bilimciler, Beryl Kasırgası’nın getirdiği yıkımdan endişeli: Bu, büyük bir uyarı

Karayip ülkelerini, Meksika‘nın güneydoğusundaki Yucatan Yarımadası’nı ve son olarak ABD’nin Teksas eyaletini vuran Beryl Kasırgası’nda hayatını kaybedenlerin sayısı 17’ye yükseldi, yaklaşık 3 milyon ev ve iş yeri elektriksiz kaldı.

Colorado Eyalet Üniversitesi‘nde (CSU) görev yapan uzmanlar, geçen pazartesi günü kasırganın Houston sokaklarını sel sularıyla doldurduğu sırada, zaten içler acısı olan mevsimsel tropikal siklon tahminlerini değiştirdi.

CSU araştırmacıları, Teksas’a ulaşana kadar çok sayıda rekor kıran Beryl’i “muhtemelen hiperaktif bir mevsimin habercisi” olarak nitelendirdi.

Beryl Kasırgası Karayipler’i vurdu, liderler zengin ülkelerden iklim desteği bekliyor
İklim değişikliği Beryl Kasırgası’nın daha erken ve şiddetli yaşanmasına neden oldu

Neredeyse benzeri görülmemiş bir yıkıma yol açan ve Grenada‘dan ABD’ye kadar geniş bir alanda ölümlere neden olan kasırga, altı aylık Atlantik kasırga sezonunun üzerinden henüz altı hafta geçmişken meydana geldi. İklim bilimciler, bunun zirve aylarında görülen türden devasa bir fırtına olduğunu; Beryl’in “çılgın” okyanus ısısının gelişen kasırgalar için roket yakıtı görevi görmesi nedeniyle, mütevazı bir tropikal fırtınadan ölümcül 165 mil/saatlik bir siklona hızla dönüşmesinin getirebilecekleri konusunda uyarı yapıyor.

AccuWeather‘ın kıdemli iklim bilimcisi Brett Anderson, The Guardian‘a şunları söyledi:

“Bu, özellikle ABD’deki ve Karayipler’deki insanlar için büyük bir uyarı niteliğinde. Daha şiddetli kasırgalar için daha büyük bir risk kesinlikle var ve ilkbaharın sonlarına doğru suların ısınmasıyla kasırga mevsimi artık daha erken başlıyor. Bu tür fırtınaların 20-30 yıl öncesine kıyasla çok hızlı geliştiğini görüyoruz. Bilim, bu fırtınaların yollarını tahmin eden bilgisayar modelleriyle gerçekten iyi hale geldi, ancak yoğunluk hala bir zorluk. Hızlı yoğunlaşma konusunda, özellikle de bunlar kıyıya yaklaştığında kesinlikle çok endişeliyiz.”

‣ NOAA uyardı: Bu kasırga sezonu on yılların en kötüsü olabilir
‣ İklim krizi, kasırgaların şiddetini artırıyor: Mega kasırgalara ‘Kategori 6’ gerekli

30 Kasım’a kadar altısı büyük, 12 kasırga bekleniyor

Aktif bir sezon için tek bir fırtınanın yeterlidir. Muhtemel kasırgaları tahmin etme konusunda uzmanlaşmış, Colarado’daki ekip, çok daha fazlasını tahmin ediyor. Ekip, sezonun 30 Kasım’da sona ermesinden önce, rüzgar hızı saatte 111 milin üzerinde olan altı büyük kasırga ve toplamda 12 kasırga yaşanmasını bekliyor.

Meteorologlar da,  ortalama bir fırtınanın en az 39mph hızında tropikal bir kasırgaya dönüşmesi durumunda tahsis edilen 21 isimden oluşan alfabetik listenin, 2005’ten bu yana yalnızca dördüncü kez tükeneceğinden emin. Daha önce, isimlendirme geleneğinin başladığı 1950’den beri böyle bir şey olmamıştı.

Miami Üniversitesi‘nden iklim bilimci Brian McNoldy, kasırgaların temel nedenlerinden olan okyanus su sıcaklığının artışıyla ilgili şu değerlendirmeyi yaptı: “Şu anda rekor kıran veya rekora yakın okyanus sıcaklıklarının üzerinden 15 ay kadar süre geçti. Yakın derken 2024’ü 2023 ile karşılaştırmaktan bahsediyorum, yani önceki yıllardan çok daha iyi.

Açıkçası iklim değişikliği her şeye etki ediyor, kesinlikle bunda da etkisi var. Ancak 2023 baharında gördüğümüz ve bitmeyen ani sıçramayı tamamen açıklamıyor. Başka şeyler de oluyor. Geçtiğimiz yıl, evet, Atlantik’te rekor kıran okyanus sıcaklıkları yaşadık, ancak yıl ilerledikçe daha güçlü bir El Niño da yaşamaya başladık ve tüm koşullar eşit olduğunda El Niño, Atlantik kasırga aktivitesini azaltma etkisine sahip. Muhtemelen bir dereceye kadar öyle oldu, ancak okyanus sıcaklıklarının çok yüksek olması nedeniyle yine de ortalamanın üzerinde bir kasırga sezonu yaşandı.”

Beryl, hortum ve taşkınlara da yol açtı

Beryl, “kıyı kasırgası” sıklıkla göz ardı edilen olumsuz bir yönünü de güçlendirerek, aynı derecede yıkıcı ve ölümcül olabilen, iç kesimlerde hortumların ve taşkınların oluşmasına da neden oldu. Etki alanı New England‘a kadar uzananı ve Teksas, Louisiana ve Vermont‘ta ölümlere neden olan kasırganın ekonomik maliyeti ise AccuWeather’ın tahminine göre sadece ABD’de 32 milyar dolara kadar çıktı.

AccuWeather’ın stratejik projeler kıdemli direktörü Matt Marshall, “İnsanların bu tür fırtınalara hazırlıklı olması gerekiyor. Bir kasırgada rüzgardan çok sudan ölenler olur, ancak insanlar fırtınaları rüzgar hızına göre takip eder. Rüzgar, fırtına dalgası yoğunluğu, ne kadar yağmur yağacağı ve dolayısıyla yağmurdan ne kadar su baskını olacağı için gerçek bir etki ölçeği kullanırız ve fırtınanın genel ekonomik etkisini kullanarak genel olarak ne kadar hasar olacağını ölçeriz” dedi.

Marshal, Teksas’ta uzun süreli elektrik kesintilerini, Büyük Göller’den geçerek New England’a doğru giden sel baskınlarını , fırtına yolunun doğusunda ve kuzeyinde olası bir hortum patlamasını öngördüklerini belirterek, fırtınaların sıklığı ve yoğunluğunun artmaya devam etmesiyle birlikte maliyetin de artacağını söyledi:

“Daha fazla hasara neden oluyorlar, malzeme maliyeti arttı, tedarik zincirlerinin maliyeti artıyor. Dolayısıyla bir kasırga gelip bazı bölgelerde günlerce elektrik kesintisine ve tedarik zincirinin çökmesine neden olduğunda, tüm bunların aşağı yönlü bir etkisi olacaktır.”

Yurttaşlar ve belediyeler hayvanları AKP’nin kanun teklifinden korumak için direniyor

Yalnızca AKP‘li vekillerin imzaladığı Hayvanları Koruma Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi‘nin sokakta yaşayan hayvanlar için oluşturduğu tehdide karşı yurttaşlar sokakta direniyor, hapis ve para cezasıyla tehdit edilen CHP‘li belediyeler ise toplu cinayetleri kabul etmeyeceklerine ilişkin duyurular yayınlıyor.

Haftalardır yasa değişikliğine karşı kent sokaklarında nöbet tutan, son olarak da Meclis önüne giden Yaşam için Yasa aktivistleri, AKP Grup Başkanvekili  Abdullah Güler‘in açıklamasından sonra tüm hak savunucularını taslağa karşı, İstanbul’da yapılacak eylemlerine katılmaya çağırmıştı.

Şişhane‘de bir araya gelen aktivistler “Bu yasaya  izin vermeyeceğiz” dedi:

İzmir’de hayvanları korumak için eylem

Öte yandan İzmir’de de İzmir Yaşam Hakkı Savunucuları kanun teklifine karşı bir araya geldi. Aktivistler her gün 20.00’da Alsancak ÖSYM önünde nöbet tutuyor, mücadeleyi büyütme çağrısında bulunuyor:

“Tüm doğa ve yaşam savunucularını katliam yasasına karşı birlikte mücadeleyi büyütmeye çağırıyoruz.”

Ankara’da hayvan hakları eylemi

Ankara’da ise eylemcilere kolluk kuvvetleri tarafından sert müdahalede bulunuldu. Ankara Barosu Hayvan Hakları Merkezi Başkanı Tuğba Gürsoy, o anlarla ilişkili sosyal medya hesabı üzerinden şu açıklamada bulundu:

Doğa İnsan Hayvan Koruma ve Bilgilendirme KonFederasyonu Kurucular Kurulu Başkanı Haydar Özkan da söz konusu eylem sonrası şu paylaşımı yaptı:

Bursa’da sokakta yaşayan hayvanlar için eylem

Bursa‘da dün (15 Temmuz) saat 17:00’da Bursa Barosu ve ilgili STK’ların çağrısıyla bir araya gelen yurttaşlar, Nilüfer, Üç Fidan Parkı‘nda sokaktaki dostları için seslendi:

 

Yurttaşlar neye karşı çıkıyor?

Yurttaşlar, yalnızca AKP’li vekillerin imzasıyla sunulan ‘Hayvanları Koruma Kanunu’nda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi’nin sokakta yaşayan hayvanlar için bir katliam olduğunu belirterek buna karşı hayvanların yaşam hakkını savunuyor.

Geçtiğimiz günlerde söz konusu teklif TBMM Başkanlığı’na sunuldu.

Teklifte 18 kere ‘ötanazi’ deniyor

Teklifte tam 18 kere “ötanazi” kelimesi geçiyor. Ötanaziyle ilgili şu ifadelere yer veriliyor:

“Düzenlemeyle sahipsiz hayvan popülasyonunun kontrol altına alınabilmesi maksadıyla, söz konusu hayvanlar toplanarak hayvan bakımevlerine götürüldükten sonra alındıklan ortama geri bırakılmalan yerine, öncelikle sahipsiz köpeklerin sahiplendirilmesi esas alınmakta ve ötanazi yapılacak hayvanların nitelikleri belirlenmektedir. Ayrıca yerel yönetimlerce ötanazi uygulaması yapılabilmesinin kamu güvenliği ve sağhğımn korunması açısından doğru bir yöntem olduğu değerlendirildiğinden yerel yönetimlere yetki verilmektedir.

Bu amaçla; maddeye eklenen birinci fıkra ile bakımevine alman hayvanlardan saldırgan olan, bulaşıcı veya tedavi edilemeyen hastalığı bulunan ya da sahiplenilmesi yasak olan hayvanlara yerel yönetimlerce Ötanazi yapılması öngörülmektedir.”

AKP’li vekillerin ötanazi konusundaki talebine karşı tepkiler ise gecikmedi:

Sokakta yaşayan hayvanları koruma çağrıları

Sokakta yaşayan hayvanların korunması için birçok şehirde eylem çağrısında bulunulurken bir yandan da teklifte imzası olan vekillere seslenmek için bir kampanyaya başlanacağı duyuruldu.

Öte yandan Change.org’da da konuyla ilgili kampanya başlatıldı. Yaklaşık 350 bin kişinin imzaladığı kampanyada şu ifadelere yer veriliyor:

“Basında yer alan haberlere göre, yazısına göre, sokak hayvanları için bilimsel ve etik yollar değil, katliam ve toplama planı öngörülüyor.

Hayvanları öldürmek veya barınaklara toplamak popülasyon sorununu çözmeyeceği gibi, bizim ülkemize yakışan bir yöntem de değil.

Katliam yöntemiyle hayvanlardan kurtulmaya çalışan Romanya’da yapılan bir araştırma hayvanların öldürülerek değil ancak kısırlaştırılarak sayısının azalabileceğini ortaya koyarken, üreme oranının öldürmeyle beraber yükseldiğini vurguluyor. 2004’te çıkan Hayvanları Koruma Kanunu hiçbir zaman düzgün bir şekilde uygulanmadı, 2021 yılında değiştirilen kanunda hayvanlar lehine olan maddeler de maalesef ki hayata geçirilmedi. Bu son değişiklikle büyükşehir belediyeleri, il belediyeleri ve nüfusu 75 bini aşan belediyeler 31 Aralık 2022’ye kadar bakımevi kurmakla yükümlüydü ancak bakımevlerinin sayısı artmadı, şartları iyileşmedi. Şu noktada yeni bir yasa değişikliğini konuşmak anlamsız çünkü mevcut kanunlar uygulanmıyor.

Lütfen bu çözüm önerilerini dinleyin:

  • Acil bir kısırlaştırma seferberliğiyle sağlıklı kısırlaştırma yapılsın
  • Evcil hayvan satışı yasaklansın

Doğru düzgün kısırlaştırma yapılmıyorken, satış için hayvanlar üretilmeye devam ediyorken yapılacak katliam veya barınaklara toplama hem çözüm olmayacak hem de hepimizin omuzlarında büyük bir vebal olacak. ”

Teklifte imzası bulunan vekillerin tamamı AKP’li

Teklifin görüşüleceği komisyon üyeleri arasında ise birçok siyasi partiden vekil bulunuyor. Ancak söz konusu teklife imza veren 72 milletvekilinin tümü Adalet ve Kalkınma Partisi’nden.

İşte bu teklife imzacı olan vekiller:

1. Tuba Köksal,
2. Harun Mertoğlu,
3. Meryem Göka,
4. Havva Sibel Söylemez,
5. Ayşe Böhürler,
6. Sunay Karamık,
7. Kayhan Türkmenoğlu,
8. Bünyamin Bozgeyik,
9. Ahmet Zenbilci,
10. Faruk Aytek,
11. Muhammet Müfit Aydın,
12. İsmail Erdem,
13. Selman Özboyacı,
14. Mehmet Eyüp Özkeçeci,
15. Mervan Gül,
16. Zeynep Yıldız,
17. Mustafa Yavuz,
18. Osman Zabun,
19. Sayın Bayar Özsoy,
20. Abdullah Doğru,
21. Mehmet Uğur Gökgöz,
22. Selman Oğuzhan Eser,
23. Ahmet Kılıç,
24. Süleyman Şahan,
25. Abdülkadir Akgül,
26. Abdurrahim Dusak,
27. Halit Yerebakan,
28. Hasan Arslan,
29. İbrahim Yurdunuseven,
30. Veysel Tipioğlu,
31. Mustafa Alkayış,
32. Orhan Kırcalı,
33. Hakan Aksu,
34. Mustafa Arslan,
35. Cevahir Asuman Yazmacı,
36. Emre Çalışkan,
37. Yakup Otgöz,
38. Osman Sağlam,
39. İbrahim Ethem Taş,
40. Ahmet Fethan Baykoç,
41. Resul Kurt,
42. Adem Yıldırım,
43. Azmi Ekinci,
44. Eyyüp Kadir İnan,
45. Ali Taylan Öztaylan,
46. Mesut Bozatlı,
47. Kemal Karahan,
48. Rukiye Toy,
49. Ömer Oruç Bi̇lal Debgi̇ci̇,
50. Yüksel Coşkunyürek,
51. Abdurrahman Babacan,
52. Süleyman Özgün,
53. Kemal Çelik,
54. Erol Keleş,
55. Fatma Öncü,
56. Ayşen Gürcan,
57. Ejder Açıkkapı,
58. Ercan Öztürk,
59. Mustafa Oğuz,
60. Ali Temür,
61. İsmail Ok,
62. Mustafa Hakan Özer,
63. Ali İnci,
64. Abdurrahi̇m Fırat,
65. Rümeysa Kadak,
66. Adem Yeşildal,
67. Abdülkadir Özel,
68. Zeki Korkutata,
69. Cüneyt Yükse
70. Ayhan Salman,
71. Ali Özkaya,
72. Mestan Özcan,

 

 

Sokaklar kimindir?

Son birkaç aydır tüm ortamlarda aynı mesele farklı argümanlarla tartışılıyor:  Sokakta hayvanın ne işi var! Tartışmanın en eğitimsizler ve en eğitimliler arasında neredeyse aynı çerçevede tartışılıyor olması ise asıl kilit nokta. Bir kısım “al evine besle” seviyesinde sığ ve vicdansız bir köhnelik ile tartışıyor meseleyi. Bir diğer kesim de “medeni ülkelerde sokakta hayvan yok” sığ vicdansızlığı ile. En nihayetinde her iki kesim de aynı kapıya çıkıyor. Biri doğrudan katliam savunuculuğu yaparken diğer grup önce barınak sonra da kimse sahiplenmezse katliam olabilir savunusu yapıyor. Üstelik bu ikinci grup içerisinde doğa bilimleri alanında çalışan “ünlü” akademisyenler filan da var.

Türkiye’ye dair herhangi somut bir çalışma yapmadan, bambaşka ülkelerde yapılmış ve bağlamı da konsepti de farklı olan çalışmaları alıp bu katliamcılığın değirmenine su taşıyan bu “her şeye kadir” kitle, sorulduğunda da asla ama asla katliam taraftarı değiller. Onların da sihirli sözcüğü “uyutma”. Buna dair zamanında ODTÜ’de yayınlanan bir sunum var. Birçok ortamda bu sunumun içeriğindeki bilgiler dolaşıyor. Hatta bakanlığın, içerisinde doğal hayata dair ifade yer almayan ilk taslağı geri çektikten sonra revize ettiği yeni taslakta bu sunumda iddia edilen” doğal hayata zarar veriyor” iddiası yer alıyor.

Kolonyalist anlayışın mirası

ODTÜ tarafından hazırlanan bu sunumun bir yerinde sokak köpeklerinin dünya genelinde 12 türün neslinin tükenmesine, 200 tanesinin de neslinin tehdit altına girmesine neden olduğu, biri BBC haberi ve diğeri de bir kısa makale olan çalışmaya referans verilerek paylaşılmış. Bu refere edilen makale oldukça sorunlu, çünkü sömürge güçlerinin Latin Amerika ve Pasifik Adaları’nı işgal ederken yanlarında götürüp adalara saldıkları av köpeklerinin öldürdüğü ya da gemilerle beraber yanlarında götürdükleri farelerin öldürdüğü hayvanları da başıboş veya evcil köpekler yok etti olarak değerlendirmişler. Makalenin yazarları da bu bilgiyi IUCN’den alarak hiçbir ikincil değerlendirme yapmadan makalelerine eklemiş.  Metodolojik olarak oldukça sorunlu yani.

Aslında günümüzde, sokakta yaşayan köpeklerle uzaktan yakından ilgisi olmayan bir mevzu. Bunun örneği olarak makalede de refere edilen birkaç canlıyı irdeleyelim. Örneğin Solenodon marcanoi 1500’lü yıllarda fareler tarafından nesilleri yok edildiği düşünülmesine rağmen köpeklere mal edilmiş. Büyük izansızlık. ODTÜ sunumunda da bu hayvanın resmi kullanılmış. Kayda değer bir çarpıtma örneği. Bir diğer örnek de yine sunumda da resmi kullanılan ve makalenin de sorumlusu olarak evcil köpekleri gösterdiği Coturnix novaezelandiae türü. Bu türün de yok olma hikayesi için kaynaklar şu ifadelere yer veriyor:

Yeni Zelanda bıldırcını küçük bir kara kuşuydu ve sülün ve bıldırcın ailesinin tek yerli temsilcisiydi. Avrupa kolonileşmesinin ardından nesli tükendiği bilinen ilk kuş türüydü.

Yani bu tür de bir kolonizasyon kurbanı ve meselenin kaynağı da aslında insan. Bu şekilde birçok örnek verilebilir. Tabii ki kimse üstün insan türünün “uyutulmasını” filan öneremeyeceği için en kolay olana yönelmek her zaman daha kolay. İnsanın uyutulması pratiği Nazizm olabilirken, hayvanın uyutulmasını önermek modern ve müreffeh bir topluma erişme pratiği olarak değerlendirilebiliyor. Neyse meselemiz bu ama bu değil.

2017 tarihli olan bu makalenin sonuç kısmında evlere şenlik bir tespit var:

Sonuç olarak, evcil köpekler dünya çapında yaklaşık 200 tehdit altındaki omurgalı türü için risk oluşturmaktadır ve bu tahmin raporlama önyargıları nedeniyle muhtemelen muhafazakardır.”

İyi de sizin makalenizin de içeriği çarpıtma ve hatalı değerlendirme örnekleriyle dolu! Madem nesli tükenen tür sayısı konusunda verilerin daha fazla olacağını düşünebiliyorsunuz ve bu düşünme biçimine dair kapıyı açıyoruz, o zaman biz de gayet tabii “Nesil tükenme ve tehdit etme verileri tutucu ve evcil köpek ve kedilere karşı art niyetli olup olmadıklarını bilmediğimiz bilimciler tarafından abartılmış olabilir” tespitini yapabiliriz. Olur mu? Olmaz.

Türkiye için tek bir veri yok

ODTÜ sunumunda kullanılan grafik ve görsellerin ve kaynakların birçoğunda böyle sorunlar var. Biraz çorba olmuş ve belli bir amaca uygun olarak hazırlanmış ve karşıt görüşlere ya da ifadelere hiç yer verilmemiş, meselenin tarihsel bağlamı da yok sayılmış. Bir de en büyük sorun, sunumda Türkiye’ye dair tek bir tane bile verinin olmaması. Madem memlekette bu kadar ciddi bir sorun var siz de bunu anlatabilecek yeterliliğe sahip olduğunuzu düşünerek sunumlar raporlar hazırlıyorsunuz bir iki proje de bunun için yapılsaymış. Biz de o zaman gerçekten Avustralya, Dominik Cumhuriyeti ve Sao Tome adalarında olan durumun bizde de olup olmadığını öğrenebilirdik. Bu yok ama mesela sunumda da başka raporlarda da köpeklerin saldırısına uğramış insan görselleri var. İşte bu yaklaşım düalist körlüğü besleyen bir yaklaşım. Muhtemelen benzer içerikler bakanlık yetkilileri tarafından da mevcut yasa taslağının hazırlanması için kullanılmış. Daha önce hiçbir çalışma ve proje yapmayan bakanlık bir anda bir sürü neden sayarak sokak köpekleri için plan oluşturmaya karar vermiş. Meselemiz aslında konunun ne kadar da bağlamından kopuk ve eksik bir çerçevede değerlendirildiğiyle ilgili.

Memlekette biyoloji, evrim, popülasyon kontrolü ve ekoloji alanında çalışan onca insan olmasına rağmen sokak hayvanlarının doğal ekosisteme olan etkisine dair dişe dokunur tek bir bilimsel içerik yok. Buna rağmen sanki her şey çok açık ve netmiş gibi, gelinen noktanın “uyutma” adı altında toplu katliam seviyesi olması gerçekten bize özgü bir durum.

Gelişmiş ülkelerden örnek veren Bangladeş ortalaması

Meselenin “modern ve gelişmiş ülkelerde sokakta köpek olmadığı” argümanına dayandırılması da oksimoron. Benzer bir durumu biz plastik atık sorununda da görüyoruz. Avrupa’daki sokakların temiz olduğu ve atık yönetim alt yapısına atfedilen yücelik de tam olarak benzer motivasyona dayanıyor. Kök sorunu tanımlamadan doğrudan karşılaştırmalar yapıp aralarında dağlar kadar fark olan ülkeler ve bölgeler arasında paralellikler kurmak bize özgü. Belki siz kendinizi o modern ülkelere ait hissediyor olabilirsiniz ama gelinen noktada ortaya çıkan pratikler maalesef sizi İngiltere ile değil daha çok burun kıvırdığınız Bangladeş, Malezya ve Hindistan kategorisine sokuyor. Çünkü gelişmiş ve modern ülke diye yaratılan mitos tek başına anlamı olan bir mitos değil. Bir sürü başka bağlamı da söz konusu. Meseleyi buradan değerlendirip konunun bağlamını kaçırmak istemiyorum ama görünen o ki bildiğiniz yanıldığınızı anlamanıza yetmiyor.

Olayın evrim ekoloji ve biyoloji bilimi camiasında tartışılan seviyesi bu. Bunun nihayetinde geldiği nokta da “topla, 1 ay bekle sonra da hepsini katlet” düzeyi. Bunu doğrudan söyleyen diğer yaklaşım da “Al evine besle” kötülüğü. Bu konu hakkında Murat Sevinç çok güzel bir yazı yazmış. Onu okumanızı öneririm.

Yalan rüzgarı: Yaygın köpek saldırganlığı

Aynı kitlenin diğer bir argümanı olan saldırganlık meselesi ise bir başka ikiyüzlülüğü ortaya koyuyor. Böyle bir durum elbette var ancak bu durumun münferitliğini sokak hayvanı sayısını düşününce anlamak daha mümkün. 4  milyona yakın sokak köpeği olan bir yerde eğer yaygın bir saldırganlık sorunu olsaydı, her gün onlarca saldırı ve ölüm haberi duymamız gerekirdi. Üstelik bu kadar yaygın kitle iletişim araçları da varken. Çünkü elinde akıllı telefon ve internet olan herkes bu olayları kolayca yayabiliyor. Ancak bakıyoruz ki bu argümana konu olan olayların sayısı, köpek popülasyonu sayısı ve iddia edilen yaygın saldırganlık iddiasının yanında oldukça sınırlı. Burada illa bir sürü insana saldırılması ya da ölüm olması gerekiyor gibi bir tespit yapmıyorum. Ben sadece argümanın temelsizliğine parmak basıyorum. Çünkü ortaya çıkan saldırı haber ve görüntülerinin ekserisi ya yalan ya da aynı olayların tekrar dolaşıma giren versiyonları. Kaldı ki aksine insanlar tarafından öldürülen ya da şiddete uğrayan hayvan sayısı çok daha fazla.

Bir de bu meselenin dayandırıldığı çocuklara olan saldırı iddiası var ki o da bir başka ikiyüzlülük göstergesi. Çünkü kimsenin çocukları dert ettiği yok. Mesele eğer ki çocukları korumak olsaydı köpek saldırganlığından çok daha büyük bir sorun olan çocuk istismarı ve çocukların yetersiz beslenmesi gibi konular da toplumda ciddi bir karşılığa sahip olurdu. Hassasiyet biraz da hangi kampın neyi dert ettiğiyle ilişkili. Bu kampın da azınlıkta olduğunu söyleyebilirim. Sayıda az ama gürültüde fazlalar.

Sokakta bu kadar hayvan olması ve onların da sersefil perişan halde yaşaması kabul edilebilir bir durum değil. Ancak bu sorunun çözümü de katliam değil. Bunun çözüm olamadığının en güzel özetini Foti Benlisoy yazmış. Okumanızda fayda var.

Bir başka kötülük de belediyelerin kısırlaştırma yapmak yerine hamaset politikalarını tercih etmeleri. Bunun en belirgin örneği İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin İstanbul’daki ağaçlık bir alana astığı ve ev ya da sokak kedisi ayrımı yapmadan kedileri düşman ilan eden tabelasıydı (Bu tabeladaki bilgiler de yazının başında bahsettiğim sunum ve yararlandığı başka bölgelere ait kaynaklara dayanıyor). Gelen tepkiler üzerine tabela kaldırılmıştı ancak bu tabela üzerinden gelen “bilim bu”, “başıboş kedi sorunu”, “kediler doğal hayatı bitirdi” gibi ezbere jenerik tepkiler de, yaratılan ve yazının başında belirttiğim yanlı “bilimsel” yaklaşımların topluma nasıl da işletilmeye çalışıldığının göstergesi. Sanki İstanbul şehri, kediler olmadan orman varlıklarını, derelerini kıyılarını ve ağaçlarını; buralarda yaşayan canlılarını kaybetmemiş gibi bir algı yaratılmış, tek sorun da kedilermiş gibi bir hava estirilmeye çalışılıyor. Size kötü bir haberim var ama elimizde bu uyduruk ve ithal “zarar verme” bilgilerine dair doğru düzgün bir veri yok. Yani düpedüz manipülasyon ile argüman üretiyoruz.

Tasarının altında yatan asıl neden: Kazanç

Gelelim asıl soruya. Sokaklar kimindir? Bu soruyu en son 2014 yılında Romanya’da duymuştuk. Romanya’nın başkentinin bir parçası haline gelmiş olan ve sokaklarında dolaşan, bazıları saldırgan ve korkutucu olabilen ancak çoğunluğunun tek derdinin tek başlarına dolaşıp yiyecek aramak olan sokak köpekleri için bizdekine benzer bir düzenleme yapılmıştı. Bu köpekler, Bükreş Belediyesi tarafından yapılan tartışmalı düzenlemeyle sistematik olarak yakalanacak ve iki hafta içinde sahiplenilmez veya evlerine yerleştirilmezlerse öldürüleceklerdi. Tıpkı Türkiye’de olduğu gibi Romanya’da da yetkililer işlerini yapmadığı için sokak köpekleri popülasyonunda ciddi bir artış olmuş ve ortaya önemli bir sosyo-politik sorun çıkmıştı. Yasanın yürürlüğe girdiği günden itibaren 7 ay içerisinde sadece Bükreş’te, sorumlu olan kuruluş Bükreş Hayvan Gözetimi ve Koruma Kurumu (ASPA) tarafından 26.000 sokak köpeği yakalanmış ve bunlardan 10.000’i katledilmişti. Bugün bu tartışmalı yasa aradan geçen 10 yıla rağmen hala sorunu ortadan kaldırabilmiş değil. Üstelik ortaya bir de sektör çıkmış durumda: Hayvan yakalama ve öldürme şirketleri!

Her şey bir yana ne oldu da 2014 yılında Romanya’dan çok daha ileride olan bir düzeyde olan ve hayvan haklarını önceleyen bir pozisyonda olan iktidar, 10 yıl sonra Romanya’nın başladığı yere geri döndü? (Bu dönüşüme dair ilginç bir analizi şurada okumak mümkün).  Bugün Türkiye’nin her yerinde Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı birimlerince dağıtılmış su ve mama kapları ile kulübeler görmeniz mümkün. Bunları dağıtan bir halden, elinde palalarla kristal geceye susamış kitlelerin, dişine kan değdiren pozisyona nasıl gelindi? Bunun yanıtını belki de Romanya’da görmek mümkün. Çünkü hayvan öldürmenin çok sayıda Rumen şirketi için kazançlı bir iş olduğunu görüyoruz. Kazanç son 20 yılımızın en önemli anahtar kelimesi. Kazanç diye çöp ithal etmek, kazanç diye nükleer santral ihale etmek, kazanç diye zehirli endüstriyi ithal etmek gibi yaygın bir pratiğimiz var. Çünkü kazanç olsun da nasıl olursa olsun.

Dolayısıyla düğüm tam olarak da burada. Sokakların kimin olacağı sorusunun cevabı bize bu dönüşümü ve mevcut yasal düzenlemenin motivasyonu hakkında da fikir verecektir. Çünkü bu yasal girişimle beraber var olan yoksullaşmanın sumen altı edilmesinin yanında buradan da bir kazanç kapısı ve iş modeli yaratılacağı gerçeği var. Bu kazancın motivasyonu ile katliam timlerini sokakların hâkimi kılmak görünen ve anlaşılan niyet. Bu niyet de beraberinde bize çözülmüş bir “başıboş hayvan” sorunu getirmeyecek.  Aksine başıboş ve olağanlaşmış bir katliam ortamı yaratacak. En nihayetinde de konunun varacağı noktanın sana bana bize ona gelip gelmeyeceğine de elinde öldürme aracını bulunduran karar verecek. Şu ülkeyi az biraz tanıyanlar bunun olacağını gayet iyi biliyorlar. Zaten yasal düzenleme de buna cevaz verecek şekilde tasarlanmış. Saldırgan olduğu düşünülen, belli bir bölgede sayıları fazlalaşan, doğal hayata zarar verdiği düşünülen, hasta olduğu düşünülen veya tespit edilen hayvanların hepsi öldürülecek. Peki, bu sayılanların olup olmadığına kim karar verecek? Dümen kimdeyse, ihalelere kim girecekse onlar ve onların bilimsel soslu danışmanları karar verecek.

Yasal düzenlemeyle yetki tanımı yapılan belediyelerin bu işi yapmaları beklenemez. Çünkü belediyelerin büyük çoğunluğunun ne bu işi yapacak personeli ne de alt yapısı söz konusu değil. Dolayısıyla bu iş de birilerine taşere edilecek. Tıpkı Romanya’da olduğu gibi. Belki de bunun farkında olan bu potansiyel taşeronlar sosyal medya trolleri ve ana akım medyadaki paralı temsilcileri aracılığıyla hayvan nefretini bu yüzden körüklüyorlardır. Çünkü hatırlayın Urfa’da meydana gelen ve yalan olduğu da hemen ortaya çıkan kuduzlu hayvan meselesinin arkasından da kuduz aşısı üreten bir siyasinin izleri çıkmıştı.

Ne olmalı?

Peki, ne olmalıydı? Kısırlaştırma. Ancak bunun için de öncelikle tüm yerel yönetimlerin bu konuda kapasitelerinin arttırılmasına ve denetimlerinin de sivil toplum-devlet ortaklığında yapılacağı bir modele ihtiyaç var. Türkiye’de 922 ilçe ve 52 de il belediyesi var. Bunun yanında da 30 büyükşehir belediyesi var. Beldeleri saymıyorum. Bu şekilde kapasitesi oluşturulmuş 1004 belediye her gün en kötü senaryoda 5 hayvan kısırlaştırsa 261 günde (2024 için toplam çalışma günü sayısı) 1.310.220 tane hayvanı kısırlaştırabilir.  Böylelikle birkaç yıl içerisinde tüm hayvanların kısırlaştırılabileceği bir durum yaratılabilir. Zaten böyle bir kısırlaştırma yoluyla sokak hayvanı popülasyonu birkaç yıl içerisinde yarı yarıya azalacak ve uzun vadede de eğer ki etkin bir sahiplendirme politikası izlenirse sokakta hayvan kalmayacaktır. Buna bir de gönüllü olarak bu işi yapan dernek ve vakıfların çabalarını da katarsak bu sorunu toplu katliam yapmadan çözmek gayet mümkün. Bunların masraflarını da zaten ödediğimiz tonla vergi ile karşılayabiliriz.

Bunun için ciddi bir irade lazım. İşte bu irade olmadığı için her konuda olduğu gibi bu meselede de toplumsal sinir uçları kaşınıyor ve mesele düalist bir körlük içerisinde kutuplaştırma ekseninde ele alınıyor. Bu sorunu aklın ve bilimin yol göstermesi ile değil de başıboş yaklaşımlarla çözmeye karar verirsek işte o zaman tarihimize bir başka kara bir leke daha yazmış olacağız. İşte o zaman da sokak köpeklerine ve kedilerine yar edilmeyen sokaklarda, biz de utanç ile yabancılaşmış olarak dolaşmak zorunda kalacağız.

İklim değişikliği böceklerin üreme faaliyetlerini tehdit ediyor

Ecology and Evolution (Ekoloji ve Evrim) dergisinde yayımlanan yeni bir çalışma, iklim değişikliğinin etkisiyle yükselen sıcaklıkların böceklerin renklerini ve üreme kabiliyetini etkilediğini gösterdi.

Herberstein ve ekibinin gerçekleştirdiği çalışmaya göre renklerin nasıl değişeceği böcek türlerine göre çeşitlilik gösteriyor. Ancak böcekler renk değişimlerine adapte olamazsa iklim değişikliği, üreme faaliyetleri renklere bağlı olan böcek popülasyonlarının yok olmasına neden olabilir.

İklim değişikliği: Bazı bölgelerde böcek popülasyonu yarıya indi
Yeni araştırma: 1990’dan bu yana böcek popülasyonu dörtte bir azaldı

Artan sıcaklıklar böceklerin evrimine yol açıyor

Böcekler, pigmentlerden, yapısal bazlı renklerden veya her ikisinin birleşiminden üretilen çeşitli renkler sergiler. (a) Danaus genetia, (b) Ceriagrion cerinorubellum, (c) Tectocoris diophthalmus, (d) Coccinella transversalis, (e) Trithemis aurora, (f) Taxila haquinus. Fotoğraf : MK Han

Koyu renkli böcekler soğuk havalarda bir partner bulmak konusunda parlak renkli böceklere göre daha başarılı. Sabahın erken saatlerinde daha çabuk ısınabilen esmer erkek böcekler henüz diğer böcekler ısınmaya çalışırken partner arayışına başlayabiliyor.

Bunun nedeni ise koyu renkli nesnelerin ısıyı daha fazla emerek daha hızlı ısınması, açık renklilerin ise gelen ışını yansıtarak daha yavaş ısınması.

Ancak bilim insanları, artan sıcaklıkların böceklerin renk tonlarını düzenleyen pigmentlerin daha az olacak şekilde evrimleşmesine neden olduğunu söylüyor. Yani böcekler giderek daha açık renkli ve parlak hale geliyor.

Örneğin 2016 yılında yapılan bir çalışma, artan sıcaklıklar nedeniyle Kuzey Amerika dağlarında bulunan Mead‘de kükürt kelebeklerinin parlak sarı renkli kanat renklerinin giderek solduğunu gösterdi.

Farklı bir çalışmaya göre 1980-2000 yılları arasında ise iki benekli uğur böceklerinin siyah benekleri yerini kırmızı beneklere bıraktı. Yaprak böceklerinin sırtlarındaki koyu lekeler de giderek azaldı.

Sıcaklığın etkisi böcek türlerine göre değişiyor

Ancak Herberstein ve ekibi, sıcaklıklar ve böcek renkleri arasındaki ilişkinin o kadar da net olmadığını gösterdi. Bazı türlerin rengi açılırken diğerlerininki koyulaşabiliyor.

1953-2013 yılları arasında kelebek türlerini inceleyen farklı bir çalışma kelebeklerin soluk sarı renklerinin giderek daha yoğun ve koyu hale geldiğini buldu. 2018 yılında yapılan farklı bir araştırma ise baston böceklerinin bir türünün sıcaklıkların etkisiyle daha da koyulaştığını gösterdi.

Araştırmanın yazarlarından Tonmoy Haque, “Mekanizma o kadar da net değil ve kafa karıştırıcı” dedi. Bu karışıklık ise böceklere renk veren melaninin aynı zamanda bağışıklık koruması ve güneşten gelen ultraviyole radyasyona karşı koruma gibi etkilerinin de olmasıyla açıklanıyor.

Kamuflaj ve üreme faaliyetleri etkileniyor

Renkler açık hale de gelse koyulaşsa da hayvanların kamuflaj ve üreme faaliyetleri artan sıcaklıklardan etkileniyor. Örneğin artan sıcaklıkların yol açtığı renk değişimleri birbirlerini renklerinden tanıyan türlerin yaşamsal kabiliyetlerini değiştirebilir.

Böceklerin üreme mekanizmalarının etkilenmesinin türlerin devamlılığı üzerindeki önemine dikkat çeken bilim insanları, böceklerin iklim değişikliği ile nasıl mücadele edeceğinin henüz net olmadığını söylüyor.

NASA uzmanları böcek çeşitliliğindeki değişimlerin diğer türleri, ekosistemleri ve gıda güvencesi de olumsuz etkileyeceğine dair uyarıyor. Ancak sıcaklığın böcek renklerine ve üremesine etkilerinin tespit edilmesi yüksek risk altında olan türlerin belirlenmesine ve biyolojik çeşitlilik kaybıyla mücadeleye yardımcı olabilir.

Son 53 yılın en sıcak haziran ayı yaşandı: 65 merkezde ekstrem sıcaklık

Türkiye‘de 2024’ün haziran ayı ortalama sıcaklıkları, 3,6 derece artışla 25,4 derece gerçekleşti. Böylece son 53 yılın en sıcak haziran ayı yaşandı. 65 merkezde ise ekstrem maksimum sıcaklık rekoru kırıldı.

Meteoroloji Genel Müdürlüğü’nün aylık değerlendirme raporu’na göre,1991-2020 normalleri haziran ayı ortalama sıcaklığı 21,8 derece olan Türkiye’de, 2024 Haziran’da ortalama sıcaklık 25,4 derece gerçekleşti.

Haziranda ekstrem maksimum sıcaklık ölçülen merkezlerden bazıları şöyle:  Isparta 3,8 derece farkla 40 derece, Uşak 3,4 derece farkla 40 derece, Senirkent 2 derece farkla 39,6 derece, Tefenni 1,9 derece farkla 38,4 derece, Sivrihisar 1,6 derece farkla 37,4 derece, Adıyaman 1,5 derece farkla 43 derece, Eğirdir 2,2 derece farkla 38,2 derece, Burdur 2,2 derece farkla 40,9 derece, Viranşehir 1,3 derece farkla 45,3 derece, Silifke 1 derece farkla 42,3 derece, Mut 1,5 derece farkla 43,6 derece.

‣ Sıcak dalgası Türkiye’de: Neden ısınıyoruz?
‣ Kentleri bekleyen tehlike: Sıcak dalgası
‣ Klimanız yoksa sıcak dalgasında uyuyabilmek için 40 ipucu

En yüksek sıcaklık 47.8°C ile Ceylanpınar’da

2024 yılı Haziran ayında ortalama sıcaklıklarla ilgili veriler şöyle:

  • 1991-2020 normalleri haziran ayı ortalama sıcaklığı 21.8 °C olup 2024 yılı haziran ayı sıcaklığı ise 25.4°C ile normallerinin 3.6 °C üzerinde gerçekleşti.
  • 2024 yılı haziran ayı ortalama sıcaklığı, son 53 yılın en sıcak haziran ayı olarak kayıtlara geçti.
  • 2024 haziran ortalama sıcaklığı, kendisine en yakın olan 2019 yılı haziran ayından (23.4 °C) 2.0 °C daha fazla oldu.
  • Bu ay, 65 adet yeni ekstrem maksimum sıcaklık gerçekleşmiştir. En düşük sıcaklık 1.6 ºC ile Erzurum’da, en yüksek sıcaklık ise 47.8 °C ile Urfa Ceylanpınar’da tespit edildi.
  • • 2024 yılı haziran ayı ortalama maksimum sıcaklıkları, 1991-2020 dönemi maksimum sıcaklık normallerinin 3.3 °C üzerinde gerçekleşti.
  • Ortalama minimum sıcaklıklar ise  1991-2020 dönemi minimum sıcaklık normallerinin 2.6 °C üzerinde oldu.

Bölgesel değerlendirme

Marmara Bölgesi

Ortalama sıcaklıklar, bölge genelinde mevsim normallerinin üzerinde gerçekleşti. Haziran ayı uzun yıllar ortalama sıcaklığı 22.0 °C iken, 2024 haziran ayı 25.3 °C oldu. Bölgede en düşük sıcaklık 11.2 °C olarak Balıkesir’de, en yüksek sıcaklık ise 41.4 °C olarak aynı ilde gözlendi.

Ege Bölgesi

Ortalama sıcaklıklar, mevsim normallerinin üzerinde gerçekleşti. Bölgenin haziran ayı uzun yıllar ortalama sıcaklığı 23.7 °C iken, 2024 Haziran ayı 28.0 °C oldu. En düşük sıcaklık 8.1 °C olarak Gediz’de, en yüksek sıcaklık ise 44.6 °C olarak Aydın’da gözlendi.

Akdeniz Bölgesi

Ortalama sıcaklıklar, haziran boyunca bölge genelinde mevsim normallerinin üzerindeydi. Bölgenin haziran ayı uzun yıllar ortalama sıcaklığı 24.0 °C iken, 2024 Haziran ayı 28.2 °C olarak gerçekleşti. En düşük sıcaklık 11 °C olarak Göksun’da, en yüksek sıcaklık ise 44.7 °C olarak Manavgat’ta gözlendi.

İç Anadolu Bölgesi

Ortalama sıcaklıklar,  mevsim normallerinin üzerinde oldu. Haziran ayı uzun yıllar bölgenin ortalama sıcaklığı 19.3 °C iken, 2024 Haziran ayı 23.4 °C olarak gerçekleşti.  En düşük sıcaklık 2.7 °C olarak Kangal’da, en yüksek sıcaklık ise 39.3 °C olarak Polatlı’da gözlendi.

Karadeniz Bölgesi

Ortalama sıcaklıklar, bölge genelinde mevsim normallerinin üzerinde  gerçekleşti. Bölgenin haziran ayı uzun yıllar ortalama sıcaklığı 19.8 °C iken, 2024 haziran ayı 22.8 °C oldu. En düşük sıcaklık 4.8 °C olarak Bayburt’ta, en yüksek sıcaklık ise 39.7 °C olarak Düzce’de gözlendi.

Doğu Anadolu Bölgesi

Ortalama sıcaklıklar, Doğubeyazıt çevresinde mevsim normalleri civarında gerçekleşirken, diğer kesimlerde mevsim normallerinin üzerinde oldu.  Bölgenin haziran ayı uzun yıllar ortalama sıcaklığı 19.1 °C olup 2024 haziran ayı da 21.8 °C oldu.  En düşük sıcaklık 1.6 °C olarak Erzurum’da, en yüksek sıcaklık ise 40.1 °C olarak Palu’da gözlendi.

Güneydoğu Anadolu Bölgesi

Ortalama sıcaklıklar, bölgenin genelinde mevsim normallerinin üzerinde gerçekleşti. Haziran ayı uzun yıllar ortalama sıcaklığı 27.2 °C olup 2024 haziran ayı da 31.1 °C oldu. Bölgede en düşük sıcaklık 13.0 °C olarak Batman’da, en yüksek sıcaklık ise 47.8 °C olarak Ceylanpınar’da gözlenmiştir.

Prof. Önol: Çok şiddetli bir sıcak dalgası içindeyiz

Türkiye’nin de içinde bulunduğu Akdeniz havzası, iklim değişikliğinden en çok etkilenen bölgeler arasında. Sıcak dalgalarının da aşırı ve bir anda başlayıp sele neden olan sağanak yağışların da hemen tüm bölgelerde daha sık, daha yoğun ve uzun süreli olduğu görülüyor, bu da insan sağlığından tarıma, hayvancılıktan biyoçeşitliliğin azalmasına kadar pek çok olumsuz sonucun çok daha ağır yaşanmasına neden oluyor.

Bunu engellemek için ise öncelikle fosil yakıtları yakmayı bırakmak, ancak bununla birlikte kentlerin bu tür aşırı hava olaylarına karşı “uyum politikalarını” hayata geçirmesi gerekiyor.

İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) Meteoroloji Mühendisliği Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Barış Önol, şiddetli bir sıcak dalgası içinde olduğumuzu söyledi.

Önol, sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımda, bugünler çok sıcak ancak gelecek haftaki tahminler de hiç iyi değil. Beyaza dönen alanlarda maksimum sıcaklıklar 45°C’ye ulaşıyor Bu sıcaklıklar güneyimiz için daha normal olabilir ama Balkanlar, Ukrayna ve Rusya da bu sıcaklıklarda” diye yazdı. 

Dr. Şahin: Kurumlar uyarı yapmalı

İstanbul Politikalar Merkezi’nde Kıdemli Uzman ve İklim Değişikliği Çalışmaları Koordinatörü ve Yeşil Gazete yazarı Dr. Ümit Şahin’ de sıcaklık anomalisinin 10-14 derece civarında olduğunu belirterek,”Bakalım hangi kurumlar ve yerel yönetimler sıcak dalgası uyarısı yapacak” diye sordu.

Türkiye’de düşük doğurganlık ve küçülme

[email protected]

Küçülme konusunda daha önce de tartışmıştık. Küçülme terimi nedense pek hoş karşılanan bir terim değil. Her şey büyümeye bağlı. Büyümek isteniyor. Kim büyümek istemez? Büyümek, güçlenmeyi veya egemenliğini artırmayı, bazı durumlarda da zor/ şiddet kullanabilme kapasitesini geliştirmeyi çağrıştırıyor; küçülmek de bunların tam tersini…

Ancak büyümenin de küçülmenin de bir ölçüsü/ optimumu olmalı. Aşırı büyümek veya gereğinden fazla küçülmek neden gereksin? Belki de büyüklükler bakımından dengelerin kurulmasını daha çok önemsemeliyiz. Bazı şeylerin büyümesini ve bununla dengeli bir biçimde bazı şeylerin de küçülmesini… Ayrıca büyümeyi veya küçülmeyi nasıl ölçüyoruz, kullandığımız ölçüt nedir? Eğer büyümede daha çok niceliksel göstergeleri kullanıyorsak, bu büyüme her zaman anlamlı olmayabilir.

Bir örnek üzerinde düşünelim: Dünya ya da ülke nüfusunun artmasını istiyoruz ve bunu olumluyoruz. Ancak yaratılan ekolojik sorunların, kirlenmelerin ve bazı alanlardaki aşırı yüklenmelerin de azalmasını istiyoruz. Oysa bu ögelerin hepsi birbiriyle ilişkili ve ancak bir denge durumunda sorun yaşamıyoruz. Bu durumda büyüme ve küçülme kavramlarına her durum ve her olay için ayrı ayrı bakmak ve buralardaki dengeleri çok boyutlu bir çözümleme ile değerlendirmek durumundayız. Eğer büyüme ve küçülme kavramlarına sadece ekonomik, kültürel, askeri vb. tür hegemonyalar açısından değil de ekolojik dengeler açısından bakacak olursak sanırım, her büyümeyi kolayca kabul edemeyiz.

Nicelik mi önemli, nitelik mi?

Türkiye’de 2023 yılı toplam doğurganlık hızının (TDH) 1,5 olduğu açıklandığında da nüfusun niceliksel büyüklüğünün ciddi bir güç göstergesi olduğunu düşünenler nerdeyse paniğe uğradılar.  Oysa, hiçbir ülkenin olmadığı gibi, Türkiye’nin gücü de nüfusunun büyüklüğünden gelmiyor. 1920 ve 30’larda Türkiye nüfusu 20 milyon civarındayken, Türkiye güçsüz ve kolayca yıkılacak bir ülke gibi düşünülmüyordu. Ülkenin gücünü gösteren ögelerden biri nüfusun niceliksel büyüklüğü olabilir ama aynı büyüklük eğer içinde bulunduğu çağın standartlarına göre niteliksel olarak donanımlı değilse nicelik pek de önemli olmayabilir.

Buradaki soru elbette “nitelik” teriminin kapsamıyla ilgili. Nitelik, nüfusun yaş kompozisyonuyla, sağlık durumuyla, eğitimle, üretebilme tür ve kapasitesiyle, politik-demokratik deneyimliliğiyle, barışçılığıyla ve örgütlenebilme kapasitesiyle vb., pek çok bakımdan ölçülebilir. Ama Türkiye’nin 1920-30’lu yıllardaki 20 milyondan biraz fazla nüfusu, nitelik ve nicelik özellikleri bakımından önemsiz değildi.

Türkiye 1950-60’lı yıllara gelindiğinde 30 milyon civarında ama hızlı nüfus artış kapasitesiyle, yine şimdiki 80 milyonluk nüfusa göre çok küçüktü, ama önemsenmeye değmeyecek bir ülke değildi. Hatta nasıl bir büyüme istediği konusunda yaptığı tartışmalarda ülke politikaları hızlı nüfus artışını değil, üretebilme, daha nitelikli üretebilme için eğiştim ve sağlık kapasitesini geliştirme vb. gibi konularda artışa (ya da büyümeye) daha çok önem veriyordu. Nüfus artışındaki çok yüksek hız nedeniyle “aile planlaması” politikası geliştiriliyor, kadınların kendi aile büyüklüklülerini ve doğurganlık hızlarını denetleyebilmesi için kamusal hizmet programları üretiliyordu.

1960’lı yıllarda, 30 milyon civarındaki nüfusun hızla artması değil, kişi başına düşen üretimin, üretkenliğin ve gelirin artması, hızla kentlileşen nüfusun niteliksel donanmalarının en azından kentsel altyapılar, eğitim, sağlık, istihdam, kadın-erkek eşitliğinin artması, vb. doğrultusundaki kentsel ve kırsal refah politikalarının geliştirilmesi, kamusal alandaki politik tartışmaların ana konularını oluşturuyordu.  1960’lar Türkiye’sinin 30 küsur milyonluk nüfusu, dünya ülkeleri arasında bugünkü 80 milyonluk Türkiye’den daha az önemli bir ülke değildi; hatta daha ciddi bir gelişme/ güçlenme ve ilerleme potansiyelini daha kararlı bir biçimde sergileyebiliyordu.

1960 yıllarda henüz ekolojik problemler, kirlenmeler ve kaynaklardaki azalmalar tartışılmıyordu. Bununla birlikte kentleşmedeki hızlı nüfus yığılmasının yarattığı sorunlar, özellikle kentlerdeki hava kirliliği, tarımda marjinal toprakların makinalı tarıma açılmasıyla artan toprak erozyonu, ormanlık alanlardaki küçülmeler vb. gibi sorunlar ciddiye alınmaktaydı. Ekolojik sorunların Türkiye’de ciddi bir biçimde tartışılmaya başlaması, dünyanın pek çok ülkesinde olduğu gibi 1980, özellikle 1990 sonrasında gündeme gelmeye başladı ve bu tartışma bugüne kadar sıklaşarak devam etti.

Nüfus azalmasının etkileri birkaç kuşak sonra görülecek

Nüfusa artış hızının çok hızlı bir artış temposu içinde olduğu II. Dünya Savaşı sonrası yıllardan, kentleşmenin artık iyice başat bir tercihe dönmesiyle, giderek sönümlenmesi ve TDH’nin bugünlerde 1.5 düzeyine gerilemesi bir anlamda toplumun kendi doğal davranışı, bilgeliği ve bilinciyle, kolektif olarak ama ortak tartışma konusu olmaksızın gerçekleşmiş bir durum gibi görünüyor.

TDH’nin 2.1 olması, ne büyüme ne de küçülme olmadan nüfusun kendi niceliksel büyüklüğünü koruması anlamına geliyor. Ancak nüfus hareketleri sonuçları hemen ortaya çıkan olgular değil. Demografik değerlerin kuşaklar arası farklılığı nedeniyle bugün saptadığımız TDH azalması etkisi, yani nüfusun küçülmeye başlaması, ancak birkaç kuşak sonra görülebilecek bir durum olacak.

Ancak TDH’daki bu azalmanın ne kadarının, ülkenin bugün içinde bulunduğu krizler ve doğal afetler nedeniyle yani geçici, ne kadarının da yapısal nedenlerle yani kalıcı olduğunu bilmiyoruz. Eğer bu geçici bir demografik tepkiyse krizlerin, afetlerin, salgın hastalıkların, (bazı ülkeler için savaşın vb.) ertesinde yeniden değişebilir ve yükseliş eğilimine girebilir. Ancak Türkiye’deki durumun benzer nüfus yapısı değişimi rotası üzerinde yürümüş ülkelerde olduğu gibi yakın bir gelecekte yüksek bir TDH’ye dönüşmeyeceğini öngörebiliriz.

20.yüzyılın başlarına kadar geçerli olan teknolojik durum, coğrafi kaynakların ve biçimlenişin insan yoğunluklarıyla ilişkisi, kentleşme oranı, ekolojik dengeler ve kirlenmeler vb. düzeyi niteliksel gelişmesi için üzerine hiçbir yatırım yapılmamış bir insanın kendi toplumsal ve bireysel bilgeliğiyle önemsenmesi gereken bir değeri vardı. Ama bugün için aynı şeyi söyleyebilmek oldukça zor. İçinde bulunduğumuz çağda; nüfusunun sadece sayısal olarak artması ama niteliksel gelişmelerle etkili olabilmek üzere hiçbir biçimde donatılmaması durumunda aynı önemi taşıyacağını düşünemeyiz.

Dolayısıyla, dünyanın içinde bulunduğu iklim krizi karşısında hiçbir ciddi program uygulamayan, afetlere ve kentsel sorunlara sadece rant/ soygunculuk anlayışıyla yaklaşan, ekonomik krizin faturasının sürekli olarak yoksullara yükleyen, eğitim ve sağlığın hem kalitesizleştiği hem de pahalılaştığı, işsizliğin sürekli arttığı bir ülkede insanların iktidarın önerdiği gibi “3 çocuk” politikasını uygulaması, nasıl söz konusu olabilir?

Türkiye’de toplumun kendi bilgeliği ile TDH’yi düşürme eğiliminde olmasını, olumlu bir gelişme olarak değerlendirmenin yerinde olduğunu söyleyebiliriz. Türkiye’nin nüfus olarak dengede kalması hatta bir miktar küçülmesi, buna karşılık kentli haklarının, insan haklarının gözetildiği bir ortamda niteliksel donanımla ilgili, özellikle kadına ve üreme sağlığına ve toplumsal cinsiye eşitliğine yönelik kamu politikalarının geliştirilmesi ve toplumu korku/ kriz ortamından çıkartacak ekonomik-toplumsal politikaların demokratik ve katılımcı bir ortamda oluşturulması, sanırım küçülme karşıtlarının bile kabul edebileceği bir ülke/ toplumsal durum yaratabilir.

Bu tartışma sadece nüfus artışıyla ilgili, ama yaşlanma ve ölüm konusuna, daha da önemli olarak göç politikalarına hiç değinmiyor. Sanırım bu tartışmaları geliştirmek için önümüzde epey zaman olacak…

 

AB ülkeleri 2030 hedeflerinde sınıfta kaldı, başarısızlığın maliyeti yüksek oldu

Avrupa Birliği (AB) ülkelerinin ulusal iklim planlarını analiz eden Transport & Energy (T&E) raporuna göre 12 üye ülke Çaba Paylaşımı Yönetmeliği (ESR) kapsamındaki ulusal iklim hedeflerini tutturamayacak. Üyelerin yalnızca altısı hedeflerini karşılarken yedi ülke ise hedeflerine ulaşamama riskiyle karşı karşıya.

Bu ülkeler emisyonlarını azaltmak için gerekli adımları atamazlarsa mali cezalar ödemek zorunda kalacak.

AB, sivil toplumun 2030 emisyon hedeflerinin gözden geçirilmesi talebini reddetti

AB’nin iklim ve enerji paketinin bir parçası olan ESR politika çerçevesi, 27 AB ülkesi için bağlayıcı ulusal sera gazı hedeflerini içeriyor. Bu hedefler doğrultusunda üye ülkelerin 2030 yılına kadar emisyonlarını 2005 yılına oranla yüzde 40 azaltmaları gerekiyor.

Üye devletlerin iklim hedefleri beş temel sektörü kapsıyor: Karayolu taşımacılığı, binalar, küçük sanayi, artık ve tarım. Ülkelerin GSYİH’sine göre belirlenen ESR için daha zengin uluslara daha katı hedefler belirliyor.

AB genelinde hedefler karşılanamadı

Mevcut durumda AB ülkelerinin emisyonları 2030 yılına kadar yüzde 35,5 oranında düşecek. Ancak bu oran, yüzde 40’lık hedefin yüzde 4,5 altında kalıyor. Yani bazı AB ülkeleri, emisyonlarını azaltma konusunda hedeflenenin çok daha altında performans gösterdi.

Analize göre İtalya ve Almanya en kötü performans gösteren ülkeler oldu. Almanya iklim hedeflerinin yüzde 10’unu karşılayamazken İtalya için bu oran yüzde 7,7 oldu.

Fransa ise hedefini karşılamaya çok yakın. Ancak iklim politikalarından atılacak bir geri adım veya enerji tüketimini arttıracak soğuk bir kış bile hedeflerin başarıya ulaşmasına engel olabilir.

ESR kapsamında iklim hedeflerini gerçekleştiremeyen ülkeler, hedeflerine ulaşan ülkelerden karbon kredileri satın alabiliyor. Bu kredilerin fiyatı ise kredi anlaşmasını yapan iki ülke arasında belirleniyor. Uzmanlar karbonun ortalama 129 euro maliyetle alınıp satılabileceğini söylüyor.

Analize göre İspanya, Yunanistan ve Polonya’nın diğer ülkelere kredi sağlaması mümkün olabilir. İspanya, hedeflenenden yüzde 7 oranında daha fazla başarı elde etti. Bu da İspanya’nın hedeflerini yerine getiremeyen ülkelerden yaklaşık 10 milyar euro kazanç sağlayabileceği anlamına geliyor.

‘Ödenecek ceza miktarı akıllara durgunluk veriyor’

Hedeflerine en uzak ülke olan Almanya’nın, mevcut kredilerin yüzde 70’ini satın alması gerekecek. Bu da ülkenin 16,2 milyar euroluk bir iklim ödemesi yapması anlamına geliyor. İtalya’nın hedeflerine ulaşamamasının maliyeti ise 15,5 milyar euro olarak hesaplandı.

[İklim Masası] Emisyonları sıfırlamak için karbonun etkin fiyatlandırılması şart

Ancak en az 12 ülkenin hedeflerine ulaşmada başarısız olması nedeniyle kredi kıtlığı yaşanabilir. Bu durum 2030 yılında bir ihale savaşına yol açarak kredi fiyatlarının artmasına neden olabilir.

Analizi yapan uzmanlar ülkelerin 2030 hedeflerine ulaşmak için hala zamanları olduğunu belirtiyor. T&E’nin iklim direktörü Sofie Defour, rapor için “Ülkelerin 2030 yılında ödemek zorunda kalacakları ceza miktarı akıllara durgunluk veriyor. Ülkeler net bir seçimle karşı karşıya: Ya karbon borçları için diğer ülkelere milyarlarca dolar ödenecek ya da vatandaşlara da faydası olacak yeni politikaları yürürlüğe koymak” dedi.

Hedeflere ulaşmak için hala vakit var

Almanya ve İtalya elektrikli araç kullanımını arttırabilir veya binalara yalıtım yapmak gibi birçok önlem alabilir.

Ülkelerin 30 Haziran’da yeni Ulusal Enerji ve İklim Planları‘nı (NECP) sunmaları bekliyordu. Ancak yalnızca Hollanda, Danimarka, Finlandiya ve İsveç bu plana ulaşabildi.

ESR hedefleri NECP’ler için önemli bir ölçüt. Ancak yalnızca altı ülke hedefleri değerlendiren komisyondan geçer not aldı. Bu ülkeler Hırvatistan, Çekya, Macaristan, Lüksemburg, Slovenya ve İspanya oldu.

Danimarka ise ESR’nin kapsadığı alanlar da dahil olmak üzere NECP belgelerinde yaptığı değişikliklerden sonra hedeflere ulaşma yolunda olduğunu gösterdi.

 

Uluorta: LGBTİ+’lar cinsel sağlık hizmetlerine ne kadar erişebiliyor?

Uluorta‘da bu hafta Deniz Özkor, HEVİ LGBTİ+ Derneği Mülteci LGBTİ+ Program Koordinatörü Ameda Karakuzu konuk ediyor.

LGBTİ+’ların cinsel sağlığı ve cinsel sağlık ürünlerine erişimde yaşadıkları deneyimlere dair soruları yanıtlayan Ameda Karakuzu, özellikle LGBTİ+’ların cinsel yönelimleri ve cinsel kimlikleri üzerinden edindikleri deneyimlere, cinsel sağlık konusunda yaşanan kimi zaman zorluklara, kimi zaman bilinmezliklere ve bazıları modası geçse de hala akıllarda yer alan soru işaretlerine cevap veriyor.

Uluorta’nın bu bölümünde konuğumuz Ameda Karakuzu, LGBTİ+’ların cinsellikle aralarının nasıl olduğuna, deneyimlere, akran desteğinin önemine ve eğitimde, aile içerisinde ne gibi zorluklarla karşılaşıldığına değiniyor.

Unutmayın! HEVİ LGBTİ+ Derneği’nin cinsel yolla bulaşan hastalıklar serisini broşür haline getirdiği yayınları da yayımda! Broşürlere buradan ulaşabilirsiniz.

Sorularınızı bize sosyal medya kanallarımızdan iletebilirsiniz!

Kent savunucuları alarmda: JW Marriott otelinin inşaatı için nöbet başlıyor

İstanbul‘un Sarıyer ilçesinde 35 yıldır kaba inşaat halinde bırakılan oteli protesto eden aktivistler her hafta salı günü 19.00’da otel inşaatı önünde nöbet tutacak.

Hacıosman‘da bulunan JW Marriott otelinin inşaatı protestolara ve otel ruhsatının iptaline rağmen hız kesmeden devam ediyor. Yıllarca kaba inşaat halinde bırakılan ve aşınmış durumda olan otel hakkında endişelenen aktivistler inşaatın durdurulmasını talep diyor.

Danıştayın otel ruhsatını iptal ettiği otelin yasa dışı olarak ilerlediğini söyleyen aktivistler, “Gecekondu yapı kayıt belgesi ile gökdelen yapılan ruhsatsız otel inşaatının tamamlanmasına kısa bir süre kalmış durumda ve eğer ki inşaat tamamlanırsa geri dönüşü daha zor olacaktır” diyerek otel inşaatının yol açacağı olumsuzluklara dikkat çekiyor.

‘Mahalleye geri dönüşü olmayan zararlar verecek’

Kent ve doğa savunucularının otel inşaatına dair endişelerini şu şekilde:

Yıllardır yağmur suyu ve rüzgar nedeniyle korozyona uğrayan çürük binanın olası bir depremde binanın içindekilere ve etrafındakilere mezar olacak.

Binanın yıkılması durumunda enkaz nedeniyle bölgeye iletilen yardımlar ve ulaşım yolları engellenecek.

Bölgeye açılacak olan rezidans tipi bina, çevre ormanların ve mahallenin rezidans ve gökdelenlerle kaplanmasını ve Maslak gibi bir hal almasının önünü açacak. Bu da mahallenin mevcut yapısının bozulması anlamına geliyor.

Son olarak Hacıosman’da trafiğin artmasına neden olacak ve mahallelere ulaşımı engelleyecek.

Kent ve doğa savunucuları: JW Marriott oteli Sarıyer’in tabutu olacak