“Kaybolan yalnızca asırlık zeytin ağaçlarımız değil buradaki yaşantımız da tehlike altında artık. Köyümüzün yanına kadar gelen tırlar, kamyonlar, büyük iş makinaları, bozuk yollar yaşantımızı etkiliyor. Çocuklarımızı sokağa çıkaramıyoruz, kimler geliyor kimler gidiyor bilmiyoruz her taraf yabancı insanlarla doldu.”
Hatay depremi sonrası depremzedeler için yaptırılan TOKİ konutları Dikmece halkının yaşantısını mahvetmiş durumda. Sadece ovadaki zeytinliklere yapılacağı söylenen konutlar yavaş yavaş köyü yutmaya doğru gidiyor. Konuyla ilgili konuştuğumuz Cafer Tuner “Bize yalnızca köyün girişindeki düz ovaya yapacaklarını diğer yerlere dokunmayacaklarını söylemişlerdi, çok kısa süre içinde köyümüzün çevresindeki tarlalarımızı, zeytinliklerimizin yüzde 80’ini aldılar; yani bizi kandırdılar” diyor.
Kendileriyle muhattap olacak bir tek devlet yetkilisi bulamayan Dikmece köylüleri muhatap olarak devletin kolluk güçlerini, jandarmayı karşılarında bulduklarını onların da direnişleri bastırmak için görevlendirildikleri söylüyor.
İki kez yürütmeyi durdurma kararı almalarına rağmen projenin hız kesmeden devam ettiğini söyleyen Dikmece köyü sakinlerinden Sertap Olgar her ne olursa olsun köylerini ve zeytinliklerini korumak için her yolu deneyeceklerini söylüyor:
NASA‘nın “Plankton, Aerosol, İklim, Okyanus Ekosistemi” (PACE) uydusu, Florida‘daki Cape Canaveral Uzay Kuvvetleri İstasyonu‘ndan fırlatıldı.
SpaceX Falcon 9 roketiyle, 8 Şubat’ta fırlatılan PACE, Dünya’nın yüzlerce kilometre üzerindeki yörüngesinden okyanuslardaki mikroskobik yaşamı ve atmosferdeki mikroskobik parçacıkları inceleyecek. Okyanus sağlığı, hava kalitesi ve değişen iklimin etkilerine odaklanacak uydudan fırlatıldıktan yaklaşık beş dakika sonra sinyal alındı.
948 milyon dolara mal olan uydu, iki bilim aracıyla dünyayı her gün tarayacak. Üçüncü bir cihaz aylık ölçümler yapacak.
NASA yöneticilerinden Bill Nelson, “NASA’nın Dünya gözlem uyduları filosuna eklenen bu yeni PACE, atmosferimizdeki ve okyanuslarımızdaki parçacıkların küresel ısınmayı etkileyen temel faktörleri nasıl tanımlayabildiğini daha önce hiç olmadığı kadar öğrenmemize yardımcı olacak. Bunun gibi misyonlar Biden-Harris Yönetimi’nin iklim gündemini destekliyor ve değişen iklimimizle ilgili acil soruları yanıtlamamıza yardımcı oluyor” dedi.
Fitoplanktonları, balık varlığını, algleri izleyecek
Uydunun hiperspektral okyanus rengi cihazı, araştırmacıların okyanusları ve diğer su kütlelerini ultraviyole, görünür ve yakın kızılötesi ışık spektrumunda ölçmesine olanak tanıyacak. Bu, bilim insanlarının fitoplanktonun dağılımını izlemelerine ve ilk kez bu organizmaların hangi topluluklarının günlük ve küresel ölçeklerde mevcut olduğunu uzaydan belirlemelerine olanak tanıyacak.
Elde edilecek veriler bilim insanlarının yanı sıra kıyı kaynakları yöneticilerinin de okyanustaki balık varlığının sağlık durumunu anlamasına, zararlı alg çoğalmalarını izlemesine ve deniz ortamındaki değişiklikleri belirlemesine yardımcı olacak.
Separation confirmed—PACE is now flying free from its @SpaceX Falcon 9 rocket.
Uzay aracı taşıdıığı iki polarimetreyle de güneş ışığının atmosferdeki parçacıklarla nasıl etkileşime girdiğini tespit edecek ve araştırmacılara atmosferik aerosoller ve bulut özelliklerinin yanı sıra yerel, bölgesel ve küresel ölçeklerde hava kalitesi hakkında yeni bilgiler verecek.
Cihaz ve polarimetrelerin birleşimiyle PACE, okyanus ve atmosfer arasındaki etkileşimlere ve değişen iklimin bu etkileşimleri nasıl etkilediğine dair bilgiler sağlayacak.
PACE, okyanus biyolojisini incelemek için şimdiye dek yürütülen en gelişmiş görev. Mevcut Dünya gözlem uyduları yedi veya sekiz renkte görebilirken, PACE, bilim insanlarını denizdeki alg türlerini ve havadaki parçacık türlerini tanımlamasına olanak tanıyacak 200 renkte görecek.
Washington‘daki NASA Genel Merkezi’nden Yer Bilimleri Bölümü direktörü Karen St. Germain de şunları söyledi:
“PACE’in gözlemleri ve bilimsel araştırmaları, okyanusun iklim döngüsündeki rolü hakkındaki bilgimizi derinden geliştirecektir. Yeni elde edeceğimiz veriler, onu Yüzey Suyu ve Okyanus Topografyası misyonumuzdaki veriler ve bilimle birleştirdiğimizde hızla artıyor ve okyanus biliminde yeni bir çağ başlatıyor. PACE, Dünya sistemi hakkındaki anlayışımızı hızlandıracak ve NASA’nın, kıyı topluluklarımızın ve endüstrilerimizin hızla gelişen zorluklarla başa çıkmasına yardımcı olmak için eyleme geçirilebilir bilim, veriler ve pratik uygulamalar sunmasına yardımcı olacak..”
Dünyadaki okyanuslar, deniz seviyesinin yükselmesinden deniz sıcaklık dalgalarına ve biyolojik çeşitlilik kaybına kadar iklim değişikliğine birçok şekilde tepki veriyor. PACE ile araştırmacılar, atmosferden karbondioksiti emip hücresel materyallerine dönüştürerek küresel karbon döngüsünde önemli bir rol oynayan fitoplankton üzerindeki etkilerini de inceleyebilecek.
Bu küçük organizmalar, gıda güvenliği, rekreasyon ve ekonomi için kritik kaynaklar sağlayan daha büyük su ve küresel ekosistemleri yönlendiriyor.
Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) 31 Mart’ta yapılacak yerel seçimlerde göstereceği adayları açıkladı.
Parti binasında açıklama yapan parti sözcüsü Ayşegül Doğan, İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanlığı için adaylarının Meral Danış Beştaş ve Murat Çepni olduğunu duyurdu.
Geçen hafta yapılan MYK toplantısında alınan kararları hatırlatan Ayşegül Doğan, bütün kararları ülkenin farklı yerlerindeki halk buluşmalarından gelen talepler doğrultusunda aldıklarını söyledi.
Ahmet Türk Mardin’den aday
Ahmet Türk Mardin’den, Abdullah Zeydan Van’dan, Veli Saçılık ise Bolu’dan aday gösterildi.
Doğan’ın açıkladığı diğer büyükşehir eş başkan adayları şöyle:
Antalya: Kemal Bülbül
Diyarbakır: Serra Bucak, Doğan Hatun
Konya: Gülbahar Gündüz, Bülent Kılıç
Malatya: Sivir Şimşek, Abdullah Ekin
Maraş: Fatma Şıkyürek, Ali Ardıç
Mardin: Bengün Demir, Ahmet Türk
Trabzon: Leyla Üzüm
Van: Abdullah Zeydan
Doğan’ın açıkladığı il belediye başkan adayları ise şöyle:
Bilecik: Züleyha Çengel, Ömer Ege
Bitlis: Sümeyye Kızıltepe, Enver Barın
Bolu: Birsen Baş, Veli Saçılık
Çankırı: Azize Akoğlu, Veysel Yıldırım
Düzce: Alper Fatma Çelik
Edirne: Alim Hacanoğlu, Mevlüt Aykoç
Hakkari: Mehmet Sıddık Akış
Iğdır: Necla Kum, Mehmet Nuri Güneş
Kars: Arzu Savaş Derman
Kastamonu: Hatice Uçar, Yakup Akyol
Kırklareli: Arzu Fırat, Adnan Aygun
Siirt: Safiye Alakaş
Sinop: Filiz Yalçın, Erol Aydemir
Tokat: Dilber Demir, Reşat Yıldız
Yalova: Songül Hacıoğlu Dağ, Cengiz Topbaşlı
Adaylığı düşünebileceğini açıklayan Selahattin Demirtaş‘ın eşi Başak Demirtaş, geçen hafta partisiyle görüş birliği içinde aday olmayacağını açıklamıştı.
Mısır, içinde bulunduğu döviz krizini aşmak için sahil kasabası Ras El-Hekma‘yı 22 milyar dolar karşılığında Birleşik Arap Emirlikleri’ne (BAE) sattı.
BAE’nin başkent Kahire’nin yaklaşık 350 km. batısında, Akdeniz‘in kıyısında bulunan kasaba için önerdiği “geliştirme projesi”nin kapsamı henüz tam olarak bilinmiyor.
Euronews‘e konuşan Mısır Serbest Bölgeler Yönetimi Genel Müdürü Hüssam Heiba, “CNBC Arabistan” kanalına verdiği demeçte, Ras el-Hikma’yı geliştirme projesinin 22 milyar dolara mal olacağının tahmin edildiğini söyledi. Ras El-Hekma bölgesini geliştirmek için yerel ortaklarla birlikte çalışmak üzere BAE’den bir konsorsiyumun seçildiğini kaydeden Mısırlı yetkili, projeye yönelik ilk yatırımların 22 milyar doları aşabileceğini bildirdi. Heiba müzakerelerin tamamlandığını ve sözleşmeyi imzalamaya hazırlandıklarını da ekledi.
Abu Dabi’nin, Mısır’ın kuzey kıyısındaki arazileri satın almak ve geliştirmek için görüşmelerde bulunduğunu ilk kez Bloomberg gündeme getirmişti. Middle East Eye adlı internet haber sitesinin aktardığına göre, şehrin geliştirilmesi için planlanan proje, Mısır İmar Bakanlığı ile ve BAE Maliye Bakanlığı arasında yürütülecek.
Sisi döviz arıyor, muhalefet satışı sert eleştiriyor
Döviz sıkıntısı yüzünden zor günler geçiren Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah es-Sisi‘nin turistik kasabayı satması, muhalifler tarafından sert bir şekilde eleştiriliyor. Döviz sıkıntısını aşma uğruna Mısır’ın en güzel kıyı bölgelerinden biri olan Ras el-Hikma’dan vazgeçilmesi halktan da tepki topluyor.
Mısırlı oyuncu Amr Waked de “Burayı satmanıza kim izin verdi, burası annenizin ya da babanızı özel mülkü mü?” diyerek tepkisini dile getirdi.
Mısır ulusal para birimi, ülkenin yaşadığı ekonomik darboğaz yüzünden son bir yıl içinde karaborsada ABD doları karşısında yüzde 50 değer kaybetti. IMF heyeti, 10 milyar dolar tutarında yeni bir kredi açılması için ülkeye yaptığı iki haftalık ziyareti dün tamamladı.
109 milyon nüfusu sahip Mısır’da enflasyon, ağustos verilerine göre yıllık yüzde 40’ın üstünde.
Mısır’da halkın yarısından fazlası açlık sınırının altında bir gelirle yaşıyor. Sisi’nin son 10 yıllık iktidarı döneminde Mısır’ın dış borcu 164 milyar dolara çıktı. Merkez Bankası’nda 34 milyar dolar döviz rezervi kalan Mısır’ın bu yıl 40 milyar dolar borç ödemesi gerekiyor.
Nepalli yetkililer, Everest Dağı‘na tırmananların bundan böyle kendi dışkılarını temizlemek ve bertaraf edilmek üzere ana kampa geri getirmek zorunda kalacaklarını söyledi.
Pasang Lhamu bölgesi belediye başkanı Mingma Sherpa “Dağlarımız kokmaya başladı” dedi.
BBC‘nin aktardığına göre, Everest bölgesinin büyük bölümünü kapsayan belediye, uygulanmakta olan daha geniş önlemlerin bir parçası olarak bu yeni kuralı uygulamaya koydu.
Aşırı soğuklar nedeniyle Everest’e bırakılan dışkı tam olarak bozulmuyor. Sadece insan atıkları değil, plastik ve çöp kirliliği de dağın ekosistemini bozuyor.
Mingma, “Kayaların üzerinde insan dışkısı görüldüğü ve bazı dağcıların hastalandığı yönünde şikayetler alıyoruz. Bu kabul edilemez ve imajımızı zedeliyor” diye konuştu.
Dağcılar dışkı torbaları satın alacak
Dünyanın en yüksek zirvesi olan Everest’e ve yakındaki Lhotse Dağı‘na tırmanacak dağcıların, artık ana kampta “dönüşlerinde kontrol edilecek” dışkı torbaları satın almaları gerekecek.
Tırmanış sezonu boyunca dağcılar zamanlarının çoğunu ana kampta yüksekliğe alışmaya çalışarak geçiriyor. Bu sırada tuvalet ihtiyacı için dışkıyı toplayacak varillerin bulunduğu ayrı çadırlar kuruluyor. Ancak tırmanmak üzere tehlikeli yolculuklarına başladıklarında çoğu dağcı ve destek personeli tuvaletini kazdığı çukura yapıyor, ama daha az kar olan yerlerde tuvalet ihtiyacı genellikle açık alanda gideriliyor. Zirveye tırmanırken çok az insan dışkılarını biyolojik olarak parçalanabilen torbalarda geri getiriyor.
Sivil toplum kuruluşu Sagarmatha Kirlilik Kontrol Komitesi (SPCC) başkanı Chhiring Sherpa, atıkların, özellikle de ulaşılamayan yüksek kamplarda büyük bir sorun olmaya devam ettiğine, buralarda yürütülen temizlik kampanyalarının da yapılamadığına dikkat çekti.
Resmi bir rakam olmamakla birlikte, kuruluş, Everest’in dibindeki birinci kamp ile zirveye doğru dördüncü kamp arasında yaklaşık üç ton insan dışkısı olduğunu tahmin ediyor.
Everest’e seferler düzenleyen dağ rehberi Stephan Keck ise dördüncü kamp olarak bilinen 7.906 metre yükseklikteki South Col‘un “açık tuvalet” olarak ün kazandığını belirtti: “Burada neredeyse hiç buz ve kar yok, bu yüzden her yerde insan dışkıları görüyorsunuz.”
Bir dağcı günde 250 gr. dışkı üretiyor
SPCC, Mart ayında başlayacak tırmanış sezonu için tahminen 400 yabancı dağcı ve 800 destek personeli için ABD’den yaklaşık 8.000 dışkı torbası tedarik etti. Bu torbalar, insan dışkısını katılaştıran ve kokusuz hale getiren kimyasallar ve tozlar içeriyor. Ortalama olarak bir dağcının günde 250 gram dışkı ürettiği düşünülüyor. Zirve denemesi için genellikle yüksek kamplarda yaklaşık iki hafta geçiriyorlar.
Sekiz bin metrenin üzerindeki 14 dağın tamamına tırmanan ilk Nepalli olan Mingma Sherpa, insan atıklarını yönetmek için bu tür torbaların kullanımının diğer dağlarda denendiğini ve test edildiğini söyledi. Aynı zamanda Nepal Dağcılık Derneği‘nin danışmanı olan Mingma, “Dağcılar bu tür çantaları Denali Dağı’nda (Kuzey Amerika’nın en yüksek zirvesi) ve Antarktika’da da kullanıyorlar, bu yüzden biz de bunu savunuyoruz” dedi.
Greenpeace Akdeniz’in hazırladığı çalışmada Türkiye’nin havası en kirli şehirleri ve ilçeleri belirlendi. Rapora göre Hatay‘ın İskenderun ilçesi en yüksek hava kirliliğine sahip bölge; ardından İstanbulKadıköy‘deki Göztepe semti ve Iğdır merkez, en kirli havaya sahip.
Yapılan analizde, hava kalite izleme istasyonlarının 2023 boyunca topladığı PM 10 (Partikül Madde 10) kirleticisi verileri incelendi. Analize göre, Hatay İskenderun’da yıl boyunca 235 gün boyunca PM 10 limit değerlerinin aşıldığı tespit edildi.
Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) verilerine göre, hava kirliliği dünya çapında her dakika 13 kişinin ölümüne neden oluyor. Türkiye’de ise hava kirliliği, tütün, aşırı kilo, hipertansiyon ve hiperglisemi gibi risk faktörlerinin ardından ölüm nedenleri arasında beşinci sırada yer alıyor.
DSÖ tarafından ayrıca akciğer kanserine sebep olan 1. grup etmen olarak sınıflandırılan PM 2,5’in 30 günlük ölçüm sonuçlarının ortalaması metreküpte 20 mikrogram (20 µg/m3) olarak belirlendi. Bu değer, DSÖ’nün insan sağlığı için tanımladığı metreküpte 5 mikrogramlık (5 µg/m3) yıllık kılavuz değerin tam dört katına denk geliyor.
Milyonlarca insan havası en kirli şehirlerde yaşıyor
İstanbul’un en kirli 10 ilçesinde yaşayan yaklaşık 4.6 milyon insanın 2023 yılında ulusal standartlara göre kirli hava soluduğu belirlendi. Özellikle İstanbul’un Göztepe semti, yıl boyunca 222 gün kirli hava soludu.
Ankara‘nın Altındağ ilçesinde ise, Siteler ve Ulus bölgeleri sırasıyla 172 ve 135 gün boyunca PM 10 limit değerlerinin üzerinde kirli hava ile karşı karşıya kaldı.
İzmir‘de ise Torbalı, Kemalpaşa ve Alsancak bölgeleri en kirli hava şartlarına maruz kaldı.
Bursa‘nın Nilüfer ilçesi de 199 gün boyunca sağlıksız hava koşullarına tanık oldu.
Türkiye'de hava kirliliğinin en yoğun olduğu 20 bölgeyi, hava kalite izleme istasyonlarının verilerini analiz ederek belirledik. İlk sırada Hatay’ın İskenderun ilçesi (Merkez) yer alıyor. + pic.twitter.com/HvTejrrhFa
Greenpeace Akdeniz, bu sorunu çözmek için “Koruma Bölgesi” mekanizmasının etkin kullanılmasını öneriyor. Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı‘nın verileri, birçok noktada hava kirliliğinin tehlikeli boyutlara ulaştığını gösteriyor, ancak henüz Koruma Bölgesi kararı alınmış değil. Greenpeace Akdeniz, düzenli limit aşımlarının olduğu ilçelerde koruma bölgeleri ilan edilmesini talep ediyor.
Koruma bölgesi, ısınma, ulaşım ve işletmelerden kaynaklanan hava kirliliği normal tedbirlerle ortadan kaldırılamadığında çevre ve insan sağlığını korumak adına uygulanacak bir temiz hava eylem mekanizması olarak tanımlanıyor. Bu kavram, Sanayi Kaynaklı Hava Kirliliği Kontrolü Yönetmeliği’nin 30. maddesi altında düzenlenmiş durumda.
Koruma bölgesi kararı sonrası tesislerin faaliyetlerinin durdurulması, yeni tesislerin kurulmaması ve gerekli durumlarda tesislerde kullanılan yakıtların yasaklanması veya kısıtlanması gibi düzenlemeleri içeriyor.
Fotoğraf: Zekeriya Şen / Unsplash
Deprem bölgesinde enkaz çalışmaları kirlilik yükünü arttırıyor
Greenpeace İklim ve Enerji Uzmanı Gökhan Ersoy, hava kirliliğinin sorumlusu olarak fosil yakıtları işaret ediyor.
Ersoy, “Fosil yakıt merkezinde şekil alan ısınma, ulaşım ve sanayi politikalarımız kentlerimizi birer kirlilik kapanına çeviriyor ve temiz hava hakkımızı gasp etmeye devam ediyor. Son üç yıldaki bölge sıralamalarına bakıldığında, kentlerin kirlilik oranında radikal bir değişim olmazken sadece birkaç basamak ile yerlerinin değiştiğini ve hala yönetmelikte belirtilen yıllık ortalama limit değerin aşıldığını görüyoruz,” dedi.
Ersoy, ayrıca deprem bölgelerinden üç farklı kentin de bu yıl listeye girmesi ve Hatay ile Osmaniye‘nin ilk kez en kirli 10 bölge arasında yer almasının, enkaz kaldırma çalışmalarının neden olduğu ek kirlilik yükünün sağlık açısından tolere edilemez olduğunu vurguluyor.
Temiz hava hakkını korumak ve soluduğu havanın kalitesini öğrenmek isteyenler Greenpeace Akdeniz’in hazırladığı havanasil.org adresinden Türkiye’de 2023 yılında yapılan hava ölçümü sonuçlarının tamamına ulaşabiliyor.
Fransa‘da kavurucu yaz sıcağı nedeniyle 2023 yılında beş binden fazla kişinin yaşamını kaybettiği açıklandı. Ağustos ve eylül ayları da dahil olmak üzere dört sıcak dalgasının damgasını vurduğu 2023 yazı, ülkede kaydedilen en sıcak dördüncü yaz oldu.
Fransa Halk Sağlığı Dairesi başkanı Caroline Semaille, geçen yıl sıcaktan kaynaklanan ölümlerle ilgili dün yaptığı açıklamada, “Yaşadığımız aşırı sıcak yazdan herkes etkilendi” dedi.
Kurumun verilerine göre, geçen yaz 5 bin 167 ölüm (her 100 ölümden üçü) sıcaktan kaynaklandı. Yaşlı nüfus ise sıcak dalgalarına karşı özellikle savunmasız. Ölenlerin yaklaşık 3 bin 700’ü 75 yaşın üzerindeydi. Sağlık Bakanlığı ilk dalgada sekiz, ikinci dalgada iki olmak üzere on kişinin çalışırken öldüğünü söyledi. Bu kişilerin çoğunluğu açık havada çalışıyordu.
Fransa ve Avrupa’nın büyük bir kısmı bu yaz rekor kıran sıcaklıklara tanık oldu. 24 Haziran-7 Temmuz ve 21-27 Temmuz tarihlerinde Fransa’yla birlikte Avrupa’nın diğer bölgelerini rekor kıran iki sıcak dalgası vurmuştu. Fransa Sağlık Bakanlığı, iki dalga arasındaki ölüm oranının normalin üzerinde, yüzde 9,1 olduğunu açıklamıştı.
Fransız ulusal hava durumu servisine göre, 28 Haziran’da güneydeki Gallargues-le-Montueux kasabasında şimdiye kadar kaydedilen en yüksek sıcaklık, 45,9 olarak kaydedilmişti.
Avrupa, aşırı sıcaklarla baş edecek şekilde inşa edilmedi
Bilim insanları, sera gazı emisyonlarının neden olduğu artan sıcaklıkların yol açtığı buna benzer sıcak hava dalgalarının Avrupa’nın yeni normali haline gelebileceğinden endişe ediyor.
Yaşlı kıtanın büyük bir kısmı aşırı sıcaklıklarla baş edecek şekilde inşa edilmedi. 2017 tarihli bir rapora göre tüm Avrupa’daki evlerin yüzde 5’inden azı klimalı. Toplu taşımanın da aşırı sıcakta durma noktasına gelebileceği bildiriliyor.
Fransa daha önce de ölümcül sıcak dalgaları yaşamıştı. Bakanlık, 2015 ve 2018 yaz aylarındaki benzer olaylarda ölüm oranlarının sırasıyla yüzde 10,1 ve yüzde 15 oranında arttığını söyledi. 2022 rakamlarıyla karşılaştırıldığında, ülkede meydana gelen yaklaşık 7 bin ölümün ısıya atfedilebilir olduğu görüldü.
Ülkede felaketle sonuçlanan 2003 yazında tahminen 15 bin kişinin ölmesinin ardından sıcak dalgasıyla ilgili katı kurallar uygulamaya konmuştu. 26 Temmuz – 11 Ağustos tarihlerinde arasında Paris’te yapılacak Olimpiyat Oyunları‘yla ilgili de organizatörler benzer sıcak dalgalarının yaşanması halinde sorunlar çıkabileceği uyarısı yapıyor.
Bilim insanları, iklim değişikliğinin Dünya’daki yaşam için varoluşsal bir tehdit oluşturduğu konusunda uyarıda bulunarak, öncekinden çok daha şiddetli bir şekilde vuran aşırı hava olaylarına dikkat çekiyor.
Temiz Hava Hakkı Platformu, Türk Tabipleri Birliği ve Hatay Tabip Odası iş birliği ile 17 Ekim-15 Kasım 2023 tarihleri arasında Hatay, Antakya’da hava kalitesi izleme çalışması yürütüldü. 30 gün boyunca kesintisiz yapılan toz (ince partikül madde PM2.5) ölçümlerinde Hatay halkının hala limitlerin çok üzerinde toz soluduğu ortaya çıktı.
Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) tarafından akciğer kanserine sebep olan 1.Grup etmen olarak sınıflandırılan PM2.5’in 30 günlük ölçüm sonuçlarının ortalaması metreküpte 20 mikrogram (20 µg/m3) olarak belirlendi. Bu değer, DSÖ’nün insan sağlığı için tanımladığı metreküpte 5 mikrogramlık (5 µg/m3)yıllık kılavuz değerin tam dört katına denk geliyor.
Grafik: Hatay Antakya’da 17 Ekim-15 Kasım 2023 tarihleri arası yapılan PM2.5 ölçümü sonuçları.
Hatay bir ayın 20 gününde sağlıksız hava soluyor
Günlük değerlere bakıldığında ise, toz kirliliğinin 30 günün 20’sinde DSÖ’nün 24 saatlik kılavuz değeri olan 15 µg/m3 ’ün üzerinde olduğu saptandı. DSÖ, bu 24 saatlik kılavuz değerin bir yılda 3-4 defadan fazla aşılmaması gerektiğini belirtiyor.
Çalışma sonuçları, deprem sonrasında yıkılan binalardan ve ayrıştırma işlemlerinden kaynaklanan tozun, yaşamı tehdit eden bir halk sağlığı sorunu olmaya devam ettiğini gösterdi.
Depremin üzerinden bir yıl geçmesine rağmen bölgedeki toz kirliliğinin çözümü ile ilgili olumlu bir gelişme yaşanmadığının belirtildiği çalışma sonuçlarına ilişkin açıklamada ise şu ifadelere yer verildi:
“Hatay’da hala yıkılan binalardan kaynaklı molozların mevzuata, bilimsel yol ve yöntemlere göre ve usulüne uygun şekilde kaldırılmadığı gözleniyor. Özellikle molozlardan demirin ayrıştırılması için yürütülen çalışmalar çok yüksek toz salımına yol açıyor. Bu ayrıştırma yaşam alanları ile iç içe devam ediyor. Uygun olmayan alanlarda, uygun olmayan şekilde istiflenen molozlar şehrin üstünde sürekli bir toz bulutu oluşturarak toz kirliliğinin kalıcı olmasına neden oluyor.”
Ek olarak tozun en çok bebek, çocuk, gebe kadın ya da yaşlı, kronik hastalığı olan yurttaşları etkilediği belirtildi. Bölgede solunum yolu şikayetleri arttığı gözlemlenmektedir.
Hatay’da dökülen molozlar, doğayı adeta parçalamış, ikiye ayırmış bir halde – Fotoğraf: Mehmet Temel
Akut solunum yolu enfeksiyonları arttı, hastane yatış süreleri uzadı
Araştırma kapsamında her yaştan bireylerde akut solunum yolu enfeksiyonlarındaki belirgin artış dışında, astım, bronşit gibi kronik hava yolu hastalığı olanların acillere başvurularının ve hastanede yatış sürelerinin uzadığının gözlemlendiği belirtildi. Çalışmaya ilişkin yapılan açıklamada ayrıca şunlar aktarıldı:
“Toz (partikül madde) kirliliği kaygı yaratacak boyuttadır; çünkü sorun sadece bugünün sorunu değildir. Uzun vadede toz solunması pnömokonyoz, mezotelyoma ve akciğer kanseri gibi çok ciddi hastalıklara yol açar. Bugün solunan bu tozun etkisi 10 yıllara yayılacak ve bölge halkının gelecekteki sağlığını da derinden etkileyecektir. Toz sorununu çözmedikçe bireysel olarak bu kirlilikle mücadele etmek güç.Buradan bir kez daha anımsatmak isteriz ki, deprem bölgesinde halihazırda çok zor şartlarda yaşayan insanların sağlığına sahip çıkmak ve halkın hayatını tehdit edecek hastalıklardan korumak kamu yetkililerinin temel görevi olmalıdır.”
‘Havadaki toz yoğunluğunun ana kaynağı, yıkımı devam eden binalar ve molozlar’
TTB-THHP ortak çalışmasında toz ölçümleri Ekim-Kasım aylarında, bölgede henüz kış şartlarının oluşmadığı ve sobaların yakılmadığı bir dönemde gerçekleştirildi. Söz konusu araştırma dönemine ilişkin de ayrıca şu noktalara dikkat çekildi:
“Dolayısıyla havadaki toz yoğunluğunun ana kaynağı hala yıkımı devam eden binalar ve ayrıştırılan molozlardır denebilir. Bu toz kirliliğinin önüne geçmek için yapılabilecekler oldukça basit ve 2021 yılında yürürlüğe giren ‘BinalarınYıkılması Hakkında Yönetmelik‘ ile düzenlenmiş olmasına rağmen yönetmeliğin uygulanmasına dair kamu yönetimi tarafından gerekli siyasi irade gösterilmiyor.
Bina yıkımı esnasında ve enkazlar kamyonlara yüklenirken sulama yapılmalıdır. Taşıyıcı kamyonların üstü mutlaka branda ile örtülmelidir. Demir ayrıştırma çalışmaları halkın yoğun olarak yaşadığı yerleşim alanlarına yakın yapılmamalıdır. Kalıcı enkaz depolama alanları kentlerin yerleşim alanlarından uzakta ve bölgedeki hâkim rüzgâr yönü de dikkate alınarak belirlenmelidir.”
İnce partikül madde PM2,5’ye dair ise önemli bir yasal boşluk bulunuyor. Türkiye’de yürürlükte olan “Hava Kalitesi Değerlendirme ve Yönetimi Yönetmeliği”nde PM2.5 için bir limit değer de tanımlanmış değil.
15 µg/m3 = Dünya Sağlık Örgütü 24 saatlik PM2.5 kılavuz değeri (Bir yılda 3-4 defadan fazla aşılamaz.) 5 µg/m3 = Dünya Sağlık Örgütü yıllık PM2.5 kılavuz değeri
Saha çalışmasında ölçümü yapılan ince partikül madde PM2.5’in başta akciğer kanseri olmak üzere pek çok kanser türü için risk faktörü olduğu bilimsel bir gerçek.
Son olarak araştırmaya ilişkin yapılan açıklamada şu çağrıda bulunuldu:
“PM2.5 için hiç vakit kaybetmeden ulusal limit değerler belirlenmeli ve uygulamaya konmalı. Ayrıca ‘Sanayiden Kaynaklı Hava Kirliliği Kontrolü Yönetmeliği‘ne inşaat ve enkaz kaldırma sektörleri için de partikül madde sınır değerleri getirilmeli ve bu sınır değerler istisnasız olarak uygulanmalı.”
PM2,5 ince partikül madde nedir?
PM2,5 aerodinamik çapı 2,5 mikron ve daha küçük parçacıklı maddelere verilen isimdir. PM2,5 insan faaliyetlerinden kaynaklanan kirliliği ayırt edebilmek için temel göstergedir. İnşaat, fosil yakıtlardan elektrik üretimi, sanayi, ısınma, ulaşım, madencilik, endüstriyel tarım sektörleri PM2,5 kirliliğinin ana kaynaklarıdır.
Partikül madde, tek bir toksik madde değildir. Katı ve sıvı formdaki parçacıklardan, çeşitli kimyasal ve fiziksel özellikleri olan bileşenlerden oluşan kompleks bir karışımdır.
Partikül madde içeriğinde, karbon, ağır metaller, inorganik iyonlar, polisiklik aromatik hidrokarbonlar (PAH) ve yerküre kökenli elementler bulunabilir.
Bina yıkımlarından ortaya çıkan partikül maddeler, alçı, kalsit, silika, cam lifleri, selüloz ve asbest gibi lifli ve lifsiz bileşenlerden oluşur.
9 Şubat, Dünya Sigarayı Bırakma Günü. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) verilerine göre, her yıl 1,3 milyonu pasif içici olmak üzere 8 milyondan fazla kişi sigara kullanımına bağlı nedenlerle hayatını kaybediyor. Kanser, diyabet, tansiyon, kalp ve solunum yolu hastalıklarına yol açan sigarada yaklaşık 7 bin kimyasal madde bulunurken bunlardan en az 70’i kansere neden oluyor.
Türkiye Solunum Araştırmaları Derneği (TÜSAD) Tütün Çalışma Grubu Üyesi Prof. Dr. Nazmi Bilir, iç ortam hava kalitesini bozan sigara dumanının sadece sigara içenleri değil, ortama yayılan dumana maruz kalan kişileri de tehdit ettiğini kaydetti.
Sigara üretimi sadece insanlara değil, doğaya da zarar veriyor.
Üretimi sırasında aşırı su tüketiliyor
Küresel tütün üretimi için yılda 22 milyar ton su harcanırken bu miktar 15 milyon olimpik yüzme havuzunda bulunan su miktarına denk geliyor. Tek bir sigara için üretim, nakliye ve yok olma süreci de dahil 3,7 litre suya ihtiyaç duyuluyor. Tütün üretimi esnasında kullanılan yoğun gübre ve pestisit toprak kirliliğine, bu kimyasalların su kaynaklarına karışarak göllere ve denizlere ulaşması da su kirliliğine yol açıyor.
Ormansızlaşmaya yol açıyor
Tütün üretimi için yapılan ağaç kesimleri nedeniyle her yıl yaklaşık 200 bin hektar ormanlık alanın yok edilmesi, küresel ormansızlaşmanın yüzde 5’ine denk geliyor.
Her yıl yaklaşık 6 trilyon sigara üretmek için kağıt, mürekkep, folyo ve yapıştırıcı gibi malzemelerin kullanıldığı 300 milyar paket hazırlanırken tütün ürünlerinin paketleme ve dağıtım aşamalarında kullanılan karton kutular 2021’de 9 bin 433 yük treninin ağırlığına eş değer 2 milyon ton atık oluşturdu.
Son yıllarda sigarayı bırakmak için tercih edilen yolların başında gelen elektronik sigaralar da içerdiği zehirli metal, plastik ve piller nedeniyle çevre kirliliğine yol açıyor.
Tütün üretimi ve tüketimi esnasında ortaya çıkan yıllık 80 milyon ton karbondioksit, benzinle çalışan 17 milyon arabanın 1 yılda neden olduğu karbon salımına denk geliyor.
Orman yangınlarında sigaranın payı
Türkiye’nin birçok noktasında sigara kaynaklı yangınlar çıktığını belirten Prof. Bilir, şu bilgileri verdi:
“İtfaiye müdürlüklerinin kayıtlarına baktığımızda yangınların aşağı yukarı yarısı, bazı illerde yarıdan fazlası, yüzde 52-55’i, bazı illerde yüzde 38-40’ı sigara kaynaklı. Bir de tütün endüstrisi çok fazla kağıt kullanan bir endüstri. Bir parça tütün, genelde 1 gramdır, bir kağıda sardığınızda sigara oluyor. Bunların 20’sini bir kutuya koyuyorsunuz, bu kutuları kartona, o kartonları daha büyük kolilere koyuyorsunuz. Bu hesaplanmış ve kağıt bakımından 300 sigara 1 ağaca mal oluyor.”
Çevreye atılan sigara izmaritlerinin ve sigara kutularının çevre kirliliğine yol açarak büyük miktarda atık oluşturduğuna dikkati çeken Bilir, şöyle devam etti:
“30-40 izmarit toplayıp hassas tartıda tarttım ve 4 izmarit 1 gram ağırlığında geldi. Türkiye’de 20 milyon kişi sigara içiyor ve ortalama 1 paket sigara tüketiliyor. Dolayısıyla 20 milyon sayısını 20 sigara ile çarptığımızda ve 4 sigara izmariti 1 gram ağırlığında hesabıyla Türkiye’de 100 ton izmarit üretiliyor ve izmarit atığı ortaya çıkıyor. İzmarit dediğimizde yakılmamış tütün kısmı da olabilir ki bir de kağıt ve filtre kısmı var. Bu filtreler kimyasal maddelerdir onların toprağa ve sulara karışması kimyasal madde kirliliği şeklinde bir sorun da yaratıyor.”
Üçüncü el sigara dumanı etkisi
Sigara dumanında bulunan partiküllerin halılara, koltuklara ve perdelere yapışarak sigara içilmeyen anlarda bile bu ortamlarda tutunduğunu ve üçüncü el sigara dumanı etkisi yarattığını anlatan Bilir, özellikle zeminde, halıların üzerinde ve koltuklarda oyun oynayan bebek ve çocukların bu partikülleri elleriyle toplayarak ağızlarına götürebileceğinin altını çizdi.
Tütün kullanımının bu şekilde sürüp gitmesi durumunda sigara kaynaklı çevre kirliliğinin bir problem olmaya devam edeceğini vurgulayan Bilir, “Bunu önlemek için izmaritleri daha uygun koşullarda da toplayalım desek yine de çevre kirliliği oluşacak. Sigarayı tamamen gündemden çıkarmak gerek” dedi.
Tütün kullanımı nedeniyle hayatını kaybeden her 7 kişinin, sigara içmeyen bir kişiyi de ölüme sürüklediği değerlendirmesinde bulunan Bilir, sigarayı bırakmak için her günün uygun bir gün olduğunu dile getirdi.
Her yıl mühendislik alanındaki önemli başarıları tanımak ve bu alandaki yenilikleri teşvik etmek amacıyla Birleşik Krallık’ta verilen Kraliçe Elizabeth Mühendislik Ödülü (QEPrize), bu sene rüzgar enerjisi teknolojisinde çığır açan katkılarından dolayı Danimarka‘dan Henrik Stiesdal ve Britanya‘dan Andrew Garrad CBE‘ye verildi.
Kraliçe Elizabeth Mühendislik Ödülü Vakfı tarafından verilen ödül, on iki yıldır insanlığa küresel fayda sağlayan önemli yeniliklerden sorumlu mühendislere veriliyor. 500 bin sterlinlik (yaklaşık 19 milyon 370 bin TL’lik) 2024 Kraliçe Elizabeth Mühendislik Ödülü’ne layık görülen Stiesdal ve Garrad, rüzgar türbinlerinin tasarımı, üretimi ve kullanılmasında kaydettikleri ilerlemelerle bu prestijli ödülün sahibi oldu. İkilinin sağladığı yeniliklerin, rüzgar enerjisini küresel elektrik üretiminin vazgeçilmez bir parçası haline getirdiği ifade ediliyor.
Kraliçe Elizabeth Mühendislik Ödülü, geçen yıl da güneş enerjisinin öncüsü olan isimlere verilmişti.
Kraliçe Elizabeth Mühendislik Ödülü enerji devrimcilerine veriliyor
Kraliçe Elizabeth Mühendislik Vakfı Başkanı John Browne, yıllar içinde rüzgar enerjisi hakkındaki algının nasıl değiştiğini ve bu iki öncünün bu değişimde nasıl önemli bir rol oynadığını belirtti.
BBC‘nin aktardığına göre Stiesdal ve Garrad, 1970’lerde enerji maliyetleri ve çevresel etkiler hakkında artan endişelerle rüzgar enerjisi arayışlarına başlamıştı. Stiesdal’ın ‘Danimarka konsepti’ adı verilen tasarımı, verimli ve dayanıklı türbinlerin temelini attı. Garrad ise, türbin tasarımlarının başarılı bir şekilde nasıl çalışacağını belirlemek için kapsamlı bir yazılım geliştirdi ve sektörün hızlı finansal büyümesini destekledi.
Offshore Windmill farm in the ocean Westermeerwind park, windmills isolated at sea on a beautiful bright day Netherlands Flevoland Noordoostpolder. Huge windmill turbines
Henrik Stiesdal, rüzgar türbinlerinin ilk tasarım ilkelerini belirleyerek dünyanın ilk açık deniz rüzgar çiftliğinin kurulumuna öncülük etti. Bu yenilikçi çalışma, rüzgar türbinlerinin tasarım ve üretimindeki ilerlemelerin temelini attı ve bu alanda devrim yarattı. Andrew Garrad ise, türbin ve rüzgar çiftliklerinin tasarımlarını optimize eden ve onaylayan bilgisayar modelleri geliştirerek rüzgar enerjisi sektörünün finansal büyümesini ve teknolojik ilerlemesini destekledi.
Stiesdal’ın ‘Danimarka konsepti’ adı verilen tasarımı, sağlam ve verimli türbinler için temel parametreleri belirledi. Bu tasarım, 1991 yılında Vindeby‘de kurulan dünyanın ilk deniz üstü rüzgar çiftliğinde kullanıldı. İlk türbinler, 17 metrelik kanatlar ve 450 kW üretebilen türbin rotorlarına sahipti ve bu türbinler, binlerce evi besleyebilecek kapasitedeydi.
Uluslararası Enerji Ajansı’nın verilerine göre rüzgar enerjisi ve güneş enerjisi kapasiteleri 2027’ye kadar artacak.
Otuz yıldan fazla süren teknolojik ilerlemenin ardından, günümüzde 120 metre kanat genişliğine ve 16 MW kapasiteye ulaşan türbinler geliştirildi ve bu türbinler bugün Danimarka’da on binlerce evi besleyebilecek güce sahip.
Stiesdal ve Garrad’ın yaptığı yenilikler sayesinde, rüzgar enerjisi, küresel enerji karışımında önemli bir rol oynamaya başladı. Bugün Avrupa‘da elektrik üretiminin yüzde 18’inden fazlası rüzgar enerjisinden sağlanıyor. Uzmanlar, yüzen türbinlerdeki yenilikler sayesinde, rüzgar çiftliklerinin daha derin sulara ulaşabileceğini ve türbin kanatlarının daha da uzayacağını öngörüyor.