Ana Sayfa Blog Sayfa 496

Yeşil Düşünce Derneği’nden Batı Karadeniz’de İklim Okulu: Kimseyi arkada bırakmadan…

Yeşil Düşünce Derneği‘nin 29 Nisan Cumartesi günü Zonguldak‘ta, 30 Nisan Pazar günü Kastamonu‘da gerçekleştirdiği İklim Okulu katılımcıları ile buluştu.

Fransa Büyükelçiliği‘nin desteği ile yürütülen ‘Kimseyi arkada bırakmadan: Batı Karadeniz’de İklim Hareketinin Güçlendirilmesi’ projesi kapsamında gerçekleştirilen etkinlik için öncesinde yerel sivil toplum örgütleri ve yerel yönetim aktörleri ile ihtiyaç analizleri yapıldı.

İklim krizinin Batı Karadeniz’e etkilerinin, daha dayanıklı, dirençli, adil bir toplumun ve kentlerin nasıl yapılandırılabileceğinin tartışıldığı İklim Okulu’na, çeşitli kamu kuruluşlarından, belediye müdürlükleri, kadın kooperatifleri, bisiklet derneği, engelli derneği, meslek örgütleri ve odaları, çevre örgütleri gibi sivil toplum örgütleri, kömür işçileri ve yurttaşlar katılım sağladı.

Zonguldak TMMOB Makine Mühendisleri Odası ve Kastamonu Ticaret ve Sanayi Odası‘nda düzenlenen İklim Okulu’nun ilk oturumu, Yeşil Düşünce Derneği Proje Koordinatörü Özge Doruk, Dünya’da ve Türkiye’de çevre hareketin ve yeşil hareketin tarihçelerine dair bir çerçeve çizerek, yeşil harekete dair aktarımı ile başladı. İklim krizinden, sebeplerinden ve Türkiye’deki iklim hareketinin gelişiminde bahseden Özge Doruk, yeşil politikanın önerilerine dair bir çerçeve sundu.

Yeşil Düşünce Derneği Proje Koordinatörü Özge Doruk

Bartın Platformu ve Türkiye Ormancılar Derneği’nden Orman Mühendisi Prof. Dr. Erdoğan Atmış ise dünyadaki ve ülkemizdeki ormanların güncel durumuna dair bilgilendirmede bulundu.

Orman Mühendisi Prof. Dr. Erdoğan Atmış 

Avrupa, Çin ve Amerika Birleşik Devletleri gibi ülkelerde orman alanlarının ve ağaçlandırmaların miktarının artarken, özellikle Afrika ve Güney Amerika ülkelerinde ormansızlaşmanın arttığını ifade eden Atmış, ormansızlaşmanın en büyük sebebinin kereste imalatı ve madencilik faaliyetleri için sömürülen ülkelerin ormanlarının kesildiğini, ancak katma değer üretiminden bu ülkelerin hiçbir fayda sağlayamadığını, iklim krizinin sonuçlarıyla da en çok bu ülkelerin baş etmek zorunda kaldığını ifade etti.

Zonguldak ve Kastamonu oturumlarında konuşan İklim Araştırmaları Derneği yönetim kurulu üyesi Naz Beykan,  iklim kriziyle mücadele bağlamında yerel yönetimlerin etkin bir eylem planı çıkarabilmesi için atılabilecek adımları, olası paydaşları, gerçekleştirilebilecek projelere dair çerçeve çizdi.

İklim Araştırmaları Derneği yönetim kurulu üyesi Naz Beykan

Zonguldak Çaycuma Belediye Başkanı Bülent Kantarcı‘nın Basın Danışmanı Ahmet Öztürk de belediyenin demografik, coğrafi ve tarihsel durumu ile ilgili bilgi aktarımında bulundu. Belediye sınırları içinde kalan ve Zonguldak için en önemli su havzası ile tarım alanlarını kapsayan Filyos Vadisi’ni tanıtan Öztürk, bölgeyi büyük bir ekolojik yıkıma sürükleyen; bölge halkını yoksullaştıran, seller ile kuraklık gibi iklim afetlerine karşı aşırı kırılgan hale getiren Filyos Vadisi Projesi‘ne dair bilgilendirme yaptı.

Ahmet Öztürk

Merkezi yönetimin ekonomik ve ekolojik kırım projelerine rağmen Çaycuma Belediyesi‘nin uyguladığı iklim dostu uygulamaları tanıtan Öztürk’e, Zonguldak’ta İklim Okulu’na katılan Belediye Başkanı Bülent Kantarcı eşlik ederek soruları yanıtladı.

İklim Okulu’nda akıllı kavşaklar ile sıfır eğimli yol uygulamaları kullanılarak şehrin yaya, engelli ve bisiklet dostu erişimi, yaya ve bisikletli ulaşımın teşvik edilmesi, yağmur suyu hasadının ve kullanımının mevzuata eklenerek teşvik edilmesi, kullanılan yağmur suyu kadar şebeke suyu ücretine indirim yapılması ve yenilenebilir enerji uygulamaları da masaya yatırıldı.

Uçan Süpürge Derneği’nden katılan Selen Doğan, iklim krizinin engellileri ve benzer durumdaki kırılgan toplulukları nasıl etkilediğini anlattı. İklim krizine yönelik çözümler için başta engelliler olmak üzere bu toplulukların hiç gözetilmediği gerçeğine karşın, bu toplulukların gözetilmekten çok çözümlerin aktif aktörü haline getirilebilmesi için perspektifler sunan Doğan, ‘eko sağlamcılık’ kavramını tartıştı.

Uçan Süpürge Derneği’nden Selen Doğan

Dokuz Eylül Üniversitesi‘nde yüksek lisans kapsamında Zonguldak maden işçileri ile görüşmeler yaparak maden işçilerinin gözünden iklim krizi ve adil geçişi inceleyen, kendisi de madenci bir ailenin çocuğu olan Emine Akyel de İklim Okulu’nun katılımcıları arasındaydı.

İklim krizine çözüm olarak sunulan adil geçiş örneklerini aktaran ve bu önerilere dair görüştüğü madencilerin verdiği tepkileri ileten Akyel, madencilerin tüm bu önerileri olumlu karşıladığını ancak uygulama konusunda güven duymadıklarını belirtti.

Emine Akyel

Madenlerin rödovans usülü ile özelleştirilmesi ardından kaçak madencilik işletmelerinin arttığını aktaran Akyel, bu işletmelerdeki en büyük sorunun kayıtsız, sendikasız, iş güvencesi ve iş güvenliği olmadan çalıştırma olduğunu ve bunlardan en çok kadın madencilerin etkilendiğini vurguladı.

Kastamonu oturumuna Akyaka’dan katılan, Akyaka Afet Gönüllüleri Platformu’ndan Buğra Çelik, mahalleli olarak kendilerinin nasıl örgütlendiğini aktardı.

Herhangi bir afet anında, genel politik iktidarın yarattığı kutuplaşmanın ortadan kalktığını ve dayanışma ruhunun birleştirici olduğunu aktaran Çelik, mahalle örgütlenmesi, sivil toplum ve devlet kurumları ile nasıl paydaşlık yapılabileceğine dair bilgi verdi.

Birleşik Krallık’ta polise iklim eylemcilerinin ‘yavaş yürümesini’ yasaklama yetkisi verilecek

Guardian‘ın aktardığına göre, bakan, geçen hafta parlamentoda son aşamasına gelen yeni asayiş yasa tasarısı kapsamında ele alınan yasaklama yetkisine dair, “ülke genelinde insanların günlük yaşamlarını kasıp kavuran bencil, yıkıcı protestocular” olarak tanımladığı aktivistleri  durdurmaya kararlı olduklarını söyledi. 

Geçen hafta sonu bir diğer iklim örgütü Extinction Rebellion tarafından Westminster‘da düzenlenen mitinglerin ardından kampanyasını yenileyen Just Stop Oil aktivistleri, geçen hafta Londra‘da her gün trafiğin yoğun olduğu yollarda “yavaş yürüyüşler” gerçekleştirmişti. 

Hükümete yeni petrol ve gaz projelerine ruhsat vermeyi durdurma çağrısında bulunan grup, daha önce benimsedikleri “yıkıcı protesto” olarak tanımlanan provokatif eylemliliklerine karşı getirilen eleştiriler ve artan tutuklamalar nedeniyle geçen yılın sonunda yeni taktikler benimsemişti. 
İklim aktivistlerinden Londra sokaklarında ‘yavaş yürüyüş’ eylemi
İklim aktivistlerinin provokatif eylemleri işe yarıyor mu?
İklim örgütü Extinction Rebellion, ‘yıkıcı taktiklere’ ara veriyor

İçişleri Bakanlığı ise “yavaş yürüme” gibi yeni yöntemlerin de önüne geçmek istiyor. “Ciddi aksama” tanımında yapılacak bir değişikliğin, protestocular bu taktiği kullandığında polise müdahale etme yetkisi vereceğini söyleyen Bakanlık açıklamasında “Bu, polise, protestocuların trafiği durdurmak için kullandıkları yavaş yürüyüş taktiklerini durdurmak için mevcut güçlerini ne zaman kullanacakları konusunda istedikleri netliği verecek” deniliyor.

Geçen cuma,  64 aktivist, Ealing, Putney ve Mile End‘de, 45 dakika ila bir saat süren  yavaş yürüyüş yapmıştı.

MailOnline‘ın aktardığına göre, polisin aktivistleri engelleme çabalarına ek olarak Mile End’de bir kişi aktivistlerin elinden pankartı alıp yol kenarına attı.

Hükümetin girişimini kınayan iklim aktivisti grubun sözcüsü, “Protesto yasalarında yapılan değişiklikler veya polisin bu yasaları ne kadar güçlü bir şekilde uygulaması bizi engellemeyecek. Destekçilerimiz, kitlesel açlık, toplu ölüm ve düzenli insan toplumunun çöküşüyle ​​karşı karşıya kaldığımızda bunun alakasız olduğunu anlıyor” dedi.

Hapis cezaları geliyor

Tasarı, bir dizi yeni protesto suçu yaratacak ve polise gösteriler üzerinde bir dizi yeni yetki verecek. Örneğin, “önemli ulusal altyapıya müdahale etmek” gibi yeni tanımlanan bir suç, 12 aylık olası bir cezayı beraberinde getiriyor. Kendilerini birbirine, nesnelere veya binalara kilitleyen protestocular da altı ay hapis cezası tehditiyle karşı karşıya. 

Tasarıya göre, polis, “ciddi bir aksamaya” yol açtığına inandığı protestocuları durdurmak ve üstlerini aramak için yeni yetkilere sahip olacak. Yeni tanımlanan tür bir mahkeme kararıyla da yetkililerin protestolara katılan kişilerin belirli zamanlarda belirli yerlerde bulunmalarını, belirli kişilerle birlikte olmalarını veya interneti belirli şekillerde kullanmalarını yasaklamasına olanak tanıyacak.

BM‘nin İnsan Hakları Yüksek Komiseri Michelle Bachelet, geçen hafta Birleşik Krallık hükümetini “mümkün olan en kısa sürede bu tasarıdan vazgeçmeye” çağırdı.

3D baskılı balıklar yakında piyasada…

Balığın tat ve dokusunu taklit eden ürün, bu yıl içinde süpermarket raflarında yerini alabilir.

Orfoz balık filetoları, balık kök hücrelerinin çeşitli besinlerle birleştirilmesiyle oluşturuluyor. Bunlar daha sonra biyo-mürekkeplere ve ardından bir yazıcıya işleniyor. Baskı işlemi sadece birkaç dakika sürüyor ve ortaya çıkan ürün daha sonra pişirilip yenmeye hazır hale gelebiliyor.

Artan avcılık ve yetiştiricilik miktarı, sucul kaynaklı gıda arzının artması anlamına gelse de ekosistem ve gelecek için riskler taşıyor.  Birleşmiş Milletler Gıda Örgütü’ne (FAO) göre balık tüketiminin 2030 yılına kadar 224 milyon tona çıkması bekleniyor.

Dünya balıkçılığının durumu-3

Firmanın CEO’su Mihir Pershad, The Telegraph‘a şunları söyledi: “İlk tadımda, mükemmel bir balıkta olması gerektiği gibi ağzınızda pul pul dökülen tadı ve eriyen kıvamı sergilemeye çalıştık.  Önümüzdeki aylarda bu birinci sınıf balığı pazara getirme planımızı duyurmak istiyoruz.”

Mikroplastik içermiyorlar

Deniz uzmanları, küresel balık popülasyonlarının yaklaşık üçte birinin şu anda tükenmekte olduğunu tahmin ediyor. Orfoz balıkları da nesli tükenme riski altında olan hayvanlar arasında.

Biyo-baskılama yöntemiyle üretilen balıklar, geleneksel olarak avlanan deniz canlıları gibi mikroplastik maddeler de içermiyor.

Firma ayrıca, biftekler ve diğer deniz ürünleri de dahil olmak üzere tüm 3D baskılı etler üzerinde çalışıyor.

Belçika’da işe bisikletle gidenlere para ödenecek

Belçika’da işçilerle işverenler arasında Ulusal Çalışma Konseyi‘nde yapılan anlaşma kapsamında, bugünden itibaren işe bisikletle gidenlere kilometre başına 0,27 Euro ödenmesi zorunlu hale getirildi.

1 Mayıs’tan itibaren yürürlüğe giren uygulamaya göre, ilk sene kilometre başına alınan ödeneğin 0,25 euroluk kısmı vergiden muaf tutulurken ikinci seneden itibaren ödeneğin tamamından vergi alınacak.

Günde 40 kilometre sınırı

Anlaşmaya göre, bir çalışanın günlük “bisiklet ödeneği” 40 kilometre ile sınırlanacak ve günlük 10,8 Euro’yu geçemeyecek.

Bu ödemeyi almak için gereken toplu iş sözleşmesi imzalanmış bir şirkette çalışma şartı da kaldırıldı. Aranan şartlar arasında çalışanın işi ile evi arasındaki mesafenin bir kısmı ya da tamamını bisiklet sürerek yapması bulunuyor.

Söz konusu bisiklet ödeneği,  şimdiye dek işverenlerin inisiyatifindeydi ve isteyenler ödeyebiliyordu. Belçikalı işverenlerin yaklaşık yüzde 30’unun bisiklet ulaşım için bisiklet kullanan çalışanlarına, evleri ile iş yerleri arasındaki mesafeye göre ödeme yaptığı belirtiliyor.

Belçika’da çalışanlar arasında yapılan bir kamuoyu yoklamasında 35 bin şirketteki bir milyon çalışanın geçen sene yüzde 29’u bisiklet ödeneğinden faydalandığı görülmüştü. Bu oran 2017’de yüzde 16’da bulunuyordu.

Yeni uygulama ile ülkede bisiklet kullanımının daha da yaygınlaşması bekleniyor.

Boğaziçi Üniversitesi’ni yapılaşmaya açacak karar yeniden iptal

Boğaziçi Üniversitesi’nde içerisinde asırlık ağaçların, endemik bitki türlerinin ve tarihi yapıların bulunduğu Güney Kampüs ve çevresinin yapılaşmaya açılmasına neden olacak karar, mahkeme tarafından bir kez daha reddedildi.

Üniversitedeki 36 akademisyenin toplu olarak açtığı davaya bakan İstanbul 14. İdare Mahkemesi, arazinin sit alanı statüsünün düşürülmesinin “hem kampüs bütünlüğünü hem de Boğaziçi sisteminin doğal bütünlüğünü olumsuz etkileyeceği” sonucuna vardı.

Koruma dereceleri düşürülmüştü

Boğaziçi Üniversitesi ve Yakın Çevresi Doğal Sit Alanının koruma statülerinin yeniden belirlenmesine dair karar 7 Eylül 2021 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanmıştı.

Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın onay verdiği değişiklikle daha önce bütün olarak koruma altında olan arazi iki ayrı bölüme ayrılmış ve koruma dereceleri düşürülmüştü.

Arazinin 205 bin metrekarelik alanı “Nitelikli Doğal Koruma Alanı” ve 217 bin metrekarelik alan ise “Sürdürülebilir Koruma ve Kontrollü Kullanım Alanı” olarak tescil edilmişti.

Nitelikli Doğal Koruma Alanı’nda iskele, balıkçı barınağı, bekçi kulübesi, park, rekreaktif alanlar, atıksu arıtma tesisi, kanalizasyon şebekesi, enerji nakil hattı, trafo, ulaşım hattı, açık otopark ve teleferik gibi yapılaşmalara izin veriliyor.

Sürdürülebilir Koruma ve Kontrollü Kullanım Alanı’nda ise bütün bunlara ek olarak turizm tesisleri ve daha büyük ölçekli yapılaşma faaliyetlerinin önü açılıyor.

Söz konusu kararın Boğaziçi arazisinin ekolojik ve tarihi yapısına tehdit oluşturacağını belirten Boğaziçi Üniversitesi Mezunlar Derneği (BÜMED), Boğaziçi Üniversitesi akademisyenleri ve Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi konuyu yargıya taşımıştı.

Geçtiğimiz haftalarda BÜMED’in açtığı davayı sonuçlandıran mahkeme, arazinin koruma statüsünün düşürülmesinde hukuka uygunluk bulunmadığını belirtmişti.

‘Bütünlüğü bozulmamalı’

Son olarak Boğaziçi Üniversitesi akademisyenlerinin açtığı dava da karara bağlandı. Kararda “arazinin iki farklı sit derecelendirilmesi ile birbirinden ayrı tutulmasının bilimsel bir dayanağının olmadığı” belirtildi.

Arazinin ekolojik olarak da bütün olduğunu ifade eden mahkeme, yerleşke alanının tarihi kimliğini dikkate alarak tarihi ve “dönem içinde yapılmış yapılarla alanın bütün olarak korunması gerektiğini” söyledi.

‘Bilime ve hukuka uygun değil’

Alanda özellikle mezar yerleri ile ilgili bilgi eksikliği bulunduğunu ve envanter çalışması yapılmasının gerekli olduğunu belirten mahkeme “sit statüsü alan sınırlarının ancak bu tür bir çalışmadan sonra belirlenebileceğini” ifade etti.

Arazinin korumasının düşürülmesine dayanak olarak gösterilen Ekolojik Temelli Bilimsel Araştırma Raporu’nun (ETBAR) eksikliklerine değinilen kararda raporların “biçim ve içerik olarak sit statü sınırlarını tanımlamaya imkan verebilecek bilimsel yeterlilikte olmadıklarının” altı çizildi.

Bu sebeple kararın da bilimsel bir yeterliliği olmadığını belirten mahkeme, “Sit statü tanımlamasına ilişkin alınan kararın hem kampüs bütünlüğünü hem de Boğaziçi sisteminin doğal bütünlüğünü olumsuz etkileyeceği anlaşıldığından, dava konusu işlemde hukuka uyarlık bulunmadığı sonucuna varılmaktadır” sonucuna vardı.

Oybirliğiyle iptal edildi

Oybirliğiyle alınan kararda söz konusu değişikliğin iptaline karar verildi. Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın karara itirazını sunmak için otuz gün süresi olacak.

Bu süre içerisinde Bakanlık istinaf yoluna gitmeye karar verirse bir üst mahkeme İdari Mahkeme’nin kararını gözden geçirecek. İtiraz yapılmadığı veya üst mahkemenin de kararı uygun bulduğu durumda Boğaziçi arazisinin koruma statüsünün bir an önce geri verilmesi gerekiyor.

[Seçim Günlüğü] Beş günde 697 bin 577 seçmen oy kullandı

Türkiye‘de 14 Mayıs’ta yapılacak Cumhurbaşkanı ve 28. Dönem Milletvekili Genel Seçimi kapsamında 27 Nisan’da başlayan yurt dışında oy verme işlemlerinin ilk beş günü sonunda 697 bin 577 seçmenin oyunu kullandığı Yüksek Seçim Kurulu‘nca (YSK) açıklandı.

Yurt dışı seçmen kütüğüne kayıtlı 3 milyon 416 bin 98 seçmen için 73 ülkedeki yurt dışı temsilciliklerinde 156 yerde 27 Nisan’dan bu yana oy kullanılıyor.

YSK’nin açıklamasın göre; Pazartesi TSİ 21:00 itibariyle 644 bin 972’si yurt dışı temsilciliklerde, 52 bin 605’i gümrük kapılarında olmak üzere yurt dışı seçmen kütüğüne kayıtlı seçmenlerin toplam 697 bin 577’si oy kullandı.

2015’te seçime katılma oranı yüzde 32,5 idi

7 Haziran 2015 25. dönem TBMM üyelikleri seçimleri şöyle sonuçlanmıştı:

  • Yurt Dışı Seçmen Kütüğü’ne kayıtlı seçmen sayısı: 2 milyon 863 bin 920
  • Oy kullanan seçmen sayısı: 918 bin 302
  • Sandık sayısı: 3 bin 664 
  • Boş/geçersiz oy sayısı: 13 bin 344
  • Seçime katılma oranı: yüzde 32,53 

24 Haziran 2018 Cumhurbaşkanlığı seçimleri şöyle sonuçlanmıştı:

  • Kütüğe kayıtlı seçmen sayısı: 3 milyon 32 bin 206
  • Oy kullanan seçmen sayısı: 1 milyon 499 bin 392
  • Sandık sayısı: 7 bin 524
  • Boş/geçersiz oy sayısı: 20 bin 3
  • Seçime katılma oranı: yüzde 50.1 

24 Haziran 2018 27. Dönem TBMM üyelikleri seçimindeyse sonuç şöyleydi:

  • Oy kullanan seçmen sayısı: 1 milyon 502 bin 140
  • Boş/geçersiz oy sayısı: 19 bin 426
  • Seçime katılma oranı: yüzde 50,2 

[Seçim Günlüğü] Kılıçdaroğlu: Cambridge Analytica’cılık oynamak sizin kapasitenizi aşar çocuklar

Millet İttifakı cumhurbaşkanı adayı ve Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Twitter hesabından Fahrettin Altun ve ekibindeki isimlere seslenerek “Son uyarımdır” dedi.

Kılıçdaroğlu, “Son 10 güne iki gün kaldı. Ben son uyarımı yapayım. Fahrettin Altun, Serhat ve ekip arkadaşları Çağatay ile Evren; anlaşmaya çalıştığınız dark web dünyası, sizi yabancı istihbaratın eline düşürür. Cambridge Analytica‘cılık oynamak sizin kapasitenizi aşar çocuklar” ifadelerini kullandı.

Fahrettin Altun ise Kılıçdaroğlu’nun uyarı niteliğindeki tweetini alıntılayarak şu yanıtı verdi:

“Sayın Kemal Kılıçdaroğlu, ülkemizin stratejik iletişimi için gece gündüz demeden çalışan ve özellikle ülkemize dönük sistematik dezenformasyonla mücadelede büyük başarılar elde eden İletişim Başkanlığımızı, Başkan Yardımcılarım Çağatay ve Evren beyleri, Bilgi İşlem Daire Başkanım Serhat beyi, bir kez daha akıl ve izan dışı iftiralarla karalamaya çalışmış.
Esef duyduk.”

Altun, Kılıçdaroğlu’nun tweetlerini yazan AJANS’ın iftira niteliğinde ifadelerle Türkiye Cumhuriyeti Devleti kamu görevlilerini açıktan hedef göstermekte bir beis görmemesinin anlaşılabilir olacağını ifade ederek şunları aktardı:

“Ancak, demokrasiyi içine sindirmiş hiçbir siyasetçinin dedikodu ve iftira siyasetine tevessül etmesi, devletin kamu görevlilerini isim isim zikrederek hedef göstermesi kabul edilemez.

Sayın Kılıçdaroğlu,
Hatırlatmak isterim ki bu noktada sorumluluk, ülke dışından hizmet aldığınız AJANS’ınıza değil şahsınıza aittir.

Devletimizin ve milletimizin âli çıkarlarını gözetmek sadece iktidarın değil muhalefetin de sorumluluğundadır. Ayrıca, dezenformasyonla mücadeleyi öncelik haline getiren İletişim Başkanlığımızdan Sn Kılıçdaroğlu’nun rahatsız olması doğru yolda olduğumuzun göstergesidir.

Kılıçdaroğlu’nun seçim kampanyasının başından sonuna kadar kurumumuzu hedef alması, çevresindeki ‘profesyonellerin’ elinde bir strateji olmadığını, siyaset üretemediklerini ortaya koymaktadır.

Şunu da söylemezsek olmaz. Bu açıklamayı ne amaçla yaptığınızı, neyin önünü almaya çalıştığınızı çok iyi biliyoruz.

Demokrasiyi ve kamu çıkarını korumak, müzakere kültürünü güçlendirmek adına sosyal medyadaki trol ağlarını, köleleştirilmiş hesaplarla sosyal medyayı manipüle etme yöntemlerini boşa çıkarmaya devam edeceğiz.

Biz, milletimizin emrindeyiz.
Milletin iradesi bizim için kutsaldır.
Liderimiz, Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’a güveniyoruz.
Türkiye Yüzyılı ideali için çalışıyoruz.

Demokrasinin en büyük düşmanlarından biri olarak gördüğümüz dezenformasyonla mücadele ediyor, ulusal ve uluslararası kamuoyunu doğru, hızlı ve şeffaf bir şekilde bilgilendiriyoruz.

Sorumluluk bilinciyle milletimize hizmet etmeye devam edeceğiz.
Takdir yüce milletimizindir.”

Cambridge Analytica nedir?

Cambridge Analytica 2013’te SCL Group’un altında kurulmuş, çeşitli kaynaklardan toplanan verilerin analiz edildiği, siyasi ve ticari müşteriler için veriye dayalı davranış değişikliği teknikleri kullanarak hizmet vermeye başladı.

Şirket, Facebook’un kurucusu Mark Zuckerberg’in ABD Senatosu önünde ifade vermesine kadar uzanan karmaşık ve fırtınalı skandalın da bir parçası olmuştu.

Cambridge Analytica, ABD başkanlık seçimleri ve Brexit dışında Meksika ve Malezya’dan Brezilya, Kenya, Avustralya ve Çin‘e kadar dünyanın dört bir yanındaki siyasi ve ticari kampanyalarda çalışmıştı ve en son Türkiye’de de AKP ile anlaşmış olduğuna dair iddialar vardı.

Duvar’ın aktardığına göre; şirket, Trump’ın seçildiği ABD başkanlık seçiminde Facebook’tan edindiği 50 milyon kişisel hesabın verisi ile profilleme işini gerçekleştirdi. Elinde 50 milyon insanın verisi vardı ve propaganda mesajları kısa süre içerisinde oluşturulabildi.

Ayrıca yine sosyal medyanın sağladığı olanaklarla bu mesajlara tepkiyi hızlı bir biçimde değerlendirebildi ve bir sonraki mesajı tasarlayabildi.

Cambridge Analytica’yı dükkan kapatmaya götüren skandal, 50 milyon Facebook kullanıcısının profilinden izinsiz olarak toplanan kişisel bilgileri, ABD seçimlerinde psikolojik profillemeye dayalı bir kişiselleştirilmiş siyasi reklamcılık sistemini kurmak için kullanmış olması üzerinde yükseliyor.

 

Mardin’de dokuz mahallede sokağa çıkma yasağı: Operasyon yapılacak

Mardin Valiliği, Nusaybin ilçesine bağlı dokuz kırsal mahalle ve bağlı mezralarda sokağa çıkma yasağı ilan edildiğini açıkladı.

Valilik, ilçe sınırları içerisinde bulunan kırsal bölgelerde “sığınak, barınak, depo alanlarını ve uçaksavar mevzilerini tahrip etmek ve malzemeleri ele geçirmek” gerekçesiyle operasyon düzenleneceğini açıkladı.

İkinci duyuruya kadar…

İl İdaresi Kanunu‘nun ilgili maddeleri gereğince saat 04.00 itibarıyla “bölgedeki operasyonların sona ermesine kadar” Nusaybin ilçesinin Tekağaç, Sapanlı, Mağaracık, Arpalı, Bahminin, Kaleli, Şekrin, Yol, Güneli mahalleleri ve mezralarında sınırlı olmak üzere ikinci duyuruya kadar, vatandaşlar sokağa çıkamayacak.

[Seçime Doğru] Menekşe Kızıldere: Cumhurbaşkanının bedava doğal gaz vaadi halka hakaret

Video Röportaj: Müjgan HALİS

14 Mayıs’ta düzenlenecek Cumhurbaşkanlığı ve Parlamento seçimlerine giden yolda, seçim sürecine odaklandığımız video dizisinin on beşinci konuğu, HDP Ekoloji Komisyonu Eş Sözcüsü ve Yeşil Sol Parti’nin İstanbul 2. bölge 14. sıra adayı Menekşe KızıldereKızıldere ile seçime katılım sürecini ve Türkiye’deki ekokırımı konuştuk.

*

Yeşil Sol’un Türkiye’nin son 20 yılına dair yaptığı ekokırım tespiti nasıl?

En net tanım artık ekolojik varlıklara verilen zararın geri dönüştürülemez noktaya doğru gittiği meselesi, dolayısıyla bu da sistematik gerçekleştiği için bir kırıma dönüştü. Ekokırım baş edilemez bir hal aldı ve doğaya kalıcı zararlar vermeye başladı. Bunun için hukuksal olarak adım atmak gerekiyor geçtiğimiz Ocak ayı Şubat aylarında ekoloji kurumları bunun için harekete geçtiler ve ekokırımın yasal karşılığının olmasını bir suç olarak tanınması gerektiğini söyledi. Ve bir suç olduğu için de yaptırımlarının olması gerekiyor. 20 yılda gelinen durum; artık ekokırımın durdurulamayacak, geri dönüştürülemeyecek bir noktaya doğru gitmesinden dolayı bir suç olarak değerlendirilmesi gerektiği.

Adaylık süreciniz nasıl gelişti?

Ben HDP’nin içinden, Kürt hareketinin içinden yetişmiş bir siyasetçiyim, biz bir halk hareketiyiz. Türkiye’nin demokratikleşmesi için, ikinci yüzyılında demokratik bir ülke olması için siyaset yapıyoruz. Kimlik siyaseti üzerinden düşünülüyor ama kimlik aslında ırkçılığın, ayrımcılığın, faşizmin bitmesi için bu demokratikleşme siyasetinin sadece bir parçası. Bizim yaptığımız siyasetin içerisinde ekoloji siyaseti var, toplumsal cinsiyet var, hak temelli birçok siyaset var ve bunlar pek görünür değil. Bizi sistem içi partilerden ayıran şey kimlik siyasetinden ziyade buradaki bu radikal siyaset. Adaylık sürecini biz hep görev olarak görüyoruz; parti pozisyonlarında aldığımız pozisyonlar da bir görev, milletvekili adaylığı da bir görev, milletvekilliği de bir görev. Yani bunun bir statü, bir sosyal ayrım olduğunu düşünmüyoruz. Ve milletvekili adaylığı aslında seçim çalışması demek, seçmeni toplamak demek, oy potansiyelini yükseltmek demek ve aynı zamanda halkla birebir temas etmek demek. Biz de halkın içinden gelen insanlarız, onların yaşadığı şeyleri biz de yaşıyoruz, kiramızı biz de ödeyemiyoruz, markete-pazara gittiğimiz zaman zorlanıyoruz.

Parti olarak iklim krizine ilişkin tahliliniz ve önerileriniz nelerdir?

Biz parti programlarımızı hem ekoloji hareketlerinin ve ekoloji mücadelelerinin hem de uluslararası boyutta gerçekleşen ekolojiye ve iklim krizine ilişkin halk hareketlerinin taleplerini dinleyerek oluşturuyoruz. Dolayısıyla birebir onların talepleri oluyor. Parti programımıza baktığımızdaki talepler biraz radikal gelebilir ama bunlar halkın talepleri. İklim krizi meselesi bizim çok ciddiye aldığımız bir mesele. Paris Anlaşması‘nın onayından önce Halkların Demokratik Partisi‘nin verdiği önergeler sayesinde aslında mecliste bir iklim komisyonu kuruldu. Yani aslında bu görünmeyen siyaset alanlarından bir tanesi de bu.

İklim krizinin geldiği noktayı, kararsız hava olaylarından da izleyebiliyoruz, mevsimlerin ötelendiğini zaten gördük. Mart-nisan aylarında İstanbul bölgesinin baraj doluluk oranları yüzde 40’larda ve yağmurlar ötelenmiş gibi görünüyor, bu mevsimle ilişkili olamaz. Deprem bölgesinde gerçekleşen kararsız hava olaylarının ne kadar yoğunluklu gerçekleştiğini de gördük.

Bir de aslında hiç gündem olmayan bir mesele var. Güneyde özellikle Suudi Arabistan‘da sel baskınları gerçekleşiyor, neredeyse kar gibi dolu yağışları gerçekleşiyor. Kararsız hava olaylarının iyice yerleştiğini ve yoğunlaştığını görüyoruz. İklim değişikliğinin varlığıyla ilişki artık bir tartışma yapmanın hiçbir anlamı yok ama bizim tespitimiz, zannettiğimizden daha hızlı gerçekleşecek ve normal bir iklim siyaseti içerisinde olmayan insanların hayatına da artık daha fazla etki edecek. Gıda fiyatları üzerinden etki edecek, mevsimlerin ötelenmesi yüzünden enerji fiyatları üzerinden faturalar üzerinden etki edecek.

Bir de karbon azaltım meselesi var. Türkiye bunun farkında mı, ne yapılmalı?

Türkiye’nin yaptığı metinlere bakınca azaltım niyetini de güncelledi ama pek bir güncelleme söz konusu değil. Karbon nötr için açıkladıkları bir 2053 tarihi var, onun da neye göre hangi modellere göre yapıldığı belli değil. Zaten Türkiye’nin iklimle alakalı metinlerine bakınca genellikle finansmana odaklanan metinler olduğunu görüyoruz. Yani iklim meselesi bir finansman fırsatı ve aracı olarak görülüyor, bu çok yanlış bir yaklaşım. Çünkü Türkiye kırılgan bir bölgede olan bir ülke ve çok bir adaptasyon politikası üretmesi gerekiyor ve bu politikanın içerisinde ekolojik varlıkların iyileştirilmesi gerekiyor. Biyoçeşitliliğin kaynağı olan ormanların hem yer üstü hem su üstü varlıklarının içerisindeki ekolojik sistemlerin iyileştirilmesine çok büyük ihtiyaç var. Keza orman yangınlarına karşı orman varlıklarının biyoçeşitliğinin, endemik türlerinin kayıplarına karşı ciddi önlemlerin alınması gerekiyor. Ve bunun ‘hadi çevreyi koruyoruz’ perspektifiyle değil hayatımıza birebir etki ettiğinin farkında olarak ve bizden 50-100 yıl sonra gelebilecek kuşaklara iklim krizinden kavrulmayan, kararsız hava olaylarıyla-sellerle boğuşmayan, kuraklıkla boğuşmayan bir gelecek bırakmamız gerekiyor.

Akkuyu iktidarın en önemli siyaset argümanına da dönüşmüş durumda. Partinizin nükleer enerjiye karşı argümanı nedir?

Dünyadaki bütün yeşil hareketler gibi Türkiye’deki Yeşil Sol Partisi de biz Halkların Demokratik Partisi de nükleeri kesinlikle desteklemiyoruz ve nükleer santrallerin yapımının durdurulması gerektiğini düşünüyoruz, bizim iktidarımızda bunların durdurulacağının sözünü de veriyoruz. Ekolojiye ilişkin seçim bildirgemizde de bunu çok net bir şekilde belirtti. Nükleer enerji hem etki olarak hem de etik olarak zararını göze alamayacağımız bir enerji. Burası deprem ülkesi malum, uzmanlar defalarca kez uyardılar ve biz hiç beklemediğimiz büyük çapta bir deprem yaşadık. Yani bunun farkında olarak hala nükleer santral için ısrar ediyor olmak kamu yararına, toplum yararına değil elbette.

Biz enerjiye ilişkin bir sistem değişikliği olması gerektiğini düşünüyoruz. Çünkü enerji meselesi son derece merkeziyetçi, bu da işletilemez bir sistem haline geliyor. Yerinden ve yerel yönetişimin olmadığını, halk iradesinin söz konusu olmadığını, sermayenin enerji piyasasında çok fazla söz sahibi olduğunu düşünüyoruz. Halkın enerji üretimine katılması, yerelde değerlendirilmesi, her bir yerel için enerji meselesinin ayrı değerlendirilmesi gerekiyor. Mesela enerjiye ulaşım meselesi şehirde bir dert değil ama kırda bir dert. Sadece sermayenin, sanayinin tüketimi üzerinden enerji meselesi değerlendiriliyor, halbuki bunun bir hak olarak ele alınması lazım.

Cumhurbaşkanı’nın seçimlere birkaç hafta kala doğal gazın bedava olacağı açıklamasını nasıl yorumluyorsunuz?

Ciddiye alamıyorum. Çok özür dilerim ama nereden gelecekmiş ki bu bedava gaz? Yani Rusya‘nın bütün Avrupa‘ya karşı resmen Ukrayna savaşı üzerinden silah gibi kullandığı ve bizim oradan aldığımız ihtilaflı İran doğalgazını mı herkese bedava vereceğiz? Bu bir politika önerisi değil ki, uzun vadede bir çözüm değil ki. Alt metnine baktığımızda sadece seçim için uzatılan bir havuç olduğunu görüyoruz ve gerçek de değil. Bu bir yerde halkın aklıyla oynamak, bir hakaret.

Her sene bir yerde bir doğal gaz, bir kaynak, petrol kaynağı bulunuyor, velev ki bulunsun. Yani kullanacak mıyız? Bizden sonra hiç kuşak yaşamayacak mı bu ülkede? Akdeniz’in altında varsa hepsini çıkaracak mıyız? Bu gerçek değil. Ayakları yere basan bir siyaset değil.

İnsanların gönlünü kıran bir görüntü var, Cumhurbaşkanı’nın deprem bölgesinde insanlara elden para verme görüntüsü ya da otobüsten çay fırlatma görüntüsü gibi bu doğal gaz meselesi de. Bu kadar mı değersiz bizim insanlarımız?

Orman yangınları da büyük sorun ama doğudakiler görmezden geliniyor sanki, nedeni ne sizce?

Kürt ağaçlar görmezden geliniyor, nedeni de kutuplaşma siyaseti. Aslında ekolojik varlıklar bütün toplumun, hak iddia edebileceği varlıklar. Yani Şırnak‘ta kesilen ve yanan varlıklar aslında hepimize verilen bir zarar. Ama kutuplaşma siyaseti öyle bir ilerledi ve Kürt düşmanlığı öyle bir yükseltildi ki orada gerçekleştiği zaman bir sessizlik oluyor. Bu sessizliğin altında sadece Kürt halkına karşı düşmanlık olduğunu söylersek eksik kalmış olur. Çünkü insanlar korkutuldu da. Yani Kürtlerle yan yana gelmekten korkuyorlar ya da baskıyı hissediyorlar.

İktidara geldiğinizde inşaat sektörüne dair bir planınız var mı?

İnşaat sektörünün bir kısmının iktidar çevresinde çok uzun zamandır çeteleştiğini görüyoruz. Bir kere bu haksız kazanç meselesinin ortadan kalkması gerekiyor. Bir de mega projeler meselesi var, inanılmaz paraların harcandığı 30-40 yıllığına sermayenin çok büyük kar elde ettiği mega projeler görüyoruz. Bunların acilen durdurulması gerekiyor ve bunlar durdurulunca açığa çok büyük bir para çıkıyor. Aslında devletin kaynakları var, ancak bu para doğru yere akmıyor, halk için kullanılmıyor.

[1 Mayıs İşçi Bayramı] Muğla’da emekçiler ‘Ruhsatı iptal et’ dedi, CHP’li heyet meydanı terk etti

Muğla’da 1 Mayıs İşçi Bayramı dolayısıyla emek örgütleri, siyasi partiler ve halk Mehmet Ali Eren Parkı’nda bir araya gelerek Sosyo-Kültürel Tesis Alanı‘na bir yürüyüş gerçekleştirdi.

Yürüyüşte, “Yaşasın 1 Mayıs, yaşasın örgütlü mücadelemiz”, “Hükümet istifa”, “Patates, soğan güle güle Erdoğan”, “Direne, direne kazanacağız”, “Bu daha başlangıç mücadeleye devam” sloganları atıldı.

Muğla’nın Menteşe ve Yatağan ilçelerine bağlı Bayır ve Deştin köylerine kurulması planlanan istenen entegre çimento fabrikasına karşı verilen mücadele de mitingin gündemindeydi.

‣ Deştinliler çimento fabrikasına karşı direniyor: Sahuru da gece nöbetinde yaptılar

‣ Muğla’da çimento fabrikasına karşı doğa nöbeti: Sonuna kadar direneceğiz

Muğlalı halk, Cumhuriyet Halk Partili (CHP) Menteşe Belediyesi tarafından verilen ruhsatı protesto etti ve geniş bir coğrafyada yol açacağı tahribatla hem ekolojik bir yıkım getirecek hem de insan sağlığına yönelik tehdit oluşturacak çimento fabrikasının ruhsatının iptal edilmesi çağrısı yaptı.

‣ Muğla ekokırıma karşı sokakta: Talanı kabul etmiyoruz

“Ruhsatı iptal et” sloganının alanda yükselmesi üzerine, Muğla Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Gürün, Menteşe Belediye Başkanı Bahattin Gümüş ve 28’inci dönem milletvekili adaylarının aralarında bulunduğu CHP heyeti miting alanını terk etti.

Deştin’in hukuk mücadelesi

Muğla Çimento Sanayi ve Ticaret A.Ş.’nin Muğla, Menteşe’de Tekağaçsırtı mevkiinde kurulması planlanan ‘Entegre Çimento Fabrikası ve Hammadde Ocakları’ projesine 2014’te verilen Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) Olumlu Kararı’nın iptali istenmişti. Muğla 2. İdare Mahkemesi tarafından verilen kararda dava süre aşımından dolayı reddedilmişti.

‣ Otuz yıllık bir doğa mücadelesi: Muğla’da çimento fabrikası istemiyoruz

Reddin ardından ekoloji aktivistleri davayı Danıştay’a taşıdı. Karar Danıştay’da temyiz edildi. Yerel mahkemede verilen karar Danıştay 6. Dairesi tarafından bozuldu. Davanın esastan görüşülmesi için Danıştay, dosyayı yerel idare mahkemesine gönderdi. Söz konusu karara itiraz yolu da kapandı.

‣ İklim Adaleti Koalisyonu’ndan Mamurek, Samandağ, Deştin ve Akkuyu’daki direnişlere destek

Davanın Muğla 2. İdare Mahkemesi’nde görülmesine devam edilecek.

Konuya ilişkin bölgede mücadeleyi sürdüren çevre örgütlerinden açıklama geldi. Deştin Çevre Platformu, MUÇEP Menteşe Meclisi ve Bayır Çevre Komitesi tarafından yapılan açıklamada şu ifadelere yer verildi:

Çimento yıkım projesine karşı yaklaşık bir yıldır hem hukuki hem de alanda fiili olarak mücadelemizi sürdürmekteyiz.

Hukuki mücadelemiz sürüyor, çimento yıkım projesi durdurulana kadar fiili alanda da devam edecek.

‣ Muğla saldırı altında: Sekiz köy kömür ocakları tarafından yutuldu, haritadan silindi

Muğla‘da 1993 yılında ilk girişimlerin başladığı, açılmaması için köylülerin 29 yıldır mücadele verdiği Bayır Mahallesi‘nde entegre çimento fabrikası kurulması için Menteşe Belediyesi tarafından verilen ruhsata ilişkin tepkiler devam ediyor. Vatandaşlar hukuki mücadelelerini sürdürüyor.

‣ Muğla’daki çimento fabrikasına ruhsat tepkisi sürüyor: Yeni dava açıldı
‣ Mahkemenin Deştin’de çimento fabrikasına verdiği kararı Danıştay bozdu