Bu haber Göçmen Kadınlar Anlatıyor projesi ve Yeşil Gazete iş birliği kapsamında yayımlanmaktadır. Gazeteci Şenol Bali ve arkadaşları, Ocak 2023’te yayınlamaya başladıkları Göçmen Kadınlar Anlatıyor video serisi ile Van’da yaşayan Afgan, İranlı ve Suriyeli göçmen kadınların hikayelerine mikrofon uzatıyor. *
Afganistanlı insan hakları aktivisti doktor Hameeda Sharifi, ömrünün çoğunu ülkesinde kadın mücadelesine vermiş ve bu yolda birçok yakınını kaybetmiş.
Taliban‘ın ülkedeki hakimiyeti eline geçirmesiyle açık hedef haline gelen ve tehditler alan Sharifi, çocukları ile beraber ülkesini terk etmek zorunda kalıyor.
Sharifi, Afgan kadınlar için mücadele etmeye devam etmek istediğini söylüyor ve uluslararası kurumlara çağrıda bulunuyor:
Mersin’in Gülnar ilçesinde yapımı devam eden Akkuyu Nükleer Güç Santrali’ne ilk yakıtın getirilmesi dolayısıyla santral sahasında dün (27 Nisan) tören gerçekleştirildi. Töreni protesto için nükleer karşıtları sabahtan yola çıkmış, bulundukları otobüs defalarca GBT taraması için durdurulmuş ve günün sonunda tören alanına kilometreler kala yolları kesilmişti. Jandarma ve polis ekipleri nükleer karşıtlarına müdahalede bulunurken üç kişi gözaltına alınmış, aralarında TİP Mersin Milletvekili adayı Hakan Güneş’in de bulunduğu üç kişi daha sonra serbest bırakılmıştı. Ancak bu anlar yaşanırken törene canlı bağlantıyla katılan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ‘barış için nükleer enerji’ adı verilen bayrağın göndere çekilmesini kutluyordu.
‘Bunu bize demişlerdi ve biz bunları dövmüştük’ diyecekler’
Mersin Tabip Odası eski başkanı ve Mersin Nükleer Karşıtı Platformu üyesi Ful Uğurhan ise o anda nükleer karşıtlarıyla birlikte Jandarmalara direniyordu. Uğurhan kendilerini engelleyen Jandarmaları işaret ederek nükleerin gelecek nesiller için tehlikesini anlattı:
“Bitmemiş santrala yakıt getirmenin manasızlığını, buraya nükleer santral yapmanın manasızlığını, bırakın burayı var olan tüm nükleer santralların insan ve bütün canlı yaşamına verdiği zararı anlatmak için geldik. Ama inanılmaz bir insanlık dışı müdahaleyle karşılaştık. Hepimizin yaş ortalaması burada 50-60. Bizi çiğnediler, ittirdiler.
Burası 2010 yılında Ruslarla yapılan anlaşmaya göre; artık şu alan Rusya’nın toprağı. İçeride Rusya’nın limanı var. Orada istedikleri gibi Avrupa’nın nükleer çöpünü getirecekler ve hiçbirimiz bilemeyeceğiz buraya gelenin neyin çöpü diye. Tıpkı İngiltere’nin plastik atıklarını Adana’ya getirdikleri gibi…
Bu santralin çalışması iklim krizinden dolayı çok zor. Denizden aldıkları suyla soğutmaya çalışacaklar; denizin suyu zaten sıcak. Daha yapılırken santralda üç kere çatlak oldu. Buna rağmen yaptılar. Finlandiya’da böyle bir olay oldu; hemen durdurdular santral yapımını. Ama bizde demokratik ortamın olmayışı, insanları bizi demin sindirdikleri gibi sindirdikleri için sesimiz çıkmadı. Nasıl depremde boşu boşuna öldüysek bu nükleer santral yüzünden de öleceğiz.
Benim ömrüm vefa etmese bu gençler [Jandarmaları işaret ediyor] görecekler bunu. ‘Bunu bize demişlerdi ve biz bunları dövmüştük’ diyecekler.”
Avrupa Parlementosu‘nun (AP) Çevre Komitesi, üretim ve geri dönüşüm gibi sanayi faaliyetlerinin sera gazı emisyonu ile su ve enerji kullanımı gibi etkilerinin çevre üzerinde yarattığı iklim krizi, kuraklık ve kirlilik gibi etkileriyle mücadele etmek amacıyla tüketim çılgınlığını yavaşlatacak düzenlemelere gidiyor.
Komite, “hızlı moda” olarak anılan ve nispeten daha kısa ömürlü olan tekstil ürünlerinin kullanımına son vermeye yönelik yasal zemini oluşturacak raporu oy birliğiyle kabul etti.
Yasal düzenleme için tavsiyelere yer verilen raporda, tekstil ürünlerinin uzun süreli kullanıma uygun, tadilat ve geri dönüşümü daha kolay ve sürdürülebilir olması gerektiği belirtiliyor.
Satılmayan veya iade edilen ürünlerin imha edilmesinin yasaklanması tavsiyesinde bulunan parlemento üyeleri, ayrıca ürünlerin kullanım ömürlerine yönelik bağlayıcı hedef ve önlemler getirilmesinin gerekliliğine de raporda yer veriyor.
Yasa yapıcılar aynı zamanda tekstil ürünlerinin üretim süreçlerinde insani ve sosyal hakların yanı sıra işçi haklarına saygı duyulmasına vurgu yapıyor.
Üretilen tekstil ürünlerinin büyük oranda geri dönüştürülen ve zararlı maddeler içermeyen ipliklerlen üretilmesinin de önemini de kaydeden politikacılar, giysilerin ve ayakkabıların aşırı üretim ve tüketiminin engellenmesi adına AB Komisyonu ve AB üyesi ülkelerin “hızlı moda”ya son verecek düzenlemeler getirmesini tavsiye ediyor.
Raporda “Yüksek miktarlarda üretilen düşük fiyatlı ve düşük kaliteli ürünler” için yeni ve açık bir tanımlama getirilmesi gerektiği ve tüketicilerin daha sorumlu ve sürdürülebilir seçimler yapabilmesi amacıyla daha iyi bilgilendirilmesinin önemli olduğu vurgulanıyor.
Dün (27 Nisan) Çevre Komitesi’nde oy birliğiyle kabul edilen raporun yazdan önce AP Genel Kurulu’nda da kabul edilmesi bekleniyor. Parlamentodaki süreçlerden sonra AB Komisyonu ve üye ülkelerin uzlaşısıyla yasal metinler hazırlanıyor.
Emek ve Özgürlük İttifakı, 14 Mayıs’ta yapılacak seçimlerde Millet İttifakı‘nın Cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu‘na desteğini açıkladı.
Halkların Demokratik Partisi (HDP), Türkiye İşçi Partisi (TİP), Yeşil Sol Parti, Emek Partisi (EMEP), Emekçi Hareket Partisi (EHP), Toplumsal Özgürlük Partisi (TÖP) ve Sosyalist Meclisler Federasyonu’nun (SMF) yer aldığı ittifak, açıklasında, Türkiye’nin; siyasi, toplumsal ve ekonomik krizlerin bir arada yaşandığı çoklu kriz şartları altında tarihinin en önemli seçimine doğru ilerlediği belirtilerek şu ifadelere yer verdi.
“Bilindiği üzere Türkiye halklarının devrimci, demokrat ve ezilenleri olarak Emek ve Demokrasi İttifakı adıyla bir araya geldik. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde aday çıkarmama, parlamento seçimlerine ise ittifak çatısı altında girme kararı aldık.
Türkiye siyasetinin bu kırılma aşamasında, üzerimize düşen tarihi görevi hem geleneğimize hem de gelecek kuşaklara borcumuz kapsamında yerine getirme konusunda mutabık kaldık. Bu kapsamda 14 Mayıs 2023’te yapılacak olan cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Kemal Kılıçdaroğlu’nu destekleme kararımızı tüm kamuoyu ile paylaşıyoruz.
‘Bu tarihi seçimde; Kılıçdaroğlu’na oy vermeye çağırıyoruz’
Bilinmelidir ki Türkiye siyasi tarihinin en önemli seçiminde faşizme karşı zafer elde etmenin tek yolu cumhurbaşkanlığı seçimini kazanmaktan geçmemektedir. Bilakis, faşizmi geriletmenin en önemli mecralarından biri TBMM’de çoğunluğu sağlayacak aritmetiği sağlamaktır. Bu durumu sağlamak için tüm Türkiye halklarını, 14 Mayıs 2023 Milletvekilliği Seçiminde Emek ve Özgürlük İttifakı’na oy vermeye çağırıyoruz. Tüm ezilenleri, yok sayılanları, hak gaspına uğrayanları ve sömürülenleri parlamentoda temsil etmenin tek yolu Emek ve Özgürlük İttifakı çatısı altında toplanmak ve parlamentoda söz, yetki, karar sahibi haline gelmektir.
Bu tarihi seçimde; Türkiye halklarını bir kez daha milletvekilliği seçimlerinde Emek ve Özgürlük İttifakı’na, cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Kemal Kılıçdaroğlu’na oy vermeye çağırıyoruz.”
Halkların Demokratik Partisi (HDP) Eş Genel Başkanı Mithat Sancar da gazeteci İsmail Saymaz’a bugünKılıçdaroğlu’ya desteğini beyan etmişti.
Sancar, partisinin rejime yaklaşımının Kılıçdaroğlu ile örtüşmesi nedeniyle bu kararın verildiğini ifade ederek şunları söyledi: “Bir tarafta rejimi kalıcı hale getirmek isteyen Cumhur İttifakı‘nın adayı var; Erdoğan. Diğer yanda, rejimi değiştirme sözü veren Kılıçdaroğlu var. Tek adam rejimini sonlandırma noktasında Kılıçdaroğlu ile hedeflerimiz örtüşüyor. Bu nedenle Kılıçdaroğlu’nu destekleme kararı verdik.”
“Tek adam rejimine son vermek” hedefi doğrultusunda Kılıçdaroğlu’yu destekleyeceklerini belirten Sancar, ”Aday çıkarmama tercihimizi kamuoyuyla paylaştığımızda bu yönde işaretler vermiştik. Ama şu aşamada tercihimizi somutlaştırmak gerekiyor. Seçmen ve kamuoyunun beklentisi bu yönde” diye konuştu.
Parlamentoda en yüksek temsiliyete ulaşmayı hedef olarak belirlediklerini söyleyen Sancar, “Amacımız parlamentoda anahtar konuma ulaşmak. 100. yılında cumhuriyeti demokrasiyle buluşturma ve demokratik cumhuriyeti inşa etme sorumluluğu bizlere düşüyor. Tabi barışı gerçekleştirmek konusunda belirleyici misyonun ve iradenin taşıyıcısı olacağız” dedi.
Geçenay cumhurbaşkanlığı seçiminde aday çıkarmama kararı aldığını açıklayan HDP’nin Kemal Kılıçdaroğlu’na destek vereceği bilinse de parti Kılıçdaroğlu’yu açıkça ve doğrudan işaret etmemişti.
AGİT ve Avrupa Konseyi depremzedelerin seçime katılımı konusunda endişeli
Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) Demokratik Kurumlar ve İnsan Hakları Ofisi (ODIHR) ve Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi (AKPM) seçimleri Türk makamlarının davetlisi olarak yerinde gözlemleyecek.
Norveçli diplomat Jan Petersen başkanlığındaki ODIHR heyeti 14 kişilik çekirdek bir ekipten oluşuyor. Bu ekibe 7 Nisan’dan bu yana Ankara merkezli uluslararası uzmanlar ve 28 uzun dönem gözlemci eşlik ediyor. ODIHR’in bağlı olduğu AGİT de 10 Mayıs’tan itibaren 350 kişilik kısa süreli gözlemci heyetiyle Türkiye’de olacak.
AGİT heyetleri seçimlerin uluslararası taahhütlere, yükümlülüklere ve standartlara uygunluluğunu değerlendirecek. Bu kapsamda Türkiye yasal mevzuatının uygulanışı, aday kayıtları, sosyal ağlar, seçim kampanyasının yürütülmesi, seçim çalışmaları, seçim uyuşmazlıkları ve medya konuları mercek altına alınacak.
AGİT heyetleri gibi, Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi de bu hafta Strasbourg’da düzenlediği Başkanlık Divanı toplantısında 14 Mayıs seçimlerini 42 kişilik bir kadroyla gözlemleme kararı aldı. Heyete AKPM “Sosyalistler, Demokratlar ve Yeşiller Grubu”nun (SOC) liderliğini yürüten Alman sosyal demokrat parlamenter Frank Schwabe başkanlık edecek.
AKPM, Hıristiyan Demokrat, Liberal, Sol ve Muhafazakâr gruplarından parlamenterlerin de yer alacağı heyette, AKPM Türkiye raportörleri İngiliz parlamenter John Howell ve Avusturyalı parlamenter Stefan Schennach da görev yapacak. AKPM heyetinde Almanya’dan yedi, Fransa’dan beş, Ukrayna’dan dört, İtalya, Birleşik Krallık ve Romanya’dan üç, Polonya ve Portekiz’den iki parlamenter bulunuyor.
AKPM Raportörü John Howell. Fotoğraf: Geoffrey Swaine / picture alliance
‘Depremzedeler nasıl oy verecek bilmiyoruz’
Deutsche Welle Türkçe‘den Kayhan Karaca‘nın aktardığına göre, raportör Howell, seçim gözlem misyonu hakkında değerlendirmelerde bulunarak Türkiye’de seçim gözlem misyonunun diğer Avrupa ülkelerine kıyasla daha kapsamlı olduğunu söyledi. Son depremlerde çok sayıda insanın yerinden olduğuna işaret eden Howell, “Bu insanlar nasıl oy verecek bilmiyoruz. Kimileri başka yerlerde kayıt yaptırdı, kimileri ise yaptırmadı” şeklinde konuştu.
Depremle ilgili kaygı AKPM seçim gözlem heyeti başkanı Frank Schwabe tarafından da dile getiriliyor. Birçok depremzedenin başka yerlerde seçmen kütüklerine yazılamadığını belirten Schwabe, “Yerlerinden olmuş bu insanların geldikleri bölgelere seçim günü kitlesel dönüşü söz konusu. Nasıl olacak, bilemiyoruz. Ulaşımları nasıl sağlanacak?” diye soruyor.
Depremzedelerin kimlik sorununa da değinen Schwabe, “Çok sayıda insan yaşamını yitirdi. Bu insanların kimlik kartları ne oldu? Çok sayıda insan hâlâ kayıp. Tam olarak kaç kişinin yaşamını yitirdiğinin bilinmediğini duyuyoruz. Bu kaygı verici bir durum, yakından takip edeceğiz” diyor.
AKPM Raportörü Frank Schwabe. Fotoğraf: C. Spicker / Imago Images
Özgür ve adil seçimler
John Howell ise seçimlerin “özgür ve adil bir ortamda” yapılmasının önemine dikkat çekiyor. Uluslararası gözlemcileri Ankara’nın davet ettiğini anımsatan Howell, şunları kaydediyor:
“Bağımsız gözlemcileri seçimleri düzenleyecek ülke ister. Amaç seçimlerin özgür ve adil yapıldığından emin olmaktır. Burada Türkiye için hedef seçimlerin sadece Türk halkı için özgür ve adil olması değil, aynı zamanda uluslararası toplumun gözünde özgür ve adil görünmektir.”
Avrupa Konseyi’nin önemi
Seçimlerin sonuçları Avrupa genelinde de merakla bekleniyor. John Howell, 14 Mayıs seçimlerinin Türkiye için olduğu kadar Avrupa Konseyi için de önemli olduğunu düşünüyor:
“Seçimler Avrupa Konseyi için de önemli zira Türkiye Avrupa Konseyi’nin kurucu üyesi. Bunu unutmamamız gerekir. Türkiye ayrıca yakın geçmişte Konsey bütçesine en fazla katkıda bulunan devletler arasındaydı. Burada önemli bir role sahip.”
AKPM raportörü olarak Türkiye’de insan haklarının gelişimini yakından takip ettiğini hatırlatan Howell, Türkiye’yle ilgili AKPM denetim sürecinin sonlanıp Ankara’nın Avrupa Konseyi’nde tamamen normalleşmiş bir ülke haline gelmesinin önemli olduğuna vurguda bulunuyor.
AGİT ve AKPM heyetleri, seçim gözlem misyonlarının ön bulgu ve sonuçlarıyla ilgili olarak 15 Mayıs Pazartesi günü, Ankara’da bir ön rapor yayımlayacak. Her iki kurumun tavsiyeler içeren kapsamlı seçim gözlem raporları ise yaz aylarında hazırlanacak.
Bu haber Göçmen Kadınlar Anlatıyor projesi ve Yeşil Gazete iş birliği kapsamında yayımlanmaktadır. Gazeteci Şenol Bali ve arkadaşları, Ocak 2023’te yayınlamaya başladıkları Göçmen Kadınlar Anlatıyor video serisi ile Van’da yaşayan Afgan, İranlı ve Suriyeli göçmen kadınların hikayelerine mikrofon uzatıyor. *
Rozita Namdari, yedi yıl önce kadın olarak yaşadığı baskılardan sonra ülkesi İran‘ı terk eder. Yaşadığı Van‘da birçok işte çalışan Namdari, burada evlenir.
İyi derecede Türkçe öğrenen Namdari, şu sıralar adliye gibi kurumlarda tercümanlık yapıyor ve ek olarak güzellik merkezinde çalışarak hayatını idame ettiriyor.
Namdari şunları söylüyor:
“İran’da eğer bir kadınsan, hayatını idame ettiriyorsan hiçbir görüşün, hiçbir düşüncen olmaması lazım. Hiçbir şeye itiraz etmemen lazım.
2015’te geldim. 2016’da çalışmaya başladım. İlk Türkiye’ye geldiğimde bir acentada çalıştım. Daha sonra da bir hukuk ofisinde çalışmaya başladım. Daha çok İranlı mülteciler gelip gidiyordu, ben tercümanlık, sekreterlik yapıyordum. Geçen yıllarda da Adliye’ye gidip geldim. Tercümanlığım beğenildi. Duruşmalara katılıyorum. Tercümanlık yapıyorum. Ekstradan güzellik işiyle de uğraşıyorum. Türkiye’nin ekonomisi belli. Mecbur iki işte çalışıyorum. Türkiye Cenevre Sözleşmesi’nden dolayı mülteci almak zorunda. Biz İranlı mülteciler de buraya iltica ediyoruz ama herhangi bir maaş/para yardımı, hiçbir yardım Türkiye’nin devletinden almıyoruz. Avrupa’dan da almıyoruz. Biz kendi imkanlarımızla burada yaşamaya çalışıyoruz.
İnsanlar, ben görüyorum; sosyal medyada çok tepkililer mültecilere karşı. Yani haklılar. Ben hak da veriyorum bu misafirlik biraz uzun da sürdü. Biz de istiyoruz; bir an önce üçüncü bir ülkeye gidelim. Ama biz Türkiye’den hiçbir ekonomik destek almıyoruz. Burada mecburuz çalışmaya. Düşük ücretlerde çalışıyoruz. Asgari ücret almıyoruz. Umarım bir an önce bu üçüncü ülke yerleştirmesi hızlanır, biz de gideriz daha güvenli ve daha insani şartlarda yaşadığımız bir ülke olur.”
Ankara’nın Güdül ilçesinde bulunan Kirmir Çayı kenarı ile mağaraları Doğal Sit Alanı‘nın statüsünün değiştirilmesine ilişkin Ankara Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Komisyonu’nun kararı, bilirkişi heyeti tarafından uygun bulunmadı.
ANKA‘nın aktardığına göre; Ankara Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Komisyonu, alanın “Nitelikli Doğal Koruma Alanı” olarak değiştirilmesine karar vermişti. Mimarlar Odası Ankara Şubesi, 1 No’lu Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’yle onaylanan komisyon kararının yürütmesinin durdurulması ve iptali talebiyle dava açmıştı.
Heyetten Kesin Korunacak Hassas Alan statüsü önerisi
Davada bilirkişi raporu yayınlandı. Ankara 5. İdare Mahkemesi’ne sunulan bilirkişi raporunda, “Olası faaliyetlerin önlenmesinin ve alanın koruma statüsünü değiştiren kararın iptalinin yürürlükteki koruma mevzuatı ve kamu yararı açısından uygun olacağı ve sürdürülebilir çevre ilkesi ile daha uyumlu olacağı Kirmir Çayı Kenarı- Kirmir Çayı Kenarı Mağaraları Bağlantısı Doğal Sit Alanı’nın korunabilmesi için alanın tamamına, Kesin Korunacak Hassas Alan statüsünün getirilmesi, doğal yaşamın ve sit alanının birlikte ve bütüncül korunmasına imkan sağlayacaktır” denildi.
Yaban hayatı için tehlike
Raporda, alanın İç Anadolu gibi kurak ve yarı kurak bir bölgede çok önemli bir su toplama ve iletim havzası olduğu, mikroklima özelliği gösterdiği de vurgulandı. Ayrıca raporda, statü değişikliğinin yapılaşma baskısına neden olacağı, böylece su kaynaklarının kirleneceği ve yaban hayatın zarar görüp habitatın parçalanacağı belirtildi.
Mimarlar Odası Ankara Şube Başkanı Tezcan Karakuş Candan, Bilirkişi raporuna ilişkin şu değerlendirmeyi yaptı:
“Kirmir Çayı kenarı ve vadisinin statüsünün değiştirilmesi, alanın doğal ve ekolojik yapısını bozacak, koruma alanını olumsuz etkileyecek, alanı yapılaşma baskısı altına alacak, insan ve doğa arasındaki dengeli ilişkiyi bozacak nitelikte bir karardır. Kirmir Çayı Vadisi, Sakarya Havzası ve İnözü Vadisi‘nin birbirinden bağımsız olmadığını ve bir bütün olarak ele alınıp korunması gerektiğini de defalarca dile getirdik. Aklın yolu bir, bilirkişiler de verdikleri raporda haklılığımızı gözler önüne serdi ve alanın korunmasının önemine işaret ederken, kararın iptal edilmesi gerektiğini dile getirdi. Kirmir Çayı ve çevresi zarar görmeden acilen bu kararın yürütmesi durdurulmalı, takiben karar iptal edilmelidir.”
Kahramanmaraş depremlerinin yaşandığı günden beri kadınlara yönelik dayanışma çalışmaları yürüten Kadın Savunma Ağı, deprem sonrasında depremzede kadınları yetersiz koşullar ve ataerkil yaklaşımın kadınlara atfettiği geçim ve bakım yükü gibi sorumluluklar nedeniyle yaşadığı mağduriyetlere karşı tepkilerini göstermek ve sarf ettikleri emekleri savunmak üzere 1 Mayıs İşçi ve Emekçiler Bayramı’nda buluşmaya çağırdı.
Kadın Savunma Ağı’nın birçok üyesi bölgedeki arama-kurtarma çalışmalarına katıldı. Gönüllülerin Antakya–Defne bölgesindeki Sevgi Parkı’nda kurduğu Kadın Dayanışma Çadırı parkın tamamen boşaltıldığı 2 Mart gece yarısına kadar parkta kalmaya devam etti.
Gönüllüler ayrıca depremin ilk gününden itibaren depremzede kadınlar arasındaki iletişimi ve etkileşimi artırmaya yönelik çalışmalar yapıyor ve internet sitesinde günceler yayımlayarak fiziksel olarak ulaşamadığı bölgelerdeki kadınlara ulaşmayı hedefliyor.
Günceler, kadınların afet sonrası yaşadığı sorunlardan birlikte gerçekleştirilen etkinliklere kadar birçok konuya parmak basıyor. Bu çeşitliliğe rağmen her mektupta değişmeden kalan unsur ise dayanışma ve umut vurgusu.
Gönüllülerin, Antakya Kadın Dayanışma Çadırı’ndan yazdığı ve Antakya’daki kadınları 1 Mayıs saat 17.00’de Aşağıokçular Necla Duran Parkı’nda buluşarak Sevgi Parkı’na yürümeye çağırdığı mektubun tamamı şöyle:
“Uhti azizatu, keyfa haluk?
Ben iyi olmaya çalışıyorum. Bu mektubu sana beraberce kaldığımız bu şehirden, çadırların birinden yazıyorum. Ateşimizi yaktık. Oturduk. Dertlerimizi konuşmaya aşmaya çalışıyoruz. Bahçelere, parklara çadırlar kuruldu. Oturamadığımız, içine girmeye bile korktuğumuz evlere, anılara bakıyoruz. Duvarlar çatlak. Kalplerimiz kirik. Evler yerle bir. Artık o molozların arasında çocuğun giysisini, mutfaktaki leğeni bile ayıramıyoruz. Sevgili kız kardeşim… Her yer gri. Her yer moloz. Hiçbir şey göremiyoruz. Konuşmazsak unutuyoruz.
Konuşalım!
Evlerin dışında, anılarımızın dışında, kayıplarımızın gölgesinde hayatlarımızın ne kadar zor olduğu ortaya döküldü. Değil mi? Okul yok. İş yok. Oyuncak bile yok. Çocuklar çadır önünde elimizde ne kaldıysa onla oynuyor. Okumayı unuttular. Tozun toprağın içinde giysileri. Çamaşır makinesi hatta su bile yokken kim yıkayacak çamaşırları? Uyuz, bitlenme, salgın hastalık… Korkumuz kimin umurunda? Çocuğun altını kim değiştirecek? Ya çadının işi biter mi, kim temizleyecek? Kim don bulacak?
Biz!
Başka kimse düşünmüyor. Biz idare etmeye çalışıyoruz. Biz zorluyoruz çocukları, ekmek paketinin üzerindeki yazıyı bile okusunlar diye. O kazağı çıkarsınlar yıkayalım diye. Evin yasını tutanları biz konuşturuyoruz ki dertleri yaş olsun aksın. Yemeği, temizliği, suyu biz düşünüyoruz.
Biz, biz, biz.
Biz yapıyoruz.
Kıymetini biliyor muyuz? Bazen unutuyoruz ama hayatı üreten ve sürmesini sağlayan biziz. Bu emek bizim. Peki diğerleri kıymetini biliyorlar mi? Beğenmiyorlar, konuşuyorlar. Nasıl giyindiğimiz, ne dediğimiz, nasıl oturup kalktığımız, iyi anneliğimiz, ‘kötü’ anneliğimiz, yemeği ne zaman pişirdiğimiz… Herkes şikayet ediyor. Konuşuyor.
Yeri gelince kocalar. Yeri gelince ailenin yaşlıları. Kıymetimizi kim biliyor? Peki kim bize destek çıkıyor? Uğradığımız şiddet, baski… Yaptığımız onca işe, once çabaya rağmen. Peki devlet? Bizi tek bir adama, muhtara muhtaç edenler, kendileri de diğer herkesi kovup tek başlarına devlet yönetmeye kalktılar. Tayyip Erdoğan tek gecede İstanbul Sözleşmesi‘ni yürürlükten kaldırdı. Tek adam sistemi kazandığımız hakları elimizden alıyor. Mahalleler, mahkemeler, meclisler, karakollar ve sokaklar bu tek adamlarla dolu. Biz kadınlar yıllardır körüklenen erkek şiddeti, kadın ve emek düşmanlığı karşısında haklarımızı, hayatlarımızı savunuyoruz.
Depremin üzerinden iki ay geçti. Devlet duruyor. Muhtarlar duruyor. Herkes duruyor. Havadaki asbest tozu bile duruyor. Biz didiniyoruz. Tek başımıza.
Peki biz de dursak?
Bir günlüğüne, birkaç saatliğine… Kız kardeşim. Durmanın vakti geldi. Bezin elinde dursun. Süpürgen… Onlar da dursun. Al temizlik malzemeni meydana gel.
Bakalım sarı bezin meydanda nasıl parlayacak?
Bakalım bizsiz ne yapacaklar?
1 Mayıs’ta durup tepkimizi gösteriyoruz. Tüm bu haksızlıklara beraber karşı duruyoruz. Sen de dur.
Kiralarımızı ödeyemecek kadar yoksul olmaya karşı, kuralına uygun olmayan evlerde oturmaya karşı, yoksulluğa karşı, şiddete karşı… Kadın Savunma Ağı olarak yıllar önce ‘Kadın kadını savunur’ diyerek yola çıktık. Erkek şiddeti, yoksulluk, emeğimizin sömürüsü, barınma krizi, doğal afetler… Bütün bunların karşısında birbirimizi savunacağız!
1 Mayıs’ta duruyoruz! Hayatı durduruyoruz!
Kadın Savunmasından kucak dolusu sevgilerle, seni bekliyorum.
1 Mayıs’ta 17.00’da Aşağıokçular Necla Duran parkında buluşup Sevgi Parkı’na yürüyoruz.
1 Mayıs akşamı 20.30’da Yeşilpınar‘da buluşuyoruz ve hayatı durduruyoruz!”
Karacasöğüt Koyu’nda, Bodrum Sualtı Müzesi uzmanlarının tarihi eser tespiti ve bölgenin 1. derece arkeolojik sit alanı olarak tescil edilmesi için resmi süreci başlatmış olmalarına rağmen Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı, Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) sürecinini başlattı.
Endemik türleri önemsemeyen şirketin amacı çevreyi korumakmış
MUÇEV Lmt. Şti. 4 Nisan 2014’te Muğla’ya Hizmet Vakfı ve Türkiye Çevre Koruma Vakfı ortaklığı ile kuruldu. Şirket “Hep birlikte gelecek nesillere, tertemiz bir Muğla ve yaşanabilir bir dünya bırakmak en büyük gayemizdir” diyor. Ama tarihi eserler, endemik ve nadir türler şirketin bu “dünya”sına girememiş görünüyor.
Tarihi eser tespitini yurttaş yaptı
Marmaris Kent Konseyi, MUÇEP ve Marmaris Ekolojik Mücadele Komitesi, Karacasöğüt Koyu’nun GökovaÖzel Çevre Koruma (ÖÇK) Bölgesi‘nde yer alması, endemik ve nadir türlere ev sahipliği yapması nedeniyle marina kapasitesinin arttırılmasına karşı Karacasöğüt yaşayanları ile birlikte mücadele veriyordu.
Bu amaçla aktivistler, SAD-AFAG ile Karacasöğüt Koyu’nda canlı türlerinin durumu ve müsilaj varlığını tespit için dalış yaptı ve dalış sırasında tarihi eser varlığı belgelenmişti. Durum dilekçe ile Bodrum Sualtı Müzesi uzmanlarına bildirildi ve uzmanlar tarihi eserleri yerinde inceleyip eserlerin tescili ve bölgenin 1. derece arkeolojik sit alanı olarak ilan edilmesi için resmi süreci başlatmıştı.
Koyda bulunan tarihi eser
Marmaris, Karacasöğüt Koyu’nda MUÇEV Ltd. Şti.’nin marina kapasite arttırma projesi için verilmiş ‘ÇED gerekli değildir‘ kararı mahkemece iptal edilmişti. İptal kararının ardından MUÇEV Ltd. Şti., projesinden vazgeçmemiş ve ÇED sürecini başlatmıştı.
Ancak ne tarihi eser ne de endemik ve nadir türler Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın 25 Nisan’daki MUÇEV İnceleme Değerlendirme Komisyonu toplantısını ve ÇED sürecini tescil işleminin sonuna ertelemesi için yeterli olmadı. Aktivistler ÇED sürecini durdurmak için herhangi bir adım atmayan Bakanlığı şu sözlerle eleştirdi:
“Mevzuat gereği bu aşamadan sonra konuyla ilgili tüm kurumların, 2863 sayılı kanunun madde 4, madde 5 ve madde 9 bağlayıcılığında bahsi geçen yerleri koruma zorunluğu doğmuş olması gerekiyordu. Dolayısı ile ÇŞİD Bakanlığı’nın 25 Nisan tarihinde MUÇEV yat limanı için yapacağını ilan ettiği İnceleme Değerlendirme Komisyonu toplantısını derhal ertelemeli ve ÇED sürecini tescil işlemi sonuçlanıncaya kadar durdurmalıydı.”
Ekoloji Birliği, Marmaris Kent Konseyi, MUÇEP ve Marmaris Ekolojik Mücadele Komitesi’ni temsilcileri, 25 Nisan’da gerçekleştirilen MUÇEV Marina Genişletme projesi İDK toplantısına katılarak Bodrum Sualtı Müzesi’nin yazısını komisyona sundu. Toplantının yapılmaması gerektiğini, yasaların bunu emrettiğini söyleyen aktivistler uzun ısrarlarını sürdürdü.
Görüşme sırasında Bodrum Sualtı Müzesi’nin görüş yazısını sunan aktivistler Bakanlığa, Muğla Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü’nün tarihi eserler ile bölgenin 1. derece arkeolojik sit alanı tescil işlemlerini başlattığını açıklayan kurum görüşünün de ulaştığını öğrendiklerini belirterek şunları aktardı:
“Bakanlık bu resmi belgelere rağmen iki skandal gerekçe ile ÇED sürecini işleteceğini ifade etti.
Her iki evrakta ‘süreci durdurun’ kelimesi yazmıyor
ÇED olumlu kararı herhangi bir şeye izin verme anlamı taşımaz
Bakanlık yetkilileri kararlarının o kadar arkasında duramaz haldeydiler ki ‘isterseniz firma size, tescil işlemi tamamlanıncaya kadar inşaat yapmayacağına dair noterden taahhüt versin’ teklifinde bulundular. Noteri garantör olarak gören, gücünü ve iradesini şirketlere teslim etmiş bir bakanlıkla kamu yararı, kültürel mirası koruma üzerine konuşacak bir şey kalmadığı için ÇED sürecinin durdurulması talebimizi içeren dilekçeyi vererek bakanlıktan ayrıldık.”
Marmarisli aktivistler projeye karşı hukuki haklarını sonuna kadar kullanacağını ve mücadeleden vazgeçmeyecekleri mesajını verdi.
Çukurova Üniversitesi öğretim üyesi ve Yeşil Gazete yazarı Doç. Dr. Sedat Gündoğdu‘nun Türkiye’deki yetersiz deprem atığı yönetimini konu alan makalesi Science dergisinde yayımlandı.
Gündoğdu, makalesinde 6 Şubat’ta yaşanan Maraş depremlerinin ardından ortaya çıkan moloz yığınlarının yönetiminin aceleci ve düzensiz bir şekilde gerçekleştirildiğini belirtiyor. Bu atıkların, asbest, ağır metaller ve organik bileşikler gibi tehlikeli maddeler içerebileceği yönünde uyarıda bulunan Doç. Gündoğdu, bu durumun ayrıca insan sağlığı ve çevre için daha yüksek riskler oluşturabileceğine dikkat çekiyor.
Hatay, doğayı ikiye bölen moloz yığınları. – Fotoğraf: Mehmet Temel
Mevcut enkaz kaldırma operasyonlarının durdurulmasını ve planlı ve çevre/halk sağlığını gözeten bir yaklaşımla hareket edilmesinin önerildiği makalede söz konusu atık yönetimine karşı yapılan protestolara da yer veriliyor.
Çevreye ve dolayısıyla canlı sağlığına zarar veren moloz atık yönetimi, Türkiye çapında geniş bir kitle tarafından da protesto edilmiş, sulak alanların kıyılarına, zeytinliklerin ortasına dökülen moloz yığınları için suç duyurusunda bulunulmuştu.
Gündoğdu, 6 Şubat’ta yaşanan depremin ardından kentlerde yaşanan yıkımı makalesinde şu cümlelerle aktarıyor:
“6 Şubat’ta, büyüklüğü 7.8 olan güçlü bir deprem, Türkiye’nin güney ve orta bölgelerini ve kuzey ve batı Suriye’yi vurdu. Bunu takiben 7.5 büyüklüğünde bir deprem daha meydana geldi. Bu iki deprem binlerce kişinin hayatını kaybetmesine neden oldu ve 11 Mart’ta yapılan bir hasar değerlendirmesi, çökmüş veya ciddi şekilde hasar görmüş 821 bin 302 bağımsız birim ve 279 bin binanın acil olarak yıkılması gerektiğini ortaya koydu.”
Samandağ Moloz Döküm Alanı – Fotoğraf: Mehmet Temel
‘Yüksek risk oluşturabilir’
Gündoğdu makalesinde bu yıkım sonucunda ortaya çıkan moloz atıklarının nasıl yönetileceğine ilişkin önerilere de yer veriyor:
“Türkiye, toprak, hava ve su kirliliğinin yanı sıra hastalıkların yayılmasını önlemek için deprem atıklarını düzgün şekilde yönetmek zorundadır. UNDP tarafından yapılan değerlendirmeye göre hasarlı yapıların yıkılması yaklaşık 115 ila 210 milyon metreküp atık yaratacaktır. Normal inşaat ve yıkıntı atıkları sıklıkla zararlı maddeleri çıkarmak için ayrım işlemlerinden geçirilirler ancak deprem kaynaklı yıkılan binalarda oluşan atıklar tüm yapı malzemelerinin ve binaların içinde bulunan eşyaları da içerdiği için daha özenli bir işleme tabi tutulmalıdır. Çünkü depremler nedeniyle oluşan atıklar, asbest, ağır metaller ve organik bileşikler gibi tehlikeli maddeler içerebilir ve insan sağlığı ve çevre için daha yüksek riskler oluşturabilir.”
Fotoğraf: Mehmet Temel
Moloz döküm alanlarına karşı protestolar
Makalede, risklere rağmen, Türkiye’nin binaların yıkımı, taşınması ve atıkların yönetimi sırasında önemli iş sağlığı ve güvenliği önlemlerini uygulanmadığına da dikkat çekiliyor:
“Materyaller uygun olan yerlere uygun şartlarda taşınmak yerine, hükümet sulak alanlar, ormanlar, tarım arazileri, yerleşim alanları ve deprem mağdurlarını barındıran geçici çadır kentlerinin yakınlarına uygun olmayan yöntemlerle taşınmakta ve buralarda deprem enkazı için geçici depolama alanları oluşturmuştur. Bu yaklaşım bölgede yaşayanlar da dahil olmak üzere geniş bir kitle tarafından protesto edilmektedir.”
Samandağ Yeşilköy moloz döküm alanında aktivistler protesto gerçekleştirdi.- Fotoğraf: Mehmet Temel
Deprem atıkları için atık sınıflandırma önlemlerinin olmamasının geri dönüşüm işlemlerinin güvenliğini engellediğini belirten Gündoğdu, “Aceleci ve düzensiz enkaz atığı yönetimi, bu atıkların kamu sağlığı ve çevre için oluşturdukları riskleri artırır” diyor.
Gündoğdu’dan uygun depolama ve analiz önerisi
Sedat Gündoğdu’nun son olarak acilen yapılması ve kaçınılması gerekenlere ilişkin uyarıları şöyle:
“Türkiye, yapı yıkım ve kaldırma işlemlerinde aceleci davranarak, alınması gereken esas güvenlik önlemlerinin maliyetinden kaçınmakta ve halk ve çevre sağlığını riske atmaktadır. Oysa ki enkaz kaldırılmadan önce tüm atıklar inşaat yapım yılına göre kategorize edilmeli ve kirlilik maddeleri analizi ile belirlenmelidir.
Toz oluşumunu önlemek, yapı yıkım atıklarını taşırken taşıma kamyonlarının üzerini örtmek ve yerinde geri dönüşüm tesisleri kurmak için önlemler alınmalıdır. Mevcut uygun olmayan depolama alanlarına yapı yıkım atıkları dökülmemelidir. Yapı yıkım atıkları, toz ve kimyasal salım için yasal standartlara uygun olarak depolanmalıdır. Bu adımları atarak, Türkiye halkının sağlığını ve çevreyi daha iyi koruyabilir.”
Anayasa Mahkemesi (AYM), Türk Medeni Kanunu’ndaki kadının sadece evlenmeden önceki soyadını kullanmasını engelleyen kanun hükmünü iptal etti.
Resmi Gazete‘de yayımlanan karara göre İstanbul 8. Aile Mahkemesi, “Kadın, evlenmekle kocasının soyadını alır; ancak evlendirme memuruna veya daha sonra nüfus idaresine yapacağı yazılı başvuruyla kocasının soyadı önünde önceki soyadını da kullanabilir. Daha önce iki soyadı kullanan kadın, bu haktan sadece bir soyadı için yararlanabilir” düzenlemesinin iptaline karar verilmesi talebiyle AYM’ye başvurdu.
Başvurunun gerekçesinde ise “Erkeğin doğumla kazandığı soyadını ömrü boyunca kullanması mümkünken, aynı hakkın kadına tanınmamasının eşitlik ilkesi ile bağdaşmadığı” vurgulandı.
Dosyayı karara bağlayan ve hükmü oy çokluğuyla iptal eden Yüksek Mahkeme, şu değerlendirmeyi yaptı:
“Erkek, evlenmeden önceki soyadını evlendikten sonra da tek başına kullanabildiği halde, kuralla kadının evlenmeden önceki soyadını evlendikten sonra ancak kocasının soyadının önünde kullanabileceği öngörüldüğünden karşılaştırmaya müsait şekilde benzer durumda olan eşler arasında cinsiyet temelinde farklı muamelenin yapıldığı açıktır. … Ortak soyadının aile bağlarını korumanın zorunlu olduğunun, bu manada eşlerin ortak soyadı taşımamaları halinde aile bağlarının hiçbir şekilde korunamayacağının söylenmesi de zordur. …. Evlenmeden önceki soyadının, evlendikten sonra da tek başına kullanılması bağlamında kadın ve erkek arasında kuralla öngörülen farklı muamelenin nesnel ve makul bir temele dayanmaması sebebiyle eşitlik ilkesini ihlal ettiği sonucuna ulaşılmıştır.”
Yüksek mahkeme, iptal kararının; Resmi Gazete’de yayımlanmasından başlayarak dokuz ay sonra yürürlüğe girmesine hükmetti.