Editörün Seçtikleriİklim KriziManşetTürkiye

Uzmanlar: İklim değişikliği kontrolden çıkıyor, toplum gelecekteki krizlere hazırlanmalı

0

Haber-Fotoğraf: İrfan TUNCÇELİK

*

Türkiye gibi birçok ülke, giderek artan iklim değişikliği etkileri ile daha fazla başa çıkmak zorunda kalıyor. Özellikle son yıllarda sık sık yaşanan şiddetli seller, ülkenin iklim değişikliğinin yarattığı risklere karşı ne kadar savunmasız olduğunu bir kez daha gözler önüne seriyor.

Bilim insanları, bu değişen iklim koşullarının, Türkiye’yi daha fazla aşırı hava olayına maruz bırakarak sel felaketlerinin sıklığını ve şiddetini artırabileceği uyarısında bulunuyor. Bu bağlamda, başkent Ankara ve Türkiye’nin en büyük kenti İstanbul’da, küresel iklim değişikliğinin şehir planlaması ve kentsel altyapı üzerindeki etkileri giderek daha belirgin hale geliyor. Ankara ve İstanbul gibi büyük metropoller, değişen iklim koşullarıyla başa çıkabilmek adına stratejik önlemler almaya zorlanıyor. İklim değişikliğinin, Türkiye’nin birçok bölgesinde artan seller ve aşırı hava olaylarıyla birlikte kentsel alanları tehdit ettiğini belirten şehir plancıları, sel yönetimi ve iklim değişikliğine uyum sürecinde kent planlamasının kritik rolünü vurgulayarak, geleceğin kentlerini iklim değişikliğine karşı nasıl hazırlanabileceği konusunda uyardı.

‘İklim değişikliği artarak kontrolden çıkıyor’

Şehir Plancıları Odası (ŞPO) Ankara Şubesi Kentsel Politika Planlaması ve Yerel Yönetimler Uzmanı Dr. Ceren Gamze Yaşar ile ŞPO İstanbul Şubesi Başkanı Pelin Pınar Giritlioğlu, küresel iklim değişikliğinin şehir planlaması ve kentsel altyapı üzerindeki etkilerini değerlendirdi.

İklim krizinin toplumun farklı kesimlerini, yerleşimleri ve sektörleri farklı şekillerde etkilediğini vurgulayan şehir plancısı Dr. Ceren Gamze Yaşar, bu çeşitliliği anlamadan etkili çözümler üretmenin zor olduğunu belirtti. Yaşar, tüm bu sonuçların şehir planlama ve kentsel altyapı üretimi için çok asli ve görmezden gelinemeyecek bir hale geldiğini ifade ederek şöyle devam etti:

“Bizim insan faaliyetleri ile dünyayı yoğun bir etki altında bıraktığımız bu çağda (antroposen), bu parametrelerle ölçülen iklim değişikliği artarak kontrolden çıkıyor ve tüm bu yaşadığımız ve çözme yönünde adımları atmayarak ya da yetersiz atarak kördüğüme çevirdiğimiz soruna, mekanda, toplumda, ekonomide bütün etkileri ile beraber iklim krizi deniyor.”

İklim krizinin şehir planlaması ve altyapı üretimini nasıl etkilediğine değinen Yaşar, sıcaklık artışının, yağış rejimindeki değişimler ve şiddetli hava olaylarının bu alanda nasıl sorunlara yol açtığını değerlendirdi. Yaşar, önümüzdeki yılları şekillendirecek planların, çevre düzeni ve imar projelerinin, şehir planlamasının iklim krizine uyum sağlama çabalarının yeni çözülmesi gereken sorunlar olduğunu gösterdiğini belirttiği değerlendirmesini şöyle sürdürdü:

“Artan sıklıkta yaşanan seller örneğin, başta can güvenliği olmak üzere, halk sağlığı sorunları, salgın hastalıklar, kanalizasyon sistemine aşırı yüklenme ve ciddi zararlar, içme suyu sisteminde kirlilik veya hasar, katı atık yönetiminde (toplama ve bertaraf) aksaklıklar yaratabiliyor. Sıcaklık artışı, içme suyu veya atık su arıtma tesisleri için, katı atık bertaraf tesisleri için ek maliyetler ve ek süreçler çıkartabiliyor. Yağış rejiminin değişmesi, örneğin kuraklık ile düşen az yağış, ya da artan tarımsal sulama ihtiyacı ile su bütçemizin daha da çoğunun tarımsal sulamaya gitmesi, bizim de su tüketimimizin giderek artması, su kayıp kaçakları ile birleşince büyükşehirler için ciddi su krizleri çıkarabiliyor. Ani gelişen yangınlar, can kayıplarının ve ciddi doğal alan kayıplarının yanı sıra, kentsel veya kırsal yapılı çevrede yapı stokuna, altyapıya büyük zararlar verebiliyor. Aynı zamanda, enerji altyapımız, örneğin termik santraller, böyle yangınlarda riski daha da katlayan tehlikelere de dönüşüyor.”

Plansız yapılaşma kentleri afetlere açık hale getirdi

Yaşar, bu bağlamda, şehir planlamasının sadece günlük sorunlara değil, aynı zamanda iklim krizinin kalıcı ve geçici etkilerine karşı uzun vadeli çözümler de üretmek durumunda olduğuna dikkat çekerek, bugün alınan tedbirlerin, gelecekteki felaketlere karşı kentleri hazırlıklı hale getirmekte kritik bir rol oynayacağını ifade etti.

“Başımıza gelen felaketler ile yarattığımız felaketleri ayrıştırmak lazım” diyerek, iklim krizinin, şiddetli hava olayları ve deniz seviyesindeki yükselmeler gibi doğal felaketlere neden olduğunu hatırlatan Yaşar, bu felaketleri yaratan plansız yapılaşmanın getirdiği sorunlarla kentlerin ciddi afetlere açık hale getirildiğini dile getirdi.

Dr. Ceren Gamze Yaşar, son dönemde yaşanan sel felaketlerinin İnebolu’da, İskenderun’da, Urfa’da, çok ciddi afetlere dönüşmüş olmasının plansızlığın payının büyük olduğunu belirterek iklim krizinin etkilerinin genellikle birbirinden bağımsız ele alındığı için çözüm sürecinde zorluklar yaşandığını kaydetti ve ekledi:

“Ülkede plansız yapılaşma eğilimi, kısa vadeli çözümlere ve sorunları görmezden gelmeye yönlendiriyor.”

Son dönemde bazı şehirlerin, bütünlüklü iklim eylem planları ve uyum stratejileri geliştirmeye çalıştığını belirten Yaşar, bu stratejilerin, ancak üst ölçek planlarla bütünleştirildiğinde etkili olabileceğini ve mevcut mevzuat değişikliklerinin ise henüz uygulamada belirgin bir ilerleme sağlamadığını da hatırlatarak sözlerine şöyle devam etti:

“İklim krizine, sellere, afetlere, ya da iklim krizi ile ilgisiz ama ülkenin asli sorunlarından biri haline gelmiş olan depreme hazır bir şehrimiz olduğunu düşünmüyorum, Maraş depremi sonrası, oradaki geçici barınma sorununu bile çözememiş, sıklıkla sellerin yaşandığı, düzensiz konteynır kentlerde yaşam sürmeye çalışan ya da başka kentlere göçüp iş ve konut sorunu ile cebelleşen büyük bir nüfusa sahibiz, gittikleri kentler de depreme ya da sele hazır değil üstelik. Adaptasyon stratejileri Amerika’yı yeniden keşfetmeyi gerektirmiyor, her yere özgü detaylı çalışma ve analiz sonrası, iyi bir planlama, sonrasında da sıkı bir uygulama ve daha da sıkı bir denetlemeyi gerektiriyor. Strateji geliştirme konusunda pek çok çalışan meslektaşım veya benzer meslek gruplarından insan var, ancak uygulama kısmı belki bugün en çok üstünde tartışmamız gereken kısım.”

Kentleşme ve nüfus artışının beraberinde getirdiği zorluklarla baş etmek için sürdürülebilir şehir planlamasının önemli olduğunu, özellikle sel riski taşıyan bölgelerde, iklim değişikliği adaptasyonunu sağlamak adına şehir planlamasında çeşitli önlemlerin alınması gerektiğini anlatan Yaşar, mevcut durumu detaylı bir şekilde analiz etmenin ve risk altındaki alanları belirlemenin önemli bir adım olduğunu ve kenti bir bütün olarak ele alan ve kendi havzasıyla uyumlu bir su yönetim planı oluşturmanın kaçınılmaz olduğunu vurguladı.

Yaşar, bu bağlamda, yeraltı master planları, yağmur suyu toplama sistemleri gibi entegre ve özgün çözümlerle adaptif bir planlama sürecinin başlatılması gerektiğini belirterek, “Yerebatan Sarayı gibi sarnıç sistemleri, bize bu işin bir tek yerele uygun ve özgü ama entegre ve genel kamu yararı, şehircilik ilkeleri ve planlama esaslarını gözeten çözümlerle yapılabileceğini söylüyor. Uyum sağlamak, adaptif bir planlama için çok iyi veri toplama, veriyi analiz etme, sentezleme, prensipler ve gereksinimler çerçevesinde (ki gereksinimler de bir veri seti doğurur) plan üretme ve sıkı biçimde uygulamayı gerektirir. Mesele esneklik meselesinden öte bir planlama, kestirim, veri, analiz, uygulama ve denetleme meselesi olarak ele alınmalı. Ani gelişen olaylara ani direnç ve çözüm bir ayağı iken diğer ayağı bunları yaparken uzun vadede yeni sorun yaratmamak, aksine uzun vadede plan çözümlerine katkı da koymak” diye konuştu.

Afet sonrası hızlı çözüm üretme kaygısı uzun vadeli planlamayı ihmal ediyor

Kentleri, iklim krizinin etkilerine karşı akıllı sistemler ve teknolojik yenilikleri entegre ederek daha dirençli hale getirmenin ve krizlere hazırlamanın mümkün olduğunu söyleyen Dr. Ceren Gamze Yaşar, iktidarın uyguladığı kent politikalarının sel risklerini azaltma ve altyapıyı güçlendirme konusundaki yaklaşımını da değerlendirdi. Türkiye’de afetler öncesi ve sonrasında şehir planlamasında belirgin bir farklılaşma gözlenmediğini ve afet sonrası hızlı çözüm üretme kaygısı uzun vadeli planlamayı ihmal ettiğini belirten Yaşar, kentsel dönüşümün, genellikle plansız bir biçimde gerçekleştiğini ve bu durumun, önceki afetlerin ardından alınmayan derslerin, bu afetlerin tekrarlanmasına sebebiyet verdiğini belirtti.

Dr. Ceren Gamze Yaşar, sel risklerini azaltma ve altyapıyı güçlendirme projelerinin genellikle büyük planların parçası olmaktan uzak, parçacı ve proje bazlı olarak hayata geçirildiğini ifade ederek bu projelerin, aceleye getirilmiş, kaynak kısıtlamalarıyla mücadele eden bir yaklaşımla uygulandığını, sorunların çözümü için bütüncül bir plan ve sıkı bir uygulama stratejisi olmadan, parçacı projelerin ve noktasal kararların tek başına yeterli olamayacağını vurguladı.

Yaşar, son 20 yılda Ankara’da artan yapılaşma, yıllar içinde üzeri asfalt ile kapatılmış ve beton kanallara alınarak kanalizasyon haline getirilmiş 200’ün üzerinde derenin, şehirdeki sel riskini nasıl etkilediğini, İncesu, Hoşdere, Kavaklıdere, Bent Deresi, Akdere gibi ismini betonla kapatılan derelerden alan yerleşim alanlarında yaşayan insanlar için sel riskinin nasıl bir tehdit oluşturduğunu anlattı:

“Alttakini görmezden gelen bu yapılaşma biçimimiz, bizi Ankara’da dalgıçla kurtarma yapılan altgeçitlere, denizsiz şehirde boğularak ölen gencecik insanların yaşadığı bodrum katlarına, nehre dönüşen yollara mahkum etmiş durumda. İklim krizinin etkisi yere, yerleşime göre değişiyor demiştik, belli ki Ankara’da şiddetli hava olayları ve mevsim normalleri üstünde yağışlarla böyle bir etki yaratıyor. Bu olayların sıklığının da artacağı kestiriliyor. Bu durumda, gelişkin bir yağmursuyu toplama sistemi, derelerin tek tek ele alınarak politika geliştirip uygulanması, geçirgen yüzeylerin arttırılması, yağmur suyu hasadı gibi alanlara yönelmesi yeni yapılan binalar için zorunlu hale geldi.”

‘Yerel yönetimlerde bilgi eksikliği var’

Ankara genelinde Su Yönetimi Genel Müdürlüğü tarafından hazırlanan Taşkın Yönetim Planlarının, detaylı analizlerle su altında kalma risklerini belirleyerek şehirdeki taşkın sorunlarına çözüm odaklı bir yaklaşım sunduğunu dile getiren Yaşar, yerel yönetimlerde bu planların uygulanması ve taşkın riski altındaki bölgelerde alınan önlemler hakkında net bir bilgi eksikliği yaşandığını da sözlerine ekledi.

Hoşdere ve çevresinde yaşadığını belirten Yaşar, özellikle yoğun yağışlarda cadde kapanması, ağaç devrilmesi gibi sorunların, uzun vadeli çözümlerin yanı sıra acil ve kısa vadeli önlemleri de gerekli kıldığına dikkati çekerek, bu noktada, uzmanlar ve yerel yönetim temsilcileri arasında bir işbirliği oluşturulması, sürdürülebilir altyapı tasarımında toplumun katılımının ve bilinçlendirmenin sel yönetimindeki rolüne de değindi.

Giritlioğlu: Planlama kavramını reddettik, vahşi ve istilacı bir kentleşme süreci var

Türkiye’nin uzun yıllardır planlama kavramını reddederek kentleştiği belirlemesinde bulunarak sözlerine başlayan ŞPO İstanbul Şubesi Başkanı ve akademisyen Pelin Pınar Giritlioğlu, bunun, iklim değişikliğinin en önemli sebeplerinden bir tanesi olduğunu belirterek şöyle devam etti:

Vahşi ve istilacı bir kentleşme süreci var. Üst planlama kavramını reddettik. İstanbul’un bir çevre düzeni var. Bu planın birtakım kararları var. İklim değişikliğini de gözeten kararlar bunlar, örneğin Kuzey ormanlarının korunması, İstanbul’un kuzeyine doğru yapılaşmanın engellenmesi, TEM otoyolunun kuzey baskısından arındırılması, su havzalarının korunması, yaban hayatının korunması, hassas ekolojik alanların korunması gibi kararları var. Tarım ve mera arazilerinin korunması gibi kararları var. Bütün bunlara rağmen, o yıllardan itibaren biz bu kararları deldik. Üçüncü havalimanı, üçüncü köprü, kuzey Marmara otoyolu, Avrasya tüneli gibi birçok proje bu planlara sonradan eklendi. İstanbul’un bu üst ölçekli planla 2030 yılı için belirlenen 16 milyonluk nüfus eşiği daha şimdiden 20 milyonları geçmiş durumda. Bu ne demek, daha fazla yapı demek, daha fazla insan yoğunluğu demek, daha fazla trafik yükü demek ve daha fazla hassas alanın istila edilmesi, yapılaşmaya açılması, betonlaşması demek.  İstanbul’un içinde toprak kalmadı.

Her taraf beton, zemine baktığımızda beton, neden bu kadar fazla sel var, suyu aşağıya çekecek toprak kalmadı, beton suyu tutuyor, bu sellerin artmasında önemli sebeplerinden bir tanesi. İstanbul’un rüzgar koridorları, devasa yüksek yapılarla kesildi. Bu şehir içinin daha fazla ısınması demek. Ormanlar giderek yok oluyor, ormanları besleyen yer altı suları da yok oluyor. Denizler ısınıyor. Müsilajın bile sebeplerinden bir tanesi, denizin daha fazla ısınması, yer altı suları denizi daha fazla beslemeği ve serinlemediği için, şehirlerin ısınmasından dolayı kar yere inemiyor, yukarda eriyor ve yağmura dönüşüyor. Orman olmayınca yağmur inmiyor. Birbirine bağlı bir sürü şey adım adım geliyor. Bunların başında plansızlık var. İklimi dikkate almayan mega projeler var.”

‘İnsan müdahaleleri ekosistem üzerinde manipülasyon yaratıyor’

Doğa felaketlerinin sıklıkla, insanların “doğa intikam alıyor” ifadesiyle açıklandığını ancak gerçekte, doğanın intikam almadığını sadece kendi dengesini koruma çabasında olduğunu ifade eden Giritlioğlu, dere yataklarını daraltmak, yapılaşmayı bu alanlara daha fazla yaklaştırmak, kıyı kenar çizgilerini hukuksuzca değiştirmek gibi insan müdahalelerinin, doğanın taleplerini reddetmek yerine, ekosistem üzerinde manipülasyon yarattığına vurgu yaptı.

İklim dostu planlardan ziyade, ekosistemi etkileyen projelerle gelişen bir anlayışın, doğal dengenin bozulmasına yol açtığını sözlerine ekleyen Giritlioğlu, “Dere ıslahı adı altında yapılan betonlaşma ve tünellere gömme çalışmaları, doğaya dokunmamak, ona saygı göstermemek anlamına geliyor. Planlar yerine projelerle ilerlediğimiz sürece, iklim krizleri ve felaketlerle yüzleşmeye devam edeceğiz. 2009’da Basın Ekspres Yolu‘nun sular altında kalması, dere üzerine yapılaşmanın ve plansız projelerin ne kadar zararlı olduğunu gösteriyor. Dereye yaklaşmamak ve doğaya saygı göstermemek, yaşadığımız felaketleri önlemenin anahtarı olabilir” dedi.

‘Akıllı yöneticiler olmadan akıllı kentlerden bahsedilemez’

Giritlioğlu, kentsel dönüşüm projeleri içerisinde iklim dostu çözümlerin şu ana kadar hiç dikkate alınmadığını, sadece daha fazla kat artışı ve nüfus yoğunluğuna hizmet eden projelerin gerçekleştiğini belirterek sözlerini şöyle sürdürdü:

“Akıllı kentlerden, akıllı ulaşım sistemlerinden, dijital kentlerden bahsediliyor. Akıllı yöneticiler olmadığı sürece bunların hiçbir faydası yok. Şu an ki iktidar ne yazık ki böyle bir akılla davranmıyor. Tamamen rant odaklı projeler gerçekleştirirken iklim dostu çözümleri dikkate almıyor. Koruma planlarında yazanlara ilişkin uygulama ile teori birbirine paralel yürümüyor. Vahşi ve rant odaklı yapılaşma sadece bizim gibi ülkelerde var. İstanbul’un Kuzey ormanları Avrupa’nın acil korunması gereken 100 ormanı içerisinde sayılıyor. Biz boyuna onu yok ediyoruz. Planlar doğrudan orman alanlarını tahrip eden planlar. Kanal İstanbul projesi tam bir eko-kırım projesidir. 130 milyon tarım alanını etkiliyor. Bunun 5 milyon metrekaresi mutlak korunması gereken tarım arazisi. Bütün bu tarım arazisi vasfını kaybetti. Yapılan imar planlarıyla yapılaşmaya açıldı. Olası bir afet durumunda kentin toprağa ihtiyacı var. Biz bu toprakların hepsini yapılaşmaya açtık. Kentleşmeye kurban ettik. Kentin içinde açık alan kalmamış, kentin dışındaki son açık alanlar da tarım arazileri gibi bu projelerle yok olacak. Bunlar da betonlaşacak. İktidarın böyle bir derdi, kaygısı yok. Belgelerde öyle görünüyor olabilir. Ama uygulamaya geçtiğimizde böyle bir şeyin olmadığını görüyoruz.”

İstanbul’un açık alanlarının, su havzaları, tarım, mera, orman ve kıyı bölgelerinin, plansız yapılaşma baskısı altında olduğunu söyleyen Giritlioğlu, özelleştirme programlarıyla belirli firmalara devredilen bu alanların, hukuksuz yapılaşmaların pençesine düştüğünü ifade ederek, “Kıyı bölgeleri, rüzgarın özgürce dolaşmasını engelleyen binalarla dolu, ve kıyılar neredeyse tamamen yapılaşmış durumda. Bu durumu düzeltmek, kamu arazilerini koruma altına almak ve kent içinde boşluklar yaratmak için somut adımlar atılmalıdır. Derelerin etrafındaki yapılaşmalar gözden geçirilmeli ve düzenlenerek doğal akışlarına kavuşturulmalıdır. İstanbul’un hala barındırdığı yaban hayatı için koruma stratejileri geliştirilmeli, büyük kent parkları oluşturulmalıdır. “Millet Bahçesi” adı altında ideolojik-sembolik projelerle müteahhitlere rant kapısı açılmasının önüne geçilmeli. İstanbul’un doğal zenginliklerini korumak, gelecek nesillere sağlıklı ve sürdürülebilir bir çevre bırakmak adına planlı çözümler şarttır” dedi.

Toplum gelecekteki krizlere hazırlanmalı

Giritlioğlu, taşkın ve sel olaylarını önceden haber vermek yerine, bu felaketleri tamamen önlemek için şehir planlamasına öncelik verilmesi gerektiğini, Karadeniz’de dere kenarlarına yapılan AFAD benzeri kamu binalarına atıfta bulunarak, sel ve taşkın riski taşıyan yerlerde önleyici bir planlama yapılmasının önemini vurguladı.

Toplumun bilinçsizliği, özellikle altyapı ve üst yapı konularında ciddi sorunlar doğurduğu belirlemesinde bulunan Giritlioğlu, “Belediyeler, bilinçli yapılaşma ve afet farkındalığı konusunda toplumu bilinçlendirecek seminerler düzenlemeli, okullarda eğitim programları başlatmalı. Küçük yaşlarda başlayacak bir bilinç oluşturmak, gelecekteki krizlere karşı daha hazır bir toplum yaratmak için önemli bir adım olacaktır” dedi.

You may also like

Comments

Comments are closed.