Ana Sayfa Blog Sayfa 33

Zimbabve’de kuraklığa bağlı gıda sıkıntısı gerekçesiyle 200 fil öldürülecek

Zimbabve‘nin yaban hayatı otoritesi, ülkede gıda sıkıntısına yol açan benzeri görülmemiş kuraklık nedeniyle 200 filin öldürüleceğini duyurdu.

Çevre bakanı Sithembiso Nyoni, parlamentoda yaptığı konuşmada, Zimbabve’nin “ihtiyaç duyduğundan daha fazla file sahip olduğunu” söyledi ve hükümetin Zimbabve Parklar ve Yaban Hayatı Otoritesi’ne (ZimParks) “filleri ayıklama” sürecini başlatması talimatını verdiğini sözlerine ekledi:

Namibya’nın yaptığı gibi, ZimParks görevlileri ve bazı yerel topluluklarla filleri öldürmek ve kadınları harekete geçirerek eti kurutmak, paketlemek ve proteine ​​ihtiyaç duyan topluluklara ulaşmasını sağlamak için görüşmeler yapıyoruz.”

ZimParks Genel Müdürü Fulton Mangwanya da 200 filin, Zimbabve’nin en büyük doğal koruma alanına ev sahipliği yapan Hwange de dahil olmak üzere, insanlarla çatıştıkları bölgelerde avlanacağını duyurdu.

Namibya’da da katliam yapılıyor

Ülkede yaklaşık 100 bin fil yaşıyor ve bu sayı, Botsvana’dan sonra dünyanın en büyük ikinci fil popülasyonunu oluşturuyor.

ZimParks’a göre, koruma çabaları sayesinde Hwange, kapasitesinin dört katından fazla olan 65 bin hayvana ev sahipliği yapıyor. Zimbabve, filleri en son 1988’de öldürmüştü.

Komşu Namibya ise bu ay, onlarca yıldır yaşanan en kötü kuraklıkla başa çıkmak için 83’ü fil olmak üzere 700’den fazla yaban hayvanını öldürmeyi planladığını ve toplamda 160 yaban hayvanını öldürdüğünü duyurdu.

Güney Afrika‘da kuraklık nedeniyle olağanüstü hal ilan eden ülkeler arasında Zimbabve ve Namibya da yer alıyor .

BM tahminlerine göre Zimbabvelilerin yaklaşık %42’si yoksulluk içinde yaşıyor ve yetkililer, gıdanın en az olduğu kasım-mart ayları arasındaki kuraklık döneminde yaklaşık 6 milyon kişinin gıda yardımına ihtiyaç duyacağını söylüyor.

Turizmciler: Filler canlı olarak daha ‘karlı’

Fillerin yiyecek amacıyla avlanması kararı, turistler için büyük bir çekim merkezi oldukları gerekçesiyle bazı kişi ve kurumlar tarafından eleştiriliyor.

Bunlardan biri olan Doğal Kaynak Yönetimi Merkezi Direktörü Farai Maguwu, “Hükümet, turizmi etkilemeden kuraklıkla başa çıkmak için daha sürdürülebilir, çevre dostu yöntemlere sahip olmalı. Filler canlı olarak daha karlı. Doğal kaynakların kötü koruyucuları olduğumuzu gösterdik ve haksız yere elde edilen servete olan iştahımız sınır tanımıyor, bu yüzden etik olmadığı için buna son verilmeli.”

Ancak Namibya Çevre Odası CEO’su ve çevreci Chris Brown, fillerin “sürekli ve katlanarak artmalarına izin verilirse yaşam alanları üzerinde yıkıcı bir etkiye sahip olacağını” söyledi: “Ekosistemlere ve yaşam alanlarına gerçekten zarar veriyorlar ve Avrupa merkezli, kentsel koltuk korumacılarının gözünde daha az ikonik olan ve bu nedenle daha az öneme sahip olan diğer türler üzerinde büyük bir etkiye sahipler.”

Namibya’daki fil katliamı, çevreciler ve hayvan hakları grubu PETA tarafından dar görüşlü, zalimce ve etkisiz olarak kınanmıştı. Ancak hükümet, katledilecek 83 filin kurak ülkedeki tahmini 20.000 filin yalnızca küçük bir kısmını oluşturacağını ve otlatma ve su kaynakları üzerindeki baskıyı azaltacağını söyledi.

MUÇEV’in Göcek’e yapmak istediği yat limanına iptal

Muğla Çevre Vakfı Turizm Ticaret Anonim Şirketi’nin (MUÇEV) Muğla Fethiye’de özel çevre koruma bölgesi ve doğal sit alanında inşa etmeyi planladığı yat limanının ÇED süreci, Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı tarafından sonlandırıldı.

Bakanlığa bağlı Türkiye Çevre Koruma Vakfı ve Muğla Valiliği’ne bağlı Muğla’ya Hizmet Vakfı ortaklığında 2014 yılında 20 bin TL sermaye ile kurulan ve yönetim kurulunda AKP’li bürokratların, eski kaymakam ve valilerin bulunduğu MUÇEV’e, sahiller, plajlar ve hatta ormanlık alanlar ihalesiz olarak veriliyor.

Vakfa verilen koylar daha sonra farklı şirketlere kiralanıyor ve yapılaşmaya açılıyor.

Ayten Koyu 33 yıllığına kiralanmıştı

MUÇEV son olarak Muğla’nın Fethiye ilçesine bağlı Göcek Mahallesi’nde Ayten Koyu’ndaki bir bölgeyi 33 yıllığına Ege Marina Turizm Anonim Şirketi’ne kiralamıştı. Ardından yat yanaşma ve bağlama limanı inşa etmek için Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’na başvuru yapıldı.

whatsapp-image-2024-09-17-at-12-31-20.jpeg

Belgeler tamamlanmadığı için iptal edilmiş

ÇED dosyasında yer alan bilgilere göre, 14 bin 657 metrekarelik alanda yapılmak istenen yat limanına 46 adet yat bağlanması planlanıyordu. Proje alanı Fethiye-Göcek Özel Çevre Koruma Bölgesi ve aynı zamanda üçüncü derece sit alanı içerisinde kalıyordu.

Ancak ÇED sürecinde MUÇEV belgeleri tamamlamayınca Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı ÇED sürecini sonlandırdığını duyurdu. Bakanlık, dosyada tespit edilen eksikler, gerekli bilgi ve belgelerin olmaması ve kurum görüşlerinin proje tanıtım dosyasına sunulmamasını gerekçe gösterdi.

Bakanlık tarafından yapılan duyuruda şunlar denildi:

“İlimiz, Fethiye İlçesi, Göcek Mahallesi Ayten Koyu Mevkiinde MUÇEV Turizm Ticaret A.Ş. tarafından yapılması planlanan yat yanaşma/bağlanma yeri projesi 29.07.2022 tarih ve 31907 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren ÇED Yönetmeliğinin 16. maddesinin 4. bendinde yer alan ‘bakanlıkça; dosyada tespit edilen eksiklikler veya yer alması gereken bilgi/belgeler ile alınmış olan kurum/kuruluş görüşleri, yeterlik verilmiş kurum/kuruluşa yazılı olarak iletilir. Bakanlıkça iletilen görüşler doğrultusunda yeterlik sahibi kurum/kuruluş tarafından hazırlanan proje tanıtım dosyası sunulmazsa ÇED süreci sonlandırılır’ hükmü gereğince ÇED süreci sonlandırılmıştır.”

Kararla ilgili Artı Gerçek’e konuşan Göcek Halk Meclisi Başkanı Onur Ugan, mevcut limanların yatlar için yeterli olduğunu belirtti:

“Göcek koylarının daha fazla marinaya, bağlama iskelesine, günübirlik tesis alanına değil; talana karşı korunmaya ihtiyacı var. Özellikle yat turizmi açısından dünyanın önemli turizm merkezlerinden biri olan Göcek, maalesef gerçekleştirilmek istenen bu talanın merkezi halindedir. Ticari amaçlarla sahiplenilen bu koyların doğal güzelliklerinin kısa zamanda yok edileceği, daha da önemlisi; günlük (Sığla) ağaçları başta olmak üzere birçok endemik türü ve canlıları barındıran bu doğal yaşam alanları ile birlikte, biyolojik çeşitliliğin de kaybolacağı ortadadır. Doğal SİT olarak belirlenen bu koylarda yapılaşmanın önünün açılması çok büyük riskler barındırmaktadır.

İptal kararını olumlu bulduklarını söyleyen Ugan, “Mevcut tekne trafiği ve çevre kirliliği kontrol edilmemişken, dışarıdan yeni teknelerin gelmesi, yeni marinaların yapılması bölgeyi sürdürülebilir turizmden uzaklaştıracaktı. Sürdürülebilir turizmin olması için, burada yaşayan insanların yaşam standartlarının korunabilmesi için, Göcek’i var eden doğallığı, sakinliği, mavisi, yeşili bozulmadan korunabilmesi için elimizden geleni yapacağız” dedi.

 

Şırnak: Vatandaşa yasaklı kent maden şirketlerinin talanına açıldı

Şırnak’ta 1989’da başlayan köy boşalmalarında yüzlerce yerleşim yeri insansızlaştırıldı; birçoğu çevre il ve ilçelere göç eden köylülerin yerleşim yerlerine gitmeleri ise uzun yıllardır engelleniyor. 30 yılı aşkın bir süredir Cudi Dağı eteklerinde bulunan 14, Besta‘da 22 ve Gabar Dağı’nda ise 26 köye giriş ve çıkışlar tamamıyla yasak.

Giriş-çıkışlara izin verilmeyen köyler,  maden şirketlerine ve ağaç kesimi yapanlara açıldı. Ağaç kesimi Uludere bölgesine kadar uzanırken, bölge maden şirketleri tarafından adeta bir köstebek yuvasına dönüştürüldü.

Uludere maden sahası ilan edildi

Uludere ilçesinde Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı‘na bağlı Maden ve Petrol İşleri Genel Müdürlüğü (MAPEG) tarafından 203. grup adı altında 21 Aralık 2021’de 54 bin 009.77 hektarlık doğal alan, 250 bin ton kapasiteli kurşun ve çinko ile 2 milyon 400 bin ton kapasiteli bakır madeni ve işletmesi için ihaleye çıkardı.

Maden sahası 73 bin 100 hektar olan Uludere’nin yüzde 75’ine denk geliyor.

Yeşil NoktaŞırnak’taki ağaç kıyımı için 300 avukat bölgeye gidiyor
Yeşil NoktaŞırnak’ta ağaç katliamı: Sessizliği tarih affetmeyecek
Yeşil NoktaŞırnak’ta kesilen ağaçlar Facebook’ta satışa çıktı
Yeşil NoktaŞırnak’ta kesilen ağaçlar, ‘önce vatan’ yazılı tırlarda batı illerine taşınıyor
Yeşil NoktaŞırnak’ta neler oluyor?: ‘Orman kıyımında güvenlik bahane, asıl amaç rant ve bölgeyi madenciliğe açmak’

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı da, Cizre, Uludere, İdil, Silopi ile Beytüşşebap ilçelerindeki 22 bölgede ÇED raporuna gerek duymadan maden arama izni verdi.

Ballı köyünde Kömür Kırma-Eleme Tesisi, Şırnak merkezde Kalker Ocağı ve Kırma-Eleme Tesisi, Avgamasiya köyü Kömür Depolama ve Paketleme Tesisi, Şırnak merkeze bağlı Navyan köyünde petrol arama ruhsatı ve Cizre Organize Sanayi Bölgesi Tıbbi Atık Sterilizasyon Tesisi ile İdil ilçesinde petrol arama ruhsatı verildi.

Robozik deresine HES

Ballı köyündeki Robozik Deresi üstünde 2.322 MW kapasiteli Ballı Hidroelektrik Santrali (HES) kurulması kararı verildi. Yine köyün sınırları içerinde bulunan bölgede “ÇED gerekli değildir” kararı ile Kömür Kırma-Eleme Tesisi Projesi’ne onay çıktı.

Uludere’yi asıl bekleyen tehlike ise ormanlık alanlarda 4’uncu grup element diye adlandırılan ve doğa yıkımını kaçınılmaz kılan madenler için arama izninin verilmesi. Söz konusu bölgede; sodyum, potasyum, lityum, iyot, bor tuzları gibi 100’e yakın endüstriyel ham madde ile linyit, taş kömürü, uranyum, toryum, radyum gibi enerji hammaddeleri ve altın, gümüş, platin, bakır, demir, krom, titan ve alüminyum gibi metalik madenlere için arama ve işletme izni verildi.

Bir ilçede altı baraj

Uludere’de şimdiye kadar Hîlal, Ziravik, Nêrweh, Bilih, Kiror, Roboskê köylerinden geçen dereler üzerinde barajlar yapıldı.

İlçeye bağlı Şenoba(Sêgirkê) beldesinde bulunan ve Xezîl Çayı‘nın geçtiği Heftboriyan olarak bilinen bölgede de bir barajın yapımı da sürüyor.


Yeşil NoktaŞırnak’taki ağaç kıyımı uydudan da görüntülendi
Yeşil NoktaŞırnak’taki ağaç kıyımına karşı verilen 25 önerge yanıtsız kaldı: Cudi’nin haykırışı duyulmak zorunda
Yeşil NoktaŞırnak’ta günde 50 TIR’lık ağaç kıyımı
Yeşil NoktaBakanlığa göre Şırnak’taki ağaç kıyımı gençleştirmeymiş!

Beytüşşebap’da hem maden hem ağaç kesimi

Beytüşşebap ilçesinde 1906 hektar alanda kurşun-çinko işletmesi açılacak.

İlçede maden için ağaç kesimleri de başlatıldı.

Silopi’de termik santral

Silopi’de Cudi Dağı eteklerinde bulunan Bêspin beldesindeki Ciner Grubu’na ait Silopi Termik Santrali üç ünite olarak planlanmış ve ilk etapta üretim lisansı ve ÇED raporu alınan birinci ünitenin inşaatına 2006 yılında başlanmıştı. Santralde 2009 Mayıs ayında üretime başlandı.

Ana yakıt olarak asfaltit madeni kullanılan termik santral kentin tamamının havasını etkiliyor. Halk kurulduğu günden beri ilçede kanser hastalığında artış olduğunu söylüyor. l

Cizre’de kum ocakları

Cizre’de Çevre Şehircilik Bakanlığı, 8 Aralık 2007 tarihli ve 26724 sayı numaralı Resmî Gazete’de yayımladığı kum, çakıl ve benzeri maddelerin alımına yönelik kum, çakıl ocağı açılması ve işletilmesi izinlerini tamamen iptal etmişti.

Ancak aradan geçen 10 yıla rağmen Cizre’den geçen Dicle Nehri üzerinde kum eleme tesisleri artıyor. Yasa ve yönetmeliklere göre derhal kapatılması gereken bu işletmelerin hiçbiri ne işletme ruhsatına ne de ÇED raporuna sahip.

Yeşil NoktaVatandaşlar iki haftadır su sırasında: Şırnak’ta kömür hafriyatları su kaynaklarına döküldü
Yeşil NoktaŞırnak’ta halka kapatılan alanlar maden şirketlerine açılıyor
Yeşil NoktaŞırnak’taki ağaçlar bir bir kesiliyor: Bu orman varlığı yönetimi değil, sömürüdür!
Yeşil NoktaŞırnak’ta 249 proje için ÇED süreci başlatıldı: ‘402 km’lik yol ağaç kesimi için açıldı’

Güçlükonak’ta 10’uncu baraj

Dicle Nehri’nin Göçlükonak ilçesinden geçen bölümünde 10’uncu Cizre Barajı kurulmak isteniyor.

Hasankeyf’i sular altına gömen Basa ilçesindeki Ilısu Barajı’ndan sonra ikinci büyük baraj olacağı belirtilen barajın projesi 16 Ağustos’ta kabul edildi. Ancak yapımına ne zaman başlanacağı bilinmiyor.

166 proje için ‘ÇED gerekli değil’ kararı

Şırnak ve ilçelerinde 2013 yılından bu yana toplam 517 proje yürütülüyor. Bu projelerden 166’sı için “ÇED gerekli değildir” kararı verilirken, hiçbir proje için ise “ÇED gerekli” ya da “ÇED olumsuz” kararı verilmedi.

Bu projelerden sadece 249’una ÇED süreci başlatıldı. Projelerin önemli bölümü maden ve petrol arama, güneş enerji santralleri (GES), hidroelektrik santralleri (HES), kum ocakları ve kırma-yıkama-eleme tesislerini içeriyor.

1.5 milyon hektara yakın orman alanı 172 bin 286 hektar olarak belirlendi

Petrol arama faaliyetleri için 37 şirketin ÇED süreci başlatılırken, 26 şirkete “ÇED gerekli değildir” kararı verildi.

Öte yandan Şırnak’ın ormanlık alanları, 869 bin 552 hektar koru ormanı ve 478 bin 983 hektar baltalık ormanla toplam 1 milyon 348 bin 535 hektarlık bir genel ormanlık alana sahipken, ormansız alan ise 5 milyon 401 bin 417 hektar olarak kayda geçti.

2023 sonu itibarıyla orman sınırlarının belirlenmesi ve tapu kayıtlarına geçirilmesiyle Şırnak’taki toplam orman alanı 172 bin 286 hektar olarak belirlendi, 186 bin 130 hektar ise tescil edildi. Ayrıca 10 hektarlık alan orman vasfını yitirdi ve orman sınırları dışına çıkarıldı.

Yüz yıllık şelale, taş ocağı patlatmalarında tahrip oldu

Hatay’ın Defne ilçesi Harbiye Mahallesi’nde bulunan Dekuk Şelalesi’nin yakınlarında taş ocağı açmak için çalışmalar yapan şirketin kontrolsüz patlamaları sonrası şelale tahrip oldu.

Piknik ve doğa yürüyüşleri yapmak için şelale çevresinde bulunan iki vatandaşın da kaçmaya çalışırken yaralandığı öne sürüldü.

Bölgede dört şirkete ait taş ocağı bulunuyor.

Şirketin çalışmaları için ‘ÇED Gereksiz’ raporu verilmiş

ANKA’nın aktardığına göre, Dekuk Şelalesi’nin tahribatına neden olan patlamayı gerçekleştiren taş ocağı şirketi ise Özaykut Yapı Anonim A.Ş. Şirkete 28 Ocak 2024 tarihinde Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) Raporu’nda “Çevresel Etki Değerlendirmesi Gerekli Değildir” kararı verildi.

3 Ağustos tarihinde AFAD Koordinasyon Merkezi’nde yapılan toplantıda, Hatay Valiliği Çevre ve Şehircilik İklim Değişikliği İl Müdürlüğü bünyesinde bir komisyon kararıyla 2020 yılında düzenlenen 192 sayılı Mahalli Çevre Kurul kararı ile hassas alan düzenlemesi yürürlükten kaldırılmıştı. Bu karara göre, ilde madencilik faaliyetleri için “yeniden inşa edilecek kentin hammadde ihtiyacının karşılanması” gerekçesiyle Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) raporu şartı aranmayacağı bildirilmişti. Hataylı yurttaşlar ise Valiliğin bu kararına tepki göstermişti.

Hataylılar, “Defne’nin dört bir yanı taş ocaklarıyla dolu. Şimdi ise kamuya açık bir yer olan ailecek gittiğimiz ve yüz yıldır varlığını koruyan Dekuk Şelalesi’ne doğa katliamı yapıldı” dedi.

Defne Halk Meclisi Temsilcileri de konuyla ilgili bir basın açıklaması yaparak şelaleden 15-20 metre yukarısında iş makinaların hala çalıştığı belirtilerek buna engel olunmasıni istedi:

“Burası Harbiye Mahallesine bağlı Dekuk Şelalesi, tarihi bir şelale. Yüzyıllardan beri bu şelale var. Fakat depremi fırsat bilen yetkililer, şirketlere gerekli raporlar temin edilmeden ruhsat veriliyor. Şirketlerin açılması için taş ocaklarının açılması için ruhsat veriyorlar. Taş ocakları maalesef denetimsiz bir şekilde çalıştıkları için doğayı talan ediyorlar… Biz yaşam alanlarımızı, doğal zenginliklerimizi sonuna kadar koruyacağız. Yetkililerden talebimiz, denetimsiz olarak açılan ve doğaya zarar veren taş ocaklarının kapanmasını istiyoruz.”

Defne Belediye Başkanı Halil İbrahim Özgün sorumluların tespit edilip en sert cezaların uygulanacağını, bölgede çalışma yasağı getirileceğini duyurdu.

Valilik: Şelale kentsel, kültürel, doğal sit alanlarından değil

Hatay Valiliği de konuyla ilgili şu açıklamayı yaptı:

“Bazı sosyal medya kullanıcıları tarafından 17.09.2024 tarihinde kamuoyu ile paylaşılan Hatay ili, Defne İlçesinde bulunan Dekuk Şelalesi civarında, madencilik faaliyetleri yürüten bir firmanın taş ocağı patlatma görüntülerinin yayınlanması üzerine Valiliğimiz derhal ilgili birimleri harekete geçirmiş ve yerinde yapılan inceleme sonucunda; kamuoyuna yansıdığı haliyle söz konusu taş ocağının taş patlatma faaliyetinden dolayı herhangi bir vatandaşımızın zarar görmediği, sahanın Maden ve Petrol İşleri Genel Müdürlüğü (MAPEG) tarafından düzenlenen Maden İşletme Ruhsatına sahip olduğu, söz konusu şelalenin Kentsel, Kültürel ve Doğal Sit alanlarından olmadığı, ancak Hatayımıza ait bir değer olduğu, patlatmadan dolayı kaya parçalarının eğimin de etkisiyle etrafa saçılıp şelale yatağına yuvarlanarak şelaleye zarar verdiği, şelalenin mevsimsel durumu nedeniyle kuru olduğu, patlatma yapılan yer ile şelale üst noktası arasında yaklaşık 100 m mesafe olduğu tespit edilmiştir.”

İlgili maden firmasının faaliyetlerinin durdurulduğu ve idari sürecin devam ettiği belirtilen açıklamada, “Asırların felaketi depremlerden sonra Kadim Şehrimiz Hatayımızı her yanı ve yönüyle yeniden ihya çalışmaları devam ederken doğal zenginliklerimizin de koruyucusu olduğumuzu, bu ve buna benzer hiçbir faaliyetin cezasız kalmayacağını; bununla birlikte doğal güzelliğimiz ilgili şelalenin temizlenmesi ve eski haline getirilmesi çalışmalarına ivedilikle başlanacağı hususları; basına ve kamuoyuna saygıyla duyurulur” denildi.

Emek Partisi: Şelale kayalarla doldu, dere yatağına müdahale edildi

Projeler nedeniyle yapılan patlamaya ilişkin bir açıklama da Emek Partisi Hatay İl Örgütü tarafından yapıldı.

“Hatay taş, kalker vb maden işletmeleri patronlarının değil Hatay halkının yaşam alanıdır. Depremde gitmedik, taş ocağının yıkımından da korkup gitmeyeceğiz, mücadele edeceğiz” denilen açıklamada Defne’nin Esenbulak ve Harbiye mahalleleri sınırları içinde faaliyet yürüten taş ocağı projeleri nedeniyle doğa tahribatının sürdüğü, önceki gün, Dekuk şelalesine yakın alanda, yapılan patlatmanın şelaleyi de kayalarla doldurduğu, dere yatağına müdahale edildiği bilgisi verildi.

Açıklamada, taş ocağının yarattığı tahribat, etrafa yaydığı toz yetmezmiş gibi şimdi de halkın kullandığı Dekuk şelalesi mesire alanının tahrip edildiği belirtildi; “Defne bölgesinin sürekli olarak taş ve kalker ocağı gibi doğaya ve insana zararları açık ve kesin olan işletmelerle donatılmak isteniyor. Bölgeyi insansızlaştırmak mı isteniyor? Hatay taş, kalker vb maden işletmeleri patronlarının değil Hatay halkının yaşam alanıdır. Depremde gitmedik, taş ocağının yıkımından da korkup gitmeyeceğiz, mücadele edeceğiz. Gitmedik buradayız” denildi.

Afrika’daki ölümcül sellerin kaynağı alışılmadık atmosfer bileşenleri

Orta ve Batı Afrika’da, bu yaz meydana gelen seller nedeniyle en az 1.000 kişi öldü ve milyonlarca kişi yerinden edildi.

On yıllardır görülen en şiddetli yağışlardan Nijerya, Mali ve Nijer’in bazı bölgeleri özellikle etkilendi. Dünyanın en kurak yerlerinden bazılarını vuran sel, çok sayıda insanın göç etmesine ve hızla akan sudan zamanında kaçamayan birçok kişinin boğularak ölmesine neden oldu.

Nijerya’da bir cezaevinin duvarını çökerten sel suları nedeniyle 200’den fazla mahkumun serbest kaldı. Ülkenin kuzeydoğusundaki Borno eyaletinde ise aşırı yağışlara bağlı olarak Alau Barajı’nın taşması üzerine meydana gelen sel nedeniyle, eyaletteki Sanda Kyarimi Park Hayvanat Bahçesi‘nde bulunan hayvanların yüzde 80’inden fazlası boğularak öldü; timsahlar ve yılanlar gibi bazı tutsak hayvanlar serbest kaldı. Son haftalarda, Çad, Fas ve Cezayir gibi eylül ayında genellikle 2,5 cm veya daha az yağış alan birçok bölgede sel baskınları yaşandı.

Yarı kurak Sahel bölgesinde ek sel baskınları tehdidi devam ediyor.

Aşırı yağışlarla iklim değişikliği arasında açık ve doğrudan bağlantılar bulunuyor. Hava ve okyanus sıcaklıkları arttıkça bir yanda ani kuraklıklar gözlemlenirken, diğer yanda küresel olarak daha sık ve yoğun yağışlar görülüyor. Ancak yapılan çalışmalar uzun vadeli hava gözlem istasyonlarının ve erken uyarı sistemlerinin özellikle eksik olduğu Afrika’da kolay yürümüyor.

‘Tropikal kuşak’ kuzeye doğru kayıyor

Bölgede yalnızca bu zamana özgü olan ve selden en çok hangi ülkelerin etkileneceğini belirleyen başka bir faktör daha var. O da son aylarda “Tropikal Yakınsama Bölgesi” (ITCZ) olarak bilinen önemli bir iklim özelliğinin yüzlerce kilometre kuzeye kaymış olması.

Bazı iklim çalışmaları , insan kaynaklı iklim değişikliği nedeniyle ITCZ’nin kuzeye doğru hareket etme potansiyelini kanıtlıyor.

Bu fenomen, Afrika’nın batı kıyılarındaki “Ana Gelişim Bölgesi”nde Atlantik kasırgalarının gelişmemesi ve şu ana kadar Karayipler ile Doğu Kıyısı‘nın bazı bölgelerinde kasırga tehdidinin olmamasıyla doğrudan bağlantılı.

Bu iklim unsurunun kuzeye doğru kayması, bu tür yağışların nadir olduğu ve toprağın büyük miktarda nemi ememediği Sahra Çölü’nün merkezine tekrarlayan yağış dönemleri getiriyor. Ancak aşırı yağışlar, toprağın yağmuru emmesine izin vermiyor, sular yüzeyden akıp yerleşim yerine ulaşıyor.

Bu durum kısmen Kuzey ve Güney yarımkürelerdeki ısınma oranlarının eşit olmamasından kaynaklanıyor. Daha büyük bir kara alanına sahip olduğu için Kuzey Yarımküre, okyanus hakimiyetindeki Güney Yarımküre‘den daha hızlı ısınıyor. Bu da, ITCZ’yi yönlendirmeye yardımcı olan atmosferik özelliklerin konumunu etkiliyor olabilceği belirtiliyor.

Yapılan araştırmalar, Güney Amerika’nın tropik bölgeleri gibi bazı bölgelerde iklim ısındıkça ITCZ’nin mevsimden mevsime önemli dalgalanmalara daha yatkın hale gelebileceğini gösteriyor.

Her ne kadar ITCZ’de iklim değişikliği kaynaklı, uzun süreli kuzeye doğru mevsimsel bir kaymanın olup olmadığı, yoksa bu mevsimin daha çok doğal iklim değişkenliğinden kaynaklanan bir sapma olup olmadığı henüz netlik kazanmadıysa da 2024’ün modern kayıtlarda Dünya’nın en sıcak yılı olarak 2023’ü geride bırakma ihtimali giderek artıyor.

Kasırga araştırmacısı Jim Kossin, ITCZ’nin kuzeye doğru kaymaya devam ettiğini ve bunun da ağır insani kayıplara yol açan yağışları getirdiğini söyledi.

Afrika’daki kasırga mevsiminin etkisiyle yaşanan gelişmeleri takip eden Colorado Eyalet Üniversitesi‘nden kasırga uzmanı Philip Klotzbach ise kayan ITCZ’nin yerine aktif Batı Afrika musonunun alışılmadık bir bölgeye yerleştirdiğini belirtti. Bu yağışlar ise Sahra bölgesi genelinde ve bu ülkelerin bazılarının, örneğin yılın bu zamanında yağmurun genellikle az olduğu kuzeydoğu Nijerya gibi normalde kuru bölgelerinde, yağış ortalamasından çarpıcı sapmalara neden oldu.

Atlas Okyanusu üzerinde doğudan batıya doğru hareket eden tropikal dalgaların bir kısmı kuzeybatıya, ardından kuzeye doğru Fas’a doğru kıvrılarak, bu süreçte yoğun miktarda yağmur bıraktı.

 

Kazdağları aktivistleri basın açıklaması yaptığı için yargılanıyor

Kazdağı Doğal ve Kültürel Varlıkları Koruma Derneği‘nin 2014 yılından beri düzenlediği Kazdağı Ekofestivali’nin Bayramiç Kaymakamlığı tarafından yasaklanmasına tepki göstermek için yaptığı basın açıklaması nedeniyle yargılandıkları davanın ilk duruşması dün yapıldı.

Aktivistler, 20 Haziran 2023 tarihinde, kaymakamlık önünde gerçekleştirdiği basın açıklamasıyla “2911 Sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’na Muhalefet” ettikleri gerekçesiyle suçlanıyor. 

Bayramiç Asliye Ceza Mahkemesi‘nde derneğin beş yönetim kurulu üyesinin yargılandığı ilk duruşmada beraat kararı çıkmadı. Hakim, açıklama yapılan alanın kaymakamlığın eklentisi olup olmadığının araştırılması için keşif kararı verdi.

Mahkeme ileri bir tarihe ertelendi. 

‘Basın açıklaması en temel demokratik haklardan’

Duruşma sonrası bir basın açıklaması yapan dernek yöneticileri, 2012 yılından bu yana ekolojik yaşamın inşasına katkıda bulunmak ve bölgenin havasını, suyunu, toprağını, sulak alanlarını, ormanlarını, zeytinliklerini korumak amacıyla, ekolojik yıkıma ve ekokırıma yol açan enerji, madencilik, imar baskısı, ekoturizm gibi çeşitli projelere karşı yoğun bir şekilde mücadele ettiğini hatırlattı.

bu mücadeleleri sırasında rahatsız ettikleri kesimlerin ve çeşitli kurumların itibarsızlaştırma, yasaklama, şikayet, suç duyurusu, dava açma gibi çeşitli baskıları ile karşılaştıklarını anlatan aktivistler duruşmada olanları şöyle anlattı:   

Süheyla Doğan Ünal, Emine Çelik Adıgüzel, Filiz Taşezen, Seyhan Yüksek ve Meryem Esenay Hacıosmanoğlu‘nun yargılandığı duruşmada yaptığımız savunmada, basın açıklamasının en temel haklarımızdan birisi olduğunu ve yaptığımız eylemin 2911 sayılı kanuna muhalefet teşkil etmediğini belirttik. Daha önce de kamu kurumları önünde çok kez basın açıklaması yaptığımızı, diğer sivil toplum örgütleri ve kurumlarında benzer eylemler gerçekleştirdiklerini ve herhangi bir kovuşturmaya maruz kalmadığımızı belirttik ve beraatımızı istedik.” 

Yönetim kurulu üyelerinin avukatı Cem Altıparmak, yaptığı savunmada, iddianamedeki gerekçelerin hukuka uygun olmadığına dikkat çekti:

“Müvekkillerin katıldığı ve beş dakika bile sürmeyen basın açıklaması ile ne kamu düzeni zarar görmüş ne kamu hizmetinin verilmesi engellenmiş ne kamu binasına giriş çıkışlara engel olunmuş ne yaya ve araç trafiği engellenmiş ne çevre kirletilmiş ne de bir kamusal mekan işgal edilmiştir. Olayda atıf yapılan suçun maddi ve manevi unsurları oluşmamıştır. Müvekkil sanıkların muhatap kaldığı işbu soruşturma ve davaya konu basın açıklaması, ülkemizde binlerce barışçıl ve şiddet içermeyen ve hiçbir soruşturmaya maruz bırakılmayan basın açıklaması örneklerinden sadece birisidir. Anayasa Mahkemesi içtihatlarındaki hususu bir kez daha hatırlatır isek; barışçıl amaçlarla bir araya gelmiş kişilerin toplantı hakkını kullanırken kamu düzeni açısından tehlike oluşturmayan ve şiddet içermeyen davranışlarına devletin sabır ve hoşgörü göstermesi çoğulcu demokrasinin gereğidir.  Müvekkillerin atılı suçtan dolayı beraatlerine  karar verilmesini talep ederiz.” 

Altıparmak bir sonraki celsede beraat kararı beklediklerini belirtirken, aktivistler “Hakkımızda açılan davalarla, suç duyuruları, baskılar, itibarsızlaştırmalar bizleri yıldıramaz ve mücadelemizden alıkoyamaz. Demokratik haklarımızı sonuna kadar kullanmaktan asla vazgeçmeyeceğiz. Basın açıklamalarımıza, mitinglerimize devam edeceğiz” dedi. 

 

Petrol ve gaz şirketleri ‘sporda yeşil aklama’ için 5,6 milyar dolar harcadı

New Weather Institute tarafından bu hafta yayınlanan analiz, büyük petrol ve gaz şirketlerinin küresel spor etkinliklerinin sponsorluğu için yaptıkları 205 aktif anlaşma kapsamında en az 5,6 milyar dolar harcadığını ortaya koyuyor.

Araştırmaya göre en çok anlaşma yapılan spor dalları futbol, motor sporları, rugby birliği ve golf olup ana sponsorlar arasında Aramco (1,3 milyar dolar), Shell (470 milyon dolar), TotalEnergies (340 milyon dolar) ve petrokimya devi Ineos (777 milyon dolar) yer alıyor.

Raporda ayrıca en hızlı büyüyen yatırımın Ortadoğu‘daki petrol ülkelerinden geldiği belirtiliyor.

Bulgular, Kirli Para – Fosil Yakıt Sponsorları Sporu Nasıl Kirletiyor başlıklı yeni raporda, bu ay sonunda yapılacak BM Gelecek Zirvesi öncesinde ve sporcular ile iklim uzmanlarının gelecek yazların iklim değişikliği nedeniyle “imkânsız” olacağı yönündeki uyarılarına sahne olan, kayıtlara geçen en sıcak yaz mevsiminin ardından geldi.

BM Genel Sekreteri António Guterres‘in etkinlikte reklamcılara petrol ve gaz sektörüyle ittifaklarına son vermeleri çağrısında bulunması bekleniyor.

Screenshot 2024-09-17 at 17.16.03.png

Fosil yakıt sponsorluğu: Küçük hesaplar yaparken büyük ölçekte kaybetmek

Raporda tanımlanan şirketler, 2030 yılına kadar küresel ekonomiye 300 milyar dolara mal olacak iklim değişikliği konusunda büyük bir sorumluluğa sahip.

Avustralya erkek futbolunun eski kaptanı Craig Foster futbolun fosil yakıt sponsorluğu konusunda utanç liginde başı çektiğini görmenin şaşırtıcı olmasa da üzücü olduğunu söyledi: “Güvenli geleceğimizi ve sporun geleceğini baltalayan petrol ve gaz sponsorlarına ilişkin rahatsız edici sorular çok uzun zamandır göz ardı ediliyor. Sporcular, taraftarlar ve sporun koruyucuları olarak bizler bu soruları ele almalıyız.”

Paris 2024 Olimpiyat Şampiyonu ve iki kez TeamGB Olimpiyatlarına katılan Imogen Grant de Paris’in fosil yakıtlardan arındırılmış bir Olimpiyat Oyunları yaratmış olmasının, diğer spor dallarının petrol ve gaz sponsorlarının zehirli kadehini kabul etmesinin gerekli olmadığını gösterdiğine dikkat çekti: “Dünya çapında toplumlarda, taban sporlarında ve daha geniş anlamda sporda ortaya çıkan yıkıcı etkileri gördüğümüzde, kısa vadeli herhangi bir mali kazanç buna değmez.”.

İmagon Grant.

İki kere olimpiyatlara katılan, ABD Atletizm Şampiyonu ve NCAA Şampiyonu Samuel Mattis ise şunları söyledi:

“ABD’de sıcaktan ölen atletlere yabancı değiliz. Sporun petrol ve gaz şirketlerinden para alması söz konusu olduğunda akla gelen ifade ‘küçük hesaplar yaparken büyük ölçekte kaybetmek’ oluyor. Evet, bu fosil yakıt şirketleriyle çalışarak kısa vadede biraz daha fazla para kazanabilirsiniz. Ancak uzun vadede sporun para kazanma kabiliyetini, taraftarların sağlığını, sporcuların hayatını ve tüm gezegenin sağlığını riske atıyorsunuz. Bu ahlaksızlıktır” dedi.

Rapor, spor alanında halihazırda aktif olan enerji ve petrokimya sponsorluk anlaşmalarına ilişkin toplu verileri bir araya getiriyor. Anlaşmaya parasal bir değer atfedilmediği durumlarda rapor, toplam harcamanın bilindiği diğer benzer sponsorluk anlaşmalarıyla karşılaştırmalar yaparak bilgiye dayalı tahminlerde bulunuyor.

New Weather Institute Eş Direktörü Andrew Simms,  iklim eylemini geciktiren ve küresel ısınma yangınına daha fazla yakıt döken petrol şirketlerinin “büyük tütün“ün eski oyun kitabını kullandığına ve kendilerini sporun patronları olarak göstermeye çalıştığına dikkat çekti. Fosil yakıtlardan kaynaklanan hava kirliliği ve ısınan dünyanın aşırı hava koşullarının sporcuların, taraftarların ve Kış Olimpiyatlarından Dünya Kupalarına kadar çeşitli etkinliklerin geleceğini tehdit ettiğini belirten Simms, “Eğer sporun bir geleceği olacaksa, çevreyi kirleten büyük şirketlerden gelen kirli paradan kendini arındırmalı ve kendi yıkımını teşvik etmeyi bırakmalıdır” dedi.

Avustralya Senatörü ve eski Wallabies Kaptanı David Pocock, “Fosil yakıt sponsorlarından para almanın, seller, orman yangınları ve sıcak dalgaları üzerindeki daha yıkıcı etkiler için bir anlaşma imzalamak olduğunu vurguladı: “Petrol ve gaz sponsorlarının, sevdiğimiz oyunların yanı sıra sevdiğimiz insanların ve yerlerin geleceğini korumak söz konusu olduğunda karşılaştığımız en zorlu rakipler olduğunu biliyoruz. Rugby’nin dünya genelinde petrol ve gaz sponsorlarıyla yaptığı anlaşma sayısı bakımından podyumda yer aldığını görmek hayal kırıklığı yaratıyor. Eğer dönüşüm sağlayacaksak, fosil yakıt şirketlerinin sosyal lisanslarını spor sponsorluğu yoluyla genişletmeye çalışmalarını durdurmalıyız.”

‘Bu şirketleri reklam panolarından indirme zamanı geldi’

İtalyan Serie A kulübü Genoa ve Norveç milli takımından Morten Thorsby de konuyla ilgili şu değerlendirmeyi yaptı: “Fosil yakıt sponsorlarıyla en fazla anlaşma yapılan spor dalının futbol olması utanç verici. Bu petrol ve gaz şirketlerinin bir yandan milyarlarca dolar harcayarak spora sponsor olurken, diğer yandan iklim değişikliği yoluyla sporun ve genç oyuncuların geleceğini yok etmeleri bir paradokstur. Futbol aracılığıyla geleceğimizin petrol ve gazdan arınmış bir gelecek olduğu mesajını yaymalıyız.”

Hindistan tarihinin en çok madalya kazanan triatleti Pragnya Mohan ise “temiz spor” a vurgu yaptı: “Doping bağlamında ‘temiz spor’dan bahsediyoruz ve kazanmak için hile yapan ve sporun itibarını zedeleyen uyuşturucu kullanan sporcuları kamuoyu önünde teşhir ediyoruz. Bu raporun fosil yakıt sponsorlarından gelen kirli para söz konusu olduğunda da aynı şeyi yapması önemlidir. Petrol ve gaz şirketlerinin sporu ve üzerinde oynadığımız gezegeni zehirlediğini biliyoruz – artık onları sporun reklam panolarından indirmenin zamanı geldi.”

ABD’li dünyanın ilk yerli elektrikli yarış pilotu Ellis Spiezia, sponsorluğun sporcuların, takımların ve serilerin başarısı ve dünyanın dört bir yanındaki insanlara ulaşma, onları etkileme ve onlara ilham verme becerimiz açısından kritik önem taşıdığını vurguladı:

“İklim eylemi ön plandayken, sporu destekleyen, şeffaf, özgün ve benim neslim için daha iyi bir gelecek yaratmaya kararlı marka ve şirketlere ihtiyacımız var.  İnovasyon ve teknolojik ilerlemeye odaklanmak, fosil yakıtlara daha az güvenebileceğimiz ve daha sürdürülebilir bir geleceği temsil eden yeni oyuncuları spor sponsorluğuna davet edebileceğimiz anlamına geliyor.”

Rapor, spor otoritelerini fosil yakıt şirketlerinin sponsorluğuna son vermeye ve sponsorların emisyon verileri ve azaltım tedbirleri konusunda şeffaflık talep etmeye çağırarak son buluyor.

Avrupa’da ‘kıyamet’ görüntüleri: Beş ülkeyi etkileyen selde en az 17 ölü

 

Orta Avrupa‘da Romanya’dan Polonya’ya kadar altı ülkede 20 yıldan fazla süredir yaşanan en kötü sel felaketinde ölü sayısı en az 17’ye yükseldi.

Çekya ve Polonya arasındaki sınır bölgeleri, geçen haftadan bu yana yağan şiddetli yağışlar ve artan su seviyeleri nedeniyle hafta sonunda büyük zarar gördü. Bazı köprüler çöktü, tahliyeler zorunlu hale geldi, araçlar ve evler sular altında kaldı.

Sel suları çekildikçe korkular artıyor ve yıkımın büyüklüğü ortaya çıkıyor: Yıkılmış yollar, hasar görmüş evler, altyapılar. Tüm bunların yeniden inşa edilmesi aylar sürebilir. Yetkililer baraj seviyelerini izlerken ve onarım çalışmaları başlarken halkı dikkatli olmaları konusunda uyarıyor. Ancak durum belirsizliğini koruyor, aşırı yağışı getiren Boris Fırtınası’nın diğer ülkelere de ulaşması bekleniyor.

Çekya: 10 binden fazla tahliye

Çek Cumhuriyeti’nin kuzeydoğusundaki Ostrava şehrinde, Odra nehrinin Opava nehriyle birleştiği noktadaki kırık bir bariyer, BorsodChem kimyasal tesisi, kok tesisi OKK Koksovny ve diğerleri de dahil olmak üzere şehrin sanayi bölgesinin sular altında kalmasına neden oldu. Yüzlerce kişi de yerleşim alanlarından tahliye edildi.

Litovel kasabasının yüzde 70’i 1 metre yüksekliğinde su altında kaldı. Olomouc bölgesine bağlı Jesenik’te de şiddetli yağış sele neden oldu.

Ülke çapındaki birçok bölgede seller sebebiyle 10 bin 500’den fazla kişi tahliye edildi.

Emniyet Müdürü Martin Vondrasek, ülkede yoğun yağış nedeniyle meydana gelen sel ve su taşkınları yüzünden bir kişinin hayatını kaybettiğini, 7 kişinin kaybolduğunu bildirdi.

Avusturya ile Çekya arasındaki tren seferlerinin büyük çoğunluğu iptal edildi.

Cumhurbaşkanı Petr Pavel, sosyal medya hesabından yaptığı açıklamada, ülkede etkili sel ve su taşkınlarının özellikle gelir seviyesinin düşük olduğu bölgelerde çok daha fazla hissedildiğini belirterek, bu bölgeler için dayanışma çağrısında bulundu.

Polonya: Kıyamet

Polonya‘nın güneyinde 40.000’den fazla nüfusa sahip Nysa kasabasının belediye başkanı,  sakinleri derhal yerlerinden ayrılmaya çağırdı.

Polonya polisi, Polonya’daki sellerde dört kişinin, Çek Cumhuriyeti’nde ise üç kişinin hayatını kaybettiğini söyledi.

Polonya hükümeti ise  etkilenen bölgelerde doğal afet durumu ilan ederek, mağdurlara yardım için 1 milyar zloti (260 milyon dolar) ayrıldığını duyurdu. Başbakan Donald Tusk, etkilenen diğer ülkelerin liderleriyle temas halinde olduğunu ve Avrupa Birliği‘nden mali yardım isteyeceklerini söyledi.

Ladek Zdroj kasabası sakinlerinden 16 yaşındaki Szymon Krzysztan, Reuters’e selden kaynaklanan kayıpları “hayal edilemez” olarak nitelendirdi. “Kıyamet günü gibi. Adeta hayalet bir kasaba” dedi. Görüntülerde kasabanın enkaz ve çamur içinde olduğu görülüyor.

Ülkenin doğusundaki Slobozia Conachi‘nin belediye başkanı Emir Dragomir, hafta sonu köy ve kasabaların sular altında kaldığını, kasabalıların sadece üzerindeki ıslak giysilerle kaldığını anlattı.

Ülkede neredeyse tüm kasabaların sular altında kaldığına dair ihbarlar geliyor. Başbakan Marcel Ciolacu, mevcut selin ölçeğine atıfta bulunarak, “su miktarının önceki sellere kıyasla neredeyse üç kat daha fazla olduğunu” belirtti.

Avusturya: Başkent Viyana da etkilendi

Avusturya Polisi, selin etkili olduğu Aşağı Avusturya eyaletinde iki kişinin cesedine ulaşıldığını bildirdi. Aşağı Avusturya’da önceki gün de bir itfaiye erinin hayatını kaybetmesiyle sel sebebiyle ölenlerin sayısı üçe yükseldi.

Aşağı Avusturya’da kurulan kriz masasına başkanlık yapan Stephan Pernkopf, özellikle bu eyaletteki bazı barajlarda su yoğunluğu sebebiyle çökme yaşanabileceği uyarısında bulundu.

Selin etkili olduğu eyalette 200’den fazla cadde ve otoyolun trafiğe kapalı tutulduğu kaydedildi. Ülkenin kamu yayıncı kuruluşu ORF, sel felaketinden etkilenenler için yardım kampanyası başlattı.

Şiddetli yağmur başkent Viyana’da da etkili oldu.

Avusturya’da yağmurun azalmasıyla birlikte nehir ve barajlardaki su seviyesi düştü ancak yetkililer, daha yoğun yağış beklendiği için ikinci bir dalgaya hazırlandıklarını söyledi.

Slovakya’da Tuna taştı, Macaristan teyakkuzda

Slovakya’nın başkenti Bratislava ile Macaristan‘ın başkenti Budapeşte, Tuna Nehri’nin yükselmesiyle meydana gelebilecek olası sel baskınına karşı hazırlık yapıyor.

Slovakya’da Tuna Nehri’nin taşması, başkent Bratislava’nın Eski Kent bölgesinde su baskınlarına neden oldu. Yerel medya, su seviyelerinin 9 metreyi  aştığını ve daha da yükselmesinin beklendiğini bildirdi.

Macaristan İçişleri Bakanı Sandor Pinter, nehrin ve kollarının kıyılarında tutulması için çabaların yoğunlaştığını ve 12 bine yakın askerin yardım için hazır beklediğini söyledi.

Tuna Nehri’nin sularının bu sabah şehrin alt rıhtımlarına ulaşması bekleniyor. Başbakan Viktor Orbán, çarşamba günü Avrupa Parlamentosu‘nun genel kurulunda yapacağı konuşma da dahil olmak üzere planlanan dış temaslarını iptal etti.

Boris Fırtınası İtalya’ya doğru gidiyor

Avusturya, Çek Cumhuriyeti ve Güneydoğu Almanya’da bugün (17 Eylül, salı) daha fazla yağış bekleniyor; bu bölgelere 100 mm daha yağış düşebilir.

Sel sularının çekilmesinin birkaç gün sürmesi beklenirken, hafta ortasından itibaren Orta Avrupa’da hava koşulları düzelecek ve çok daha kuru koşullar yaşanacak.

Ancak Boris Fırtınası şimdi daha güneye, İtalya‘ya doğru hareket edecek ve burada yeniden yoğunlaşarak yoğun yağmur getirecek. Emilia-Romagna bölgesinin, metrekareye 100-150 mm yağmur alarak en kötü etkilenen bölge olması bekleniyor.

Orta Avrupa’da görülen rekor yağış, iklim değişikliği de dahil olmak üzere çeşitli faktörlerden kaynaklanıyor. Uzmanlar farklı hava unsurlarının bir araya gelerek, Arktika’dan gelen çok soğuk havanın Akdeniz‘den gelen sıcak havayla bir araya geldiği “mükemmel fırtına”yı yarattığını belirtiyor. .

Atmosferik basınç düzeni aynı zamanda Boris Fırtınası’nın uzun süre aynı yerde kalmasına neden oluyor.

Bilim insanları daha sıcak bir atmosferin daha fazla nem tuttuğunu ve bunun daha yoğun yağışlara yol açtığını söylüyor. Daha sıcak okyanuslar ayrıca daha fazla buharlaşmaya yol açarak fırtına sistemlerini besliyor. Küresel ortalama sıcaklıktaki her 1C artış için atmosfer yüzde 7 daha fazla nem tutabiliyor.

Türkeş: İklimin kendi değişkenliği bile değişiyor

Boğaziçi Üniversitesi İklim Değişikliği ve Politikaları Uygulama ve Araştırma Merkezi Yönetim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Murat Türkeş, Avrupa’da yaşanan durumu erken soğuk hava baskını ve bir hava anomalisi olarak nitelendirdi.

AA‘ya konuşan Türkeş, buharlaşmanın daha yüksek olduğu bir dünyada kuzeyli soğuk hava baskınlarının Avrupa, Akdeniz ve Türkiye‘ye ulaştığında şiddetli yağışlara, taşkınlara ve su baskınlarına neden olduğunu kaydetti, Avrupa ülkelerinde görülen ani sıcaklık düşüşünün normalde ekim ayının ikinci yarısında yaşandığını hatırlattı:

“Bu yaşadığımız, atmosferdeki ‘Rossby dalgaları’ olarak adlandırdığımız, belli bir döngüye sahip dalgalanmalarla alakalı. Bunlar bazı dönemlerde sıcak sırtlar oluşturarak kutba doğru çok sokulur ve bu yüksek atmosferdeki kalın sıcak sırtlar okyanuslardan, özellikle Atlas Okyanusu‘ndan kutba doğru çok sokulduğu zaman kutuptan çok soğuk hava kütlesi iner, denge bozulur, bu yıl da yaşanan bu.”

Değişen iklim koşullarında, iklimin kendi değişkenliğinin bile değiştiğini gördüğümüzü kaydeden Prof. Türkeş, şunları söyledi:

İklim alansal ve zamansal olarak, mevsimlik, yıllar arası, daha uzun yıllar arasında da değişkenliğini artırıyor. Bu yıl çok sıcak geçti ve buharlaşma çok yüksekti. Kuzeyde soğuk, güneyde ise sıcak nemli hava var ve bu fırtına, sel ve taşkınlara yol açan şiddetli hava olaylarına neden oluyor. Önümüzdeki günlerde bu durum devam edecek, Akdeniz ve Türkiye üzerinden doğuya doğru hareket eden yağışlı hava sistemi, özellikle cuma ile pazartesi günleri arasında ülkemizde etkili olacak. Bir kere dünyanın sıcaklık dengesi bozulduğunda, küresel ısınma başladığında bu böyle kalmıyor, ısınan dünyada basınç ve rüzgar sistemleri değişiyor.”

 

 

 

[İklim Masası] Karbon fiyatlaması geliriyle kırılgan gruplar korunabilir

İklim değişikliğiyle ilgili güvenilir bilgileri yaygınlaştırmayı hedefleyen İklim Masası‘yla olan işbirliğimiz çerçevesinde, Prof. Dr. Ayşe Uyduranoğlu’nun . ETS hazırlığındaki Türkiye’de karbon fiyatlandırmasından sağlanan gelirinin yoksul grupları iklim değişikliğine karşı daha dirençli hale getirebilirmesinin yollarını tartıştığı makalesini yayımlıyoruz

*

Paris Anlaşması’nın ve Avrupa Yeşil Mutabakatı’nın hedeflerine ulaşabilmek için her yıl daha fazla ülke, karbon fiyatlandırma politikalarını uygulamaya koyuyor. Türkiye’de de bu konuda hazırlıklar devam ediyor; Emisyon Ticaret Sistemi (ETS) pilot döneminin, hazırlıkların tamamlanmasıyla birlikte başlaması planlanıyor.

Ancak düşük karbonlu bir ekonomiye geçişin adil olabilmesi için, karbon fiyatlandırma politikalarının uygulanmasında da kırılgan grupların gözetilmesi büyük önem taşıyor. Bu politikalardan elde edilen gelirlerin, yoksulları koruyacak şekilde kullanılması gerekiyor.

İklim değişikliği; etkili önlemler alınmaması halinde kırılgan grupların zaten zor olan yaşam koşullarının daha da kötüleşmesine yol açacak bir çoklu kriz. Çalışmalar, dünyanın en yoksul yüzde 50’lik kesiminin, küresel emisyonların yalnızca yüzde 10’undan sorumlu olduğunu gösteriyor. Buna karşın bu gruplar, iklim değişikliğinin olumsuz etkilerine daha fazla maruz kalıyor ve bu etkilerden daha fazla zarar görüyorlar. İklim değişikliğinin ayrıca yoksulluğun süreklilik kazanmasına ve yoksul gruplar içinde yer alan insan sayısının artmasına neden olacağın öngörülüyor.

Türkiye de, içinde bulunduğu coğrafya dolayısıyla, iklim değişikliğinden en çok etkilenecek ülkeler arasında yer alıyor. Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) 2022 tarihli bir raporunda Türkiye’yi, aşırı hava olaylarına karşı Avrupa’nın en kırılgan ülkesi olarak gösteriyordu. Giderek artması beklenen aşırı hava olayları da yine kırılgan grupları daha fazla etkileyecek. Tam da bu nedenle, karbon fiyatlandırma politikalarının da yoksulları dikkate alarak, refahlarını artıracak şekilde tasarlanması büyük önem taşıyor.

İKLİM ADALETİ TARTIŞMALARI

Küresel bir sorun olan iklim değişikliği ile mücadele edebilmek için küresel işbirliği şart. 1992 yılında Rio de Janeiro’da Birleşmiş Milletler (BM) öncülüğünde geliştirilen Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçevesi Sözleşmesi’nin (BMİDÇS) en belirgin özelliği ise ‘ortak fakat farklılaştırılmış sorumluluk’ ilkesini benimsemiş olması.

Bu ilkeye göre her ülkenin iklim değişikliği ile mücadeleye katılması gerekiyor. Ancak, hakkaniyet ilkesi gereği, sorumluluklar ülkeden ülkeye farklılık gösteriyor; ülkelerin iklim değişikliği üzerinde ne ölçüde pay sahibi olduklarını, tarihsel sorumluluklarını yansıtıyor.

İklim değişikliği ile mücadele için uluslararası işbirliği oluşturulmaya çalışılan bu ilk zamanlarda iklim adaleti tartışmaları daha çok ülkeler seviyesinde yapılıyordu. Sonraki yıllarda ise bir ülke içindeki farklı grupların durumları da tartışılmaya başlandı.

Bugün iklim değişikliği ile mücadele ederken, ülkedeki farklı grupların farklı şekillerde etkileneceğini hesaba katmak, iklim adaletini sağlamak açısından büyük önem taşıyor

İklim değişikliği yoksulluğu artıracak

İklim değişikliği üzerinde her bireyin sorumluluğu var. Ancak her bireyin eşit derecede sorumlu olduğunu söylemek mümkün değil. Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu’na (UNICEF) göre dünyanın en zengin yüzde 10’u, iklim değişikliğine sebep olan sera gazı emisyonlarının yüzde 50’sinden sorumlu iken, en fakir yüzde 50’nin sorumluluğu yalnızca yüzde 10. Bununla birlikte yoksul gruplar, iklim değişikliğinin etkilerinden daha fazla zarar görüyor.

İklim değişikliğine karşı etkili önlemler alınmazsa, bu krizin, aralarında çocukların ve gençlerin de bulunduğu kırılgan grupları daha çok etkileyeceği tahmin ediliyor. Dünya Bankası verilerine göre, bugün ergenlik çağında bulunan 100 bin kişi, iklim değişikliğinin etkileri nedeniyle yirmili yaşlarının sonuna doğru ‘yoksul’ grup içine dahil olabilir. İklim değişikliği yalnızca yoksulları daha fazla etkilemekle kalmayacak; yoksulluğun süreklilik kazanmasına, derinleşmesine ve yaygınlaşmasına da neden olacak.

En çok yoksullar etkileniyor

Dünyada daha yoksul kesimlerin yaşadığı yerlerde ortaya çıkan gelişmeler, bu öngörüleri doğrular nitelikte. Örneğin dünya nüfusunun yüzde 20’sinden fazlasını besleyen Çin’de, çölleşmenin yıllık maliyeti yaklaşık 65 milyar dolar. Tibet ve Himalayalar’dan doğan nehirler, dünya nüfusunun yüzde 47’sini besliyor. Ne var ki bu bölgelerde küresel ısınma, dünya ortalamasının iki katı kadar gerçekleşiyor. Bu nehirlere kaynak olan buzulların yaklaşık üçte birinin, 2050 yılına kadar yok olacağı tahmin ediliyor.

İklim değişikliğinden en çok etkilenen coğrafyalardan olan Akdeniz Havzası’nda yer alan Türkiye’nin iklim değişikliğine uyum politikaları da oldukça yetersiz. 2022 yılında Türkiye’de 1,030 aşırı hava olayı kaydedildi; bunların yaklaşık yüzde 30’u, şiddetli yağışlardan ve sellerden meydana geliyordu. Aşırı hava olayları her ne kadar tüm grupları etkilese de, yoksulların da aralarında bulunduğu kırılgan grupları daha da fazla etkiliyor.

YOKSULLAR NASIL ETKİLENİYOR? 

  • Kentlerde, altyapının yetersiz olduğu yerlerde yaşayan yoksulların konutlarını, aşırı hava olaylarına bağlı ortaya çıkan seller sonucu su basabiliyor.
  • Sıcak hava dalgaları, özellikle tarım işçileri gibi açık alanlarda çalışanların çalışma koşullarını daha da zorlaştırıyor. 
  • Yoksulların soğutma sistemlerine erişimi de sınırlı. Bu sistemlere sahip olsalar dahi, yüksek enerji fiyatları nedeniyle yeterince kullanabilmeleri zor. 
  • Kömürden elektrik üretilen bölgelerde yerel hava kirliliği ve buna bağlı sağlık sorunları artıyor. Ancak yoksul grupların sağlık hizmetlerine erişimi kısıtlı.
  • Kömürden elektrik üretimine bağlı toprak ve su kirliliği, tarımsal üretimi de olumsuz etkileyerek gıdaya erişimi zorlaştırıyor.
  • Seller ve kuraklığın tarımsal üretimin verimliliğine yansıması, kırsal alanda geçimini tarımdan elde eden yoksulların gelir kaybı yaşamasına neden oluyor. Özellikle aşırı hava olaylarına karşı iklim sigortalarının mevcut olmadığı durumlarda, bu gelir kaybı telafi edilemiyor. 

Hava kirliliğine bağlı sağlık sorunları azaltılabilir

Düşük karbonlu bir ekonomiye geçerken, bu geçişin adil olabilmesi için kırılgan grupların gözetilmesi gerekiyor. Bu çerçevede karbon fiyatlandırma politikalarının tasarımında da yoksulların dikkate alınması ve bu politikalardan elde edilen gelirlerin yoksulları koruyacak şekilde kullanılması önem taşıyor. Bunun iyi bir yöntemi, gelirleri, yenilenebilir enerjinin elektrik üretimindeki payını artırmak için kullanmak olabilir.

Nitekim kömürden elektrik üretimi yalnızca iklim değişikliğine sebep olmakla kalmıyor, aynı zamanda üretim bölgesinde yaşayanların yerel hava kirliliğine de maruz kalmasına yol açıyor. Bunun sebep olduğu önemli sağlık sorunları arasında solunum yolu, kalp-damar ve sinir sistemi rahatsızlıkları sayılabilir. Sağlık ve Çevre Birliği HEAL, 1965-2020 yılları arasında kömürden elektrik üretiminin Türkiye’ye sağlık maliyetini 320 milyar euro olarak hesaplıyor.

Tabii ki yoksul grupların iyi ve yeterli sağlık hizmetine erişimi, zengin gruplara kıyasla daha kısıtlı. Bu, sağlık sorunlarının daha da derinleşmesine veya yeni sağlık sorunlarının gelişmesine sebep olabiliyor. Dolayısıyla elektriğin yenilenebilir kaynaklardan üretilmesi, bu gibi olumsuz sağlık etkilerinin önlenmesini sağlayabilir.

Enerji fiyatlarındaki dalgalanmalar önlenebilir

Yenilenebilir enerjinin yaygın bir şekilde kullanılmasının önündeki engellerden biri, yatırım için gerekli olan finansman kaynaklarının yetersizliği. Yenilenebilir enerjinin küresel elektrik üretimindeki payı yüzde 29 ve bu payın artma potansiyeli oldukça yüksek. Karbon fiyatlandırma politikaları ise henüz küresel emisyonların yalnızca yüzde 24’ünü regüle ediyor. Bu oran arttıkça, sağlanan gelir de artacak ve daha fazla finansman kaynağı yaratılmış olacak.

Yenilenebilir enerjinin elektrik üretimindeki payının artmasının bir diğer olumlu etkisi ise yoksulları, artan enerji fiyatlarına karşı korumak olacak. Türkiye gibi enerjiyi ithal eden ve döviz kurlarında aşırı dalgalanmalar yaşayan ülkelerde, elektriğin yerli ve yenilenebilir kaynaklardan üretilmesi, enerji fiyatlarındaki aşırı dalgalanmaları engelleyebilir.

Akıllı kent ve akıllı tarım uygulamaları desteklenebilir

Karbon fiyatlandırmasından elde edilen gelir, akıllı kent ve akıllı tarım uygulamalarına destek vermek için de kullanılabilir. Kentlerin altyapısını iklim değişikliğine daha dirençli hale getirmek için akıllı uygulamalardan faydalanmak mümkün. Bu uygulamalar yoksulları olası sel felaketlerinden, enerji ve su güvensizliğine ilişkin sorunlardan koruyabilir.

Akıllı tarım ise su, gıda ve gelir güvenliği sağlar. Akıllı tarım uygulamalarının çiftçilerin cep telefonuna indirilmesi ile anlık veri akışları sağlanabilir. Bu veri akışları, olası aşırı hava olaylarına karşı hazırlıklı olunmasına yardım eder. Bu nedenle akıllı tarım için geliştirilecek yazılım uygulamalarına kaynak ayrılması önem taşıyor.

Karbon fiyatlandırmasından elde edilen gelirin bir kısmını ise aşırı hava olaylarından dolayı tarım sektöründe oluşacak kayıpları teminat altına almak için sigorta sektörüne aktarmak faydalı olabilir. Bu, geçimini tarım sektöründen sağlayan yoksulların, gelirlerinin bir kısmının ya da tamamının güvence altına alınmasına sağlar.

Bununla birlikte sigorta teminatlarını geçici bir çözüm olarak düşünmek gerekir. Sigorta teminatları her ne kadar geçimini tarımdan sağlayanlar için gelir güvencesi sağlasa da, gıda güvenliği sağlayamaz. Asıl olan, tarım sektörün zarar görmemesini ve gıda güvenliğini sağlamak olmalı.

Toplu taşıma iyileştirilebilir

Karbon fiyatlandırılmasından sağlanan gelirin aktarılabileceği bir diğer sektör ise ulaşım. Toplu taşımacılığın iyileştirilmesi, iklim değişikliği ile mücadelede önemli bir rol üstlenebilir. Nitekim özel arabalar ile seyahat edildiğinde kişi başına düşen sera gazı emisyonları çok daha yüksek oluyor.

Ancak toplu taşımayı geliştirmenin ikinci bir avantajı daha var: Kırılgan grupların refahını artırmak. Toplu taşımacılık hizmetlerinden daha çok kadınların ve yoksulların faydalanması nedeniyle, bu hizmetlerin iyileştirilmesi, sosyal refah düzeyini de yükseltir.

Adil geçiş tartışılırken gündeme gelen bir diğer önemli konu ise kömür madenlerinde ve termik santrallerde çalışan işçilerin yaşayacakları iş kayıpları. Elde edilen gelirin bir kısmı, bu işçilerin yeni beceriler edinmesini sağlamak için kullanılabilir. Ayrıca madencilik sektöründe yüzyılı aşkın bir sürede ortaya çıkan kültür birikiminin korunması da adil geçişin bileşenlerinden biri olmalı.

Yoksullara gelir transferi koruma sağlamıyor

Karbon fiyatlandırmasından sağlanan gelirin, adil geçişi gözetecek şekilde nasıl yönetilebileceğine dair önerileri geliştirmek ve çeşitlendirmek mümkün. Ancak fiyatlandırmadan elde edilen geliri, nereye harcanacağını belirlemeksizin doğrudan bütçeye aktarmaktan ve/veya yoksullara doğrudan gelir transferi yapmaktan kaçınmak gerekiyor. Bunun yerine, yoksullarını refahını artıracak şekilde, çevre ile ilintili çeşitli harcama gruplarına tahsis etmek daha doğru bir yöntem.

Yoksulları karbon fiyatlandırmasının etkilerinden korumak için gelirin onlara transfer edilmesi, sıklıkla öne sürülen bir yaklaşım. Ancak bu yöntem, yoksulları iklim değişikliğinin olumsuz etkilerinden korumaz. İklim değişikliği ile mücadele kurumsal yapıları, planlamayı ve uzmanlığı gerekli kılar. Dolayısıyla, hükümetin yapacağı planlar doğrultusunda, harcama gruplarının çeşitlendirilmesi gerekir. Böylelikle kapsayıcılık genişletilir ve adil geçiş doğrultusunda önemli bir adım atılmış olur.

Fiyatlandırmanın gelirleri ile akıllı şehir, akıllı tarım, toplu taşıma ve yenilenebilir enerji projelerine verilecek destek, iklim değişikliğinin neden olduğu tehditleri azaltarak sadece bir grubun değil, kırılgan gruplar da dahil tüm toplumun refahının artırılmasını sağlar.

*

Kaynak Makale: İklim Değişikliği, Yoksullar ve Karbon Fiyatlandırması

 

Atılmış bir cips paketi, bir mağara ekosistemini nasıl harap eder?

ABD‘deki bir milli parktaki mağarada yere düşen bir paket mısır cipsi, orada yaşayan canlıların “dünyasını değiştiren” bir dizi olayın başlangıcını oluşturdu.

Mağaradaki yoğun nem nedeniyle yumuşayan işlenmiş mısırın tuzlu lokmaları, tabanda ve yakınlardaki mağara oluşumlarında küf oluşumuna neden oldu.

Küf, Güney New Mexico‘daki Carlsbad Mağaraları Milli Parkı’ndaki bu özel yeraltı ortamında yaşayan minik mikropları ve böcekleri etkiledi.

Park yetkilileri, sosyal medyada paylaştığı gönderide “Mağaranın ekosistemi üzerinde büyük bir etkisi oldu” dedi; mağarada yaşayan cırcır böceklerinin, akarların, örümceklerin ve sineklerin kısa sürede organize olup yabancı maddeyi yiyip dağıttığını, esasen kirliliğin yayıldığını açıkladı.

Park bekçileri her yıl ziyaretçilerin geride bıraktığı tonlarca çöpü topluyor

AP‘nin aktardığına göre, ambalaj, Kuzey Amerika‘daki hacim bakımından en büyük tek mağara odası olan Büyük Oda‘da park bekçilerinin yaptığı düzenli taramalarda bir korucu tarafından tespit edildi.

Ulusal Park Hizmetleri’ne göre, her yıl 300 milyondan fazla kişi ulusal parkları ziyaret ediyor ve bu ziyaretler yaklaşık 63,5 milyon ton çöp üretiyor. Bunları çoğu çöp kutularına ve geri dönüşüm konteynerlerine gitse de atılan atıştırmalık poşetleri ve diğer döküntüleri toplamak için Leave No Trace gibi kuruluşların gönüllüleri çalışmalarını sürdürüyor.

Parkın tarihi yeraltı mağarasına yiyecek sokmak yasak, ancak bazen bu uyarılar dikkate alınmayabiliyor veya dikkatlerden kaçabiliyor.

Mağara küfü diş fırçalarıyla temizlendi

Ambalaj paketi bulunduktan sonra mağara uzmanları işe koyuldu ve yakındaki mağara oluşumlarına da yayılan küf ve mantar diş fırçalarıyla temizlendi.

Oregon Üniversitesi’nde emekli profesör olan Robert Melnick, egzotik küf ve mantarların üreme alanı haline gelen tarihi ahşap merdiven de dahil olmak üzere Carlsbad Mağaraları’nın bu sorunu  gelecekte nasıl yönetebileceğine dair önerilerde bulunan bir rapor hazırladı ancak “İnsanlara yeraltının, mağaraların çok, çok hassas bir doğal ortam olduğunu sürekli hatırlatmanın dışında bunu nasıl izleyeceğinizi tam olarak bilmiyorum” dedi.

Carlsbad Mağaraları Milli Parkı’ndaki Büyük Oda’da bulunan yüzlerce mağara oluşumu. Fotoğrafı/Susan Montoya Bryan/ AP.

‘Küçük eylemler geri dönüşü olmayan hasarlara yol açabilir’

Leave No Trace eğitim ve öğretim direktörü JD Tanne de pek çok kişinin “her şeyi tertemiz tutmanın” gerekliliğinin farkında olabileceğine ancak bunun her zaman eyleme dönüşmediğine veya küçük eylemlerin – hatta bir parça çöp bırakmanın bile – kırılgan bir ekosistemde geri döndürülemez hasara yol açabileceğinin anlaşılmadığına dikkat çekti:  “Eğer birisi bu ortamların korunmasında kişisel bir çıkar hissetmiyorsa, kuralları ciddiye almayabilir”

Mağaralara karşı “saygılı davranılması” yönündeki çağrılar Carlsbad’ın her yerine dağıtılmış tabelalarda yer bulurken, park bekçileri de yeraltına inmeden önce ziyaretçilere yönlendirmelerde bulunuyor ve her biletin arkasında yapılması ve yapılmaması gerekenler hatırlatılıyor.

“Ancak bazen farkındalık ile kişisel sorumluluk arasında bir kopukluk olabiliyor” diyor Tanner.

Dünyanın dört bir yanındaki mağara ortamlarını yıllarca inceleyen mikrobiyolog Diana Northup, Carlsbad Mağaraları’nın ana koridorunda insanların geride bıraktığı her şeyi kaydetti. Mısır cipsi paketiyle ilgili “Bu, çok sayıda örnekten sadece biri” diyen Northup, yoğun sezonda herhangi bir günde 2.000’e kadar insan mağaralarda gezindiğine, bunlarla birlikte saç ve deri parçalarının da dağıldığına dikkat çekti:

“Bu yüzden sonuçlar çok kötü olabilir. Ama madalyonun diğer yüzü de şu: Mağaraları korumanın tek yolu insanların onları görebilmesi ve deneyimleyebilmesidir. En önemli şey, insanların mağaralara değer vermesini ve onları korumak istemesini sağlamanız ve bunun için neler yapabileceklerini onlara bildirmenizdir.”