Ana Sayfa Blog Sayfa 31

Antik Kent İasos’a yükleme-boşaltma limanı için sondaj başladı

Muğla’nın Milas ilçesine bağlı Kıyıkışlacık Mahallesi’ndeki 1’inci Derece Arkeolojik Sit Alanı olan İasos Antik Kenti‘nde gemi yükleme-boşaltma limanı inşaatı, bölge halkının tüm itirazlarına ve yargı kararlarına karşın sürüyor.

Haziran 2022’de ÇED onayı verilen liman inşaatına karşı duran bölge halkının kurduğu İasos Çevre Dayanışma Derneği, dün de bir protesto eylemi yaptı. “Maden Limanına Hayır”, “İasos Cennet Kalsın”, “Maden Limanı İstemiyoruz, “Doğamı Yok Etme”, “İasos Cennet Kalsın” ve “Kıyıkışlacık’ta Limana Hayır Güllük Körfezi Temiz Kalsın” dövizleri taşınan açıklamaya, Muğla’nın yanı sıra İzmir ve Aydın’dan çok sayıda kişi katıldı.

Yeşil Noktaİasos Antik kentine liman için ÇED onayı verildi
Yeşil NoktaMuğlalılar maden yükleme limanı projesine tepkili: ÇED toplantısı engellendi

‘Ne doğa ne tarih ne de balık kalacak’

Dernek Başkan Hülya Canko, limana karşı açtıkları davayı kazanmalarına rağmen Danıştay‘ın kararı bozduğunu hatırlattı. Halkın direnişine rağmen sondaj platformunun denize indirildiğini belirten Canko, şunları söyledi:

“Burada 650 bin metrekare alan 14 metre derinlikte kazılacak. Dolayısıyla ne doğa, ne tarih, ne balık ne zeytin kalacak. Buna seyirci kalmak istemiyoruz. Hukuki yoldan durduramadığımız süreci halk eylemiyle kamu gündemine taşımak istiyoruz. Her koyu ayrı güzel Güllük Körfezi’mizin, tarihi 5 bin yıl öncesine dayanan antik kentimizde, bu cennet vatanın cennet köşesi, cehenneme dönmeden tek ses, tek yürek olarak bir araya geldik.”

‘Proje bu bölgeye uygun değil’

Canko, limanın götürüsünün getirisinden çok daha fazla olacağını ifade etti:

“Limanların açık denizlerde, insanların yaşam alanlarından uzak alanlarda projelendirilmesini bekliyoruz. Sadece halk değil uzman kişiler, kurum ve kuruluşlar da bu projenin bu parsele uygun olmadığı görüşünde. Projenin anayasal haklara, uluslararası kanunlara, imar yasalarına da uygun olmadığı biliniyor. Devletin görev ve yetkilerini halkının yararına kullanmasını, kayırmacı değil halkının yanında olmasını bekliyoruz.” .

Belediye ruhsatı iptal etmişti

Açıklamaya katılan Milas Belediye Başkanı Fevzi Topuz ruhsatı iptal etmelerine rağmen inşaatın sürdüğüne dikkat çekti:

“Burası 5 bin yıldan günümüze gelene tarihi ve turistik bir değer. Bir maden şirketi uğruna burası yok edilmek isteniyor. Halkın karşı çıktığı ve istemediği hiçbir projeyi biz de istemiyoruz. Maden limanına karşıyız ve verilen ruhsatları iptal ettik. Cennetimizin cehenneme dönmesine ve tarihin yok olmasına izin vermeyeceğiz.”

Moda dünyası çocuk istismarı üzerinde yükseliyor

Çocukların istismarını normalleştiren, imkân sağlayan bir sistemin içinde yaşıyoruz. Ne yazık ki sistem her türlü istismarı, sömürüyü maskelemek, gizlemek, üstünü örtmek üzerine kurulu. Hâl böyle olunca ışıltılı makyajların ardındaki gerçekleri bir araya getirmek, görebilmek için emek harcamak, bütünü görebilmek için uğraşmak gerekiyor.

Moda endüstrisindeki emek sömürüsü artık üzeri örtülemeyecek derecede görünür iken bu sistemin içinde en çok zarar görenler kadınlar ve çocuklar. Asgari ücretin altında, baskı altında uzun saatler boyunca çalıştırılmanın getirdiği güvencesizlik yalnızca ekonomik olarak değil fiziksel, duygusal ve cinsel olarak da sömürünün yolunu açıyor. Çocukların çok küçük yaşlardan itibaren aileye katkıda bulunmak için tekstil endüstrisinde çalışmaya başladıkları, böylece her türlü istismara açık bir sisteme dahil oldukları ve böylece batının daha ucuza daha çok eşyaya sahip olabildiğini görüyoruz.

Kamuoyunda öne çıkan, tepki toplayan çocuk istismarı ve şiddet vakalarında yoğun duygular yaşamak, tepki göstermek çok normal, çok olağan. Toplumun genelinde bir süre, unutulana veya alışılana kadar bu konunun konuşulması, tek bir çocuğun hikâyesi üzerinden birçok duygu yaşanması sık rastlanan bir durum. Oysa sistemin sakladığı ağlar hem birçok çocuğun ekonomik, cinsel, duygusal istismarına yol açıyor hem de bunu meşrulaştıran zemini yaratıyor.

Lüks modanın sömürü sistemi

Geçtiğimiz aylarda Dior, Armani gibi lüks markaların yüksek fiyatlı ürünlerini başka ülkelerde çok ucuza ürettikleri ortaya çıktığında giyim endüstrisindeki işçi haklarına, üretim maliyetlerine dair bir tartışma kapısı açıldı.

Ama ne yazık ki endüstri bu kapıyı işçilerin haklarını verebilmek üzerinden konuşma şansını kullanmayı tercih etmedi. Konuyu işçi hakları perspektifinden konuşanlar, çoğunlukla zaten bu skandal açığa çıkmadan önce de konuşanlar oldu. Gerisi lüks markanın ürünlerinin pahalılığı üzerinden tüketici odaklı ilerledi. Markaların da imaj düzeltme üzerinden PR ve kriz yönetimi mekanizmaları devreye girdi. Bu mekanizmalar üzerinden işçilerin koşullarında gerçekten bir değişim olacağına inanmak güç, ama yine de bir değişime katkı sağlama ihtimali var.

Yine geçtiğimiz aylarda BBC’nin ortaya çıkardığı bir başka skandalda Estée Lauder, L’Oreal gibi markaların parfüm üretiminde doğrudan çocuk işçiliğini kullandıkları bir kez daha görüldü. Söz konusu markaların “sıfır tolerans” iddiaları ve politikaları bir yana, sistemin üzerinde yükseldiği “bakmazsan görmezsin” kuralının işlediği çok açık.

Çocuk işçiliğinden haberi olmadan 1 dolara yaseminleri Mısır’dan satın alan masum lüks tüketim markaları pahalıya satılan ürünlerden elde edilen yüz milyonlarca doları ünlülere, pazarlama ve reklam faaliyetlerine harcıyor. Tedarikçilerin Mısır, Bangladeş, Türkiye, Özbekistan ya da başka bir ülke olmasının çok da önemi yok, bakmazsan görmezsin kuralına göre 1 dolara yasemini satın alan ama nasıl bu kadar ucuz olabildiğini hiç sorgulamayan marka, suçu yerel pazara atıyor. Hangi ülkede üretim yapılacağı da ancak o ülke işçi haklarına dair yeni uygulamalar getirir de üretim maliyetleri artarsa önemli oluyor.

Çocuk işçiliğin endüstriye kârı

Çocuk işçiliğinin bu kadar yaygın olmasının temel sebebi, denetimsizliğin getirdiği sömürü kolaylığı. Çocuklar güçsüz, deneyimsiz, kırılgan ve bu sebeple ucuza ağır koşullar altında seslerini çıkarmadan çalışmaları mümkün. The Centre for Research on Multinational Corporations’un raporuna göre hem pamuk tarımında hem de tekstil üretiminde çocuk işçiliği ile yetişkinlerin çalışma ücreti arasında bir bağlantı var. Çocuk işçiliği olduğu sürece yetişkin işçilerin de koşulları daha ağır, ücretleri daha az. Bu sebeple batılı markalara üretim yapan fabrikalar çocuk işçiliği yasaklanırsa ücretlerin artacağını ve müşteri kaybedeceklerini söyleyerek karşı çıkıyor.

Sistem bu şekilde devam ettiği sürece de söyledikleri doğru, giyim endüstrisi çocuk sömürüsü üzerinde yükseliyor. Güney Hindistan’da regl döneminde kadınların çalışma tempoları düştüğü için fabrika sahiplerinin kız çocuklarının yiyeceklerine regl olmayı önleyici hormon bozucu ilaçlar kattıkları raporlanmış. Özbekistan’da pamuk toplamaya zorlanan çocukların okula gidemedikleri için okula başlama oranlarının git gide düştüğü kaydedilmiş.

Herkesin bildiği sır

Moda endüstrisinde işçi, çocuk ve çevre sömürüsüne dair raporlar bir iki tane değil, yeni de değil. Bu bilgiler uzun süredir ortaya çıkarılıyor, raporlanıyor, savunusu yapılıyor. Markalar, tedarikçilerini daha ucuz üretmeye zorladıklarında, istediği fiyata alamayınca koşulları daha kötü bir ülkeye üretimi kaydırdıklarında bu fiyatlara nasıl üretim yapıldığını çok iyi biliyorlar. Tüketicinin gözünü boyayan tasarımlı sürdürülebilirlik raporlarının, şık politikaların arkasında bakmazsan görmezsin prensibi yatıyor. Çünkü arada bir nadiren çıkan bir iki skandalı yönetmek, üretimi adil hale getirmekten çok daha ucuza mal oluyor.

Tüketiciler, son kullanıcılar açısından bakıldığında durum ne kadar farklı? Endüstrideki çocuk emeği sömürüsü gerçekten hâlâ görünmez mi yoksa tüketiciler de markalar gibi diğer tarafa mı bakıyor?

Sorgulamakla başlıyor her şey

Çocuk sömürüsünü görmek, gözetmek, çocuk haklarını savunmak için tüketicilerin tercihlerini yöneterek yapabilecekleri var. Bir giyim eşyasını, aksesuarı çok ucuza alan herkes, bir araştırma yapmaya gerek olmadan da burada bir sömürü olduğundan emin olabilir örneğin. Uluslararası Çalışma Örgütü’nün verilerine göre dünyada 160 milyon çocuk işçi var. Çocuk haklarını savunmak için ilk adım tüketim tercihlerini ve miktarını sorgulamakla başlayabilir.

 

Konut ve barınma: Engels’e göre konut sorunu

Daha önceki iki yazıda kent yoksullarının yapabildiği harcamaların sadece üç farklı alanda toplandığını, bunun dışındaki gereksinmeler için ya hiçbir kaynak kalmadığını ya da çok yetersiz kaynakları olabildiğini tartışmıştık. Bu yoksulların bütün harcamaları nerdeyse sadece

gıda,
kira ve
ulaşım

masraflarını karşılayabilmekten ibaretti. Geçtiğimiz haftalarda gıda ve ulaşım sorunları üzerine bazı düşünceleri tartıştık. Bu hafta da barınma ve konut (ya da kira) sorununu tartışacağız. Ancak bu konu diğerlerine göre biraz daha karmaşık ya da üzerinde çok sayıda tartışma yapılmış bir alan olduğu için gelecek haftada da devam edecek.

Konut sorununa bakarken, bu defa temel bir kaynakla/ sorun üzerine yazılmış temel bir metinle başlamak ilginç olabilir: Engels’in yaklaşık 150 yıl önce yazdığı, “Konut Sorunu” broşürü (ya da küçük kitabı), bazı konuları anlamak ve üzerinde düşünmek için iyi bir başlangıç olabilir. Bu hafta genellikle bu metin üzerinde duracağız. Bu metin aslında farklı bir coğrafya (genellikle Batı Avrupa) ve sosyal-kültürel özelliklere sahip toplumlar için yazılmış ve belki de oldukça yakın bir zamanda gerçekleşecek bir devrimin beklendiği bir zamana ait… Bu nedenle Türkiye’deki konut sorunun bugünkü durumu için çıkartılabilecek doğrudan sonuçlar içermesi elbette beklenemez.

‘Kabul edilemez’ öneriler

Aslında üç makaleden oluşan bu kitapçık tam bir polemik metni, yani teorik bir çalışma değil ve konut sorunu üzerine çalışan diğer düşünürlerin/ yazarların (Marksist olmayan diğer sosyalist veya liberal düşünürlerin) düşüncelerinin eleştirilerinden oluşuyor. Ancak genel olarak kendi teorik düşünceleri ve diğer Marksist açıklamalar dikkate alınarak yazılmış ve eleştirilerin gerekçeleri gösterilirken bu temel düşünceler/ teori (Marksist teori) kullanılmış.

Metne anlayabildiğim kadarıyla çok kabaca ve özetleyerek bakacak olursak, “Konut Sorunu” kitapçığı, konut sorunu çözmek üzere geliştirilen üç almaşık öneriyi ele alıyor ve her birinin neden olmayacağı üzerinde duruyor. Bu almaşıklar şöyle sıralanabilir:

  • İşverenin kendi çalışanlarının barınması için fabrika çevresinde ya onları borçlandırarak ve ileride kira öder gibi ödeyerek ileride sahibi olabilecekleri konutlar üretmesi veya onlara kira evleri sunması,
  • Devletin yasa ve yönetmeliklerinin yoksulların ve işçilerin konut sahibi olmalarını kolaylaştıracak gibi düzenlenmesi ve yine işçileri borçlandırarak ve borcun bir kısmını kira gibi ödeyerek onlara konut sunması veya onların kendi evlerini yapmaların aynı biçimde yardımcı olması,
  • “İşçilerin kendine yardımı”, yani konut sorunun çözebilmek için örgütlenerek ve kendi aralarında borçlanarak konut yapımı dernekleri veya örgütleri kurmaları ya da bu örgütlenmelerden yararlanmaları.

Hemen görülebileceği gibi bu üç seçenek de konutun kapitalist üretim ilişikleri içinde bir meta olarak üretilmesi anlamına geleceği için Engels her birini kabul edilemez buluyor.

Türkiye: Gecekondudan TOKİ’ye

Seçeneklere biraz yakından bakacak olursak,

İlk seçenekle ilgili bazı örnekler var, ancak bunlar sonuç olarak işverenin bu işten kar edebileceği, kendisi için yeni bir pazar oluşturmak amacıyla düzenlenmiş konut girişimleri. Bu nedenle genellikle işçilerin çok üst grupları (ve aynı şeyi devlet yaptığında da bürokrasinin en alt kademeleri) için geçerli. Bu konutlar eğer kent içindeyse zaten hemen bu konutlara talep oluşturacak toplumun üst kesimleri dikkate alınıyor ve işçiler unutuluyor. Kentin çeperlerindeyse de (İngiltere’de olduğu gibi) bazen yaygın olarak uygulanıyor ancak her zaman sınırlı sayıda işçi için üretiliyor.

İkinci seçenek ise özetle TOKİ yaklaşımını andırıyor ama daha da önemlisi, kısaca “Hausmanizm” denilebilecek bir anlayışla kentlerin olukça merkezi yerlerinde kalabilmiş işçi/yoksul (yani son derece kötü koşullarda ve sefalet içindeki) konutlarının yıkılıp- “temizlenmesi” ve işçilerin kentlerin çeperlerine zorbalıkla sürülmesi anlamına gelebilecek bir uygulama biçimini alıyor. Aslında bu seçeneği Türkiye çok yakından tanıyor: “Kentsel dönüşüm” projesi nerdeyse bütünüyle bir Hausman projesi olarak görülebilir ve genellikle yerinde dönüşüm yerine yoksulların barındıkları yerlerin zengin sınıflar için yeniden düzenlenmesi ve yoksulların da daha da kötü koşulları kabul etmeye zorlanması biçiminde özetlenebilir.

Üçüncü seçenek ise genellikle İngiltere’de çok görülen bir çeşit ev edindirme derneklerinin ya da ticari örgütlerinin, işçiler ve yoksullar için “tasarruf sandığı” benzeri bir modelle, konut üretmesi. Kredi, sigorta, ipotek vb. işlemleriyle ilgilenerek bir çeşit yoksullar arası dayanışmadan bu derneklerin para kazanması biçiminde bir konut üretim modeli… Bu uygulama (tek katlı ve küçük bir bahçe içinde sıra konutlar) İngiltere’de oldukça yaygın olarak uygulanmış.

Türkiye’de bu tür bir uygulama yok. Ancak bu modeli andıran ve yakın özellikler taşıyan biraz daha ilkel ve biraz daha dayanışmacı bir biçimde elde edilmiş konutlar var: Gecekondular. Gecekondu, 1945-1950 ile 1980 arasında Türkiye’nin neredeyse bütün büyük kentlerinin/ metropollerinin en yaygın konut biçimi haline gelmişti. Gecekondu yapımında (en azından son dönemlere kadar) banka, kredi, borçlanma-faiz, ipotek vb. türü uygulamalar yoktu. Gecekondunun sahipliği (bir anlamda mülkiyeti) söz konusuydu, ama bu da son derece güvencesiz ve belirsizlikler taşıyan bir durumdu.

Gecekondunun konut sorununa karşı Türkiye’deki konumunu, ileride daha geniş bir biçimde tartışmak üzere şimdilik bir tarafa bırakalım.

Engels’e göre bu tür yaklaşımlara göre konut sorunu çözülemez, çünkü konut darlığı sermaye düzeni içinde bir rastlantı değildir. Konutun her zaman kıt olması gerekir ve bu sermaye sınıfına hem toplumu hem de piyasayı denetim için güçlü bir konum yaratır.

Engels işçi sınıfı için konut sahipliği biçimindeki bütün çözümlere/ bu üç modele de karşı. Her biri için ayrıntılı gerekçeler olmakla birlikte karşı duruşunun iki temel nedeni var:

  • Birincisi; işçilerin kira için harcama yapmaları yerine kendi evlerine sahip olmaları, işverenlerin işçi ücretlerini düşük tutmasının ya da ücretlerden yapılacak kesintilerin gerekçesi olarak kullanılır ve sonuç olarak işçilerin kendi emekleriyle ürettikleri konutlar düşük ücretlerin bir nedeni olarak işlev görürler.
  • İkincisi ise; işçi sınıfının her zaman kendi emek gücünden başka satacak bir şeyi olmaması ve onu bir mülk/ toprak veya konut biçiminde bir bağla bir yere bağlamaması, işçi sınıfının özgürlüğü, hareket yetenekleri ve devrimci bir eylemlilik içinde olabilmesi ona her zaman daha güçlü bir konum sağlar.

Bu iki gerekçenin, anlaşılır olmakla birlikte tartışılması gereken bazı yönleri olduğu da oldukça açık. Kentlerdeki güncel konut sorununu tartışmayı gelecek hafta Engels’in görüşlerinden eleştirel bir biçimde yararlanarak sürdüreceğiz.

 

Adana’daki plastik atıklar, sanatsal ürünler halinde Avrupa’ya geri dönecek

Türkiye, Avrupa‘nın plastik atıklarının en büyük alıcısı haline geldi. AB’nin plastik ihracatlarının yüzde 28’i, yıllık yaklaşık 659.960 ton Türkiye’ye ihraç ediliyor. Bu atıkların büyük bir kısmı işlenmeden kalıyor ve ciddi çevre sorunlarına yol açıyor. Birlik sınırları içinde “iyi atıkları” geri dönüştürürken, daha az yönetilebilir atıklar Türkiye gibi ülkelere dış kaynak olarak veriliyor ve bu da yasadışı çöplüklere ve kontrolsüz kirliliğe yol açıyor.

Mathias Kessler ve Ahmet Civelek, bu ay plastik ithalatının Türkiye’deki en büyük odaklarından, Adana’ya gidecek. Amaçları, Avrupa’dan Türkiye’ye artan miktarda ihraç edilen plastik atıkların çevresel ve siyasi etkilerine dikkat çekmek.

İstanbul‘daki OG Gallery‘de, Christina Elsaesser’in rehberliğinde düzenlenecek bir haftalık kamusal performans kapsamında sanatçılar, yerel zanaatkarlar ve gönüllülerle birlikte toplanan atıklardan sanat eserleri yaratacak; dokudukları halılar ve ikonik eserlere atıfta bulunan heykelsi nesneler ile geri dönüşüm sürecini yeniden yorumlayacak.

Yaratım sürecinin sonuçları, 28 Kasım 2024’te İstanbul’daki Avusturya Kültür Ofisi’nde sergilenecek ve ardından 28 Şubat 2025’te Viyana’da Künstlerhaus Wien’de izleyicilerle buluşacak.

Sanatçılar, herkesi bu sanat projesine katılmaya ve birlikte küresel atık krizine çözümler geliştirmeye davet ediyor.

Plastik atıklar sanat eseri halinde gönderenlere dönecek

Kessler ve Civelek, çalışmalarında Avrupa kaynaklarından gönderilen atıkları estetik nesneler üretmek için kullanarak izleyiciyi atılmış malzemelerin yolculuğunu yeniden düşünmeye davet ediyor. Performans kapsamında dokunacak halılar hem gerçek hem de sembolik bir eylem olarak kurgulanıyor ve çevresel bozulma, endüstriyel üretim ve Avrupa’nın atık sorunlarının Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelere aktarılması gibi konuların iç içe geçmesini sağlamayı hedefliyorlar.

Projede; bir tersine dönüşle, çöpün Avrupa’ya geri dönerek sanatsal üretimler yoluyla tüketici döngüsüne yeniden girmesi ve atığın tüketici kültürü ve küresel sömürü arasındaki bağlantıya dair bir yorum görevi görmesi hedefleniyor.

Toksik atıklar kansere neden olabiliyor

Greenpeace‘nin Nisan 2021’deki saha araştırmasında, çoğunluğu İngiltere ve Avrupa Birliği ülkelerinden ithal edilen plastik atıkların Adana’da yasa dışı olarak çevreye döküldüğünü ve açıkta yakıldığı tespit edilmesinin ardından döküm alanlarından örnekleri üzerinde inceleme gerçekleştirilmiş, analizler sonucu ortaya çıkan bulguların ise ‘sarsıcı’ olduğu bildirilmişti.

Araştırmaya göre; Adana’da tespit edilen dioksinfuran miktarı, kirletilmemiş toprak numunesinin 400 bin katı ve şimdiye kadar Türkiye’de toprakta rapor edilen en yüksek toksik düzey. Dioksin-furanların bilinen en önemli özelliği ise kanserojen olması. Bu kimyasal anne karnındaki bebekler için toksik olmasının yanı sıra tümörleri tetikleyebiliyor,  hormon ve bağışıklık sistemlerini etkiliyor.

 

Genç aktivistler Küresel İklim Grevi’nde: Kaderimizi belirlemek kendi ellerimizde

İklim İçin Gençlik (Youth For Climate) ekibinin çağrısıyla bir araya gelen genç iklim aktivistleri, dün Küresel İklim Grevi kapsamında İstanbul’daki Maçka Demokrasi Parkı’nda bir araya gelerek karar vericilere seslendi. 

Pankartları ve sloganlarıyla taleplerini dile getiren gençler,  parkta basın bildirisi okudu. 

’29 yılda hiçbir sonuç elde edilemedi’

Açıklamayı dillendiren Güney Deniz Teke, iklim krizi ile mücadele için ülke ve şirketlerin iklim zirvelerinde bir araya geldiğini fakat 29 senede istenilen sonucu hala erişilemediğini, sözlerin tutulmadığını vurguladı, iklim afetlerinin tehlikelerine değindi:

“Tam 29 senedir bu gidişata bir dur deme amacıyla ülkeler ve şirketler COP aracılığıyla bir araya geliyorlar fakat bu 29 yılda hiçbir sonuç elde edebilmiş değiliz. Dünyaya zarar verme hızımız onu kurtarmak için yaptığımız planlardan hâlâ onlarca kat daha fazla! İşin daha da kötüsü bu milyonlarca dolar harcanarak düzenlenen toplantılarda sürekli daha uzun vadeli vaatler verilmesi ve bu sözlerin asla tutulmaması içler acısı bir durum. İklim krizi etkilerini arttırdıkça daha çok sel, kuraklık, sıcak hava dalgaları gibi afetler meydana geliyor; insanların evleri yıkılıyor, susuz kalıyorlar ve hayatlarını kaybediyorlar. Her yıl ülkelere milyonlarca dolarlık faturalar doğuyor. Eğer gerçekten ihtiyaç olan finansmanlar sağlanırsa kimse bu bedelleri ödemek zorunda kalmaz. Tüm bunları yaşamayabiliriz. Kaderimizi belirlemek kendi ellerimizde.”

Aktivistler, Türkiye’deki ekolojik yıkıma dikkat çekti; biyoçeşitlilik kaybının ve ormansızlaşmanın etkisiyle geri döndürülemeyecek zararlara dikkat çekti: 

“Tutarlı enerji politikalarıyla karbon emisyonu azaltılabilir fakat bunun yanında insanlar olarak neslini tükettiğimiz hayvanları ve bitkileri, yanlış tarım politikalarıyla kuruttuğumuz gölleri ve yeraltı sularını asla geri getiremeyeceğiz. Türkiye’de bulunan 240 gölün 186’sı tamamen kurudu ve geri kalanları da risk altında. Biz bu gölleri koruma altına almak yerine Amik Ovası’nda olduğu gibi üzerine havalimanı inşa ediyor, Marmara gölünde olduğu gibi kuruyan alanları tarıma açıyoruz.” 

‘Fosil yakıtlardan ısrarla vazgeçmiyoruz, neden?’

İklim kriziyle mücadele için kömür başta olmak üzere fosil yakıtlardan çıkılması gerektiğini vurgulayan iklim aktivistleri, kömürsüz bir gelecek için taleplerini yineledi: 

“Israrla fosil yakıtlardan, kömürden vazgeçmiyoruz! Neden? Oysa biliyoruz ki, bugün dünyanın dört bir yanında gördüğümüz ölümcül iklim etkilerine yol açan karbondioksit emisyonlarının yüzde 90’ı fosil yakıtların kullanımından kaynaklanıyor. Kömürsüz bir gelecek talebiyle başlattığımız change.org/komurdencikis kampanyamıza destek veren on binlerce insan da bunu biliyor ve gelecekleri için yetkilileri “gerçekten adım atmaya” çağırıyor.”

İklim İçin Gençlik ekibinin “Türkiye, karbonsuz bir gelecek için 2030’a kadar kömürden çıksın” talebiyle başlattığı kampanyayı bugüne dek 17 binin üzerinde kişi imzaladı ve taleplerini destekledi.

14 ilde yaban keçileri için katliam ihalesi

 

Tarım ve Orman Bakanlığı 14. Bölge Müdürlüğü Van İl Şube Müdürlüğü ile Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü 13 ilde “av turizmi” adı altında katledilecek hayvanlar için ihaleye çıktı.

Bir çoğu sadece Anadolu coğrafyasında yaşayan yaban keçisi, hatalı boynuzlu yaban keçisi, melez yaban keçisi, kızıl geyik, cengelboynuzlu dağ Keçisi ve Anadolu yaban koyunu gibi hayvanları avlamak isteyenler ihalelere katılıyor.

Tarım Bakanlığı’na bağlı Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü’nün bu yılın eylül ayında “Av Turizmi İzin Belgesi” verdiği acentelerin sayısı ise 220

Her yıl “Avcılık Eğitim Kursu” da düzenleyen müdürlüğün bu ay öldürülmek üzere “ihaleye çıkardığı” hayvanlar ve kentler şöyle:

  • Mersin: 39 yaban keçisi
  • Adana: 2 yaban keçisi
  • Mersin: 6 melez yaban keçisi
  • Hatay: 9 yaban keçisi
  • Niğde: 15 yaban keçisi
  • Kayseri: 9 yaban keçisi
  • Sivas: 10 yaban keçisi
  • Maraş: 7 yaban keçisi
  • Adıyaman: 16 yaban keçisi
  • Van: 2 yaban keçisi
  • Siirt: 1 yaban keçisi
  • Hakkari: 2 yaban keçisi”

Van’da ‘yabancı avcı kotası’

Van İl Şube Müdürlüğü ise  “av turizmi” adı altında “yabancı avcı kotaları”nın satış işi ihalesi için resmi ilan yayımladı.

Buna göre 480 bin TL veren yabancı kişiler, bölgede 2 yaban keçisi katledebilecek. Van İl Şube Müdürlüğü’nde “Açık Teklif Usulü” ile gerçekleştirilecek ihaleye katılmak isteyenler için muhammen bedel 180 bin TL, geçici teminat ise 5 bin 400 TL olarak belirlendi.

‘ihaleye çıkarılan’ yaban keçisinin nesli tehlike altında

Yaban keçisi, dünya genelinde nesli tehlike altında olan türler arasında yer alıyor. Uluslararası Doğayı Koruma Birliği (IUCN) bu hayvanları “VU” (Vulnerable – Hassas) kategorisinde sınıflandırıyor.

Av adı altında katliam ihalelerine karşı açılan çok sayıda davada mahkemeler yürütmeyi durdurma ve iptal kararları vermiş olsa da Tarım Bakanlığı yeni ihaleler açmaktan geri durmuyor.

Yeşil NoktaUrfa’da dokuz ceylanın av ihalesi iptal edildi
Yeşil NoktaCHP ve İYİ Parti il teşkilatları av ihalesine karşı dava açtı: İki yaban keçisi kurtuldu
Yeşil NoktaKonya ve Karaman’da av ihalesine karşı açılan davada yürütmenin durdurulması kararı verildi
Yeşil NoktaTarım ve Orman Bakanlığı Bingöl’de yargı kararlarına rağmen yeni ‘av ihalesi’ne çıktı
Yeşil NoktaBir av ihalesi iptali de Erzincan İdare Mahkemesi’nden
Yeşil NoktaKonya’daki av ihalesine karşı açılan davada yürütmeyi durdurma kararı
Yeşil NoktaAfyon’da kızıl geyiklerin avlanma ihalesine iptal
Yeşil NoktaErzincan’da yaban keçilerinin avlanması ihalesi iptal edildi

Bakanlığa bağlı Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü ise bir yandan av ihaleleri yaparken bir yandan da yasak avlanma ile yaban hayatı ve ekosistemde meydana gelen tahribat, yahut avlanma nedeniyle verilecek tazminat bedellerini de 3 Eylül’de açıkladı.

Resmi Gazete’de yayımlanan Yaban Hayvanları listesindeki açıklamalarda istisna olarak belirlenen doğu yaban koyunu, Anadolu yaban koyunu avlamanın bedeli 6 milyon lira olarak belirtilirken, yaban keçisi, çengel boynuzlu dağkeçisi 650 bin, alageyik 500 bin, kızıl geyik 400 bin, kum ceylanı, Hatay ceylanı 150 bin, boz ayı 90 bin, kurt 40 bin, karaca avlamanın cezası ise 30 bin lira.

Boris fırtınası Kuzey İtalya’da: İki kişi kayıp, bin kişi tahliye edildi

Orta ve Doğu Avrupa‘da büyük yıkıma yol açan ve en az 24 kişinin ölümüne neden olan Boris Fırtınası, İtalya’nın kuzeyine ulaştı.

Emilia-Romagna bölgesinde meydana gelen yıkıcı sel ve toprak kaymalarının ardından iki kişinin kayıp olduğu bildirildi. Yaklaşık bin kişi de evlerinden tahliye edildi. Bu durum, Giorgia Meloni’nin aşırı sağcı hükümetinin iklim kriziyle mücadele edecek iradeye sahip olmadığı suçlamalarına yol açtı.

İtalya’da şiddetli yağışlar, Mayıs 2023’te 17 kişinin ölümüne ve 8,5 milyar Euro’luk hasara yol açan sel felaketinin yaşandığı Emilia-Romagna’nın aynı bölgelerini de etkiledi.

Guardian‘ın aktardığına göre, Ravenna eyaletindeki Traversara adlı bir köyde Lamone Nehri’nin taşması sonucu iki kişinin kaybolduğu bildirildi. Bölgede okullar tatil edildi demir yolu hatları sekteye uğradı ve bazı yollar heyelanlar nedeniyle kapandı.

İtfaiyecilerin 500’den fazla kurtarma operasyonu gerçekleştirdiği alanda insanları su basmış evlerden alabilmek için helikopterler de kullanıldı. Ravenna Belediye Başkanı Michele De Pascale, “Tam bir acil durum içindeyiz… Olay geçen mayıs ayında yaşadığımız olaya çok benziyor.” dedi.

Komşu Marche bölgesinin bazı kısımlarını da etkileyen son selde henüz can kaybı bildirilmedi. Ancak, bölgeyi selden korumaya yönelik çalışmaların yavaş ilerlemesi nedeniyle bölge sakinleri arasında öfke artıyor.

İtalya, iklim riski en yüksek ülkelerden biri

Aşırı yağış, dünyanın büyük bölümünde insan kaynaklı iklim bozulması nedeniyle daha da  yaygın hale geliyor. Daha sıcak hava daha fazla su buharı tutuyor ve sele karşı savunma planlaması ve arazi kullanımındaki eksiklikler ve hatalı uygulamalar da sel oluşmasını ve etkisini artırıyor.

İtalya, Avrupa’nın iklim riski en yüksek ülkelerinden biri. Sadece bu yaz, eşi benzeri görülmemiş sıcak dalgaları, kuraklık, orman yangınları, fırtınalar ve şiddetli sellere maruz kaldı.

AB Kriz Yönetimi Komiseri Janez Lenarčič, Orta Avrupa’daki sel felaketleri ve Portekiz’deki ölümcül orman yangınlarının iklim krizinin ortak kanıtı olduğunu söyledi: “Yanılmayın. Bu trajedi bir anormallik değil. Bu, ortak geleceğimiz için hızla norm haline geliyor. Avrupa, küresel olarak en hızlı ısınan kıtadır ve aşırı hava olaylarına karşı özellikle savunmasızdır.”

Sol görüşlü Alleanza Verdi e Sinistra partisinin lideri Angelo Bonelli, Meloni’den hükümetinin iklim kriziyle mücadele stratejisini açıklamasını istedi:

“İklim kriziyle yüzleşmek için hiçbir irade yok. Gerçek şu ki iklim krizi hasara ve ekonomik hasara yol açıyor. İklim sorunu politik bir nitelemeye sahip olmamalı. Ne yazık ki, başa çıkmamız gereken nesnel bir gerçek. Başbakan Meloni, parlamentoya hangi girişimleri benimsemeyi planladığını söylemeli.”

Meloni’nin Brothers of Italy partisinden bir milletvekili olan Alice Buonguerrieri de son sel felaketinin “sorumluluğunu belirlemek” için savcılara şikayette bulunacağını söyledi. Buonguerrieri bölgenin merkez sol yetkililerinin, geçen yıl hükümet tarafından sel savunmaları inşa etmek için tahsis edilen 130 milyon avronun yalnızca 49 milyon avrosunu harcadığını iddia etti.

Doğu ve Orta Avrupa yaralarını sarmaya çalışıyor

Doğu ve Orta Avrupa’yı vuran sel felaketi son yirmi yılın en kötüsü olarak değerlendiriliyor. Sellerde beşi Çek Cumhuriyeti’nde, yedisi Polonya’da ve beşi Avusturya’da olmak üzere en az 24 kişi öldü. Yollar, köprüler, demiryolları yıkıldı, etkilenen bölgelerdeki tüm mahalleler sular altında kaldı. Maddi hasarın milyarlarca Euro olduğu tahmin ediliyor.

Yeşil NoktaAvrupa’da ‘kıyamet’ görüntüleri: Beş ülkeyi etkileyen selde en az 17 ölü

Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, Polonya’nın Wrocław şehrini ziyaret ederek, yıkımla karşı karşıya kalan üye ülkelere 10 milyar avroluk uyum fonu sağlanacağını duyurdu.

Eylül ayındaki ortalama yağışın beş katına çıkan bölgeye yardım konusunu görüşmek üzere Tusk ile Çek Cumhuriyeti, Slovakya ve Avusturya başbakanlarıyla bir araya gelen Von der Leyen, “Yıkımı ve tahribatı görmek benim için yürek parçalayıcıydı. Acil tepki vermeliyiz” dedi.

Macaristan da Tuna Nehri kıyısında, yaklaşık 500 kilometre boyunca savunmalarını güçlendirdi. Başbakan Viktor Orbán, suyun 2013’teki rekor seviyelerinin altında olması gerektiğini ve Macaristan’ın “bu sele karşı da başarılı bir savunma oluşturacağını” söyledi.

İzmir’de zeytinliklerin dibine RES için dördüncü ÇED süreci başlatıldı

İzmir’de Rama Enerji ve Bilgi Teknolojileri, İzmir-Aydın sınırındaki bölgede, zeytinlik ve meyve bahçelerinin yanı başına jeotermal enerji santrali (JES)  kurmak için bir kez daha Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’na başvurdu.

İlk iki başvurusu mahkemeden, üçüncü başvurusu ise bakanlıktan dönen şirket, koordinat değişikliklerine giderek bir kez daha ÇED başvurusu yaptı.

Tarım ve orman alanı

Bakanlığın dördüncü kez başlattığı ÇED sürecine göre şirket, İzmir’in Selçuk ve Aydın’ın Germencik ilçesinde altı ÇED alanında dokuz sondaj kuyusu açmayı planlıyor.

ÇED sahası, orman ve tarım alanları bölgesinde kalıyor. Sondaj noktaları aynı zamanda Büyük Menderes Nehri Havzası içerisinde yer alıyor.

whatsapp-image-2024-09-19-at-11-17-21-1.jpeg

Projenin değeri yaklaşık 54 milyon TL olarak hesaplanıyor.

Proje kapsamında açılacak dokuz kuyu için yapılacak derin sondajların her biri azami 2000 metre derinlikte planlanıyor. Bu kapsamda dokuz  adet kuyunun birim sondaj süresinin maksimum 18 ay olacağı öngörülüyor. Arama çalışmaları ardından kaynağa rastlanılması halinde kaynağın kullanım amacı sondaj işlemi tamamlandıktan sonra ulaşılacak bilgilere göre kesinlik kazanacak.

Şirket, proje tanıtım dosyasında ÇED sahalarının etrafında zeytinlik olduğunu inkar ediyor ancak Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü Parsel Sorgu Uygulaması’na göre sondaj noktalarının çevresinde zeytinlikler ve ayrıca incir ile mandalina bahçeleri yer alıyor.

Sondaj noktaları en yakın köye de 585 metre mesafede.

Köylüler: Yine müdahale edeceğiz

Havutçulu Köyü’nün eski muhtarı, çiftçi Remzi Eryılmaz ana geçim kaynaklarından birinin zeytinlikler olduğunu ifade etti:

“İlk başvuru yapıldığında bilgimiz yoktu. Çevre ilçelerdeki örnekleri inceledik. O bölgenin halkıyla birebir görüştüğümüzde zeytin ve incir ağaçlarını kuruttuğunu, yeraltı sularını ve havayı zehirlediğini anlattılar. Biz de buna belediyemiz ve çevre dernekleriyle karşı çıktı. ÇED toplantılarını yaptırmadık, eylem yaptık. Mahkemeye taşıdık ve iptal ettirdik. Şimdi de köylü olarak yine konuşacağız ve karar vereceğiz. Gerekirse yine müdahele ederiz.”

Yeşil Noktaİzmir Orhanlı Köyü’nde JES protestosu: İptal edilene kadar haklarımızı savunacağız
Yeşil Noktaİzmir Orhanlı Köyü’nde JES ısrarı: Beş dava kazanan köylüler altıncı davayı açtı
Yeşil NoktaJES, hava ve su kirliliği, maden kıskacında can çekişen bir tarım kenti: Aydın  

Ne olmuştu?

Rama Enerji Şirketi ilk olarak 2020’de dört adet sondaj için başvuru yapmış ve ‘ÇED olumlu’ kararı almıştı. Halkın başvurusu üzerine İzmir 5. İdare Mahkemesi ise ‘ÇED olumlu’ kararını iptal etti, Danıştay da kararı onadı. Mahkeme, bilirkişi heyetinin projenin tarım arazilerine ve zeytinliklere zarar vereceği tespitini gerekçe gösterdi.

Havutçulu Köyü’nde düzenlenmek istenen ÇED toplantısı yöre halkının ve yaşam savunucuların tepkisi nedeniyle yapılamamıştı. İkinci başvuru da mahkeme tarafından iptal edildi. Şirket daha sonra sondaj noktalarında revizyona giderek bakanlığa üçüncü kez başvuruda bulundu ancak Bakanlık, bu talebi reddetti.

Kanal İstanbul için yeni imar planları onaylandı

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “çılgın proje” olarak nitelendirdiği Kanal İstanbul projesi çerçevesinde, tüm tartışmalara, yargı kararlarına ve itirazlarına rağmen yeni imar izinleri çıkarılmaya devam ediliyor.

Son olarak bu hafta İstanbul Arnavutköy’de Yenişehir Rezerv Yapı Alanı’nın bir kısmına ilişkin Boyalık ve Baklalı mahallelerini kapsayan bir imar planı Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nca onaylandı

Önceki haftalarda da proje güzergâhında yer alan Durusu, Haraççı, Taşoluk, Boğazköy, Hadımköy, Bolluca, Ömerli mahallelerindeki 34 taşınmazın, AKP’li Arnavutköy Belediyesi tarafından satışa çıkarıldığı gündeme gelmişti.

Sazlıdere Barajı’na yakın bir alanda oluşturulan ve 3 milyon kilometrekareyi kapsayan yeni imar planında, söz konusu parseller  Kanal İstanbul Projesi’ne dört kilometre uzaklıkta yer alıyor ve Baykar Özel Endüstri Bölgesi’nin bitişiğinde. Baykar’ın yönetim kurulu başkanı ise Erdoğan’ın damadı Selçuk Bayraktar.  

Yeni imar planının açıklaması ise şöyle:

“Planlama Alanı İstanbul Arnavutköy Ömerli Mahallesi’nde konumlanmakta olup ilçenin güneybatı sınırında, sanayi ve lojistik tesislerinin bulunduğu bölgenin ve Baykar Özel Endüstüri Özel Bölgesi’nin bitişiğinde yer almaktadır. Planlama alanının konumlandığı Arnavutköy ilçesinin kuzeyinde Karadeniz ve İstanbul Havalimanı, güneyinde Esenyurt ve Başakşehir ilçeleri, batısında Eyüpsultan ilçesi yer almakta ve ilçe içerisinden kuzey/güney doğrultusunda Kanal İstanbul Projesi geçmektedir.”

Mahkeme  bütün planları iptal etmişti

Cumhuriyet‘ten Özlem Güvemli‘nin aktardığına göre, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin (İBB) açtığı davalar sonucu bölgenin bütün planları İstanbul 11. İdare Mahkemesi tarafından 2023 Aralık ve 2024 Ocak ayında ayrı ayrı verilen kararla iptal edilmişti. Başka bir davada da İstanbul 3. İdare Mahkemesi, Emlak Konut Dursunköy projesinin bulunduğu 2. etabın imar planlarını 29 Aralık 2023’te iptaline hükmetmiş; ancak iptal kararlarına rağmen konutların inşaatı devam etmişti.

Bakanlık, plansız kalarak kaçak duruma düşen iki mahallede kurulan  Yenişehir Rezerv alanı (Kanal İstanbul Projesi) 1.etap sınırları içinde kalan TOKİ’nin konut inşaatları için devreye girdi. 18 Eylül 2024 tarihinde plansız kalan bölge için hazırlanan imar planları bakanlık tarafından onaylanarak askıya çıkarıldı.

Kanal İstanbul 1. Etap sınırları içerisinde yer alan “Yenişehir Rezerv Yapı Alanı” yaklaşık 33,674 hektarlık alanı, planlama alanı ise yaklaşık 315 hektarlık alanı kapsıyor.

Dar gelirliye yönelikmiş

Konuya ilişkin yapılan açıklamada, şu ifadelere yer verildi:

“Arnavutköy İlçesi için öngörülen 3750 sosyal konut projesi çalışmaları yürütülmektedir. Ancak söz konusu  alanda yer alan meri imar planlarının mahkeme kararları doğrultusunda iptal  edilmesiyle alan plansız kalmıştır. Dolayısıyla ihaleleri yapılmış olan, fiili durumda yerinde  inşaatı başlanan ve devam etmekte olan süreç sekteye uğramıştır. 2985 sayılı Toplu Konut Kanunu’na istinaden alt gelir grubunun barınma ihtiyacının karşılanabilmesi amacıyla Cumhurbaşkanlığı tarafından belirlenen Sosyal Konut Projesi hedeflerine yönelik olarak yürütülecek çalışmalara altlık oluşturmak üzere plansız kalan  alanda mahkeme kararlarında gerekçe olarak ortaya konan iptal gerekçeleri göz  ününde bulundurularak İstanbul İli, Arnavutköy İlçesi, Boyalık ve Baklalı mahallelerinde  yer alan yaklaşık 315 hektarlık  alana yönelik olarak imar planları hazırlanması ihtiyacı  ortaya çıkmıştır.

İstanbul’da yaşanan nüfus artışı, göç, konut stoğunun niteliği gibi unsurlar konut  ihtiyacını arttırmaktadır. Özellikle son dönemlerde artan maliyetlerle beraber İstanbul  başta olmak üzere birçok kentte konut sorununun oluştuğu ve konuta erişimin azaldığı  görülmektedir. Sosyal konut anlayışı ile artan konut ihtiyacının karşılanması ve erişilebilir konut stoğunun oluşturulması doğrultusunda daha nitelikli, ekonomik olarak  karşılanabilir, sosyal ve teknik altyapı hizmetlerini barındıran yaşam alanlarının üretilmesi  hedeflenmektedir. Özellikle dar gelirlilere yönelik politika ve uygulama araçlarının  geliştirilmesi, sürdürülebilir ve ekonomik olarak karşılanabilir konut seçeneklerinin  arttırılması, gecekondu ve kaçak yapılaşmanın önüne geçilmesi için kendi evini yapma  ve aşamalı olarak evini geliştirme programlarının desteklenmesi hedeflenmektedir.”

45 hektarlık alanın ‘fonksiyonu’ da değiştirildi

Öte yandan kanal güzergahında yer alan Arnavutköy’deki 45 hektarlık arazinin “parklar ve dinlenme alanı” olan fonksiyonu da depolama faaliyetlerinde kullanılmak üzere değiştirildi.

Arazi, 2022 yılında bakanlık tarafından riskli yapıların dönüştürülmesi için rezerv yapı alanı ilan edilen bölgenin sınırları içinde bulunuyor.

Cumhuriyet Gazetesi’nden Özlem Güvemli’nin aktardığına göre, Belediyenin yaptığı yeni plan ile arazinin 23 bin 700 metrekaresi depolama faaliyetlerinde kullanılmak üzere “lojistik tesis alanı”, 17 bin metrekaresi park, 4 bin 500 metrekaresi de yol olarak planlandı.

Plan değişikliği Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı tarafından onaylanarak itirazlar için askıya çıkarıldı. Açıklama raporunda bölgede İstanbul Havalimanı ve Kanal İstanbul projesinin yer almasının avantaj oluşturduğu belirtildi.

 

Dünya Bankası’nın 2024 mali yılında artan iklim finansmanı yeterli bulunmadı

Dünya Bankası Grubu, 2024 mali yılında 42,6 milyar dolarlık rekor seviyede iklim finansmanı sağladığını açıkladı.
Bankanın açıklamasına göre, bu bir önceki yılki 38,6 milyar dolarlık finansmana göre yüzde 10 artış anlamına geliyor. Banka toplam finansmanın yüzde 45’inin iklim projelerine ayrılması hedefine yakın olduğunu da bildirdi.
Reuters‘in aktardığına göre, 30 Haziran’da sona eren mali yılda iklim finansmanında sağlanan 4 milyar dolarlık artış, bankanın hedeflerine doğru ilerleme kaydedildiğini gösteriyor; ancak bu miktar, gelişmekte olan piyasalarda ve ülkelerde temiz enerji dönüşümünü finanse etmek için yıllık olarak ihtiyaç duyulan trilyonlarca dolarlık ek kaynağın oldukça altında.
Dünya Bankası Başkanı Ajay Banga, geleneksel yoksullukla mücadele ve kalkınma misyonunun yanı sıra iklim değişikliği ve pandemiler de dahil olmak üzere diğer küresel krizlerle mücadeleye yardımcı olmak üzere 10 yıl boyunca yıllık ek 10 milyor ila 12 milyar dolar arasında kredi kapasitesi sağlamak amacıyla bilanço kaldıracını artırdığını ve diğer sermaye yeterlilik önlemlerini aldığını söyledi.
Bankanın 2012 yılında yayımladığı 2021-2025 için İklim Değişikliği Eylem Planı’nı (CCAP) eleştirilmiş; uzmanlar planın, Banka’nın iklim değişikliğinin aciliyeti ve enerji dönüşümü ihtiyacı konusundaki kendi söylemiyle  uyuşmadığını; bunun yerine, gelişmekte olan ülkeleri kirliliğe ve daha pahalı, israfa neden olan varlık sıkıntısına maruz bıraktığını belirtmişti.

İklim bilimciler ve kampanyacılar 2021 yılının son itibariyle tüm fosil yakıt projelerini yatırım kapsamı dışında bırakan Avrupa Yatırım Bankası (EIB) gibi diğer bazı kalkınma bankalarının aksine, Dünya Bankası’nın yeni planın fosil yakıt finansmanına hiçbir somut kısıtlama getirmediğini vurgulamıştı.

Dünya Bankası 1 Temmuz’da başlayan 2025 mali yılı için toplam kredilendirmesinin yüzde 45’ini iklim değişikliğine uyum ve azaltımı desteklemeye ayırmayı aralık ayında taahhüt etmişti.

Bankanın tüm bölümlerinden finansman

2025 mali yılı iklim finansmanının toplamı, Bangladeş’teki kasırga sığınaklarından Mısır’ın Kahire kentinde ve Senegal’in Dakar kentindeki yeni elektrikli otobüs hatlarına kadar Dünya Bankası Grubu’nun tüm bölümlerinden geldi.
Orta gelirli ülkelere yönelik başlıca kredi kolu olan Uluslararası İmar ve Kalkınma Bankası ile en yoksul ülkelere hizmet veren Uluslararası Kalkınma Birliği, birlikte 31 milyar dolar iklim finansmanı sağladı; bunun 10,3 milyar doları özellikle uyum ve dayanıklılık yatırımlarını destekledi.
Özel sektör kredi kolu olan Uluslararası Finans Kurumu ise  9,1 milyar dolar uzun vadeli iklim finansmanı sağladı. Bankanın siyasi risk sigortası ve kredi iyileştirme kolu olan Çok Taraflı Yatırım Garanti Ajansı da mali yıl için 2,5 milyar dolar iklim finansmanı sağladı.