Ana Sayfa Blog Sayfa 507

TEMA, siyasetçilere seçim öncesinde politika önerilerinde bulundu: Kanun hazırlanmalı

TEMA Vakfı, sürdürülebilir yaşam ilkesi çerçevesinde doğal varlıkları, biyolojik çeşitliliği ve iklimi koruma amacıyla uygulanması önerilen çevre politikalarının özetlendiği Ekosiyaset Bildirgesi’ni yayımladı.

Toprak başta olmak üzere doğal varlıklar, iklim, enerji, madencilik, mekânsal politikalar ve çevresel etki değerlendirme süreçleri kapsamında mevcut durum incelemelerinin yanında Türkiye’deki çevre ve iklim politikalarındaki sorunlara işaret edilerek çözüm önerileri sunuldu.

Ekosiyaset Bildirgesi’nde siyasetçilere önerilerde bulundu. Siyasetçilere bildirgede önerilen çevre politikalarını diğer toplumsal ve iktisadi programlarla birlikte üstün kamu yararı temelinde benimsemeleri ve öncelik vermeleri önerildi.

Toprak, tarım ve gıda güvencesi: Sürdürülebilir mera yönetimi hayata geçirilmeli

COVID-19 salgını ile ülkelerin gıda üretimi konusunda kendine yeterli olmasının ne kadar önemli olduğu bir kez daha herkes tarafından anlaşılmıştı.

Gıda üretiminin yüzde 95’inin topraktan sağlandığı göz önüne alındığında, tarım topraklarının ve toprak üretkenliğinin korunmasının kritik derecede önemli olduğunun görüldüğünün belirtildiği bildirgede “Bu gerçeklik karşısında Türkiye’de tarım arazilerinin durumu incelendiğinde 1992 yılından günümüze 38 milyon dekar tarım arazisinin (tüm tarım arazilerinin yüzde 16’sının) kaybolduğu görülüyor. 1920’lerin başında ülkemizin yüzde 56’sını oluşturan mera arazileri bugün ülkemiz yüzölçümünün yüzde 19’una gerilemiştir” ifadelerine yer verildi ve şu veriler paylaşıldı:

  • Mevcut meralarımızın yüzde 70’inde bitki örtüsü zayıf yani ot verimi düşüktür.
  • Ülkemizde 2030 yılına kadar 3,1 milyon, 2050 yılındaysa 8,2 milyonluk bir nüfus artışı olacağı öngörülmektedir.
  • Nüfus projeksiyonlarının gerçekleşeceği kabul edildiğinde, artan nüfusun sadece buğday ihtiyacının 2030 yılında 558 bin ton olacağı, bu üretim için ise 1,8 milyon dekar tarım arazisinin gerektiği hesaplanmaktadır.
  • 2030 yılı için ihtiyaç duyulan tarım arazisi miktarı 1,8 milyon dekarken 2050 yılına göre hesaplandığında bu miktar 4,9 milyon hektara çıkmaktadır.

Ayrıca bildirgede tarım arazileri konusunda şu önerilere yer verildi:

  • Öngörülen ihtiyaçlar dikkate alındığında, tarım arazilerinin amaç dışı kullanımının engellenmesi için 5403 Sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu’nun öngördüğü şekilde, “Toprak Koruma ve Arazi Kullanım Planları”nın hazırlanması, tarımsal potansiyeli yüksek, büyük ovaların tarımsal koruma alanı ilan edilmesi, toprağın sürdürülebilir yönetimi ve toprak koruma ve erozyonla mücadele tedbirlerinin acilen desteklenmesi gereklidir.
  • Tarım alanları gibi meraların da amaç dışı kullanımına son verilmeli, meralardaki biyolojik çeşitliliğin ve ot verimliliğinin korunmasına hizmet edecek şekilde “sürdürülebilir mera yönetimi” hayata geçirilmelidir.
  • Ayrıca, tarımsal üretimin sürdürülebilirliği için alınacak önlemlerle üreticinin kazancı iyileştirilmeli, göçün önüne geçmeyi sağlayacak kırsal kalkınma politikaları benimsenmelidir.

Ormanlar: Orman alanları madenciliğe kapatılmalı

Ekosiyaset Bildirgesi‘nde ormanlara dair ise kanunlara işaret edildi:

  • 6831 Sayılı Orman Kanunu’nun 2/B ve EK-16. maddeleri orman arazi varlığını azaltan; 16, 17 ve 18. maddeleriyse ormanların tahribatına yol açan yasal düzenlemelerdir.

Ayrıca ilgili kanun maddelerinden yola çıkılarak ortaya koyulan veriler şöyle sıralandı:

  • 6292 Sayılı Yasa ile 2/B arazilerinin satılmasına ve 2018 yılında Orman Kanunu’na Ek-16 maddesinin eklenmesiyle orman açma ve işgal suçlarında 2017 verilerine göre 2,5 kat artış olmuştur.
  • Orman Kanunu’nun 16, 17 ve 18. maddeleriyle ormanlık alanda madencilik, ulaşım, enerji, turizm, haberleşme atık yönetimi gibi çok sayıda ormancılık dışı kullanım ve tesislerin yapımı için sadece 2012-2021 yılları arasında toplam alanı 383 bin 36 hektar olan 51 bin 298 adet izin verilmiştir.
  • İzin verilen alanların yıllık miktarı bir yılda yanan ormanların ortalama alanlarının dört katına ulaşmaktadır.
  • Verilen izinler habitat parçalanmaları nedeniyle biyolojik çeşitliliği tehdit etmekte ve orman varlığında kayıplara sebep olmaktadır.

Ek olarak orman tahribatının önüne geçilebilmesi için şöyle öneriler sıralandı:

  • Orman tahribatının engellenmesi için 2/B uygulamasının temeli olan Anayasa’nın 169. maddesinin 3. paragrafı yürürlükten kaldırılmalı, sadece 2/B uygulamasına ilişkin hükümleri kısa sürede hükümsüz hale gelecek şekilde geçici madde haline getirilmelidir.
  • 6831 Sayılı Orman Kanunu’nun 16. maddesi tüm ormanları madene açan bir düzenleme olmaktan çıkarılmalı; orman amenajman planlarında fonksiyonel amacı doğayı koruma, erozyonu önleme, iklim koruma, hidrolojik, toplum sağlığı, estetik, rekreasyon, ulusal savunma ve bilimsel fonksiyon olarak belirlenmiş orman alanları madenciliğe kapatılmalıdır.
  • Doğal yaşlı ormanları koruma altına alacak yasal düzenleme yapılmalıdır.
  • 17. maddede izin verilecek kullanım alanlarında azaltma yapılmalı, verilecek izinlerde kamu yararı kararının alınması için mutlaka orman ekosistem hizmetlerinin dikkate alınması sağlanmalı, 18. maddede yer alan tarihi eserlerin restorasyonuna ilişkin hükmü dışında izne olanak sağlayan hükümler yasadan çıkarılmalıdır.
  • Ormanların sürdürülebilir yönetimi ve korunması için ülkemizdeki yaklaşık 7 milyon orman köylüsünün kalkındırılması, meselenin diğer önemli bir parçasıdır. Orman köylülerinin kalkındırılmasına yönelik uygulamalar ormancılık ve diğer sektörlerle bütünleşik bir şekilde yürütülmelidir.

Doğa koruma alanları: Doğa koruma yasası hazırlanmalı

Türkiye’nin üç bitki biyo-coğrafyasının kesiştiği ender bir ülke olarak yüksek endemizmin görüldüğü, biyolojik çeşitliliği yüksek bir ülke olduğunun belirtiliği bildirgede doğa koruma alanlarına ilişkin de şu veriler paylaşıldı:

  • Zengin tür çeşitliliğine ve korunan alanlarla ilgili son yıllardaki artışa rağmen, 2021 yılı istatistiklerine göre Türkiye’de karasal ve denizel koruma alanlarının oranı sırasıyla yüzde 8,7 ve yüzde 4’tür. Bu oran hem dünya (yüzde 16) hem de AB ortalamalarının (yüzde 25) altındadır.
  • Ülkemiz sahip olduğu yüksek çeşitliliğe rağmen dünya ölçeğinde korunan alanlar sıralamasında 177 ülke arasında 133. sıradadır. Korunan alanlar farklı bakanlıklar tarafından yönetilmekte, bu durum korumada farklı statü ve uygulamaları beraberinde getirmektedir.

Doğa koruma alanlarına dair ortaya koyulacak politikalarda ise şu öneriler sıralandı:

  • BM Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi 15. Taraflar Toplantısı’nda korunan alanların yüzde 30’a ulaştırılması hedeflenmiştir. Ülkemizde de bu hedefe ulaşma konusunda hızla adımlar atılmalıdır.
  • Koruma altına alınan alanlar mevcut biyolojik çeşitliliğin korunmasını kapsayacak şekilde planlanmalı, yapılacak boşluk analizlerine göre yeni koruma alanları belirlenmelidir.
  • Hiç şüphe yoktur ki; ülkemizde uluslararası standartlarda, katılımcı ve koruma hedefiyle bir çerçeve doğa koruma yasası hazırlanmalı, yasada tüm koruma alanları tek bir kurumun sorumluluğuna verilmelidir.

Su: Kanun hazırlanmalı

Canlılar için yaşamsal bir ihtiyaç olan su; Türkiye’de mevzuat, tahsis, uygulama, denetim kaynaklı olarak miktar ve kalite açılarından baskı altında.

Kullanılabilir su potansiyelinin 112 milyar metreküp olan Türkiye’de, politika eksikliği sebebiyle kullanılan su miktarının sürekli artış gösterdiğinin belirtildiği bildirgede suya dair şu önerilere yer verildi:

  • Yer üstü ve yeraltı sularının doğayı ve bütün canlıları gözeterek korunabilmesi için ekosistemi bir bütün olarak değerlendirip, merkezine alan bir Su Kanunu hazırlanmalı ve suya yönelik bütün mevzuat metinleri hazırlanacak bu kanunla uyumlu hale getirilmelidir.
  • Tarım, enerji, madencilik ve sanayi sektörlerinde su tüketiminin azaltılmasına yönelik hedefler oluşturulmalı ve hayata geçirilmeli, su şebekelerindeki kayıp/ kaçak oranlarını azaltacak altyapı yatırımları yapılmalıdır. Su tüketimi yükseldikçe atık su miktarı da artmakta, doğru yöntemlerle arıtılmayan atık suların deşarjlarıysa doğal varlıkları ve canlıları tehlikeye atmaktadır. Bu nedenle denizler, göller ve akarsular kirlenmektedir.
  • Son yıllarda yaşadığımız müsilaj problemi, deşarj edilen atıksuların kirlilik yükünün Marmara Denizi’nin özümleme kapasitesinin çok üzerinde olmasından kaynaklanmaktadır.
  • Sanayide suların geri kazanımına yönelik uygulamaların hayata geçirilmesi ile atık su miktarındaki artışın önüne geçilmeli, farklı kullanım çeşitlerinden ortaya çıkan farklı içerikli atık suların doğru yöntem ve yeterli miktarda arıtılabilmesi için atık su arıtma tesisleri hayata geçirilmelidir.
  • Tüm bu kirlilik önleme çalışmaları hayata geçirilirken atık suların yönetiminde “kirleten öder prensibi”ni ön plana almak yerine “kirlilik önleme prensibi”ne dayalı bir mevzuat oluşturulmalıdır.

İklim: Azaltım ve uyum politikalarının hızlı bir şekilde hayata geçirilmesi çok önemli

Türkiye’nin de içerisinde yer aldığı Akdeniz Havzası’nın, küresel iklim değişikliğine karşı en kırılgan bölgelerden biri olduğu Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) 4. raporuyla ortaya konulmuştu.

Raporda, 21. yüzyılın sonuna kadar sıcaklıklarda yaşanacak artışların yağışlarda azalmaya ve kuraklığa neden olacağı ve su kaynaklarının giderek azalacağı belirtilmişti.

TEMA’nın bildirgesinde ise iklime dair  “Türkiye, ortalama sıcaklıklar, doğal afet sayıları ve kuraklık verilerindeki artışlar gibi iklim krizi etkilerini her geçen gün daha fazla hissetmesine rağmen, ulusal kalkınma hedefleri gerekçesiyle sera gazı emisyonlarını en hızlı artıran ülkelerden biri olmuştur” denildi.

2021 yılında Paris Antlaşması’nın Meclis onayından geçmesinin ardından güncellenen Ulusal Katkı Beyanı’nda, artıştan azaltım öngörülüyor ve buna göre 2030 yılına kadar sera gazı emisyonlarında yüzde 30’dan fazla artış bekleniyor. TEMA’nın bildirgesinde buna ilişkin olarak “Oysa ki 2053 yılı için belirlenen karbon nötr hedefinin gecikmeden gerçekleştirilmesinde, iklim değişikliğiyle mücadelede iki temel yöntem olan azaltım ve uyum politikalarının hızlı bir şekilde hayata geçirilmesi çok önemlidir” ifadeleri kullanıldı. Ayrıca iklime dair şu politika önerileri sıralandı:

  • Özellikle iklim değişikliğinin baş sorumlusu olan fosil yakıtlardan çıkış; bu doğrultuda başta sekiz sanayi, enerji ve ulaşım sektörleri olmak üzere düşük karbonlu faaliyetlere geçiş sera gazı emisyonlarını azaltımda önemli bir adım olacaktır.
  • Uyum politikaları ise iklim değişikliğinin yıkıcı etkilerine karşı direncin artırılması yönünde önemli role sahiptir. Enerji ve su verimliliğinin arttırılması, aşırı hava olaylarına karşı erken uyarı sistemlerinin kurulması, sürdürülebilir tarım yöntemleri, iklime karşı dirençli kentlerin inşası gibi uygulamalar olası hasarların ve maliyetlerin önüne geçmekte etkili olacaktır.
  • Alınacak tüm bu önlemler ve azaltım faaliyetleri esnasında ise iklim adaletinin temel ilkeleri göz önüne alınarak hareket edilmesi ve sektörlerde adil bir geçişin inşa edilmesi hayati önem taşımaktadır.
  • Aksi takdirde halihazırda var olan ekonomik eşitsizlikler, iklim kriziyle birlikte daha da derinleşecek ve kriz çözümsüz bir hal alacaktır.

Enerji: Nükleerden vazgeçilmeli

Türkiye’de enerji konusunda en büyük sorunun, enerji bağımlılığı olarak görüldüğünün belirtildiği bildirgede, enerjiye dair şu veriler paylaşıldı:

  • Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı tarafından yayımlanan, “2021 Yılı Ulusal Enerji Denge Tablosu” verilerine göre, Türkiye’nin birincil enerji arzının yaklaşık yüzde 84’ü fosil yakıtlardan sağlanmakta, toplam enerji arzının yüzde 70,7’si ise ithal edilmektedir.
  • Fosil yakıtlardan enerji üretimi enerji bağımsızlığını sağlamadığı gibi, daha önemlisi, ekosistem üzerinde geri dönüşü imkânsız tahribatlara yol açmakta, iklim krizini derinleştirmektedir.
  • Fosil yakıtlar nedeniyle, yurttaşlar yerlerinden edilmekte, geçim kaynakları ellerinden alınmakta ve sağlıklarını kaybetmektedirler.

Enerji konusunda ise şu politika önerilerinde bulunuldu:

  • Yenilenebilir enerji yatırımlarının artması, sera gazı emisyonlarının azaltılması bağlamında olumlu bir adım olmakla birlikte yatırımların ölçeği, projelerin yer seçimi ve enerji dönüşümünün adil ve ekosistemle uyumlu bir biçimde gerçekleştirilmesi çok önemlidir.Aksi takdirde teknik olarak yenilenebilir olarak sınıflandırılan santraller, ekosistem üzerindeki olumsuz etkileri nedeniyle “temiz” olarak nitelendirilemez.
  • Türkiye’nin hızla kömürden çıkış için bir adil geçiş planı yapması; sıfır karbon hedefini destekler şekilde fosil yakıt kullanımından, ekosistem döngüleri üzerinde telafisi imkânsız zararlar verecek riskler taşıyan nükleer enerji santrallerinden vazgeçmesi; temiz enerji üretim yöntemlerini teşvik edecek politikalar üretmesi gerekmektedir. Bu politikalar üretilirken enerji verimliliği ve tasarruf ilkeleri de esas alınmalıdır.

Madencilik: Ülkemiz için faydadan çok zarar getirecek

Türkiye’de 3213 sayılı Maden Kanunu 1985 yılından beri yürürlükte. Kanun 1985’ten bu yana 20’den fazla kez değişti, yapılan her değişiklikle Türkiye’de daha fazla alan madencilik faaliyetlerine açıldı. TEMA’nın Ekosiyaset Bildirgesi’nde ise maden politikalarına dair şu eleştiriler yapıldı:

  • Yönetmelikler ve ilke kararları ile madencilik faaliyetlerine ilişkin kısıtlamalar getirilmeye çalışılsa da kanunlar nezdinde madencilik çalışmaları için herhangi bir kısıtlayıcı düzenleme yoktur.
  • Bugün gelinen noktada Türkiye’de madencilik faaliyetlerinden kanunlarla korunan tek bir alan olmadığını söylemek mümkündür.
  • Madencilik faaliyetleri arama süreçleri dahil her bir aşamada toprak, su ve ekosistem üzerinde geri dönüşü mümkün olmayan tahribata sebep olmaktadır. Bu tahribatın gerçekleştiği alanın, madencilik faaliyeti sona erdikten sonra rehabilite edilmesi, ekosistemin madenden önceki haline döndürülmesi mümkün değildir.
  • Ayrıca maden atıklarının toplandığı barajlar hem işletme sırasında hem de sonrasında ekosistem için çok ciddi bir tehdittir.

Siyasetçilere maden konusunda seçim öncesi yapılan politika önerileri ise şöyle:

  • Metalik madencilik faaliyetlerine yönelik izin süreçleri, kamu yararı tartışması çerçevesinde şekillendirilmelidir.
  • Tüm tarafların doğrudan katılımlarını sağlamayan ve planlandıkları yörede kabul görmeyen maden arama ve çıkarma faaliyetleri toplumsal ihtilaflara neden olacak ve ülkemiz için faydadan çok zarar getirecektir.

Mekânsal planlama: Doğa koruma anlayışı benimsenmeli

Planlamanın, ulusal ve kentsel ölçekte alınan kararların bütünü olduğunun vurgulandığı bildirgede, ülke ölçeğinde alınan yatırım kararları ve belirlenen bölgesel gelişme esasları ile kentsel ölçekte üretilen imar planları aracılığıyla farklı özelliklerde birçok doğal alanın etkilendiği belirtildi. Bu alandaki öneriler ise şöyle:

  • Mekânsal planlamada ekosistem anlayışının benimsenmesi, tarım ve mera alanlarının amaç dışı kullanımının önlenmesi, planların iklim değişikliğini önleme ve uyum konularında etkin hale getirilmesi, doğal ve kültürel kimliklerin korunması gerekmektedir.
  • Kentsel 10 gelişmenin, kent içindeki ve kent çeperlerindeki doğal alanları koruyacak şekilde yönlendirilmesi; kırsal alanların da su ve gıda güvenliğini tesis edecek şekilde planlanması önemlidir.
  • Giderek artan biçimde yaşanan sel, kuraklık, deprem, müsilaj gibi riskler mekansal planlamada her ölçekte bütünleşik bir sakınım ve doğa koruma anlayışının benimsenmesi gerektiğini göstermektedir.

ÇED: Sekiz yılda 76 bin ÇED’e onay verildi

1993 yılında yürürlüğe giren ve günümüze kadar 23 kez değiştirilen Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) Yönetmeliği’ne ilişkin de önerilere yer verilen bildirgede ÇED Yönetmeliği’nin halen ekosistemin ve yaşam alanlarının korunmasını sağlayamadığı ifade edildi.

Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın yayımladığı 1993-2021 yılları arasında verilen ÇED istatistiklerine göre, verilen 76 bin 940 karardan sadece 63 tanesinin olumsuz yönde olduğunun belirtildiği metinde, şu politika önerilerine yer verildi:

  • Gelinen nokta, ÇED süreçlerinin tamamlanması gereken bürokratik bir süreç olarak algılandığını ve amaç ile sonucun örtüşmediğini göstermektedir. ÇED sürecinde yerelin katılımı esas alınmalı, insanlara bilgilenmeleri, araştırmaları ve söz sahibi olabilmeleri için yeterince zaman tanınmalıdır.
  • Ayrıca her bir proje için çevresel etki değerlendirme yapılırken, var olan tesisler ve planlanan diğer projeler de hesaba katılmalı ve mutlaka kümülatif etki değerlendirmesi yapılmalıdır.
  • Bir proje içerisinde yer alan faaliyetlerin birbirinden bağımsız değerlendirilmesine son verilmeli, bunların entegre projeler olduğu kabul edilerek bu eksende çevre, sağlık ve sosyal etki değerlendirmeleri yapılmalıdır.
  • ÇED raporlarının, sadece mevzuata uyulacağı belirtilen bir taahhütname olmasının ötesinde; çevresel etkilerin net olarak belirlendiği, bu etkilerin bertaraf edilmesi veya en aza indirilmesi için alınacak teknik ve sosyal tüm önlemlerin detaylı incelendiği bir içeriğe kavuşturulması gerekmektedir.
  • Ayrıca projenin işletme ömrü gibi, işletmeden sonraki dönem de dikkate alınarak önlem, izleme ve denetleme prosedürlerinin raporlarda tanımlı olması sağlanmalıdır.

UNİCEF: Üç yılda 48 milyon çocuk tek bir aşı dahi olmadı, annelere söz hakkı tanınmadı

UNICEF‘in bugün yayınladığı “Dünya Çocuklarının Durumu 2023: Her Çocuk için Aşı” raporunda, araştırma kapsamındaki 55 ülkeden 52’sinde COVID-19 salgını sırasında aşıların çocuklar için önemine ilişkin kamuoyunun güveninin azaldığı uyarısında bulunuldu. Raporun bulguları şöyle:

  • 2019 ile 2021 yılları arasında toplam 67 milyon çocuk aşılanmadı.
  • 2019 ile 2021 yılları arasında rutin aşılamayı kaçıran 67 milyon çocuktan 48 milyonu, “sıfır doz” olarak da bilinen tek bir rutin aşı bile olmadı.
  • Çocuk felci nedeniyle felç olan çocuk sayısı 2022’de bir önceki yıla göre yüzde 16 arttı.
  • 2019 ile 2021 dönemi önceki üç yıllık dönemle karşılaştırıldığında, çocuk felci nedeniyle felç olan çocuk sayısında sekiz kat artış oldu.
Fotoğraf: DepoPhotos

Rapor, pandeminin başlamasından sonra Güney Kore, Papua Yeni Gine, Gana, Senegal ve Japonya‘da çocuklar için aşıların önemine ilişkin güvenin üçte birden fazla bir oranda azaldığını ortaya koyuyor.

The Vaccine Confidence Project tarafından toplanan ve bugün UNICEF tarafından yayınlanan son verilere göre; yalnızca Çin, Hindistan ve Meksika’da aşıların önemine dair güvenin sağlam olduğu ve hatta arttığı görüldü.

Kaynak: UNICEF

35 yaşın altındakiler ve kadınlarda güven azaldı

Rapora göre; çoğu ülkede, 35 yaşın altındaki insanların ve kadınların, pandemi başladıktan sonra çocuklara yönelik aşılara daha az güven duyduklarını bildirme olasılığı daha yüksekti.

Buna göre; güvendeki düşüşlere rağmen, aşılara yönelik genel destek nispeten güçlü olmaya devam ediyor. Araştırma yapılan 55 ülkenin neredeyse yarısında, katılımcıların yüzde 80’inden fazlası aşıların çocuklar için önemli olduğunu düşünüyor.

Ancak rapor, çeşitli faktörlerin bir araya gelmesinin aşı tereddütü tehdidinin artmakta olabileceği konusunda uyarıda bulunuyor. Bu faktörler arasında pandemi sürecindeki çözümlerde hakim olan belirsizlik, yanıltıcı bilgilere artan erişim, uzmanlığa olan güvenin azalması ve siyasi kutuplaşma yer alıyor.

Fotoğraf: DepoPhotos

‘Aşı türleri hakkındaki korku ve dezenformasyon virüsün kendisi kadar yayıldı’

“Pandeminin zirvesindeyken, bilim insanları hızla sayısız hayat kurtaran aşılar geliştirdiler. Ancak bu tarihi başarıya rağmen, tüm aşı türleri hakkındaki korku ve dezenformasyon virüsün kendisi kadar geniş çapta yayıldı” diyen UNICEF Genel Direktörü Catherine Russell, şunları kaydetti:

“Bu veriler endişe verici bir uyarı sinyali. Rutin aşılara duyulan güvenin, pandeminin kurbanı olmasına izin veremeyiz. Aksi takdirde, bir sonraki ölüm dalgası kızamık, difteri veya diğer önlenebilir hastalıklara sahip daha fazla çocuk olabilir.”

İnsanların güveninin azalması, COVID-19 salgını nedeniyle de artışa geçen ve son 30 yılda halihazırda yükselişte olan çocukluk dönemindeki aşılamadaki mevcut gerilemeye ek olarak ortaya çıkmış oldu.

Fotoğraf: DepoPhotos

Rapora göre; pandemi, özellikle sağlık sistemlerine yönelik yoğun talepler, bağışıklama kaynaklarının COVID-19 aşılamasına yönlendirilmesi, sağlık çalışanı eksiklikleri ve karantina önlemleri nedeniyle hemen hemen her yerde çocukluk döneminde aşılamayı kesintiye uğrattı.

Ölümcül hastalık salgınlarını önlemek için acil önlem ihtiyacı

Rapor, 2019 ile 2021 yılları arasında toplam 67 milyon çocuğun aşılanmadığını ortaya koydu. Ayrıca buna göre 112 ülkede aşılama oranları düşüyor. Pandemiden hemen önce veya sırasında doğan çocuklar artık normalde aşılanacakları yaşları geçiyor ve bu da kaçırılanları yakalamak ve ölümcül hastalık salgınlarını önlemek için acil eylem ihtiyacının altını çiziyor.

Örneğin 2022’de kızamık vakalarının sayısı bir önceki yılki toplamın iki katından fazlaydı. Çocuk felci nedeniyle felç olan çocuk sayısı 2022’de bir önceki yıla göre yüzde 16 arttı. 2019 ile 2021 dönemi önceki üç yıllık dönemle karşılaştırıldığında, çocuk felci nedeniyle felç olan çocuk sayısında sekiz kat artış oldu.

Fotoğraf: DepoPhotos

Pandemi, mevcut eşitsizlikleri de şiddetlendirdi. Özellikle en dışlanmış topluluklarda olmak üzere çok sayıda çocuk için aşı hala mevcut, erişilebilir veya uygun fiyatlı değil. Pandemiden önce bile, dünya en dışlanmış çocuklara ulaşmak için mücadele ederken, aşılama konusundaki ilerleme neredeyse on yıl boyunca durmuştu.

’67 milyon çocuktan 48 milyonu tek bir aşı dahi olmadı’

2019 ile 2021 yılları arasında rutin aşılamayı kaçıran 67 milyon çocuktan 48 milyonu, “sıfır doz” olarak da bilinen tek bir rutin aşı bile olmadı.

2021’in sonu itibarıyla, Hindistan ve Nijerya (her ikisi de çok büyük doğum kohortlarına sahip ülkeler) sıfır doz uygulanan çocukların en fazla olduğu ülkeler oldu, ancak sıfır doz uygulanan çocukların sayısındaki artış özellikle Myanmar ve Filipinler‘de dikkat çekici oldu.

Aşılamaları eksik olan çocuklar, zaman zaman çatışmalardan etkilenen en fakir, en uzak ve en marjinal topluluklarda yaşıyor. Uluslararası Sağlıkta Eşitlik Merkezi tarafından hazırlanan rapor için yeni veriler, en fakir hanelerde 5 çocuktan 1’inin sıfır dozda olduğunu, en zenginlerde ise bu oranın sadece 20’de 1 olduğunu ortaya koydu.

Dezavantajlı kadınlar ve dezavantajlı çocuklar…

Aşılanmamış çocukların genellikle kırsal alanlar veya kentsel gecekondu mahalleleri gibi ulaşılması zor topluluklarda yaşadığı tespit edildi.

Araştırmaya göre bu çocukların genellikle okula gidememiş ve aile içerisinde alınan kararlarda çok az söz sahibi olan annelere sahip.

Bu da kadınların eğitime ulaşımının önüne koyulan engellerden yine kadınlara atfedilen “çocuk bakıcılığı”na ve ataerkil hayat tarzı nedeniyle kadınların söz hakkına sahip olamayışının sonuçlarına birer örnek olarak karşımıza çıkıyor.

Fotoğraf: DepoPhotos

Ek olarak araştırma, bu zorlukların kentsel alanlarda yaklaşık 10 çocuktan 1’inin ve kırsal alanlarda da 6 çocuktan 1’inin sıfır doz olduğu düşük ve orta gelirli ülkelerde daha sık görüldüğün gözler önüne serdi.

Üst-orta gelirli ülkelerde, kentsel ve kırsal kesimdeki çocuklar arasında neredeyse hiç fark olmadığı tespit edildi.

‘Kaynak ve destek hayati önem taşıyor’

UNICEF, her çocuğu aşılamak için birinci basamak sağlık hizmetlerini güçlendirmenin ve çoğu kadın olan ön saflardaki çalışanlara ihtiyaç duydukları kaynak ve desteği sağlamanın hayati önem taşıdığını belirtiyor.

Rapor, kadınların aşı sağlamada ön saflarda yer aldığını, ancak düşük ücret, kayıt dışı istihdam, resmi eğitim ve kariyer fırsatlarının eksikliği ve güvenliklerine yönelik tehditlerle karşı karşıya kaldıklarını ortaya koyuyor.

UNICEF, bu çocuk ölüm krizini ele almak, çocukları korumak ve hastalık salgınlarını önlemek için hükümetleri aşılama konusunda finansmanı artırma taahhütlerini ikiye katlamaya ve aşılama çabalarını acilen uygulamak ve hızlandırmak için COVID-19 fonları da dahil olmak üzere mevcut kaynakları ortaya çıkarmak için paydaşlarla birlikte çalışmaya çağırıyor.

UNICEF’ten hükümetlere çağrı

Rapor hükümetlere şu çağrılarda bulunuyor:

  • Tüm çocukları, özellikle de COVID-19 salgını sırasında aşılarını kaçırmış olanları acilen tespit edin ve onlara ulaşın,
  • Güven oluşturmak da dahil olmak üzere aşı talebini güçlendirin,
  • Bağışıklama hizmetlerine ve birinci basamak sağlık hizmetlerine fon sağlamaya öncelik verin,
  • Kadın sağlık çalışanlarına, inovasyona ve yerel üretime yatırım yaparak dayanıklı sağlık sistemleri oluşturun.

[Seçim Günlüğü] Kılıçdaroğlu’nun ‘Alevi’ videosuna Soylu’dan yanıt: Neden şimdi söylüyor?

Millet İttifakı Cumhurbaşkanı Adayı ve Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Twitter hesabından paylaştığı “Alevi” başlıklı videoda, “Ben Aleviyim. Hak, Muhammed, Ali inancı ile yetişmiş, samimi bir Müslümanım. Harama el uzatmam” ifadelerini kullandı.

Genç seçmenlere seslenen ve yoksul bir aileden geldiğini aktaran CHP lideri, “Kimliklerimiz bizi biz yapan varlığımızdır ve elbette onurla sahip çıkmamız gerekir. Onları seçemeyiz, onlarla doğarız, büyürüz ve yaşarız. Ancak hayatta seçebileceğimiz çok önemli şeyler var. İyi bir insan olmayı, dürüst olmayı, ahlaklı olmayı, vicdanlı olmayı, erdemli olmayı ve adil olmayı seçebiliriz” diye konuştu.

“Artık kimlikleri konuşmayacağız, başarıları konuşacağız. Artık ayrışmaları konuşmayacağız, ortaklıklarımızı ve ortak hayallerimizi konuşacağız” diyen Kılıçdaroğlu, gençlere bu değişime katılma çağrısı yaptı.

CHP lideri “‘Alevi olmaz’ diyen bu sisteme, ‘doğru olan, ahlaklı olan, dürüst olan olur’ diyecek misin?” sorusuyla gençleri “ayrıştırıcı sistemi kökünden yıkmaya” çağırdı.

Kılıçdaroğlu’nun bu paylaşımı 15 saat içerisinde 45,5 milyondan fazla kez izlendi.

Saadet Partisi’nin resmi hesabından bu video alıntılanarak yapılan paylaşımda ‘Kutuplaşmayı, ötekileştirmeyi ve “kimlik siyasetini’ değil güzel âhlakı, adaleti, hakkaniyeti ve samimiyeti seçerek, bu çarpık düzene hep birlikte son verebiliriz” ifadeleri yer aldı.

Kılıçdaroğlu önceki gece de “Kürtler” başlıklı bir video yayımlamış ve iktidarın Kürtlere yönelik tutumunu “Türkiye’de milyonlarca Kürt, terörist muamelesi görüyor” sözleriyle eleştirmişti.

Bakan Soylu’dan yanıt: Bugüne kadar söylememiş de neden şimdi söylüyor?

İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, Kılıçdaroğlu’nun “Alevi” başlığıyla paylaştığı videoya yanıt olarak “Bugüne kadar söylememiş de neden şimdi söylüyor?” sorusunu yöneltti.

Haber Global‘de yayımlanan programa katılan Soylu, “Alevi Bektaşilikle ilgili bir alt yapı kurulacağı zaman birçok Cemevi temeli atıldı, Türkiye tarihinde ilk bunlar. Bu ülkede Ermeni kaymakam var, Caferi Valimiz var. Şu anda mevcut. Görevlerini rahatça yapıyorlar. Afgan Türkü Valimiz var. Alevi emniyet müdürleri, jandarmaları, genel müdürleri var” dedi.

Soylu ayrıca “Alevi oy alamaz, toplum bunu sorgular diyen biz değiliz, bizim böyle derdimiz de yok. Buradan kendi adına bir mağduriyet oluşturmaya çalışıyor ancak biz bugünleri çoktan geçtik.” diye de konuştu.

Yüksek Seçim Kurulu: 16 ilde Millet İttifakı ismi kullanılamayacak

Yüksek Seçim Kurulu (YSK) dün hem ittifakların seçim bölgelerindeki faaliyetlerini hem de milletvekili adayı olan bakanları ilgilendiren iki karar aldı. YSK, milletvekili adayı olan bakanların istifa etmesi gerektiğine dair bireysel başvuruyu reddederken, CHP ve İYİ Parti’nin tek başına liste çıkardığı 16 seçim bölgesinde seçim pusulalarında Millet İttifakı isminin yer almamasını kararlaştırdı.

YSK’nın kararına göre Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) listelerinde liste başında milletvekili adayı olan 15 bakan, seçim sonuçlanana dek bakanlık görevlerini sürdürecek.

BBC Türkçe‘nin aktardığına göre, kararda bakanların diğer kamu görevlilerine göre atanma usullerinin farklı olması ve Meclis’te yemin etmeleri nedeniyle “kamu görevlisi sayılamayacakları” belirtildi.

16 şehirde ‘Millet İttifakı’ ismi yer almayacak

CHP ve İYİ Parti, 16 ilde seçime “fermuar liste” yöntemiyle girme kararı almıştı. Dokuz ilde CHP adayı, yedi ilde ise İYİ Parti adayı birinci sırada gösterildi.

Partiler, söz konusu 16 ildeki oy pusulalarında “Millet İttifakı” isminin yer alması hakkında YSK’dan görüş istemişti.

CHP ve İYİ Parti tek listeyle girdikleri 16 kentte üst unvan olarak “Millet İttifakı” isminin yer almasını talep etmiş, AKP YSK Temsilcisi Recep Özel ise bu talebe itiraz etmişti.

Dün her iki başvuruyu da değerlendiren YSK, yediye karşı dört şeklindeki oy çokluğu ile Millet İttifakı’nın 16 şehirdeki seçim pusulasında yer alma talebini reddetti. Böylelikle YSK, ayrı liste çıkarılan bu 16 ilde Millet İttifakı adının kullanılamayacağına karar verdi. Dolayısıyla bu illerde sadece aday gösteren partinin logosu bulunacak, parti logosu üzerinde, Millet İttifakı ibaresi yer almayacak.

‘Kararın hiçbir mantığı yok’

İYİ Parti YSK Temsilcisi Mustafa Tolga Öztürk‘e “Bu kararın hiçbir mantığı yok” diye konuştu:

“Şu anda ayakta olan bir ittifak protokolü var. Bu protokol doğrultusunda bizim listelerimiz kabul edildi. İttifakla alakalı herhangi bir problem olmadığı için, bir yerde tek girsek de oy pusulası üzerinde ittifaka ilişkin isim yazılmasını istedik. Neden reddettiklerini biz de anlamadık. Bunun hiçbir mantığı yok. Sonuç olarak ittifak ayakta… O zaman protokol de geçersiz demesi lazım.”

Öztürk, iki partinin ortak listeyle seçime girdiği Ankara’dan örnek verdi:

“Ankara özelinde düşünün, Ankara özelinde CHP ile İYİP giriyor ya birlikte ittifakta, ittifakta girdiği zaman ikisi birlikte olduğu için üzerlerine millet ittifakı yazıyor. Yozgat’ta biz giriyoruz sadece, orada bizim üzerimizde ittifak yazmayacak. Bu diğer ittifaklar için de geçerli olacak, tek başına girilen yerlerde benzer bir uygulama olacak.”

AKP YSK temsilcisi: İttifakın hiçbir hükmü yok

AKP YSK Temsilcisi Recep Özel ise CHP ve İYİ Parti’nin başından beri ittifak protokolüne aykırı hareket ettiğini ve “fiili durum” yaratıldığını savundu:

“İttifakın anlamı nedir? Birden fazla siyasi parti olması lazım. Fakat 16 seçim çevresinde tek başına giriyor CHP ve İYİ Parti. Ben de dedim ki, onların ittifakının aslında hiçbir hükmü yok. Çünkü İttifak protokolünü 6 siyasi parti genel başkanı imzaladı, bunun 4’ü liste vermedi, diğer iki parti de hem bazı yerlerde hiç liste vermedi hem de protokolde hiçbir bir değişiklik yapmadı. Fiili bir durum oluşturdular.”

Özel, şunları ekledi:

“Fiili durum oluşturulduğu için bu protokol aslında yok hükmündedir, bir geçerliliği kalmamıştır, buna göre işlem yapılsın dedim. Pusulada da tek başların girdikleri yerde millet ittifakı unvanını kullanmamaları gerektiğini söyledik, kurul da öyle karar verdi.”

Bir metre uzunluğundaki oy pusulalarının basımına başlandı

14 Mayıs’ta yapılacak 28. Dönem Milletvekili Genel Seçimi’nde siyasi partiler ve ittifakların oy pusulalarındaki yerleri belirlendi.

AKP’nin Yüksek Seçim Kurulu temsilcisi Recep Özel, Twitter üzerinde yaptığı paylaşımda oy pusulalarının basımına başlandığını duyurarak

Pusuladaki sıralama şu şekilde:

 7. sırada , 8. sırada , 9. sırada , 10. sırada , 11. sırada Halkın Kurtuluş Partisi, 12. sırada , 13. sırada , 14. sırada  bulunuyor.

  1. Millet Partisi
  2. Hak ve Özgürlükler Partisi
  3. Türkiye Komünist Partisi, Türkiye Komünist Hareketi ve Sol Parti‘den oluşan “Sosyalist Güç Birliği İttifakı
  4. Genç Parti
  5. Memleket Partisi
  6. Büyük Birlik Partisi (BBP), AKP, Yeniden Refah Partisi ve Milliyetçi Hareket Partisi’nden (MHP) oluşan “Cumhur İttifakı”
  7. Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi ile Türkiye İşçi Partisi‘nden oluşan “Emek ve Özgürlük İttifakı
  8. Adalet Birlik Partisi
  9. Anavatan Partisi
  10. Yenilik Partisi
  11. Halkın Kurtuluş Partisi
  12. Milli Yol Partisi
  13. Vatan Partisi
  14. Güç Birliği Partisi
  15. CHP ve İYİ Parti‘den oluşan “Millet İttifakı
  16. Adalet Partisi ve Zafer Partisi’nden oluşan “Ata İttifakı”

Phaselis’te yürütmeyi durdurma kararı verildi, yine de nöbet devam edecek

Peyzaj Mimarları Odası, Antalya‘nın Kemer ilçesinde bulunan, 1. Derece Sit bölgesindeki Phaselis Antik Kenti’ne Kültür ve Turizm Bakanlığı‘nca verilen izin kapsamında yapılmak istenen inşaatlara karşı açtığı davayı kazandı. Phaselis’teki inşaat için yürütmeyi durduma kararı verildi. Ancak aktivistler nöbete devam edecek.

Antalya 3. İdare Mahkemesi‘nde görülen davada verilen kararda ‘Phaselis Antik Kenti Ören Yeri ve Bütünleyici Kıyı Alanı Çevre Düzenlemesi Yapım İşi‘nin uygulanması halinde telafisi güç zararlar verileceği belirtildi.

‣ Phaselis’te yasa dışı inşaat sürüyor, halk ayakta: Suç duyurusu ve Koruma Kurulu’na başvuru yapıldı
‣ Akdeniz’in doğal ve kültürel mirası tehlikede: Phaselis’te 1. Derece Sit Alanına beton dökülüyor
‣ Phaselis’e betona izin vermeyeceğiz

Mahkeme, alanda yapılmak istenen proje için keşif ve bilirkişi incelemesi yaptırıldıktan sonra bu konuda yeniden bir karar verilinceye kadar yürütmeyi durdurdu.

Uyuşmazlığın çözümlenebilmesi için ve işin niteliği gereği birden fazla kişiden oluşacak bilirkişi heyetiyle mahallinde keşif ve bilirkişi incelemesi yaptırılması yönünde karar verildi.

Ancak Phaselis’e Dokunma ve Phaselis İnisiyatifi bayramda da antik kentteki nöbetlerini sürdürecek. Mahkeme kararına rağmen proje için bir “oldu bittiye” getirme ihtimali olduğunu belirten aktivistler, alanı terk etmeyeceğini bildirdi.

‣Yurttaş Phaselis için bir araya geliyor 
‣Phaselis Çalıştayı’ndan ‘Sivil Denetleme Kurulu’ çıktı: ‘Ben yaptım, oldu’ şeklinde kullanılamaz 

Çevre savunucularından siyasi partilere net mesaj: Nükleeri kapatacağız demeyene oy yok

Nükleer Karşıtı Platform (NKP), “Akkuyu’ya Nükleer Yakıt Getirilmemeli” başlığı altında hazırladığı, 54 nükleer karşıtı kurum ve sivil toplum örgütünün imzası ile bir mesaj yayımlayarak iktidara aday tüm siyasi partileri uyardı.

Mesajda; nükleer santralların barındırdığı risklere dikkat çekildi. Mersin‘de bulunan Akkuyu Nükleer Güç Santrali (NGS) inşaatının durdurulması istenerek, “Mali açıdan büyük kamu zararı doğursa da ‘nükleer santralı kapatacağız’ demeyen hiçbir siyasi partiye oy vermeyeceğiz” denildi.

Elektrik Mühendisleri Odası’nın (EMO) 2006 yılından bu yana sekretaryasını yürüttüğü, bünyesinde birçok meslek odası, sendika, sivil toplum kuruluşu, dernek temsilcisi, yaşam savunucusu ve aktivistlerin bileşen olarak içerisinde yer aldığı NKP, Akkuyu NGS’ye 27 Nisan’da ilk nükleer yakıtın getirilmesini önlemeyi hedefledi.

‣ 27 Nisan’daki ‘açılış’ için nükleer yakıt geliyor: Uzmanlardan Akkuyu NGS için uyarı yağıyor

14 Mayıs’ta yapılacak cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimlerine sayılı günler kala, ülkemiz ve halkımızın geleceği için büyük tehdit unsuru olan nükleer santral projelerinin durdurulması adına tüm nükleer karşıtı kurumları imzaları ile mücadeleye katkı sunmaya çağıran NKP, hazırlanan uyarı mesajını 18 Nisan’da bileşeni olan kurumlar ve sivil toplum örgütlerinin imzasına açtı. Toplam 54 nükleer karşıtı kurum ve sivil toplum örgütünün imza koyduğu uyarı mesajı, 19 Nisan 2023 tarihinde siyasi partilere gönderilerek, kamuoyuna ilan edildi.

Mesajda, Akkuyu’ya nükleer yakıt çubuklarının gelmesiyle ülke geleceğinin büyük tehdit altına alınacağına dikkat çekildi.

nükleer

‣ HDP’den soru önergesi: Akkuyu’ya nükleer yakıt hangi yolla, nasıl getirilecek, kim denetleyecek?
‣ CHP’li başkandan nükleer çıkışı: Mersin’e bu kötülüğü yapanları asla unutmayacağız

‘Projenin iptaliyle büyük ekonomik zarar önlenebilir’

Meslek örgütleri, bilim insanları ve Türkiye halkının tepkilerine rağmen, nükleer santral projelerinin ısrarla gündemde tutulmaya çalışılmasına tepki gösterilen mesajda, Akkuyu’da sorunlu inşaat sürecinin devam ettiği, Sinop’ta ise 2019 yılında maliyet artışları nedeniyle Japon yüklenici şirketin projeden çekilmesi ve Sinop Nükleer Santrali Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) olumlu raporuna karşı açılmış olan davanın henüz sonuçlanmamasına rağmen Rus şirketler ile pazarlıklar yapıldığı vurgulandı.

Dünyadaki ilk “Yap, Sahip Ol, İşlet” modeline sahip Akkuyu Nükleer Santrali’nin hem ekonomik hem sosyal çevre felaketine yol açacağının altı çizilen mesajda, “Nükleer santralin proje maliyeti içinde olmayan atık yakıt çubuklarının ve çalışma süresinin bitiminde santralin bertaraf maliyetini, ekosisteme, canlılara, insan sağlığına, tarıma, balıkçılığa verdiği zararların maliyetini proje maliyetine eklediğimizde projenin iptalinden doğacak ekonomik kayıp ile karşılaştırılamayacak ölçüde ekonomik zarar önlenmiş olacaktır” ifadelerine yer verildi.

‣ ‘İskenderun körfezindeki bir depremle Akkuyu Çernobil’e dönüşebilir’
‣ Deprem bölgesinde bir de Akkuyu NGS tehdidi: Faaliyete geçmemiş olması bir şans

‘Geleceğimizin nükleer felaketlerle yok edilmesine izin vermeyeceğiz’

NKP, bildiride şunları ekledi:

“Bizler, ülkemizde faaliyetlerini sürdüren; meslek odaları, sendikalar, dernekler ve sivil toplum kuruluşları olarak hiçbir koşulda nükleer yakıtın Mersin Akkuyu’ya getirilmesini kabul etmiyoruz. Ne dünyada ne ülkemizde nükleer santral istemiyoruz. Ülke geleceğimizin nükleer felaketlerle yok edilmesine izin vermeyeceğiz.”

Ülkeye felaket getirecek nükleer santrallere karşı duyarlı tüm kurumlar ve nükleer karşıtlarına mücadele çağrısı yapılan bildiride şunlar kaydedildi:

Mali açıdan büyük kamu zararı doğursa da ‘nükleer santralı kapatacağız’ demeyen hiçbir siyasi partiye oy vermeyeceğimizin altını çiziyoruz.

Uyarı mesajına imza veren kurumlar ve sivil toplum örgütlerinin isimleri şöyle:

  • Nükleer Karşıtı Platform (NKP)
  • Elektrik Mühendisleri Odası (EMO)
  • Türk Tabipleri Birliği (TTB)
  • Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK)
  • Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK)
  • Nükleer Tehlikeye Karşı Barış ve Çevre için Sağlıkçılar Derneği (NÜSED)
  • Jeoloji Mühendisleri Odası
  • Mersin NKP
  • Sinop NKP
  • İstanbul NKP
  • Ege Çevre Platformu (EGEÇEP)
  • Tüketici Koruma Derneği (TÜKODER)
  • Taksim Gezi Parkı Koruma Güzelleştirme Derneği
  • Ekosfer, İstanbul Tabip Odası (İTO)
  • Mersin Tabip Odası (MTO)
  • Kuşadası Çevre Platformu
  • Yeşilırmak Çevre Platformu
  • Malatya Çevre Platformu
  • Ekoloji Birliği
  • İklim Adaleti Koalisyonu
  • Sinop Kent Hakları Derneği (KENTSAV)
  • Sinop Nükleer Karşıtı Platform Derneği (SNKPDER)
  • Ekoloji Politik
  • Küçükçekmece Sinoplular Eğitim Kültür ve Yardımlaşma Derneği Marmara Yaşasın Grubu
  • Büyük Menderes İnisiyatifi (BMİ)
  • Radikal Yeşiller
  • Silivri Çevre Derneği
  • Uluslararası Çevre Gazetecileri Derneği (UÇE)
  • Çevre Haberleri Ajansı (ÇHA)
  • Çepeçevre Gazetesi
  • Yeşil Sol Ekoloji Çalışma Grubu
  • Validebağ Savunması
  • Fırtına İnisiyatifi
  • Loc Vadisi Koruma Platformu
  • Karadeniz İsyandadır Platformu
  • Kuzey Ormanları Savunması
  • Mezopotamya Ekoloji Hareketi
  • Samandağ RES Karşıtı Mücadele
  • Bakırtepe Çevre Platformu
  • Adana Ekoloji Platformu
  • Munzur Çevre Derneği
  • Yaşam ve Dayanışma Yolcuları
  • Yeşil Direniş Ekoloji Yaşam Gazetesi
  • Muğla Çevre Platformu
  • İkizköy Çevre Komitesi
  • Gökova Ekolojik Yaşam Derneği
  • Enerji Sanayi Maden Kamu Emekçileri Sendikası (ESM)
  • Veteriner Hekimler Derneği
  • Veteriner Hekimler Derneği Sinop İl Temsilciliği
  • Samsun Çevre Platformu (SAMÇEP)
  • Sinop Çevre Dostları Derneği, Sinop Yazarlar Şairler ve Sanatçılar Derneği (SİYAŞAD)

Salihli’de JES’lere karşı dayanışma çağrısı: Birlikte ‘dur’ diyelim

Daha önce idare mahkemelerinin birçok kez köylüler lehine karar vermiş olmasına rağmen; SANKO şirketi Manisa‘da bulunan Salihli Ovası‘nda jeotermal elektrik santrali (JES) kuyuları açmaya devam etmek istiyor.

Çevredeki tarım arazileri için önemli bir tahribata neden olacak projelere karşı çıkan ekoloji savunucuları, 27 Nisan’da bir araya gelerek Salihli’de JES’e “dur” demeye hazırlanıyor.

Aktivistler açılan kuyuların yer altından çıkardığı ağır metallerin, birinci sınıf marjinal tarım arazisi sınıfında olan ve tarım için son derece verimli ovalardan biri olarak değerlendirilen Salihli Ovası’nın topraklarını kuruttuğunu belirtiyor.

SANKO şirketi, Salihli’nin çeşitli köylerinde 17 adet JES kuyusu açılması için Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) başvurusu yaptı. Daha önce açılan davalarda alınan bilirkişi raporları, JES’lerin Salihli Ovası için ne kadar zararlı olduğunu birçok kez ortaya koysa da, Manisa Valiliği tarafından “ÇED Gerekli Değildir” kararı verildi.

Salihli Çevre Derneği ile sekiz vatandaş, bu karara karşı çıkarak Manisa 2’nci İdare Mahkemesi‘nde iptal davası açtı.

‣ Salihli’de zafer JES’e karşı direnenlerin oldu 
‣ Manisa Salihli’de JES tepkisi: Kükürt solumak istemiyoruz!

Çevre gönüllülerine destek çağrısı

Davacıların avukatı Yıldıray Çıvgın, iptal davası kapsamında 27 Nisan’da saat 09.00’da bilirkişi heyeti tarafından keşif gerçekleştirileceğini aktararak bu keşfin duyurulması, halkın bilgilendirilmesi ve dayanışma gösterilmesinin önemine vurgu yaptı.

Çıvgın, “Biz çevre gönüllüleri olarak Salihli’nin, Ege’nin ve tüm ülkemizin güzel doğasını savunmaya devam edeceğiz” diyerek çevre savunucularını 27 Nisan’da JES’lere dur demeye çağırdı ve “Tüm çevre gönüllülerinden bu keşfimize dayanışma göstermesini keşfimizde bizi yalnız bırakmamasını rica ediyoruz” dedi.

Av. Yıldıray Çıvgın şunları kaydetti:

“Başta Salihli olmak üzere tüm Ege doğası, ülkemizin tarihinde görülmemiş bir saldırı altındadır. İktidar destekli şirketlerin rant sağlaması adına, çocuklarımızın geleceği tehlikeye atılmaktadır. Biz daha önce de yaptığımız gibi gücümüz yettiğince doğamızı savunmaya devam edeceğiz. Tüm vatandaşları da ülkemizin güzide topraklarını savunmaya davet ediyoruz.”

‣ Salihli’de JES protestosuna saldırı: 26 gözaltı, CHP’li vekil ve üç asker hastanelik
‣ Salihli’de jeotermal enerji santraline karşı düdüklü eylem
‣ Salihli diken üstünde

ZeroBuild Summit ’23’ün gündemi, sıfır enerji bina çözümleri: Yılda 20 milyar dolar tasarruf yaratılabilir

Dördüncü Uluslararası Sıfır Enerji Binalar Zirvesi ZeroBuild Summit’23, bu yıl 26-29 Nisan 2023 tarihlerinde gerçekleştirilecek. 45. Yapı Fuarı TurkeyBuild İstanbul ev sahipliğinde İstanbul Tüyap Fuar ve Kongre Merkezi’nde düzenlenecek zirveye hibrit olarak katılım sağlanacak.

Zirvede daha iyi mimarlık, daha iyi mühendislik kavramları vurgulanırken yapı malzemeleri ve teknolojileri sayesinde Sıfır Enerji Bina’ların nasıl yapılabileceği örneklerle aktarılacak.

ZeroBuild Summit ’23 4’üncü Uluslararası Sıfır Enerji Binalar Zirvesi Direktörü Doç. Dr. Gamze Karanfil Kaçmaz bu yılki zirve kapsamında mimari, teknoloji, yapı malzemeleri ve sistemlerinin “ZeroBuild Possible” (Sıfır Enerji Bina Mümkün) konseptinde hazırlandığını açıklıyor.

Zirvede, gerektirdiği az miktardaki enerjiyi kendi kendine üretebilen, enerji, iklim, sürdürülebilir kentleşme gibi alanlarda pek çok katkı sunan Sıfır Enerji Bina’ların konuşulacağını aktaran Kaçmaz, “Hem yeni inşaatların Sıfır Enerji konseptiyle üretilmesinin hem de halihazırdaki binaların bu konseptte yenilenmesinin gerekliliklerini inceleyeceğiz. Bu dönüşümün nasıl mümkün olacağını mühendislik, mimarlık gibi farklı disiplinlerle ele alacağız” diyor.

“Şubat ayında yaşadığımız deprem felaketi sonrasında bugün ve gelecek için daha yaşanılabilir bir dünya yaratmak hepimizin ortak görevi” diyen Kaçmaz, “ZeroBuild ailesi olarak bizler de sorumluluk hissettiğimizden dolayı, programımızın bir kısmının deprem odaklı olmasına karar verdik” diye belirtiyor.

Deprem Dayanıklı Sıfır Enerji Binalar‘ın bir deprem ülkesi olan Türkiye‘de yaşayanlar için çok değerli, konuşulması ve aksiyon alınması gereken bir konu olduğunu kaydeden Doç. Dr. Kaçmaz, “Farklı alanlardan profesyonellerin bir araya gelmesiyle Sıfır Enerji Bina dönüşümünü el birliğiyle başarabiliriz. Zirvemizde bu yönde bilinç yaratarak eyleme geçilmesini hızlandırmaya çalışacağız” diye aktarıyor.

ZeroBuild Summit’23 4’üncü Uluslararası Sıfır Enerji Binalar Zirvesi Direktörü Doç. Dr.
Gamze Karanfil Kaçmaz

‘Yılda 20 milyar dolar tasarruf yaratılabilir’

Sıfır Enerji Binalar enerji ihtiyaçlarını son teknoloji mimari ve mekanik tasarım, bileşen seçimleri ve uygulama yöntemleri sayesinde azaltan ve enerji ihtiyacını yenilenebilir kaynaklardan sağlayan binalar olarak tanımlanıyor.

Zirve direktörü Kaçmaz, bu binaların sürdürülebilirlik ve enerji tasarrufu alanında katkılarının yanı sıra, enerji fazlalarının şebekeye satılabileceğini belirterek, “Böylece giderleri azaltmanın ve enerji tasarrufu yaratmanın yanında, gelir dahi getirebilirler” diyor.

Sıfır Enerji Binaların, yapı mevzuatına uygun şekilde depreme karşı dayanıklı olarak inşa edilmesi gerekiyor.

Gamze Karanfil Kaçmaz, “Deprem gibi bir afet sonrasında elektrik, ısınma gibi sistemleri çalışmayı bırakmaz. Bu sayede, gelecekte de yaşayabileceğimiz olası afetlerde hem içindeki insanları koruyacak hem de afetten zarar gören diğer insanlara daha insancıl koşullar sağlayacaktır. Beslenme, ısınma, dinlenme gibi temel ihtiyaçlara alan yaratacaktır” diye ekliyor.

Kaçmaz, şunları kaydediyor:

“Depremin ardından pek çok binanın onarılacağı veya yeniden yapılacağı bir sürecin içerisindeyken, Sıfır Enerji Bina dönüşümünü gündeme getirmek ve yetkilileri bu konuda aksiyon almaya çağırmak için çok doğru bir zamanda olduğumuzu düşünüyoruz. Bu nedenle zirvemizde, hasar görmüş ve onarılacak ya da sıfırdan üretilecek binaların Sıfır Enerji Bina şeklinde veya en azından daha sonra dönüştürülebilecek şekilde, A enerji sınıfında inşa edilmesini savunacağız. Bu tür bir dönüşümün her sene 20 milyar dolara yakın tasarruf yaratacağını da öngörüyoruz.”

Fotoğraf: UNDP Özbekistan

‘Sıfır Enerji Binalara tam geçiş imkansız değil’

Türkiye’de her bina kentsel dönüşüm kapsamında bulunmadığı gibi eski bina sayısı da oldukça fazla. Bu nedenle tüm binaların sıfır enerji hedefine ulaşması için zaman ve maliyet gibi zorluklar devreye giriyor.

Kaçmaz, kısa vadede önceliğin binaların yalıtımına yatırım yapılması olduğunu aktararak, “Mevcut binalar için bina kabuklarının ısı yalıtımını gerçekleştirmekle yola çıkabiliriz. Maliyet hesaplama hususunda ise maalesef çok fazla parametre olduğundan net bir rakam veremeyiz. Ancak geri dönüş sürelerinin dört yıla kadar indiğini biliyoruz” diye belirtiyor.

Devletin yalıtım motivasyonuyla ilgili mevcut bir Yalıtım Kredisi de bulunuyor. Bu kredi, kişilerin ısı yalıtımı ile sağlayacağı enerji tasarrufuyla kredi taksitlerinin büyük bir kısmını veya tamamını ödeyebildiği bir uygulama olarak; düşük faizli (yüzde 0,99), 60 aya kadar vade seçeneklerinin sunulduğu ve hane başına 50 bin TL üst limiti içeren bir finansman çözümü sunabiliyor.

Doç. Dr. Kaçmaz, “Mevcut binalarımızın ısı yalıtımıyla enerji verimli ve çevreye duyarlı olabilmesi ile bu sayede enerjide daha az dışa bağımlı bir ülke olmamız adına yapıcı bir uygulama” ifadelerini kullanıyor ve ekliyor:

Ülkemizin tümünde Sıfır Enerji Bina’lara tam bir geçiş asla imkansız değil. Böyle bir geçişi 2053’e kadar başarabileceğimizi tahmin etmekle beraber, maliyet yine pek çok değişkene bağlı olacaktır.

‣ ZeroBuild Summit’23’de sıfır enerjili binalar için örnek yapı ziyarete sunulacak
Fotoğraf: John Petersen / Oberlin College

Enerji korunumunda büyük fark

Türkiye’nin büyük oranda dışa bağımlı olması, ekonomiye enerjinin cari açığın yüzde 70’i olması şeklinde yansıyor. Kaçmaz, “Sıfır Enerji Bina’lar, Türkiye’nin enerji arz güvenliğini ve bu anlamda ekonomimizi destekleyebilir. TEİAŞ verilerine de bakabiliriz. Bu verilere göre konutlarda harcanan enerji, Türkiye’deki toplam enerji tüketiminin yüzde 30’u. Öte yandan Sıfır Enerji Binalar ise, diğer binalara göre yüzde 70 ile yüzde 90 arasında daha düşük enerji harcıyor” diyor.

İklim krizi ile mücadele için karbonsuz şehirler oluşturulması gerekiyor. ZeroBuild verilerine göre, sıfır enerji konseptiyle üretilmeyen binalar, küresel ısınmaya neden olan ve sera gazını oluşturan karbondioksit salınımının yüzde 40’ına denk geliyor.

Gamze Karanfil Kaçmaz, su kullanımının da önemli bir konu olduğunu hatırlatarak, şunları söylüyor:

Ulaştığımız bir başka veri de su kullanımının yüzde 12, atıkların yüzde 65, elektrik tüketiminin yüzde 71’lik oranının standart binalardan kaynaklandığı yönünde. Ülkemizin daha önce imza attığı 2053 Net Sıfır Karbon taahhüdüne göre de Sıfır Enerji Bina’lara dönüşüm yönünde bir çerçeve çizilmişti, dolayısıyla buradan da bakacak olursak bir an önce bu yöndeki adımları hızlandırmalıyız.

Fotoğraf: Pete Beverly

Geniş katılım bekleniyor

Zirvede “Sıfır Enerji Bina Mümkün-ZeroBuild Possible” sloganıyla değişimi başlatmak üzere dört gün boyunca 17 oturumda 100’e yakın konuşmacı daha iyi bir gelecek hedefiyle bir araya gelecek.

Sıfır Enerji Bina bileşenleri, binalarda enerji verimliliği uygulamaları, mevzuatlar ve yönetmelikler, finansman, ısı yalıtımı ve insan sağlığı ilişkisi, enerji etkin tasarımlar ile sürdürülebilir mimari, alternatif enerji sistemleri ve uygulama örnekleri gibi pek çok konu üzerinde çalışan bakanlık yetkililerinin yanı sıra, politika yapıcılar, akademisyenler, sivil toplum kuruluşları, bina profesyonelleri, üreticiler ve tedarikçiler etkinlikte konuşmacı veya katılımcı olarak yer alacak. Çeşitli sivil toplum kuruluşları, meslek odaları, belediyeler, birlikler ve derneklerden de isimler zirveye katılım sağlayacak.

Sıfır Enerji Binaların hem çok daha düşük enerji tüketimi için hem de yenilenebilir enerji sayesinde daha az karbon salımı için insan kaynaklı iklim krizine karşı önemli bir katkı olacağını belirten Kaçmaz, enerji-arz güvenliğinin de hem bireysel olarak hem de yurt genelinde güçlendirilebileceğini söyleyerek ilgilileri zirveye davet ediyor.

ZeroBuild Summit’23’e dair tüm bilgilere web sitesinden ve sosyal medya hesaplarından ulaşılabilirsiniz.

Türkiye Ormancılar Derneği: Gaziantep’in akciğeri yol için kurban edilmek isteniyor

Türkiye’nin ilk büyük ölçekli orman dışı ağaçlandırması olan ve 950′ yıllarda verimsiz toprak koşullan ve kuraklık gibi olumsuzluklara karşın; Orman İdaresi ve Gaziantep halkının iş birliğiyle oluşturulan Dülükbaba ormanları, tehdit altında.

Bu tehdide dikkat çeken Türkiye Ormancılar Derneği, ormanın yol çalışmaları için feda edileceğini belirterek tünelli bağlantı yolu projesi uğruna ormanın feda edilmemesi için yetkililere çağrıda bulunuyor:

“Cumhuriyet dönemi Türk ormancılığın göz nuru ve Gaziantep’in akciğerleri olan, 70 yılı aşkın süredir Gaziantepli tarafından mesire yeri olarak kullanılan Dülükbaba ormanlanının iki kilometre doğusunda ve batısında, planlanan bağlantı yolu için alternatif araziler mevcutken, ormanlar yol yapımına feda edilmemelidir.

Türkiye Ormancılar Derneği ve doğa dostu Gaziantepliler olarak ormanlık alana zarar verilmemesini talep ediyor ve projenin yeniden gözden geçirilmesi için yetkililere çağrıda bulunuyoruz.”

Açıklamayla yapılması planlanan tünelli bağlantı yolu projesi nedeniyle; Dülükbaba ormanlarından binlerce ağaç kesileceği, 70 yılı aşkın bir süreçte bin bir emekle bozkırda yaratılan ormanın bütünlüğünün bozulacağı ve bölgenin ekosisteminin çok büyük oranda zarar göreceği belirtildi.

Ormanların, 70 yıl önce tamamen çorak, taşlık ve kayalık Hazine arazilerinde tesis edilmesinin yanı sıra, alanda çok sayıda Gazianteplinin ağaçlandırılmak üzere Orman İdaresine bağışladığı bağların var olduğunun da göz ardı edilmemesi gerektiğinin belirtildiği açıklamada “Bugün yaklaşık bin hektar büyüklüğündeki Dülükbaba ormanlarının bünyesinde aynı zamanda, birçok sivil toplum kuruluşuna ait hatıra ormanları da mevcuttur” denildi. Ormanın bugünlere kadar nasıl geldiği ise şöyle anlatıldı:

“Dülükbaba ormanlarında ilk yıllarda yapılan ağaçlandırmalarda yüzde 5 gibi oldukça düşük başarı elde edilmesine rağmen; şehrin tüm olanakları seferber edilerek yıllarca bıkmadan, usanmadan kuruyan fidanların yerlerine yenileri dikilmiş ve kuraklığa karşı eşek sırtında su taşınarak fidanlar sulanmış ve nihayetinde bugün gördüğümüz emsalsiz başarı sağlanmıştır. Dolayısıyla Dülükbaba ormanlarının değeri parayla ölçülemeyecek kadar büyüktür.”

Ayrıca ormanların küresel ısınma karşısındaki önemine de işaret edilerek mevcut orman varlığına tehdit niteliğinde gerçekleştirilen projeler şöyle eleştirildi:

“Günümüzün gerçeği küresel ısınma ve onun sonuçlarına karşı mücadelede, elimizdeki en önemli ve güçlü silah olan ormanlarımızı koruyup geliştirerek, küresel ısınmaya karşı ağaçlandırma seferberliği yapmamız gerekirken; küçük hesaplarla ve günü kurtarmaya yönelik popülist yaklaşımlarla üretilmiş projeler alelacele uygulamaya konulmakta ve geleceğimiz karanlığa sürüklenmektedir.

Bilimden uzaklaştıkça başımıza neler gelebileceğini, yakın zamanda bölgede meydana gelen depremler ve seller gibi doğal afetler sonucunda yaşadığımız büyük felaketler bizlere acı bir şekilde göstermiştir.”

“Türkiye orman varlığı ortalamasının çok altında orman varlığına sahip Gaziantep ilinde, Büyükşehir Belediyesi’nin her fırsatta dile getirdiği “yeşil dostu kent” söylemine taban tabana zıt bir eylemle, halkın ve Orman İdaresi’nin bin bir emekle oluşturduğu Dülükbaba ormanlarının yol çalışması bahanesi ile tahrip edilmesi anlaşılır gibi değildir” ifadelerinin kullanıldığı açıklamada son olarak şu ifadelere yer verildi:

“Geçmiş yıllarda aynı güzergahta benzer bir proje hayata geçirilmeye çalışılmış, ancak sivil toplum kuruluşları ve vatandaşların yoğun tepkileri ve çabaları sonucunda projeden vazgeçilmişti. Aradan geçen 20 yıldan sonra yeniden başa dönülmesinin ve ormanları tahrip edecek bir projenin dayatılmasının mantıklı bir açıklaması olmasa gerek! Tünelli bağlantı yolu projesinin yakın zamanda fili olarak başlatılacağı ifade edilmektedir.”

Hatay’da bir aile, 100’e yakın depremzede hayvanla çadırını paylaşıyor

Haber: Jiyan ERKILIÇ

*

HATAYKahramanmaraş merkezli depremler 13 milyon insanın yanı sıra bölgede yaşayan milyonlarca hayvanı da etkiledi. Depremin kimsesiz bıraktığı depremzede hayvanlara yine bölge insanı sahip çıktı.

Depremin en çok etkilediği yerlerden biri olan Hatay’ın Samandağ ilçesinde yaşayan Küçükçay ailesi depremde evlerinin yıkılması sonrası kendi kedileri ve çevredeki diğer kedilerin yanı sıra diğer depremzedeler tarafından da terk edilen 90’dan fazla kediyi de koruma altına alarak çadırda yaşamaya başladı.

Zeytuniye Mahallesi sakinlerinden Canet Küçükçay deprem gecesinde ve sonraki süreçte hayvanları ve ailesiyle birlikte yaşadığı zorlu süreci Yeşil Gazete’ye anlattı.

hayvan
Fotoğraf: Jiyan Erkılıç

‘Depremden saatler önce hayvanlar huysuzlanmaya başladı’

Küçükçay, deprem meydana gelmeden önce yaşadıklarını şu şekilde ifade etti:

Depremden saatler önce sakin olan hayvanlarım huysuzlanmaya başlamıştı. Hiç dışarı çıkmaya yeltenmeyen kedim felçli haliyle ısrarla miyavlayarak beni kapıya doğru götürüyor. Ama saat gece yarısını geçtiği için çıkaramadım elbette. Kuşum durmadan kanat çırpıp bana sesleniyor ve engelli köpeğim de çok kaygılı bakışlarla bana bakıp duruyor. Ben de anlam veremedim. Sakinleştirmeye çalışıyordum.

hayvan
Fotoğraf: Jiyan Erkılıç

Deprem sırasında ve sonrasında evlerini paylaştığı hayvanları yalnız bırakmadıklarını aktaran Canet Küçükçay, “Sabaha doğru deprem anında büyük bir gümbürtü sesi karşısında donakaldım ve bana ulaşan abim sarıldı bana. Deprem durulduğu anda devrilen eşyalarımızın altından hayvanlarımızı aldık ve dışarı çıktık. Olayın şoku içinde o canları kurtarmanın peşine düştük. Neyse ki biz ve bizimle olan hayvanlarımız kurtulduk” diye konuştu.

Küçükçay, narenciye işi ile uğraşan ve Samandağ’da yaşayan ailesinin yaşadığı zorluklara değinerek “Deprem gecesi annemin dizleri gevşemiş ve kardeşlerim olayın farkına varır varmaz annemi dışarı çıkarmışlar. Kedilerimize ayırdığımız odanın da kapı ve camlarını açmışlar. Bizimkiler tüm korkunç saniyeleri içeride geçirdiler çünkü sorumlu olduğumuz birçok engelli kedimiz vardı. Onları da kurtarmalıydık” dedi.

hayvan
Fotoğraf: Jiyan Erkılıç

Ailesinin kedileri de kurtardıktan sonra komşuları olan yaşlıların yardımına koşarak onları da dışarı çıkardığını ifade eden depremzede, “İlk depremde evimizin duvarları çatladı. Daha sonrakinde ise bina yan yattı. Civardaki evler hep yıkıldı ve yollar kapandı. Deli gibi bir yağmur yağıyor ve biz hayvanlarımızla o yağmurda bir arada durmaya çalışıyoruz. O çığlık seslerini, yardım feryatlarını asla unutmayacağım” diye devam etti.

hayvan
Fotoğraf: Jiyan Erkılıç

‘Burada yaklaşık 100 kedi ve 10’a yakın köpek var’

Samandağ’a ailesinin yanına geldiğinde yarılmış yollar, devrilen arabalar ve tıkanmış bir trafikle karşılaştığını aktaran Küçükçay, “Engelli iki köpeğimiz arabada kaldı. Hayvanlarımız deprem anında korkudan altlarına yaptılar ve nefes darlığı yaşadılar” diyerek hayvanların depremden derin bir şekilde etkilendiğine dikkati çekti.

Küçükçay, şunları ekledi:

Deprem sonrası ilk 10 gün bize de çadır ulaşmadı, çadır ayarladığımız anda 50-60 kişiyle ve kedilerimizle birlikte çadırda kalmaya başladık. Bu süreçte birçok insan kedisini, köpeğini, kuşunu bırakıp gitti. Biz o kalan hayvanları da göz ardı etmedik. Hem çadırımızda, hem bahçede yerler yaparak onların barınmasını sağladık. Şu anda burada yaklaşık 100 kedinin yanı sıra 10’a yakın köpek var.

Fotoğraf: Jiyan Erkılıç

‘Yetkililer hayvanların ölümü için depremi fırsat bildi, hayvan kıyımı oldu’

Anne babası ve beş kardeşiyle birlikte 50’den fazla kedi ve bir köpekle birlikte çadırda yaşayan Canet Küçükçay, şunları söyledi:

“Biz uzun zamandır sokaktaki kedi, köpek gibi hayvanların tedavi ve kısırlaştırmasıyla zaten ilgileniyorduk. Hala devam ediyoruz. Deprem sürecinde saf ırk hayvanlar bile zor sahiplendiriliyor şu anda. Bir an olsun bile durmadık sokak canlarına yardımcı olmak için. Yetkililer hayvanların ölümü için resmen bu depremi fırsat bildi. Çünkü hayvanlar için de hiçbir arama-kurtarma çalışması olmadı. Hayvan kıyımı oldu. Güya sahiplendiriyorlar…”

hayvan
Fotoğraf: Jiyan Erkılıç

‘Engelli hayvanlar için desteğe ihtiyacımız var’

Arkadaşlarının desteğiyle tedavi edilen sokaklarda yaşayan birçok hayvan olduğunu kaydeden Küçükçay, “Sokaklarda şu anda bile bizi bilen arkadaşlarımızın desteğiyle tedavi ettiğimiz birçok hayvan var. Onun dışında destek almıyoruz. Ama bu süreçte engelli dostlarımız için yaş mama ve üriner mama ihtiyacımız var” diye belirtti.

Küçükçay, bakım gereken ve engelli canlar için yardım çağrısında bulunarak sözlerini sonlandırdı:

“Şu anda 98 kedimiz var ve sekizi engelli. Küçük ırk bir köpeğimiz ve terk edilen başka depremzede köpeklerimiz de var. Ankara’ya bakımını üstlenmek için beni arayan arkadaşıma engelli dört köpek ve bir kedimizi götürdüm. Onları oraya yerleştirdim. Enkaz altında kalan anne kedi ve yavrularını kurtararak Marmaris’e götürdüm. Tedavi edilmesi gerekenleri tedavi ettirmeye çalıştık. Birçoğunu ise maalesef kaybettik. Onların bizim desteğimize ihtiyacı var. Sokaktaki canları unutmamalı ve destek olmalıyız.”

Feminist tarihçi J.W. Scott okurlarla toplumsal cinsiyet karşıtı tepkiyi tartışacak

Kültür ve Siyasette Feminist Yaklaşımlar Dergisi‘nin 2023 sonbaharında yayımlanacak olan 44’üncü sayısı, dünyada ve Türkiye’de siyasi ve kültürel etkisi gittikçe artan toplumsal cinsiyet karşıtı politikalar ve bu politikalara karşı ortaya çıkan feminist yanıtları konu alıyor.

Bu yıl da dosya teması etrafında yazar-okur buluşmalarına devam eden dergi, buluşmalarda toplumsal cinsiyet karşıtı söylemlerin ve politikaların hayatlara, feminist eyleme ve bilgi üretim süreçlerine etkilerini dergide yer alacak yazarlarla birlikte değerlendirmeyi hedefliyor.

Bu kapsamda dergi, “Toplumsal Cinsiyet Karşıtlığı ve Feminist Mücadele Deneyimleri” başlıklı etkinlik serisinin ilk konuğu olarak “Toplumsal Cinsiyet Karşıtı Tepki” başlıklı konuşmasıyla feminist tarihçi Joan Wallach Scott‘u ağırlıyor.

ABD‘de Princeton New Jersey‘deki İleri Araştırma Enstitüsü‘nde emeritus profesör olan Scott, konuşmasında toplumsal cinsiyete ve cinselliğe dair eğitimin neden tüm dünyada otoriter politikacılar için bu kadar önemli bir konu haline geldiğini sorgulayacak ve toplumsal cinsiyet karşıtı tepkinin ideolojik temeline ve bu tepkinin hem psişik hem de siyasi çekiciliğine dair sorular yanıtlar arayacak.

Toplumsal cinsiyet, ataerkil çekirdek aile ve ‘erkeklik’ savunuları incelenecek

Konuşma, 27 Nisan Perşembe günü saat 19:30’da çevrimiçi olarak gerçekleşecek ve katılım halka açık olacak.

Üç bölümden oluşacak olan konuşmanın ilk bölümünde, toplumsal cinsiyet çalışmalarına yönelik saldırıyı, kamu yükseköğretimini mesleki eğitim, ekonomik kalkınma, teknik yenilik gibi araçsal amaçlara  yöneltmeye ve bir zamanlar, en azından bir ideal olarak, misyonunun merkezinde yer alan eleştirel bilgi üretiminden uzaklaştırmaya yönelik daha kapsamlı bir çaba bağlamında inceleyecek.

İkinci bölümde, tepkinin ideolojik temellerini, özellikle de toplumsal ve siyasi örgütlenmenin “doğal” temeli olarak ataerkil çekirdek aileyi öne çıkarmasını tartışacak.

Son bölümde ise toplumsal cinsiyetin değişebilirliğine ve sabitlenemezliğine ilişkin feminist anlayışların, otoriter yöneticilerin seçmenlerini harekete geçirmede kilit bir bileşen haline gelen tanrı, doğa ya da bazen sadece ‘sağduyu’ adına yapılan erkeklik savunularını nasıl tehdit ettiğini ele alacak.

Friedrich Ebert Stiftung’un desteğiyle gerçekleşen etkinlikler İngilizce dilinde düzenlenecek ve Türkçe simultane çeviri sağlanacak.

İnternet üzerinde 2006 yılından bu yana yayımlanan  feminist aktivizm ile feminist kuramın buluşabileceği, birbirini besleyebileceği bir zemin oluşturmayı amaçlayan derginin yeni sayıda toplumsal cinsiyet karşıtı hareketlerin söylem, strateji ve politikalarını analiz eden ve bu politikaların karşısında haklarını korumak ve yeni kazanımlar elde etmek üzere mücadele eden feminist hareketlerin deneyimlerini tartışan metinlere yer verilecek.