Ana Sayfa Blog Sayfa 1762

Türkiye’de koronavirüs: Toplam vaka sayısı 2 milyona yaklaştı

Sağlık Bakanlığı’nın Covid-19 bilgilendirme sayfasında Türkiye’nin güncel koronavirüs tablosu paylaşıldı. Tabloya göre, son 24 saatte 246 kişi koronavirüsten hayatını kaybetti, toplam can kaybı 17 bin 610‘a yükseldi.

Bugün toplam 205 bin 809 test yapılırken, 26 bin 410 vaka tespit edildi. Toplam vaka sayısı 1 milyon 982 bin 90 oldu. Bugünkü hasta sayısı 4 bin 103 olarak açıklanırken, toplam ağır hasta sayısı ise 5 bin 707’ye çıktı.

‘Tedbirler etkisini gösterecek’

Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, “Bugün tespit edilen 4.103 yeni hastamız var. Ağır hasta sayımız düşmeye devam ediyor. Aktif vaka sayımız da azalmaya başladı. Tedbirlerin bu hafta sonundan itibaren etkisini daha çok göstermesini bekliyoruz. Mücadeleye ara vermeden devam edelim” ifadelerini kullandı.

Türkiye genelinde yatak doluluk oranının yüzde 55,8; yoğun bakım doluluk oranının yüzde 73,7; ventilatör doluluk oranının yüzde 41,5 olduğunu duyuran Bakanlık, filyasyon oranının yüzde 99,9; ortalama temaslı tespit süresinin ise 10 saat olduğunu açıkladı. Hastalarda zatürre oranı ise yüzde 2,9 olarak açıklandı.

.

Osman Kavala’nın tutukluğunun devamına karar verildi

1144 gündür tutuklu olan Anadolu Kültür Yönetim Kurulu Başkanı ve insan hakları savunucusu Osman Kavala bugün bir kez daha hakim karşısına çıktı. Darbelere hep karşı çıktığını söyleyen Kavala hakkındaki iddiaların somut delillere dayanmadığını belirtti. Mahkeme heyeti, Kavala’nın tutukluluğunun devamına karar verdi. Bir sonraki duruşma 5 Şubat’ta görülecek.

Osman Kavala,  Gezi davasında beraat edip tahliye edildiği gün, daha önce tahliyesine karar verilen 15 Temmuz dosyasından yeniden tutuklanmıştı.

Bu davanın ilk duruşmasının görüldüğü İstanbul 36. Ağır Ceza Mahkemesi‘ndeki oturuma Kavala, Ses ve Görüntülü Bilişim Sistemi’yle (SEGBİS) bağlandı. Anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs ve casuslukla suçlanan Osman Kavala’yı üç avukatı savundu. Çok sayıda sivil toplum temsilcisi de duruşmayı takip etti.

‘Suçlu olduğuma dair algı yaratılmak istendi’

Duruşmada, mahkeme başkanının iddianamesini okumasının ardından Kavala savunmasını yaptı. Savunmanın tam metni şöyle: 

“Bu iddianamedeki suçlamaların hiçbiri, olgusal temele, delile, somut bir eylemin incelenmesine dayandırılmamıştır. Bunlar, dünya görüşüme, etik değerlerime ve sorumlu olduğum sivil toplum kuruluşlarının yürüttüğü faaliyetlerin amaçlarına taban tabana zıt iddialardır.

Somut delillerin yokluğunda, iddialar birbirlerinin gerekçesi haline getirilmiş, suçlamalar iç içe geçirilerek suçlu olduğuma dair algı yaratılmasına gayret edilmiştir.

İddianamenin başlangıcında üzerime atılmış olan siyasal ve askeri casusluk suçunun, nasıl oluştuğunun anlaşılması için Gezi olaylarında yaşananların anlatılmasına ihtiyaç duyulduğu ifade edilmiş ve aynı iddia makamının imzasını taşıyan Gezi iddianamesinden alınan bölümler nesnel gerçeklik gibi kullanılmıştır. Ben de, beraat ile sonuçlanan Gezi davası iddianamesinde kullanılan yöntemin, bu iddianamedeki suçlamaların nasıl kurgulandıklarının anlaşılmasına ışık tutacağına inanıyorum.

Gezi iddianamesi; Gezi olaylarının hükümeti devirmeye yönelik bir kalkışma olarak George Soros tarafından planlandığı, Gezi eylemlerinin bu plan uyarınca Soros tarafında finanse edildiği, benim de bu planlama sürecine katıldığım, Soros kaynaklı finansmanı Gezi olaylarına aktardığım, talimatlarım altında çalışan yarım düzine kişiden oluşan gizli bir yapıyla sivil toplum kuruluşlarını yönlendirerek Gezi olaylarını organize ettiğim ve yönettiğim şeklinde bir kurguyu içermektedir. Benim illegal yapılara ve silahlı terör örgütlerine eylemde bulunmaları için ortam hazırladığım, dış ülkelerin baskısıyla hükümeti istifaya zorlama gayreti güttüğüm; bunun gerçekleşmemesi halinde ise iç savaş senaryolarına uygun bir ortam hazırladığım da iddia edilmiştir.

‘Hiçbir delil yok’

Kavala, hakkındaki suçlamalara dair herhangi bir kanıt olmaması rağmen iddiaların ısrarla devam ettiğini vurguladı:

Benim Gezi olaylarını önceden bildiğime, hükümeti devirme amacı güttüğüme, herhangi birisine eylem talimatı verdiğime, örgüt ilişkisi içinde olduğuma, şiddet olaylarını desteklediğime dair hiçbir delil, bulgu, işaret olmaksızın, bu suçlamalar yapılabilmiştir. İddianamede yer alan MASAK raporunda Gezi olaylarına aktarılmış herhangi bir maddi kaynak olmadığı ortaya konmasına rağmen, Gezi olaylarını finanse ettiğim iddiasında ısrar edilmiştir.

AİHM, 10.12.2019 tarihinde iddianamede anlatılan olguların ve bulguların nesnel değerlendirilmesinin, iddia edilen suçların işlendiğine dair makul şüphe oluşturmak için yeterli olmadığına hükmetmiştir. Bundan iki ay sonra, İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi de tüm sanıkların beraatine karar vermiştir.

Sayın mahkemenize sunulmuş olan iddianamedeki suçlamalar da, olgusal gerçeklerle çelişki halindedir. Bunun en çarpıcı örneği, benim 15 Temmuz darbe girişimini organize etmek için faaliyetlerde bulunduğum ve FETÖ örgütünün mahrem sorumlularıyla irtibatta olduğum iddiasıdır. Zira, Gezi iddianamesinde beni hedef alan kurgunun ve hukuksuz dinlemelerin FETÖ üyeliği ile suçlanan emniyet ve yargı mensupları tarafından gerçekleştirildiği alenen ortaya çıkmıştır.

Benim Gezi olaylarının planlayıcısı ve yöneticisi olduğum iddiası, Gezi iddianamesinin ekinde bulunan 15.06.2013 tarihli Emniyet KOM Daire Başkanlığı tarafından kurgulanmış Analiz Raporu’na dayandırılmış, iddianame bu kurgu üzerinden ve hukuksuz dinlemeler kullanılarak hazırlanmıştır. Bu husus beraat kararının gerekçesinde kayıt altına alınmıştır.

İddia makamı, casusluk suçlamasını Gezi iddianamesine dayanarak gerekçelendirmeye çalışırken, yeni iddianamede öne sürülen benim, 15 Temmuz darbecileriyle, FETÖ’nün mahrem sorumlularıyla irtibatta olduğum şeklindeki temelsiz iddiayı çürüten bu gerçeği gizlemiştir; hatta iddia makamı hukuka aykırı elde edilmiş bu delilleri yeni iddianamede de kullanmaktan çekinmemiştir.

İddia makamı Gezi dosyasına sunduğumuz Ergenekon ve Balyoz davalarındaki hukuksuzlukları eleştirdiğim yazıları ve düzenlediğim toplantıyı da göz ardı etmektedir. Bunlar mahkemenize sunulmuştur.

‘Hayatım boyunca darbelere karşı çıktım’

Kavala, hayatı boyunca askeri darbelere karşı çıktığını söyleyerek şunları ifade etti:

Ben hayatım boyunca askerî darbelere karşı çıktım, ordunun siyasete müdahale etmesini eleştirdim. Gülenci örgütlenme ağı ile hiçbir ilişkim olmadı. Darbe girişimini desteklemek hayat deneyimime, dünya görüşüme ve etik değerlerime tamamen terstir.

İddianamede Adil Öksüz’ün ABD’ye gitmesi ile benim Almanya seyahatimin aynı zamana rastlamış olmasının aramızda irtibat olduğunun delili olarak sunulması da, olağanüstü ölçüde mantıksız bir iddiadır. 11-12 Kasım 2015 tarihlerinde ben T.C. Gençlik ve Spor Bakanlığı temsilcisi ve Düsseldorf Başkonsolosu’nun da davetli olduğu Türkiye Almanya Gençlik Köprüsü toplantısındaydım.

Gezi iddianamesinde, bütün Gezi olaylarının planlayıcısı ve yöneticisi olmakla suçlanmama benzer bir şekilde, bu iddianamede de benim darbe sonrası oluşturulacak yeni yönetim içerisinde legal ve illegal görevler alacak kişileri koordine ettiğime dair akıl almaz bir iddia hiçbir bulguya dayandırılmadan ileri sürülebilmektedir.

Yurt dışı seyahatlerimin bu amaçla yapıldığı da iddia edilmiştir. Benim yurt dışı seyahatlerimde nerede kiminle görüşmüş olduğum bellidir, tüm seyahatlerimin programları şeffaftır. Benim ilişkide olduğum kişiler ve bağlantılı oldukları sivil toplum kuruluşları da bellidir. Hepsi uluslararası saygınlığa sahip bu kuruluşların hükümete karşı bir faaliyetle ilgilerinin olması imkansızdır.

‘Birlikte bir çalışmamız olmadı’

Kavala, Henri Barkey ile yoğun temas içinde bulunduğuna dair iddiaların asılsız olduğunu savunarak şunları söyledi:

15 Temmuz darbe girişimine katılmış olduğum suçlaması gibi casusluk faaliyetlerinde bulunduğum suçlamasında da, Henri Barkey’le yoğun temas içinde olduğum iddiası, kanıt olarak kullanılmaktadır. Benim Henri Barkey’in yerli işbirlikçisi olduğum iddia edilmiştir. Henri Barkey’e herhangi bir bilgi, belge ilettiğim gösterilemediği gibi, yoğun temasta olduğuma dair de hiçbir bulgu yoktur. Henri Barkey ile hükümet temsilcilerinin de katıldığı bir konferansta tanıştım ve en son Ekim 2012 tarihinde İstanbul Forum konferansında karşılaştım. Birlikte bir çalışmamız, süreklilik arz eden irtibatımız da olmadı, Henri Barkey benim Yönetim Kurulu Başkanı olduğum Anadolu Kültür’ün herhangi bir etkinliğiyle ilgilenmiş, benden herhangi bir konuda bilgi talebinde bulunmuş da değildir. Henri Barkey ile 18 Temmuz 2016 tarihinde bir lokantada tesadüfen karşılaşmak dışında hiçbir görüşmem hatta telefon konuşmam da olmadı. Baz istasyonlarının çakışmasının görüşme yaptığımızın kanıtı olarak sunulması da mantıksızdır.

Kaldı ki iddianamenin ekinde bulunan HTS verileri raporu incelendiğinde aşağıdaki bulgular da ortaya çıkmaktadır.

Benim ve Henri Barkey’in cep telefonlarının birkaç defa yakın baz istasyonlarından sinyal verdiği tespit edilmiştir, ancak dört yıllık bir süre içinde telefonlar hiç aynı baz istasyonundan sinyal vermemişlerdir

Benim cep telefonum, ağırlıklı olarak Cumhuriyet caddesi Harbiye Şişli konumundaki 1363421471 ID no’lu baz istasyonundan sinyal vermiştir. Bu, Cumhuriyet caddesi No: 40 Şişli adresindeki çalışma ofisime en yakın baz istasyonudur. Söz konusu tarihlerde mesai saatleri boyunca cep telefonumun bu baz istasyonundan sinyal verdiği, Henri Barkey’in ise çevreden geçerken ya da çevredeki otellerde kalırken telefonunun yakın bir baz istasyonundan sinyal vermiş olduğu anlaşılmaktadır.

Aramızda herhangi bir görüşme tespit edilmemiş olduğu halde, Henri Barkey ile birlikte 15 Temmuz darbe girişimini örgütlediğimiz ve casusluk faaliyetlerinde bulunduğumuz iddia edilebilmektedir.

Casusluk faaliyetinde bulunmak için sivil toplum çalışmaları yaptığıma dair kurgu da tamamen gerçeklerden kopuktur. Delil yerine casuslukla ilgili komplo teorileri anlatılmakta, Anadolu Kültür hakkında olgusal temele dayanmayan, niyet okumalar, akıl yürütmeler yapılmaktadır.

İddianamede aleyhime delil oldukları öne sürülenlerin hiçbiri casusluk faaliyeti ile ilgili değildir, herhangi bir suç unsuru da barındırmamaktadırlar.

Devletin bilgisi vardı

Osman Kavala, propaganda etkinliği olarak gösterilen In Memoriam konserinin Valilik, Kültür Bakanlığı ve Dışişleri Bakanlığı’nın bilgisi dahilinde gerçekleştiğini söyledi:

Rojava’nın Işıkları, Küçük Kara BalıklarGüneydoğu’da Çocuk Olmak, 1994 başlıklı belgesel filmlerin benimle ve Anadolu Kültür’le hiçbir alakası yoktur, bunlar bana gönderilmiş olan, seyretmemiş olduğum için masamın üzerinde flaş bellek içinde kayıtlı filmlerdir.

In Memoriam konseri, Valilik, Kültür Bakanlığı ve Dışişleri Bakanlığı’nın bilgisi dahilinde gerçekleşmiştir. Bir anma konseridir, propaganda etkinliği değildir. Cumhurbaşkanı da, İstanbul’dan Ermeni aydınların tutuklandığı ve tehcire yollandığı 24 Nisan 1915 tarihinin 100. yıldönümü olan 24 Nisan 2015’te Ermeni kilisesinde düzenlenen anma törenine katılmış ve ölen Ermeniler için taziyelerini bildirmiştir.

Anadolu Kültür tarafından destek verilmiş olan Yer İsimleri Araştırma Projesi tamamlanmadığı için, herhangi bir bilgi Anadolu Kültür’e ya da bana ulaşmamıştır, dolayısıyla bu bilgileri aktarmış ya da paylaşmış olmam mümkün değildir. Yerleşimlerin hâlâ hatırlanmakta olan eski isimlerinin araştırılması, kaybolmakta olan kültür mirasının kayda geçirilmesi anlamını taşımaktadır. Bu doğrultuda farklı araştırmacılar ve sivil toplum kuruluşları birçok çalışma yapmışlar, yayınlar çıkartmışlardır. Şimdiye kadar eski yer isimlerinin araştırılmasının devlet aleyhine istihbari faaliyet olarak görüldüğü ve kısıtlandığı bir uygulama söz konusu değildir. Ayrıca, bu tür araştırmalar Anadolu Kültür’ün ana faaliyet konuları arasında da değildir.

‘Sivil toplumun casusluk iddiası asılsız’

Sivil toplum kuruluşlarının casusluk faaliyetinde bulunduklarına yönelik iddiaların da asılsız olduğunu söyleyen Osman Kavala şu açıklamayı yaptı:

İddia makamının, sivil toplum kuruluşlarının casusluk faaliyetinde bulunduğuna dair analizleri de gerçeği yansıtmaktan uzaktır. Örneğin, iddianamede, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra yabancı ülkelerin sivil toplum kuruluşlarını istahbari faaliyetlerde aktif olarak kullanmaya başladıkları ifade edilmiştir.

İkinci Dünya Savaşı’ndan hemen sonra Soğuk Savaş dönemi başlamıştır. Bu dönemde ABD’nin Sovyetler Birliği yanlısı sol hareketlerin önünü almak gerekçesi ile istihbarat faaliyetleri yürüttüğü bilinmektedir. İstihbari çalışmaların odağı da, sol kuruluşların faaliyetleri olmuştur.

Buna karşılık, ülkemizde insan hakları ve demokrasi alanlarında Batı’daki benzerleriyle işbirliği yapan sivil toplum kuruluşları ise İkinci Dünya Savaşı’nın sona ermesinden tam yarım asır sonra, Türkiye’nin AB ile üyelik müzakere sürecinde etkin olmaya başlamışlardır. Türkiye ile Avrupa Birliği arasında 2002 yılında yapılan anlaşma uyarınca sivil toplum kuruluşlarına Avrupa Birliği’nden fon destekleri sağlanmaktadır. Anadolu Kültür de bu anlaşmanın ilkelerine uygun olarak Avrupa Birliği’nden ve başka kuruluşlardan fon desteği almıştır. İddianamedeki kurguda bu kuruluşlar da itham altında bırakılmaktadır. Sivil toplum kuruluşlarının tüm yurtta örgütlenmeleri ve kitleselleşmeleri ise 1999 Marmara depremi sonrasına rastlar. İddia makamı, Soğuk Savaş döneminde yürütülen siyasi – ideolojik faaliyetlerle ülkemizde demokrasiye katkı sağlayan sivil toplum hareketini kasıtlı olarak karıştırmaktadır.

Casusluk suçlamasının kullanılması ile ilgili olarak da, Türkiye ile demokrasiyle idare edilmeyen Orta Doğu ülkeleri arasında ciddi bir fark vardır. Irak’ta, Suriye’de, Mısır’da, İran’da rejime muhalif faaliyetler yürütenler, iktidarı eleştirenler sık sık casuslukla suçlanmışlar ve cezalandırılmışlardır. Bu suçlama sivil toplum kuruluşlarının üzerinde bir baskı aracı olarak işlev görmüştür. Buna karşılık, ülkemizde gazetecilik ve sivil toplum faaliyetlerinde bulunanların casuslukla suçlandığı ve mahkûm edildiği vaki değildir. Maalesef son dönemde yaşananlar ve özellikle bu iddianamedeki suçlama, bu duruma aykırı olan ve özgürlükler için tehdit teşkil eden gelişmelerdir.

İddia makamının Arap Baharı ile ülkemizde yaşananlar arasında paralellik kurması da son derece isabetsizdir. Bu ülkeler serbest seçimlerin olduğu çok partili demokrasi deneyimine sahip olmamışlardır. Arap Baharının başladığı Tunus’ta ve daha sonra Mısır’da özgür seçimlerin yapılması temel toplumsal talep haline gelmiş ve yapılan ilk özgür seçimlerde toplumsal tabanı olan siyasi hareketler yönetime gelmişlerdir.

Anadolu Kültür’e yönelik iddialar

Anadolu Kültür faaliyetlerinin karalandığı, devlet bağlarını zayıflatma amacı güttüğü iddialarına Kavala şu şekilde cevap verdi:

Suç sayılacak herhangi bir edimin yokluğundan, iddia makamı Anadolu Kültür’ün tüm faaliyetlerini karalamak yoluna gitmiş, Anadolu Kültür’ün yurttaşlarımızı birbirine düşürme ve devletle bağlarını zayıflatma amacı güttüğünü iddia etmiştir.

Anadolu Kültür 2002 yılında kurulmuştur ve gerçekleştirdiği projeler ile yurt içinde ve yurt dışındaki ortakları nezdinde itibar kazanmış bir kuruluştur. Tüm faaliyetlerinde düşmanlığa yol açabilecek önyargıların aşılmasını hedefler; farklı toplumsal kesimlerden gelen gençlerin özgür bir ortamda konuşmalarını, birbirlerini dinlemelerin ve birlikte sanatsal faaliyetlerde bulunmalarını teşvik eder. Mahkemenize takdim ettiğimiz belgeden de görebileceğiniz gibi, Anadolu Kültür’ün etkinlikleri; sergi, film, fotoğraf çalışmalarının desteklenmesi, sanat atölyelerinin, söyleşilerin, konserlerin düzenlemesiyle ilgilidir. Anadolu Kültür’ün ayrımcılığı körüklediği, vatandaşlarımızın devletle bağlarını zayıflatma amacı güttüğü, çirkin bir iftiradır.

Etnik köken ya da inançları nedeniyle azınlıkta olan vatandaşların devletle bağlarının güçlü olması için kendilerini toplumun eşit bireyleri olarak görmeleri, böyle hissetmeleri gerekir. Sorunlarını özgürce ifade edebilmeleri ve deneyimlerini toplumun diğer bireyleriyle paylaşabilmelerinin de eşitliğin gereği olduğuna inanıyorum.

Anadolu Kültür olarak sanat ve kültür etkinlikleriyle katkıda bulunmaya çalıştığımız amaç budur.

Anadolu Kültür, Diyarbakır’da, Çanakkale’de, Antakya’da, Konya’da, Trabzon’da, Kars’ta, Van’da, Mardin’de, İzmir’de, Gaziantep’te de birçok projeyi kendi başına ve ortaklıklarla gerçekleştirmiştir; hiçbir etkinliğiyle ilgili sorun yaşamamıştır.

Anadolu Kültür’ün faaliyetleri

Osman Kavala, Anadolu Kültür’ün faaliyetleriyle ilgili şunları söyledi:

İzninizle Anadolu Kültür faaliyetlerinden birkaç örnek vermek istiyorum.

2002 yılında Diyarbakır’da kurulan sanat merkezi İstanbul’dan ve ülkemizin farklı bölgelerinden gelen sanatçılara, akademisyenlere ev sahipliği yaptı. Diyarbakırlı genç sanatçılara destek olmaya çalıştı.

2004-2007 yılları arasında Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkif Evleri Genel Müdürlüğü’nün onayıyla yürütülen proje kapsamında, Bandırma, Kars ve Tekirdağ F tipi cezaevlerinde sanat atölyeleri, kültürel etkinlikler düzenledi, mahkûm ve tutukluların yazdıkları hikayeler, şiirler kitaplaştırıldı.

2008 yılında birlikte çalıştığımız ABD merkezli Dünya Anıtlar Kurulu Fonu ile Kültür ve Turizm Bakanlığı arasından imzalanan anlaşmayla, Ani antik şehrinde ortak restorasyon çalışması başlatıldı. Anadolu Kültür, uzmanları bir araya getiren atölyeler ve sergiler düzenledi, Türk hükümetinin Ani’yi UNESCO Dünya Mirası listesine önermesine destek niteliğinde çalışmalarda bulundu. Bu çalışmalar 2019 yılında Avrupa Arkeoloji Mirası ödülüne layık görüldü.

2010-2012 yıllarında Türkiye’den ve Ermenistan’dan genç müzisyenlerin katıldığı orkestra, İstanbul’da ve Berlin’de konserler verdi.

2010 yılında 1915’te İstanbul’da tutuklanan ve tehcire tabi kılındıktan sonra kurtarılan besteci ve etnomüzikolog Gomidas anısına bir konser düzenledi, bu etkinlik Kültür Bakanlığı’nın sorumluluğundaki 2010 İstanbul Kültür Başkenti Programına dahil edildi.

2011 yılındaki Van depreminden sonra, İstanbul’dan ve Diyarbakır’dan fotoğrafçılar, Van’da çocuklarla fotoğraf atölyeleri düzenlediler. Van’da ve İstanbul’da fotoğrafları sergilendi.

2011-2012 yılında Devlet Tiyatrosu’nda çalışan sanatçıların desteğiyle Diyarbakır ve Trabzon’da kadınlar ortak bir piyes hazırladılar ve oyunu Diyarbakır, Trabzon ve İstanbul’da sahneye koydular.

2013-2017 yılları arasında İzmir ve civarı ile Diyarbakır ve civarındaki yerlerden genç sanatçılar eşleşerek birbirlerinin şehirlerini ziyaret ettiler, ortak video ve fotoğraf çalışmaları gerçekleştirdiler.

2017 yılından itibaren de ülkemizde ve Almanya’da sivil toplum kuruluşlarının Suriyeli sığınmacı ailelerin çocuklarının eğitimi ile ilgili geliştirdikleri yöntemlerin tartışıldığı ve yeni modellerin oluşturulduğu bir proje yürütülmekte.

Yirmi yıldır ülkemizin çeşitli şehirlerinde gerçekleşen Anadolu Kültür etkinlikleriyle ilgili olarak, bugüne kadar, Valilik, Emniyet, MİT yetkilileri ve savcılar casusluk faaliyeti yapıldığından şüphe etmediler. Buna rağmen iddia makamının bu faaliyetlerde casusluk amacı güdüldüğünü iddia etmesi, ülkemizin devlet kurumlarının işleyişini ve denetim kapasitelerini hafife almak anlamına da gelmektedir.

Açık Toplum Vakfı’na yönelik iddialar

Osman Kavala, Açık Toplum Vakfı’na yönelik iddialara da şöyle yanıt verdi:

İddianamede Açık Toplum Vakfı’nın faaliyetleri kapsamında bana yöneltilmiş suçlamalar da temelsizdir. Açık Toplum Vakfı yasalara ve mevzuata uygun biçimde faaliyet göstermiş ve yasalara uygun biçimde yürütülen projelere destek vermiştir. Açık Toplum Vakfı’nın suç unsuru içeren bir faaliyette bulunduğuna ya da böyle bir faaliyeti desteklediğine dair hiçbir bulgu yoktur.

Açık Toplum Vakfı Yönetim Kurulu üyesi olarak, ben de vakfın faaliyetlerinden sorumluyum. Ancak hiçbir zaman vakfı temsil etme, vakıf adına karar verme, fon kullandırma konularında özel bir yetkim, görevim olmadı.

Çizim: Murat Başol

Gerçeklikten bu kadar kopuk, bu kadar tuhaf suçlamalar gerekçe gösterilerek AİHM’in ihlal kararı, yerel mahkemenin beraat kararı, iki defa da tahliye kararına rağmen yıllarca tutuklu kalmam, sıradan bir hak ihlali değildir, benim için bir tür manevi işkence haline gelmiştir.

Umarım yurttaşlarımızın özgürlüklerinden mahrum kalmasına yol açan, temelsiz, delilsiz, mantıksız suçlamaların en aşırılarını içeren bu iddianame, türünün son örneği olur.”

Şırınga çikolata sebebiyle hayatını kaybeden çocuğun ölümüyle ilgili iki kişi tutuklandı

Diyarbakır‘da bir bakkaldan aldığı şırınga şeklindeki çikolatayı yerken ambalaj kapağının boğazına kaçması sonucu hayatını kaybeden Miraç Umut Bilgi hakkında görülen davada, üretici firmanın iki yetkilisi tutuklandı.

Yedi yaşındaki Bilgi’nin ölümüne ilişkin yürütülen soruşturma kapsamında firmanın kusur derecesinin belirlenebilmesi için hazırlanan bilirkişi raporunda beş firma yetkilisi asli kusurlu bulundu.

‘Taksirle öldürme’

Soruşturma dosyasına eklenen bilirkişi raporundan hareketle beş firma yetkilisinin Türk Ceza Kanunu‘nun (TCK) 85. maddesine göre taksirle öldürme suçundan ifadelerine başvuruldu.

Savcılıktaki işlemlerinin ardından nöbetçi Sulh Ceza Hakimliği‘ne sevk edilen üretici firma yetkilisi S.Y. ve U.Y. taksirle öldürmek suçundan tutuklandı. Diğer üç şüpheli ise adli kontrol hükümlerince serbest bırakıldı.

Uyarı etiketi yok

Hazırlanan bilirkişi raporunda ise şu ifadelere yer verildi:

Dava konusu kakaolu fındık kremasının şırınga şeklinde olan, bir parçası ağızda, yutakta sıkışarak veya alt solunum yolu girişine yerleşerek tıkanmasına yol açacak boyutta olan ambalajının oyuncak yönetmenliğine uygun olarak üzerinde yetişkin gözetiminde kullanılmasına dair bir ibare bulunması gerekmesine rağmen böyle bir uyarının etikette yer almadığı tespit edilmiştir.”

Ambalaj bakanlığa kayıtlı bir işletmede üretilmemiş

Bilirkişi raporunda şırınga şeklindeki ambalajın ve içinde yer alan ürünün Türk Gıda Kodeksi‘yle ilgili yönetmeliğe göre etiketlendiği, Tarım ve Orman Bakanlığı tarafından kayıt altına alınan bir işletmede üretildiği belirtildi. Fakat ürünün ambalajının bakanlığa kayıtlı bir işletmeden temin edilmediği vurgulandı.

Ayrıca, raporda ‘Dava konusu ürünü üreten ve ambalajlayarak piyasaya süren iş yeri sahibinin ve iş yerinde çalışan konu ile ilgili lisans eğitimi almış yetkili personelin asli kusurlu olduğu kanaatine varılmıştır’ ifadelerine yer verildi.

‘Hangi toptancı getirdi bilmiyorum’

Çikolatanın satıldığı marketin işletmecisi olan H.T hangi toptancının ürünü getirdiği bilmediğini söyleyerek şunları ifade etti:

Yaklaşık üç yıldır market işletiyorum ve şırıngalı çikolatanın satışını yapıyorum. Ancak hangi toptancının dükkanıma getirdiğini bilmiyorum. Herhangi bir fiş veya faturası yoktur. Marketin bulunduğu civardaki çocuklar genellikle bu çikolatadan alırdı. Vefat eden çocuğun bu çikolatayı benden alıp almadığını bilmiyorum. Bu olaydan sonra firmanın şırıngalı çikolatalarını toplayıp çöpe attım.”

Anne, şirketten şikayetçi

Soruşturma kapsamında ifadesine başvurulan Miraç Umut Bilgi’nin annesi Gülşen Bilgi, Miraç’ın okuldan geldiğinde okul yakınlarında bulunan bakkaldan aldığı şırınga ambalajlı çikolatayı yediğini gördüğünü söyledi:

O esnada oğlumun bana doğru geldiğini, nefes almakta güçlük çektiğini, boğazına bir cisim kaçtığını gördüm. Hemen ilk müdahale olarak oğlumu baş aşağı eğerek sırtına vurdum. Sonra karnını da bastırdım. Nefesle birlikte cisim çıksın diye parmağımı boğazına soktum. Çıkmayınca çocuğumu alarak hastaneye götürmek için acil bir şekilde yola çıktım. Hastanede gerekli müdahaleler yapıldı, ameliyatla cisim çıkartıldı. Birkaç gün yoğun bakımda kaldıktan sonra oğlum vefat etti. Oğlumla ilgili herhangi bir kusurum ve ihmalim yoktur. Oğlumun ölümüne sebep olan çikolata şirketinden şikayetçiyim.”

Kasım 2019 yaşanan bu olaydan yaklaşık bir ay sonra Ankara‘da yedi yaşındaki Mert Yağız Köksal şırınga şeklindeki çikolata kapağının nefes borusuna kaçması sonucu hayatını kaybetmişti. Mert’in ölümüyle ilgili hazırlanan bilirkişi raporunda Mert kusurlu bulunmuştu.

Nevşehirlilerden Kanadalı altın madeni şirketine soykırım ve eko-kırım suçlaması

UNESCO Dünya Kültür Mirası listesinde bulunan Kapadokya Avanos’un Özkonak beldesinde altın madenciliği yapmak isteyen Kanadalı Centerra Gold şirketinin yöneticileri hakkında ‘insanlığa karşı suç’ işledikleri gerekçesiyle Uluslararası Ceza Mahkemesi‘ne (UCM) başvuru yapıldı.

Konuyla ilgili Özkonak Yeraltı Şehri önünde bir araya gelen yurttaşlar adına UCM’ye suç duyurusunu gerçekleştiren Avukat İsmail Hakkı Atal, açıklama yaptı.

‘Kanada’da ağaçlar yasayla korunuyor’

Atal, Kanadalı şirketlerin kendi ülkelerinde ağaçları yasalarla korurken, sadece Kazdağı Kirazlı madeni için Kanada merkezli Alamos Gold‘un 350 bin ağacı kestiğini hatırlattı.

Daha önce de Alamos Gold‘a karşı Uluslarası Ceza Mahkmesi’ne bir suç duyursunda bulunulmuş, şirketin ‘öldürme’ ve ‘soykırım’ suçlarından yargılanması istenmişti.

Evrensel’den Özer Akdemir’in aktardığına göre basın açıklamasında, “Bu şirketler tüm dünyada eko-kırım uyguluyor” ifadelerini kullanıldı.

Fotoğraf: İsmail Hakkı Atal

‘7,6 milyar insanın ölümüne neden oluyor’

UCM’ye gönderilen dilekçede Centerra Gold şirketinin Kanadalı 15 yetkilisi “madencilik faaliyetleri ile kasten iklim değişikliğine ve ekolojik kirliliğe yol açmak, madencilik faaliyetleriyle koronavirüs salgınına neden olan ekosistem değişikliğine yol açmak; gezegende yaşayan 7,6 milyar insanın veya bir bölümünün ölümüne neden olmak”tan sorumlu tutuldu.

“İnsanlığa karşı suç” şikayetinde bulunulan dilekçede “Centerra Gold Madencilik şirketi yönetim kurulu üyelerinin faaliyetleri, yerel  ekosistemleri bozdukları gibi gezegenin ekolojik dengesini bozucu faaliyetleriyle insanlık tarihinin karşılaştığı en bulaşıcı ve tehlikeli salgın hastalık olan koronavirüs salgınının oluşmasına ve salgının artmasına katkıda bulunarak insanlığa karşı suç işlemişlerdir” ifadelerine yer verildi.

‘Salgınların ortaya çıkmasına sebep oluyor’

Bu iddiaya temel olan bilimsel çalışmalar ve raporlardan alıntılara yer verilen dilekçede “Hayvandan insanlara geçen zoonotic virüsler, insan kaynaklı çevresel faktörler-madencilik faaliyetleri ve iklim değişikliği nedeniyle sürekli mutasyon geçirmektedir. 2010 yılı ve öncesinde yapılmış olan bilimsel çalışmalar, günümüzde ve sonrasında mutasyona uğramış yeni koronavirüslerin geleceğini ve bu mutasyonların salgınlara neden olabileceğini haber vermiştir” denildi.

UCM’nin ilgili kişileri yargılama yetkisi bulunduğuna dikkat çekilen dilekçede, adı sayılan 15 kişi hakkında “insanlığa karşı suç işleme” nedeniyle soruşturma ve dava açılarak cezalandırılmaları istendi.

İstanbul’da mezarlık fiyatlarına zam geldi

İstanbul Büyükşehir Belediyesi Meclisi (İBB) aralık ayı bileşiminin son oturumunda belediyenin sunduğu hizmetlerin 2021 yılı tarifelerini belirledi ve İstanbul’daki mezarlıkların fiyatlarına zam geldi.

Yapılan yeni zamlara göre, tek katlı lahit mezar 1600 liradan 1750 liraya, çift katlı lahit mezar 2 bin liradan 2 bin 200 liraya çıktı. Kabir nakli yer bedeli hariç 1800 liradan 2 bin liraya yükseldi.

1 ve 2’nci grup mezarlıklarda fiyat artışı

Karacaahmet, Nakkaştepe, Çengelköy, Zincirlikuyu, Aşiyan‘ın da aralarında bulunduğu birinci grup mezarlıklarda yer bedeli 6 bin liradan 6 bin 600 liraya, cenazenin yanındaki boş yer bedeli 17 bin liradan 18 bin 700 liraya, boş mezar yeri bedeli 34 bin liradan 37 bin 400 liraya çıkarıldı.

İkinci grup mezarlıkları arasında bulunan Edirnekapı Şehitlik, Feriköy, Sütlüce, Emirgan gibi mezarlıklarda yer bedeli 1.100 liradan 1.200 liraya çıktı. Cenazenin yanındaki boş yer bedeli ise 7 bin liradan 7 bin 500 liraya, boş mezar yeri bedeli de 14 bin liradan 15 bin liraya yükseldi.

3’üncü grup mezarlıklarda fiyat değişmedi

Kurtköy, Çekmeköy, Kilyos ve Cebeci mezarlıklarının da aralarında bulunduğu 3. Grup mezarlıklarda 100 lira olan yer bedeli ise değişmedi. Cenazenin yanındaki boş yer bedeli 2 bin 259 liradan 2 bin 500 liraya, boş mezar yeri 4 bin 500 liradan 5 bin liraya çıktı.

Köy statüsünde olan yerlerde bulunan mezarlıkların bulunduğu 4. grupta da cenaze için yer bedeli 100 lira olarak kaldı. Ancak, cenazenin yanındaki boş yer bedeli ve boş mezar yerinde fiyat artışı yaşandı. Buna göre, cenazenin yanındaki boş yer bedeli 1.100 liradan 1.200 liraya, boş mezar yeri 2 bin 200 liradan 2 bin 400 liraya yükseldi.

Azınlık mezarlarında cenaze için yer bedeli 500 lira olarak kalırken, cenazenin yanındaki boş mezar yeri 4 bin 400 liradan 4 bin 800 liraya, boş mezar yeri 7 bin 150 liradan 7 bin 800 liraya çıkarıldı.

Mezarlık fiyatlarındaki değişiklik 1 Nisan 2021 tarihinden itibaren geçerli olacak.

Bazı tarife teklifleri komisyonda kaldı

Mali Hizmetler Daire Başkanlığı Gelirler Müdürlüğü tarafından hazırlanan 2021 ücret tarifesini inceleyen komisyonlar Kentsel Tasarım Müdürlüğü, Lojistik Yönetimi ve Terminaller Müdürlüğü, Ruhsat ve Denetim Müdürlüğü, Toplu Ulaşım Hizmetleri Müdürlüğü, Elektronik Sistemler Müdürlüğü, Emlak Müdürlüğü, Gençlik ve Spor Müdürlüğü‘ne ilişkin tarife tekliflerinin komisyonda kalmasını istedi. Mevcut tarife nisan ayına kadar uygulanacak.

 

Avrupa Adalet Divanı’ndan dini usulle hayvan kesimi yasağına onay

Avrupa Adalet Divanı (AAD) dini usullere uygun hayvan kesimlerinde hayvanların uyuşturulması zorunluluğu uygulamasını haklı buldu. Avrupa Birliği ülkeleri, AAD’nin kararı doğrultusunda kesimlerde hayvanların uyuşturulması zorunluluğu getirebilecek.

Belçika‘nın Flaman Bölgesi, 2016 yılında, hayvanların dini usüllere uygun kesilmesini yasaklamış ve söz konusu karara hayvanları korumayı gerekçe göstermişti. Bunun üzerine birçok Müslüman ve Yahudi örgütü, Belçika Anayasa Mahkemesi‘ne başvurmuş ve Anayasa Mahkemesi de konuyu AAD’ye taşımıştı.

Hayvanların öldürülmesi topyekün yasaklanmadı

DW Türkçe’nin aktardığına göre Lüksemburg‘da perşembe günü kararını açıklayan mahkeme, hayvanları uyuşturma uygulamasının din özgürlüğü ile hayvanları koruma arasında “uygun bir denge” teşkil ettiğine hükmetti.

Kararda, hayvanların uyuşturulması uygulamasının ritüelin yalnızca tek bir boyutunu sınırlandırdığı ve hayvan kesimini topyekün yasaklamadığı belirtiliyor.

İslam ve Yahudi inançlarına uygun hayvan kesimi ritüeli, hayvan uyuşturulmaksızın şahdamarı ve yemek ve soluk borularının bir kesimde birbirlerinden ayrılmasını gerektiriyor. Böylece hayvanın kanı akıtılıyor. Her iki dinde de kan bir besin maddesi olarak yasak.

Yahudi ve Müslümanlardan tepki

AAD kararını hayvanseverler memnuniyetle karşılarken karara Müslüman ve Yahudi örgütlerinden sert tepki geldi. Almanya Müslümanlar Merkez Konseyi Başkanı Aiman Mazyek, mahkeme kararının neyin dini ritüel olup neyin olmadığına ilişkin değer yargısı içerdiği ve “yanlış yol” olduğu değerlendirmesinde bulundu.

Mazyek, ritüellerde yapılacak değişimlerin dışarıdan dayatılması değil, dini cemaatlerin kendileri tarafından kararlaştırılması gerektiğini kaydederek “Bu ritüel Yahudi ve Müslüman yaşamının binlerce yıllık bir parçası” ifadelerini kullandı.

Almanya Yahudileri Merkez Konseyi Başkanı Josef Schuster, Divan kararının din özgürlüğüne bir saldırı olduğunu söyledi. Schuster, kararın Avrupa’da destek bulmamasını ve AB devletlerinin dini kurban kesimine izin vermeyi sürdürmesini umut ettiğini kaydetti.

Fransa ve İspanya‘da da ‘dini usule uygun’ hayvanların kesilerek öldürülmesine izin veriliyor. İsveç ve Danimarka‘da ise dini ritüellere uygun hayvan kesimi yasak.

Verilerin sağlanamadığı aşılar için acil kullanıma onay geldi

Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu’nun “Beşeri Tıbbi Ürünler Ruhsatlandırma Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmeliği”, Resmi Gazete‘de yayımlanarak yürürlüğe girdi.​​​​​​​

Yönetmeliğe göre, Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu “kapsamlı verilerin sağlanamadığı aşılar için acil kullanım onayı” verebilecek.

‘Onay kurum tarafından verilebilir’

Bu kapsamda yönetmeliğe “Dünya Sağlık Örgütü veya Bakanlık tarafından bulaşıcı hastalıklar kapsamında kabul edilen halk sağlığını ciddi olarak tehdit eden istisnai durumlarda kullanılacak ve ruhsatlandırmaya esas etkililik, güvenlilik ve kalite ile ilgili kapsamlı verilerin henüz sağlanamadığı aşılar için bu veriler sağlanıncaya kadar Kurum tarafından AKO verilebilir” maddesi eklendi.

Ruhsatlı bir ürünün terapötik endikasyonlarında değişiklik yapılması veya yenilerinin eklenmesi ile ilgili değişiklikler için AKO başvurusunda bulunulamayacak. AKO başvurularına ilişkin iş ve işlemler, bu yönetmelik doğrultusunda yayımlanacak ilgili kılavuz hükümlerine göre yapılacak.

Türkiye’de aşılama 23 Aralık’ta başlıyor

Koronavirüs Bilim Kurulu üyesi Prof. Dr. Deniz Çalışkan, Türkiye‘nin 50 milyon sipariş ettiği Çin merkezli Sinovac firmasının koronavirüs aşısının ilk dozunun 23 Aralık’ta uygulamaya başlanacağını söylemişti.

Aşının ilk etapta sağlık çalışanlarına uygulanacağını belirten Çalışkan, “Sonrasında 65 yaş üstü ve ek hastalığı olan bireylerimiz aşılanacak. Sonra ‘kilit personel’ dediğimiz öğretmenlerimiz, bakım hizmetinde olanlar, teması yüksek meslek gruplarında çalışan bireyler aşılanacak” demişti.

Akyaka İmar Planı Revizyonu’nun iptali için açılan davada mahkeme, Bakanlık’tan savunma istedi

Muğla‘nın Gökova Özel Çevre Koruma Bölgesi’nde yer alan Akyaka‘ya yönelik hazırlanan İmar Planı Revizyonu‘nun iptal edilmesi için Muğla Çevre Platformu (MUÇEP) Gökova Meclisi‘nden Serdar Denktaş‘ın açtığı yürütmeyi durdurma davasında mahkeme ara verdi.

Muğla 3’üncü İdare Mahkemesi, davalı Çevre ve Şehircilik Bakanlığı‘ndan savunma istedi ve savunma için 30 gün süre verdi. Süre bitimindeyse yürütmeyi durdurma talebi karara bağlanacak. Mahkemenin kararı yeni yılın ilk günlerinde vermesi bekleniyor.

Davaya katılım artıyor

Akyaka’nın Sesi’nde paylaşılan bilgilere göre ara kararın verilmesinin ardından Muğla Barosu, Gökova Ekolojik Yaşam Derneği ve Akdeniz Yeşilleri Derneği gibi sivil toplum örgütleri ve Muğlalı yurttaşlar davaya müdahil olmak için harekete geçti.

Bunun yanı sıra Muğla Barosu bağımsız bir dava da açmaya hazırlanıyor. Muğla Büyükşehir Belediyesi, Muğla Mimarlar Odası ve Muğla Şehir Plancılar Odası ise dava açmak için idari sürecin bitimini bekliyor.

Açılan davanın gönüllü olarak avukatlığını üstlenen  Avukat Güzin Altıniş Kurt ve Ümit Kurt, müdahil olmak isteyen kişi ve kurumların bağımsız olarak İdare Mahkemesine dilekçelerini verilebileceği gibi vekalet verilmesi durumunda yargı masrafların ödenmesi koşulu ile avukatlık ücreti talep etmeden kendileri tarafından da yerine getirilebileceğini bildirdiler.

Ne olmuştu?

14 Eylül tarihinde askıya çıkarılan Akyaka planı büyük tepkiyle karşılanmış, plan revizyonunun koruma amaçlı değil, rant amaçlı olduğu gerekçesiyle iptali için girişimde bulunulmuştu.

Plan revizyonunun askı süresi boyunca da Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü’ne binlerce itiraz dilekçesi verilmişti.

AB doğal gaz projelerine desteği kesmeye hazırlanıyor

Avrupa Birliği Komisyonu Enerjiden Sorumlu Üyesi Kadri Simson, Avrupa Parlamentosu Sanayi, Araştırma ve Enerji Komitesi’nde, AB’nin üye ülkelerdeki enerji altyapılarını bağlamayı amaçlayan Trans-Avrupa Enerji Ağı (TEN-E) düzenlemesinde yapılacak değişiklikleri açıkladı.

AB üyesi ülkelerin 2030 yılına kadar sera gazı salınımlarını yüzde 55 oranında düşürmek konusunda anlaştıklarını anımsatan Simson, AB’nin iklim dostu bir kıtaya dönüşmesi hedefine katkı sağlamak üzere TEN-E çerçevesinin de güncelleneceğini belirtti.

‘Yatırımlar 50 milyar euro üzerine çıkacak’

AA’nın aktardığına göre Simson, AB üyesi ülkelerin enerji bağlantılarının geliştirildiğine, enerji piyasalarının daha güvenli, entegre ve rekabetçi bir konuma geldiğine dikkati çekerek, Avrupa Yeşil Anlaşması ile politika hedeflerinin değiştiğini kaydetti.

Günümüzde enerji sistem entegrasyonları ve dijitalleşme gibi trendlerin ön plana çıktığını aktaran Simson, “2030’a kadar elektrik şebekelerine yapılan yatırımların yılda 50 milyar euronun üzerine çıkacağını tahmin ediyoruz.” dedi.

Doğal gaz yerine yenilenebilir enerji

Kadri Simson, çevre hedeflerini yakalamak için yenilenebilir enerji yatırımlarına önemli miktarda mali kaynak gerekeceğine işaret ederek, “Yeni yönetmeliğimizin geleceğe yönelik sınır ötesi altyapıda ihtiyaç duyduğumuz yatırımlara yardımcı olması gerekiyor.” ifadesini kullandı.

Halihazırda doğal gazın Avrupa enerji ihtiyacının yaklaşık dörtte birini sağladığını anımsatan Simson, sektörün enerji dönüşümünde bir rol oynayacağını vurguladı.

Simson, AB’nin iklim hedeflerini yakalamasıyla birlikte doğal gazın yerini yenilenebilir ve düşük karbonlu kaynaklara bırakacağını söyledi.

‘Politika desteğine artık ihtiyaç yok’

TEN-E ile Avrupa’da güvenli ve birbirine iyi derecede bağlı bir doğal gaz şebekesi kurulduğuna işaret eden Simson, mevcut projelerin de tamamlanması ile bütün AB üyesi ülkelerde güvenli ve rekabetçi doğal gaz tedariki sağlanacağını kaydetti.

Simson, “Komisyon, artık sınır ötesi doğal gaz projeleri için politika desteğine devam etme gereğini duymamaktadır. Bu nedenle doğal gaz altyapısını gelecekteki TEN-E politikasının dışında tutmayı teklif ediyoruz. Doğal gaz yerine yenilenebilir ve düşük karbonlu enerji sitemlerini desteklemeye odaklanacağız.” şeklinde konuştu.

 

Kandilli Rasathanesi: İstanbul için iklim krizi ve ormansızlaşma depremden daha büyük tehlike

Boğaziçi Üniversitesi Kandilli Rasathanesi Meteoroloji Laboratuvarı Başkanı Adil Tek yaptığı bir açıklamada “İstanbul için kuraklık artık depremden daha büyük tehlike. Yakında iklim kaynaklı ölümleri görmeye başlayacağız” ifadelerini kullandı.

İklim krizinin küresel bir tehlike olduğunu belirten Tek, İstanbul’un büyük bir nüfus ve ormansızlaşma sorunu yaşadığını söyledi.

‘Ekonomik sürdürülebilirlik mümkün değil’

Hürriyet‘ten Emre Eser‘in haberine göre, Adil Tek, 1911’den beri yaptıkları ölçümlerde İstanbul’un ortalama sıcaklığının 1.5 derece arttığını, bugün yaşanan iklim kaynaklı tüm sorunların bu nedene dayandığını belirtiyor:

İstanbul’daki bu artış uluslararası kurumların ölçümlerine göre dünya ve Avrupa ile paralel. Bu durum tarımda ve sanayide hatta aklınıza gelecek her alanda büyük bir sorun demek. Bu şartlarda ekonomik sürdürülebilirlik mümkün değil.”

Sembolik su kesintileri şart

Tek, İstanbul’u bekleyen su kıtlığı tehlikesi için acilen günlük sembolik su kesintilerinin yapılması gerektiğini savunuyor:

Türkiye’de çok sayıda deprem olmasına rağmen gerçek deprem bilinci 1999’dan sonra oluştu. İnsanlar yaşamadan asla gerçek farkındalığa sahip olmuyor. İstanbul’u bekleyen su kıtlığı tehlikesi için de acil olarak günlük iki saati aşmayacak şekilde sembolik su kesintilerinin yapılması şart. Başka türlü insanların tüketim alışkanlıkları değişmeyecek. Sembolik kesintiler bu konuda davranışları değiştirecek.”

İklim kaynaklı ölümler yaşanacak

İklim ölümlerinin bilimsel olarak depremden daha büyük bir tehlike olduğunun altını çizen Adil Tek, yakın zamanda iklim kaynaklı ölümlerin yaşanacağını söylüyor:

İstanbul’u bekleyen bir deprem tehlikesi var. Deprem için önlem alabilirsiniz. Kişisel olarak kurtulmam mümkün. Ama iklim krizi için aynı şey geçerli değil. Aşırı hava olayları ve kuraklık tehlikesi artık ciddi boyutta. Çok yakında iklim kaynaklı ölümleri görmeye daha net başlayacağız. Zaten iklim ölümleri bilimsel olarak depremden daha büyük bir tehlike.”

‘İstanbul’un kar yağışına ihtiyacı var’

Barajların dolması için mevsimsel yağışlara ve kar yapışına ihtiyaç olduğunun altını çizen Tek, şu noktalara vurgu yapıyor:

Evet ortalama yağışlar artmış. Peki neden kuraklık var? Nedeni yine o 1.5 derecelik artış. Yağmurlar asıl yağması gereken zamanda yağmıyor. Haziran ayında yağan düzensiz ve şiddetli yağmurlar bu ortalamayı yükseltiyor ama o su toprağa karışmadan hızlıca akıp gidiyor. Seller oluşturuyor. Bunlar faydasız yağışlar. İstanbul’un asıl kar yağışına, daha sakin ve zamanında yağan yağmurlara ihtiyacı var. Barajlar sadece bu şekilde dolabilir.”