Balıkesir 2. İdare Mahkemesi, Akçay Sazlığı ve Sulak Alanı’ndaki hukuksuz yapılaşmaya ‘dur’ dedi. “Enginkent Akçay” projesi için Edremit Belediyesi tarafından verilen inşaat ruhsatları ve mülga Zeytinli Belediyesi tarafından yapılan 1980 tarihli onaysız imar planları iptal edildi. Akçay Sulak Alan Savunması tarafından karar sevinçle karşılandı:
“Mücadelemiz devam edecek. Akçay Sazlığı ve Sulak Alanı kurdun, kuşun, börtü böceğin, yılan balıklarının yuvasıdır. Sulak alana hukuksuz olarak yapılan yedi villa yıkılsın ve alan acil olarak rehabilite edilsin!”
Akçay’daki hukuksuz yapılaşmanın iptali için verilen karar, Kazdağı Doğal ve Kültürel Varlıkları Koruma Derneği, Doğa Araştırmaları Derneği, Yeşil Düşünce Derneği, Edremit Çevre Sağlığı ve Doğayı Koruma Derneği, S.S. Proje Evi Üretim Eğitim İşletme ve Çevre Koruma Kooperatifi, Doğa Derneği, Zehra Erkün ve Fazilet Uysal tarafından 2021’de açılan dava kapsamında alındı.
Balıkesir 2. İdare Mahkemesi tarafından verilen karara göre; Akçay Sazlığı’nda Edremit Belediyesi’nin verdiği Enginkent inşaat ruhsatları söz konusu alanla ilgili mevcut imar durumu, sulak alan mevzuatı ve korunan alan mevzuatına aykırı olması nedeniyle hukuka uygun bulunmadı. Kararda şu ifadelere yer verildi:
“….inşaat yapı ruhsatlarının ve Zeytinli Belediye Meclisi’nin 10 Temmuz 1980 tarih ve 11/52 sayılı kararı ile onaylanan 1/5000 ölçekli nazım imar planı ve 1/1000 ölçekli uygulama imar planının dava konusu inşaat ruhsatlarına ilişkin Enginkent Akçay konut projesi ile ilgili olan kısımlarında hukuka uyarlık bulunmadığı sonucuna varılmıştır.
Açıklanan nedenlerle; 1. dava konusu, (4 Ocak 2022 tarihli dilekçede belirtilen) Balıkesir İli, Edremit İlçesi, Çıkrıkçı Mahallesi…. Ada ve parsellerde bulunan inşaat yapı ruhsatlarının ve Zeytinli Belediye Meclisi’nin 10 Temmuz 1980 tarih ve 11/52 sayılı kararı ile onaylanan 1/5000 ölçekli nazım imar planı ve 1/1000 ölçekli uygulama imar planının dava konusu inşaat ruhsatlarına ilişkin Enginkent Akçay Konut Projesi ile ilgili olan kısmının iptaiine, Kararın tebliğini izleyen günden itibaren (30) gün içerisinde Bursa Bölge İdare Mahkemesi’ne istinaf yolu açık olmak üzere, 13/04/2023 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.”
Ne olmuştu?
Dava kapsamında 11 Mayıs 2022 tarihinde bilirkişi keşfi yapılmış ve 8 Haziran 2022 tarihli bilirkişi raporu yapılaşmanın uygun olmadığını ortaya koymuştu.
Raporun ardından da yürütmeyi durdurma kararı verilmişti. Edremit Belediyesi’nin karara itirazından sonra karar bozulmuştu. Yeniden görüşülen dosyada, ek bilirkişi raporundan sonra ikinci kez yürütmeyi durdurma kararı verildi.
Bursa Bölge İdare Mahkemesi, Edremit Belediyesi’nin ikinci itirazını reddederek, 16 Şubat 2023 tarihinde yürütmeyi durdurma kararını kesinleştirmişti.
10 Nisan 2023 tarihinde Balıkesir’de yapılan duruşmada davacılar, dava dilekçesinde yer alan iddialarını tekrarlarmış ve ruhsatların iptalini talep etmişti.
14 Mayıs’ta düzenlenecek Cumhurbaşkanlığı ve Parlamento seçimlerine giden yolda, seçim sürecine odaklandığımız video dizisinin on dördüncü konuğu, kuşak araştırmacısı ve Z Kuşağı ile ilgili yazdığı kitap ve araştırmalarla tanınan Evrim Kuran. Kuran’laönümüzdeki seçimlerde belirleyici bir seçmen kitlesi olan Z kuşağını ve partilerin gençliğe ulaşma yöntemlerindeki eksikleri konuştuk.
*
Z kuşağının politik tercihlerini belirleyen etkenler sizce neler?
Aslında bir kuşağın politik tercihlerini belirleyen etkenler her zaman bağlamdaki dertler. Yani insanlar dertlerinin anlaşıldığını görmek istiyor, her kuşak için geçerli bu. Kendi kuşağına özgü, kendi zamanının ruhuna özgü dertlerin anlaşıldığını ve bunlara çözümler önerilebileceğini görmek istiyorlar. Z kuşağı da bu anlamda farklı değil. Z kuşağının dikkatimizi çekmesinin sebebi ise, toplam seçmen sayısı itibarıyla ilk seçmen olarak oldukça fazlalar. Yine de Z kuşağı Z kuşağı diye gözümüzde çok büyütmeyelim; X kuşağı, Baby Boomer kuşağı ve diğer kuşaklar ne istiyorsa onlar da bunu istiyor. Daha yaşanılır bir Türkiye. Ama Z kuşağı 21 yıldır başka bir iktidar ve başka bir anlayışı görmediği için, belki tam olarak ne istediğini ifade etmesi kolay olmayabilir, biz yetişkinler olarak bunu kolaylaştırabiliriz diye düşünüyorum.
Gençler siyasete, siyasi liderlere güveniyorlar mı sizce?
Ben genç değilim ama gençlerin çıkaramadığı ses olmaya gayret eden bir araştırmacıyım. Bizim araştırmalarımıza göre; gençler siyasetin kendisine, siyasi liderlere ve Türkiye’nin benzer kurumlarına yeterince güvenmiyorlar. Örneğin “toplumsal cinsiyet eşitliğiyle ilgili problemi çözecek merci kimdir” gibi bir soruyu gençlere sorduğumuz zaman; siyaset ve siyasetçiler en sonda. Dolayısıyla Türkiye’nin meselelerini adres etme konusunda gençler siyasilere yeterince güvenmiyorlar. Çünkü gençler Türkiye’de, Türkiye’nin tüm kurumlarında bir liyakat problemi olduğunu düşünüyor. O yüzden ümit ediyorum ki 15 Mayıs sabahıyla, liyakatli isimlerin sadece Türkiye Büyük Millet Meclisi‘nde değil bürokrasinin dört bir tarafında temsil edildiğini görebiliriz.
Her yıl Türkiye’nin dört bir yanında Z kuşağıyla 100 bine yakın örneklerle araştırmalar yapıyoruz ve ne yazık ki Türkiye’nin kurumlarında liyakat olmadığına inanan Z kuşağının oranı şu anda yüzde 60.
Gençlik politik tercihinin özellikle önümüzdeki seçimde Türkiye’nin kaderini belirleyeceğinin farkında mı ve bunu umursuyor mu?
‘Hangi gençlik?’ diye sormak lazım öncelikle. Evet bir Z kuşağı var Türkiye’de ama demografik olarak birbirinden çok farklı beklentileri ve dertleri olan bir Z kuşağı da var. Çok uzağa gitmenize gerek yok. Örneğin İstanbul’un 2. seçim bölgesinde mahalleden mahalleye bile Z kuşağının ihtiyaçları birbirinden çok farklı. Ama en temelde, üst bir başlıkta toplayacak olursak Z kuşağı şuna çok önem vermiyor: Biz bu seçimin kaderini değiştireceğiz ve çok önemli bir noktadayız, gelin canlar elimizi taşın altına koyalım, böyle bir noktada değiller ve bunun için onları suçlayamayız.
2023 seçimlerine hazırlanan organizasyonlara, siyasi partilere veya politikayla ilgili olan bireylere veya kurumlara şunu anlatmaya çalışıyorum. Bu sene seçimlerde yaklaşık 6,4 milyon ilk seçmen göreceğiz. Ve bu kadar kısa zaman kalmışken bile ben hala bu ilk seçmenin önemli bir kısmının kararsız olduğunu, hatta belki o sabah kalkıp oy kullanmaya bile gitmeyebileceğini düşünüyorum. Demek ki biz burada birbirinden farklı Z kuşağı seçmenin dertlerini çok da adres etmemişiz.
Yani siyasiler için mevzu, gençlerin dilinden konuşmak, şaka yapmak, onlarla dans etmek veya TikTok‘ta esprili videolar çekmek değil. Çünkü Türkiye’nin gençlerinin gerçekten çok ciddi, hayati problemleri var. Bu yaşamsal problemler Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisinin en tepesindeki problemler; karnını doyurma gibi, barınma gibi. Dolayısıyla bunları adres eden kurumlar ve yapılar olursa gençler de kullanacakları oyun öneminin farkında olacaklar.
Ama bir yandan da Z kuşağına bu kadar tarihsel bir görev atfedilmesini de bir gençlik araştırmacısı olarak adil bulmuyorum. Gençler adına konuşacak olursak onların da adil bulmadığını düşünüyorum. Çünkü biz zaten onlara çok yaralı bir ülke; ekonomisiyle, ekolojisiyle, sosyolojisiyle, kültürüyle, sanatıyla nereden tutarsanız tutun her tarafıyla çok yaralı bir ülke bırakıyoruz, bu ilk yetişkinliğe geçiş dönemlerinde. Ve bunu yaparken de diyoruz ki; ya çocuklar kusura bakmayın perişan ettik bu coğrafyayı, birbirimize girdik, kutuplarımızın arası da iyice açıldı, artık aynı masada yemek bile yiyemiyoruz, gelin biz zahmet siz düzeltiverin. İşte bu söylemin gençlerde bir karşılığı olmadığını varsa da öfkeyle karşılık verdiklerini düşünüyorum.
Gezi’deki gençlik ruhu nereye gitti, var mı hala o ruh?
Bununla ilgili romantik yaklaşımları ben de duyuyorum. Gezi ruhu yeniden canlandı gibi. Kişisel olarak da bir araştırmacı olarak da buna katılmıyorum. Çünkü Türkiye belleksiz bir toplum. 10 yıldır hayatımızda Gezi diye sosyolojik bir olay var. Ama 10 yıl önce ilköğretim çağında olan, bebek olan, çocuk olan bu ilk seçmen acaba Gezi’yi ne kadar biliyor? Gezi ruhu denen şey ne kadar aktarıldı? Gezi ruhu dediğiniz şey nedir, sivil itaatsizliktir. Sivil itaatsizlik son 10 yılda acaba bilinçli ve istendik bir biçimde bastırıldı mı, yoksa yeni kuşağa aktarıldı mı? Bence aktarılmadı.
Belleksiz bir toplum olmamız sebebiyle, bu ilk seçmenden bahsedecek olursak Gezi ruhunu aktarabildiğimizi düşünmüyorum. Ama Gezi’nin gençleri sadece gençleri organize etmediler. Gezi’nin gençleri üst kuşakları da sivil itaatsizliğe davet ettiler. Ve birkaç kuşak aynı anda aynı söylemi dillendirdi. Gezi’nin gençleri o dönem annelerini, babalarını da itaatsiz kıldılar. Şimdi o halde bu sadece Z kuşağının sorumluluğu olamaz. Orada dile getirdiğimiz söylemlerin devamlılığı için daha barışçıl, daha kapsayıcı bir Türkiye için sanki sorumluluk o gün Gezi’de genç olan, o gün Gezi’de ebeveyn olan, o gün Gezi’de yetkin olan daha üst düzey üst yaş grubundan kuşakların. Bizim şu andaki en büyük görevimiz Z kuşağını sandığa davet etmek, hep birlikte bu demokratik hak ve ödevimizi yerine getirmek olduğunu anlatmak.
Peki siyaset gençliği kazanmak için ne yapmalı? Siyasi partilere şu ana kadar yapmadıkları neyi yapmalarını önerirsiniz?
Israrla söylediğim bir şey var. Gençler için bir şey yapamazsınız, derim hep ama gençlerle birlikte bir şeyler yapabilirsiniz. O yüzden ben gençleri karar mekanizmalarına, düşünce platformlarına dahil etmenin önemine çok inanıyorum ve tabii ki 19 gün kala biraz geç ama bugünden sonraki stratejik yaklaşımlar için lütfen gençlerle birlikte, gençlerin dahil edildiği kampanyalarda, sistemlerde, onların fikirlerinin dahil edildiği ve onlardan sıklıkla geri bildirim alınan ortamlarda buluşun. Bu çok önemli, liderliğin her safhasında çok önemli.
Mesela [Barack] Obama’yı bir siyah lider olarak Amerika Birleşik Devletleri Başkanı yapan kampanyasını incelediğinizde; kampanya örgüsünü, kampanyanın iletişim örgüsünü o dönem yirmili yaşlardaki Y kuşağının ördüğünü, hatta metinlerini yazanların bile Y kuşağı olduğunu görüyorduk. Çünkü dili-söylemi değiştirmek değildi mevzu sadece, gerçekten dert yaşayan ve o dönemde Amerika’da seçimlere en az katılanlar gençlerdi. Genç seçmen seçime katılmadığı için hep eskiler, eski sistemler seçiliyordu. Ve bunların dünyanın çeşitli ülkelerinde işe yaradığını gördük, Türkiye için de böyle.
Fakat bu seçimde de aday listelerini görüyorum ki genç adayların oranı son derece düşük. Gençler nedir, sadece seçim zamanı hatırlanacak potansiyel oy pusulaları mıdır? Hayır. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde de gençlerin dertlerine ses vermelerine olanak tanınmalı. Yani bütünsel bir yaklaşımdan bahsediyorum. Söylediklerimiz ve yaptıklarımızın bir olmasından bahsediyorum.
Ve biliyor musunuz Türkiye’de gençler uzun zamandır adaletten değil, hakkaniyetten bahsediyorlar. Adaletin bile, herkesin eşit muamele görmesinin bile artık bu ülkenin sorunlarını çözeceğine inanmıyorlar. Dezavantajlı grupların daha hakkaniyetli modellerle hayatın içerisine çekilmesini istiyor, bu gençler. O yüzden bizim onları en başta Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne, sonra da bu ülkenin çok çeşitli kurumlarına mutlaka dahil etmemiz, onlardan gelen sese kulak açmamız ve onların fikirlerini hayata geçirmemiz gerekiyor. Bu sadece sosyal medyada kampanya yaparak olacak bir şey değil ve iddia ediyorum ki, 19 gün kala bugün gençlerle yapılan araştırmalar bile bize sandıkta ne olacağını yeterince işaret etmeyebilir.
Sahiden gençlerin Muharrem İnce’ye bir sempatisi var mı? Varsa neden?
Sayın İnce’ye ilk seçmenden gelen bir sempati olduğunu düşünüyorum. Ama Türkiye’yi ve Türkiye siyasetini özellikle Twitter’dan ve sokak röportajlarından okumaya çalışanlar yaya kalır, diye de düşünüyorum. 6,4 milyon ilk kez oy kullanacak Z kuşağı seçmenden ve 7,7 milyon toplam Z kuşağı seçmenden bahsediyoruz. Tabii ki bunlar içerisinde çok farklı demografiler var ve bir süredir Muharrem İnce’ye sempati duyan ilk seçmen de görüyoruz ama dediğim gibi sokak röportajlarıyla, TikTok videolarıyla veya Twitter’da yazılanlarla Türkiye siyasetini okumak bence bir yanılgı olur. Ben hala dans eden birtakım gençler olsa da sandığa yaklaştıkça kararsızlığın giderilebildiğini, çözülebildiğini düşünmüyorum. Genel kanaatim bu. Ve gitgide gerçek meseleler konuşulmaya başlandıkça dans etkisinin de azaldığını-düştüğünü görüyorum. Gençlik söz konusu olduğu zaman mevzu kampanya yapmak değildir, hareket başlatmaktır.
Peki iktidar bloğu gençleri nasıl tutuyor, tutuyorsa nasıl kendi çeperinde tutmayı başarıyor? Kutuplaştırma gençleri nasıl etkiliyor?
Salt bir araştırmacı veya bir seçmen olarak değil kişisel olarak da siyasetle ve siyaset iletişimiyle ilgili biriyim. Ve enteresandır son 20 küsur yıldır ilk defa iktidar partisinin gençlik iletişiminde bu kadar yaya kaldığını ve bunun da sandığa yansıyacağını düşünüyorum. Bu da tabii toksik bir durum, bir güç zehirlenmesi var orada. Bugüne kadar yaptığımız şeyler işe yaramıştır ve aynılarını yapmaya devam edersek yine işe yarayacaktır yaklaşımı. Bu bir kere bilimsel bir yaklaşım değil, çünkü çağ değişiyor, demografi değişiyor. Şimdi artık Z kuşağı daha fazla oy kullanacak ve Z kuşağının temel mevzularından biri kapsayıcılık yani ötekileştirmemek, kutupların arasını iyice açmamak tam tersi benzemezleri bir araya getirip aynı masaya oturtabilmek. Dolayısıyla ben iktidar partisinin bu imgelerden hızla uzaklaştığını ve yaşlandığını da görüyorum. Tamam 18 yaşında milletvekili adayı da çıkarmış iktidar partisi ama genel olarak baktığımızda onların da genç milletvekili adayı oranları son derece düşük. Çok eril ve çok yaşlı kaldılar.
Gençliğin ülkeyi terk etme eğilimi, seçime rağmen varlığını koruyor mu? Seçim bu gidişi durdurabilecek bir potansiyele sahip mi?
Bu çok güzel bir soru çünkü bununla ilgili bir araştırma yaptığımı ve bir kitap yazdığımı anlatmak isterim. Yaklaşık beş sene önceydi, ikinci kitabımda Z kuşağıyla ilgili bir araştırma yapmıştık. O sesin yükseldiğini, Türkiye’den gitmeye dair derin bir arzunun oluşmaya başladığını görüyordum. Hemen akabinde, 2018’den itibaren de yeni nesil göç hareketi iyice derinleşti. Sadece gelişmiş Batılı ülkelere değil, dünyanın dört bir tarafına göç veren bir ülkeyiz şu anda ve yetkin yetenekli genç göçü veriyoruz.
O yüzden de göç sosyolojisinde, zorunlu göç ve gönüllü göç diye ikiye ayrılan bu kavramı ben birleştirdim. Ve Cumhuriyet tarihinin ilk kez bir “zorunlu gönüllü göç” gördüğünü iddia ettim. Bu gerçekten zorunlu gönüllü bir göç. Yani gitmek zorunda değiller ve çok gönüllü de değiller.
Yeni nesil göçmenlere neden gittiklerini ve ne olursa döneceklerini sorduk. Son bir yıldır Türkiye’de yaptığımız genç kuşak araştırmaları zaten bunu ortaya koyuyordu. Örneğin 2021 yılında yaklaşık 100 bine yakın Z kuşağına, okulu bitirdiğinde ne yapacaksın diye sorduk ve yüzde 83’ü “Türkiye’den gitmek istiyorum” dedi.
Bunların bir kısmı gidebilecek, kalan kısmı ise umutsuzluğuyla, kendi metaforlarıyla ‘kanadı kırık kuşlar’ olarak ‘kafesteki kuşlar’ olarak bu ülkede umutsuz bir biçimde yaşamaya devam edecekler. Ve bence potansiyellerini performansa çevirememenin patolojisiyle de üretmemeye devam edecekler. Dolayısıyla bu Türkiye için çok büyük bir problem.
Ve çok üzülerek görüyorum ki son üç yıldır Türkiye’nin içinde bulunduğu seçim atmosferinde Türkiye’nin yeni nesil yetenek kaybına, yeterince adres eden bir siyasi parti yok. Altılı Masa’da bu konuda politikalar geliştirdiğini söyleyen muhalefet liderleri kızmasın, iktidar hiç kızmasın,çünkü konuda elle tutulur çalışmalar olduğunu hala düşünmüyorum.
Türkiye’den 100 küsur ülkeye göç eden gençlere “neden kalıyorsun” diye de sorduk. Çünkü gitme sebebiyle kalma sebebi arasında çok büyük bir fark var. Evet gitme sebebi işsizlik, ben ona ‘düşsüzlük’ diyorum. Genç düşsüzlüğü. Yani sırf hevesler sebebiyle gitmiyorlar, sayın Cumhurbaşkanımız böyle bir ifade kullanmıştı vaktiyle. Daha iyi bir arabaya binmek için falan gitmiyorlar, gittiklerinde öyle harika işlerde falan da çalışmıyorlar, kimse onları gittikleri ülkede kırmızı halıyla karşılamıyor. Ama kalma sebepleri demokrasi, insan hakları, hakkaniyet, hakkının yenmeyeceğini biliyor olmak, sosyal devlet gibi gerekçeler.
Sorunuzun devamında da şöyle bir cevap vereyim, acaba böyle bir seçim sürecinde dönerler mi? Biz bu araştırmada döner misiniz diye de sorduk bu gençlere. Döneriz ama.. yanıtını aldık büyük oranda. O üç noktanın ne olduğunu tahmin edersiniz. Daha kapsayıcı, barışçıl, insanların birbirine düşman edilmediği bir Türkiye halini alırsa ben bu gençlerin dönebileceğini düşünüyorum. Ümit ediyorum ki Türkiye’nin ikinci yüzyılında tersine göçü, 21. Yüzyıla yakışır bir biçimde ele alalım ve bu gençler gittikleri yerlerde öğrendiklerini Türkiye’ye geri versinler.
Kılıçdaroğlu’nun Kürtler ve Alevi videolarını nasıl yorumladınız, etkisi olur mu sizce?
Kesinlikle olacağını düşünüyorum. Çok heyecanlandım. Bunu 47 yaşında bir seçmen olarak söylemiyorum sadece, özellikle gençlik iletişimi ve gençlik araştırmalarına ömrünü vermiş biri olarak söylüyorum. Buna son derece ihtiyacımız vardı. Bugün sizinle bu röportajımızda en az beş kere kapsayıcılık demişimdir. Bu kapsayıcılığa ülkenin ihtiyacı var. Gençlerin de talebi zaten bu. O yüzden çok olumlu buluyorum. Ve genç seçmende çok büyük bir karşılığı olacağını inanıyorum.
Bartın’daki Türkiye Taşkömürü Kurumu‘na (TTK) bağlı Amasra Taşkömürü İşletme Müessesesi (TİM) maden ocağında 14 Ekim 2022’de yaşanan ve 43 madencinin hayatını kaybetmesine neden olan faciaya dair davanın ilk duruşma periyodunun sanık beyanlarının alındığı ikinci oturumu bugün yapıldı.
Çağdaş Hukukçular Derneği’nin aktardığına göre, ilk olarak söz verilen işletme müdürü sanık Selçuk Ekmekçi, 2015 yılında göreve geldiğinde iş sağlığı ve güvenliği sebebiyle faaliyetlerin durdurulmuş olduğunu ancak göreve başlamasının ardından tüm eksikliklerin tamamladığını ifade etti.
‘Hiçbir olumsuzluk bildirilmemişti’
Facianın yaşandığı 14 Ekim 2022 tarihinde kayıtlarda hiçbir olumsuz durum gözlemlemediğini iddia eden Ekmekçi, “İşçilerin kendi belirlediği çalışan temsilcilerinden dahi tarafıma hiçbir olumsuzluk bildirilmemişti” dedi.
Ekmekçi, şunları söyledi:
“Ben olay günü barutçu ve vardiya sorumlularına rutin kontrolleri yapıp yapmadığını sormuştum. Madencilik bir zincirlemedir, bu halkalardan birisi görevini yapmadığında zincir bozulur. Herkes kendi görevinden sorumlu. Ben denetim görevimi düzgün yaptım.”
Sanık Ekmekçi, delilleri kararttığına dair iddiaları yalanlayarak faciadan üç gün önce yapılan denetimlerin sorunsuz geçtiğini vurguladı ve “Gaz ölçümlerinde metan oranı yüzde 1,5 üzerine çıktığında elektrikler kesilir. Raporda da elektriklerin kesildiği ortadadır. 2022 yılında üç kere denetim geçirdik. Bize kusur atfedilen kömür tozu, havalandırma gibi hususların tamamında denetimlerden geçmişiz. Olaydan üç gün önce olay yerini denetlemişler, -320 noktasında gerçekleşmiş, sıkıntısız demişlerdir” ifadelerini kullandı.
Selçuk Ekmekçi, şunları ekledi:
“TTK kapsamında da aylık periyotlarda denetimler yapılmış, yine bir eksikliğimiz görülmemiş. Kusur atfedilen hususların hiçbiri raporlarda yok, hiçbir eksiğimiz görülmedi. Bu kadar denetimden geçen bir iş yerinde eksiklik olması söz konusu değildir.”
Ekmekçi, bilirkişi raporunda bilime aykırı tespit bulunduğunu ileri sürerek “Havalandırmayla ilgili olarak, ocak işyerlerinde hava hızının 0,5m/s’nin altına düşmemesi gerekir. 24 saat boyunca gaz izleme merkezimiz çalışıyor, bu sensörlerin hiçbirinde alt değer görülmemiş. Ayrıca havalandırma planı benim görev alanımda da değil. Yanıcı toz ile mücadele anlamında taş tozu, çimento püskürtme, su torbaları gibi tüm yöntemleri kullanıyoruz. Yönetmeliğe uygun şekilde, yeterli miktarda taş tozu kullandık” dedi.
Eğitim görevinin kendisinde olmadığını belirten Sanık Selçuk Ekmekçi, “Olaydan 3 gün önce de denetime gelmişler, maske kullanımı ve OFK eğitimlerinde de yeterli olduğu belirtilmiş. Bunlar kağıt üstünde değil. Acil eylem planlarımız bakımından da, kurtarma alanında hiçbir kargaşa yaşanmamıştır. Bu bakımdan da kusurumuz yoktur” diye konuştu.
Maden mühendislerinin sorumluluklarının kapsamına yönelik yeni bir mevzuat yapılması önerisinde bulunan Ekmekçi, aldığı maaşın işçiden daha az, ancak sorumluluklarının daha fazla olduğunu belirterek “Her maden patlamasından sonra maden mühendislerinin sorumlu tutulması madenciliğin de gelişimini engelliyor” dedi ve “Bu mesleği seçmek kabus gibi” diye ekledi.
Müştekilerin avukatı Derviş Emre Aydın‘ın, Ekmekçi’ye, olay günü pervane arızası gerçekleştiğinde neden üretimin durdurulmadığını sorması üzerine Ekmekçi, bilgisinin olmadığını, olsaydı durduracağını söyledi. Aksi yöndeki ilk ifadesi hatırlatılan sanık, “neden öyle dediğini bilmediğini” söyledi.
‘Sorumlu, genel müdürlük ve bakanlıktır’
Müştekilerin avukatlarından Melike Polat “2019 Sayıştay Raporu’nda müessesenin dengelenmiş üretim derinliğinin -300 metre olduğu, ani gaz degajı ve grizu riski olduğu, Kurum Degaj Yönergesi‘ne uyulması gerektiği yazılmış” dedi.
Bu ifadelere Ekmekçi, “Bu bakanlığın tasarrufunda ve yatırımında olan bir konudur. Ben istemez miyim yapılsın. Türkiye’de yapılan yer de yok. Genel Müdürlük ve bakanlık bu konuda sorumludur” şeklinde karşılık verdi.
Avukat Polat’ın sanık Ekmekçi’ye “Tanık ifadesinde alan az işçi ile çok kömür çıkartılmak için işletme müdürü tarafından zorlanıyorduk, kendisi bir üst müdürlüğe geçmek istiyordu ifadelerine ne diyorsunuz?” sorusunu yöneltmesi üzerine Selçuk Ekmekçi “Aramızdaki husumet sebebiyle iftira atmaktadır” iddiasıyla yanıt verdi.
‘Elimden geleni yapıyordum, video izletiyordum’
İş Sağlığı ve Güvenliği Şube Müdür Vekili sanık Volkan Soylu, kendisine yöneltilen pratik iş sağlığı ve güvenliğinin yeterliliğine ilişkin soruya, “Ben de yetersiz olduğunu ilgili kurumlara söyledim. İşçilere videolar izletiyordum, elimden geleni yapıyordum” cevabını verdi.
14 Mayıs’ta yapılacak olan cumhurbaşkanlığı ve 23’üncü dönem milletvekili seçimleri yaklaşırken mevcut iktidar, Çernobil Nükleer Felaketinin 37’inci yıldönümünün takip eden 27 Nisan 2023 günü, Akkuyu Nükleer Güç Santrali‘ni (NGS) nükleer saha haline getirmek üzere yakıt çubuklarının getirileceğini duyurdu.
İklim Adaleti Koalisyonu, Akkuyu NGS’ye yakıt getirilmesine ilişkin yaptığı basın açıklamasında Çernobil ve Fukuşima‘daki nükleer enerji santrallerinde yaşanan trajedileri hatırlatılarak şu ifadelere yer veriyor:
“Fay hattına yakınlığı ile bilinen Akkuyu’nun da Fukuşima’da yaşananlara benzer deprem ve ardından tsunami gibi felaketlerle karşılaşma riskini, özellikle 6 Şubat depremleri sonrası büyük bir ciddiyetle ele almak gerekirken, daha kurulumu tamamlanmamış reaktörlere nükleer yakıt getirmek, kesinlikle kabul edilemeyecek bir sorumsuzluktur. Oysa hükümet, Türkiye’nin de Çernobil’de yaşadığı ağır bedelden veya nükleer enerjinin geniş kapsamlı ve çok ağır yıkımlarını bize yakın geçmişte yeniden hatırlatan Fukuşima’dan ders almamakta ısrarlıdır.”
Akkuyu’ya getirileceği söylenen yakıt çubukları ile başlatılacak sürecin tehlikesine değinen ekoloji savunucuları, bu sürecin kitlesel ölümlere neden olma ve doğanın geniş ölçekli, telafi edilemez derecede yok edilmesi riskini barındırdığını belirtiyor.
“İnşaatı halen devam eden bir santrala alelacele radyoaktif yakıt getirilmesi, AKP hükümetinin seçime yönelik yatırımlarından birisidir” ifadelerine yer veren koalisyon, “Bu siyasi şov uğruna baştan beri plansızlık ve programsızlığın hüküm sürdüğü santral inşaatında iş güvenlik önlemleri göz ardı edilmiş ve işçi cinayetleri yaşanmıştır. Doğayı sömürenler, emeği de acımasızca sömürmeye devam etmektedir” diyor.
İklim Adaleti Koalisyonu 20 yıllık enerji politikaları ekosistemleri yıkıma uğratan ve iklim krizini ağırlaştıran fosil yakıtlara, kamu kaynaklarının sermayeye aktarımına, halkın en temel ihtiyacı olan enerji üzerinde hakimiyet kurmaya dayanan AKP hükümetinin, nükleer santrallerle bu hegemonyayı sürekli hale getirme gayretinde olduğunu aktarıyor.
Radyoaktif yakıt atıklarının halen uygun bir şekilde bertarafının mümkün olmadığı yönünde uyarıların defalarca dile getirildiğini kaydeden aktivistler, buna karşın Rus şirketle yapılan anlaşmada, radyoaktivitesini on binlerce yıl koruyacak olan atıkların toprağa ve yeraltı sularına karışmadan nasıl yönetileceği meselesinin Türkiye’ye bırakıldığını belirtiyor:
“Bu konu hükümet nezdinde sadece mevzuattaki detaylardan ibarettir; halk sağlığı ve insan dışı canlıların hayatı AKP için ancak kendi kasasında paraya dönüştürüldüğü sürece değerlidir. Benzer şekilde ticari ömrünü doldurduktan sonraki söküm bedeli en az kurulum bedeli kadar yüksek olan nükleer santralin, işi bittikten sonra ortadan kaldırılması da Türkiye’nin sırtına yıkılmıştır. İleride ödeyeceğimiz bu ağır ekolojik ve ekonomikbedel hükümetin umurunda değildir.”
‘İnsan ve doğanın yaşam hakkı, depremlerde olduğu gibi hiçe sayılıyor’
Uluslararası anlaşmalar gereğince Akkuyu nükleer santralinde meydana gelecek bir kaza veya nükleer felaket sonrasında “sınır aşan kirlilik” nedeniyle Türkiye’nin tüm Akdeniz ülkelerine karşı sorumlu olacağını hatırlatan koalisyon, Nükleer Düzenleme Kurumu Kanununa göre santralin sahibi ve işletmecisi Rusya’nın üstleneceği sorumluluk tutarının sadece 300 milyon Euro olacağını ifade ediyor. Karşılanması beklenecek tazminatın bunun yaklaşık 3 bin katı olacağını bildiren çevre savunucuları, geri kalan risk tutarının Türkiye halkı tarafından ödeneceğinin altını çiziyor ve “Yani, insanın ve doğanın yaşam hakkı, tıpkı 6 Şubat deprem felaketinde olduğu gibi daha şimdiden hukuksuzca hiçe sayılmaktadır” diye ekliyor.
İklim Adaleti Koalisyonu, şunları kaydediyor:
İnsanın da bir parçası olduğu doğanın katli, ekokırım suçudur. Geniş ölçekte ve telafi edilemez boyutlarda yaşanacak, sonraki kuşakları da derinden etkileyecek bir ekokırım suçunun, göz göre göre Akkuyu Nükleer Santralinde işlenmesine izin vermeyeceğiz. Bu ülkede nükleer santral inşa edilmeyecek, doğayla barışık ekolojik yaşam inşa edilecek. Kurucusu bizler olacağız ve bu yolda mücadeleden vazgeçmeyeceğiz.
‘Bakan, Akkuyu’ya dair soruları cevaplamaktan kaçınıyor’
Mersin Nükleer Karşıtı Platform (NKP), Akkuyu NGS’ye yakıt getirilmesine ilişkin yaptığı uyarı niteliğindeki basın açıklamasında “Çernobil ve Fukuşima nükleer felaketlerinden ders almayan siyasi iktidar ve sermaye sahipleri Akkuyu Nükleer Santralinin inşaatını inatla sürdürmekteler” ifadelerini kullanarak, santrale nükleer yakıt getirilmemesi gerektiğini bir kez daha vurguluyor.
Nükleer karşıtlarının Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Fatih Dönmez‘e nükleer santralin insanlara, canlılara, doğaya, çevreye, ekosisteme zararlı etkileri; reaktörün Akdeniz’in 30 dereceyi aşan sıcaklıktaki suları ile soğutulması, işletme, deprem, güvenlik riskleri; nükleer yakıtın taşınması, korunması, nükleer atıkların saklanması ve bertarafı konularında bilgi vermesini talep eden sorular yönelttiğini kaydeden açıklamada, bu sorular nükleer karşıtı milletvekilleri tarafından TBMM’de de soru önergesi olarak verildiğini belirtiyor.
Enerji Bakanının sorulara cevap vermekten kaçınarak topu Nükleer Düzenleme Kurumu (NDK) ve Türkiye Enerji, Nükleer ve Maden Araştırma Kurumu Başkanlığı‘na (TENMAK) attığını kaydeden nükleer karşıtları, soruların cevaplarını halk için paylaştığını açıklıyor.
Nükleer Karşıtı Platform, Akkuyu NGS’ye yönelik gerçekleri şu şekilde sıralıyor:
4800 Megawatt (MW) planlanan gücü ile Akkuyu NGS Türkiye’nin 105 bin MW’lik üretim kapasitesinin yüzde 5’ini bile karşılamış olmayacaktır. Türkiye’nin nükleer santralin üç-dört kat pahalı elektriğine ihtiyacı yoktur.
Uranyum yakıtı zorunlu olarak Rusya’dan sağlanacak Rusya’ya enerji bağımlılığı artarak sürecektir. 70 yıl süresince Rusya’nın sahipliğine bırakılan nükleer santralin inşa maliyetinin olduğu gibi, santralin ömrünün sonundaki ölüsünün inşa maliyetini aşan bertaraf, gömme, saklama maliyetini de yakıt ve atık maliyetini de halkımız ödeyecektir.
Yakıt çubuklarının taşıma, depolama ve saklama işlemlerinde dünya nükleer sermayesinin ve lobisinin çıkar ve iktidar bağlantılarının dışında olan tarafsız ve bağlantısız kurumlar denetleyemeyecektir.
Taze ve atık yakıt çubuklarının geliş ve gidiş olarak nakliyesinde İstanbul, Çanakkale boğazları ve Marmara ve EgeDenizleri ile Akdeniz kullanılacak, denizler ve çevredeki karasal alanlar her an riskle karşı karşıya kalacaktır.
Nükleer santralin işletmeye girmesi halinde kullanılarak nükleer atık haline gelecek yakıt çubukları Akkuyu’da 20 ila 30 yıl bekletilerek radyasyonunu oraya salması sağlanacak, daha sonra Rusya’ya taşınarak içindeki kullanılabilir uranyum ve plütonyum alındıktan sonra kalan atıklar tekrar Türkiye’ye geri gönderilecek, nihai olarak AnkaraPolatlıAvdanlıKöyündeki dört kilometrekarelik alana depolanacaktır. Akkuyu’nun radyasyonla kirletilmesi yetmiyormuş gibi nükleer kirlilik Anadolu’nun ortasına da bulaştırılacaktır. Atık yakıt çubuklarının saklanma maliyeti de halkımıza ödettirilecektir.
Akkuyu sahası nükleer saha haline gelecek, Rusya ambargolar nedeniyle Avrupa’daki nükleer santrallere satmakta ve nakletmekte zorlandığı yakıt çubuklarını Akkuyu üzerinden satma olanağı kazanacak, nükleer yakıt atıklarını da aynı yoldan geri alacak, kullanım dışı yakıt çubukları Türkiye’de depolanacaktır. Rusya bu yolla ek olarak ekonomik kazanç sağlayacak bu ticaretin radyoaktif, politik ve ekonomik riskleri halkımızın sırtına yüklenecektir. Herhangi bir politik ve askeri uluslararası gerilimde Akkuyu’yu, bölgemizi ve halkımızı hedef haline getirecektir.
6 Şubat depremleri de gösterdi ki yıkıcı depremlerin ne zaman nerede ve ne şiddette olacağı tahmin edilemiyor. Akkuyu’nun 20 km yakınından fay hattı geçtiği gibi, Afrika Levhasının Anadolu Levhasının altına daldığı Akdeniz kıyılarımızın hemen güneyinden geçen dalma batma kuşağında 8 şiddetinde yıkıcı depremler tarihsel gerçekliktir. Arkeolojik kayıtlar ortaya koyuyor ki Mersin’in Akdeniz kıyısındaki Anamuryum, ElaussaSebaste ve Pompeipolis-Soli tarihi kentleri deprem ve tsunami sonucunda yıkılmıştır. Akkuyu projesinde bu gerçeklik göz ardı edilerek gözlerden saklanmaya çalışılmıştır.
Nükleer santralin günlük 20 milyon metreküp soğutma suyu 30 derecenin üstünde bir sıcaklıkla Akdeniz’den alınarak en az 5 ila 7 derece daha ısınmış bir halde içine kimyasallar karıştırılarak tekrar Akdeniz’e verilecek, 35 derecenin üstündeki su içindeki kimyasallar deniz ekosistemini de buharlaşma yoluyla kara ekosistemini da bozarak canlılara ve insanlara ölümcül etkilerde bulunacaktır.
Ne Rusya Devletinin ne Türkiye Devletinin ne de dünyadaki herhangi bir devletin Three Mile Island, Çernobil, Fukuşima ve 6 Şubat depremlerinin sonuçlarının da gösterdiği gibi bir nükleer felakete anında müdahale ve sonuçlarının derhal ortadan kaldırılması, zararlarının giderilmesi, karşılanması için bir programlarının ve yeterli olanaklarının olmadığı ortadadır.
NKP, “Tek çözüm nükleer santrallerin ortadan kaldırılması, inşaatların durdurulması, projelerin iptalidir” diye vurguluyor.
‘Projenin iptali ile daha büyük ekonomik zararlar önlenebilir’
“Meslek örgütleri, bilim insanları ve Türkiye halkının tepkilerine rağmen, nükleer santral projeleri ısrarla gündemde tutulmaya çalışılmakta olup, Akkuyu’da sorunlu inşaat süreci ise devam etmektedir” diyen Mersin NKP, Sinop’ta 2019 yılında maliyet artışları nedeniyle Japon yüklenici şirketin projeden çekilmesi ve SinopNGSÇevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) olumlu raporuna karşı açılmış olan davanın daha sonuçlanmamasına rağmen Rus şirketler ile pazarlıklar yapıldığını hatırlatıyor.
Dünyadaki ilk “Yap, Sahip ol, İşlet” modeline sahip Akkuyu NGS’nin hem ekonomik hem sosyal çevre felaketine yol açacağının belirtildiği açıklama, nükleer karşıtı aktivistler, nükleer santralin proje maliyetine dahil olmayan, atık yakıt çubukları ve çalışma süresinin bitiminde santralin bertaraf maliyeti ile ekosisteme, canlılara, insan sağlığına, tarıma, balıkçılık sektörüne verdiği zararların maliyetinin proje maliyetine eklendiğinde, projenin iptalinden doğacak ekonomik kayıp ile karşılaştırılamayacak ölçüde ekonomik zararın önlenmiş olacağının altını çiziyor.
Platform, şu ifadeleri kullanıyor:
Bizler, ülkemizde faaliyetlerini sürdüren; meslek odaları, sendikalar, dernekler ve demokratik kitle örgütleri olarak hiçbir koşulda nükleer yakıtın Mersin Akkuyu’ya getirilmesini kabul etmiyoruz. Ne dünyada ne ülkemizde nükleer santral istemiyoruz. Ülke geleceğimizin nükleer felaketlerle yok edilmesine izin vermeyeceğiz.
Ülkemize felaket getirecek nükleer santrallara karşı duyarlı tüm kurumları ve nükleer karşıtlarını mücadeleye çağırıyor, mali açıdan büyük kamu zararı doğursa da “nükleer santralı kapatacağız” demeyen hiçbir siyasi partiye oy vermeyeceğimizin altını çiziyoruz.
Açıklamada, Türkiye’nin her yanında ve Kıbrıs’ta nükleer karşıtı aktivistler, nükleer karşıtı platformlar, demokratik kitle örgütleri, siyasi partiler ve tüm nükleer karşıtlarının bu uyarıları dile getirmek üzere 27 Nisan’da Mersin’de bir araya geleceği kaydediliyor.
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Fatih Dönmez, 29 Mart 2023 tarihinde basına verdiği demeçte, “Akkuyu’da sona yaklaşıyoruz. 27 Nisan’da ilk nükleer yakıt tesisimize geliyor. Böylece Akkuyu nükleer tesis statüsü kazanacak” şeklinde bir açıklama yapmıştı.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ise “Nisan’ın 27’sinde bir ihtimal belki Sayın [Rusya Devlet Başkanı Vladimir] Putin de gelecek. Veya birlikte online sistemle bağlanacağız, Akkuyu’nun inşallah ilk adımını atacağız” ifadelerini kullanmıştı.
Rusya Devlet Nükleer Enerji Kuruluşu‘nun (Rosatom) Genel Müdürü Aleksey Likhachev ise “Bu bahar santrala taze nükleer yakıt teslim edilecek ve böylece Akkuyu NGS sahası nükleer santral statüsü alacak. … Üçüncü çeyrekte ise birinci ünitede genel inşaat ve montaj işlerini tamamlayarak devreye alma aşamasına geçeceğiz. Daha sonra birkaç ay içinde UAEA [Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı] gerekliliklerine uygun olarak ekipmanı ve yakıtı doğrudan reaktörde test edeceğiz” açıklamasında bulunmuştu.
Bu açıklamalar üzerine Nükleer karşıtı platformlar, ekoloji örgütlenmeleri, çevreyi, doğayı koruma örgütleri, Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK), Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK), Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB), Türk Tabipleri Birliği (TTB) ve çok sayıda demokratik kitle örgütü “Akkuyu’ya Nükleer Yakıt Getirilmemeli!” başlığıyla kamuoyunu, siyasi iktidarı ve siyasi partileri Akkuyu’ya nükleer yakıt getirilmemesi, nükleer santral inşaatından ve projelerinden vazgeçilmesi için uyarmıştı.
20 Nisan’da 54 meslek odası, sendika, sivil toplum kuruluşu, dernek temsilcisi, yaşam savunucusu ve aktivist grubu, Akkuyu’ya getirilmesi planlanan nükleer yakıtın doğuracağı tehlikelere dikkati çekerek iktidara aday tüm siyasi partilere seslenmiş ve nükleer santralleri kapatma taahhüdünde bulunmayan partilere oy vermeyeceğini açıklamıştı.
Tekirdağ‘da birinci sınıf tarım arazisi niteliğindeki 254 hektarlık alana yapılması planlanan Plastik İhtisas Organize Sanayi Bölgesi (PAKOP) için imar planı teklifi sunuldu. Duruma tepki gösteren Tekirdağ Ziraat Mühendisleri Odası, itiraz edeceklerini bildirdi.
Kentte halen yüzde yüz doluluk oranına ulaşmayan 14 OSB alanı bulunuyor. Ancak “mutlak korunması gereken birinci sınıf tarım arazisi” üzerine, bir de Ergene ilçesi, Marmaracık Mevkii‘nde Plastik İhtisas Organize Sanayi Bölgesi yapılması planlanıyor.
Üstelik, söz konusu girişime ilişkin Tekirdağ 1’inci İdare Mahkemesi tarafından yürütmeyi durdurma kararı bulunuyor. Buna rağmen çalışmalar devam ediyor.
İlan edildi, süre kısaltıldı
PAKOP Yönetim Kurulu Başkanlığının başvurusu kapsamında; 1/5000 ve 1/1000 ölçekli nazım ve uygulama imar planı, plan açıklama raporu ve bilgi paftası http:// sanayi.gov.tr adresinde ve Tekirdağ Valiliği’nin uygun gördüğü yerde 26 Nisan 2023 tarihinden itibaren bir hafta süreyle ilan edildi.
30 gün olması gereken ilan süresinin, yedi gün olarak belirlenmesinin de hukuka aykırı olduğuna dikkat çekiliyor.
Bakanlık kararıyla Ergene Havzası Koruma Alanı içerisinde yer alan ve sit alanı olarak da tanımlanan arazi, Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu gereği mutlak korunması gereken birinci sınıf tarım arazisi özelliği taşıyor.
1/25000 ölçekli Tekirdağ ili Çevre Düzen Plan Hükümlerinde, ‘planlama alanı sınırı dahilinde çevresel kirleticiliği yüksek olan veya çevresel tahribe neden olan sanayi türleri ve kullanımları yer almayacaktır’ hükmü yer alırken, PAKOP OSB girişiminin söz konusu hükme de aykırı olduğu görülüyor.
Yapılmak istenen OSB’nin, İmar Mevzuatı’na, 1/25.000 Ölçekli İl Çevre Düzen Planı ile Üst Ölçekli Bölge Planı’nın hedef ve ilkelerine, Tekirdağ İl İdaresi ve Danıştay‘ın devlet organlarının bağlayıcı şekilde ortaya koyduğu mahkeme kararına açıkça aykırı olduğu kaydediliyor.
İki bakanlığın girişimi iptal edildi, sıra üçüncü bakanlıkta
Tarım ve Orman Bakanlığı‘nın söz konusu alanın tarım dışı olduğuna ilişkin kararına, Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı tarafından verilen ÇED olumlu kararının iptaline, 1/100.000 ve 1/25.000 ölçekli planlarda değişikliğe karşı açılan davalarda mahkeme, Bakanlıklar tarafından PAKOP için verilen kararların mevzuatlara, yürürlükteki planlara ve hukuka aykırı olduğuna hükmederek, çalışmaların iptaline karar verdi.
Mahkeme kararlarına rağmen Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı‘nın imar planlarının değişikliğine ilişkin ısrarla çalışma yürütmesi dikkatleri çekiyor.
Duruma tepki gösteren Tekirdağ Ziraat Mühendisleri Odası Başkanlığı, imar planı değişikliğine itiraz edeceklerini ve gerektiği taktirde tekrar dava açacaklarını bildirdi.
Yer seçimi 9 Temmuz 2020’de yapılan PAKOP girişimine bölge milletvekilleri, belediye başkanları ve bölge halkı da tepki gösteriyor.
AKP’li vekil de karşı
AKP Milletvekili Mustafa Yel, PAKOP ile ilgili 2021 yılında yaptığı açıklamada tarım toprağına OSB yapılmasına karşı olduğunu dile getirerek, mücadeleyi sürdüreceklerini söylemişti.
2022 yılında ise AKP’li CHP’li belediyelerle STK’lar, siyasi parti temsilcileri ortak basın açıklaması yaparak, tarım topraklarına OSB yapılmasına tepki göstermişti.
PAKOP için Tekirdağ 1. İdare Mahkemesi’nin yürütmeyi durdurma kararı vermesine rağmen Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın “CED Olumlu” kararının iptali için Trakya Platformu-TMMOB, Ergene Belediyesi ve Tekirdağ Büyükşehir Belediyesi dava açtı. Süreç devam ederken, 2 Aralık 2021 tarihinde Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı 1/100.000 ve 1/25.000 ölçekli planlarda değişikliği askıya çıkardı.
Bu kez de Trakya Platformu-TMMOB, Tekirdağ Büyükşehir Belediyesi, Ergene Kent Konseyi, Ergene Belediyesi, Trakya Çevre Gönüllüleri Derneği, Çorlu Kent Konseyi, Çorlu Belediyesi, Çerkezköy Belediyesi, bölgedeki siyasi partiler, sivil toplum kuruluşları ve vatandaşlar plan değişikliklerine itiraz ederek tepki gösterdi.
Mimarlık, mühendislik ve yapı teknolojilerinde yenilikçi uzmanlar ile akademisyenler, politika yapıcılar, sivil toplum kuruluşları ve belediyelerin “ZeroBuild Possible” (“Sıfır Enerji Mümkün”) sloganıyla bir araya geleceği ZeroBuild Summit’23 4. Uluslararası Sıfır Enerji Binalar Zirvesi bugün (26 Nisan) başladı.
Bu yıl dördüncüsü düzenlenen etkinlikte, Sıfır Enerji Bina’ları kamu, finansman, mimari, belediyecilik hatta insan sağlığı gibi farklı konular ile ele alacak, dünyanın dört bir yanından profesyoneller bir araya gelecek. Zirvede, dört gün boyunca yaklaşık 100 konuşmacının yer alacağı toplam 17 oturum gerçekleşecek. Kadıköy Belediyesi Başkanı Şerdil Dara Odabaşı da katılacağı oturumda konuyu kamusal tarafıyla masaya yatıracak.
Finansmandan kentsel dönüşüme sıfır enerji
Zirvede, Sıfır Enerji Binalar; finansmandan kentsel dönüşüme, yalıtımdan insan sağlığına her açıdan ele alınacak.
Bu kapsamda, binalarda enerji verimliliği, sıfır enerjiyi destekleyen belediyecilik anlayışları, ısı yalıtımı ve sağlığa etkileri, sürdürülebilir mimari, sıfır karbon emisyonunu hedefleyen yeniden kentleşme, kapı-pencere-cam ve mantolama sistemleri, enerjide dijitalleşme, mevzuatlar ve Paris Anlaşması, COP26, pasif binalar, mevcut yatırım ve finansmanlar, yeni yapı ve otomasyon teknolojileri, mekanik yenilikler, alternatif enerji destekli ısı pompaları, kentsel dönüşüm gibi Sıfır Enerji konsepti paralelindeki konular üzerinde çalışan, bu çalışmaları farklı tip binalarda hayata geçirmiş veya geçirilmesine öncelik etmiş uzmanlar deneyimlerini aktaracak.
4’üncü Uluslararası Sıfır Enerji Binalar Zirvesi’nin ikinci gününde toplam dört oturum düzenlenirken, başlıkları; “Sıfır Enerji Binalar ve Mimari Yaklaşımlar”, “Sıfır Enerji Binalar ve Kentsel Dönüşüm”, “Sıfır Enerji Binalar ve Depreme Dayanıklı Bina Çözümleri” ve “Sıfır Enerji Binalar ve Mekanik Sistemler” olacak.
Isı yalıtımı ve insan sağlığına etkileri
Zirve’nin üçüncü günü ise, ı toplam beş oturum gerçekleşecek. Konulardan biri de ısı yalıtımı olacak. İlk oturumun konusu olan “Sıfır Enerji Binalar, Isı Yalıtımı ve İnsan Sağlığına Etkileri” konulu panelde uzmanlar doğru ısı yalıtımı yapılmış bir yaşam alanının insan sağlığı için önemini aktaracak. Isı yalıtımına ek olarak konutların sızdırmazlığının doğru sağlanması adına gerekli olan mantolama, kapı & pencere ve camlama sistemleri de ayrı panellerde masaya yatırılacak.
Doç. Gamze K. Kaçmaz.
Alternatif enerji ve sürdürülebilirlik
Zirvenin son gününde de Sıfır Enerji Bina’lara dayalı sürdürülebilir çözümler geniş kapsamda incelenecek. “Sıfır Enerji Binalar ve Alternatif Enerji Destekli Isı Pompaları” konuşmalarıyla başlayacak son gün, “Sıfır Enerji Binalar ve Sürdürülebilir Çözümler” oturumunun ardından kapanış oturumu ile sona erecek. Sıfır Enerji Bina’lardaki ısıtma ve soğutma ihtiyaçlarının toprak kaynaklı bir ısı pompası ile nasıl karşılanabileceği ve bina kabuğu yerden ısıtma, serinletme ve havalandırma santralleri yardımıyla 12 ay boyunca ideal sıcaklık, nem ve hava kalitesinin nasıl tutulabileceği konuşulacak.
Geçen yıl 4.500’ü aşkın ziyaretçinin katıldığı zirveye bu yıl daha yüksek bir katılım bekleniyor.
ZeroBuild Summit’23 Direktörü Doç. Dr. Gamze Karanfil Kaçmaz, özellikle deprem sonrası dönemde kentsel dönüşüm gündemi kapsamında Sıfır Enerji Bina konusunun daha da önem kazandığına dikkat çekerek; “Hem bireysel hem ülkesel anlamda sayısız potansiyel fayda barındıran Sıfır Enerji Bina’ları daha iyi mühendislik ve daha iyi mimarlık çerçevesinde hazırladığımız oldukça kapsamlı bir programa sahip olan, yüksek etkileşim yaratacağını düşündüğümüz zirvemize tüm ilgilileri bekliyoruz. Zirvemizin detaylı programı ve katılım bilgilerine https://www.summit.zerobuild.org/tr web sitesinden ve sosyal medya hesaplarından ulaşılabilir” dedi.
Edirne İdare Mahkemesi, kentin Lalapaşa ilçesine bağlı Vaysal Köyü’ndeki kalker ocağının genişletilmesi için verilen ÇED olumlu kararını iptal etti.
Vaysal, Süleymandanışment, Hacıdanışment ve köylerinin büyük zarar gördüğü Cantaş firmasının açtığı “Kalker Ocağı ve Kırma Eleme Tesisi”nin kapasite artışı için Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı “ÇED olumlu” raporu vermişti.
Köylülerin açtığı iptal davasının avukatı Bülent Kaçar, İdare Mahkemesi’nin kararıyla , çevreyi ve yaşamı korumakla, iklim krizini çözmekle görevli Bakanlığın verdiği ÇED Olumlu kararının bilime aykırılığı Bilirkişi Heyet raporu ile hukuka ve mevzuata aykırılığının” da ispatlandığına dikkat çekti.
‘Bilime, hukuka ve mevzuatlara uygun değil’
Edirne İdare Mahkemesi 14.04.2023 tarihli kararında şunlara dikkat çekti:
“Proje alanında bitki örtüsü yok edileceğinden yeraltında su seviyesinin azalacağı, ayrıca karbondioksit seviyesinin artacağı, bölge yeraltı suyunun projeden direkt etkileneceği, projenin meteorolojik parametrelerde değişiklik oluşturacağı, proje alanının kadastrosu kesinleşmiş orman sınırları içerisinde kaldığı, bölgede tarımsal çeşitliliğin fazla olması, bölge halkının geçimini tarım ve hayvancılıktan sağladığı, projenin çiftçilere ve tarımsal yapıya zarar vereceği, ÇED raporunda endemik türler ve yaban hayvanları yönünden yeterli tedbirlere yer verilmediği, dolayısıyla Çevre Mühendisliği, Orman Mühendisliği, Hidrojeoloji Mühendisliği, Ziraat Mühendisliği, Meteoroloji Mühendisliği ve Biyolog açısından uygun olmadığı anlaşılmakla, Edirne İli, Lalapaşa İlçesi, Vaysal ve Hacıdanişment Köyü mevkiindeki Cantaş İnş. Ve Tic. Ltd. Şti. tarafından yapılması planlanan 200701800 nolu kalker ocağı kırma-eleme tesisi kapasite artışı projesine, Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığınca verilen “Çevresel Etki Değerlendirmesi Olumlu” kararında bilimsel esaslara ve ilgili mevzuata uygunluk bulunmadığı sonucuna varmış ve dava konusu işlem olan Edirne İli, Lalapaşa İlçesi, Vaysal ve Hacıdanişment Köyü mevkiindeki Cantaş İnş. Ve Tic. Ltd. Şti. tarafından yapılması planlanan 200701800 nolu kalker ocağı kırma-eleme tesisi kapasite artışı projesi için davalı Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığının verdiği “Çevresel Etki Değerlendirmesi Olumlu” kararının İPTALİNE…”
Kaçar, Vaysal Kooperatifi ve Lalapaşa köylüleri adına davalı bakanlık yetkililerine de seslendi: “Gecikmeksizin yargı kararını uygulayın ve çok zararlı olduğu ortaya çıkan bu kalker ocağını derhal kapatın. Doğaya ve dört köye her gün yapılan bu işkenceyi durdurun.”
Kapasite artışı yapılan ocağın ve tesisin varolan tüm faaliyetlerinin bilime, hukuka ve mevzuata aykırı olduğu, altı ayrı bilimsel disiplinden uzman ve akademisyenlerin ayrıntılı bilirkişi raporuyla ve Edirne İdare Mahkemesinin gerekçeli iptal kararı ile sabit olduğuna dikkat çeken Kaçar, şunları söyledi:
“Var olan Kırma Eleme Tesisinin ÇED dosyasındaki taahhütlere aykırı olarak, açıkta faaliyet gösterdiğini, hiçbir önlem alınmadan, tesisin çok kirletici şekilde çevreye zarar verdiği keşif ve bilirkişi incelemesi sırasında fotoğraflanmış ve tespit edilmiştir. Bu keyfiliği, ÇED tanımazlığı, denetimsizliği basın ve kamuoyunun dikkatine sunuyoruz.
Halen süren bu zulme karşı Edirne Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Müdürlüğünü yapmadıkları denetim görevlerini acilen yerine getirmeleri, idari ve adli işlemler başlatmaları için uyarıyoruz. Yurttaşların gördüklerini yetkililerin görmemesi, bu işletmede denetim yapılmaması, bu doğa sömürüsünün görmezden gelinmesi mümkün değildir.”
Vaysal Köyü Tarımsal Kalkınma Kooperatifi Başkanı İbrahim Karapoyraz da ocak dolayısıyla köylerindeki bütün canlıların zarar gördüğünü belirterek şöyle konuştu:
“Bölgemizde gerçekten bir doğa katliamı yaşanıyor ve bunu herkes görmezden geliyor. Burada yaşam hakkı hepimizin. Oradaki bir böceğin de çimenin de ağaçların da. Sadece para kazanmak olarak görmemek lazım bazı şeyleri. Para kazanmak uğruna doğa katliamı yapılıyor orada. Arılar, böcekler, hepsi katlediliyor. Tozlaşmadan dolayı üreme olmuyor. Tarımsal olarak kaybımız var ama diğer hayvanların sesi çıkmadığı için bizim gibi konuşamıyorlar, dertlerini anlatmıyor ve ölüyorlar” ifadelerini kullandı.
Ne olmuştu?
Edirne’nin Lalapaşa ilçesi Vaysal köyünde faaliyet gösteren kalker ocağı işletmesi, kapasite artışı için Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği İl Müdürlüğü’ne başvurmuş; müdürlük söz konusu artış için Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) raporunu olumlu yönde açıklamıştı.
Raporun onaylamasının ardından köylüler kapasite artışı ve ÇED olumlu raporunun iptaline yönelik Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’na karşı Edirne İdare Mahkemesi’nde geçen yıl ağustos ayında dava açtı. Dava sürecinde konuyla ilgili görevlendirilen bilirkişi heyeti de rapor hazırladı. Raporda projenin ve ÇED olumlu raporunun bilime aykırı olduğu belirtildi.
Türkiye Gazeteciler Sendikası ile Thomson Reuters Haber Ajansı‘nın oturduğu toplu iş görüşmelerinden grev kararı çıktı. Görüşmelerde uzlaşma sağlanamaması nedeniyle Reuters’ta çalışan basın emekçileri 10 Mayıs’ta greve gitme kararı aldı. Türkiye’deki enflasyon rakamlarının hatırlatıldığı açıklamada, gazetecilere yüzde 25’in bir puan üzerinde dahi zammı reva görmeyen Reuters işverenine şöyle seslenildi:
“Bugün burada sadece grev kararımızı değil grev kararlılığımızı ilân ediyoruz. Eğer üyelerimizin hak ettikleri oranda bir ücret artışı teklifi gelmez, sorunun çözümü için Reuters işvereninden olumlu bir adım görmezsek 10 Mayıs itibarıyla da grev uygulamasına başlayacağımızı tüm kamuoyu önünde ilân ediyoruz. Gerçekleri halka duyurmakla övünmek yetmez çalışanına da bu gerçekler üzerinden yaklaşmak adil olandır. Bizler gerçeklerin peşindeki insanlar olarak o gerçeklerin bizden muaf tutulmasına asla izin vermeyeceğiz. Hak ettiğimizi alana kadar vazgeçmeyeceğiz.”
‘Yüzde 25’lik ücret artışının üzere bir puan dâhi konulmadı’
TGS tarafından konuya ilişkin yapılan açıklamada, tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de güvenilirliği tartışılmayan, doğru habere ulaşmanın en önemli adreslerinden birisi olan Reuters’in bu değerini yaratanın Reuters’ta çalışan gazeteciler olduğunun vurgulandı, şunlar aktarıldı:
“Ancak bugün geldiğimiz noktada maalesef bu değeri yaratan meslektaşlarımızın emeklerini görmezden gelen bir anlayış söz konusu. Türkiye son iki yıldır adı her ne kadar konulmamış olsa da ağır bir ekonomik kriz yaşamaktadır. Hemen her gün temel tüketim maddelerine gelen zamlar, bir ayda ikiye katlayan fiyatlar, tahmin edilemez bir piyasa ile karşı karşıyayız. Daha anlaşır olması için sizlere şu örneklerini vermek istiyoruz:
Patatesin kilosu geçen yıl 5 TL’yken bugün 16 TL yani yüzde 320, sıvı yağın litre fiyatı geçtiğimiz yıl 25 TL’yken bugün 52 TL yani yüzde 108 artış yaşanmıştır. Başta İstanbul olmak üzere konut kira fiyatları ise yüzde 300’leri geçen oranda artmıştır. Çalışanların ücretlerinin yarısından fazlası konut kirasına gider hale gelmiştir. Bu evlerin depreme dayanıklılığı da ayrıca tartışma konusudur.”
Tablo böyleyken Reuters işvereninin Türkiye ofisinde çalışan basın emekçilerine uygun gördüğü ücret artışının yüzde 25 olduğunun altı çizildi. Ocak 2023’te başlayan toplu iş görüşmelerinin sürecine ilişkin ise “Toplu iş sözleşmesi görüşmeleri boyunca tüm olumlu çaba ve niyetlerimize rağmen, Türkiye’de yaşanan ekonomik tabloyu kalem kalem anlatmamıza rağmen maalesef olumlu bir yaklaşım göremedik. Yüzde 25’lik ücret artışının üzere bir puan dâhi konulmadı” denildi ve eklendi:
“Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) Mart ayı enflasyonu yüzde 50.51, bağımsız araştırmacıların enflasyonu yüzde 112.51 olarak açıkladığı bir ortamda Reuters işvereninin çalışanına reva gördüğü ücret artışı sadece yüzde 25’tir. Her ne kadar Reuters da dahil olmak üzere birçok haber ajansında TÜİK rakamlarının sokaktaki gerçeği yansıtmadığı yönünde sayısız haberler yapılmış olsa da bu rakamı dâhi teklif etmeyen işverene karşı söyleyeceğimiz tek sözümüz GREV’dir.”
6 Şubat’ta Kahramanmaraş‘ta meydana gelen depremlerin ardından başka şehirlere taşınan depremzedelerin, ikamet kayıtlarının olduğu şehirlere dönebilmesi ve oy kullanabilmesi için ‘askıda bilet‘ kampanyası başlatıldı.
Bilet fiyatlarının enflasyon nedeniyle çok artması üzerine başlatılan kampanyanın destekçileri arasında Oy ve Ötesi, Türkiye Tanıtım Vakfı, Türkiye Gönüllüleri, Eşitlik ve Dayanışma Derneği ve İhtiyaç Haritası yer alıyor.
Gönüllüler depremzedelerin rahat bir şekilde ulaşabilmesi için askıdabilet.com sitesi oluşturdu. Bu siteye tıklayarak bilet talep edilebiliyor.
Sitede ‘Bilet iste’ butonuna tıkladığında depremzedelerden bir form doldurmaları isteniyor.
Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) Mersinİl Koordinasyon Kurulu (İKK) Sekreteri İbrahim Yücesoy, Akkuyu Nükleer Güç Santraline (NGS) yakıt yüklemesi yapılmaması gerektiğini söyledi.
Yücesoy, “Akkuyu NGS şantiyesi çalışmaları şeffaf bir şekilde yapılmadığı için birinci ünitenin yakıt yüklemesi yapılabilecek seviyeye gelip gelmediği bilinmemektedir. Birinci reaktör bölgesinin her kısmında çalışmalar devam etmektedir. Bu durumdaki bir şantiyeye nükleer taze yakıt nasıl, hangi özel güvenlik önlemleri ile getirilecektir, nerede ve ne şekilde depolanacaktır, nükleer yakıtın depolandığı bir şantiyede güvenlik nasıl sağlanacaktır? Tüm bu hususlar belirsizdir” dedi.
Türkiye’nin ilk nükleer santrali olan, Rusya tarafından Mersin’in Gülnar ilçesinde inşa edilen Akkuyu Nükleer Santraline ilk yakıt yüklemesinin 27 Nisan’da yapılacağı duyuruldu. Cumhurbaşkanı RecepTayyip Erdoğan da santrale ilk yakıtın verileceği gün Mersin’de olacağını açıkladı.
Santrale ilk yakıtın verilmesi işleminin 14 Mayıs seçimlerine kısa bir süre kala yapılacak olması “seçim öncesi siyasi şov” eleştirilerini beraberinde getirdi. Uzmanlar ise işin sadece şov kısmına değil, güvenlik kısmına da odaklanıyor ve hali hazırda bir şantiye görünümünde olan Akkuyu Nükleer Santraline bu aşamada nükleer yakıt getirilmesinin güvenlik açısından riskli olacağına dikkati çekiyor.
TMMOB Mersin İl Koordinasyon Kurulu Sekreteri İbrahim Yücesoy, “Siyasi iktidar yaklaşan seçimler öncesinde yapımı devam eden tüm projeleri bir bahaneyle seçim propagandasına çevirmek için elinden geleni yapıyor” dedi.
Proje aşamasından itibaren toplumun büyük itirazlarıyla karşılaşan, inşaat süreçlerinde hatalı imalatlar nedeniyle endişeleri artıran Akkuyu Nükleer Güç Santralinin de bu seçim propagandasının malzemelerinden birisi haline getirildiğine dikkat çeken Yücesoy, “Yapılan açıklamalara göre santralin birinci ünitesine ilk nükleer yakıt yüklemesi 27 Nisan 2023 tarihinde yapılacak. Bu yükleme Akkuyu NGS sahasına nükleer yakıt getirilmesi reaktörün devreye alınması anlamına gelmemekle birlikte, inşaatı süren büyük bir şantiyede yapılmak istenen bir nükleer faaliyet olması nedeniyle önemlidir” ifadelerini kullandı.
Akkuyu NGS’nin Türkiye için gerekli bir tesis olmadığını, Türkiye tarafında yeterli hazırlık olmadığından projenin denetiminin gereken düzeyde yapılamayacağını ve olası bir kaza durumunda Çernobil ve Fukuşima kazalarında olduğu gibi çok büyük felaketler yaşanabileceğini kaydeden Yücesoy, “Tüm bu uyarıları kulak arkası eden AKP hükümetlerinin teşvikleri ile Akkuyu nükleer güç santralı yakıt yüklemesi yapılacağı söylenen bir aşamaya getirildi” dedi.
‘Nükleer yakıt nasıl getirilecek, nasıl depolanacak?’
Akkuyu NGS şantiyesi çalışmalarının şeffaf bir şekilde yapılmadığı için birinci ünitenin yakıt yüklemesi yapılabilecek seviyeye gelip gelmediğinin bilinmediğini ileri süren Yücesoy “Resmi makamlar tarafından yayınlanan şantiye görüntü ve videolarından anlaşıldığı kadarı ile Akkuyu NGS inşaat sahası nükleer tesis niteliği kazanabilecek durumda değildir” ifadelerini kullanarak ekledi:
“Öncelikle devreye alınacağı söylenen birinci reaktör bölgesinin her kısmında çalışmalar devam etmektedir. Bu durumdaki bir şantiyeye nükleer taze yakıt nasıl, hangi özel güvenlik önlemleri ile nereden ve ne yolla getirilecektir, getirilmesi durumunda nerede ve ne şekilde depolanacaktır, nükleer yakıtın depolandığı bir şantiyede güvenlik nasıl sağlanacaktır? Tüm bu hususlar belirsizdir.”
Tesiste çalışanların da özel bir eğitimlere tabi tutulmasının güvenlik açısından kritik önem taşıdığına işaret eden İbrahim Yücesoy, “Şantiyede çalışanların nükleer tesiste çalışanlarında bulunması gereken niteliklere kavuşması için eğitimler yapılmış mıdır, yapılmamış ise bu birkaç gün içerisinde ne şekilde ve nasıl yapılacaktır? Sayısı on binlere vardığı söylenen çok sayıda taşeron şirket çalışanının nükleer tesis şantiyesine uyumunun sağlanıp sağlanamayacağı kuşkuludur” diye belirtti.
Yakıtın nakliyesi ve sonrasındaki süreçlerin de belirli kriterler gerektirdiğini hatırlayan Yücesoy, şunları kaydetti:
“Gerek nükleer yakıtların nakliye, santral sahasına indirme ve depolanma süreçlerinin, gerekse yakıtların reaktörlere yüklenmesi işlemlerinin öncesinde belirlenmiş ve onaylanmış bir program dahilinde ve ilgili teknik düzenlemelere uygun olarak yapılması gerekir. İnşaat çalışmalarının hızla sürdüğü, Akkuyu NGS şantiyesinde, bu tür özel bir hazırlık yapıldığını gösterir bir işaret de yoktur.”
Akkuyu NGS projesinin başlangıcında siyasi sebep ve beklentilerin belirleyici olduğunu kaydeden Yücesoy, “Şimdi Akkuyu NGS şantiyesinde yapılacak gösterişli bir şov ile gerçekler karartılacak, yurttaşlar sahte bir başarı hikayesi ile yanıltılacaktır” diye konuştu.
“Nükleer gibi çok önemli ve riskli bir konunun aceleyle ve tedbirler göz ardı edilerek seçim propagandası haline getirilmesi kabul edilemez” vurgusunu yapan Mersin İKK Sekreteri Yücesoy, sözlerini şöyle sürdürdü:
Bir ülkeye nükleer santral yaparak elektrik üretmek övünülecek değil ancak çaresizlikten yaptık denecek bir iştir. Başka kaynaklardan elektrik üretmek varken nükleer santrale yönelmek hiçbir ülke için doğru bir seçenek değildir. Başka olanaklar varken ülkemizi nükleer risk altına sokmak sorunları arttırmak anlamındadır. Akkuyu nükleer güç santrali ülke için daha büyük sorunlara neden olmadan bu projeden vazgeçilmelidir.
TMMOB Mersin İl Koordinasyon Kurulu Sekreteri İbrahim Yücesoy, Akkuyu NGS’nin ekonomik maliyet açısından da Türkiye’yi zarara sokacağını savundu. Yücesoy şunları aktardı:
“2010 yılında Rusya ile yapılan bir milletler arası anlaşma ile Rus devlet şirketi Rosatom’un [Rusya Devlet Nükleer Enerji Kurumu] Türkiye’de sahibi olacağı bir nükleer santral kurmasını ve bu santralda üretilecek elektriğin yüzde 50’sine 15 yıl boyunca satın alma garantisi verilmesini, AKP hükümetleri kabul etti ve 2015 yılında temeli atılan Akkuyu NGS çalışmaları başladı.
Bu anlaşma, Türkiye’nin Rus nükleer santralından elektrik alması zorunlu kılmaktaydı. Anlaşma, ülkemizi enerji kaynakları temininde Rusya’ya doğal gaz, petrol ve kömüre ek olarak, bir de nükleer yakıt açısından bağımlı hale getiriyor ve enerjide dışa bağımlılık oranını arttırıyordu.
Bununla da sınırlı kalınmadı ve 12,35 dolar cent/kwh gibi yüksek bir fiyattan 15 yıl boyunca Akkuyu nükleer santralinin üretiminin yüzde 50’sini, yani yaklaşık 290 milyar kwh elektriği satın almayı garanti ederek Türkiye’yi 35,8 milyar dolar bedelinde bir elektrik alım yükümlülüğü altına soktu.
Böylece Rosatom şirketine, Akkuyu için yaptığı yatırımın kat ve kat fazlasını alması garanti edilerek ilk 15 yılda geri kalan 290 milyar kwh elektriği de piyasada satarak ilave karlar elde edeceği özel bir imtiyaz verilmiş oldu.
Yurttaşlarımızın güneş, rüzgâr veya öteki yerli ve yenilenebilir kaynaklardan elektrik elde etmek yerine dünyanın en tehlikeli tip enerji üretim tesisinden çok pahalı elektrik almak zorunda kalmasının yolu açılmış oldu.”