Ana Sayfa Blog Sayfa 228

Kadınlar 6 Şubat’ta eyleme çağırıyor: Affetmiyoruz, hesap soruyoruz!

Kadınlar Birlikte Güçlü platformu, Kahramanmaraş depremlerinden etkilenen tüm depremzede kadınların sorunlarına ve mevcut durumuna dikkat çekmek amacıyla 6 Şubat 2024’te bir eylem düzenleneceğini duyurdu. İstanbul Kadıköy’de gerçekleşecek eyleme pek çok kadın örgütünün ve aktivistin katılması bekleniyor.

Kadıköy’deki Süreyya Operası önünde 19:30’da toplanacak olan grup, Kadıköy Meydanı’na doğru bir yürüyüş gerçekleştirecek.

Platform, Twitter’da paylaştıkları mesajda “11 ili, milyonlarca insanı ve canlıyı etkileyen depremlerin birinci yılında deprem bölgesindeki kadınların sesini İstanbul sokaklarına taşımak için yan yana geliyoruz” diyerek tüm kadınlara dayanışma çağrısında bulundu.

Hatay’da da 6 Şubat’ta eylem düzenlenecek

Öte yandan depremin ardından Hataylılar ve burada yakınlarını kaybedenler tarafından kurulan ve bünyesinde 50’den fazla bileşen barındıran 6 Şubat Platformu, depremin birinci yıldönümü sebebiyle 6 Şubat 2024’te Hatay’da gerçekleştirilecek anmaya da çağrıda bulundu.

Yapılan çağrıda şu ifadeler kullanıldı:

“Yıl 2023… Takvim yaprakları 6 Şubat’ı, saat 04.17’yi gösteriyordu…

Başta memleketimiz Hatay olmak üzere 11 ili sarsan büyük depreme uyananlarımız, uyanamayanlarımız oldu! Bilim insanlarınca, meslek odalarınca yıllardır öngörülen, tedbir alınmadığı vakit doğal bir afetin tam bir felakete dönüşeceği konusunda uyarılar yapılan kaygılarla beklenen o depremi hepimiz yaşadık! Deprem öncesi konunun uzmanlarının bu haykırışlarını duymazdan gelenler deprem anında enkazın altında kalan binlerce insanın da sesine kulak tıkadı! Duysalardı belki eşimiz, dostumuz, sevdiklerimiz aramızda olacak; yıkılmış da olsa bu kentin sokaklarını birlikte arşınlayacaktık… Sevdiklerimizi kaybetmenin acısı mı daha ağır, sevdiklerimizin ölümüne neden olanlara duyduğumuz öfke mi? Hangi terazi ölçebilir bütün bu olanların ağırlığını ya da terazinin kefeleri bu duyguları taşıyabilir mi?

Ben geliyorum diyen bir depreme dair önlem almayanlara ve on binlerce insanın kaybına yol açan yıkımlara, enkazlara, ölümlere neden olanlara karşı çok öfkeliyiz.

Bitmek bilmez bu öfkenin içinden çıkamıyoruz, çıkmayacağız!

Bu kayıplar, bu yıkımlar, bu duygular yaşanmamış gibi depremin üzerinden geçen 1 yılda bu memleketin, bu memleketteki insanların nelere maruz kaldığı da herkesin malumu. Ne yaşadığımızı tek tek anlatmaya kalkarsak öyle boğarız ki zamanı… Fakat 1 yıl geçmiş olmasına rağmen yaşadığımız sorunlar hâlâ duyulmuyor, görülmüyor ve yıkılmış koca bir kentin sorunları yok sayılıyor! Hatay’da eğitime dair sorunlar devam ediyor, birçok mahalle sağlık hizmetine erişemiyor. Hatay’da, yollar birer mayın tarlası. Hatay’da, çocuklar yanarak can veriyor hâlâ. Depremin üzerinden bir yıl geçmişken sevdiklerinin cenazesini arayan bir yığın insan var bu kentte. Bilmelisiniz ki bu kentin koca bir mezarlığa dönmesine izin vermeyeceğiz. Bizler, ne yitirdiklerimizi ne yaşadıklarımızı ne de sorunlarımızı unutturmayacağız ve siz duymadıkça kentin taşıyla toprağıyla bu acı ve öfkeyi haykıracağız.

Bu yas ve öfkeyle depremin üzerinden geçen 1 yılda yitirdiklerimizi anmak, memleketimize  ve yaşamlarımıza sahip çıkmak için kentteki dernek, sendika, meslek odaları, siyasi partiler, demokratik kitle örgütleri, platformlar ve bir bütün Hatay halkı olarak sesimizi buluşturarak yükseltmek için bir araya gelerek 6 Şubat Platformunu oluşturduk.

6 Şubat Platformu olarak; felaketi yaşadığımız gün ve saatte 04.17’de, Köprübaşı’nda sevdiklerimizi anmak, 15.00’te ise  Maksim Alanı’nda toplanıp kentimizin kalbine yürüyerek memleketimizin sesini birlikte yükselteceğimiz anma ve yürüyüşe bütün Hatay halkını bekliyoruz. Sesimiz duyulana, acımız ve öfkemiz görülene, sorumlular hesap verene kadar haykırmaya devam edeceğiz.

Hatay Bizim Memleket Bizim,

Hatay’ı Yeniden Kuracağız.”

 

 

Bilim insanları Sibirya’daki antik virüslerin tetikleyebileceği salgın uyarısı yaptı

Bilim insanları, Arktik’teki (Kuzey Kutup Dairesi’nin üzerinde kalan bölge ve okyanus) permafrost tabakasında donmuş halde bulunan antik virüslerin, Dünya’nın ısınan iklimi tarafından serbest bırakılabileceğini ve büyük bir hastalık salgınına yol açabileceği uyarısı yaptı.

Bu “Methuselah” mikroplarının ya da halk arasında adlandırıldığı üzere “zombi virüslerin” neden olabileceği bir salgının erken vakalarını tespit etmek için bir Arktik İzleme Ağı oluşturuldu. Ağ sayesinde ek olarak olası bir salgını kontrol altına almak amacıyla enfekte kişilere karantina ve uzman tıbbi tedavi sağlanması ve bu kişilerin bölgeyi terk etmesinin önlenmesine yönelik çalışmalar yapılıyor.

Aix-Marseille Üniversitesi‘nden genetikçi Jean-Michel Claverie , “Şu anda pandemik tehditlere ilişkin analizler , güney bölgelerde ortaya çıkıp daha sonra kuzeye yayılabilecek hastalıklara odaklanıyor. Buna karşılık, kuzeyde ortaya çıkıp güneye doğru ilerleyebilecek bir salgına çok az önem veriliyor ve bunun bir ihmal olduğuna inanıyorum. Orada insanlara bulaşıp yeni bir hastalık salgını başlatma potansiyeline sahip virüsler var” diyor.

Rotterdam’daki Erasmus Tıp Merkezi’nden virolog Marion Koopmans da bu görüşü destekliyor: “Permafrostta hangi antik virüslerin bulunduğunu bilmiyoruz, ancak bir hastalık salgınını (örneğin çocuk felcinin eski bir türü) tetikleyebilecek kapasitede bir virüsün var olabileceğine dair gerçek bir risk olduğunu düşünüyorum. Böyle bir şeyin olabileceğini varsaymamız gerekiyor.”

Kuzey Yarımküre’nin beşte biri permafrost

 Claverie, 2014 yılında Sibirya’da canlı virüsleri izole eden ve binlerce yıldır permafrostta gömülü olmalarına rağmen tek hücreli organizmaları hala enfekte edebildiklerini gösteren bilim insanlarında oluşan bir ekibe liderlik etmişti. Geçen yıl yayımlanan daha ileri araştırmalar, Sibirya’daki yedi farklı bölgeden birkaç farklı viral suşun varlığını ortaya çıkardı ve bunların kültür hücrelerini enfekte edebildiğini gösterdi. Bir antik virüs örneği, yaklaşık 50 bin yaşındaydı.

Sibirya’daki permafrost erimesi uykudaki bilinmeyen virüsleri serbest bırakabilir
Sibirya’da çözünen permafrostlardan çıkan 50 bin yıllık virüsler canlandırıldı

İzole ettiğimiz virüsler yalnızca amipleri enfekte edebiliyordu ve insanlar için hiçbir risk oluşturmuyordu” diyen Claveiere buna rağmen şu uyarıyı yapıyor:  “Ancak bu, şu anda donmuş toprakta bulunun diğer virüslerin insanlarda hastalıkları tetikleyemeyeceği anlamına gelmiyor. Örneğin, iyi bilinen insan patojenleri olan çiçek virüsü ve herpes virüslerinin genomik izlerini belirledik.”

Permafrost, kuzey yarımkürenin beşte birini kaplıyor ve uzun süre sıfırın altındaki sıcaklıklarda olan  topraktan oluşuyor. Bilim insanları bazı katmanların yüz binlerce yıldır donmuş halde kaldığını keşfetti.

Claverie geçen hafta Observer’a “Permafrost ile ilgili en önemli nokta, soğuk, karanlık ve oksijenden yoksun olmasıdır; bu da biyolojik materyalin korunması için mükemmeldir. Bir yoğurdu permafrost’a koyabilirsiniz ve 50.000 yıl sonra hâlâ yenilebilir olabilir” demişti.

Ancak dünyanın donmuş toprağı sürekli değişiyor. Gezegenin Kanada, Sibirya ve Alaska‘daki ana rezervlerinin üst katmanları, iklim değişikliğinin etkisiyle diğer yerlere nazaran orantısız şekilde eriyor. İklim uzmanları ve meteorologlara göre bölge, küresel ısınmanın ortalama artış hızından birkaç kat daha hızlı ısınıyor.

Antik virüs

Claverie, en acil riski oluşturan şeyin permafrost’un doğrudan erimesinden değil, bir küresel ısınma etkisinden kaynaklandığına da dikkat çekiyor: Arktik deniz buzunun kaybolması: “Bu, Sibirya’da nakliye, trafik ve endüstriyel gelişmenin artmasına olanak sağlıyor. Devasa madencilik operasyonları planlanıyor ve petrol ve cevher çıkarmak için derin donmuş toprakta devasa delikler açılacak. Bu operasyonlar orada hâlâ gelişen çok miktarda patojeni serbest bırakacak. Madenciler içeri girecek ve virüsleri soluyacak. Etkileri felaket olabilir.”

Koopmans da yakın geçmişte aynı uyarıyı yapmıştı: “Salgınlarının geçmişine bakarsanız, en önemli etkenlerden birinin arazi kullanımındaki değişiklik olduğunu görürsünüz. Nipah virüsü, insanlar tarafından yaşam alanlarından uzaklaştırılan meyve yarasaları tarafından yayıldı. Benzer şekilde, maymun çiçeği Afrika‘da kentleşmenin yayılmasıyla ilişkilendirilmiştir. Kuzey Kutbu’nda tanık olmak üzere olduğumuz şey de budur: arazi kullanımında tam bir değişiklik ve bu, başka yerlerde de gördüğümüz gibi tehlikeli olabilir.”

Uzmanlar, permafrostun en derin seviyelerinde bir milyon yaşına kadar virüsler içerebileceğini ve dolayısıyla yaklaşık 300.000 yıl önce ortaya çıktığı düşünülen kendi türümüzden çok daha eski olacağını düşünüyor.

Claverie, “Bağışıklık sistemlerimiz bu mikropların bazılarıyla hiç temas etmemiş olabilir ve bu da başka bir endişe. Bilinmeyen bir virüsün bir Neandertal’e bulaşıp bize geri dönmesi senaryosu, her ne kadar pek olası olmasa da, gerçek bir olasılık haline geldi” değerlendirmesi yapıyor: “Şu anda somut bir tehditle karşı karşıyayız ve onunla başa çıkmaya hazırlıklı olmamız gerekiyor. Bu kadar basit.”

‘Okyanus dibi trolleme’ milyonlarca ton CO2 salımına neden oluyor

Yeni bir çalışma, dip trolünün atmosfere ne kadar karbon saldığını ortaya çıkardı.

Balık yakalamak için bazıları 10 yolcu jeti kadar büyük olan devasa ağların denizin dibinde sürüklenmesinin neden olduğu hasarın büyük kısmı uzun süredir biliniyordu. Ancak yeni araştırmayla uygulamanın aynı zamanda “göz ardı edilemeyecek kadar büyük”, hesaba katılmayan bir karbon emisyonu kaynağı olduğunu ortaya koyuyor.

Dip trolü yapan gemiler, karides, yengeç, morina, pisi balığı ve diğer balıkları toplamak için okyanus tabanını tarayan, uzunluğu yarım mil (0,8 kilometre) kadar olan devasa ağırlıklı ağlar kullanıyor. Bilim insanları ve ekoloji aktivistleri, mercan resifleri gibi deniz yatağı ekosistemlerine verdiği zarar, deniz kaplumbağalarının, köpekbalıklarının ve kazara ağlara yakalanan diğer hedeflenmeyen deniz türlerinin öldürülmesi nedeniyle dip trolüne uzun süredir karşı çıkıyor.

İklim krizi: Dünya okyanuslarının karbondioksit emme kapasitesi düşüyor
Arktik Okyanusu, diğer okyanuslardan dört kat daha hızlı asitleniyor

Frontiers in Marine Science dergisinde yayımlanan makaleye göre, bunun ödenmesi gereken bir iklim maliyeti de ortaya çıkıyor. Araştırmacılar, dip trolüyle deniz yatağı çökeltilerinde tutulan CO2’nin bozulmasının, her yıl atmosfere 370 milyon metrik ton kadar sera gazı salınmasıyla sonuçlandığını hesapladı. Bu, küresel balıkçılık endüstrisinin fosil yakıt yakması nedeniyle salınan CO2’nin iki katından fazla.

Yeni makalenin yazarları ayrıca, okyanusta kalan herhangi bir CO2’nin çevredeki suları asitlendirdiğini, bunun da yengeç, midye, deniz kestanesi ve insanların bağımlı olduğu diğer deniz ürünlerinin kabuklarını çözebileceğini tahmin ediyor.

Çalışmanın baş yazarı ve Utah DevletÜniversitesi’nde havza bilimleri doçenti ve National Geographic Prestine Seas‘tan deniz ekolojisti Trisha Atwood, “Özellikle Akdeniz gibi kapalı alanlarda  CO2’nin oldukça önemli olabilecek yerel asitlenme yaratabildiğini görebiliyoruz” dedi.”Son zamanlarda, dip trolünün aynı zamanda okyanus tabanında binlerce yıl boyunca güvenli bir şekilde depolanacak olan karbon bulutlarını da açığa çıkardığını keşfettik diyen Atwood, araştırmacıların modellemesi okyanusa küresel ölçekte baktığından, asitlenmenin yerel etkisini ölçmek için daha fazla araştırmaya ihtiyaç duyulduğunu söyledi.

Frontiers çalışması trol avcılığı ile CO2 arasında bağlantı kuran ilk çalışma değil; Trol çekilen alanlardaki CO2 ölçümlerini analiz eden Nature dergisindeki 2021 tarihli bir makale, bozulan tortunun gezegeni ısıtan gazı okyanusa saldığını ilk kez tespit etmişti. Bu verilere dayanan yeni araştırma, trollenen tortudan salınan karbondioksitin yüzde 55 ila yüzde 60’ının en az 500 metre derinliklerden atmosfere çıktığını, geri kalanının ise atmosferde kaldığını göstermek için bilgisayar modellerini kullandı.

Okyanus İsyanı aktivisti, 2021'de Glasgow'da yapılacak COP26 zirvesi öncesinde düzenlenen gösteri sırasında dip trolüne karşı protesto yapıyor.
Bir Ocean Rebel aktivistinin, 2021’de Glasgow’da yapılan COP26 Zirvesi öncesinde dip trolüne karşı düzenlediği protesto gösterisinden. Fotoğraf: Reueters.

Dip trolünde çıkan dumanlar uzaydan görülebiliyor

Dip trolüyle elde edilen tortu, uzaydan görülebilecek kadar büyük bulutlar halinde yukarı kalkıyor.

Derinliğe bağlı olarak deniz yatağı çökeltilerindeki çözünmüş karbondioksitin atmosfere salınması onlarca yıl sürse de bilim insanlarının modelleri, trolden kaynaklanan CO2’nin 1996 ile 2020 yılları arasında nispeten hızlı bir şekilde havaya karıştığını gösterdi.

Okyanustaki karbon döngülerine ilişkin uluslararası kabul görmüş modeller kullanan ekibin hesaplarına göre söz konusu dönemde salınan toplam karbon 8,5 ila 9,2 milyar ton arasında.

Atwood, “CO2’nin okyanustan tamamen atmosfere çıkması yalnızca dokuz yıl sürüyor ve küresel trol avcılığı her yıl devasa oranlarda salıma neden oluyor” dedi.

Okyanustaki karbon döngüsünü inceleyen ve yeni makalenin yazarlarından biri olan NASA‘dan bilim insanı Anastasia Romanou, trol avcılığından kaynaklanan CO2’nin atmosfere ulaşma hızının, bu uygulamayı kısıtlamanın iklim açısından neredeyse anında fayda sağlayacağı anlamına geldiğini söyledi. Birleşmiş Milletler Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli‘ne katkıda bulunan yazarlardan olan Romanou, “Her türlü hafifletme çabası çok etkili olacak ve sonuçlarını görebileceğiz” dedi.

Atwood, bulguların hala dip trolünden kaynaklanan CO2 emisyonlarını eksik tahmin ettiğini, çünkü Güneydoğu Asya gibi trol balıkçılığının yeterince izlenmeyen bazı sıcak noktaları için veri bulunmadığını söyledi. Bilim insanları, dip trolünden en çok etkilenen denizlerin Baltık Denizi, Doğu Çin Denizi, Grönland Denizi ve Kuzey Denizi olduğunu belirledi.

2021 tarihli makalenin baş yazarı deniz bilimcisi Enric Sala da yeni araştırmayı yapan meslektaşlarının  kendilerinin ilk bulguları doğruladığını söyledi. Aynı zamanda yeni makalenin ortak yazarı ve Ulusal Araştırmalar İcra Direktörü Sala, “Birçok kişi, sudaki karbonun sakıncalı olduğunu ancak önemli olanın atmosferik emisyonlar olduğunu söyleyerek 2021 çalışmasının bulgularının önemini göz ardı etti” dedi. Coğrafya Derneği’nin Bozulmamış Denizler girişimi ise “Yeni raporun dip trollerinden kaynaklanan emisyonların kabaca yarısının atmosferi kirlettiğini ve diğer yarısının da okyanusun asitliğini artırdığını göstermesi açısından önemli olduğuna dikkat çekti.

Romanou, “İnsanlık trolleme faaliyetlerini genişletip yoğunlaştırdıkça, daha büyük bölgelerin etkileneceğini görmeyi bekliyoruz” dedi.

Dip trolüyle açığa çıkan karbonun geri kalanı ne olacak?

Araştırmacılar ayrıca dip trolleme sonrasında okyanusta kalan karbona ne olduğuna da baktı. Suda sıkışıp kalan yüzde 40 ila 45’lik kısım, yerel bölgelerde daha fazla okyanus asitlenmesine yol açıyor.

Bu artan asitlik, bu tür balıkçılığın yapıldığı bölgelerdeki bitki ve hayvan yaşamına zarar veriyor. NASA Goddard Uzay Araştırmaları Enstitüsü müdürü Gavin Schmidt, “Dip trolüyle ilgili karbonun etkilerinden çok daha fazla sorun var; örneğin biyolojik çeşitlilik ve sürdürülebilirlik. Fakat bu ‘denizlerdeki ormansızlaşma’ fark edilip değerlendirilecek kadar büyük. Umuyoruz ki bu, tüm etkilerde faydaları en üst düzeye çıkarmaya çalışabilecek politika çabalarına yol açabilir” diye konuştu.

İklim krizi: Akdeniz’de deniz suyu ısınıyor, kasırga riski artıyor

Akdeniz’de deniz suyunda meydana gelen yüzey sıcaklığı artışı nedeniyle uzmanlar, okyanuslarda oluşan kasırgalar kadar şiddetli hava olaylarının görülebileceği konusunda uyarılarda bulunuyor.

AA’dan  Gülseli Kenarlı‘ya konuşan, Orta Doğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) Deniz Bilimleri Enstitüsü Müdürü Prof. Dr. Barış Salihoğlu, Akdeniz’in iklim değişikliğinden en fazla etkilenen bölge olduğunu ifade etti.

İklim değişikliğinin Akdeniz’in yüzey suyu sıcaklıklarındaki etkisine değinen Salihoğlu, “Son 40 yılda Mersin Körfezi, İskenderun Körfezi gibi bölgelerde 2 derecenin üzerinde bir artış gözlemliyoruz. Bu, ülkemiz denizleri için ciddi bir sıcaklık artışı olarak öne çıkıyor. Akdeniz’deki sıcaklık artışı ortalama 1,5 dereceyi buluyor. Antalya Körfezi‘nin açıklarında da benzer şekilde 1,5 derece sıcaklık artışları yaşanıyor” dedi.

Aralık ayı ortasında deniz yüzey suyu sıcaklığının Mersin Körfezi’nde 22, İskenderun ve Antalya Körfezi’nde ise 21,5 derece ölçüldüğü bilgisini veren Salihoğlu, bu değerlerin, bu dönemde ölçülen en yüksek rakamlar olduğunu vurguladı: 

Beklenen oldu, 2023 şimdiye dek yaşanmış en sıcak yıl olarak tescil edildi

“Bu yıl ocak ayında İskenderun, Mersin ve Antalya körfezlerinde 19 derece olması gereken sıcaklık ortalaması 20 dereceye yükseldi. Bu rakamlar söz konusu körfezler için tüm zamanların en sıcak ocak ayı deniz yüzey suyu sıcaklıkları oldu. İskenderun ve Mersin Körfezi’nde kasım ayı ortalaması 23 dereceyken, geçen yıl kasımda 25 dereceyi, ortalaması 22 derece olması gereken Antalya ise yine kasımda hiç görmediğimiz 24,5 dereceyi gördü.” 

Akdeniz’de deniz suyunun ısınması canlıları ve ekosistemi doğrudan etkiliyor

Yüzeyde artan tuzlulukla yoğunlaşan suyun batarak derinlerde de etki oluşturduğunu anlatan Salihoğlu, derin denizlerdeki dengeli yapının çok küçük sıcaklık değişimleri ile dahi etkilenebildiğini açıkladı: “Daha da korkutucusu, dünyadaki büyük akıntı sistemlerindeki genel döngüler gibi Akdeniz’de de döngüler var ve bu döngüler artan sıcaklıklarla giderek değişecek. O zaman durum ekosistem açısından daha da tehlikeli bir boyuta ulaşacak çünkü artan sıcaklıklar canlıların yaşam alanlarını değiştirmeleriyle sonuçlanabiliyor.”

[İklim Masası] Türkiye’nin en ‘sıcak noktaları’ Akdeniz, Doğu ve Güneydoğu Anadolu: Önlem alınmalı
İklim krizi: Akdeniz Havzası küresel ortalamadan 1,5 kat daha hızlı ısınıyor

Salihoğlu, iklim değişikliğinin denizde asitlenmeye yol açtığını, bunun da özellikle bünyesinde kalsiyum içeren türlerin ya yapılarını değiştirmelerine ya da ölümlerine neden olduğunu, hatta balıkların göçlerini ve üreme alışkanlıklarını da değiştirdiğini aktardı.

Akdeniz'de deniz suyu
İngilizcede Akdeniz anlamına gelen “Mediterranean” ve yine ingilizcede kasırga anlamına gelen “hurricane” kelimelerinin birleştirilmesiyle oluşturulan “Medicane” terimi, Akdeniz üzerinde oluşan kasırgaları ifade ediyor. Fotoğraf: NASA

‘Sıcaklık artışı durdurulsa dahi ekosistemlerin güçlendirilmesi gerek’

İklim değişikliğinin denizlerde neden olduğu olumsuz fiziksel etkiler için bir çözüm üretilemeyeceğini ifade eden Prof. Dr. Barış Salihoğlu, mevcut durumu korumanın değil, daha sağlıklı hale getirmenin önemli olduğunu vurguladı. “En iyi senaryoda, sıcaklık artışlarını 1,5-2 derecede durdursak bile artış bir süre daha devam edecek” diyen Salihoğlu, özellikle kirlilik, avcılık, yapılaşma gibi baskıların azaltılması gerektiğini, bölgedeki biyoçeşitliliğin ve ekosistem direncinin artırılması için koruma alanlarının da artırılması gerektiğini söyledi.

Akdeniz’de toplu pina popülasyonu kalmadı
Akdeniz’in ısınan suları istilacı türlerin artmasına neden oluyor

‘Kasırgalar zamanla daha da şiddetlenebilir’

Dokuz Eylül Üniversitesi‘nden Prof. Dr. Şükrü Turan Beşiktepe ise, denizlerin iklim sistemimiz için önemli bir rol oynadığını ve insan faaliyetlerinden kaynaklanan ısının büyük bir kısmının denizler tarafından emildiğini belirtti. Bu süreç, iklim dengesinin korunmasında kritik bir öneme sahip.

Endüstri öncesi döneme göre atmosferin 1,1 derece ısındığını, Akdeniz’in ise 1,5 derece ısındığını vurgulayan Beşiktepe, bu trendin devam etmesi durumunda 2040 yılına kadar Akdeniz’deki sıcaklık artışının 2,2 dereceye ulaşmasının beklendiğini belirtti.

Ayrıca, Akdeniz’in batısında son 10 yılda 0,35 derece, doğusunda 0,5 derece ve Atlantik Okyanusu’nda 0,25 derece ısınma olduğunu ekledi ve “Küresel ısınmayla birlikte denizdeki buharlaşma artıyor, bu da buluttaki su miktarını ve yağışları artıyor. Ancak Akdeniz bu genel durum içerisinde bir istisna teşkil ediyor ve Akdeniz’in genelinde özellikle kış yağışlarında azalma olacağı tahmin ediliyor” dedi. Prof. Dr. Şükrü Turan Beşiktepe’ye göre bölgede oluşması muhtemel kasırgalar zamanla daha şiddetli hale gelecek ve Doğu Akdeniz’deki tropikleşme süreci deniz ekosistemini ciddi şekilde etkileyecek.

Beşiktepe, deniz suyu sıcaklıklarının artmasının balık yumurtlama mevsimleri, mercan kayalıkları ve deniz çayırlarını etkileyeceği konusunda da uyarılarda bulundu. Ayrıca, bu değişikliklerin kıyıdaki su kalitelerini bozacağını ve Akdeniz’e özgü mercan kayalıklarının önümüzdeki 15-20 yıl içinde yok olabileceğini ifade etti.

Son olarak, Beşiktepe, fırtınalara ve taşkınlara karşı kıyı yapılarının ve altyapının güçlendirilmesi gerektiğini, küresel ısınmayla başa çıkmanın zor olduğunu ancak hava olaylarına karşı daha iyi tahmin mekanizmaları geliştirerek ve doğaya uyum sağlayarak hayatta kalabileceğimizi vurguladı.

IPCC Başkanı: Bu yüzyıl sonunda küresel ısınmanın muhtemelen 3 dereceyi bulacağı bir yolda ilerliyoruz

Birleşmiş Milletler‘in (BM) iklim değişikliğiyle ilgili bilimsel değerlendirme organı Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) 60. oturumu Türkiye‘nin ev sahipliğinde İstanbul‘da gerçekleştirildi.

IPCC’nin dünyanın giderek ısındığı ve buna bağlı aşırı hava olaylarının artacağı yönündeki uyarılara raporlarında sık sık yer verdiğini belirten IPCC Başkanı Prof. Dr. Jim Skea, 2023 yılının herkesi çok şaşırttığını ve beklenenin çok ötesinde bir yıl olduğunu ifade ederek şunları söyledi:

”Orman yangınlarını, aşırı hava olaylarını ve okyanuslarda alışılmamış sıcaklık artışını gördük. Bu da tahminlerin çok dışında bir durumdu. Söz konusu aşırı hava olaylarından bazıları insan kaynaklı aktiviteler sonucu küresel sıcaklıklardaki artış nedeniyle, bazıları El Nino kaynaklı, bazıları ise yıldan yıla doğal olarak yaşanan değişimler sonucu görüldü. Tüm bunları hesaba kattığımızda bile yine çok olağan dışı bir yıldı.”

IPCC nedir
IPCC’nin Altıncı Değerlendirme Raporu açıklandı
IPCC Sentez Raporu’nun kısa bilimsel bireşimi

‘Bu yüzyıl sonunda küresel ısınma 3 dereceyi bulabilir’

İklim değişikliğiyle mücadelede ortaya konan net sıfır emisyon hedefi başta olmak üzere hükümetlerin geleceğe yönelik hedefler koymalarının önemini vurgulayan Skea, bununla birlikte tüm bu çabaların küresel ısınmayı durdurmada yeterli olmadığını dile getirdi.

Jim Skea, “Var olan politikalara bağlı kalmamız halinde bu yüzyıl sonunda küresel ısınmanın muhtemelen 3 dereceyi bulacağı bir yolda ilerliyoruz.” değerlendirmesinde bulundu.

Enerji sektöründeki dönüşümün küresel emisyonların azaltılması noktasında azami derecede gerekli olduğunun altını çizen IPCC Başkanı, şöyle devam etti:

Enerji sektörünün tüm sera gazı emisyonlarının yaklaşık yüzde 80’inden sorumlu olduğunu göz önünde bulundurursak bu sektördeki sorunu halletmediğimiz sürece iklim değişikliğiyle mücadele sorununu da gerektiği gibi ele alamayız.”

IPCC Başkanı Jim Skea Fotoğraf: IISD

Metan emisyonlarının giderilmesi için kritik adımlar

Bu noktada birçok fırsat bulunduğunu vurgulayan Skea, ”Yenilenebilir enerji yatırımlarının artırılması, her alanda enerji verimliliğinin hedeflenmesi, sanayi sektöründe yaşanan gaz sızıntıları sonucu artış gösteren metan emisyonlarının giderilmesi atılacak kritik adımlar arasında bulunuyor” dedi.

İklim krizine karşı bireysel olarak da harekete geçebileceğine işaret eden Skea, bu noktada gerekli teknolojilerin ve alt yapıların oluşturulması gerektiğine dikkati çekti.

Jim Skea, ulaşım sektörünün bireysel karbon emisyonlarının azaltılması konusunda örnek gösterilebileceğini ifade ederek, “Eğer otobüsler çalışmıyorsa insanlar toplu taşımaya yönelemezler. Yani insanların yapabileceği çok şey var ama doğru seçimleri yapabilmeleri için de hükümetlerin ve diğer paydaşların desteğine ihtiyaçları var” görüşünü paylaştı.

‘Yapılması gereken çok şey var’

Paris Anlaşması‘nda belirlenen 1,5 derecelik hedefe ulaşma konusunda hala yapılması gereken çok şey olduğunu belirten Skea, IPCC’nin de iklim değişikliğiyle mücadelede ihtiyaç duyulan bilimsel kanıtları sunma sorumluluğunu yerine getirmeye devam edeceğini bildirdi.

IPCC’nin 7. Değerlendirme Döngüsü‘nün rotasını belirledikleri bu toplantının önemine değinen Skea, ”Döngü içerisinde hangi raporları ortaya koyacağımıza, bu raporları hangi konularda ve ne zaman oluşturacağımıza karar vermeyi hedefliyoruz. Cuma günü toplantıdan çıktığımızda, bilim insanlarının önümüzdeki 5 ile 7 yıl arasında neyi başarmaya çalışacakları konusunu netleştirmiş olmamız gerekiyor” dedi.

İstanbul’da gerçekleşen üç günlük oturumun, iklim değişikliği araştırmalarının gelecekteki durumunu şekillendirmede önemli bir rol oynaması ve gelecek yıllarda iklim araştırmacıları için değerli bilgiler ve öncelikler sunması bekleniyor.

Tüm dünyanın merakla beklediği IPCC raporu açıklandı
IPCC iklim değişikliği raporu Türkiye için ne söylüyor?
IPCC Raporu: Acil eylem için zaman daralıyor
IPCC’nin 60. oturumu İstanbul’da başladı

IPCC nedir?

Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) 1988 yılında Birleşmiş Milletler’e bağlı olarak faaliyet gösteren iki uzman kuruluş olan Dünya Meteoroloji Örgütü (WMO) ve Birleşmiş Milletler Çevre Programı (UNEP) tarafından, iklim değişikliği konusunda mevcut bilimsel, teknik ve sosyo- ekonomik bilgi ve çalışmaların değerlendirilmesi, bilimsel çıktılar ışığında iklim değişikliğiyle mücadele ve iklim değişikliğine uyum konularında karar vericilere yol göstermek amacıyla kuruldu.

IPCC, Birleşmiş Milletler ve Dünya Meteoroloji Örgütü’ne üye ülkelerden oluşan, Türkiye’nin de içinde olduğu 195 IPCC üyesi ülkeler tarafından belirlenmiş bağımsız süreçlere göre çalışmalarını sürdürüyor. IPCC ayrıca, BMİDÇS Taraflar Konferansı veya Bilimsel ve Teknolojik Danışma Yardımcı Organı tarafından yöneltilecek talepler üzerine belirli konularda özel rapor ya da teknik değerlendirmeler hazırlıyor.

Panelin metodoloji alanındaki çalışmaları, tarafların sera gazı envanterlerinin oluşturulması için rehberler hazırlanmasında önemli rol oynuyor. Raporlar müzakerelerde temel referans kaynakları olarak kullanılmakta olup, ihtiyaca göre belirli dönemlerde çalışma grupları oluşturulabiliyor.

Her beş ila yedi yılda bir, dünyanın iklim sisteminin bugün geldiği duruma ilişkin derlenen Değerlendirme Raporları basın ve karar vericilerle paylaşılıyor.

IPCC’nin Altıncı Değerlendirme Raporu açıklandı: İklim değişikliği insani krizleri şiddetlendiriyor

Dünyanın en büyük buzdağı Güney Atlantik’e doğru sürükleniyor

Antarktika‘nın kuzeybatısında bulunan ve geçmişte bir Sovyet araştırma istasyonuna ev sahipliği yapan Filchner Buz Sahanlığı’nın bir parçası olan dünyanın en büyük buzdağı A23a sürüklenmeye başladı.

Yaklaşık 4 bin km karelik devasa alanıyla sürüklenen A23a, küresel ısınmaya bağlı nedenlerle 30 yılı aşkın süredir karaya oturduğu zeminden geçen kasım ayında ayrılmıştı.

1986 yılında Antarktika kıyı şeridinden ayıran buzdağı, Weddell Denizi’nde  karaya oturmuş ve yeniden sürüklenmeye başlamadan önce buz adası haline gelmişti.

Antartika’da dünyanın en büyük buzdağı koparak denize sürüklendi
Dünyanın en büyük yüzen buzdağından dev bir parça daha koptu

Kemerleri, dev dalgalarla çöküyor

A23a, oturduğu zeminden geçen kasım ayında ilk ayrıldığında Antarktika denizinin yoğun sisi yüzünden nerede, ne durumda olduğu ve rotası tam olarak görüntülenememişti. Ancak EYOS şirketinin keşif gemisiyle buzdağının durumunu tespite çalışan araştırmacı Ian Strachan, AFP’yle dünyanın en büyük buzdağının denizdeki sürüklenmesiyle ilgili gözlemlerini paylaştı.

 

Denizde sürüklenen buzdağıyla ilk kez karşılaşan Ian Strachan, bulutların dağılmasının ardından ufuk çizgisi boyunca uzanan bu beyaz çizgiyi neredeyse somut olarak görme imkanını yakaladıklarını  anlattı. Sürüklenmeye başlayan dev adanın buz duvarında oyulmuş devasa yarıklar ve muhteşem mavi yaylar gözlemlediklerini ifade eden Strachan, bazı kemerlerin 4 metre yüksekliğindeki dalgaların darbesi altında çöktüğü bilgisini paylaştı.

Antarktika’nın buzulları rekor derecede azaldı
Buzullardaki erimenin etkileri, orman yangınlarına kadar uzanıyor
Araştırma: Grönland saatte 30 milyon ton buz kaybediyor

Paris’in yaklaşık 40 katı büyüklüğünde

Diş şeklindeki A23a buzdağı, Paris’in yaklaşık 40 katı büyüklüğünde. Ağırlığının yaklaşık bin milyar ton olduğu tahmin edilen buzdağının kalınlığı bazı yerlerde 400 metreye ulaşıyor.

310 metre yüksekliğiyle, 30 yıl sonra hareket etmeye başlayan buzdağı, Güney Okyanusu’nun kuzeyine doğru ilerliyor. Şu sıralarda da Fil Adası ile Güney Orkney Adaları arasındaki bir bölgede sürükleniyor.

Weddell sektöründen gelen çoğu buzdağı gibi A23a’nın da Antarktika Sirküler Akıntısı’na kapılacağı ve bu akıntının onu “buzdağı geçidi” olarak bilinen bir yoldan Güney Atlantik’e doğru götüreceğine kesin gözüyle bakılıyor.

Bilim insanları  buzdağının rotasını dikkatle izliyor, çünkü dev kütle Güney Georgia’da karaya oturursa, adada üreyen milyonlarca fok, penguen ve diğer deniz kuşları için sorun oluşturma riski büyük. A23a’nın büyüklüğü hayvanların yiyecek arama rotalarını bozarak yavrularını düzgün bir şekilde beslemelerini de engelleyebilir.

Ancak buzdağının erimesi aynı zamanda buzullarına karışmış olan minerallerin serbest kalmasını sağlıyor.  Bu mineraller okyanus besin zincirinin temelini oluşturan organizmaların başlıca besin kaynağını oluşturuyor.

Marmarisliler ‘prestij projeleri’ne karşı bir araya geldi: Kentimiz sahipsiz değil

Marmaris Belediyesi’nin “prestij projeleri” olarak kamuoyuna duyurduğu altı projeye karşı yurttaşlar tepki gösterdi. Projeler, kent halkına sorulmadığı, halkın yararını içermediği belirtilerek ve betonlaşma, kentin ortak faydası yerine birilerine çıkar sağlamak şeklinde değerlendirilerek eleştirildi. Geçen günlerde ihalesi yapılan eski belediye binasında inşaat başlaması üzerine de Marmaris Kent Konseyi ve Marmaris Ekolojik Mücadele Komitesi tarafından inşaat önünde basın açıklaması gerçekleştirildi.

Marmaris Kent Konseyi başkanı Ufuk Beytekin tarafından okunan basın açıklamasında “Kentimiz sahipsiz değil” denildi. Ayrıca ihale ve projelerin iptal edilmesi için bir de imza kampanyası başlatıldı.

Fotoğraf: Ender Türkkan

‘Kentimiz sahipsiz değil’

20 Ocak’ta gerçekleştirilen basın açıklamasında, “Bugün önünde durduğumuz inşaat da bunun en son örneği. Eğer demokrasiye inanıyor ve gerçekten önemsiyorsak unutulmamalı ki demokrasi yerelden başlar. Demokrasi istemi seçim zamanları halkı kandırmak veya demokratmış gibi görünmenin aracı olamaz. Ülke yönetiminde tek adam anlayışına karşı gelip yereldeki uygulamalarla ona rahmet okutmak, ne siyasete ne halka ne de kente fayda sağlar” denildi.

Fotoğraf: Ender Türkkan

‘Halka sormaya tenezzül bile etmeme kibri…’

Ayrıca söz konusu inşaat özelinde diğer prestij projelerinin ve belediyenin bazı uygulamaları için seçim zamanı verilen sözlerin yerine getirilmemesinin utancının ve sorumluluğunun yok sayılmadan tartışılması gerektiği iki yanlış olduğu belirtildi:

“Birincisi halka ait olan bir kamu malını halka sormadan, hatta halka sormaya tenezzül bile etmeme kibri ile birilerine peşkeş çekmek.

İkincisi görev süresinin dolmasına üç ay kala önümüzdeki 25 seneyi ipotek altına alacak şekilde etik dışı bir işe girişmek.”

Fotoğraf: Ender Türkkan

‘Sorun, gelecek beş dönem belediye başkanının iradesine ipotek koyma vurdumduymazlığıdır’

Bu iki davranış şeklinin ülkede yapılan siyasetin kamusal fayda ve halk için yapılmadığının en büyük göstergesi olduğunun da altı çizildi. Ayrıca “Buradaki sorun ihale miktarının azlığı değildir (ki o peşkeşin ispatıdır). Sorun tüm yaşayanları ilgilendiren bir konuda bu güne kadar gerçekleşen tüm tepkilere rağmen, hala ve ısrarla halkı kale almamak, halkın yerel yönetimlere katılma kültürünü, talebini yok saymaktır. Buradaki sorun yerel seçime günler kala yangından mal kaçırırcasına kendi partinden olsun veya olmasın gelecek beş dönem belediye başkanının iradesine ipotek koyma vurdumduymazlığıdır” denildi.

Fotoğraf: Ender Türkkan

Konsey mücadeleyi yalnızca basın açıklamaları ile yürütmediklerini de ileterek hukuki mücadelelerine şöyle değindi:

“Aralık ayında tüm projeler için Kent Konseyleri Yönetmeliği’nin üzerimize yüklediği sorumlulukla belediyemize resmi bir yazı vererek, halkın tepkisini seslendirip halka sorulmadığı ve kamu yararı olmaması sebebiyle projelerin iptal edilmesi gerektiği görüşümüzü iletmiştik. Ocak ayı itibari ile de Marmaris yaşayanı 2 kadın avukatımız hukuki süreci başlatmış ve iptal davalarını açmıştır. Önümüzdeki günlerde hep birlikte nasıl sonuçlanacağını göreceğiz. Ancak tüm Marmaris halkını ve geleceğimizi ilgilendiren böyle bir meseleyle ilgili olarak, bu davaların açılması ve yürütülmesi konusunda tüm maddi ve manevi yükün bir avuç çevrecinin ya da avukatların omuzlarına yüklenmemesi gerektiğine inanıyor ve bugün buraya gelen ya da gelemeyen tüm yurttaşlarımızın destek ve katkılarını bekliyoruz.”

‘Kanıksanan siyaset yapma ve yönetme biçimine itiraz ediyoruz’

Açıklamada ek olarak “Benzeri kötü örneklerin parti ayrımsız bolca bulunduğu ülkemizde, Marmaris gibi gerek doğası gerek havası ve gerekse turizm açısından önemi olan bir yerde, Sinpaş sebebiyle tüm kentte oluşan tepkiye ve dedikoduya rağmen bu işlere kalkışmak kime ve neye hizmet etmektedir acaba?” diye bir soru da yöneltildi ve şunlar eklendi:

“Marmaris’te köylerimiz ve bazı mahallelerimiz imarsız iken;

  • Hisarönü 142 parsel’de kişiye özel imar planı yapılması ve sulak alanlarımızın yok edilmesi,
  • Karacasöğüt’te 1. derece Arkeolojik sit alanına MUÇEV tarafından marina yapma ısrarı,
  • Marmaris deniz girişinde bulunan Kızılkum koyunun Sinpaş tarafından beton bloklarla doldurulması,
  • 15 hektar milli park alanımızın talan ve işgal edilmesi,
  • Ve bunlara Valilikçe verilen ‘ÇED gerekli değildir’ ya da Bakanlıkça verilen ‘ÇED Olumlu’ kararlarına karşı kentimizi ve haklarımızı koruması gereken belediyenin tutumu,
  • Korumak ve sahip çıkmak sorumluluğu olan diğer örgütlerin sessizliği ya da sadece seçim zamanı ses çıkarması da masum görülemez.

Burada bir kişiyi, bir partiyi ya da sadece bir inşaat projesini eleştirmiyoruz. Burada maalesef ülkemizde var olan, kanıksanan siyaset yapma ve yönetme biçimine itiraz ediyoruz.”

Fotoğraf: Ender Türkkan

‘Şimdi soruyoruz kim kazandı?’

Son olarak açıklamada şu ifadelere yer verildi:

“Adalet mekanizmasının sağlıklı ve zamanında işlememesi, bu sebeple yapanın yanına kar kalması ve yandaşlık gafletiyle hırsıza, ahlaksıza ve uğursuza ses çıkarmayıp doğrunun değil güçlünün yanında yer alınması sonucu, bugün görüyoruz ki isimler ve aidiyetler değişse de icraatlar aynılaşmıştır.

O sebeple yerel seçimlere yaklaştığımız şu günlerde bu türden seçilenin tahakkümünü reddetmek, gerçek manada demokratik bir kente ve yaşama sahip olabilmek için yerel yönetimlere halkın katılmasını sağlayan mekanizmaları sağlıklı işler şekilde hayata geçirmek gerektiğini ifade ediyoruz.

Toplumsal çıkarın yapılan işlerde en önemli ilke olmasını sağlamak, şeffaflık, halkla planlama, hesap verme ve geri çağırma mekanizmalarının hayat geçmesi gerektiğine inanıyoruz.

Ülkemizde, başta siyasi parti farklılığı olmak üzere futbol takımı, cinsiyet vb. her türden farklılığın insanları düşmanlaştırıp ayırarak, birilerine siyasi ikbal sağlanmanın bir aracı olduğu unutulmamalıdır. Aynı altyapıyı ve üst yapıyı kullanan, bu nedenle aynı sorunları yaşayan, aynı denize girip aynı parkı, okulu ve yolu kullanan mahallelinin bu sanal ayrıştırmaya kurban gitmeden, bir araya gelip oluşturacağı meclisler vasıtasıyla yerel yönetimleri demokratik olmaya zorlamadıkça, birileri kentlerimizi parsel parsel satar. Birileri de özelleştiriyorum ya da satıyorum diyemez, 25 sene kiraya verir.

Marmaris ormanları, denizi, kıyıları ve havası ile yaşanası bir kentti. Önce Sinpaş’a ruhsat verildi daha sonra ormanlarımız yandı. Coğrafi işaretli bal üretimimiz zarar gördü. Peşinden denizimiz kirlendi ve birçok çevre talanına sebep olacak usulsüz projeler ruhsatlandırılarak bu güne geldik.

Şimdi soruyoruz kim kazandı?

Yaşadığımız kentin kaybedeni değil hep birlikte kazananı olmak için, her siyaset kendi çürük elmasını çöpe atmak ve iyi ahlakı korumak zorundadır.
Marmaris sahipsiz değildir.”

Fotoğraf: Ender Türkkan

2023’te 100’e yakın yeni bitki ve mantar türü keşfedildi: Dörtte üçü risk altında

İngiltere‘nin başkenti Londra‘da bulunan Kew Kraliyet Botanik Bahçeleri‘nde görev yapan araştırmacılar 2023’te 74 yeni bitki ve 15 mantar türü keşfetti.

Söz konusu türlerin çoğu, bir yanardağın tepesi ya da Antarktika‘daki kayalar gibi beklenmedik yerlerde bulundu.

Bilim insanları, yeni türlerin acilen korunması gerektiğini ve en az birinin muhtemelen neslinin tükenmiş olabileceğini söylüyor. Öte yandan tanımlanmamış bitkilerin yaklaşık dörtte üçü yok olma tehlikesiyle karşı karşıya.

Araştırmacılar, 2023 yılında yeni keşfedilen ilk 10 türün, doğal dünyanın güzelliğini ve mucizesini yansıttığını ve biyoçeşitliliğin kayba uğraması ve iklim değişikliğinin tehlikelerine dair kesin bir uyarı olduğunu söylüyor.

Çalışmayı yöneten Dr. Martin Cheek, bir türe bilimsel bir isim verilmesinin, koruma önlemlerinin alınması ve insanlık için potansiyel kullanım alanlarının araştırılması yolunda ilk adım olduğunu söyledi: “Kimsenin bilmediği yeni bir tür bulduğunuzu fark ettiğinizde yaşadığınız şaşkınlık duygusu, hayatı yaşamaya değer kılan bir şey ve çok heyecan verici.”

Kew Botanik Bahçeleri’nin 2023’te keşfettiği 10 yeni bitki türü şöyle:

ÜÇ YENİ ANTARKTİKA MANTARI

Antarktika çiçekli bitkilerden hemen hemen yoksun bir kıta; ama likenler çıplak kayalıkların olduğu küçük alanlarda tutunabiliyor. Mevcut tüm mantar türlerinin sadece yüzde 5-10’u biliniyor. Bu türler yalnızca keşfedilmemiş uzak bölgelerde değil, gezegenin her yerinde bulunuyor.

Kew’de mantar uzmanı Dr. Raquel Pino-Bodas, bu inanılmaz çeşitlilik arasında “bugün karşı karşıya olduğumuz en büyük sorunlardan bazılarına doğal çözümler bulmamıza yardımcı olabilecek yeni gıda kaynakları, ilaçlar ve diğer yararlı aktif bileşikler keşfetmemiz kaçınılmaz” dedi.

VOLKAN ZİRVESİNDEKİ ORKİDE

Muhteşem parlak kırmızı çiçeklere sahip bitki, Endonezya‘nın Waigeo adasında sönmüş bir volkan olan Nok Dağı‘nın zirvesinde bulundu.

YERALTINDAKİ PALMİYE

“Pinanga subterranea” olarak adlandırılan palmiye, Güney Doğu Asya‘daki Borneo adasında bulundu. Palmiyenin parlak kırmızı meyveleri ve çiçeklerinin büyük kısmı yeraltına gömülü.

MOZAMBİK’TE ETOBUR BİTKİ

Nane ailesinden olan bu ilginç bitki (Crepidorhopalon droseroides), yapışkan tüylerini kullanarak böcekleri çekip yakalıyor ve sindirebiliyor, ancak diğer etobur bitkilerle ilgisi yok.

Dr. Cheek, “Önümüzdeki birkaç yıl içinde bilimsel olarak etçil olduğunun kanıtlanacağına bahse girerim ve bu doğrulanırsa, etobur bitkilerin evriminin kaydedildiği yeni bir durum olacak” dedi.

YERALTINDA İKİ AĞAÇ

Orta Afrika‘daki Angola‘nın güneyinde, Kalahari Çölü uzantısında kum altında yetişen ağaçlar keşfedildi. Yüzeyde ise sadece çiçekler ve birkaç yaprak görülebiliyor.

“Baphia arenicola” ya da “kum üzerinde büyüyen” olarak bilinen ağaçlardan biri fasulye ailesine ait ve beyaz çiçekleri var. İkincisi “Cochlospermum adjanyae” ise parlak sarı çiçeklere sahip.

Dr. Cheek, “Bu bilim insanları için büyük bir merak konusu ve işte bu çok küçük ama çok ilginç yeraltı ormanlarının iki yeni türü” dedi.

Madagaskar adasında yeni bir orkide

Bu yeni orkidenin, ziyaretçilerin ilgisini çeken ve miğfer vanga olarak bilinen mavi gagalı garip ve güzel bir kuş sayesinde hayatta kaldığı düşünülüyor. Köylüler kuşun yaşadığı ormanlık alanları koruyarak, soluk yarı saydam çiçekleri olan orkidelerin yaşam alanlarını korumuş.

Diğer keşifler arasında şu bitkiler var:

  • Güney Kore‘de gıda atıkları üzerinde büyüyen mantarlar
  • Tayland‘da menekşe benzeri bir çiçek
  • Güney Afrika‘da indigo taşıyan bir bitki

Bilim insanları her yıl ortalama 2.500 yeni bitki türü ve 2.500 yeni mantar türü keşfedip isim veriyor. Henüz resmi olarak tanımlanmamış 100.000 kadar bitki olduğu tahmin ediliyor. Mantarlar için bu rakam çok daha yüksek.

Türkiye’de ilk kez ‘albino çakal’ görüntülendi

Tarım ve Orman Bakanı İbrahim Yumaklı, sosyal medya hesabından, ülkede ilk kez “albino çakal”ın görüntülenmesine ilişkin paylaşımda bulundu.

Yumaklı, drone ile çektiği görüntüleri Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü ekiplerine ulaştıran doğasever çiftçi Ramazan Gül adlı yurttaşa teşekkür ederek, “Yaban hayatı zenginliğimizin ve bu nadir güzelliklerimizin hep birlikte farkında olacak ve koruyacağız.” değerlendirmesinde bulundu.

Yaban hayatı uzmanları, albino çakaların doğada çok nadir görüldüğünü ve bu türlerin yaşam şansının diğer çakallardan daha az olduğunu ifade ediyor.

Canis aureus

Marmara Bölgesi’nde özellikle Trakya’da, Karadeniz, Ege ve Akdeniz kıyılarında ve Güneydoğu Anadolu’nun alçak bölgelerinde yaşayan çakal, genellikle nehir ve göllere yakın çalılık, sazlık ve ormanlık alanlarda bulunur.

Türkiye‘de tarım alanlarının açılması, bataklıkların kurutulması, nehir yataklarının ıslahı, zirai ilaçlar ve beslendikleri türlerin azalması nedeniyle çakalların nesilleri tehlike altında.

Çevre ve İklim Gazeteciliği Okulu Zonguldak’taydı

Yeşil Gazete, Batı Karadeniz şehirlerinde düzenleyeceği Çevre ve İklim Gazeteciliği Okulu’nun (ÇİGO) ilk etkinliğini Zonguldak’ta gerçekleştirdi. Yerel basın kuruluşlarında çalışan gazetecilerin, ekoloji alanında faaliyet yürüten inisiyatiflerin ve sivil toplum aktörlerinin yanı sıra iletişim fakültesi öğrencileri ve akademisyenlerin de katılımıyla gerçekleşen etkinlikte; “çevre ve iklim gazeteciliğinin temel prensipleri”, “video habercilik”, “yurttaş gazeteciliği”, “haber fotoğrafçılığı” ve gazeteciler ile aktivistler için “sosyal medya kullanımı” konularında atölyeler yer aldı. 

Çevre ve İklim Gazeteciliği

Çevre ve iklim konularında yayınlanan haberlerin genellikle büyük haber merkezleri tarafından yapıldığına ve yerel gazeteciliğin dinamiklerinin sıklıkla göz ardı edildiğine dikkat çekilen etkinlikler, hem yerel basını hem de aktivist hareketi desteklemeyi amaçlıyor. Batı Karadeniz’de düzenlenecek atölyelerin ilki olarak Zonguldak’ta gerçekleşen ÇİGO, ilerleyen zamanlarda Bartın, Kastamonu ve Sinop’ta da düzenlenecek. 

Çevre ve İklim Gazeteciliği Okulu, yerel ekoloji mücadelecileri, yaşam savunucuları ile ulusal medyada yeterince yer bulamayan konulara odaklanarak, büyük şehirlerden uzak kırsal alanlarda ortaya çıkan çevre felaketlerine ve ekolojik yıkımlara dikkat çekmeyi amaçlıyor. Büyük merkezlerden ve dolayısıyla ‘gözlerden ırak’ olan bu sorunlar, kamuoyu oluşturamamanın yanı sıra hukuki ve siyasi kararlara müdahalede bulunma şansımızı da sınırlıyor.

Yeşil Gazete Genel Yayın Yönetmeni Alev Karakartal, “ÇİGO’nun iki ana hedefi bulunuyor. Bunlardan ilki meslektaşlarımıza yönelik: Yerellerde uzman habercilerin sayısını artırmak, var olanları bilgi, beceri ve donanımını geliştirmeyi; böylece dünyanın en kritik sorunu haline gelmiş iklim değişikliği ve yaygın ekokırımla ilgili çalışacak habercilerin yaratacağı farkındalığa katkıda bulunmayı, aynı zamanda meslektaşlarımızla bağ kurarak dayanışmayı geliştirmeyi istiyoruz” dedi ve şöyle devam etti: “İkinci hedefimiz ise bulunduğu bölgede yaşanan iklim felaketleri ve ekolojik yıkımlara karşı verdiği mücadelede yalnız kalan, sesini topluma duyurmakta zorlanan sivil toplum örgütlerini güçlendirmek. Çalışma, böylece bir yandan medyayla daha sağlıklı ve doğru bir ilişki kurmalarını, aynı zamanda kendi aralarında kuracakları ağlara katkıda bulunmayı amaçlıyor.”

Çevre ve İklim Gazeteciliği

Zonguldak’ta düzenlenen etkinlikle ilgili konuşan Alev Karakartal, “Okulumuzun ilk durağında yaptığımız iki günlük yoğun atölye çalışmasında Yeşil Gazete ekibi sahip olduğu uzmanlık birikimini hedef kitlesine ulaştırırken, bölgeye ve yaşadığı sorunlara, bunlara ilişkin çözüm önerilerine daha derinlikli bir bakış açısına sahip olma olanağı buldu. Atölyemizin interaktif yapısı sayesinde karşılıklı öğrenme, birbirini tanıma ve anlama, ortaklaşalıklar kurma olanağı elde ettik. Tanıştığımız ve bundan sonra da ilişkiyi sürdüreceğimiz meslektaşlarımızın iklim ve ekoloji alanında uzmanlaşma hevesine tanık olduk, çevre örgütleri ve yerel halkla güçlü bağlar kurduk. Bu verimli çalışmayı, bundan sonra Türkiye’nin diğer bölgelerine de yayarak alanında uzmanlaşmış, birbirinden haberdar olan, dayanışma içinde çalışan bir iklim/ekoloji habibatı oluşturmakta bir nebze katkımız olursa, ne mutlu” ifadelerini kullandı.

Ekoloji odaklı video haberciliği
Yeşil Ev’de ‘Ekoloji Odaklı Video Haberciliği’ atölyesi gerçekleştirildi