Tarım ve Orman Bakanlığı Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü, Türkiye’nin biyolojik çeşitliliğine dayalı geleneksel bilgisinin derlenmesi, kayıt altına alınarak korunması amacıyla hazırlanan proje kapsamında, 21 ilde saha çalışmalarını tamamladı.
AA’nın aktardığına göre projeyle halkın doğal biyolojik varlıklardan faydalanarak geliştirdiği ilaç, maya, boya gibi geleneksel ürünlere ilişkin bilgilerin derlenmesi ve ulusal geleneksel bilgi veri sistemi oluşturulması hedefleniyor. Ayrıca, proje kapsamında geleneksel bilgiler koruma altına alınıyor.
Tarım ve Orman Bakanlığın 2017’de başlattığı “Biyolojik Çeşitliliğe Dayalı Geleneksel Bilginin Kayıt Altına Alınması Projesi” kapsamında derlenen 25 bin veri, yıl sonuna kadar Geleneksel Bilgi Yönetim Sistemi‘ne kaydedilecek.
Ar-Ge için veri ve bilgi sağlanacak
Proje kapsamında derlenen geleneksel bilgilerin ana kategorileri, sağlık, beslenme, endüstriyel ve tarım- hayvancılık amaçlı geleneksel kullanımlardan oluşuyor.
Proje sonucunda, Türkiye’nin biyolojik çeşitliliğine dayalı geleneksel bilgiler kullanılarak, ürünlerin patentinin yabancılar tarafından alınması önlenebilecek ve geleneksel bilgilere dayalı katma değeri yüksek yeni ürünlerin geliştirilmesine yönelik Ar-Ge faaliyetleri için veri ve bilgi sağlanmış olacak.
Fotoğraf: AA
Saha çalışması yapılan iller
Proje kapsamında 2018’de Afyonkarahisar, Aydın, Ankara, Hatay, Erzurum, Samsun, Çorum, geçen yıl Bursa, Mersin, Kayseri, Gümüşhane, Şanlıurfa, bu yıl da İzmir, Kırklareli, Trabzon, Van, Isparta, Sinop, Bartın, Aksaray ve Mardin’de olmak üzere 21 ildeki çalışmalar tamamlandı.
Bu yıl Edirne, Tekirdağ, Gaziantep, Kilis, Elazığ, Uşak, Adana, Osmaniye, Nevşehir, Bolu, Düzce, Tokat, Giresun, Ardahan, Iğdır, Kars, Hakkari, Malatya, Kahramanmaraş ve Sivas‘ta saha çalışmalarına başlandı.
25 bin veri kaydedildi
Geçen yıl kurulan Geleneksel Bilgi Yönetim Sistemi’ne bu yıl aktif olarak veri girişine başlandı. Sistemde yaklaşık 14 bin veri kayıt altına alındı. Mevcut verilerin de sisteme aktarılmasıyla bu yıl sonunda yaklaşık 25 bin veri kaydedilmiş olacak.
Gelecek yıl da İstanbul, Balıkesir, Bilecik, Adıyaman, Muğla, Denizli, Eskişehir, Antalya, Karaman, Kırşehir, Kırıkkale, Kastamonu, Karabük, Amasya, Ordu, Rize, Ağrı, Bayburt, Siirt ve Batman‘da saha çalışmasına başlanması, böylece 2021 yıl sonunda 41 ilde, 2023 yılı sonunda 81 ilde çalışmaların tamamlanması hedefleniyor.
Kaçakçılıkla mücadele çalışmaları
Biyokaçakçılıkla mücadele çalışmaları kapsamında, Türkiye genelinde 2007-2019 yıllarında 79 vakada 21 farklı ülkeden 146 yabancı hakkında yaklaşık 4,5 milyon lira idari para cezası uygulandı.
Ayrıca, bu yıl 17 Eylül’de Aydın‘ın Kuşadası ilçesinde Rus uyruklu bir şahsın izinsiz böcek türleri topladığı tespit edilmiş ve Aydın Şube Müdürlüğü tarafından 2872 sayılı Çevre Kanunu’na istinaden 73 bin 747 lira idari para cezası kesilmişti.
Adana Motosikletli Kuryeler Derneği Başkanı Yalçın Parmak, Türkiye’de ilk koronavirüs vakasının açıklandığı mart ayından bu yana yoğunluktan ve yorgunluktan dolayı 160’tan fazla motosikletli kuryenin çalışırken yaptığı kaza sonucu yaşamını yitirdiğini söyledi.
12 yıldır motosikletli kurye olarak çalıştığını ve bir süre sonra arkadaşlarıyla birlikte dernek kurduklarını belirten Yalçın Parmak, çalışma şartlarını iyileştirmek için ellerinden geleni yaptıklarını söyledi.
‘Yoğunluk iki katına çıktı’
Koronavirüs salgını sonrası iş yoğunluklarının iki katına çıktığını kaydeden Parmak, bununla birlikte yorgunluğa ve hızlı çalışmaya bağlı kazaların da arttığını vurguladı.
Bunun en büyük nedeninin anlayışsız müşteriler olduğunu söyleyen Parmak, DHA’ya yaptığı açıklamada “Online alışveriş hız kazanınca biz tamamen devreye girdik. Çalıştığım iş yerinde toplamda 5 motosikletli kurye var. Her birimiz bugün 40’ın üzerinde pakete çıktık. Hala da devam ediyor. Bu süreçte bir kesim değerimizi anlasa da bazı müşteriler hala anlayışsız davranıyor. Yağmur, çamur demeden götürdüğümüz bir siparişin karşılığında ‘Neden geç kaldın, iptal ediyorum’ gibi tepkiler almak bizi çok üzüyor” dedi.
Yalçın, “Günlük 150 TL’ye saatlerce çalışan insanlarız. Müşterilerin bazıları telefonu kapatır kapatmaz siparişleri gelsin istiyor. Bizim sektörde anlayış diye bir şey yok” ifadelerini kullandı.
Artvin Hopa‘da dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan‘ın düzenlediği mitinge yönelik yapılan protestolar sırasında polisin sıktığı biber gazından ve aldığı darbelerden etkilenerek kalp krizi geçiren emekli öğretmen Metin Lokumcu‘nun ölümüyle ilgili hazırlanan Adli Tıp raporunda biber gazına maruz kalmanın ölümde etkisi olduğu ifade edildi.
Hopa Cumhuriyet Başsavcılığı‘nın hazırladığı iddianamede de Lokumcu’nun biber gazının kalp krizini tetiklemesiyle hayatını kaybettiği ifade ediliyor.
Lokumcu’nun ölümüne ilişkin soruşturma dokuz yıl sonra tamamlanmıştı. Davanın ilk duruşması ise 24 Aralık’ta Hopa Asliye Ceza Mahkemesi‘nde görülecek.
Meriçoğlu: Emsal bir karar
Bianet‘ten Ayça Söylemez‘in haberine göre, Davanın avukatlarından Meriç Eyüboğlu, bu raporun benzer davalarda emsal olabileceğini ifade etti.
Eyüboğlu, otopsi sırasında toplumsal olaylarda kullanılan gazlarla ilgili inceleme yapılmadığı için Türk Tabipleri Birliği‘nden (TTB) konuya dair bir tespit için rapor istemişti.
TTB, ölüme biber gazının sebep olduğunu açıkladı
TTB’nin 2012 yılında hazırladığı rapor şu şekildeydi:
1956 doğumlu Metin Lokumcu’nun; 31.05.2011 tarihli hastane evrakı, ifadeler, Hopa C. Savcılığı soruşturma dosyası ve 01.06.2011 günü Trabzon Adli Tıp Grup Başkanlığı Morg İhtisas Dairesi’nde yapılan otopsisi bulguları bir arada ve bir bütünlük içinde değerlendirildiğinde;
Kişinin ölümüne neden olacak düzeyde bir kalp hastalığı ya da KOAH düzeyinde bir akciğer hastalığı olmadığı, otopsi rapor sonucunda bildirildiği gibi kendisinde mevcut bir hastalık sonucu ölmediği,
Emosyonel olarak stresli bir ortamda kimyasal gaza (OC ve CS) maruz kaldığı,
Bilimsel olarak en muhtemel ölüm mekanizmasının; kimyasalın ön planda solunum sistemi üzerindeki etkisi ile oluşturduğu akciğer hasarı, asfiksi, solunum yetersizliği, asidoz ve daha küçük bir olasılıkla sebep olabileceği ani hipertansif krizle birlikte gelişen akciğer ödemi ve tüm bu sayılan mekanizmaların tetikleyebileceği ventriküler fibrilasyon olduğu,
Ölüm ile kimyasal gaza maruz kalma arasında nedensellik ilişkisi olduğu kanaatini bildirir değerlendirme raporudur.”
24 Mayıs 2012 Adli Tıp raporu
Dosyada yer alan 24 Mayıs 2012 tarihli Adli Tıp raporunun sonuç bölümünde de şu ifadeler yer alıyordu:
Kronik kalp damar hastalığı bulunan kişinin ölümünün kendisinde mevcut kalp damar hastalığının olayın efor ve stresi ile aktif hale geçmesi sonucu meydana gelmiş olduğu, yakın mesafeden yoğun olarak ortho chlorobenzalmalononitrilo CS gazına maruziyeti olduğunun kabulü halinde, bu maruziyetin de kendisinde mevcut kalp- damar hastalığının aktif hale geçmesinde efor ve stres faktörüne, ilave faktör olarak kabul edilmesi gerektiği kararı oy birliği ile mütalaa olunur.”
Ne olmuştu?
Artvin’in Hopa ilçesinde 31 Mayıs 2011’de, dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın seçim kampanyası mitingi için geldiği sırada düzenlenen protestolara ilişkin polisin sıktığı biber gazından ve aldığı darbelerden etkilenen emekli öğretmen Metin Lokumcu hayatını kaybetmişti.
Protestolarla ilgili başlatılan soruşturma kapsamında gözaltına alınan 70 kişiden 16’sı tutuklanmış, daha sonra ise serbest bırakılmışlardı.
Dönemin başbakanı Erdoğan, Metin Lokumcu’nun ölümünden sonra ‘Tabi bu arada bir tanesi de kalp krizi geçirerek, kimliğini bilmiyorum, üzerinde durmaya da gereğini duymuyorum kalp krizi sonucu ölmüş’ ifadelerini kullanmıştı.
Amanda Power‘ın The Conversation için kaleme aldığı makale Doğanın Çocukları Çeviri Komisyonu’ndan İrfan Çağlayan tarafından Türkçeleştirildi.
***
İnsan faaliyetlerinin iklim değişikliğine yol açtığını ve ekosistemleri yok ettiğine ciddi bir şekilde karşı çıkan kişi sayısı azdır. İnsanların, sonuçlarını bilmelerine rağmen bunları neden yaptıkları ve bizim bunu neden hâlâ durduramadığımız ise daha az anlaşılır bir konu.
İnsanların doğal sistemleri bozması yeni bir şey değil, tıpkı bunu tetikleyen ideolojiler ile politik ve ekonomik sistemler gibi. Nature’da yayınlanan yeni bir araştırma, tarihte küçük bir insan topluluğunun bir yaşam şeklinden diğerine geçişini ve bunun sonucunda etraflarındaki dünyayı da dönüştürmelerini ele alıyor.
Tarikatın ardından hız kazandı
Araştırmacılar, turbalıklarda depolanmış bilgilere bakarak eski zamanlara ait ormanların 14’üncü yüzyıl Polonya‘sı tarafından tahıl tarımına yer açmak için hızlı bir şekilde yok edilmiş olduğunu keşfettiler. Ormanların tahribatı, toprak yönetimi St. John Tarikatı’na -dini antlar içen, cihatlarda savaşan ve Avrupa’yı kolonileştirmeye yardım eden şövalyeler- geçtikten sonra şiddetli bir şekilde hızlandı.
Joannites olarak da bilinen bu topluluğun endişesi yeni arazilerinden en yüksek geliri sağlamaktı, arazilerin “temizlenmesini” ve “üretken” hale getirilmesini asli görev olarak görüyorlardı. Köylüleri; ağaçları kökünden sökmeleri, çıplak toprağı ağır sabanlarla ya da demir tırmıklarla sürmeleri ve tahıl ürünleri ekmeleri için görevlendiriyorlardı.
Ormansızlaşma ve kölelik
Araştırma; Batı Polonya’daki Łagów’a yakın yerlerde, 1970’lerden beri doğal rezerv olan bir turbalıkta yapıldı. Turbalar nemli, asidik ve düşük oksijenli ortamlar olup bakteri ve mantarlar için ideal ortamlardır. Bunun sonucu olarak bitkiler, burada çürümeden yüzyıllarca hayatta kalabilir.
Araştırmacılar turbaların çekirdeklerinden örnekler topladılar ve olayları kronolojik olarak sıralamak için karbon-14 metodunu kullandılar. Polen, spor, kömür partikülleri, bitki kalıntıları ve toprakta yaşayan tek hücreli organizmaları analiz ettiler ve bu sayede çevresel değişime dair detaylı kanıtlar elde ettiler.
Hayatta kalmayı başarmış orta çağ yazılı kayıtları, döneme ait arkeolojik kalıntılar ve belgesel arşivlerindeki kanıtlarla araştırmacılar; insan yerleşimlerinin dağılımı, yoğunluğu ve karakterlerinin haritasını çıkardılar.
Fotoğraf: Mariusz Lamentowicz
Ağaç türü ve sıklığında değişimler
Sonuçlar, hızlı ormansızlaşmanın başlangıcının çevredeki sulak arazileri nasıl etkilediğini net bir şekilde ortaya koydu. M.S. 500’den bu yana kanıtlar gürgen, çınar, huş, kayın, çam ve akçaağaçtan oluşan ıslak alkali bir bataklığı çevreleyen karışık bir geniş yapraklı bir ormana işaret ediyordu.
Her ağaç türünün sayısının ve ormanın sıklığının, 1350’de Tarikat’ın bölgeye gelişine kadar büyük ölçüde stabil olduğu görüldü. Gözle görülür değişimler ise yine bu tarihe tekabül ediyordu.
Algler yok oldu
Bataklıkta gelişim gösteren yeşil algler 1400 yılı civarında tamamen yok oldu ve yerini tambur yosunu aldı. Zamanında en baskın ağaç türü olan gürgenlere ve beraberinde huş, kayın ve akçaağaçlara dair kanıtlar da hemen hemen aynı dönemde şiddetle azalıyordu.
Hayatta kalmayı başarabilen ve diğer ağaçlar yok olduğu zaman bile kayıtlarda hüküm gösteren tek ağaç türü çamdı. Tahıllar kayıtların başından beri varlardı ancak miktarları 1350’den itibaren aniden artış gösterdi. Hayvan gübresinde yaşayan koprofil mantar da bu tarihten önce görülmemekle beraber hayvancılığın yükseliş tarihine denk bir şekilde 1400’lerde ortaya çıktı.
Değişen habitat
Bu esnada eski geniş yaprakları ormanların yok edilişi ve bunun sonucu olan toprak erozyonu bataklıkların asidikleşmesine ve nihayetinde turbalıklara dönüşmelerine sebep oldu. Bir habitatın yok oluşu geri alınamaz bir şekilde bir başka habitatı değiştirdi.
Tarikat 1350’de bölgeye geldiğinde bir kale inşa ettiler, hizmetçiler ve esnaflar için evler yaptılar ve çevre köylere hitaben reklam nitelikli bir poyra oluşturdular. Yazılı kayıtlar bölgenin, feodal toprak sahipleri olan Joannites için çalışan köylü çiftçiler arasında nasıl parsellendiğini gösteriyordu.
Köylüler yerel kiliseleri ve rahipleri finanse etmek zorundaydı. Üç alanlı ürün rotasyonu gibi yeni çiftçilik teknikleri ile geniş çiftlikler yapıldı. Bütün bunlar aristokratik şövalyeler, kiliseler, rahipler ve belki de daha fazlası için gerekli parayı sağladı.
Fotoğraf: Ryszard Orzechowski
Kayıp bağlantılar
Araştırma, Łagów bölgesinin M.S. 500’den bugüne kadarki ekolojisinin izini sürdü ancak kalıcı insan yerleşimlerinin kanıtları M.Ö. 1300 kadar geriye dayanıyor. İnsanlar, iki bin yıldan daha uzun bir süre boyunca bölgeyi ormansızlaştırmadan yaşamayı başarmışlardı. Değişen şey neydi? Diğer her şeyden önce, insan ideolojileri.
10’uncu yüzyılın sonlarında ve hatta ilerleyen süreçte Polonya’nın Hristiyan krallığı tarafından sarmalanmadan önce bölgede yaşayan Slav topluluklar “pagan” -Hristiyan otoriteleri tarafından kullanılan aşağılayıcı bir kalıp- idi. Zamanında sahip oldukları dünya görüşleri veya uygulamaları her ne olursa olsun, vahşi bir şekilde baştan sonra silindikleri için onları hiçbir şekilde geri döndüremeyeceğimizi söylemek yanlış olmaz.
Çınar ağacının devrilmesiyle başladı
Bildiğimiz bir şey var ki Hristiyanların gözünde, paganlar doğal dünyaya iç içelerdi; ağaçlara, su kaynaklarına, ırmaklara ve kayalara çok saygılılardı. Ren Nehri’nin doğusundaki paganların örnek teşkil eden dönüşümleri ise İncil’in öğretilerini yayan keşiş St. Boniface’in antik ve saygıdeğer bir çınar ağacını gizlice kesip devirmesiyle başladı.
Bu hikâyedeki yerel toplum ağacın devrilmesinden öylesine korkmuştu ki anında Hristiyanlığa yönelmişlerdi. Boniface ağacın odununu bir tapınak yapmak için kullandı. Savaşçılar ve misyonerler birliğinin bölgeyi topraklarına katma ve bölgenin doğal kaynaklarını Frankish İmparatorluğu’na aktarma niyeti bir başka propaganda darbesini başarıya ulaştırdı.
Gerçeklik
Geçmişte, “Hristiyanlaştırma” kelimesinden ne anladığımız bu tarz başarı hikâyelerine dayanırdı. Bu hikâyeler, ortak paylaşılan bir dine ve emperyal Roma’ya kulak veren bir kültüre yönlendirme aracılığıyla birleştirilen bir kıta olan modern Avrupa’nın kuruluş mitlerini şekillendirdiler.
Bu ideolojiler, ilerleyen süreçte “gelişme” ve “aydınlanma” kavramlarını insanlara faydalı gözüken manzaralarla birleştiren Avrupa koloniciliği akımını garanti altına aldı. İdeolojilerin nüfuzu, bizi gerçekliği görme konusunda kör etti.
Bu araştırma açık ve acı bir biçimde bu tarz fikirlerin çevresel sonuçlarından bağımsız tutulamayacağını ve hiçbir zaman da tutulmadığını ortaya koydu. Araştırmanın sonuçları sayesinde biz Łagów bölgesinin ormanları ve bataklıklarında eski ve sürdürülebilir “pagan” usulü bir hayat tarzının değiştirilmesinin nokta atışı ekolojik sonuçlarını görebiliyoruz. Faydalı olduğunu düşündüğümüz şeyin ise aslında büyük ölçüde kayıp olduğu ortaya çıkıyor.
15 sivil toplum kuruluşu, 1144 gündür tutuklu olan Anadolu Kültür Yönetim Kurulu Başkanı ve insan hakları savunucusu Osman Kavala‘nın bugün gerçekleşecek duruşması öncesinde ortak bir açıklama yayınladı.
Yapılan açıklamada “Osman Kavala hakkında açılan dava Türkiye’nin adalet sistemindeki derin işlevsizliği ve politizasyonu tek başına ortaya koyuyor” ifadeleri yer aldı.
Çağlayan’da görülecek
Kavala, daha önce tutukluluğuna gerekçe gösterilen Gezi davasında beraat etmiş, tahliye edildiği gün, daha önce tahliyesine karar verilen 15 Temmuz dosyasından tekrar tutuklanmasına karar verilmişti.
15 Temmuz davasının ilk duruşması bugün saat 13:30’da Çağlayan‘daki İstanbul Adliyesi‘nde görülecek.
‘Türkiye’nin adalet sistemindeki derin işlevsizlik’
Türkiye’nin, Kavala hakkındaki bütün suçlamaları düşürmeye davet edildiği basın açıklamasında, Kavala davasının Türkiye’nin kangrenli adalet sisteminin bir semptomu olduğu belirtildi. Serbestiyet’in aktardığına göre metnin tamamı şu şekilde:
Kavala hakkında açılan dava Türkiye’nin adalet sistemindeki derin işlevsizliği ve politizasyonu tek başına ortaya koyuyor. Hâkimlerin ve savcıların, uluslararası yargı bağımsızlığı standartlarının aksine, yasama ve yürütme erkleri tarafından atanmaları artık insan hakları savunucularının ve Kavala gibi bağımsız sivil toplum figürlerinin süresiz bir şekilde demir parmaklıklar ardında tutulmasını sağlıyor.
‘Nedensel ilişki yok’
Soruşturmayla derlenen bilgiler ile Osman Kavala’ya isnat edilen suçlar arasında herhangi bir nedensel ilişki içermeyen yarınki iddianame, aynı zamanda Kavala tarafından kurulan kültür ve sanat alanında çalışmalar yürüten ve kâr amacı gütmeyen bir kuruluş olan Anadolu Kültür’ü de hedef alıyor. Savcı Anadolu Kültür’ün faaliyetlerini Türkiye’deki azınlık gruplarının kültürel haklarına yoğunlaştığı için “bölücü” ve “ayrımcı” olarak nitelendirmişti.
Osman Kavala, hakkındaki 64 sayfalık iddianamede, “devletin güvenliği veya iç dış siyasal yararlar bakımından niteliği itibarıyla gizli kalması gereken bilgileri siyasal ve askeri casusluk maksadıyla temin etmek” ile suçlanıyor. Kavala ayrıca, “Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın öngördüğü düzeni ortadan kaldırma veya bu düzen yerine başka bir düzen getirme veya bu düzenin fiilen uygulanmasını önlemek” ile de suçlanıyor. Türk Ceza Kanunu’nun 328. ve 309. Maddeleri uyarınca bu suçlara sırasıyla 20 yıla kadar hapis ve ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası uygulanabiliyor.
‘AİHM kararına rağmen’
Bu yeni duruşma Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Kavala’nın tutukluluğuna ilişkin “kendisini bir STK aktivisti ve insan hakları savunucusu olarak susturmak ve diğer kişileri de bu tip faaliyetlerde bulunmaktan caydırmak ve ülkedeki sivil toplumu felç etmek yönünde örtülü bir amaç taşıdığı” şeklindeki bağlayıcı kararından bir yıl sonra yapılıyor. AİHM bu tespitinin ardından Kavala’nın derhal serbest bırakılmasını istemiş ancak Türkiye bu çağrıyı dikkate almamıştı. Yarınki duruşmanın gösterdiği tek bir şey var: yetkililerin mahkemeleri siyasi amaçları için açıkça kötüye kullanmaları ve adil yargılanma hakkı, insan hakları, temel özgürlükler ve hukukun üstünlüğüne saygıyı kökten hiçe saymaları.
Biz, aşağıda imzası bulunan insan hakları örgütleri, Kavala’nın karşı karşıya olduğu adil olmayan kovuşturmanın yegâne adil sonucunun beraat olduğunu düşünüyor ve yetkilileri anayasaya, kanunlara ve uluslararası hukuka bağlılıklarının gereğini yerine getirerek insan hakları savunucusu Osman Kavala hakkındaki bütün suçlamaları düşürmeye davet ediyoruz.
İmzacı kurumlar
EuroMed Rights
İnsan Hakları Derneği
Yurttaşlık Derneği
Civil Rights Defenders
Medya ve Hukuk Çalışmaları Derneği
Düşünce Suçlarına Karşı Girişim
Eşit Haklar İçin İzleme Derneği Türkiye Almanya Kültür Forumu
İspanya‘da sol koalisyon hükümetinin girişimiyle meclise getirilen ötanazi yasası kabul edildi. Ülkede 20 yılı aşkın süredir tartışmalara neden olan ötanazi yasası, mecliste yapılan oylamada 138 aleyhte oya karşı 198 lehte oy aldı.
Yasanın, senato ve ardından yine mecliste onaylanıp, 2021 yılının ilkbaharında yürürlüğe girmesi öngörülüyor.
Ötanazi için İspanyol vatandaşı ve 18 yaşından büyük olmak şartları getiren yasaya göre, tedavisi mümkün olmayan, fiziksel veya zihinsel büyük acıya maruz kalan çaresiz hastalıklara yakalananlar kendi istekleriyle bunu talep edebilecek.
Dünyadaki altıncı ülke olacak
İspanya böylece Belçika, Hollanda, Lüksemburg, Kanada ve Avustralya‘nın ardından ötanazinin yasal olduğu dünyadaki altıncı ülke olacak.
Konuya ilişkin twitter hesabından bir mesaj yayımlayan İspanya Başbakanı Pedro Sanchez, “Ülke için büyük bir sosyal kazanım. Özgürlükte, medeni haklarda ve onurda ilerliyoruz” ifadelerini kullandı.
Yasaya, ana muhalefetteki sağ görüşlü Halk Partisi ile aşırı sağ görüşlü Vox Partisi tepki gösteriyor.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulu’nda (TBMM) 2021 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi ve 2019 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifi maddelerinin görüşmeleri tamamlandı.
Son bütçe görüşmeleri sırasında muhalefetin bütçeyi eleştirmesi üzerine Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanı Zehra Zümrüt Selçuk, 2003 yılında 2.5 milyon aşırı yoksul varken şimdi bu rakamın sıfıra inmiş olduğunu iddia etti.
Muhalefetten eleştiriler
Halkların Demokratik Partisi İstanbul Milletvekili Oya Ersoy, öngörülen bütçe açığının 245 milyar lira olduğunu, bunu karşılamak için de borç alınacağını söylemişti.
Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Sinop Milletvekili Barış Karadeniz de ‘Bütçede halk yok, çiftçi yok, genç yok, üniversite mezunu yok, adalet yok. Bu bütçe sadece birilerine hizmet eden bir bütçeye dönüşmüş’ yorumunda bulunmuştu.
Aşırı yoksul yok
Konuşmaların ardından milletvekillerinin soru ve eleştirilerini yanıtlayan Bakan Selçuk, yapılan sosyal yardımlarla aşırı yoksulluğun sıfıra indiğini belirterek şunları söyledi:
2003 yılında 2,5 milyon aşırı yoksul vatandaşımız varken, şimdi bu rakam sıfıra inmiş durumda. Bunu söylemek mi suç? Göreceli yoksulluk demiyorum, aşırı yoksulluk diyorum. Lütfen bununla iftihar edelim. Yaptığımız sosyal yardım programlarıyla, daha adil paylaşımlarla bunu sağlayabildik. İnşallah daha geniş programlar sağlayarak, göreceli yoksulluğun da azaltılması noktasında büyük bir ivme kazanacağız.”
Bakan Selçuk, ülkenin 2002’de orta insani gelişmeden, 2009’da yüksek insani gelişmeye çıktığını ve iki senedir de çok yüksek insani gelişme seviyesinde olduğunu ekledi.
HDP’ye oy verenlerin yeşil kartı iptal
HDP Grup Başkanvekili Meral Danış Beştaş, HDP’ye oy verenlerin yeşil kartlarının iptal edildiğini ve Muş‘un Varto İlçesi’nde yaşlılık, bakım aylıklarının da iptal edildiğini söyledi. Beştaş, yaşanan mağduriyetlerin giderilmesini istedi.
Zehra Zümrüt Selçuk ise gelir testi kapsamında durumlarında bir değişiklik olanların yardım miktarlarının değişebileceğini ya da kesilebileceğini belirterek durumun incelenmesi için kartları iptal edilen kişilerin kimlik numaralarının iletilmesini istedi.
TBMM’ye, AKP’li milletvekillerinin imzasıyla getirilen “Kitle İmha Silahlarının Yayılmasının Önlenmesi Hakkında Kanun” teklifinden, İçişleri Bakanı’na, sivil toplum kuruluşlarının (STK) yönetimine kayyım atama yetkisi veren düzenleme çıktı.
T24’ten Gökçer Tahincioğlu’nun haberine göre teklif yasalaşırsa, İçişleri Bakanı ve valilikler, STK’lerin yönetiminde bulunan ve hakkında terör soruşturması açılan isimleri görevden alabilecek, derneğin faaliyetini geçici olarak durdurabilecek ve gerekli görürse yönetimlerine kayyım atayabilecek.
BMGK listesindeki kişi ve kuruluşlar
TBMM’ye sevk edilen teklifte, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) kararlarında yer alan kişi ve kuruluşların faaliyetlerinin nasıl engelleneceği, malvarlıklarının nasıl dondurulacağı düzenlendi.
Teklife göre, BMGK kararlarında yer alan kişi veya kuruluşlar için ya da bunların yararına fon toplanması veya sağlanması, Türkiye’de iş ortaklığına veya başkaca iş ilişkilerine girmeleri, bu kararlarda yasaklanan nükleer, balistik füze programları veya diğer faaliyetlerle ilgili olarak fon toplanması veya sağlanması engellenecek. Bu kişi ve kurumların Türkiye’de temsilcilik açması, her türlü faaliyette bulunması yasaklanacak. Mevcut olanlar ise sonlandırılacak.
Cumhurbaşkanı malvarlığını donduracak
Bu kişi ve kuruluşların Türkiye’deki malvarlıklarının dondurulması veya bu kararların kaldırılması kararları Cumhurbaşkanının, Resmi Gazete’de yayımlanan kararıyla gecikmeksizin uygulanacak.
Bu kapsamda Denetim ve İşbirliği Komisyonu kurulacak. Komisyon, BMGK kararlarının uygulanmasını denetleyecek. Gerekirse, yasak işlem ve faaliyetlerin gerçekleştirildiği konusunda kişi ve kuruluşlar hakkında BMGK listelerine eklenmeleri ya da listelerden çıkartılmaları için Cumhurbaşkanına öneride bulunabilecek.
Teklifte, bu yasaklana uymayanlar veya kararları uygulamayanlarla ilgili olarak uygulanacak hapis cezaları da düzenlendi.
Derneklerin yardım faaliyetleri incelenecek
Yasa tasarısına göre derneklerin yardım faaliyetleri İçişleri Bakanlığı veya valilikler tarafından sıkı denetlenecek. İnternet yoluyla yapılan yardım toplama faaliyetlerinde yasaya aykırılık bulunması halinde, bu içerikler engellenecek.
İçerik engellemeyen yer sağlayıcıya yaptırım uygulanacak. Bakanlık ve valilikler bu konuda sulh ceza hakimliğinden karar almak zorunda olacak.
Yarım toplamaya 200 bin TL’ye kadar ceza
İnternet ortamında izinsiz yardım toplayanlara 200 bin liraya kadar para cezası verilebilecek. Denetmenler, yardım toplama faaliyetleri ile ilgili olarak, bankalardan her türlü bilgiyi alabilecek.
Merkezi yurtdışında bulunan, Türkiye’de şube açan vakıf ve dernekler de denetim kapsamı içinde olacak.
Affa uğrasalar da görevi bırakacaklar
Teklife göre, Dernekler Kanunu’na eklenen hükümle, zamanaşımı ve benzeri nedenlerle “süreler geçmiş” veya affa uğramış olsalar bile Terörizmin Finansmanının Önlenmesi Hakkında Kanun kapsamında yer alan terör suçlarından mahkum olanlar derneklerin genel kurul dışındaki organlarında görev alamayacak.
Dernek organlarına seçilmişlerse görevleri kanunla sona ermiş sayılacak. İçişleri bakanlığı, bu konuda denetmenlere ek olarak bilirkişi görevlendirebilecek.
Tüm dernek ve vakıflar, yurtdışına yaptıkları ve yurtdışından aldıkları yardım ve ödemelerle ilgili İçişleri Bakanlığı’nı bilgilendirecek. 7 bin lirayı aşan her türlü gelir, tahsilat, gider ve ödemelerini bankalar aracılığıyla yapmayana idari para cezası verilecek.
Soruşturma açılanın yerine kayyım
Dernek faaliyetleri kapsamında hakkında terör soruşturması açılanlar, İçişleri Bakanı tarafından geçici bir tedbir olarak görevden uzaklaştırılabilecek.
Tedbirin yeterli olmaması veya gecikmesinde sakınca bulunulan hallerde İçişleri Bakanı, derneğin faaliyetinden geçici olarak alıkoyabilecek. Mahkeme, bu kararı 48 saat içinde denetleyecek.
Bakanlık, görevden uzaklaştırdığı kişilerin yerine Dernekler Kanunu hükümlerine göre kayyım da atayabilecek. Böylece belediyelerde olduğu gibi derneklerde de kayyım dönemi başlayacak.
Danimarka, tecavüz yasalarını sıkılaştırarak tarafların açık rızası dışındaki cinsel ilişkiyi bir tecavüz olarak tanımladı. Yasa, perşembe günü Parlamento’da kabul edildi.
Eski yasada tecavüzle suçlanan kişinin şiddet uyguladığı ve saldırıda bulunduğunun kanıtlanması gerekirken yeni yasaya göre tecavüz taraflardan birinin açık rızasının olmadığı her durumu kapsayacak.
The Guardian’da yer alan habere göre benzer bir yasa 2018 yılında İsveç‘te geçmiş ve ülkedeki tecavüz yargılamalarının yüzde 75 oranında arttığı görülmüştü.
12’nci ülke oldu
Adalet Bakanlığı‘nın rakamlarına göre Danimarka’da yılda yaklaşık 11 bin 400 kadın tecavüze uğruyor veya tecavüz girişimine maruz kalıyor. Uluslararası Af Örgütü, Danimarka’nın Avrupa’da rıza dışı cinsel ilişkiyi tecavüz olarak tanıyan 12’nci ülke olduğunu söyledi.
Af Örgütü’nde kadın hakları araştırmacısı Anna Blus, “Bu, Danimarka’daki kadınlar için harika bir gün. Çünkü modası geçmiş ve tehlikeli tecavüz yasalarını tarihin çöp kutusuna attı ve bu suç için yaygın cezasızlığı sona erdirmeye yardımcı olacak” ifadelerini kullandı.
Koronavirüs Bilim Kurulu üyesi Prof. Dr. Deniz Çalışkan, Türkiye‘nin 50 milyon sipariş ettiği Çin merkezli Sinovac firmasının koronavirüs aşısının ilk dozunun 23 Aralık’ta uygulamaya başlanacağını söyledi.
Çalışkan, toplumsal bağışıklığın sağlanabilmesi için daha fazla aşıya ihtiyaç olduğunu da vurguladı.
İlk önce sağlık çalışanlarına
Prof. Dr. Çalışkan, dün yaptığı açıklamada, aşının ilk önce sağlık çalışanlarına, ardından 65 yaş üstü kişilere uygulanacağını belirtti:
Sonrasında 65 yaş üstü ve ek hastalığı olan bireylerimiz aşılanacak. Sonra ‘kilit personel’ dediğimiz öğretmenlerimiz, bakım hizmetinde olanlar, teması yüksek meslek gruplarında çalışan bireyler aşılanacak.”
Çin menşeli koronavirüs aşısı CoronaVac‘ın aşılama planını ise il sağlık müdürlükleri yapacak.
‘Aşı takip sistemi iyi çalışıyor’
Türkiye’de aşı takip sisteminin iyi çalıştığını vurgulayan Prof. Çalışkan, herhangi bir izdiham yaşanmayacağı görüşünde:
Biz aşılama hizmetlerinde Türkiye olarak çok güçlü bir ülkeyiz. Aşı takip sistemimiz son derece iyi çalışıyor. O nedenle herhangi bir izdihama yol açmadan randevu ile aşılarımızı çok hızlı bir şekilde günde 1 milyonun üzerinde kişiye yapabilecek şekilde ilgili genel müdürlüğümüz, halk sağlığı genel müdürlüğümüz çalışmalarını tamamlamış durumda. Çok kısa bir süre içerisinde yeni yılın ilk ayı içerisinde aşılamalar hızlı bir şekilde yapılacak.”
120 milyondan fazla aşıya ihtiyaç var
Çalışlar, aşıyla birlikte toplumsal bağışıklık düzeyinin yüzde 60’ın üzerine çıkabileceğini, böylece normal yaşama daha erken dönülebileceğini kaydetti. Aşının tek çare olmadığını da belirten Profesör, toplumsal bağışıklıkta yüzde 60 seviyesine ulaşmak için 120 milyondan fazla aşıya ihtiyaç olduğunu da vurguladı:
Bunu sağladığımız takdirde öğretmenlerimizin aşılanmasından sonra okulların açılması önümüzdeki ikinci dönemde mümkün olabilecek diye düşünüyoruz. Çünkü gerçekten çalışan ailelerin çocuklarının okuldan ayrı kalmasının pek çok sosyal, pek çok tıbbi soruna da yol açtığını gözlemliyoruz.”
CoronaVac aşısını üreten Sinovac‘ın üçüncü faz çalışmalarına Türkiye, Brezilya ve Endonezya da katılıyor. Endonezya çalışmaların sonucunu ocak ayında açıklayacağını duyururken, Türkiye’nin sonuçları önümüzdeki günlerde açıklaması bekleniyor.
CoronaVac aşısının uygulanacağını ülkelerden biri olan Brezilya da ise aşıyla ilgili şeffaflık tartışması gündemde. Ülkenin sağlık düzenleme kurumu Anvisa konuyla ilgili ‘Çin’de acil kullanım ruhsatı verilmesine ilişkin kriterler şeffaf değil ve Çinli makamların bu kararları vermesinde belirleyici olan kriterler hakkında erişilebilir bir bilgi yok’ demişti.