Ana Sayfa Blog Sayfa 278

Cengiz Holding’in Kazdağları’ndaki maden projesi için keşif yapıldı

ÇANAKKALE – Cengiz Holding tarafından açılmak istenen, alanı Çan, Halilağa ve Bayramiç’e bağlı Hacıbekirler mevkilerinin arasında bulunan altın-bakır madeni için dün (5 Aralık) Bayramiç Muratlar Köyü’nde keşif yapıldı.

Cengiz Holding’in Halilağa Bakır Madeni Projesi için 2. kez verilen “ÇED Olumlu” kararının iptali için Tema Vakfı, Kazdağı Doğal ve Kültürel Varlıkları Koruma Derneği, Çan Çevre Derneği, Ayvalık Tabiat Derneği, Ege ve Marmara Çevreci Belediyeler Birliği ve yörede yaşayan 90 yurttaş davayı açmıştı.

Bu dava kapsamında yapılan bilirkişi keşfine çevre avukatlarının yanı sıra Çan Çevre Derneği, Kazdağı Dayanışma Derneği, İda Dayanışma Derneği, Kazdağı İstanbul Dayanışması, Ekoloji Birliği, Kazdağları Kardeşliği, TEMA Vakfı, çevreci aktivistler, Cengiz Holding iştirakleri, davacılar ve köylü vatandaşlar katıldı.

Bilirkişi raporlarının okunduğu keşifte çevre avukatları ve davacılar projeye karşı itirazlarını sundu.

Projeye karşı keşif öncesinde, 3 Aralık Pazar günü Çanakkale’de bulunan sendika, dernek, oda ve parti temsilcileri ile tüm doğa ve yaşam savunucuları, Cengiz Holding’e karşı bir eylem gerçekleştirmişti.

“Tüm yaşam hiçe sayılıp dağlarımız, köylerimiz, topraklarımız ve su kaynaklarımız beşli çeteye peşkeş çekiliyor” diyen yurttaşlar, tepkilerini şöyle dile getirmişti:

“Yöre halkının tüm itirazlarına ve projenin iptali için açtığımız ilk davayı kazanmamıza rağmen, Cengiz Holding, Bayramiç ve Çan ilçelerinin ortasında Hacıbekirler, Muratlar ve Halilağa köylerini haritadan silecek, 55 köyü etkileyecek, yörenin tüm su kaynaklarını tüketecek ve 600 hektar orman ve tarım arazisini yok edecek bakır madeni projesinde ısrar ediyor.”

Cengiz Holding’in Halilağa bakır madeni alanında ağaç kesimleri sürüyor
Halilağa’da Cengiz Holding’in bakır madenine verilen ÇED olumlu kararı iptal!
 Mahkemeden Cengiz Holding’in Halilağa bakır madeni için yürütmeyi durdurma kararı

Kazdağları

Keşif, Muratlar Köyü’nde keşif hakiminin beyanları alması ile başladı. Maden yüksek mühendisi ve Kazdağı Derneği yönetim kurulu üyesi Esenay Hacıosmanoğlu ÇED raporunun madencilik açısından eksik ve hatalı yönlerini anlattı;

  • ÇED kapsamında çıkarılacak cevherin sadece bakır değil altın da içerdiği, başka bir projede altının da zenginleştirmesinin planlandığı açıklandı.
  • Maden işletme projesinde bakır, altın, altın+bakır kompleks, feldispat ve kuvars madenciliği planlanırken, ÇED’in sadece bakır üretimine yönelik olduğu; ÇED projesinin maden işletme projesine uygun hazırlanması gerektiği halde iki projenin uyumlu olmadığı karşılaştırma yaparak açıklandı.
  • ÇED’in aksine, maden işletme projesinde zenginleştirme ve atık depolamanın bulunmadığı belirtildi.
  • Maden işletme projesine göre ÇED atık depolama tesisinin rezerv alanında kaldığı, dolayısıyla kaynak kaybına sebebiyet verebileceği açıklandı.
  • İşletme projelerinin sadece görünür rezerve göre yapılması gerektiği ancak ÇED kapsamında tüm maden kaynağının işletilmesinin planlandığı gösterildi.
  • Atık depolama tesisinin son derece geniş alana yayıldığı, olumsuz çevresel etkiyi azaltacak depolama alternatiflerinin ÇED kapsamında değerlendirilmesi gerektiği belirtildi.
  • Atık depolama tesisinin açık ocak patlatması limit alanında kaldığı gösterildi.
  • Rapor içinde 3 farklı atık depolama tasarımı bulunduğu gösterildi.
  • Gerekli depolama kapasitesini sağlayabilmek için kazı yapılması gerektiği, bunun sonucunda atık depolama tabanının yeraltı suyu seviyesinin altına düşeceği açıklandı.
  • Taban teşkili için gerekli kota alma çalışmasını ve kapasiteyi karşılamak için yapılacak kazıyı içermeyen etüt ve kesitlerden bahsedildi.
  • Maden su ihtiyacının eski ocak göllerinden karşılanması alternatifinin ÇED kapsamında değerlendirilmesi gerektiği belirtildi.
  • Duyarlılık analizlerinin kümülatif kesitler üzerinden yapılmadığı gösterildi.
  • Yeraltı suyu seviyesi altında gerçekleşecek büyük boyutlu (derin açık ocak, geniş ADT) ve patlatmalı madencilik faaliyetlerinin, yüksek asit üretme potansiyeli ve kirletici etkisi olan malzemeden oluşan ocak ve pasa şevleri ile bu birimlerde oluşacak ocak gölünün, sahanın zaten hassas ve kırılgan olduğu görülen dengesini kontrol edilemez şekilde bozacağı, proje alanı ve çevresindeki su kaynaklarını olumsuz etkileyeceği, akış örüntülerine önemli ölçüde zarar vereceği açıklandı.
  • Kümülatif değerlendirmede, gerek ruhsat sahası gerekse etki alanı içindeki diğer projelerin doğru ve eksiksiz bir şekilde ele alınmadığı gösterildi.

Kazdağları

TEMA’dan Çevre Mühendisi Onur Küçük, bölgedeki aynı şirkete ait çok sayıda maden projesinin varlığından söz ederek, kümülatif etki konusuna vurgu yaptı.

Davacıların avukatı Cem Altıparmak, şirketin ÇED süreci yürütmeden DSİ ile protokol kapsamında yapmaya başladıkları ve bölgenin su kaynaklarına el koyacak olan gölet projelerinden, Kocabaş Çayı’na yapılmak istenen derivasyon kanalından bahsederek ÇED raporundaki eksiklere dikkat çekti.

Ziraat Mühendisi Hicri Nalbant, projenin bölgenin tarımını yok edeceğini, tarım için gerekli olan suyun madene verileceğini söyledi.

Orman Mühendisi Hasan Basri Avcı, projenin kocaman bir orman ekosistemini yok edeceğini söyleyerek idarenin ve ÇED raporunun ormana kereste gözü ile baktığını belirti.

Hacıbekirler köylülerinden Gülferit Güven, köylerinin proje alanının çok yakınında olduğunu ve madenden olumsuz etkileneceklerini, tarım ve hayvancılık yapamaz hale geleceklerini belirterek madeni istemediklerini söyledi.

Bayramiçliler maden şirketinden dron alan Ziraat Odası’na tepkili: Şirket taraftar oluşturmak istiyor

Kazdağları

‘Yöre insanı susuzluğa terk edilecek’

Çan Çevre Derneği avukatı Ümran Aydın ise Çan’ın 55 köyünün tek su kaynağı Kocabaş çayının madene verildiğinde, yöre insanının susuzluğa terk edileceğini, artık Çan ilçesinde tarımın yapılamayacağını anlattı.

Diğer avukatlar tarafından proje alanındaki ve yakınlarındaki arkeolojik buluntular ve sit alanları hakkında da bilgiler verildi. Daha sonra hakim davalı idare Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı avukatına ve müdahil şirket avukatına söz vererek beyanlarını aldı.

Beyanların ardından altın ve bakır madeninin çıkartılmak istendiği proje için yapılan keşfe geçildi, projede öngörülen açık ocak, atık havuzu alanları ve arkeolojik buluntular incelendi.

Keşfin sonunda davacılardan bölgede yaşayan Emel Yalçın ve Ferzan Aktaş da söz alarak projenin tarım alanlarına ve yaşam alanlarına verecekleri zararları anlatarak, yöre insanının kanser riskiyle yaşamak istemediği belirterek projenin iptal edilmesini istedi.

[COP28] Zirvenin altıncı gününde gündem fosil yakıtlar

Birleşik Arap Emirlikleri‘nnin (BAE) Dubai kentinde gerçekleştirilen COP28‘de altıncı güne gelindi. Son iki günün öne çıkan konuları arasında zirveye katılan fosil yakıt lobilerinin artışına ek olarak COP28’e başkanlık yapan BAE merkezli petrol şirketinin CEO’su Sultan Al Jaber‘in iklim inkarına varan sözleri oldu.

Kick Big Polluters Out koalisyonunun yeni analizinin bu yıl zirveye en az 2456 fosil yakıt lobicisi katıldığını açıklamasının ardından sivil toplum örgütlerinden ve iklim aktivistlerinden tepkiler sürüyor. Yerli halkın temsilcileri büyük kirleticilerin Birleşmiş Milletler iklim görüşmelerinden atılması için çağrı yaptı.

Zirveye katılan Kathryn Diane Horinek, Oklahoma’da fosil yakıt projesinin sebep olduğu kirlilik yüzünden çocukların nefes alamadığını ve okulda solunum cihazlarını paylaşmak zorunda kaldığını söyledi ve ekledi:

“Ancak benim ulusum Birleşmiş Milletler masasında değil. Güce sahip olduğunu düşünenlere acıyoruz. Onların zamanı geçti, biz Toprak Ana’yı geri almak için buradayız.”

COP28, Fotoğraf: Peter Dejong/ AP Photo
Fotoğraf: Peter Dejong/ AP Photo

‘Sürecin bu şekilde zehirlenmesine bir son verilmeli’

Öte yandan tüm protestoların UNFCCC tarafından önceden onaylanmış olması gerekiyor ve hiçbir ülke ya da şirketten bahsedilmesine izin verilmiyor, aksi takdirde delegeler zirveden atılma riskiyle karşı karşıya kalıyor.

Water Climate Trust‘tan Thomas Harmy Joseph büyük kirleticilerin zirveden atılması çağrısında bulunuyor. Joseph, iklim değişikliğinin bir sömürgecilikle ilişkili olduğunu söylüyor.

Pasifik’ten bir iklim aktivisti olan Joseph Sikulu, “Sürecin bu şekilde zehirlenmesine bir son verilmeli” diyor.

Fotoğraf: Peter Dejong/ AP Photo- cop28
Fotoğraf: Peter Dejong/ AP Photo

Sultan Al Jaber COP29’un da başkanı olabilir

BAE’nin devlet petrol şirketinin CEO’su Sultan Al Jaber‘in, COP28 İklim Zirvesi’nin başkanı olması tartışmaları da beraberinde getirmişti. Carbon Brief’ten Simon Evans‘ın açıkladığına göre Al Jaber’in gelecek yıl da İklim Zirvesi’nin başkanı olabilir.

Normalde zirvenin başka bir ülkenin ve o ülkeden yeni bir başkanın ev sahipliğinde yapılması gerekiyor. Ancak Evans’ın sosyal medya paylaşımına göre Birleşmiş Milletler prosedürü açık: Yeni bir başkan seçilmezse COP29‘a Al Jaber başkanlık edecek.

COP29’a ev sahipliği yapma sırası Doğu Avrupa‘da, ancak Rusya 27 AB ülkesini veto ederken Ermenistan ve Azerbaycan da birbirlerini veto ediyor. Geriye çoğu küçük devletlerden oluşan sadece yedi ülke kalıyor. Ancak İklim Zirvesi‘ni düzenlemek oldukça pahalı bir iş.

Küresel stok sayımına ilişkin müzakere metninin son taslağı yayınlandı

Küresel stok sayımına ilişkin müzakere metninin son taslağı, ilerleme kaydedildiğini ancak büyük kararların hala alınması gerektiğini gösteriyor.

İklim Eylem Ağı‘nda küresel siyasi strateji başkanı olan Harjeet Singh şunları söylüyor:

“Küresel Durum Değerlendirmesi’nin ‘metin olmamasından’ ‘fosil yakıtların düzenli ve adil bir şekilde kullanımdan kaldırılmasına’ kadar bir dizi seçenek içeren son taslağı, gelecekteki yoğun müzakereler için zemin hazırlıyor. Müzakereler ilerledikçe dünya, kömür, petrol ve gazdan daha yeşil, daha dayanıklı ekonomilere doğru, mali destekle desteklenen adil bir geçiş için cesur taahhütler bekliyor.”

Suudi Arabistan her fırsatta karbon yakalama ve depolama konusuna atıfta bulunmaya çalışıyor. Ayrıca, fosil yakıtların aşamalı olarak kullanımdan kaldırılması ya da azaltılmasına ilişkin her türlü referansta bu yakıtlardan sonra “emisyon” kelimesini eklemeye çalışıyor.

Çin ise dünyanın en güçlü yenilenebilir enerji endüstrilerinden birine sahip olmasına, yenilenebilir enerji bileşenleri ve ekipmanlarının önemli bir tedarikçisi olmasına rağmen, yenilenebilir enerjiyi üç katına çıkarma taahhüdüne imza atmamıştı.

‘Bilim zorunlu kılıyor: Fosil yakıtları aşamalı olarak ortadan kaldırın’

COP28 başkanı Al Jaber, BM‘nin eski iklim değişikliği özel temsilcisi Mary Robinson‘un sorularını yanıtlarken küresel ısınmayı 1.5C ile sınırlandırmak için fosil yakıtların aşamalı olarak kullanımının sonlandırılması gerektiğini gösteren “hiçbir bilim ya da senaryo” olmadığını iddia etmişti.

Robinson, kendisine fosil yakıtlardan vazgeçmenin “mağaralara geri dönmek” anlamına gelebileceğini söyleyen Sultan Al Jaber’in adını vermeden şöyle dedi:

“Başarılı bir COP28 tek bir birey ya da ulusla değil, bu müzakerelerdeki tüm ülkelerin ortak iradesi ve uyumlu çabalarıyla ilgili. Bilim şunu zorunlu kılıyor: Fosil yakıtların hızla kullanımdan kaldırılması, yenilenebilir enerjinin benimsenmesinin hızlandırılması ve finansmanın radikal bir şekilde artırılması.”

Beşinci günden öne çıkanlar 

Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi 28. Taraflar Konferansı (COP28) Başkanı BAE Sanayi ve İleri Teknoloji Bakanı Sultan bin Ahmed el Cabir, iklim bilimine saygı duymadığı yönündeki suçlamaları reddetti.

Fotoğraf: Kamran Jebreili/ AP Photo - COP28
Fotoğraf: Kamran Jebreili/ AP Photo

Ne olmuştu?

Guardian’da yer alan haberde, Al Jaber’in 21 Kasım’da internet üzerinden düzenlenen bir etkinlikte “1,5 derece ısıya ulaşmanın yolunun fosil yakıtların aşamalı olarak kullanımdan kaldırılması olduğunu iddia eden hiçbir bilim ya da senaryo yok” ifadelerini kullandığı paylaşıldı.

Zirvenin beşinci gününde gündem finans, ticaret, toplumsal cinsiyet eşitliği ve hesap verebilirlik oldu.

  • Sürdürülebilir Finansın Desteklenmesi Yoluyla Küresel İklim Eylemi etkinliği düzenlendi. BAE Bankacılık Federasyonu’nu 2030 yılına kadar bu alana 270 milyar dolar destek sözü verdi.
  •  Zirvede önümüzdeki günlerde hidrojen, soğutma ve cinsiyete ilişkin üç deklarasyon daha açıklanacak.
  • Fransa ve Japonya, Afrika Kalkınma Bankası’nın iklim ve kalkınma için Özel Çekme Haklarından (SDR) yararlanmaya yönelik projesini destekleyeceklerini açıkladı.
  • Yenilenebilir enerji şirketi ReNew Energy Global Plc, Asya Kalkınma Bankası (ADB) ile 5,3 milyar dolarlık bir finansman için ilk anlaşmasını imzaladı.
  • Reuters’ın aktardığına göre, Arap Enerji Fonu, önümüzdeki 5 yıl içinde karbondan arındırma teknolojilerine 1 milyar dolara kadar yatırım yapmayı planlıyor.
  • Asya Kalkınma Bankası (ADB), Filipinler’e 2024 ile 2029 yılları arasında 10 milyar dolar iklim finansmanı tahsis edeceğini açıkladı.

BM İklim Değişikliği Yöneticilerinden Razan Al Mubarak “İklim değişikliği cinsiyet ayrımı gözetmeyen bir konu değil. Kadınlar dünyadaki yoksulların çoğunluğunu oluşturuyor ve belki de bu yüzden kadınlar ve kız çocukları iklim eyleminin ön saflarında yer alıyor” ifadelerini kullandı.

COP28’in Twitter hesabından yapılan paylaşımda, zirvede şu ana kadar 57 milyar doların üzerinde para toplandığı vurgulandı. Hükümetlerin, işletmelerin, yatırımcıların ve hayırseverlerin “COP28’in ilk 4 gününde 8 taahhüt ve beyanda” bulunduğu da vurgulandı.

Sellafield nükleer tesisi Rusya ve Çin bağlantılı gruplar tarafından hacklendi

Birleşik Krallık‘ın en tehlikeli nükleer tesisi olan Sellafield‘in Rusya ve Çin ile yakından bağlantılı siber gruplar tarafından hacklendiği ve yetkililerin bilgi teknoloji sistemlerinin ilk olarak ne zaman ele geçirildiğini tam olarak bilmediği ortaya çıkarıldı.

Tesis, gezegendeki en büyük plütonyum deposuna sahip ve silah programlarından ve onlarca yıllık atom enerjisi üretiminden kaynaklanan nükleer atıklar için geniş bir çöplük görevi görüyor.

Guardian‘ın Sellafield‘de siber korsanlık, radyoaktif kirlenme ve sorunlu işyeri kültürüne ilişkin bir yıl süren araştırması,  kötü amaçlı yazılımın hala mevcut olabileceğini ve potansiyel etkilerinin personel tarafından örtbas edildiğini ortaya koyuyor.

‘Hassas faaliyetlerin bazıları tehlikeye girmiş olabilir’

Kaynaklar, ihlallerin ilk olarak 2015 yılında, uzmanların Sellafield’in bilgisayar ağlarına uyuyan kötü amaçlı yazılım yerleştirildiğini fark etmesiyle tespit edildiğini söylüyor.

Kötü amaçlı yazılımın ortadan kaldırılıp kaldırılmadığı henüz bilinmiyor. Bu durum Sellafield’in radyoaktif atıkların taşınması, tehlikeli madde sızıntılarının izlenmesi ve yangınların kontrol edilmesi gibi en hassas faaliyetlerinden bazılarının tehlikeye girdiği anlamına gelebilir.

Kaynaklar, korsanların dünyanın en tehlikeli tesislerinden biri olan tesisteki gizli materyallerin en üst kademelerine erişmiş olma ihtimalinin yüksek olduğunu belirtiyor.

Sellafield’de saklanan son derece hassas belgeler arasında felaket kılavuzları, acil durum nükleer protokolleri ve Birleşik Krallık’a yönelik yabancı bir saldırı sırasında yapılması gerekenler konusunda insanlara yol gösteren planlar yer alıyor.

‘Rusya’ya ait Akkuyu nükleer santrali geleceğimizi tehdit ediyor’

Sellafield geçen yıl özel önlem kapsamına alınmıştı

Guardian’ın Nükleer Düzenleme Ofisi (ONR) ve güvenlik servislerindeki kaynaklara dayandırdığı haberine göre, 11 binden fazla çalışanı bulunan Sellafield, siber güvenlik konusundaki sürekli başarısızlıkları nedeniyle geçen yıl bir tür “özel önlemler” kapsamına alındı.

ONR, Sellafield’in siber standartlarını karşılayamadığını doğruladı ancak ihlaller ya da “örtbas” iddiaları hakkında yorum yapmayı reddetti.

Siber sorunlar en az on yıldır biliniyordu

Acilen ele alınması gereken “kritik güvenlik açıkları” olduğu uyarısında bulunan 2012 tarihli bir rapora göre, siber sorunlar nükleer tesisin üst düzey yetkilileri tarafından en az on yıldır biliniyordu.

Sellafield’deki personel, denetleyiciler ve istihbarat topluluğu içindeki kaynaklar üst düzey yöneticilerin, Birleşik Krallık’ın saldırılara karşı kırılganlığını test etmekle görevli güvenlik yetkililerinden, sahadaki siber güvenlik sorunlarının yarattığı problemlerin boyutunu gizlemek için kasıtlı bir çaba gösterdiğine inanıyor.

Güvenlik yetkilileri ONR’nin Sellafield’deki siber başarısızlıklara ilişkin istihbaratını paylaşmakta yavaş davranmasından da endişe duyuyor çünkü bu durum ONR’nin kendi denetiminin on yıldan uzun bir süredir etkisiz olduğunu gösteriyor.

Birleşik Krallık İşçi Partisi‘nin enerji güvenliği ve net sıfırdan sorumlu gölge bakanı Ed Miliband’a göre, bu “en hassas enerji altyapısı parçalarından biri hakkında çok endişe verici” bir durum.

[COP28’e doğru] ABD İklim Zirvesinde nükleer için gaza basacak: İklim krizinin çözümü nükleer olabilir mi?

Validebağ Korusu’nda millet bahçesi yapmak isteyen Bakanlığın istinaf talebi reddedildi

Üsküdar’da Validebağ Korusu’na millet bahçesi yapılmamasına ilişkin kararın iptali istemiyle iki bakanlık tarafından açılan davada istinaf talebi, oybirliğiyle reddedildi.

Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı, Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından açılan, Üsküdar Belediye Başkanlığı ve İBB’nin de müdahil olduğu davada İstanbul Bölge İdare Mahkemesi 4. İdare Dava Dairesi kararın hukuka aykırı olmadığını bildirdi. Verilen bu kararla birlikte 6. İdare Mahkemesi‘nin verdiği millet bahçesi yapılamaz” kararıyla ilgili temyiz yolu da kapanmış oldu. 

6. Daire ne karar vermişti?

İstanbul 6. İdare Mahkemesi Koru’nun tahribata uğrayacağı gerekçesiyle verilen kararda projenin şehircilik ilkelerine, planlama esasları ve tekniklerine, kamu yararına ve hukuka uymadığı belirtildi.

Mahkeme kararında, kararın dayandırıldığı bilirkişi raporuna da işaret edildi:

  • “Dava konusu imar planları bu yönüyle de planlama tekniklerine aykırı olduğu,
  • Dava konusu Koruma Amaçlı Nazım İmar Planının 9, 10, 12, 17 no’lu plan notları; Uygulama İmar Planı’nın 8, 9, 11, 16 no’lu plan notları belirsizlikler içerdiği,
  • Dava konusu alanın sahip olduğu özellikler itibariyle doğal yapısının bozulmaması, insan faaliyetlerinden etkilenmemesi, doğal ve ekolojik süreçlerin devamlılığının sağlanması için, zorunlu haller dışında herhangi bir yapılaşma eyleminin olmaması gerektiği,
  • Dava konusu alanın olduğu gibi korunmasının zorunlu olduğu,
  • Hem koru hem de Nitelikli Doğal Koruma Alanı olan böylesi bir alanda gerçekleştirilecek çalışmaların ancak; mikro ve makro ölçekli ekosistemlere, doğal bileşenler örüntüsüne dair yaklaşımlarının, doğrudan ve dolaylı etkilerinin bilimsel olarak tespit ve analizi ile sağlıklı sonuçlar verebileceği, dava konusu imar planlarında ve millet bahçesi projesinde bu türden bir analiz ve değerlendirme çalışmalarının olmadığı,
  • Kendi merkezine rekreasyon ve aktivite çeşitliliğini koymakta olan Millet Bahçelerinin, “Korunabilir olma durumunun sürekliliğinin sağlanmasının” kentsel mikro ve makro ekosistem bütünlüğünün devamlılığı için kritik öneme sahip olduğu Validebağ Korusu ile örtüşmediğinin açık olduğu,
  • Millet Bahçesi Peyzaj Projesi‘nin uygulanması durumunda Validebağ Korusu “orman”,doğal nitelikli yeşil alan” ve “koruma alanı” vasıflarını diğer bir ifade ile “ekolojik zenginliği-değerini kaybederek” bir millet bahçesi – park kategorisine indirgeneceği, dava konusu plan çerçevesinde I. Derece Doğal ve Tarihi Sit alanı ilan edilen Validebağ Korusu’na ilişkin İstanbul Büyükşehir Belediyesi Park Bahçeler ve Yeşil Alanlar Daire Başkanlığı tarafından hazırlanan Validebağ Korusu Millet Bahçesi Projesi’nin uygulanması halinde, korunun ışıklandırılması, futbol sahası yanına amfi tiyatro yapılması, fitness alanları oluşturulması, gözlem kulesi yapılması, bisiklet parkuru yapılması, çocuk oyun alanlarının düzenlenmesi ve yeni oyuncaklar eklenmesi, otopark zeminlerinin yenilenerek çim taşı yapılması, binaların kenarlarında bulunan zemin kaplamalarının değiştirilmesinin neticesinde, Validebağ Korusu’nun doğal kurgusunu kaybedeceği,
  • Parçalanmış ekosistemlere sahip olacağı ve açık bir biçimde korunması gereken alanın tahribatına neden olacağı,
  • 1/5000 ölçekli Koruma Amaçlı Nazım İmar Planı ile 1/1000 ölçekli Koruma Amaçlı Uygulama İmar Planı‘nın şehircilik ilkelerine, planlama esasları ve tekniklerine uygun olmadığı, kanaatlerinde olduğumuzu Yüce Mahkemenize saygılarımızla sunarız” ifadelerine yer verildi.
  • İmar Planları‘nın plan analitik raporlarının planlama alanına özgü tematik analizlerden, yeterli sentez çalışmalarından yoksun olduğu,
  • Yeterli analitik değerlendirme sürecinden geçmediği,
  • Plan kararlarının analiz ve sentez çalışmalarına dayanan gerekçelerinin oluşturulmadığı,
  • Koruma Amaçlı Nazım İmar Planı‘nın 9, 10, 12, 17 no’lu plan notları; Uygulama İmar Planının 8, 9, 11, 16 no’lu plan notlarının belirsizlikler içerdiği,
  • Millet Bahçesi Peyzaj Projesinin uygulanması durumunda Validebağ Korusu‘nun “orman”, “doğal nitelikli yeşil alan” ve “koruma alanı” vasıflarını diğer bir ifade ile “ekolojik zenginliği-değerini kaybederek” bir millet bahçesi – park kategorisine indirgeneceği,
  • Validebağ Korusu’nun doğal kurgusunu kaybedeceği, parçalanmış ekosistemlere sahip olacağı ve açık bir biçimde korunması gereken alanın tahribatına neden olacağı anlaşılmakla, dava konusu planlarda şehircilik ilkelerine, planlama esasları ve tekniklerine, kamu yararına ve hukuka uyarlık bulunmadığı sonucuna varılmıştır.”

Kültür ve Turizm Bakanlığı İstanbul 6. İdare Mahkemesi’nin verdiği kararı şu gerekçelerle istinafa götürmüştü:

“Koruma kurulu üyelerince yerinde inceleme yapılarak öneri projede mevcut yaya yollarının ve toprak sahanın iyileştirildiği, projenin kamu yararına uygun olduğu ve koruya zarar vermeyeceği kanaatine varıldığı, ilgili koruma kurulu kararlarının 2863 sayılı Kanun ve ilgili Yönetmelik hükümleri ve ilke kararları gözetilerek alındığı, dava konusu işlemlerde koruma ilkelerine ve hukuka aykırılık bulunmadığı” 

Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın davayı istinafa götürme gerekçesi ise “Validebağ Korusunun halkın yoğun kullanımı sonucu fiziksel mekanlarında büyük oranda tahribata maruz kaldığı, alanın koruma kurullarınca uygun bulunan peyzaj projesi dahilinde sert zeminlerinin büyük bölümünün onarım ve rehabilitasyonunun yapılmasının kaçınılmaz hale geldiği, gece kullanımına ilişkin aydınlatma projesi hazırlandığı, korunun doğal kaynak değeri ve faunasının korunduğu, dava konusu işlemlerde kamu yararına ve hukuka aykırılık bulunmadığı” idi. 

Mahkeme: Bakanlıkların gerekçeleri yeterli değil 

4. İdare Mahkemesi’nin kararında, Bakanlık ve Belediye Başkanlıklarının ileri sürdüğü iddiaların dayandığı hukuki ve kanuni gerekçelerin, İstanbul 6. İdare Mahkemesi’nin 7 Aralık 2022’de vermiş olduğu kararın kaldırılmasını gerektirecek nitelikte bulunmadığının altı çizildi.

Validebağ Gönüllüleri ve Validebağ Savunması sosyal medyadan yaptığı açıklamalarda kararı uzun mücadelenin sonucunda gerçekleştiğini ve mücadelenin devam edeceğini vurguladı.

Validebağ davası görüldü: Koru kazandı

 

Uzmanlar: İklim değişikliği kontrolden çıkıyor, toplum gelecekteki krizlere hazırlanmalı

Haber-Fotoğraf: İrfan TUNCÇELİK

*

Türkiye gibi birçok ülke, giderek artan iklim değişikliği etkileri ile daha fazla başa çıkmak zorunda kalıyor. Özellikle son yıllarda sık sık yaşanan şiddetli seller, ülkenin iklim değişikliğinin yarattığı risklere karşı ne kadar savunmasız olduğunu bir kez daha gözler önüne seriyor.

Bilim insanları, bu değişen iklim koşullarının, Türkiye’yi daha fazla aşırı hava olayına maruz bırakarak sel felaketlerinin sıklığını ve şiddetini artırabileceği uyarısında bulunuyor. Bu bağlamda, başkent Ankara ve Türkiye’nin en büyük kenti İstanbul’da, küresel iklim değişikliğinin şehir planlaması ve kentsel altyapı üzerindeki etkileri giderek daha belirgin hale geliyor. Ankara ve İstanbul gibi büyük metropoller, değişen iklim koşullarıyla başa çıkabilmek adına stratejik önlemler almaya zorlanıyor. İklim değişikliğinin, Türkiye’nin birçok bölgesinde artan seller ve aşırı hava olaylarıyla birlikte kentsel alanları tehdit ettiğini belirten şehir plancıları, sel yönetimi ve iklim değişikliğine uyum sürecinde kent planlamasının kritik rolünü vurgulayarak, geleceğin kentlerini iklim değişikliğine karşı nasıl hazırlanabileceği konusunda uyardı.

‘İklim değişikliği artarak kontrolden çıkıyor’

Şehir Plancıları Odası (ŞPO) Ankara Şubesi Kentsel Politika Planlaması ve Yerel Yönetimler Uzmanı Dr. Ceren Gamze Yaşar ile ŞPO İstanbul Şubesi Başkanı Pelin Pınar Giritlioğlu, küresel iklim değişikliğinin şehir planlaması ve kentsel altyapı üzerindeki etkilerini değerlendirdi.

İklim krizinin toplumun farklı kesimlerini, yerleşimleri ve sektörleri farklı şekillerde etkilediğini vurgulayan şehir plancısı Dr. Ceren Gamze Yaşar, bu çeşitliliği anlamadan etkili çözümler üretmenin zor olduğunu belirtti. Yaşar, tüm bu sonuçların şehir planlama ve kentsel altyapı üretimi için çok asli ve görmezden gelinemeyecek bir hale geldiğini ifade ederek şöyle devam etti:

“Bizim insan faaliyetleri ile dünyayı yoğun bir etki altında bıraktığımız bu çağda (antroposen), bu parametrelerle ölçülen iklim değişikliği artarak kontrolden çıkıyor ve tüm bu yaşadığımız ve çözme yönünde adımları atmayarak ya da yetersiz atarak kördüğüme çevirdiğimiz soruna, mekanda, toplumda, ekonomide bütün etkileri ile beraber iklim krizi deniyor.”

İklim krizinin şehir planlaması ve altyapı üretimini nasıl etkilediğine değinen Yaşar, sıcaklık artışının, yağış rejimindeki değişimler ve şiddetli hava olaylarının bu alanda nasıl sorunlara yol açtığını değerlendirdi. Yaşar, önümüzdeki yılları şekillendirecek planların, çevre düzeni ve imar projelerinin, şehir planlamasının iklim krizine uyum sağlama çabalarının yeni çözülmesi gereken sorunlar olduğunu gösterdiğini belirttiği değerlendirmesini şöyle sürdürdü:

“Artan sıklıkta yaşanan seller örneğin, başta can güvenliği olmak üzere, halk sağlığı sorunları, salgın hastalıklar, kanalizasyon sistemine aşırı yüklenme ve ciddi zararlar, içme suyu sisteminde kirlilik veya hasar, katı atık yönetiminde (toplama ve bertaraf) aksaklıklar yaratabiliyor. Sıcaklık artışı, içme suyu veya atık su arıtma tesisleri için, katı atık bertaraf tesisleri için ek maliyetler ve ek süreçler çıkartabiliyor. Yağış rejiminin değişmesi, örneğin kuraklık ile düşen az yağış, ya da artan tarımsal sulama ihtiyacı ile su bütçemizin daha da çoğunun tarımsal sulamaya gitmesi, bizim de su tüketimimizin giderek artması, su kayıp kaçakları ile birleşince büyükşehirler için ciddi su krizleri çıkarabiliyor. Ani gelişen yangınlar, can kayıplarının ve ciddi doğal alan kayıplarının yanı sıra, kentsel veya kırsal yapılı çevrede yapı stokuna, altyapıya büyük zararlar verebiliyor. Aynı zamanda, enerji altyapımız, örneğin termik santraller, böyle yangınlarda riski daha da katlayan tehlikelere de dönüşüyor.”

Plansız yapılaşma kentleri afetlere açık hale getirdi

Yaşar, bu bağlamda, şehir planlamasının sadece günlük sorunlara değil, aynı zamanda iklim krizinin kalıcı ve geçici etkilerine karşı uzun vadeli çözümler de üretmek durumunda olduğuna dikkat çekerek, bugün alınan tedbirlerin, gelecekteki felaketlere karşı kentleri hazırlıklı hale getirmekte kritik bir rol oynayacağını ifade etti.

“Başımıza gelen felaketler ile yarattığımız felaketleri ayrıştırmak lazım” diyerek, iklim krizinin, şiddetli hava olayları ve deniz seviyesindeki yükselmeler gibi doğal felaketlere neden olduğunu hatırlatan Yaşar, bu felaketleri yaratan plansız yapılaşmanın getirdiği sorunlarla kentlerin ciddi afetlere açık hale getirildiğini dile getirdi.

Dr. Ceren Gamze Yaşar, son dönemde yaşanan sel felaketlerinin İnebolu’da, İskenderun’da, Urfa’da, çok ciddi afetlere dönüşmüş olmasının plansızlığın payının büyük olduğunu belirterek iklim krizinin etkilerinin genellikle birbirinden bağımsız ele alındığı için çözüm sürecinde zorluklar yaşandığını kaydetti ve ekledi:

“Ülkede plansız yapılaşma eğilimi, kısa vadeli çözümlere ve sorunları görmezden gelmeye yönlendiriyor.”

Son dönemde bazı şehirlerin, bütünlüklü iklim eylem planları ve uyum stratejileri geliştirmeye çalıştığını belirten Yaşar, bu stratejilerin, ancak üst ölçek planlarla bütünleştirildiğinde etkili olabileceğini ve mevcut mevzuat değişikliklerinin ise henüz uygulamada belirgin bir ilerleme sağlamadığını da hatırlatarak sözlerine şöyle devam etti:

“İklim krizine, sellere, afetlere, ya da iklim krizi ile ilgisiz ama ülkenin asli sorunlarından biri haline gelmiş olan depreme hazır bir şehrimiz olduğunu düşünmüyorum, Maraş depremi sonrası, oradaki geçici barınma sorununu bile çözememiş, sıklıkla sellerin yaşandığı, düzensiz konteynır kentlerde yaşam sürmeye çalışan ya da başka kentlere göçüp iş ve konut sorunu ile cebelleşen büyük bir nüfusa sahibiz, gittikleri kentler de depreme ya da sele hazır değil üstelik. Adaptasyon stratejileri Amerika’yı yeniden keşfetmeyi gerektirmiyor, her yere özgü detaylı çalışma ve analiz sonrası, iyi bir planlama, sonrasında da sıkı bir uygulama ve daha da sıkı bir denetlemeyi gerektiriyor. Strateji geliştirme konusunda pek çok çalışan meslektaşım veya benzer meslek gruplarından insan var, ancak uygulama kısmı belki bugün en çok üstünde tartışmamız gereken kısım.”

Kentleşme ve nüfus artışının beraberinde getirdiği zorluklarla baş etmek için sürdürülebilir şehir planlamasının önemli olduğunu, özellikle sel riski taşıyan bölgelerde, iklim değişikliği adaptasyonunu sağlamak adına şehir planlamasında çeşitli önlemlerin alınması gerektiğini anlatan Yaşar, mevcut durumu detaylı bir şekilde analiz etmenin ve risk altındaki alanları belirlemenin önemli bir adım olduğunu ve kenti bir bütün olarak ele alan ve kendi havzasıyla uyumlu bir su yönetim planı oluşturmanın kaçınılmaz olduğunu vurguladı.

Yaşar, bu bağlamda, yeraltı master planları, yağmur suyu toplama sistemleri gibi entegre ve özgün çözümlerle adaptif bir planlama sürecinin başlatılması gerektiğini belirterek, “Yerebatan Sarayı gibi sarnıç sistemleri, bize bu işin bir tek yerele uygun ve özgü ama entegre ve genel kamu yararı, şehircilik ilkeleri ve planlama esaslarını gözeten çözümlerle yapılabileceğini söylüyor. Uyum sağlamak, adaptif bir planlama için çok iyi veri toplama, veriyi analiz etme, sentezleme, prensipler ve gereksinimler çerçevesinde (ki gereksinimler de bir veri seti doğurur) plan üretme ve sıkı biçimde uygulamayı gerektirir. Mesele esneklik meselesinden öte bir planlama, kestirim, veri, analiz, uygulama ve denetleme meselesi olarak ele alınmalı. Ani gelişen olaylara ani direnç ve çözüm bir ayağı iken diğer ayağı bunları yaparken uzun vadede yeni sorun yaratmamak, aksine uzun vadede plan çözümlerine katkı da koymak” diye konuştu.

Afet sonrası hızlı çözüm üretme kaygısı uzun vadeli planlamayı ihmal ediyor

Kentleri, iklim krizinin etkilerine karşı akıllı sistemler ve teknolojik yenilikleri entegre ederek daha dirençli hale getirmenin ve krizlere hazırlamanın mümkün olduğunu söyleyen Dr. Ceren Gamze Yaşar, iktidarın uyguladığı kent politikalarının sel risklerini azaltma ve altyapıyı güçlendirme konusundaki yaklaşımını da değerlendirdi. Türkiye’de afetler öncesi ve sonrasında şehir planlamasında belirgin bir farklılaşma gözlenmediğini ve afet sonrası hızlı çözüm üretme kaygısı uzun vadeli planlamayı ihmal ettiğini belirten Yaşar, kentsel dönüşümün, genellikle plansız bir biçimde gerçekleştiğini ve bu durumun, önceki afetlerin ardından alınmayan derslerin, bu afetlerin tekrarlanmasına sebebiyet verdiğini belirtti.

Dr. Ceren Gamze Yaşar, sel risklerini azaltma ve altyapıyı güçlendirme projelerinin genellikle büyük planların parçası olmaktan uzak, parçacı ve proje bazlı olarak hayata geçirildiğini ifade ederek bu projelerin, aceleye getirilmiş, kaynak kısıtlamalarıyla mücadele eden bir yaklaşımla uygulandığını, sorunların çözümü için bütüncül bir plan ve sıkı bir uygulama stratejisi olmadan, parçacı projelerin ve noktasal kararların tek başına yeterli olamayacağını vurguladı.

Yaşar, son 20 yılda Ankara’da artan yapılaşma, yıllar içinde üzeri asfalt ile kapatılmış ve beton kanallara alınarak kanalizasyon haline getirilmiş 200’ün üzerinde derenin, şehirdeki sel riskini nasıl etkilediğini, İncesu, Hoşdere, Kavaklıdere, Bent Deresi, Akdere gibi ismini betonla kapatılan derelerden alan yerleşim alanlarında yaşayan insanlar için sel riskinin nasıl bir tehdit oluşturduğunu anlattı:

“Alttakini görmezden gelen bu yapılaşma biçimimiz, bizi Ankara’da dalgıçla kurtarma yapılan altgeçitlere, denizsiz şehirde boğularak ölen gencecik insanların yaşadığı bodrum katlarına, nehre dönüşen yollara mahkum etmiş durumda. İklim krizinin etkisi yere, yerleşime göre değişiyor demiştik, belli ki Ankara’da şiddetli hava olayları ve mevsim normalleri üstünde yağışlarla böyle bir etki yaratıyor. Bu olayların sıklığının da artacağı kestiriliyor. Bu durumda, gelişkin bir yağmursuyu toplama sistemi, derelerin tek tek ele alınarak politika geliştirip uygulanması, geçirgen yüzeylerin arttırılması, yağmur suyu hasadı gibi alanlara yönelmesi yeni yapılan binalar için zorunlu hale geldi.”

‘Yerel yönetimlerde bilgi eksikliği var’

Ankara genelinde Su Yönetimi Genel Müdürlüğü tarafından hazırlanan Taşkın Yönetim Planlarının, detaylı analizlerle su altında kalma risklerini belirleyerek şehirdeki taşkın sorunlarına çözüm odaklı bir yaklaşım sunduğunu dile getiren Yaşar, yerel yönetimlerde bu planların uygulanması ve taşkın riski altındaki bölgelerde alınan önlemler hakkında net bir bilgi eksikliği yaşandığını da sözlerine ekledi.

Hoşdere ve çevresinde yaşadığını belirten Yaşar, özellikle yoğun yağışlarda cadde kapanması, ağaç devrilmesi gibi sorunların, uzun vadeli çözümlerin yanı sıra acil ve kısa vadeli önlemleri de gerekli kıldığına dikkati çekerek, bu noktada, uzmanlar ve yerel yönetim temsilcileri arasında bir işbirliği oluşturulması, sürdürülebilir altyapı tasarımında toplumun katılımının ve bilinçlendirmenin sel yönetimindeki rolüne de değindi.

Giritlioğlu: Planlama kavramını reddettik, vahşi ve istilacı bir kentleşme süreci var

Türkiye’nin uzun yıllardır planlama kavramını reddederek kentleştiği belirlemesinde bulunarak sözlerine başlayan ŞPO İstanbul Şubesi Başkanı ve akademisyen Pelin Pınar Giritlioğlu, bunun, iklim değişikliğinin en önemli sebeplerinden bir tanesi olduğunu belirterek şöyle devam etti:

Vahşi ve istilacı bir kentleşme süreci var. Üst planlama kavramını reddettik. İstanbul’un bir çevre düzeni var. Bu planın birtakım kararları var. İklim değişikliğini de gözeten kararlar bunlar, örneğin Kuzey ormanlarının korunması, İstanbul’un kuzeyine doğru yapılaşmanın engellenmesi, TEM otoyolunun kuzey baskısından arındırılması, su havzalarının korunması, yaban hayatının korunması, hassas ekolojik alanların korunması gibi kararları var. Tarım ve mera arazilerinin korunması gibi kararları var. Bütün bunlara rağmen, o yıllardan itibaren biz bu kararları deldik. Üçüncü havalimanı, üçüncü köprü, kuzey Marmara otoyolu, Avrasya tüneli gibi birçok proje bu planlara sonradan eklendi. İstanbul’un bu üst ölçekli planla 2030 yılı için belirlenen 16 milyonluk nüfus eşiği daha şimdiden 20 milyonları geçmiş durumda. Bu ne demek, daha fazla yapı demek, daha fazla insan yoğunluğu demek, daha fazla trafik yükü demek ve daha fazla hassas alanın istila edilmesi, yapılaşmaya açılması, betonlaşması demek.  İstanbul’un içinde toprak kalmadı.

Her taraf beton, zemine baktığımızda beton, neden bu kadar fazla sel var, suyu aşağıya çekecek toprak kalmadı, beton suyu tutuyor, bu sellerin artmasında önemli sebeplerinden bir tanesi. İstanbul’un rüzgar koridorları, devasa yüksek yapılarla kesildi. Bu şehir içinin daha fazla ısınması demek. Ormanlar giderek yok oluyor, ormanları besleyen yer altı suları da yok oluyor. Denizler ısınıyor. Müsilajın bile sebeplerinden bir tanesi, denizin daha fazla ısınması, yer altı suları denizi daha fazla beslemeği ve serinlemediği için, şehirlerin ısınmasından dolayı kar yere inemiyor, yukarda eriyor ve yağmura dönüşüyor. Orman olmayınca yağmur inmiyor. Birbirine bağlı bir sürü şey adım adım geliyor. Bunların başında plansızlık var. İklimi dikkate almayan mega projeler var.”

‘İnsan müdahaleleri ekosistem üzerinde manipülasyon yaratıyor’

Doğa felaketlerinin sıklıkla, insanların “doğa intikam alıyor” ifadesiyle açıklandığını ancak gerçekte, doğanın intikam almadığını sadece kendi dengesini koruma çabasında olduğunu ifade eden Giritlioğlu, dere yataklarını daraltmak, yapılaşmayı bu alanlara daha fazla yaklaştırmak, kıyı kenar çizgilerini hukuksuzca değiştirmek gibi insan müdahalelerinin, doğanın taleplerini reddetmek yerine, ekosistem üzerinde manipülasyon yarattığına vurgu yaptı.

İklim dostu planlardan ziyade, ekosistemi etkileyen projelerle gelişen bir anlayışın, doğal dengenin bozulmasına yol açtığını sözlerine ekleyen Giritlioğlu, “Dere ıslahı adı altında yapılan betonlaşma ve tünellere gömme çalışmaları, doğaya dokunmamak, ona saygı göstermemek anlamına geliyor. Planlar yerine projelerle ilerlediğimiz sürece, iklim krizleri ve felaketlerle yüzleşmeye devam edeceğiz. 2009’da Basın Ekspres Yolu‘nun sular altında kalması, dere üzerine yapılaşmanın ve plansız projelerin ne kadar zararlı olduğunu gösteriyor. Dereye yaklaşmamak ve doğaya saygı göstermemek, yaşadığımız felaketleri önlemenin anahtarı olabilir” dedi.

‘Akıllı yöneticiler olmadan akıllı kentlerden bahsedilemez’

Giritlioğlu, kentsel dönüşüm projeleri içerisinde iklim dostu çözümlerin şu ana kadar hiç dikkate alınmadığını, sadece daha fazla kat artışı ve nüfus yoğunluğuna hizmet eden projelerin gerçekleştiğini belirterek sözlerini şöyle sürdürdü:

“Akıllı kentlerden, akıllı ulaşım sistemlerinden, dijital kentlerden bahsediliyor. Akıllı yöneticiler olmadığı sürece bunların hiçbir faydası yok. Şu an ki iktidar ne yazık ki böyle bir akılla davranmıyor. Tamamen rant odaklı projeler gerçekleştirirken iklim dostu çözümleri dikkate almıyor. Koruma planlarında yazanlara ilişkin uygulama ile teori birbirine paralel yürümüyor. Vahşi ve rant odaklı yapılaşma sadece bizim gibi ülkelerde var. İstanbul’un Kuzey ormanları Avrupa’nın acil korunması gereken 100 ormanı içerisinde sayılıyor. Biz boyuna onu yok ediyoruz. Planlar doğrudan orman alanlarını tahrip eden planlar. Kanal İstanbul projesi tam bir eko-kırım projesidir. 130 milyon tarım alanını etkiliyor. Bunun 5 milyon metrekaresi mutlak korunması gereken tarım arazisi. Bütün bu tarım arazisi vasfını kaybetti. Yapılan imar planlarıyla yapılaşmaya açıldı. Olası bir afet durumunda kentin toprağa ihtiyacı var. Biz bu toprakların hepsini yapılaşmaya açtık. Kentleşmeye kurban ettik. Kentin içinde açık alan kalmamış, kentin dışındaki son açık alanlar da tarım arazileri gibi bu projelerle yok olacak. Bunlar da betonlaşacak. İktidarın böyle bir derdi, kaygısı yok. Belgelerde öyle görünüyor olabilir. Ama uygulamaya geçtiğimizde böyle bir şeyin olmadığını görüyoruz.”

İstanbul’un açık alanlarının, su havzaları, tarım, mera, orman ve kıyı bölgelerinin, plansız yapılaşma baskısı altında olduğunu söyleyen Giritlioğlu, özelleştirme programlarıyla belirli firmalara devredilen bu alanların, hukuksuz yapılaşmaların pençesine düştüğünü ifade ederek, “Kıyı bölgeleri, rüzgarın özgürce dolaşmasını engelleyen binalarla dolu, ve kıyılar neredeyse tamamen yapılaşmış durumda. Bu durumu düzeltmek, kamu arazilerini koruma altına almak ve kent içinde boşluklar yaratmak için somut adımlar atılmalıdır. Derelerin etrafındaki yapılaşmalar gözden geçirilmeli ve düzenlenerek doğal akışlarına kavuşturulmalıdır. İstanbul’un hala barındırdığı yaban hayatı için koruma stratejileri geliştirilmeli, büyük kent parkları oluşturulmalıdır. “Millet Bahçesi” adı altında ideolojik-sembolik projelerle müteahhitlere rant kapısı açılmasının önüne geçilmeli. İstanbul’un doğal zenginliklerini korumak, gelecek nesillere sağlıklı ve sürdürülebilir bir çevre bırakmak adına planlı çözümler şarttır” dedi.

Toplum gelecekteki krizlere hazırlanmalı

Giritlioğlu, taşkın ve sel olaylarını önceden haber vermek yerine, bu felaketleri tamamen önlemek için şehir planlamasına öncelik verilmesi gerektiğini, Karadeniz’de dere kenarlarına yapılan AFAD benzeri kamu binalarına atıfta bulunarak, sel ve taşkın riski taşıyan yerlerde önleyici bir planlama yapılmasının önemini vurguladı.

Toplumun bilinçsizliği, özellikle altyapı ve üst yapı konularında ciddi sorunlar doğurduğu belirlemesinde bulunan Giritlioğlu, “Belediyeler, bilinçli yapılaşma ve afet farkındalığı konusunda toplumu bilinçlendirecek seminerler düzenlemeli, okullarda eğitim programları başlatmalı. Küçük yaşlarda başlayacak bir bilinç oluşturmak, gelecekteki krizlere karşı daha hazır bir toplum yaratmak için önemli bir adım olacaktır” dedi.

Greta Thunberg: İnsan hakları olmadan iklim adaleti olmaz

İsveçli iklim aktivisti Greta Thunberg, Gelecek İçin Cumalar (Fridays for Future-İsveç) hareketinden Alde Nilsson, Jamie Mater ve Raquel Frescia ile birlikte bir yazı kaleme alarak; Gazze‘de yaşanan acıları dile getirmekten vazgeçmeyeceklerini söyledi; “İnsan hakları olmadan iklim adaleti olmaz” dedi.

The Guardian gazetesinde yayımlanan yazıda İsrail’in Gazze Şeridi’ne yönelik saldırılarında ’15 binden fazla kişinin öldüğü, bu kişilerin en az 6 bininin çocuk’ olduğuna dikkat çekildi. Bu sayıların artmaya devam ettiği ifade edilen yazıda, “İsrail, temel toplumsal altyapıyı ve hastane, okul ve mülteci kampı gibi sivil hedefleri bombaladı. İsrail, abluka uyguladı, gıda, ilaç ve yakıtın işgal altındaki Gazze Şeridi’nde mahsur kalmış 2,3 milyon Filistinliye ulaşmasına engel oldu, bu da Oxfam‘ın İsrail’e açlığı bir savaş silahı olarak kullanma suçlamasını yöneltmesine yol açtı” değerlendirmesine yer verildi.

‘Politize olmadık, biz hep politiktik’

Aktivistler şunları yazdı:

“Düzinelerce Birleşmiş Milletler uzmanı durumu “soykırım” olarak nitelendirdi, yüzlerce uluslararası bilim insanı  gelişen bir soykırım konusunda uyardı ve önde gelen İsrailli soykırım uzmanı Raz Segal bunu “bir soykırım vakası” olarak nitelendirdi. Ancak dünyanın çoğu, özellikle de sözde küresel kuzey, başka yöne bakıyor.

Bu dehşete rağmen bazıları, kamuoyundaki tartışmayı , iklim adaleti hareketindeki gençlerin Gazze hakkında yaptığı açıklamaları gayri meşru hale getirme girişimlerine odaklamayı seçti . Pek çok kişinin iddia ettiğinin aksine Fridays for Future ne “radikalleşti” ne de “politik hale geldi”. Biz her zaman politik olduk, çünkü her zaman adalet hareketi olduk. Filistinlilerle ve etkilenen tüm sivillerle dayanışma içinde olmamak bizim için hiçbir zaman söz konusu değildir.

İklim adaletini savunmak temel olarak insanlara ve onların insan haklarına önem veren bir yerden gelir. Bu, nedeni ne olursa olsun insanlar acı çektiğinde, evlerinden kaçmak zorunda kaldığında veya öldürüldüğünde seslerini yükseltmek anlamına geliyor. Sápmi , Kürdistan , Ukrayna ve diğer pek çok yerdeki ötekileştirilmiş gruplarla ve onların emperyalizme ve baskıya karşı adalet mücadeleleriyle dayanışma amacıyla her zaman grevler yapmamızın nedeni de budur . Filistin’le dayanışmamız da farklı değil ve kamuoyunun odağının Filistinlilerin şu anda karşı karşıya olduğu korkunç insani acılardan uzaklaşmasına izin vermeyi reddediyoruz.

‘İsveç katliamlara suç ortaklığı yapıyor’

Üzerimize olan ilginin çokluğu ve konumumuzun çok sayıda yanlış yorumlanması nedeniyle, duruşumuzu bir kez daha netleştirmek istiyoruz. Tüm Fridays for Future grupları özerktir ve bu makale FFF İsveç dışında hiç kimsenin görüşlerini temsil etmemektedir.

İsrailli sivillerin Hamas tarafından korkunç şekilde öldürülmesi, hiçbir şekilde İsrail’in süregelen savaş suçlarını meşrulaştıramaz. Soykırım meşru müdafaa değildir ve hiçbir şekilde orantılı bir tepki değildir. Ayrıca bunun , Uluslararası Af Örgütü‘nün apartheid rejimi olarak tanımladığı Filistinlilerin onlarca yıldır boğucu bir baskı altında yaşadığı daha geniş bir bağlam içinde gerçekleştiği de göz ardı edilemez . Bütün bunlar tek başına durum hakkında yorum yapmak için yeterli sebep olsa da, bir İsveç hareketi olarak, İsveç’in İsrail silah şirketleriyle askeri işbirliği yapması nedeniyle de sesimizi yükseltme sorumluluğumuz var ; bu da İsveç’i İsrail’in işgaline ve toplu katliamlara suç ortağı yapıyor.

‘Ayrımcılığı kayıtsız şartsız reddediyoruz’

Artık İsveç’te ve dünyada Yahudi karşıtı ve İslamofobik açıklama, eylem ve nefret suçlarında keskin bir artış görüyoruz . İsveç’in sağcı iktidar bloğunun en büyük üyesinin lideri, camilerin yıkılmasından söz ederken, Malmö‘deki bir sinagogun önünde İsrail bayrağı yakıldı . Bu kabul edilemez. Antisemitizm ve İslamofobi de dahil olmak üzere her türlü ayrımcılığı kayıtsız şartsız kınıyoruz. Bu kriz hakkında sesini yükselten herkesin Hamas, Müslümanlar ve Filistinliler arasında ayrım yapma sorumluluğu var ve İsrail devleti, Yahudi halkı ve İsrailliler arasında.

‘Sessizlik suç ortaklığıdır’

Geçtiğimiz birkaç hafta içinde kaybedilen canların acısını çekiyoruz ve bu sayıların artmaya devam etmesine izin verilmesi karşısında dehşete düşüyoruz. Gazze Şeridi’ndeki ölüm oranı tarihi bir zirveye ulaştı; sadece birkaç hafta içinde binlerce çocuk öldürüldü . Bu kadar acının anlaşılması mümkün değil ve devam etmesine izin verilemez. BM uzmanları dünyayı soykırımı önlemek için harekete geçmeye çağırdığında , biz de insanlar olarak bunu açıkça dile getirme sorumluluğuna sahibiz.

“Bu affedilemez şiddete son verilmesini talep etmek temel bir insanlık meselesidir ve bunu yapabilecek herkesi çağırıyoruz. Sessizlik suç ortaklığıdır. Gelişmekte olan bir soykırımda tarafsız olamazsınız.”

 

2011-2020 yılları kayıtlara ‘en sıcak 10 yıl’ olarak geçti

Dünya Meteoroloji Örgütü (WMO) 2011-2020 yıllarında iklim değişikliğinin etkisiyle meydana gelen aşırı doğa olaylarına ilişkin verilerin yer aldığı raporunu yayımladı.

Dubai’de devam eden Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (UNFCCC) 28. Taraflar Konferansı (COP28) kapsamında yayımlanan raporda, küresel sıcaklık artışını sanayi öncesi döneme (1850-1900) göre 1,5 santigrat dereceden fazla olmayacak şekilde sınırlamaya çalışmak için çok daha etkili iklim eylemlerine ihtiyaç duyulduğu vurgulandı.

Raporda, iklim değişikliğinin etkilerinin 2011-2020 yıllarında endişe verici oranda arttığı, bu tarihlerde “en sıcak 10 yılın” yaşandığının kayıtlara geçtiği belirtildi.

2011-2020 dönemi için küresel ortalama sıcaklığın 1850-1900 ortalamasının 1,10 santigrat derece üzerinde olduğu kaydedilen raporda, dünya genelinde kaydedilen en sıcak altı yılın 2015 ile 2020 yılları arasında yaşandığı aktarıldı.

Bu süreçte en sıcak iki yıl,  El Nino hava olayının etkisiyle 2016 ve 2020 yılları  oldu.

WMO’nun raporunda sera gazı konsantrasyonlarının sürekli artmasının kara ve okyanus sıcaklıklarının rekor seviyeye yükselmesinin yanı sıra, buzların erimesi ile deniz seviyesinin yükselmesinde keskin bir artışa neden olduğu; 2011’den 2020’ye kadar deniz seviyesinin yıllık 4,5 milimetre yükselirken, bu oranın 2001-2010 döneminde 2,9 milimetre olarak kayıtlara geçtiği de kaydedildi.

Bu süreçte deniz ısı dalgaları daha sık ve yoğun hale geldi,  2011 ile 2020 arasındaki herhangi bir yılda okyanus yüzeyinin yaklaşık yüzde 60’ı bir sıcak dalgasına maruz kaldı.

‘Buzullar yılda yaklaşık 1 metre inceliyor’

Raporda, özellikle kutup bölgelerinde ve yüksek dağlarda meydana gelen büyük dönüşüm konusunda uyarı yapıldı: “Buzullar yılda yaklaşık 1 metre inceliyor. Bu benzeri görülmemiş bir kayıp ve milyonlarca insanın su kaynakları üzerinde uzun vadeli etki oluşturuyor” ifadelerine yer verildi.

Antarktika kıtasal buz tabakasının 2011-2020 yılları arasında 2001-2010 dönemine kıyasla neredeyse yüzde 75 daha fazla buz kaybetti. Bu durum, alçakta bulunan kıyı bölgelerin varlığını tehlikeye atacak olan gelecekteki deniz seviyesi yükselişi açısından kaygı verici bir gelişme.

Raporda, Grönland ve Antarktika‘nın, 2011-2020 yılları arasında 2001-2010 dönemine kıyasla yüzde 38 daha fazla buz kaybettiği vurgulandı.

‘Erken uyarı sistemleri işe yaradı’

Son 10 yılda yaşanan aşırı doğa olaylarının, özellikle gıda güvenliği, yerinden edilme ve göç üzerinde tahrip edici etkiler oluşturduğunu ve Sürdürülebilir Kalkınma Hedeflerine yönelik ulusal kalkınmayı ve ilerlemeyi engellediği belgelenen raporda şunlar denildi:

“Tahminler, erken uyarılar ve koordineli afet yönetimi, müdahale konularındaki iyileşmede etkili oldu. Ekonomik kayıpların artmasına rağmen, gelişmiş erken uyarı sistemleriyle bağlantılı olarak aşırı olaylardan kaynaklanan ölümlerin sayısı azaldı.”

Ancak, kamu ve özel iklim finansmanının 2011-2020 yıllarında iki katına çıkmasına rağmen iklim hedeflerine ulaşmak için 2030’un sonuna kadar en az yedi kat artması gerektiği vurgulandı.

Aşırı hava ve iklim olaylarından kaynaklanan ekonomik kayıpların artmaya devam ettiği aktarılan raporda, 2005’de ABD‘deki Katrina Kasırgası dünyanın en maliyetli hava durumu felaketi olduğu hatırlatıldı.

Antarktika’daki ozon deliğinin genişliğinin ise 2011-2020’de önceki 20 yıla göre daha küçük olması olumlu bir gelişme olarak değerlendirildi.

‘1990’lardan bu yana her 10 yıl bir öncekinden daha sıcak oldu’

WMO Genel Sekreteri Petteri Taalas, çalışmalarıyla ilgili “1990’lardan bu yana her 10 yıl bir öncekinden daha sıcak oldu. Bu eğilimin hemen tersine döneceğine dair bir işaret görmüyoruz” dedi.

Daha fazla ülkenin, diğer on yıllara kıyasla rekor düzeyde yüksek sıcaklıklar bildirdiğini anımsatan Taalas, okyanusların giderek daha hızlı ısındığını ve deniz seviyesinin yükselme oranının bir nesilden kısa bir sürede neredeyse iki katına çıktığını belirtti; eriyen buzulları ve buz tabakalarını kurtarmada başarısız olunduğunu ifade etti: “Bu durum, açıkça insan faaliyetlerinden doğan sera gazı emisyonlarından kaynaklanıyor. İklim değişikliğinin kontrolden çıkmasını önlemek için öncelikli olarak sera gazı emisyonlarını azaltmalıyız.”

“Hava şartlarının  giderek daha aşırı hale geldiğine ve  bunun sosyoekonomik kalkınma üzerinde açık ve kanıtlanabilir bir etkisi olduğuna vurgu yapan Taalas, “Kuraklık, sıcak hava dalgaları, seller, tropikal kasırgalar ve kontrol edilemeyen yangınlar altyapıya zarar veriyor, tarımsal ürünleri yok ediyor, su kaynaklarını sınırlıyor ve kitlesel yer değiştirmelere neden oluyor. Çok sayıda çalışma, özellikle yoğun ısı riskinin son 10 yılda önemli ölçüde arttığını gösteriyor” diye konuştu.

[COP28] İklim görüşmelerine rekor sayıda fosil yakıt lobicisi katıldı

Kick Big Polluters Out (KBPO) koalisyonunun yeni analizine göre, en az 2456 fosil yakıt lobicisine Dubai’deki COP28 zirvesine giriş izni verildi ve bu da dünyanın en büyük kirleticilerinden bazılarının temsilcilerinin önemli iklim görüşmelerinde daha önce benzeri görülmemiş bir varlık gösterdiğine işaret ediyor.

Üstelik bu artış, fosil yakıtların ve bunların kullanımdan kaldırılmasının odak noktası olduğu bir COP’a denk geliyor. Aynı zamanda küresel güney ülkelerinden, kamu görevlilerinden, BM bileşenlerinden ve sivil toplumdan kirleticilerin görüşmelerden çıkarılması yönündeki çağrı da artarak devam ediyor.

[COP28] Zirve başkanından iklim inkarına varan açıklama: Fosil yakıtları durdurmak bilimsel değil

Lobicilerin sayısı, yerli temsilcilerin yedi katı

Kick Big Polluters Out koalisyonunun analizine göre:

COP28’de iklim açısından en kırılgan on ülkenin 1509 delegesinden daha fazla fosil yakıt lobicisi bulunuyor. Bu, fosil yakıt endüstrisinin varlığının krizin ön saflarında yer alanların varlığını nasıl gölgede bıraktığını gösteriyor.

Zirveye katılan en büyük endüstri temsilcisi Cenevre merkezli Uluslararası Emisyon Ticareti Birliği (IETA) oldu. Bu grupta aralarında büyük kirleticiler Shell, TotalEnergies ve Norveçli Equinor‘dan temsilcilerin de bulunduğu 116 kişi var.

Dubai görüşmelerine 316 resmi yerli temsilci katılıyor. Girişine izin verilen fosil yakıt lobicilerinin sayısı bu sayının yedi katından fazla.

Fransa ülke delegasyonunun bir parçası olarak TotalEnergies ve EDF gibi fosil yakıt devlerini, İtalya ENI temsilcilerinden oluşan bir ekibi, Avrupa Birliği ise BP, ENI ve ExxonMobil çalışanlarını zirveye getirdi.

KBPO delegeleri fosil yakıt çıkarlarıyla ilişkilendirmek için yalnızca şirket web siteleri, haberler veya InfluenceMap gibi kamuya açık kaynakları kullanıyor.

[[COP28] ABD dahil yedi ülke ‘kömür sonrası temiz enerji ittifakı’na katıldı
[COP28’e doğru] Belgeler sızdırıldı: Ev sahibi BAE iklim görüşmeleri sırasında petrol anlaşmalarını teşvik etmiş
Fotoğraf: Martin Meissner / AP

‘COP28 iklim inkârı sisiyle gölgeleniyor’

Bulgulara yanıt veren Start:Empowerment‘tan Alexia Leclercq şunları söyledi:  

“Gerçekten Shell, Chevron ya da ExxonMobil‘in bu görüşmeleri pasif bir şekilde gözlemlemeleri için lobiciler gönderdiğini mi düşünüyorsunuz? Havasını ve suyunu kirlettikleri toplumların yararına iklim çözümleri geliştirmek için mi? İnsanları ve gezegeni kârdan ve açgözlü dolarlarından üstün tutmak için mi? Büyük kirleticilerin zehirli varlığı, fosil yakıtları toprakta tutmak için gereken yolları ilerletmemizi engelleyerek bizi yıllardır engelledi. COP28’in iklim gerçekliği değil, iklim inkârı sisiyle gölgelenmesinin nedeni onlar.”

Lobici şirketlerin çoğunun küresel kuzeyden olduğunu ve bunun sömürgeci bir yaklaşıma işaret ettiğini belirten IBON Afrika‘dan Caroline Muturi‘ye göre:

“Geçtiğimiz yıllarda COP’lar birçok şirket için çevreyi kirleten işletmelerini yeşil ışıkla gösterme ve gerçek iklim eyleminden tehlikeli bir şekilde uzaklaştırma aracı haline geldi. Bu durum, Afrika toplumlarının ve küresel güneyin geri kalanının, öncelikle kendilerini etkileyecek iklim politikalarının şekillendirilmesine anlamlı bir şekilde katılımını engelliyor.”

[COP28] Zirvenin üçüncü gününde gündem yenilenebilir enerji, yeni mali katkılar

Yirmi yılda 7200 fosil yakıt lobicisi iklim zirvesine katıldı

Bu yıl ilk kez, sivil toplumun sürekli baskısı sayesinde, COP28’e katılan kişilerin kimleri temsil ettiğini açıklaması gerekti ve önceki COP’lara muhtemelen gizli olarak katılmış olan birçok lobici ortaya çıktı. 

Geçen yıl KBPO’nun analizi, Mısır‘daki COP27 iklim görüşmelerine en az 636 fosil yakıt lobicisine erişim izni verildiğini göstermişti; bu sayı bir önceki yıl Glasgow‘da 503‘tü. KBPO’nun son bulguları da fosil yakıt lobicilerinin son yirmi yılda en az 7200 kez COP’lara katıldığını ortaya koyuyor.

Başka kirletici endüstriler de zirveye katılıyor

BM iklim görüşmelerinde kurumsal erişim ve lobi faaliyetleri fosil yakıt endüstrisi ile sınırlı değil. Bu analize dahil edilmemiş olsalar da, finans, tarım ticareti ve ulaşım gibi iklim krizine derinden karışan diğer kirletici endüstriler de var.

[COP28] Papa Francis’ten çağrı: Fosil yakıtlara son verilmeli

[COP28] Türkiye’den 13 kurumdan kömürden acil çıkış çağrısı

Yıllardır Anadolu’da yaşam alanlarını ve geleceğini kömürün ipoteğinden kurtarmak için mücadele eden ve Kömürden Adil Çıkış: Hedef 2030 kampanyasını sürdüren Türkiye’nin 11 şehrinden 13 yerel kurum, İklim Zirvesi’ne ilişkin ortak açıklamada bulunarak somut taahhüt talebinde bulundu:

“Mücadelemizin dünyanın dört bir yanında yaşam alanlarını fosil yakıtlara karşı savunan yerel halklarla, demokratik kitle örgütleriyle, iklim aktivistleriyle ortak olduğunun bilincindeyiz ve küresel iklim hareketinin bir parçası olarak COP 28’de fosil yakıtların kullanımının sonlandırılmasına yönelik somut taahhütler verilmesini bekliyoruz.”

Bilimin net olarak atılması gereken adımları ortaya koyduğuna işaret edilen açıklamada “Küresel ortalama sıcaklık artışlarını 1,5 C° sınırında tutabilmek için emisyonların 2030 yılına kadar 2010 yılına göre yüzde 45 oranında azaltılması ve 2050 yılında net sıfır emisyona ulaşılması gerekiyor. Sera gazı salımlarının mecburi sıfırlanmaya gideceği bir süreçte bu hedefin gerçekleşmesi ancak başta kömür olmak üzere fosil yakıtlardan çıkışla mümkün” denildi.

‘İklim krizinin faili başta kömür olmak üzere fosil yakıtlardır’

Bu bilimsel gerçeğe rağmen COP28’de Türkiye’nin Küresel Durum Değerlendirmesi toplantısında “kömürden çıkış” karşısında tutum almasının kabul edilemez olduğuna işaret eden kurumları şu açıklamada bulundu:

“Kömürü el üstünde tutan bu enerji politikası ne bilimle uyuşmaktadır ne de iklimi, doğayı, halk sağlığını önceleyen bir vizyon sunmaktadır. Unutulmamalıdır ki sıklığı ve şiddeti gün geçtikçe artan iklim krizinin faili başta kömür olmak üzere fosil yakıtlardır. Bugün 50’nin üzerinde ülke yaşanabilir sağlıklı bir gelecek için kömürden kademeli çıkış için adımlar atarken ülkemizin kömürden çıkmama konusunda diretmeye devam etmesi iklim krizi çağının gerçekleriyle örtüşmemektedir. Oysa ki bugüne kadar yapılan çalışmalar, Türkiye’de kömürden adil bir çıkışı merkezine alan ve toplumun gerçek enerji ihtiyacına yönelik bir enerji dönüşümünün 2030’a kadar mümkün olduğunu göstermektedir.”

Tüm bunları göz önünde bulundurarak Kömürden Adil Çıkış Hedef 2030 imzacısı 13 kurum şu taleplerde bulundu:

  • Kimsenin işsiz, güvencesiz, sağlıksız, enerjisiz kalmadığı; planlı ve kademeli; ekolojik, ekonomik, sosyal açıdan adil bir kömürden çıkış planı hazırlansın.
  • Türkiye’nin Ulusal İklim Eylem Planı kömürden çıkış planını da kapsayacak şekilde güncellensin.
  • Sıklığı ve şiddeti gün geçtikçe artan aşırı hava olaylarını ve afetleri, iklim krizinin daha da derinleşmesinin önüne geçerek durdurabiliriz. Bunun için her ülkenin üstüne düşen sorumluluğu yerine getirmesi şartıyla hala bir fırsatımız bulunmakta. Yaşanabilir, iklim dostu bir Türkiye için bu fırsatı değerlendirelim, 2030’a kadar kömürden adil çıkışa yönelik politikaları daha geç olmadan bir an önce başlatalım.

Açıklamaya imzacı kurumlar:

  • Adana – Çevre ve Tüketici Koruma Derneği
  • Adana – Doğu Akdeniz Çevre Platformu
  • Antalya – Korkuteli Dereköy Köylüleri
  • Balıkesir – Kazdağı Doğal ve Kültürel Varlıkları Koruma Derneği
  • Bursa – Doğayı ve Çevreyi Koruma Derneği
  • Çanakkale – Çan Çevre Derneği
  • Denizli – Avdan Platformu
  • Hatay – Antakya Çevre Koruma Derneği
  • İzmir – Ege Çevre ve Kültür Platformu
  • İzmir – Foça Çevre ve Kültür Platformu
  • Kahramanmaraş – Afşin / Elbistan Hayatı ve Doğayı Koruma Platformu
  • Karaman – Karaman Ekoloji Derneği
  • Muğla – İkizköy Çevre Komitesi

Kampanya hakkında

Kömürden Adil Çıkış Hedef 2030 kampanyası Anadolu’nun dört bir yanında kömürün tahribatına karşı mücadele eden yerel kurumların çağrıcılığında 3 Haziran 2023’te başlatılmıştır.

Kömürden Adil Çıkış Hedef 2030 kampanya talepleri arasında şunlara yer veriliyor:

  • Mevcut kömürlü termik santraller bugünden başlayarak 2030 yılına kadar kademeli olarak kapatılsın.
  • Yeni kömür santralleri ve kömür madenleri için verilmiş izinler istisnasız iptal edilsin.
  • Kömür madeni genişletmeleri durdurulsun.
  • Kömür arama çalışmaları durdurulsun.
  • Kömür madenlerinde ve termik santrallerde çalışan tüm emekçiler özlük haklarını ve geleceklerini güvence altına alacak programlarla desteklensin.
  • Kömür bölgelerinde yaşanan ağır ekolojik yıkım ve buna bağlı insan sağlığındaki ve yerel ekonomideki çöküşün onarılması için etkilenen tüm ekosistemleri ve halkı kapsayan iyileştirme programları hayata geçirilsin.
  • Krizlere karşı dirençli bir toplumu inşa etmek için şirketlerin çıkarlarını değil, kamu yararını, bilimi önceleyen politikalar geliştirilsin.

Küresel Karbon Bütçesi: Türkiye küresel karbon emisyonlarında 15’inci sırada

Küresel Karbon Projesi bilim ekibinin yeni araştırmasına göre fosil yakıtlardan kaynaklanan küresel karbon emisyonları 2023 yılında yeniden artarak rekor seviyelere ulaştı.

Yıllık Küresel Karbon Bütçesi, fosil karbondioksit (CO2) emisyonlarının 2023’te, 2022’ye göre yüzde 1,1 artışla 36,8 milyar ton olacağını öngörüyor.

Fosil CO2 emisyonları Avrupa ve ABD de dahil olmak üzere bazı bölgelerde düşerken, genel olarak artıyor – ve bilim insanları fosil yakıtları azaltmaya yönelik küresel eylemin tehlikeli iklim değişikliğini önlemek için yeterince hızlı gerçekleşmediğini söylüyor.

Arazi kullanım değişikliğinden (ormansızlaşma gibi) kaynaklanan emisyonların bir miktar azalacağı tahmin ediliyor, ancak bu emisyonlar halen mevcut yeniden ağaçlandırma ve ağaçlandırma (yeni ormanlar) seviyeleri ile dengelenemeyecek kadar yüksek.

Rapor, toplam küresel CO2 emisyonlarının (fosil + arazi kullanım değişikliği) 2023 yılında 40,9 milyar ton olacağını öngörüyor.

Bu, 2022 seviyeleri ile hemen hemen aynıdır ve 10 yıllık bir “platonun” parçası – küresel iklim hedeflerine ulaşmak için acilen ihtiyaç duyulan emisyonlardaki keskin düşüşten çok uzak.

Araştırma ekibinde Exeter Üniversitesi, East Anglia Üniversitesi (UEA), CICERO Uluslararası İklim Araştırmaları Merkezi, Münih Ludwig-Maximilian Üniversitesi ve dünya çapında 90 başka kurum yer alıyor.

İklim değişikliği her yerde ama emisyonları azaltma eylemleri…

Araştırmayı yöneten Exeter Küresel Sistemler Enstitüsü’nden Profesör Pierre Friedlingstein, “İklim değişikliğinin etkileri her yerde açıkça görülüyor, ancak fosil yakıtlardan kaynaklanan karbon emisyonlarını azaltmaya yönelik eylemler acı verici bir şekilde yavaş kalıyor” diyor ve ekliyor:

Paris Anlaşması‘nın 1.5°C hedefini aşmamız artık kaçınılmaz görünüyor ve COP28’de bir araya gelen liderlerin 2°C hedefini canlı tutmak için bile fosil yakıt emisyonlarında hızlı kesintiler konusunda anlaşmaları gerekecek.”

Küresel Karbon Bütçesi: Türkiye küresel karbon emisyonlarında 15'inci sırada

Küresel ısınmanın 1,5°C’yi aşmasına ne kadar kaldı?

Bu çalışma aynı zamanda 1,5°C hedefi aşılmadan önce kalan karbon bütçesini sadece tek bir yıl için değil, birden fazla yıl için tutarlı bir şekilde tahmin ediyor.

Küresel Karbon Bütçesi ekibi, mevcut emisyon seviyesinde küresel ısınmanın yaklaşık yedi yıl içinde sürekli olarak 1,5°C’yi aşma ihtimalinin yüzde 50 olduğunu tahmin ediyor.

Bu tahmin, özellikle mevcut ısınma seviyesine yaklaşan 1,5°C hedefleri için, CO2 dışı etkenlerden kaynaklanan ek ısınmaya ilişkin belirsizlik nedeniyle büyük belirsizliklere tabi. Ancak, kalan karbon bütçesinin – ve dolayısıyla 1,5°C hedefine ulaşmak ve iklim değişikliğinin daha kötü etkilerinden kaçınmak için kalan sürenin – hızla tükenmekte olduğu açık.

UEA Çevre Bilimleri Okulu’nda Royal Society Araştırma Profesörü olan Profesör Corinne Le Quéré şunları söylüyor:

“En son CO2 verileri, mevcut çabaların küresel emisyonları Net Sıfır‘a doğru aşağı yönlü bir yörüngeye oturtmak için yeterince derin veya yaygın olmadığını gösteriyor, ancak emisyonlardaki bazı eğilimler değişmeye başlıyor ve bu da iklim politikalarının etkili olabileceğini gösteriyor. Bugünkü seviyedeki küresel emisyonlar atmosferimizdeki CO2 konsantrasyonunu hızla arttırmakta, ilave iklim değişikliğine ve giderek daha ciddi ve büyüyen etkilere neden oluyor. İklim değişikliğinin daha kötü etkilerinden kaçınmak için tüm ülkelerin ekonomilerini şu anda olduğundan daha hızlı bir şekilde karbonsuzlaştırmaları gerekiyor.”

2023 Küresel Karbon Bütçesi’nden elde edilen diğer önemli bulgular arasında şunlar bulunuyor:

  • Bölgesel eğilimler önemli ölçüde farklılık gösteriyor. Emisyonların 2023 yılında Hindistan (yüzde 8,2) ve Çin‘de (yüzde 4,0) artacağı, AB (-yüzde 7,4), ABD (-yüzde 3,0) ve dünyanın geri kalanında (-yüzde 0,4) ise azalacağı öngörülüyor.
  • Kömür (yüzde 1,1), petrol (yüzde 1,5) ve gazdan (yüzde 0,5) kaynaklanan küresel emisyonların tamamının artacağı öngörülüyor.
  • Atmosferik CO2 seviyelerinin 2023 yılında ortalama milyonda 419,3 parça olacağı ve sanayi öncesi seviyelerin yüzde 51 üzerine çıkacağı tahmin ediliyor.
  • Yayılan CO’nun2 yaklaşık yarısı kara ve okyanus “yutakları” tarafından emilmeye devam ediyor, geri kalanı ise atmosferde kalarak iklim değişikliğine neden oluyor.
  • Küresel CO2 2023 yılında yangınlardan kaynaklanan emisyonlar, Kanada’da emisyonların ortalamadan altı ila sekiz kat daha yüksek olduğu aşırı bir orman yangını sezonu nedeniyle ortalamadan (2003’ten bu yana uydu kayıtlarına göre) daha büyük oldu.
  • Teknolojiye dayalı Karbondioksit Gideriminin mevcut seviyeleri (yani yeniden ağaçlandırma gibi doğaya dayalı araçlar hariç) yaklaşık 0,01 milyon ton CO₂’dir ve bu miktar mevcut fosil CO2 emisyonlarından bir milyon kat daha azdır.

120’den fazla bilim insanından oluşan uluslararası bir ekip tarafından hazırlanan Küresel Karbon Bütçesi raporu, şeffaf bir şekilde yerleşik metodolojiler üzerine inşa edilen yıllık, hakemli bir güncelleme sunuyor.